

iyi okumalar :)
BÖLÜM ON SEKİZ
Fatma Vezir Kubbesi
Fatma Vezir’in kubbesinde çalışmaya başlayalı iki haftayı geçmişti. İlk gün babası onu bizzat kendi elleriyle kubbeye teslim etmiş. Fatma Vezir’e de eti senin kemiği senin demişti. Babasının bu sözü karşısında Fatma Vezir, Mavi’ye şöyle bir bakıp kafasını bir kez sallamış kubbeden bir Hatunu yanına çağırtıp Mavi’yi çalışacağı birimin katına göndermişti. Mavi çalışacağı yere geldiğinde dili tutulacak gibi olmuştu çünkü arşivlerdeydi. Emir Hazretleri’nin onu buraya bilerek aldırdığından adı gibi emindi. Daha ilk dakikada Fatma vezirin onun neden burada olduğuna dair bir fikri olduğunu anlamıştı. Nitekim Fatma Vezir bir haftayı geçkin bir süredir Mavi’nin yoluna hiç çıkmıyor ortalarda dolaşmasına sorular sormasına sesini çıkartmıyor adeta onu yok sayıyordu.
Mavi’nin neyin peşinde olduğu hakkında bir fikri olmadığını biliyordu ama Vezirlik için de burada olmadığından emin gibi gözüküyordu. Mavi’nin en kısa zamanda bu yanılgıyı düzeltmesi ve ciddi bir görev üstlenmesi gerekiyordu ama Fatma Hatun gibi birinin gözüne girmek kolay değildi.
Mavi kubbe altında duyduğu her şeyi not ediyor üst kademeli insanları inceleyip tahlil ediyor ve olağandışı bir şeyler arıyordu. Aynı vakitte Katrani’nin eserini harf harf okuyup bir ipucu arıyor ve bunu çaktırmadan yapmak için epey çaba sarf ediyordu. Arşivde iki Hatun ve oldukça yaşlı, ömrünü tarihe adamış bir hoca çalışıyordu. Kubbeye bağlı bir müze vardı. O müzede her hafta sergilenen eserler buradan seçilip özenle gönderiliyor ve geri alınıyordu. Bölüm kapsamlı çalışma alanına sahipti. Ama Mavi arşivlerde sıkışıp kalmıştı.
Evde ise durum daha fenaydı. Annesi ve Ceylan’la konuşmuyordu. Konuşursa da iki üç kelimelik cümleler kuruyor ve hemen kaçıyordu. Ağabeyi tarafından hiç ses çıkmıyordu. Zeynep Yengesi ile telefonda birkaç kez konuşabilmiş ancak sadece ağabeyinin iyi olduğunu öğrenebilmişti. Zeynep yengesi ona kızgın mıydı anlayamamıştı. İmran ise son günlerde oldukça yorgundu, çünkü acemi birliği denilen yeni grup eğitime alınmış İmran ise onların başında ki komutandı.
Babası düşünceliydi. Amcasından ses yoktu. O akşam yemeğinden beri sanki herkes susma yemini etmiş gibiydi. Mavi babasının yanındaydı ona destek olmaya çalışıyordu ama yeni işi buna olanak vermiyordu.
En beter kâbusu ise yakın zamanda Emir Hazretleri’nin ondan bir rapor isteyeceği gerçeğiydi. Ancak Mavi’nin elinde hiçbir şey yoktu. Bilmem kaç asırlık bir eserden günümüzü ilgilendiren bir belge nasıl bulunabilirdi ki! Üstelik bu belge yüzlercesi içinden bir tanesiydi! Emir Hazretleri böyle bir vazifeyi ona vererek belki de hata etmişti. Çünkü Mavi’nin kendine olan güveni gün geçtikçe azalıyor ve yerini korkuya bırakıyordu.
“çok düşüncelisin” diyen bir sesle irkilip kendine geldi. Dönüp baktığında Fatma Vezir’i kapının eşiğinde gördü. Üzerinde her zaman ki gibi koyu renkli bir elbise ve gri başlık vardı. Başlığının altından sarkıp sırtını ve göğsünü kapatan şalını iki omzuna tutturmuştu. Hemen ayağa kalkıp “dalmışım Fatma Vezir,” diye karşılık verdi. Kadın eşikte dudakları büzülü bir şekilde duruyordu. Sanki bir şey söylemek ister gibiydi ama tam olarak karar veremiyordu. Mavi “hayırdır inşallah?” diye sordu.
“geldiğin günden beri seni izliyorum,” diye itiraf etti Fatma Vezir. Mavi kafasını bir kere sallayıp “hakkınızdır,” dedi.
“Emir Hazretleri seni neden buraya yolladı bilmiyorum. Lakin her ne iş için yolladıysa onu yapmakta zorlandığını görüyorum”
Mavi bu kusursuz tespit karşısında tepkisiz kaldı. Fatma Vezir içeriye girip kapıyı kapattı. Karanlık okuma odasında bir tek Mavi’nin masasının ışığı yanıyordu. Fatma Vezir masanın üzerinde duran el yazması esere bakıp “Katrani” dedi.
Mavi yine sesini çıkarmadı. Sanki konuşursa yakalanacakmış gibi hissediyordu. Hele ki karşısında gözlerinden zeka fışkıran bir kadın dururken.
“bu eserin en önemli özelliğini bilir misin Mavi?” diye sordu Fatma Vezir.
Mavi kafasını hayır anlamında salladı. Fatma Vezir yarım bir gülüşle “Katrani’nin çok ince bir zekâsı vardı. Gizemleri çözmeyi seven bir adamdı. Eserine de bir sır sakladı. Hani şu çoğunun okuyup geçtiği şiiri var ya? İşte onun arasına. Her Beyitte bir ipucu“
“ilginç tabii.” dedi Mavi hayretler içerisinde. “Peki siz?” heyecanını bastırmaya çalışıp “siz sırrın ne olduğunu biliyor musunuz?”
Fatma Vezir, karşısında duran bu acemi kıza gölgeli bir bakış attı. Zeki bir kıza benziyordu ama yalnızdı. Siyasete atılmak için hevesliydi ama bunun ne kadar yıkıcı olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu.
“eğer gizemin ne olduğunu bilseydim,” dedi sesinde yumuşak bir tını vardı. “pek çok şey değişik olurdu.”
Mavi ikinci büyük şoku yaşarken Fatma Vezir sırtını dönüp okuma odasından çıktı. Mavi kendini toplayıp tekrardan eserin başına geçti ve ilk beyti okudu. Artık işinin bu şiirle olduğunu biliyordu. Bir taraftan da Emir Hazretleri ona bu konuda bir şey demediği için kızgındı.
Eski bir destan gibi koca dünya
Tarifsiz acısı dillerden cüda
Kafasını iki eliyle sıkıp her zaman güvendiği aklı onu yarı yolda bıraktığı için öfkeleniyordu. Madem bu beyitlerden bir sır çıkıyordu bu sır da cüda belgeleri ile ilgiliydi. Cüda belgeleri neredeydi? Belki de sır buydu. Öyle ya Cüda belgeleri tüm dünyaya yayılmıştı ama ilk kaynak burasıydı. Yani Salahdar ile ilgili belgenin yeri Beyitler arasında ki o sırda saklıydı. Derin bir nefese alıp ikinci beyti okudu
Yeni, parlak, beyaz, temiz sayfa
İmkânsız gibi akıldan cüda
Durdu. Aklına bir şey gelir gibi oldu ama odaklandığında zihninde bir boşluk vardı. Ya sabır çekip devam etti.
Bidayet bir hiçtir sonsuzda
Nihayet saklı bir cüda
Mavi gözlerini kısıp kaçırdığı şeyin ne olduğunu bulmaya çalıştı. Bir müverrih neyi bilirdi? Geçmişi bilirdi. Peki görevi neydi? Geçmişten gelenleri gelecek için toplayıp şimdinin gözünü açık tutmak. “Eski, yeni, başlangıç, bitiş” diye mırıldandı.
Kurtuluş tahta bir kapıda
Alıp gidecek, akıbet cüda
Sığar mı ömür sırlara
Sanırsın ölüm cüda
Dördüncü beyti bir daha okudu Mavi. “Kurtuluş tahta bir kapıda, alıp gidecek akıbet cüda”
Bu beyitte bir şey vardı. Mavi en sonunda gözünden kaçırdığı şeyi bulmanın heyecanıyla yerinden zıpladı. Salah- dar! Şehrin simgelerinden birisi de kale surlarının o meşhur çift kanatlı kapısıydı. “Düzelme yani kurtuluş kapısı!” Ama daha önemlisi ince bir ayrıntıydı. Mavi nerede okuduğunu bile hatırlamadığı o ayrıntıyı hatırladığı için şimdi kendisiyle gurur duyuyordu.
Bir aşk hikayesi miydi? Yoksa başka bir efsane mi? Hatırlayamadı ama bir yerde o kapının eski isimlerinden birinin de ayrılık kapısı olduğunu okuduğunu çok net hatırlıyordu. Demek ki Katrani bu beyitte açıkça Salahdar şehrini işaret ediyordu.
Peki kim neyi alıp Salahdar’dan gidecekti? Mavi kendi kendine cevapladı, “belgeyi alacak! Nereye götürecek onu?”
Hemen beşinci beyte baktı. “Sığar mı ömür sırlara, sanırsın ölüm cüda,” burada artık açık bir tehdit vardı. Döneminin vezirlerinden birinin hainlikle suçlanıp idam edildiğini ve adı geçen Vezir ile Katrani’nin arasının hiç iyi olmadığını biliyordu.
“belki de tehdit onadır.”
Merakı gittikçe artıyordu. İşin içinde gerçekten de bir gizem vardı. Dördüncü beyitten bir yer ismi çıkmıştı. Beşinci beyitte- emin olmamakla birlikte bir tehdit vardı.
Başa döndü. “Eski bir destan gibi koca dünya,” bunu okuduğunda kaşları çatıldı. Bu kadar bilgili biri bariz bir şekilde böylesine bir hata yapmazdı.
“destan zaten eski olur” diye mırıldandı. Niye bunu bir daha belirtme ihtiyacı duymuştu ki? Okumaya devam etti. “Tarifsiz acısı dillerden cüda”
Yani dünyanın acısı dillere dökülemeyecek kadar derin ve ıstıraplıydı öyle mi? Hayır, hayır burada başka bir şey vardı. Beyitlerde ki düzene baktı. Çaprazlama yapmış olabilirdi. Okuduğu zaman, eski cüda ve yeni cüda çıkıyordu. Bu mantıklıydı. Tarifsiz dünya ve imkansız sayfa.
“Tarifsiz dünya adres olsa” dedi. “İmkansız sayfa da cüda belgesi.” O zaman başka beyitlerde bir adres saklıydı. Mavi kafasına vurup “Salahdar” dedi. “belge tabii ki Salahdar’da”
Mavi üçüncü beyte dikkatini verdiğinde dikkatini çeken tek şey zaman kavramlarıydı. “başlangıç ve bitiş” gözlerini kapatıp ovuşturdu. Gözü saate takıldığında bir hayli geç olduğunu görünce yerinden fırlayıp “neden kimse bana haber vermedi!” diye söylendi. Anlaşılan Vezir Kerimesi gözden uzak durunca kimsenin aklına gelmiyordu. Aceleyle kabanını üzerine giyip çantasını aldı. El yazması eseri dikkatle muhafazasına koyup kaldırdı. Onu yerine kaldırdığına dair elektronik hafızaya kayıtlı numarayı okuttu ve arşivlerden çıktı.
Üst kata çıkarken merdivende duraklamasına sebep olacak bir tıkırtı duydu. Adımları yavaşladı ve geri dönüp loş koridora baktı. Bir şey göremeyince geri dönmeye karar verdi ama bir erkek fısıltısı duydu. Malzeme odasına girip kendini gizledi. Koridorda gittikçe yaklaşan fısıltılar net değildi.
“tamam dur sakin ol kontrol ediyorum,” dediğini duydu bir kadının. Kapılar açıldı. Işıklar söndürüldü. “Gitmiş işte. Sana söylüyorum bütün gün başını kitaplardan kaldırmıyor.”
Mavi hemen kendisinden bahsedildiğini anladı. Daha da fenası kadının kim olduğunu da anlamıştı. Birlikte çalıştığı hatunlardan biriydi. Adı neydi? Sevinç?
“emin misin?” diye sordu kısık bir ses. Bir erkeğe aitti.
“eminim” kadın cilveli bir tonla “ben sana ne zaman yalan söyledim?” deyince Mavi irkilip kapıya sinme ihtiyacı duydu. Bu kubbe altında neler oluyordu böyle.
“dikkatli ol. Yine de gözünü ayırma üzerinden.”
Sevinç Hatun kıkırdayıp “Vezir Kerimesi tam bir hayal kırıklığı çıktı. Şimdiden herkes onun ne kadar aptal biri olduğunu konuşup duruyor. Çok değil iki aya kalmaz Emir onu şutlar.” Kadının sesinde ki bariz kıskançlık olayı abarttığının kanıtıydı. Mavi herhangi bir varlık gösteremediğini biliyordu ama arkasından aptal olduğuna dair konuşulduğunu da düşünmüyordu. Ya da konuşuluyor muydu?
“kes sesini” diye terslendi adam. Sesi o kadar yabancıydı ki Mavi daha önce hiç duymadığına yemin edebilirdi. “sana kaç defa kubbe altında böyle şeyler konuşma dedim.”
“haklısın” dedi Sevinç Hatun. Azar yediği için memnun gözükmüyordu. “affet.”
“hadi gidelim. Aptalca bir imza işi bu kadar uzun sürmez şüphelenmesinler.”
“peki.”
Uzaklaşan ayak seslerini dinleyip gümbür gümbür atan kalbini dizginlemeye çalıştı. Bir iki dakika sonra kapıyı yavaşça açıp dışarı çıktı. Kubbeden çıkıp onu bekleyen arabaya bindi. Eve gidene kadar aklından o kadar çok düşünce geçti ki bayılacak gibi hissetti. Ancak araba durduğunda etrafına baktı. Eve gelmişlerdi. Kapıyı açıp dışarı çıktı. Kendini öyle yorgun hissediyordu ki neredeyse yarın kubbe yerine Emir Hazretleri’ne gidip bu işi yapamayacağını ve başka birini görevlendirmesi gerektiğini söylemeye karar verecekti.
buraya kadar geldiyseniz
minik yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.05k Okunma |
326 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |