
iyi okumalar:) yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen :)
BÖLÜM DÖRT
(Özi Mülkü)
Tekrar kol saatine baktı. Son baktığının üzerinden dört dakika geçmişti. Ceylan sırıtıp “abla iyi olduğuna emin misin?” diye sordu. Mavi ona ters bir bakış atıp “kes sesini,” diye söylendi. Arslan merdivenlere oturup “birazdan gelirler,” dedi her zamanki yumuşak ve anlayışlı haliyle. Mavi ona bakıp kafasını salladı.
Kaç vakittir İmran ve Kerim amcası, abisinin yanında Vezir şehrindeydiler. Şimdi hepsi birden geri dönüyorlardı ve Mavi yerinde duramıyordu.
“geldiler,” dedi evin çalışanlarından Seda. Mavi ayağa fırlayıp kapıyı açtı. Kenarda sessizce oturup gazetesini okuyan babası bir tepki vermeden gazetenin diğer sayfasını çevirdi. Annesi ise etrafta ondan daha telaşla dolanıp duruyordu. En küçük amcası Ahmet ve kızı Asiye daha yeni gelmişlerdi. Asiye ve Ceylan birbirlerine bakıp güldüler.
Mavi kapıdan dışarı çıkıp bahçeye fırladı. Bahçenin araba yoluna giren aracı görünce nefesi duracak gibi oldu. İki araba vardı. Biri devletin valisini koruyan arabaydı. Diğerinde ise amcası, abisi, yengesi, bebiş ve İmran vardı. Arabadan ilk çıkan üç kardeş içinde en yakışıklısı olan Kerim amcası oldu. Uzun boyuyla ve hafifçe kırlaşmış kahverengi saçlarıyla Mavi’ye bakıp gülümsedi. Mavi’nin onun sesinden dinlemeyi sevdiği hikayeler ve şarkılar çınladı kulağında. Sonra abisini gördü. Şoför koltuğunda o vardı. Dışarı çıkıp kapıyı kapattığında Mavi koşup ona sarıldı. Nasıl da özlemişti. Abisinin kollarında yeniden çocuk oluvermişti.
“hoş geldiniz,” dedi sevinç içinde. Abisi başından öpüp “hoş bulduk Aliye’m” dedi babasına benzeyen sesiyle. Ama dış görünüş olarak Kerim amcasının kopyasıydı. Sonra yengesine sarılıp kucağında merakla etrafına bakan Şifa’nın alnından öptü.
“nasıl özlemişim yenge,” dedi ikisine de, “biz de özledik halası,” dedi Zeynep gülerek. Mavi tekrar abisine sarılıp “artık buradan gitmek yok,” diye uyardı herkesi.
“anlaşılan bir ben özlenmemişim,” bu sesi duyunca kalbi durdu. Abisini bırakıp arkalarında onları izleyen İmran’a baktı.
“hoş geldin” dedi. Sesi o kadar kısık çıkmıştı ki. Kızardığını hissetti. İmran gece mavisi gözleriyle ona bakıp “hoş buldum,” dedi karşılık olarak. Bir an kısacık bir an gözleri birbirlerine kenetlendi. O sırada Mavi onun kum sarısı koyu saçlarını şefkatli çehresini ezberledi tekrardan.
“enişte,” dedi Ceylan. Herkes bahçeye çıkmıştı. Ama babası yoktu. İmran’ın koluna girip “biliyor musun ablam sabahtan beri evin içine sığamadı. Dakika başı saatine bakıp durdu.”
“öyle mi?” dedi İmran sırıtıp. Gözlerinde gördüğü parıltılar Mavi’nin daha da utanmasına sebep oldu. “Ceylan!” dedi Mavi kızarak. İshak, annesinin elini öpüp ona sarılıyordu. Annesi oğlunu kucakladıktan sonra gelinine sarılıp iki yanağından öptü. Kucağında duran torununu alıp kokladı. Şifa da babaannesine karşılık verince herkes güldü. “bak gördün mü nasıl tanıdı ihtiyar babaannesini,” dedi oğluna.
Mavi de amcasının yanına gidip elini öptü ama hala Ceylan’ın sözleri yüzünden utanıyordu.
“hoş geldin amcacım,” Kerim Özi ona sarılıp “aşktır insanı insan yapan,” diye fısıldadı ve yeğeninin yanaklarını tutup gözlerine baktı, “aşktır insanın çehresini parlatan. Aşktır güzel gözlerini daha da güzel kılan.”
Mavi, amcasının göğsüne başını koyup tekrar sarıldı. Daha sonra Ceylan gelip amcasına sarıldı. “benim çılgın yeğenim,” dedi Kerim, Ceylan’ın yanaklarını sıkıp. Sonra Arslan’a sarıldı. “bu da benim sofu yeğenim”
“özlettiniz kendinizi amca,” dedi Arslan. İmran sırıtıp “canım madem özledin gelivereydin yanımıza” dedi. Arslan “sen meşgul adamsın İmran ağabey tutmayım dedim,” diye gülerek karşılık verdi ve sarıldılar. İmran, Arslan’ı bir ayrı severdi.
Kerim amcası küçük kardeşiyle hasret giderirken Asiye de kenarda sırasının gelmesini bekliyordu. Nihayet Asiye’ye sarıldığında gözlerine bakıp “benim narin yeğenim,” dedi.
“şükür kavuşturana amca,” dedi Asiye elini öperken “sizi tekrar burada görmek ne güzel.”
“seni de böyle gülen güzel yüzünle görmek öyle Asiye’m,” derken yüzünü sevdi Kerim Özi.
O sırada İmran’ın annesinin yanına gidip elini öptüğünü gördü. Annesi “hayırla yaşa oğlum,” dedi. Yüzünü okşayıp elini geri çekti.
“amin yenge.”
“nişanlın sabahtan beri hepimize evi dar etti.” dedi sonra gülerek. Herkes kıkırdayınca Mavi sinirlenip “sadece ben mi?” diye karşı çıktı, “sen de oğlun geliyor diye koca orduyu doyuracak kadar yemek yaptın.”
Abisi sırıtıp annesinin omzuna kolunu atıp başından öptü, “ne sandın kız?” dedi. “Ben onun en sevdiği çocuğuyum.”
Ceylan, Mavi ve Arslan’dan aynı anda itirazlar yükselince İshak abisi ve annesi birbirlerine bakıp gülmeye başladılar. İshak abisi annesinin alnına alnını dayayıp iç çekti. Mavi karşısında ki bu güzel manzaraya takılı kaldı bir an. Rabbine şükretti hemen. Şükrü kalbinde dalgalandı.
“hadi içeri girelim artık,” dedi Ahmet amcası. Gürültülü bir şekilde içeri girdiklerinde İshak ve İmran evin çalışanlarından Kübra teyze ve İsmail amca ile sarıldılar.
Salona girdiklerinde babası gazetesini katlayıp bir kenara koydu. Ortam bir an gerilse de babası herkesten daha heybetli duruşuyla öne çıkıp kardeşinin yanına geldi. “Kerim,” dedi Celal Paşa ortanca kardeşini baştan aşağı süzerken, “sakal bırakmışsın.”
“ağabey,” diye karşılık verdi Kerim Özi. Ona yukarıdan bakıyordu. Herkesten uzun boyluydu. “değişiklik olsun dedim.”
“hoş geldiniz.” Celal Paşa kardeşinin omzunu tutup sıktı. Sonra İshak’a döndü. “oğlum,” dedi.
İshak ifadesiz bir suratla uzanıp babasının elini öpüp başına koydu. Babası elini ensesine götürüp sıktı. “Allah uzun ömür versin.”
“amin” dediler hep bir ağızdan. Sonra Zeynep uzanıp Celal’in elini öptü. “hoş geldin kızım” dedi Vezir. Sonra kalbini yumuşatan torununa bakıp alnından öptü. En son İmran’a döndü. “Yüzbaşı,” İmran hemen uzanıp elini öptü.
“amca.”
“hayırla yaşa oğlum,” diye ona da dua etti babası. Mavi içinden ‘amin!’ diye geçirdi.
Annesi herkesi masaya oturtup yemek servisini başlattığında İmran ve Mavi karşı karşıya oturmuşlardı. Göz göze geldiklerinde İmran ona göz kırpınca Mavi gülümsedi. Yanında oturan Asiye kıkırdayınca dönüp ona baktı.
“gül gül,” dedi fısıltıyla. Sonra işaret parmağıyla kimse fark etmeden dürtüp “vaktin gelince ben de sana güleceğim,” diye ekledi. Ailenin en küçük üyesi olan Asiye on bir yaşında annesiz kalmıştı. Rahmetli yengesi merdivenlerden düşüp boynunu kırmıştı. Bu üzücü olaydan sonra Asiye ve Ahmet amcası çok zor zamanlar geçirmiş ama birbirlerine tutunarak atlatmışlardı. Asiye rahmetli annesine benzerdi. Batıdan gelen bir güzelliği vardı.
“ya abla ya,” dedi utanarak. Ceylan ne oluyor dercesine bakınca Mavi sırıtıp “yok bir şey,” dedi uslu kız olup. Masanın başında babası oturuyordu iki yanında da Kerim amcası ve Ahmet amcası. Karşısında karısı vardı. Masanın iki yanına da çocuklar oturmuştu. Ahmet amcasının yanında İshak ağabeyi vardı. Kerim amcasının yanına Arslan oturmuştu. Arslan’ın yanında İmran vardı. Karşısına geçen Mavi’nin yanında Asiye vardı. Ceylan’ın karşısında Zeynep vardı. Şifa’yı evin çalışanlarına emanet etmişti.
“haydi afiyet olsun,” dedi babası ve herkes besmele çekerek yemeğe başladı. Bir süre sonra İshak, Mavi’ye bakıp “yeni görevin hayırlı olsun bacım,” dedi.
Mavi huzursuz bir gülümsemeyle başını salladı. “Allah utandırmasın.”
“amin,” dedi annesi. Hala Sultan ile herkesten çok vakit geçirdiği için herkesten çok tedirgin olmuştu bu habere.
“ben seni pek memnun görmedim,” bu yorumu yapan Kerim amcasıydı. İmran ise ona kaşlarını çatarak bakıyordu. Ama kızdığı için değil merak ettiği için. Mavi gülümsemeye çalışıp “Hüma Hatun bu göreve beni uygun görmüş o yüzden memnunum. Lakin Hala Sultan’ın namı beni korkutuyor. Ayrıca Safiye Sultan’ı daha önce hiç görmedim. Ona nasıl yarenlik edeceğim hakkında hiçbir fikrim yok.”
“Safiye Sultan yumuşak huylu biridir,” dedi annesi. “Hala Sultan’a benzemez.”
“umarım öyledir.”
Bu konuşma süresince babası hiç sesini çıkarmadan yemeğini yemeye devam etti. Tam o anda Mavi’nin aklına babasının söyledikleri geldi. Siyasette susmayı bilmek önemlidir demişti. Mavi, babası ile göz göze gelince aralarında sözsüz bir iletişim oldu. Bunu masada fark eden tek kişi ise İshak oldu.
“ayağın nasıl oldu Kerim?” bu soruyu soran kişi Celal’di. Kerim, abisine bakıp “Allah’a şükür iyi. Arada bir aksıyor o kadar,” diye cevap verdi.
“son gittiğin hekim ne dedi ağabey?”
“diz kapağında ki eğrilik biraz daha düzelmiş Ahmet lakin kesin bir düzelme söz konusu olamazmış,” Kerim amcası Boğaz’da ki bir görev sırasında ağır yaralanmıştı. Ondan öncesine kadar fırtına gibi bir askerdi. Ama sakatlandıktan sonra tek teselli kaynağı İmran olmuştu. Malulen emekli olduktan sonra da Vezir şehrine yerleşmişlerdi.
“burada meşhur bir şifa merkezi var,” dedi babası, “bir ara oraya gidelim senin için. Düzelme olmasa da ağrıların için bir deva bulunur belki”
“evet amca” diye atladı Ceylan. “ben sana eşlik ederim istersen. Bütün gün boşum ne de olsa.”
“bahsettiğin yeri ben de duymuştum baba” dedi İshak, amcasına dönüp “bir git istersen amca,” dedi. Kerim, oğluna baktı. İmran kafasını salladı hemen. Babasının ayağının düzelmesi için zamanında çok uğraşmıştı.
“o vakit ben randevu meselesini hallederim,” dedi babası.
Mavi, amcası ve babası konuşurken gözlerini birbirlerinden kaçırdıklarını fark etti. Dikkatle inceledi yüzlerini. Babasının Ahmet amcasına olan bakışlarıyla Kerim amcasına olan bakışları bir değildi. Ahmet amcasına abiliğinin getirdiği bir sertlikle bakıyordu kabul. Karakteri böyleydi zaten. Lakin yine de gözlerinde bir şefkat bir sevgi vardı. Kerim amcasına ise ifadesiz bakıyordu. Ya da öyle bakmaya çabalıyordu. Gözlerinde ona karşı hiçbir şey görememek Mavi’yi rahatsız etti. Yemek ilerledikçe konu konuyu aşıyor muhabbet sürekli devam ediyordu. Ama babası ve Kerim amcası birbiriyle hiç konuşmuyordu. Aynı konunun içindeyken bile birbirlerine diyecek sözleri yokmuş gibiydi. Mavi gözlerini babasına dikti. Bir an çok kısacık bir an gözlerinden gölge gibi geçip giden bir şey gördü. Acı. Mavi bunu ancak böyle tanımlayabilirdi.
“düğün için neresini düşünüyorsunuz Mavi?” Zeynep yengesinin sorusuyla takılı kaldığı düşüncelerden kurtulup kafasını çevirdi.
“Ekenek,” dedi Mavi hemen. Bu konuda da kimsenin söz hakkı olamazdı. Ekenek İmran ve Mavi için çok özel bir yerdi. Orada evlenme teklifi etmişti İmran ona. Nitekim bakıp gülümsedi. Mavi nefessiz cevap verdiği sorunun devamının geleceğini tahmin edememişti.
“neden?”
Bir an boşa bağladı. Masada babası vardı. Bir şeyler düşünmeliydi. İmran’ın ona hadi cevapla dercesine baktığının farkındaydı.
“manzarası çok güzel,” dedi sonra. Ceylan sırıtıp “biz bayılıyoruz,” diye destek çıkınca rahatladı.
“Ekenek çok güzel bir yer,” diye onayladı İmran. Göz göze geldiler. İkisinin de aklında o an canlandı.
“iki yeğenim de her şeyin en güzelini hak ediyor,” dedi Ahmet amcası. Mavi ona bakıp “sağ olasın amcam,” diye teşekkür etti.
“eyvallah amca,” dedi İmran’da.
Masadan kalktıkları vakit Mavi, Ceylan ve Asiye hemen Şifa’nın yanında gidip etrafında pervane oldular. Mavi, yeğenini kucağına alıp kokusunu içine çekti yine. Bebek kokusu kadar güzel bir koku yoktu şu dünya üzerinde.
“sen evine mi geldin halam” dedi Mavi, “hala de bakayım.”
“küçücük bebek nasıl hala desin,” diye bilmişlik tasladı Ceylan. “ayrıca ilk bana hala diyecek”
“hadi oradan be”
“çirkeflik yapma”
Zeynep ikisine gülüp, böylesine cana yakın görümceleri olduğu için şükretti. Çünkü onun hiç kız kardeşi yoktu. Üç erkek kardeşi vardı.
Şifa ise iki halası arasında kalmış bir ona bir diğerine bakıp duruyordu. Sonra ikisinden de sıkılıp kollarını açtı ve Asiye halasının kucağına atladı. Asiye onu kucağına alıp göğsüne yatırdı.
“bak halalarının kıymetini bil Şifa Hatun,” dedi Ceylan. O sırada kapının pervazına yaslanmış onları izleyen İshak gülümsedi. “Etrafında dört dönüyoruz.”
Asiye, bebeğin başından öpüp “sen bir tek annenin kıymetini bil,” diye fısıldadı ama herkes duydu. “insanın yüzünü unutmayacağı tek kişi annesidir.”
İshak küçük kuzeninin yanına gelip elini omzuna attı hemen. Asiye başını yaslayıp gözyaşını silmeye çalıştı, “özür dilerim,” dedi. Gülümseyip “siz bana bakmayın,” diye ekledi. Mavi ne diyeceğini bilemeden kuzenine baktı. Annesizliğe nasıl teselli verilirdi ki? Ama ağabeyi küçük kuzeninin kollarını tutup gözlerini sildi şefkatle. O bilirdi. O anlardı. “biz seninle aynı acının da akrabasıyız Asiye’m. Bunu unutma sakın,” dedi İshak. Annesini kaybeden çocukların yüzünde aynı hüzün olurdu. Birbirlerini o hüzünden tanırlardı.
“biliyorum ağabey.” Asiye bu sefer gerçekten gülüp Şifa’ya baktı. Şifa bebek kalbiyle gülümseyince herkes güldü. Duygusal atmosfer dağılınca Ceylan hemen araya girip konuyu dağıttı. “Ağabey, Şifa’ya kardeş ne zaman geliyor?”
İshak bıyık altından gülüp “Ceylan!” dedi yarı uyarır yarı eğlenceli bir edayla. Zeynep utanıp başka tarafa baktı. İshak karısının haline içten içe gülüp “kısmet,” diye devam etti. Ceylan bu sefer bakışlarını ablasına çevirince Mavi “sakın bana bulaşma,” diye uyardı onu. İshak bir kahkaha attı. “Bak nasıl biliyor huyunu.”
“bilirim tabi.” Mavi Ceylan’a bakıp gözlerini kıstı. “En çok ben bilirim,” dedi tehdit dolu bir sesle ama bu Ceylan üzerinde pek bir etki yapmamış olacak ki gözlerini devirip “siz de hiç şakadan anlamıyorsunuz Özi’ler.” Şifa’yı kucağına alıp onunla konuşmaya başladı.” Merak etme halacığım. Ben seni çok iyi yetiştireceğim. Baban ve halan gibi sıkıcı olmayacaksın.”
“bak bebeği de kucağına aldı bir şey yapmayalım diye.” İshak kardeşine bakıp “sus kız artık,” dedi gülerek.
“ay abiciğim düşünsene şu bahçede küçükken senin bizi kovaladığın gibi biz de Şifa ve kardeşini-“ durup bu sırada Zeynep’e baktı. Sonra ablasına bakıp “ve kuzenlerini,” dedi imalı bir sesle “kovalayıp duracağız.”
Ceylan herkese bulaştıktan sonra rahatlamış bir şekilde Şifa’yı da alıp alt kata gitti.
“deli kız,” dedi Zeynep. İshak muzip bir ifadeyle “canım biz de bir kardeş yapıp keseriz sesini,” deyince Zeynep kocasına bakıp şaşkınlık içinde “İshak!” dedi. Mavi gülümsemesini tutmak için yanağının içini ısırdı. Sonra başını eğip “neyse biz de gidelim,” dedi. Asiye’nin kolundan tutup dışarı çıktılar.
“abla ben de Ceylan ablamın yanına gideyim,” dedi Asiye. Mavi başını salladı. Tam aşağıya inecekti ki karşısına bir anda İmran çıktı.
“ay!” dedi korkarak. Sonra elini kalbine koyup “korkuttun beni,” diye ekledi.
“kork kork,” dedi İmran. Merdivenin son basamağını çıkıp karşısına geçti, “deminden beri aynı evin içinde seni araya araya bir hal oldum sevdam. Dedim bu kız beni hiç özlememiş herhalde.”
Mavi, İmran’ın sahte alınganlığına gülüp “olur mu öyle şey,” dedi. “öldüm öldüm.”
“ölme güzel gözlüm,” İmran genç kızın yüzüne dokunmak için elini kaldırdı ama sonra vazgeçti. “Sana yaşamak yakışır.”
“Allah ne nasip ettiyse o yakışır,” dedi Mavi “çok şükür artık yanı başımda yaşayacaksın. Doya doya bakabileceğim yüzüne. Hasretlik bitti.”
“tabi ya daha pencereden seni gözetleyeceğim.”
Mavi hafif bir kahkaha atıp “o aşamaları geçtiğimizi sanıyordum Yüzbaşı” dedi. “Diyar-ı Şems’de hani. Az koşmadın peşimden.”
“şimdi öyle mi oldu Aliye Hatun.” İmran gelen geçen var mı diye bakıp kontrol etti. Sonra fısıldayarak “o zamanlar öyle demiyordun ama” diye ekledi. Mavi iftiraya uğramış gibi ağzını açıp nişanlısının kolunu çimdikledi. “Düzgün dur asker.”
“emredersiniz binbaşım,” dedi İmran sırıtıp.
“hadi git biri görecek”
“tamam tamam,” İmran merdivenlerden inerken bir an durup kıza baktı, “sana bir hediyem var,” dedi.
Mavi, ne dercesine kafasını salladı. İmran ise omzunu silkip “eh madem beni yanından kovdun sonra veririm artık,” dedi ve gitti. Mavi ardından bakıp kızarak “uyuz!” dedi. Bir an sonra kendini tutamayıp güldü.
Tekrar kol saatine baktı. Son baktığının üzerinden dört dakika geçmişti. Ceylan sırıtıp “abla iyi olduğuna emin misin?” diye sordu. Mavi ona ters bir bakış atıp “kes sesini,” diye söylendi. Arslan merdivenlere oturup “birazdan gelirler,” dedi her zamanki yumuşak ve anlayışlı haliyle. Mavi ona bakıp kafasını salladı.
Kaç vakittir İmran ve Kerim amcası, abisinin yanında Vezir şehrindeydiler. Şimdi hepsi birden geri dönüyorlardı ve Mavi yerinde duramıyordu.
“geldiler,” dedi evin çalışanlarından Seda. Mavi ayağa fırlayıp kapıyı açtı. Kenarda sessizce oturup gazetesini okuyan babası bir tepki vermeden gazetenin diğer sayfasını çevirdi. Annesi ise etrafta ondan daha telaşla dolanıp duruyordu. En küçük amcası Ahmet ve kızı Asiye daha yeni gelmişlerdi. Asiye ve Ceylan birbirlerine bakıp güldüler.
Mavi kapıdan dışarı çıkıp bahçeye fırladı. Bahçenin araba yoluna giren aracı görünce nefesi duracak gibi oldu. İki araba vardı. Biri devletin valisini koruyan arabaydı. Diğerinde ise amcası, abisi, yengesi, bebiş ve İmran vardı. Arabadan ilk çıkan üç kardeş içinde en yakışıklısı olan Kerim amcası oldu. Uzun boyuyla ve hafifçe kırlaşmış kahverengi saçlarıyla Mavi’ye bakıp gülümsedi. Mavi’nin onun sesinden dinlemeyi sevdiği hikayeler ve şarkılar çınladı kulağında. Sonra abisini gördü. Şoför koltuğunda o vardı. Dışarı çıkıp kapıyı kapattığında Mavi koşup ona sarıldı. Nasıl da özlemişti. Abisinin kollarında yeniden çocuk oluvermişti.
“hoş geldiniz,” dedi sevinç içinde. Abisi başından öpüp “hoş bulduk Aliye’m” dedi babasına benzeyen sesiyle. Ama dış görünüş olarak Kerim amcasının kopyasıydı. Sonra yengesine sarılıp kucağında merakla etrafına bakan Şifa’nın alnından öptü.
“nasıl özlemişim yenge,” dedi ikisine de, “biz de özledik halası,” dedi Zeynep gülerek. Mavi tekrar abisine sarılıp “artık buradan gitmek yok,” diye uyardı herkesi.
“anlaşılan bir ben özlenmemişim,” bu sesi duyunca kalbi durdu. Abisini bırakıp arkalarında onları izleyen İmran’a baktı.
“hoş geldin” dedi. Sesi o kadar kısık çıkmıştı ki. Kızardığını hissetti. İmran gece mavisi gözleriyle ona bakıp “hoş buldum,” dedi karşılık olarak. Bir an kısacık bir an gözleri birbirlerine kenetlendi. O sırada Mavi onun kum sarısı koyu saçlarını şefkatli çehresini ezberledi tekrardan.
“enişte,” dedi Ceylan. Herkes bahçeye çıkmıştı. Ama babası yoktu. İmran’ın koluna girip “biliyor musun ablam sabahtan beri evin içine sığamadı. Dakika başı saatine bakıp durdu.”
“öyle mi?” dedi İmran sırıtıp. Gözlerinde gördüğü parıltılar Mavi’nin daha da utanmasına sebep oldu. “Ceylan!” dedi Mavi kızarak. İshak, annesinin elini öpüp ona sarılıyordu. Annesi oğlunu kucakladıktan sonra gelinine sarılıp iki yanağından öptü. Kucağında duran torununu alıp kokladı. Şifa da babaannesine karşılık verince herkes güldü. “bak gördün mü nasıl tanıdı ihtiyar babaannesini,” dedi oğluna.
Mavi de amcasının yanına gidip elini öptü ama hala Ceylan’ın sözleri yüzünden utanıyordu.
“hoş geldin amcacım,” Kerim Özi ona sarılıp “aşktır insanı insan yapan,” diye fısıldadı ve yeğeninin yanaklarını tutup gözlerine baktı, “aşktır insanın çehresini parlatan. Aşktır güzel gözlerini daha da güzel kılan.”
Mavi, amcasının göğsüne başını koyup tekrar sarıldı. Daha sonra Ceylan gelip amcasına sarıldı. “benim çılgın yeğenim,” dedi Kerim, Ceylan’ın yanaklarını sıkıp. Sonra Arslan’a sarıldı. “bu da benim sofu yeğenim”
“özlettiniz kendinizi amca,” dedi Arslan. İmran sırıtıp “canım madem özledin gelivereydin yanımıza” dedi. Arslan “sen meşgul adamsın İmran ağabey tutmayım dedim,” diye gülerek karşılık verdi ve sarıldılar. İmran, Arslan’ı bir ayrı severdi.
Kerim amcası küçük kardeşiyle hasret giderirken Asiye de kenarda sırasının gelmesini bekliyordu. Nihayet Asiye’ye sarıldığında gözlerine bakıp “benim narin yeğenim,” dedi.
“şükür kavuşturana amca,” dedi Asiye elini öperken “sizi tekrar burada görmek ne güzel.”
“seni de böyle gülen güzel yüzünle görmek öyle Asiye’m,” derken yüzünü sevdi Kerim Özi.
O sırada İmran’ın annesinin yanına gidip elini öptüğünü gördü. Annesi “hayırla yaşa oğlum,” dedi. Yüzünü okşayıp elini geri çekti.
“amin yenge.”
“nişanlın sabahtan beri hepimize evi dar etti.” dedi sonra gülerek. Herkes kıkırdayınca Mavi sinirlenip “sadece ben mi?” diye karşı çıktı, “sen de oğlun geliyor diye koca orduyu doyuracak kadar yemek yaptın.”
Abisi sırıtıp annesinin omzuna kolunu atıp başından öptü, “ne sandın kız?” dedi. “Ben onun en sevdiği çocuğuyum.”
Ceylan, Mavi ve Arslan’dan aynı anda itirazlar yükselince İshak abisi ve annesi birbirlerine bakıp gülmeye başladılar. İshak abisi annesinin alnına alnını dayayıp iç çekti. Mavi karşısında ki bu güzel manzaraya takılı kaldı bir an. Rabbine şükretti hemen. Şükrü kalbinde dalgalandı.
“hadi içeri girelim artık,” dedi Ahmet amcası. Gürültülü bir şekilde içeri girdiklerinde İshak ve İmran evin çalışanlarından Kübra teyze ve İsmail amca ile sarıldılar.
Salona girdiklerinde babası gazetesini katlayıp bir kenara koydu. Ortam bir an gerilse de babası herkesten daha heybetli duruşuyla öne çıkıp kardeşinin yanına geldi. “Kerim,” dedi Celal Paşa ortanca kardeşini baştan aşağı süzerken, “sakal bırakmışsın.”
“ağabey,” diye karşılık verdi Kerim Özi. Ona yukarıdan bakıyordu. Herkesten uzun boyluydu. “değişiklik olsun dedim.”
“hoş geldiniz.” Celal Paşa kardeşinin omzunu tutup sıktı. Sonra İshak’a döndü. “oğlum,” dedi.
İshak ifadesiz bir suratla uzanıp babasının elini öpüp başına koydu. Babası elini ensesine götürüp sıktı. “Allah uzun ömür versin.”
“amin” dediler hep bir ağızdan. Sonra Zeynep uzanıp Celal’in elini öptü. “hoş geldin kızım” dedi Vezir. Sonra kalbini yumuşatan torununa bakıp alnından öptü. En son İmran’a döndü. “Yüzbaşı,” İmran hemen uzanıp elini öptü.
“amca.”
“hayırla yaşa oğlum,” diye ona da dua etti babası. Mavi içinden ‘amin!’ diye geçirdi.
Annesi herkesi masaya oturtup yemek servisini başlattığında İmran ve Mavi karşı karşıya oturmuşlardı. Göz göze geldiklerinde İmran ona göz kırpınca Mavi gülümsedi. Yanında oturan Asiye kıkırdayınca dönüp ona baktı.
“gül gül,” dedi fısıltıyla. Sonra işaret parmağıyla kimse fark etmeden dürtüp “vaktin gelince ben de sana güleceğim,” diye ekledi. Ailenin en küçük üyesi olan Asiye on bir yaşında annesiz kalmıştı. Rahmetli yengesi merdivenlerden düşüp boynunu kırmıştı. Bu üzücü olaydan sonra Asiye ve Ahmet amcası çok zor zamanlar geçirmiş ama birbirlerine tutunarak atlatmışlardı. Asiye rahmetli annesine benzerdi. Batıdan gelen bir güzelliği vardı.
“ya abla ya,” dedi utanarak. Ceylan ne oluyor dercesine bakınca Mavi sırıtıp “yok bir şey,” dedi uslu kız olup. Masanın başında babası oturuyordu iki yanında da Kerim amcası ve Ahmet amcası. Karşısında karısı vardı. Masanın iki yanına da çocuklar oturmuştu. Ahmet amcasının yanında İshak ağabeyi vardı. Kerim amcasının yanına Arslan oturmuştu. Arslan’ın yanında İmran vardı. Karşısına geçen Mavi’nin yanında Asiye vardı. Ceylan’ın karşısında Zeynep vardı. Şifa’yı evin çalışanlarına emanet etmişti.
“haydi afiyet olsun,” dedi babası ve herkes besmele çekerek yemeğe başladı. Bir süre sonra İshak, Mavi’ye bakıp “yeni görevin hayırlı olsun bacım,” dedi.
Mavi huzursuz bir gülümsemeyle başını salladı. “Allah utandırmasın.”
“amin,” dedi annesi. Hala Sultan ile herkesten çok vakit geçirdiği için herkesten çok tedirgin olmuştu bu habere.
“ben seni pek memnun görmedim,” bu yorumu yapan Kerim amcasıydı. İmran ise ona kaşlarını çatarak bakıyordu. Ama kızdığı için değil merak ettiği için. Mavi gülümsemeye çalışıp “Hüma Hatun bu göreve beni uygun görmüş o yüzden memnunum. Lakin Hala Sultan’ın namı beni korkutuyor. Ayrıca Safiye Sultan’ı daha önce hiç görmedim. Ona nasıl yarenlik edeceğim hakkında hiçbir fikrim yok.”
“Safiye Sultan yumuşak huylu biridir,” dedi annesi. “Hala Sultan’a benzemez.”
“umarım öyledir.”
Bu konuşma süresince babası hiç sesini çıkarmadan yemeğini yemeye devam etti. Tam o anda Mavi’nin aklına babasının söyledikleri geldi. Siyasette susmayı bilmek önemlidir demişti. Mavi, babası ile göz göze gelince aralarında sözsüz bir iletişim oldu. Bunu masada fark eden tek kişi ise İshak oldu.
“ayağın nasıl oldu Kerim?” bu soruyu soran kişi Celal’di. Kerim, abisine bakıp “Allah’a şükür iyi. Arada bir aksıyor o kadar,” diye cevap verdi.
“son gittiğin hekim ne dedi ağabey?”
“diz kapağında ki eğrilik biraz daha düzelmiş Ahmet lakin kesin bir düzelme söz konusu olamazmış,” Kerim amcası Boğaz’da ki bir görev sırasında ağır yaralanmıştı. Ondan öncesine kadar fırtına gibi bir askerdi. Ama sakatlandıktan sonra tek teselli kaynağı İmran olmuştu. Malulen emekli olduktan sonra da Vezir şehrine yerleşmişlerdi.
“burada meşhur bir şifa merkezi var,” dedi babası, “bir ara oraya gidelim senin için. Düzelme olmasa da ağrıların için bir deva bulunur belki”
“evet amca” diye atladı Ceylan. “ben sana eşlik ederim istersen. Bütün gün boşum ne de olsa.”
“bahsettiğin yeri ben de duymuştum baba” dedi İshak, amcasına dönüp “bir git istersen amca,” dedi. Kerim, oğluna baktı. İmran kafasını salladı hemen. Babasının ayağının düzelmesi için zamanında çok uğraşmıştı.
“o vakit ben randevu meselesini hallederim,” dedi babası.
Mavi, amcası ve babası konuşurken gözlerini birbirlerinden kaçırdıklarını fark etti. Dikkatle inceledi yüzlerini. Babasının Ahmet amcasına olan bakışlarıyla Kerim amcasına olan bakışları bir değildi. Ahmet amcasına abiliğinin getirdiği bir sertlikle bakıyordu kabul. Karakteri böyleydi zaten. Lakin yine de gözlerinde bir şefkat bir sevgi vardı. Kerim amcasına ise ifadesiz bakıyordu. Ya da öyle bakmaya çabalıyordu. Gözlerinde ona karşı hiçbir şey görememek Mavi’yi rahatsız etti. Yemek ilerledikçe konu konuyu aşıyor muhabbet sürekli devam ediyordu. Ama babası ve Kerim amcası birbiriyle hiç konuşmuyordu. Aynı konunun içindeyken bile birbirlerine diyecek sözleri yokmuş gibiydi. Mavi gözlerini babasına dikti. Bir an çok kısacık bir an gözlerinden gölge gibi geçip giden bir şey gördü. Acı. Mavi bunu ancak böyle tanımlayabilirdi.
“düğün için neresini düşünüyorsunuz Mavi?” Zeynep yengesinin sorusuyla takılı kaldığı düşüncelerden kurtulup kafasını çevirdi.
“Ekenek,” dedi Mavi hemen. Bu konuda da kimsenin söz hakkı olamazdı. Ekenek İmran ve Mavi için çok özel bir yerdi. Orada evlenme teklifi etmişti İmran ona. Nitekim bakıp gülümsedi. Mavi nefessiz cevap verdiği sorunun devamının geleceğini tahmin edememişti.
“neden?”
Bir an boşa bağladı. Masada babası vardı. Bir şeyler düşünmeliydi. İmran’ın ona hadi cevapla dercesine baktığının farkındaydı.
“manzarası çok güzel,” dedi sonra. Ceylan sırıtıp “biz bayılıyoruz,” diye destek çıkınca rahatladı.
“Ekenek çok güzel bir yer,” diye onayladı İmran. Göz göze geldiler. İkisinin de aklında o an canlandı.
“iki yeğenim de her şeyin en güzelini hak ediyor,” dedi Ahmet amcası. Mavi ona bakıp “sağ olasın amcam,” diye teşekkür etti.
“eyvallah amca,” dedi İmran’da.
Masadan kalktıkları vakit Mavi, Ceylan ve Asiye hemen Şifa’nın yanında gidip etrafında pervane oldular. Mavi, yeğenini kucağına alıp kokusunu içine çekti yine. Bebek kokusu kadar güzel bir koku yoktu şu dünya üzerinde.
“sen evine mi geldin halam” dedi Mavi, “hala de bakayım.”
“küçücük bebek nasıl hala desin,” diye bilmişlik tasladı Ceylan. “ayrıca ilk bana hala diyecek”
“hadi oradan be”
“çirkeflik yapma”
Zeynep ikisine gülüp, böylesine cana yakın görümceleri olduğu için şükretti. Çünkü onun hiç kız kardeşi yoktu. Üç erkek kardeşi vardı.
Şifa ise iki halası arasında kalmış bir ona bir diğerine bakıp duruyordu. Sonra ikisinden de sıkılıp kollarını açtı ve Asiye halasının kucağına atladı. Asiye onu kucağına alıp göğsüne yatırdı.
“bak halalarının kıymetini bil Şifa Hatun,” dedi Ceylan. O sırada kapının pervazına yaslanmış onları izleyen İshak gülümsedi. “Etrafında dört dönüyoruz.”
Asiye, bebeğin başından öpüp “sen bir tek annenin kıymetini bil,” diye fısıldadı ama herkes duydu. “insanın yüzünü unutmayacağı tek kişi annesidir.”
İshak küçük kuzeninin yanına gelip elini omzuna attı hemen. Asiye başını yaslayıp gözyaşını silmeye çalıştı, “özür dilerim,” dedi. Gülümseyip “siz bana bakmayın,” diye ekledi. Mavi ne diyeceğini bilemeden kuzenine baktı. Annesizliğe nasıl teselli verilirdi ki? Ama ağabeyi küçük kuzeninin kollarını tutup gözlerini sildi şefkatle. O bilirdi. O anlardı. “biz seninle aynı acının da akrabasıyız Asiye’m. Bunu unutma sakın,” dedi İshak. Annesini kaybeden çocukların yüzünde aynı hüzün olurdu. Birbirlerini o hüzünden tanırlardı.
“biliyorum ağabey.” Asiye bu sefer gerçekten gülüp Şifa’ya baktı. Şifa bebek kalbiyle gülümseyince herkes güldü. Duygusal atmosfer dağılınca Ceylan hemen araya girip konuyu dağıttı. “Ağabey, Şifa’ya kardeş ne zaman geliyor?”
İshak bıyık altından gülüp “Ceylan!” dedi yarı uyarır yarı eğlenceli bir edayla. Zeynep utanıp başka tarafa baktı. İshak karısının haline içten içe gülüp “kısmet,” diye devam etti. Ceylan bu sefer bakışlarını ablasına çevirince Mavi “sakın bana bulaşma,” diye uyardı onu. İshak bir kahkaha attı. “Bak nasıl biliyor huyunu.”
“bilirim tabi.” Mavi Ceylan’a bakıp gözlerini kıstı. “En çok ben bilirim,” dedi tehdit dolu bir sesle ama bu Ceylan üzerinde pek bir etki yapmamış olacak ki gözlerini devirip “siz de hiç şakadan anlamıyorsunuz Özi’ler.” Şifa’yı kucağına alıp onunla konuşmaya başladı.” Merak etme halacığım. Ben seni çok iyi yetiştireceğim. Baban ve halan gibi sıkıcı olmayacaksın.”
“bak bebeği de kucağına aldı bir şey yapmayalım diye.” İshak kardeşine bakıp “sus kız artık,” dedi gülerek.
“ay abiciğim düşünsene şu bahçede küçükken senin bizi kovaladığın gibi biz de Şifa ve kardeşini-“ durup bu sırada Zeynep’e baktı. Sonra ablasına bakıp “ve kuzenlerini,” dedi imalı bir sesle “kovalayıp duracağız.”
Ceylan herkese bulaştıktan sonra rahatlamış bir şekilde Şifa’yı da alıp alt kata gitti.
“deli kız,” dedi Zeynep. İshak muzip bir ifadeyle “canım biz de bir kardeş yapıp keseriz sesini,” deyince Zeynep kocasına bakıp şaşkınlık içinde “İshak!” dedi. Mavi gülümsemesini tutmak için yanağının içini ısırdı. Sonra başını eğip “neyse biz de gidelim,” dedi. Asiye’nin kolundan tutup dışarı çıktılar.
“abla ben de Ceylan ablamın yanına gideyim,” dedi Asiye. Mavi başını salladı. Tam aşağıya inecekti ki karşısına bir anda İmran çıktı.
“ay!” dedi korkarak. Sonra elini kalbine koyup “korkuttun beni,” diye ekledi.
“kork kork,” dedi İmran. Merdivenin son basamağını çıkıp karşısına geçti, “deminden beri aynı evin içinde seni araya araya bir hal oldum sevdam. Dedim bu kız beni hiç özlememiş herhalde.”
Mavi, İmran’ın sahte alınganlığına gülüp “olur mu öyle şey,” dedi. “öldüm öldüm.”
“ölme güzel gözlüm,” İmran genç kızın yüzüne dokunmak için elini kaldırdı ama sonra vazgeçti. “Sana yaşamak yakışır.”
“Allah ne nasip ettiyse o yakışır,” dedi Mavi “çok şükür artık yanı başımda yaşayacaksın. Doya doya bakabileceğim yüzüne. Hasretlik bitti.”
“tabi ya daha pencereden seni gözetleyeceğim.”
Mavi hafif bir kahkaha atıp “o aşamaları geçtiğimizi sanıyordum Yüzbaşı” dedi. “Diyar-ı Şems’de hani. Az koşmadın peşimden.”
“şimdi öyle mi oldu Aliye Hatun.” İmran gelen geçen var mı diye bakıp kontrol etti. Sonra fısıldayarak “o zamanlar öyle demiyordun ama” diye ekledi. Mavi iftiraya uğramış gibi ağzını açıp nişanlısının kolunu çimdikledi. “Düzgün dur asker.”
“emredersiniz binbaşım,” dedi İmran sırıtıp.
“hadi git biri görecek”
“tamam tamam,” İmran merdivenlerden inerken bir an durup kıza baktı, “sana bir hediyem var,” dedi.
Mavi, ne dercesine kafasını salladı. İmran ise omzunu silkip “eh madem beni yanından kovdun sonra veririm artık,” dedi ve gitti. Mavi ardından bakıp kızarak “uyuz!” dedi. Bir an sonra kendini tutamayıp güldü.
...
desteğiniz benim için kıymetli
yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.05k Okunma |
326 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |