
….“Annen” dedi fısıltıyla. “nasıl bir kadındı?”
İmran yüzünde buruk bir gülümseme ile durdu biraz. Düşünüyordu. Annesi vardı şimdi hatıralarında. Mavi dikkatle yüzünü inceliyordu. Saklamaya çalıştığı acısı gözlerine yansımıştı. Yine de yüzünde bir gülümseme vardı. İçi yanarak keşke sormasaydım diye düşündü.
“Anne” İmran fısıldamıştı ama sanki çığlıktı bu. “bana o kadar yabancı geliyor ki bu kelime. Anne! Söylemesi bile garip. Sanki doğduğum ilk andan itibaren annesizmişim gibi. Hayatımda yer kaplayan bir kadın vardı evet ama ona anne demek hiç hak etmediği o sıfatı ona yapıştırmak çok garip.”
“kaç yaşına kadar onunlaydın?” diye sorularına devam etti Mavi.
“on bir yaşımdaydım o-o kendisini astığı zaman” İmran’ın gözlerinin kızardığını gördü Mavi. Çocuk yaşta bu kadar çok acı yaşayıp nasıl bu kadar sağlam kalabildiğini hep merak etmişti. Ama şimdi o kadar da güçlü olmadığını görüyordu. İnsanoğlunun en büyük gücü unutmak değil hatırlamaktan vazgeçmekti.
“bir de kardeşin varmış galiba” dedi Mavi. İmran ona baktı. Gözlerinde ateşler vardı bu defa. “adı neydi?”
“Abigail!” İmran bu ismi öyle sevgiyle ve hasretle söylemişti ki Mavi kendisine tamamen yabancı bu ismi neredeyse kıskanacaktı. “benim Abby’im. Altın sarısı saçları vardı. Gözleri-“ İmran burada durup Mavi’nin gözlerine baktı “senin gözlerine benziyordu. Beni sana çeken ilk şey de bu olmuştu biliyor musun? Sana ters davranıyordum çünkü gözlerin bana Abby’mi hatırlatıyordu. Hatırlamak istemediğim şeyleri.”
“daha önce hiç söylememiştin” dedi Mavi şok içinde. Ama belli etmiyordu. O kadar yumuşak gidiyordu ki kendisi bile bu haline şaşırmıştı.
“söylemedim çünkü bilmeni istemedim. Çünkü eğer bilirsen beni sevmezsin sandım.” Mavi kafasını salladı sadece. İmran ise anlatmaya devam etti.
“Abby hastaydı. İyi bir bakıma ihtiyacı vardı ama bizim hiçbir zaman paramız olmamıştı. O kadın yani annem adı Lucy’di. Lucy çalışmazdı. Çalışmayı sevmezdi. O dramayı severdi. Depresyona girmeyi severdi. İçmeyi ve diğer başka şeyleri… Abby bir gün çok ateşlendi. Ne yapacağımı bilemiyordum. Bir arkadaşım, yok yok, sırdaşım vardı. Adı Eve’ydi. O bana yardım eder diye düşündüm. O çok akıllıydı. Ama ortadan kaybolmuştu. Onu bulamadım. Aradım ama bulamadım. Sonra Nate vardı. Lucy’nin akrabasıydı sanırım. Ben ona amca diyordum. Kendisine öyle dedirtiyordu. Onu aradım ama o da yoktu. Kimse yoktu. Abby ateşten kendinden geçmek üzereydi ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Çünkü batasıca Boğaz!” İmran burada durdu. Öfkesi yüzünden titriyordu. Mavi yutkunup gözlerini sildi. Küçücük bir çocuğun çaresizlikle sokaklarda koşturduğunu hayal etti. Yardım aradığını ama kimsenin yardım etmediğini canlandırdı kafasında. Abby’i düşündü. Görümcesiydi değil mi? Ateşler içinde yanan bir kız çocuğu vardı kafasının içinde. Belki de öleceğini biliyordu.
“Boğaz!” dedi nefretle İmran. “Orası bu dünyanın cehennemi olmalı.” Bunu söyledikten sonra kendi dilinde bir şeyler mırıldandı ama Mavi ne olduğunu anlamadı. İlk defa İmran’a değil de Thomas’a baktığını hissetti. Abby’nin ağabeyi, Lucy’nin oğluydu karşısında ki adam.
“devamını anlat” Mavi bunu söyledi sadece. Çünkü İmran’ın anlatması lazımdı. Anlatıp bu yükten kurtulmalıydı.
“Abby’i kurtaramadım. Kimse yardım etmediği için. Lucy gece eve geldiğinde son nefesini çoktan vermişti. Lucy çığlıklar atmaya başladı. Etrafı dağıtıyor, saçlarını yoluyor ve sinir krizleri geçiriyordu. Dediğim gibi tam bir drama kraliçesiydi. İki hafta sonra kendini astı. Bense hiçbir şey hissetmedim. Kalbim o anda taş kesmişti. Nate eve yerleşti. Gelip giden eksik olmuyordu artık. Nate ile geçen zamanlarımı anlatmayacağım. Sadece çok berbattı. Berbat!” dedi İmran. Artık kendi kendine konuşuyor gibiydi. “sonrasında babam geldi. Daha doğrusu ben onun varlığını fark ettim. Ne kadar zaman beni izledi. Yaşadığım rezilliğin ne kadarına şahit oldu bilmiyorum ama ona çok uzun bir süre direndim. O ise büyük bir sabırla bekledi. Sonunda onunla gitmeyi kabul ettim. Sonrasını biliyorsun, deden sayesinde İslam’ı seçtim. Tövbe ettim. Tüm günahlarımı geride bıraktım. Sonra seninle tanıştım. İlk başta çok tartıştık. Hatta birbirimizi çok kırdık biliyorum. Ama hepsi benim geçmişim yüzündendi.”
“bense senin kibirli biri olduğunu düşünmüştüm hep.”
“ben senin öyle düşünmeni istiyordum ama sonra sana karşı koyamadım.”
“bana karşı kibar davranmaya başlayınca ne kadar da şaşırmıştım.” Mavi uzanıp elini tuttu. “ama çok da sevinmiştim. Değiştiğin için. Çünkü kendini beğenmiş bencil herifin teki olduğunu düşündüğüm vakitlerde dahi çoktan gönlümü sana kaptırmıştım.”
İmran gülüp “biliyorum” dedi. “hep farkındaydım. Yaşadığın ikilemi görüyordum çünkü aynı ikilemi ben de yaşıyordum. Bir yandan sen o kadar temizdin ve ben o kadar kirli hissediyordum ki kendimi sana layık görmüyordum bir yandan da her geçen gün sana daha çok bağlanıyordum.”
“iyi ki bana bunları anlattın.” Mavi saate baktığında bir saatin dolmak üzere olduğunu gördü. “benim gitme vaktim geldi Yüzbaşı. Seni çok seviyorum. Her gün daha da çok seviyorum. Sakın bunu unutma tamam mı?”
İmran kafasını salladı. Mavi ayağa kalkıp paltosunu giydi. Çantasını alırken aklına arabasız olduğu geldi. İmran’a bakınca “ne oldu?” diye sordu İmran hemen.
“seninle geri döneriz diye şoförü bizim eve gönderdim.”
“anlaşıldı.” İmran telefonu eline alıp “İhsan odaya gel” diye emretti. Bir dakika dolmadan içeri erlerden biri geldi.
“emredin komutanım” dedi gencecik bir çocuktu.
“nişanlımı Özi Mülkü’ne bırak İhsan. Sana emanet. Benim gitmem gerek.”
“emredersiniz komutanım.”
İmran, Mavi ile göz göze geldi. Vedalaştılar ve İmran odadan çıktı.
“gidelim mi Yenge?” diye sordu İhsan. Sonra ne yaptığını fark edip “affedin Vezir Kerimesi” diye düzeltti. Mavi tebessüm edip “önemli değil” diye teselli etti çocuğu.
İhsan onu eve bıraktığında Mavi epeyce yorulmuştu. İmran’ın anlattıklarını düşünüp durmuştu yol boyunca. Duyduğu isimleri aklına kazımıştı. Kardeşi Abby, annesi Lucy, amcası Nate, sırdaşı Eve! Kimdi bu Eve? Eve, Havva demekti. Hıristiyanlar Eve derdi. Bu düşünceler içerisinde ilerledi. Tam kapıyı çalacaktı ki kapı aniden açılınca şaşırdı. Ama Şifa’yı Ceylan’ın kucağında görünce daha çok şaşırdı.
“erkencisin” dedi Ceylan neşeyle. Mavi içeri girer girmez Şifa’yı kucağına alıp kokusunu içine çekti. “bizi ziyarete gelmiş halası.”
“yengem?” diye sordu Mavi içeri bakıp; Şifa şalının ucuyla oynuyordu. Ceylan “salonda” dedi hemen. “sen niye erken geldin?” diye sordu tekrar.
“işim erken bitti.” diye cevapladı Mavi. Kucağında Şifa ile salona girdiğinde Yengesi ile göz göze geldi. “Hoş geldiniz yenge” dedi.
“hoş bulduk canım” diye karşılık verdi Zeynep Yengesi. Mavi yanına gidince ayağa kalktı. Sarıldılar. Mavi yengesini ablası gibi severdi. Nitekim bu sevgi karşılıklıydı ve yengesi ona aynı sıcaklıkta sarılmıştı.
“bugün kubbede ağabeyim ile karşılaştım” dedi hemen Mavi. O zamana kadar sessiz duran annesi lafa karıştı. “nasıldı?”
“kilo vermiş biraz.” diye geçiştirdi Mavi. “onun dışında iyiydi. Konuştuk.”
“ne dedi sana?” bunu soran Ceylan’dı.
“yanında başkaları vardı. Mecburen konuştu benimle.”
Zeynep “sana yaptıkları için sonradan çok pişman oldu” dedi ve ekledi “diğer herkes gibi. Bu arada geçende Fatma Vezir’in kubbesi altında çalışan bir arkadaşımla karşılaştık. Senden bahsettik. Senin çok çalışkan ve yetenekli biri olduğunu söyledi.”
Mavi bu övgü karşısında başını sallamakla yetindi. Zeynep yengesinin onun kubbede çalışmasıyla ilgili bir sıkıntısı yok gibi gözüküyordu. Minnetle elini tutup sıktı. O sırada Şifa kucağından atlayıp halıya indi. Çünkü oyuncakları halıdaydı.
“ağabeyim nasıl yenge?” diye sordu Ceylan. Anlaşılan daha yeni gelmişti. Zeynep yengesi buruk bir ifadeyle “iyi değil” diye cevapladı. “geceleri uyumuyor, yemek yemiyor. İçine düştüğü dipsiz bir kuyu sanki ihanete uğradığını düşünüyor hem annesi hem babası hem de amcası tarafından. Bir de gerçeği bunca zaman ondan sakladığın için sana ve Ahmet amcama da kızgın.”
“ben söyleyelim dedim ama Celal izin vermedi.” dedi annesi hemen. “bilmemesi daha iyiymiş. Keşke dinlemeseydim onu. Ne biliyim ben!”
“herkes doğru bildiğini yaptı işte” Zeynep yengesi halıda oynayan kızına baktı. Dünyadan bihaber kendi hayal baloncuğunda mutlu mutlu mırıldanıyordu Şifa. Mavi ona bakarken dinlendiğini hissetti.
“onları yüzleştirmemiz lazım” dedi birdenbire. “yoksa bir ömür boyu birbirlerinin suratına bir daha bakmazlar.”
“ama nasıl?” diye sordu Ceylan.
“olayın üzerinden neredeyse iki ay geçti. Ağabeyim de amcam da babam da iki aydır kendi kabuklarına çekildiler. İç hesaplaşmaları bitmiştir. Bizim tek yapmamız gereken onları bir araya getirmek. Söylenmemiş ne varsa söylesinler birbirlerine. Hesaplaşsınlar işte!”
“ne olacaksa olsun artık diyorsun yani” dedi yengesi. Mavi kafasını salladı. “haklısın” diye katıldı Ceylan ona. Ama annesi sessiz kalmıştı.
“ya daha kötü olursa” diye atıldı nitekim.
“bundan daha kötüsü mü olur?” diye tersledi Mavi onu. Annesine olan kırgınlığı bir türlü geçmediği için ona olan tavırlarında da bariz bir değişiklik söz konusuydu. Zeynep, görümcesinin gözlerinde ki öfkeyi görmüştü hemen.
“kızım-“
“anne Allah aşkına daha ne kadar ağabeyimi kırılmaz bir cam vazonun içinde saklamaya çalışacaksın? Görmüyor musun binbir parçaya bölündü zaten. Bırak da ona toplaması için yardım edelim.”
“tamam tamam” dedi annesi. Kızının ondan her geçen gün uzaklaşmasını izliyor ama elinden bir şey gelmiyordu. Ne yaparsa yapsın eskisi gibi olamıyordu Mavi. “nasıl biliyorsan öyle yap. Karışmayacağım.”
Mavi kalbinin bir köşesinde her an hazır bekleyen yeni öfkesini yatıştırıp yengesine döndü. “o vakit önümüzde ki Perşembe akşamı ağabeyimi bir bahane ile Ahmet amcamlara götür. İmran, Kerim amcamı getirir Ceylan ve ben de babamı. Sonrasını Allah bilir artık.”
Zeynep kafasını salladı. Karar verilmişti. Bundan sonrası Allah’ın takdiriydi. Mavi her şeyin yolunda gitmesi için dua etti. Zeynep yengesi biraz daha oturduktan sonra gitti.
“benim çalışmam gerek” dedi Ceylan. Mavi ona bakıp “hayırdır Öğretmen Hanım?” diye sordu. Ceylan göz kırpıp “imtihan kâğıtları” diye açıklama yaptı. Mavi kafasını sallayıp “kolay gelsin” dedi. Ceylan kalkmadan “seni bu saatte evde görmeyi özlemişim” demeyi ihmal etmedi. Ablası onunla eskiden olduğu gibi samimiydi. Binlerce kez rabbine şükretmişti ki ablası ona olan dargınlığını unutmuştu. Lakin annesine olan öfkesi hala geçmemişti. Ceylan bu durum için çok üzülüyordu.
“ah bacım bir de beni düşün” diye karşılık verdi Mavi. Ceylan salondan çıktığında annesi ile baş başa kaldığını fark eden Mavi hemen ayaklandı ama annesi kolundan tutup “otur da iki çift laf edelim kızım” deyip onu durdurdu.
“konuştuk ya anne” dedi Maviama yerine geri oturmuştu. Direk halıya bakıyordu.
“işler nasıl gidiyor. Hukuk biriminde pek başarılı olmuşsun.”
“nereden duydun?”
“duyarım ben” diye geçiştirdi annesi. Mavi kaşlarını kaldırıp kafasını salladı. Duruşunda alaycı bir tavır vardı. “madem hakkımda ki her şeyi biliyorsun o vakit benimle konuşmak istediğin mesele nedir?”
“herkesi affettin.” diye patladı annesi. “Ceylan’ı affettin. Ağabeyini hatta babanı da affettin. Peki neden bana karşı hala bu kadar öfke dolusun?”
Mavi bu sitem karşında derin bir iç çekip halıya bakmaya devam etti. Annesinin sesinde ki kırgınlık onu daha da öfkelendiriyordu. Nasıl olur da kırgın olan taraf o olabiliyordu? Mavi kendini tutabilmek için rabbine sığındı. Kalbini temiz tutmak istiyordu. Öfkesine yenilmemek. Karşısında ki kişi annesiydi. Ne yaparsa yapsın hakkını ödeyemeyeceği tek kişi. Bunu unutmamak için kendiyle savaşıyordu adeta.
“insan en çok sevdiğine kırılıyor galiba” dedi kısık bir sesle.
“sana olan sevgimden şüphe etme” annesi bunu yalvarır gibi söylemişti. Mavi daha fazla dayanamayıp ona baktı. Gözlerinde ki pişmanlık çok açıktı. “bana olan sevginden şüpheye düşmedim hiç. Sen hala sorunun ne olduğunu anlayamamışsın ki!”
“anlat o zaman.”
“anne sen o akşam ağabeyimi bana tercih ettin” dedi Mavi. Bunu sesi çatlamadan söyleyememişti. “Ceylan’ı neden affettim biliyor musun? Çünkü o bana söylediklerini sadece koruma içgüdüsüyle söyledi. Ağabeyini korumak istiyordu o kadar. Ağabeyimi bana tercih etmedi. Birimizi ötekimizden daha fazla sevdiği için söylemedi o lafları. Ama sen!” Konuşurken boğazında ki yumru canını yakıyordu. “sen ne yaptın anne?” diye sordu Mavi. Soru değildi aslında çığlıktı bu isyandı. “sen İshak’ın annesiydin de Aliye’nin nesiydin?”
Gülsüm Özi gözlerini kapatıp gelen kızının söylediklerini sindirmeye çalışıyordu. İçinde ki yangın kızı konuşmaya devam ettikçe daha da artıyordu. Yaptığı hatanın farkındaydı ve ne kadar düzeltmeye çalışsa da artık geri dönüşü yoktu.
“ne olur üstüme gelme artık. Bırak da sindireyim içimde ki acıyı. Korkma geçer. Korkma gitmem senden. Lakin beni bana bırak anne. Bırak da kendi başıma toplanayım. Çünkü sen beni o akşam bir başıma bıraktın. Sen bir öksüze annelik yaparak cennetlik oldun belki ama o akşam kendi evladını anasız bıraktın. O zaman bırak da kendi başıma toplayım her şeyi.”
Mavi çantasını alıp hızla odasına çıktı. Aylardır içinde tuttuğu şeyleri annesine söylemenin hafifliği çökmüştü üzerine. Yatağına çöküp ağlarken tüy gibi bir el omzuna değdi. Kafasını kaldırıp baktığında Ceylan’ın da onun gibi ağladığını görünce kollarını açıp sarıldı kardeşine. Birbirlerini teselli ettiler. Mavi Ceylan’ın dizine yattı bir süre sonra. Yorgundu çok yorgun. Kardeşinin parmakları saçlarında dolanırken huzurlu hissetmişti. Ona sığınıp gözlerini kapattı.
Buraya kadar geldiyseniz minik yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen
yeni bölümde görüşmek üzere, kendinize çok dikkat edin
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.05k Okunma |
326 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |