14. Bölüm

BÖLÜM 11 KISIM 1

RabiaSofi
rabiasofi

herkese iyi okumalar. yorumlarınızı ve yıldızlarınızı bekliyorum :)

 

BÖLÜM ON BİR

Boğaz

Havva böğrüne gelen yumruğun etkisiyle durakladı. Ellerini taş duvara koyup toplanmaya çalıştı. Etraftan yükselen çığlıklar alkışlar ve tezahüratlar artık bir uğultuya dönmüştü. Rakibi onu omuzlarından tutup geri çekti. Haykırarak yumruğunu havaya kaldırdığı anda, Havva sırıtıp ellerini kaldırdı.

“tamam tamam! Pes! Sen kazandın.”

Rakibi yere tükürüp yerinden çıkan dişini geri oturttu. Havva bir kez daha kendiyle gurur duydu. Ayı Maksim’in dişini yerinden oynatmak herkesin yapacağı bir iş değildi.

“beni yenebileceğini sanarak çok ileri gittin piç kız!” diye böğürdü Maksim. İki metrelik boyu ve kıllı vücuduyla kimsenin bulaşmak istemeyeceği bir tipti. Havva yüzünde patlayan piç kelimesinden sonra gözlerinin karardığı anı hatırlıyordu. Daha sonrasında adamın sırtına atlayıp hiç beklemediği bir anda boynunu kırıvermişti. Koskoca ayı Maksim yere yığılırken Boğaz’da çıt çıkmamıştı o an.

Havva yeni odasının penceresinden dışarı bakarken neden aklında bu anısının canlandığını bilmiyordu. Burada kalırken bir gün bir yıl gibi geçiyordu. Her saniye aynı evde kaldığı ölü ruhlu o çocuklardan kaçmaya çalışıyor ama her an onları köşe başında gizlice izlerken ve dinlerken buluyordu kendini.

Gecenin sessizliğinde içtiği sigaradan son bir nefes alıp, sigarayı kül tablasında söndürdü. İçinde tuttuğu dumanı üfleyip pencereyi kapattı. Yatağına döndüğünde uyumak istemediğini fark etti. Burada kalmak beklediğinden daha sıkıntılı bir hale gelmişti. Evin içinde boğulacakmış gibi hissediyordu. Tek umudu ona işlerinin düşmesiydi. Böylece tekrardan sahaya geri dönebilirdi. Küçücük Boğaz’ın tüm girdi çıktılarını bilirdi. Tüm önemli noktalarından haberdardı. Sadece tek bir yere girememişti. Orası da Reşadiye noktasıydı.

Kısacası Havva’ya muhtaçlardı. Öte yandan binbaşı ağzından çıkan sözlere sadık kalan bir adamdı. Havva bir hafta sonunda buradan gittiği zaman gerçekten onu bir daha çağırmazlarsa ne yapardı. Boğaz’ın Salahdar kısmına giremezse ne kaybederdi? Havva o an cevabın ne olduğunu bilmiyordu. Yakın zamanda öğrenecekti lakin…

Bu düşünceleri kafasından atmak için bahçeye çıkıp bir sigara daha yakmaya karar verdi. Burada kimse onun sigara ya da içki içişine sesini çıkarmıyordu ama bazılarının kınayan bakışlarını görüyordu.

Bahçeye çıktığında hiç beklemediği bir manzara ile karşılaştı. Minik Havva gecenin karanlığında ve buz gibi bu havada kuru toprağın üzerine sırt üstü yatmış ağlıyordu.

Ellerini göğsünün altında birleştirmişti. Her hareketi gibi ağlaması da naifti. Sessizce, çığlık atmadan, gözyaşları birbirine karışmadan ağlıyordu. Saçları toprağın üzerine yayılmış üzerinde ki pembe pijaması biraz bol gelmişti.

“hey sen!” diye seslendi Havva. Minik ona baktı. Gözyaşlarını silip ellerini yine göğsünün altında birleştirdi. “üşüteceksin,” Havva bunu der demez pişman oldu. Üşütüp üşütmemesi ya da ağlaması umurunda olmamalıydı.

“bir şey olmaz abla,” dedi minik Havva. Sesi çatlaktı. Her zamankinden daha farklıydı bu gece. Yeterince yaşlı değilmiş gibi ruhu, omuzlarına bir bin yıl daha çökmüş gibiydi.

Havva yanına gelip onun gibi yattı. Şimdi ikisi de yıldızlara bakıyordu. Havva elindeki sigara ile kibriti gösterdi. Minik Havva fark etmez dercesine omuz silkince sigarayı yaktı. Çaktırmadan çocuğu izliyordu. Gözlerinden akan yaşlar daha da sessizleşmişti. Ama Havva onları görebiliyordu.

“ne oldu?” diye sordu sonunda dayanamayıp.

“aşk nedir bilir misin abla?”

Beklenmedik bu soru karşısında kaşlarını çattı Havva. Hiç düşünmemişti ki bunu. İnanmazdı aşka. Daha doğrusu güzel ve saf olduğu söylenilen hiçbir şeye inanmazdı. Aşk da bunlardan biriydi. Uydurmaydı. Ona göre insanlar bencil olurdu. Dünya bencil çıkarlar üzerine kuruluydu. Kitleler bencildi. Bireyler bencildi. Duygular da bencildi.

Havva cevap vermeyince minik Havva tebessüm edip devam etti. “babam aşkı ikiye ayırırdı. Biri beşerin birbirine duyduğu aşk, ötekisi ise Allah’a duyulan aşk”

“tasavvuf,” dedi Havva bozuk bir telaffuzla. Bazı Salahdar kelimelerine dili dönmezdi.

“sana Zümrüttepe ’de Eve diyorlar değil mi?”

“evet”

“Yüce Allah, Âdem babamıza yoldaş olarak yaratmıştır Havva anamızı. Cennette ki ilk beşeri aşktır bu öyle değil mi? Bizim adımızda Havva annemizle aynı. Ama yabancılar değişik söylüyorlar işte. Neden acaba?”

“bilmem,” dedi Havva. “İnanmam ben böyle şeylere.”

“Allah’a inanmıyor musun?” diye sordu minik Havva ürkerek. Kahkahasını bastıramadı bu sefer. Kafasını sallayıp “inanmıyorum,” dedi.

“ama neden? İnsan aşkı yaratana inanmaz mı?”

“boş ver sen bunları. Niye ağlıyorsun onu anlat.”

Minik Havva ağlamasının sebebini bir anlığına unutup tekrardan hatırladığında o merak dolu bilgili gözlerine aynı hüzün çöküverdi yine.

“Murat Amca bana annemle babamın öldüklerini söyledi.” Sesinde ki teslimiyet ve acı Havva’nın boğazında bir şeyleri düğümledi yine. “beni ararken kaza yapmışlar. Ama ben inanıyorum Rabbim onlara benim iyi olduğumu söylemiştir. Kabirlerinde rahattırlar. Benim güvende olduğumu biliyorlardır.”

“niye ağlıyorsun o zaman?”

Minik Havva duraksadı. Yutkundu. Söylemek istediklerini nasıl söyleyeceğini bilmiyordu. Ağzını açtı kararsızlıkla “s-sadece onları bir daha göremeyeceğim için üzülüyorum. Çok özlemiştim onları. Annemin kokusunu çok özlemiştim abla.”

Havva kafasını salladı. Anlamamıştı aslında nasıl hissettiğini, çünkü annesini hiç bilmemiş bu yüzden de hiç kaybetmemişti. Kendini bildi bileli tekti. Sokaklardaydı. Mücadeledeydi.

“biz annemle Diyar’ı Şems’teki evimizin bahçesinden yıldızlara bakmayı çok severdik.” Elini kaldırıp parmağıyla bir yeri işaret etti. “şu üçlü yıldız takımını görüyor musun? Solunda parlak kırmızı bir yıldız var hani?”

Havva “görüyorum,” dedi usulca. “biz annemle sürekli onları seyrederiz. Seyrederdik” diye düzeltti sonra. “işte görünce şimdi kötü oldum.”

“dışarısı soğuk.” dedi Havva. Aniden kalkıp bağdaş kurdu. Elinde ki sigara izmaritini fırlatıp üzerine giydiği hırkanın şapkasını kafasına çekiverdi. “içeri giriyorum”

“tamam abla.”

Havva bir şey demeden kalkıp kaçarcasına gitti. Odasına çıktı. Ama fazla kalamadı. Bir şeyler uyumasına mani oluyordu. Uflayıp yataktan çıktı. Tekrar aşağıya inip baktığında Havva bıraktığı gibi duruyordu. Bu salak çocuk neden içeri girmemekte ısrar ediyordu. Üstelik üzerinde ki pijama çok inceydi. Kesinlikle hasta olacaktı. Üşüdüğü her halinden belliydi işte! Niye içeri girmiyordu? Salon kapısının önünde perdeler arasında gizlenip seyretmeye devam etti.

Biraz sonra Havva gözlerini açıp gökyüzüne bakmaya devam ederken gülümsedi. “biliyorum annem, babam,” dedi usulca. “Sabredeceğim merak etmeyin.”

Havva kızın kafayı yediğinden şüphelendi. Eh yaşadığı onca şeyden sonra bu gayet normal olurdu. Minik Havva ayağa kalktığında geri çekilip saklandı. Nihayet içeri girmeye karar vermişti.

Minik Havva merdivenlerin ilk basamağına adımını atmadan önce durup Havva’nın saklandığı yere baktı. Sonra bir şey demeden yukarı çıkıp odasına girdi.

Havva tuttuğu nefesini geri verip kafasına bir tane vurdu. El alemin çocuğu için neden bu kadar aksiyona girmişti ki sanki. Söylenerek odasına çıkarken esnemeye başlamıştı bile. Üzerine bir rahatlama çökmüştü. Yatağına yattığı an uyuyakaldı.

Bölüm : 20.12.2024 12:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...