5. Bölüm

4.BÖLÜM 2.KISIM

RabiaSofi
rabiasofi

4. bölüm devamı

Salona geri döndüğünde Kerim amcası ile babasını iki uzak köşede gördü.

Koltuklardan birine oturup kucağında torununu seven annesine baktı. Babası da onları izliyordu. Kerim amcası ise Ahmet amcası ile bir şeyler konuşuyordu. İshak ağabeyi ve Zeynep yengesi de onların yanındaydı. Biraz sonra Arslan da onlara katıldı. Ceylan ve Asiye ise uzak bir köşede bir şeyler fısıldaşıyorlardı. Gözlerini kısıp onlara baktı ama konu ne kadar derinse fark etmediler bile.

İmran salona girdiğinde hemen göz göze geldiler. Mavi hediyesinin ne olduğunu merak ediyordu şimdi. Ama uyuz süründürecekti onu belliydi. Nitekim hafifçe sırıtıp babasının yanına gitti. Üzerinde asker üniforması olmadığı zaman daha genç gözüküyordu. Yirmi beşinde çakı gibi bir askerdi.

Boğaz Bölgesi’nde büyümüştü İmran. Boğaz’ın Zümrüttepe kontrolünde ki topraklarında. Eski adı Thomas Loren’dı. Müslüman olduktan sonra değiştirmişti adını. Geçmişinden bahsetmeyi pek sevmezdi İmran. Mavi de sormazdı. Aslında çok merak ediyordu ama ne zaman konusunu açmaya çalışsa gözlerine öyle bir hüzün çökerdi ki kıyamaz değiştirirdi konuyu. Onun Müslüman olmasında dedesinin de payı büyüktü. Bu yüzden sık sık ziyaret ederdi dedesini. Mavi ile de o zamanlardan birinde tanışmışlardı. Annesini kaybeden Asiye için gitmişlerdi Diyar-ı Şems’e. Havasında suyunda bir güzellik vardı şehrin. Asiye ise küçük, kırgın bir çocuktu. Babası söylemişti gitmelerini. Ahmet amcası da kabul etmişti.

Mavi, Ceylan, Arslan ve Asiye birlikte gitmişlerdi Diyar-ı Şems’e. İshak ağabeyi de gelmişti sonradan. Yanında İmran da vardı. Gülümseyip onu ilk gördüğü anı hatırladı. Hiç sevmemişti onu. Ama sonradan çok sevmişti.

“ne düşünüyorsun ablacığım?” yanında bitiveren Ceylan’a baktı. Asiye ise ayakta duruyor oturmuyordu.

“asıl siz ne karıştırıyorsunuz?” diye fısıldadı hemen.

“senin iyiliğin için çalışıyoruz,” dedi Asiye. Ceylan ona göz kırpıp ayağa kalktı. “hadi dışarı çıkalım çok yedik yürüyüş yaparız,” dedi imalı bir sesle. Sonra dönüp Asiye’ye seslendi, “hadi kız gidiyoruz,” Asiye kafasını salladığında Mavi de üstünde ki kıyafeti çekeleyip düzeltti.

“enişte sen de gelsene yanımızda erkek olsun,” dedi Ceylan sırıtıp. İmran kuzenine bakıp göz kırptı. Mavi’nin babasına izin ister gibi bakınca Celal Vezir bir kere kafasını sallayıp “fazla oyalanmayın,” dedi sadece. Dördü dışarı çıktığında Ceylan ve Asiye kıkırdaşarak önden hızlıca yürüyüp güvenli bir mesafe açtılar. Nihayet baş başa kaldıklarında İmran “sevdam,” dedi fısıldayarak, “bana çok kızdın mı?”

Mavi bahçe yolunu aydınlatan ışıkların altında sevdiği adamın gözlerine baktı ve “sana kızmak göründüğü kadar kolay değil Yüzbaşı,” dedi. İmran bu cevap karşısında öyle aşk dolu bir bakış attı ki Mavi’nin kalbi yerinden çıkacaktı. Cebinden çıkarttığı minik hediye paketini Mavi’ye uzatıp “bunu senin için aldım. Görev yerimde ki köylerden birinde yaşlı bir nine yapıyordu bunlardan.” Mavi heyecanla beklediği hediyesinin paketini alıp açtı. İçinden iğne oyası ile işlenmiş bir mendil çıktı. İğne oyasının rengi mavi rengindeydi. O kadar zarifti ki kullanılmak için değil saklanmak içindi. Mavi mendili göğsüne bastırıp nişanlısına baktı. “Çok güzel, bayıldım.”

“beğenmene sevindim.”

“benim de sana haberlerim var,” dedi Mavi tekrar yürümeye başladıklarında “evimizin içinde halledilmesi gereken birkaç tadilat bitti. Zaten eşyalı biliyorsun ama alınacak çok şey var. Yarın birlikte gidip eve bakalım mı?” diye sordu hevesle.

“yarın mı?”

“bana işim var deme sakın,” diye atıldı hemen Mavi. İmran gülümsedi. Gülümseyince Mavi’nin kalbi eridi. Ne güzel gülüyordu böyle. Ne güzel bakıyordu.

“yok cennet gülüşlüm,” dedi İmran. “yarın gider yuvamıza bakarız inşallah.” Bazen hala konuşmasında bir aksan duyuyordu. Ana dili Zümrüttepe lisanıydı.

“bana her şeyi anlat.” Mavi önünde duran taşa hafifçe vurup kenara itti. “Vezir’de ki görevin tamamen bitti değil mi? Artık Salahdar’dasın.”

“öyleyim galiba. Vezir zorlu bir yer. Ama yine de orada arkada bıraktığım çok yoldaşım var.”

“iyisin değil mi?” diye sordu Mavi. Uzanıp kolundan tuttu. Yine durmuşlardı. İmran yorgun bir tebessümle karşılık verdi. Mavi biliyordu ki asker olmak sürekli bir kayıp yaşamak, sürekli acıya alışkın olmak demekti. Konuyu değiştirmek için aklına takılan başka bir mevzuyu açmaya karar verdi.

“sence babam ile Kerim amcam arasında geçmişte ne yaşanmış olabilir?” İmran ona kaşlarını çatıp şüpheyle bakınca gözlerini devirip “yani hiç merak etmedin mi?” diye sordu sitem edercesine.

“aralarında sorun mu var?” diye sordu İmran kafası karışmış bir şekilde, “yani Celal amcam adı gibi biraz hiddetli bir adam ama-“

“biraz mı?” diye dalga geçti Mavi. Küçük bir çocukken babasından ödü kopardı. Büyüdükçe ilişkileri biraz daha normalleşmişti ama babası karakter olarak sinirlenmeye çok müsait bir adamdı. Abisinin öz annesi olan ilk karısını kaybettikten hemen sonra annesiyle evlenmiş böylece sülalede büyük dedikodu malzemesi olmuştu. Çıkan dedikoduları dönemin haber kaynaklarından kendi araştırmış bulmuştu. Ama hiç birinde Kerim amcasıyla ilgili bir şey yoktu. Daha çok babası ile annesinin; rahmetli Hülya annenin vefatının üzerinden iki ay bile geçmeden evlenmelerinden dolayı öncesinde de bir ilişkileri olduğuna dair çirkin iftiralar vardı. Ama Mavi bunun doğru olmadığını biliyordu. Ancak İshak abisinin babasına kırgın olduğunu biliyordu. Ölen annesini anlatmadığı adını bile anmadığı için babasına kırgındı.

“kayınpederim çok sinirli bir adam,” diye kabul etti İmran, “ancak babamla aralarında bir sorun olduğunu hiç düşünmemiştim. Sadece karakterleri çok farklı olduğu için anlaşamadıklarını sanıyordum.”

“bence sorun bu değil. Sorun çok farklı”

“Mavi,” diye uyardı onu nişanlısı “yine aşırı merak duyguna yenilip casusluk yapmayacaksın değil mi?”

“ben ileride siyasetçi olacağım İmran Özi. Elbette aşırı meraklı olmak zorundayım.”

“hala vezir olma hayalleri kuruyorsun demek. Çok güzel! Ben de evimizin kadını olacağını düşünüyordum.”

“ikisini birden idare edebilirim Yüzbaşı. Sen sadece akşamları evine dön yeter,” diye tamamladı Mavi cümlesini. İçinde sakladığı korkular gün yüzüne çıkmadan gözlerini kaçırdı. Her gün yüreğinde aynı korkuyla yaşıyordu. Ya bir gün onun şehit haberi gelirse. Ya bir gün o da- Mavi kafasını hafifçe sallayıp bu korkulardan kurtulmaya çalıştı. İmran hemen anlamıştı ne düşündüğünü bu yüzden usulca elini tuttu.

“yaşayacağımız her şey kader. Aldığımız her nefes ecelimize yaklaştığımız bir andan ibaret.”

“böyle konuşma,” diye itiraz etti genç kız. Adamın elini sıkıca tuttu. Gözlerine bakıp “sana bir şey olursa ben-“

“sakın” diye lafını kesti İmran, “sakın böyle deme. Eğer bir gün nasip olur da şehadet şerbetinden içersem sana vasiyetimdir ardımdan sadece sevin.” Mavi, boğazında düğümlenen yumrunun ağırlığından konuşamadı. Konuşmasına da gerek yoktu zaten. Konuşmadan anlaştılar. İmran, Mavi’nin gözünden gelen bir damla yaşı silip “ağlama güzel gözlüm,” diye fısıldadı, “gülümsemek sana bu kadar çok yakışırken ağlama.”

“ağlatma o zaman,” dedi Mavi “yüreğimi yakma.”

“sen yanarsan ben de yanarım bilmez misin?” İmran güzel gözleriyle baktı Mavi’ye. Herkes Mavi’nin gözlerinin çok güzel olduğunu söyleyip duruyordu ama ona göre bu dünyada ona en güzel bakan gözler İmran’ındı.

O sırada karanlıktan Ceylan’la Asiye çıkıp geldi. İkisi de kendini toparladı hemen.

“dönelim mi artık?” diye sordu Ceylan. Meraklı bakışları gözü yaşlı ablası ile bir o kadar bitkin gözüken kuzeni arasında gidip geldi. Asiye de bir şeyler sezinlemişti ki sessizce duruyordu. Mavi kafasını sallayıp “gidelim,” dedi sadece. Avucunda mendilini tutuyordu. Yüreğinde ki korku sevdiği yanındayken bile azalmıyordu.

Eve geri döndüklerinde herkes İmran ile Mavi’nin halinde ki değişikliği fark etmişti. Mavi nedense bir türlü toplayamıyordu kendini. Onu kaybetme korkusu aklını dağıtıyordu. İmran da Mavi’nin bu kadar üzülüyor olmasına dertleniyordu.

“iyi misin kuzum?” diye sordu annesi bir ara. Mutfakta yakalamıştı kızını. Mavi gülümsemeye çalışıp “iyiyim anneciğim,” diye cevapladı.

“kavga mı ettiniz?” diye fısıldadı kadın. Mavi kafasını sallayıp “hayır canım,” dedi hemen. “Ben onunla kavga edemem ki”

“o zaman neden ikiniz de durgunlaştınız bir anda.”

“ben-“ dedi duraladı Mavi. İmran kapıdan girdiği vakit ikisiyle karşılaşınca durakladı, “yenge”

“oğlum,” annesi gülümseyip elini uzattı hemen “gel bakalım sen anlat o halde derdiniz ne?”

“onun derdi benim derdimdir yenge” İmran, Mavi’ye baktı, “korkusu benim korkumdur.”

Annesi Mavi’ye dönüp “korkun nedir o zaman kızım?”

“korkum-” kafası eğik duran Mavi başını kaldırıp ikisine baktı, “korkum bir gün seni kaybetmek,” dedi açık açık. “Ya bir gün senin haberini alırsam? Ya bir gün gidersen?”

“Mavi’m yaşamın garantisi mi var da şimdiden bunları düşünüp kendine dert edinirsin?” diye sordu annesi. Sonra ikisinin de elini tutup birleştirdi, “siz bir yola çıktınız evlatlarım. Rabbime çok şükür kızıma İmran gibi yiğit dürüst bir yol arkadaşı nasip etti. Lakin şimdi görüyorum ki ikinizin de yüreğine bir hüzün düşmüş.”

“benim yüzümden,” dedi Mavi hemen. İmran kafasını sallayıp “asıl benim yüzümden” dedi.

Annesi gülümseyip “hüznünüz de bir olmuş ne güzel” dedi, “ama İmran bir asker, sen ise asker hatunu olacaksın. Dik duracaksın ki kocan senden güç alsın. İmran sen de hatununun yanında olacaksın ki korkuları dinsin. Birlikte aşacaksınız her şeyi”

İkisi de sessizce kafasını sallayarak dinliyordu Gülsüm’ü. Gülsüm gözlerinden sevdaları belli olan bu iki elmasa baktı. “Rabbim onları ayırma birbirinden,” diye dua etti. Ellerini bırakıp yüzlerini sevdi. “Hadi şimdi içeri gidelim,” kapıya bakıp “Ceylan sen de daha fazla kapı dinleme kızım,” diye seslendi. Ardından hemen bir gürültü koptu. Büyük ihtimalle kaçarken bir şeyleri kırmıştı. Herkes gülmeye başlayınca İmran, Mavi’ye “iyi miyiz?” dercesine baktı. Mavi kafasını sallayarak cevapladı.

Beyler yatsı namazını birlikte kıldıktan sonra dağılma vakti geldi. Önce ağabeyi ve Zeynep yengesi gitti. Şifa ise babasının kucağında her şeyden bihaber uyuyordu.

“evin her tarafını güzelce temizlettim,” dedi Gülsüm gelinine. Zeynep “bilmez miyim anne,” diye karşılık verdi.

“mutfakta sana yardımcı olacak iki hatun gelecek bizim evden merak etme hiç.”

“Allah razı olsun”

“eşyalarınızı da yerleştirdim.”

“anne ne zahmet ettin ki hallederdim ben,” dedi Zeynep, kayınvalidesinin elini tutup öptü. “ellerin dert görmesin.”

“yüreğin dert görmesin güzel kızım,” dedi Gülsüm gülümseyerek. “oğlumla torunlarımla şükür dolu bir hayat yaşayın. Rabbimden tek duam bu”

“hep birlikte inşallah,” dedi Zeynep. İshak annesinin elinden öperken “sen ne güzel bir insansın Gülsüm Özi” dedi. Gözlerine bakıp ekledi. “sen ne güzelsin.”

“evlatlarım güzel oğul”

İshak ayrılırken babasının elini de öptü ama bir şey demedi. Babası ardından uzunca baktı İshak’ın. Karısı ile göz göze geldiklerinde bakışlarını kaçırdı hemen.

Mavi, Kerim amcasının elinden öpüp “hayırlı geceler amcacığım,” dedi. Kerim amcası ona sarılıp “o güzel gözlerine hüzün yakışmıyor haberin olsun,” dedi.

Mavi kafasını sallayıp gülümsedi. Kerim amcası ona son kez bakıp diğer yeğenlerini öptü. İmran’la uzaktan vedalaştılar.

“Kerim sizin eve de yardımcı göndereceğim” dedi annesi. “her şeyi hallettim zaten merak etme.”

“Allah razı olsun yenge,” dedi Kerim minnetle. İmran da uzanıp elini öptü.

“hayırlı geceler yenge”

Asiye ve Ahmet amcası da onlarla birlikte gittiğinde ev boşaldı. Babası hemen odasına çekildi. Annesi mutfaktaydı. Arslan, Ceylan’la bir şeyler konuşuyordu. Yanlarına gidip sohbete katılası gelmediği için odasına çıktı. Başını açıp saçındaki tokayı çıkarttı. Perdeyi biraz aralayıp dışarı baktı. Uzaklaşıp giden İmran’ı izledi. İmran bir anda arkasını dönüp onun penceresine bakınca hemen perdeyi kapatıp çekildi.

Mavi sevdiğinin hediyesi olan mendili alıp kokladı. Göğsüne yatırıp kafasını yastığa yasladı. Kalbinde hala aynı korku vardı.

....

Özi Mülkü'nün sakladığı sırlar neler?

lütfen yıldızı parlatmayı unutmayın

 

Bölüm : 06.12.2024 13:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...