34. Bölüm

BÖLÜM 26 KISIM 1

RabiaSofi
rabiasofi

Hepinize iyi okumalar

lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın

BÖLÜM

Soğuk Toprak

Ve ölüm ansızın gelir. Yapamadıkların ve yaptıklarınla gidersin asıl yurduna… Mavi o geceyi hala çok net hatırlıyordu. Amcasının nasıl yere yığıldığını, iki abisinin kolları arasında nasıl can verdiğini. Asiye’nin hıçkırıklarını. Kendinden geçişini.

Sonrası hızlı olmuştu. Amcası o gece morgda beklemişti. Hemen sonra hızlıca cenaze işlemleri halledilmiş, ikindiye müteakip denilmiş, kötü haber tez duyulmuştu. İlk gelen Arslan olmuştu elbette.

Amcasını almaya giderken Asiye’nin yanından bir an olsun ayrılmamıştı. Cenazeye Emir Hazretleri dahil pek çok kişi katılmıştı. Cenaze oldukça kalabalıktı. Amcasının seveni çoktu.

Namaz kılındıktan sonra haklar helal edilmiş taziyeler kabul edilmişti. Üzerlerine ince ince yağmur yağarken amcasını gömmüşlerdi. Son toprağı üstüne attıklarında Asiye yere çökmüştü. Mavi ve Ceylan onu ayağa kaldırmıştı.

Evde okunan mevlide Hüma Sultan ve Safiye Sultan da iştirak etmişti.

Asiye ise zorlukla ayakta duruyordu. Eve geldikten sonra gözlerine çöken boşluk Mavi’yi korkutmaya başlamıştı.

Akşam olduğunda ev boşalmıştı. Sadece Özi ailesi kalmıştı. Mavi bütün gün kimin ona sarıldığını kimin baş sağlığı dilediğini hatırlamıyordu artık. Ayakları yere değmiyordu. Artık gözünden yaş gelmiyordu. Sanırım çok ağlayınca böyle oluyordu.

Koltukta oturan Asiye aniden ayağa kalkınca herkes ayaklandı. “biz babamı tek başına bıraktık” dedi. “Hava çok soğuk”

Mavi donakaldı. Herkes bir an donakaldı. İlk toparlanan yine babası oldu. “kızım” dedi usulca. “Çok yoruldun. Hadi Mavi seni yukarı çıkarsın, yat, dinlen.”

Asiye, amcasına baktı. “Amca! Anlamıyorsun babam tek başına kaldı diyorum.” Kapıya doğru yönelince İshak yetişip onu tuttu. “Güzelim sakin ol”

“bırak!” diye bağırdı Asiye. “yalnız kalamaz o” Asiye öyle bir konuşuyordu ki kaybının farkında değildi sanki. Dediklerine gerçekten inanıyordu.

“yapma ne olursun,” dedi Ceylan gözlerini silerken. Asiye ise İshak’ın ellerinden kurtulmaya çalışıyordu.

“babam bensiz yapamaz.” diye yalvarmaya başladı bu kez. Mavi, Kerim amcasının çaktırmadan burnunu çektiğini gördü. Babası da aynı şekilde perişan vaziyetteydi.

“Asiye!” dedi sertçe. Kendi sesini duyunca o da şaşırmıştı. Kuzeninin kollarından tutup sarstı. “Amcamın son sözlerini hatırlıyor musun?” diye sordu. Asiye dudaklarını kilitledi. Çenesi titriyordu. Onu tekrar sarsıp yüzüne bakmasını sağladı. “Söyle” diye emretti.

“bırak,” dedi Asiye yalvararak.

“ölüm haktır dedi,” Mavi tekrarladı, “ölüm haktır.”

“yalnız kalamaz o,” diye reddetti Asiye, “beni bekler.”

“yalnız değil ki,” bunu söyleyen İmran’dı. Mavi’nin yanına gelip elini Asiye’nin omzuna koydu. “Annenin yanında.”

“bırakın gideyim ne olur!”

Asiye direniyordu. Çünkü kabul ederse kocaman bir boşluğun içinde buluverecekti kendini. Anası yoktu. Babası yoktu. Kardeşi yoktu. Asiye Özi yapayalnızdı. Bu kabulleniş dizlerinin bağını çözdü. Yerde buluverdi kendini. Babasının sözleri çınladı kulağında. Ölüm haktır.”

“bana da gelsin o zaman.” dedi. “ölüm bana da gelsin.”

Mavi bu acı karşısında çaresiz bağrına bastı kuzenini. Bir süre sonra ağlamaktan bitkin düşen kuzenini İshak kucağına alıp odaya çıkarttı ve yatağa yatırdı. Onları takip eden Mavi, İshak odadan çıkarken Asiye’nin başını açtı. Üzerindeki hırkayı çıkarttı. Çoraplarını çıkarıp üzerine yorgan örttü. Derin bir uykuya dalmıştı şimdi. Yüzünde ki bütün izler silinip gitmişti. Mavi usulca yanağını okşayıp geri çekildi ve ışığı kapatıp odadan çıktı.

Salonda ise herkes sessizdi. Kimi yere bakıyordu. Kimi pencereden dışarıya, lakin hepsi dalıp gitmişti. Hepsinin üzerinde ölümün ağırlığı vardı. Bugün hepsi binlerce kez kendi zihninde kendi annesini, kendi babasını toprağa vermişti.

Kerim amcası, Celal Vezir’in yanındaydı. Zeynep yengesi, ağabeyinin koluna yaslanmış gözleri kapalıydı. Ceylan tekli koltuktaydı. Arslan ise dizinin dibindeki minderde bağdaş kurmuştu. Annesi pencereden dışarı dalıp gitmişti. Mavi, İmran’ın yanına gidip oturdu.

“uyudu mu?” diye sordu İmran. Mavi başını bir kez salladı. Konuşacak mecali yoktu. Biraz önce Asiye’nin dedikleri takılmıştı aklına şimdi. Gerçekten de bırakıp gelmişlerdi Ahmet Özi’yi. Çünkü ölüm bundan ibaretti. Ölenin kıyameti kopmuştur. Hadis çok açıktı. Mavi ölümü bir kez daha böylesine yakından tecrübe etmişti. Varılacak son menzili bir kez daha hatırlamıştı.

Ahmet amcası için hakiki hayat şimdi başlıyordu. Onlar ise daha yaşayacaklardı. Yüce Allah’ın onlara verdiği son nefesi tüketinceye kadar yaşayacaklar. İmtihanlarına devam edeceklerdi.

“babam bu gece burada kalacak galiba” dedi İmran biraz sonra. Mavi amcasına baktı. Ağabeyinin dizi dibinde oturuyordu. Mavi tebessüm etti. Ne gariptir ki ölümden sonra yaşam devam ediyordu işte.

“sen de kal,” dedi Mavi. Celal Paşa’nın hanesinde misafire verecek oda mı yoktu? İmran kafasını salladı. “Eve gitmem lazım sevdam. Yarın sabah erkenden Askeriye ’de olmalıyım.”

“buradan gidersin”

“üniformasız mı?”

Mavi aklına gelmeyen ayrıntıyı hatırlayınca hayal kırıklığı içinde gözlerini devirdi. Tam o anda deli gibi acıktığını fark etti. Bütün gün hiçbir şey yememişti. Ailesine baktı. Onlar da perişan gözüküyordu.

“bir yemek ye öyle git,” dedi bu kez. İmran karşı çıkmadı. Belli ki o da acıkmıştı. Mavi, Ceylan’a işaret etti. Ceylan ayağa kalkıp yanına geldi hemen.

“herkes perişan halde,” dedi Mavi. “Bir sofra hazırlayalım.”

Ceylan “iyi fikir” diye katıldı ablasına. Birlikte mutfağa geçtiler. Kübra teyze ve İsmail amca ayaktaydı bir tek.

“acıktınız mı kızlar?” diye sordu Kübra teyze hemen. Mavi “herkes için bir şeyler yapalım dedik,” diye açıkladı.

On beş dakika içinde yemekler ısıtıldı. Sofra kuruldu. Herkesi tek tek sofraya oturttular. Ceylan, amcasının koluna girerken İshak da babasını kaldırdı.

“iyi düşündünüz.” dedi annesi Mavi’ye. “bütün gün herkes hayalet gibi dolandı ortalıkta.”

Sofrada kimse konuşmadı. Usulca yemek yiyip normalleştiler. Hepsinin aklının bir köşesinde Ahmet Özi vardı. İlk anda ki şok ve acı bitmiş. Yerine sarhoş edici bir yorgunluk bırakmıştı.

Yemek bittiğinde herkes masada oturmaya devam etti. Bir ara Kübra teyze gelip annesinin kulağına bir şeyler fısıldadı ve gitti.

“herkesin odası hazır” dedi annesi sonra. “İshak oğlum size eski odanı hazırlattım. Kerim size de soldaki odayı.”

“ben gideceğim yenge,” dedi İmran hemen.

“e kalsaydın oğlum.”

“yarın sabah askeriye’ ye gitmem lazım yenge. Üniformam evde,” diye açıkladı İmran. Haliyle annesi ısrar edemedi.

“nefes almaya devam ediyoruz değil mi?” dedi İshak. İmran ona bakıp başını salladı. “vaktimiz gelene kadar öyle ağabey.” diye onayladı. Ölüm tüm kırgınlıkları tüm kavgaları unutturmuş herkesi birbirine kenetlemişti. Mavi, annesine küs kaldığı onca vakte şimdi öyle pişman olmuştu ki tövbe üstüne tövbe etmişti kaç kez.

“ben gideyim artık” dedi İmran ayağa kalkıp önce Celal Vezir’in sonra da babasının elini öptü.

“Allah’a emanet ol,” dedi Kerim amcası. “dikkatli ol.”

“siz de Allah’a emanet olun. Yarın görüşürüz inşallah.”

Mavi nişanlısını geçirmek için kalktı. Üstüne bir şal örttü. Dışarı ayazdı. İkisi dış kapının önüne çıktığında İmran ellerini Mavi’nin kollarına sürtüp “üşüme geç içeri hemen” dedi. Mavi kafasını sallayıp “ yarın kaçta gelirsin?” diye sordu.

“erken gelmeye çalışırım sevdam.”

Mavi kaç zamandır doya doya bakamadığı bir çift göze bakıp “seni çok seviyorum,” dedi fısıltıyla. Kimse yoktu ama yine de utanmıştı. İmran nişanlısının alnından öptü. Mavi gözlerini kapatıp bir an bile olsa dinlendi.

“ben de seni çok seviyorum Aliye’m”

“dikkatli ol tamam mı?”

“tamam.”

“sabah kahvaltı yapmadan çıkma.”

“yaparım.”

“sıkı giyin hasta olursun.”

“tamam.” İmran tebessüm edip parmaklarıyla yüzünü sevdi. Mavi nişanlısının avucuna yanağını yaslayıp “gitme,” dedi kendini tutamayıp. İmran usulca elini çekti.

“bir kere daha gitme dersen gidemeyeceğim zaten.”

Mavi gülüp kafasını salladı. “demem merak etme. Ben seni üzecek bir şey yapmam. Hadi bakalım Yüzbaşı. Evine git. İyice dinlen, uykunu al ve yarın sabah görevinin başında ol.”

“emredersiniz komutanım,” dedi İmran dalga geçerek. Ama konuşmaları fısıltıdan öteye geçmiyordu. Yine de Mavi biraz daha oyalanırsa ayıp olacağının farkındaydı.

“Allah’a emanet ol İmran.”

“sen de sevdam.” dedi İmran. “bir şey olursa hemen beni ara.”

Mavi kafasını sallayıp kapıyı açtı ve içeri girdi. Son kez el sallayıp kapıyı örttü. Üstündeki şalı çıkarıp astı. Salona geri döndüğünde sofra toplanmıştı. Zeynep yengesi ortalıkta yoktu. Büyük ihtimalle Şifa’ya bakmaya gitmişti. Annesi de mutfakta olmalıydı.

O da Arslan’ın yanına gidip oturdu. Yorgundu. Biraz sonra Ceylan gelip oturdu ve koluna girip başını omzuna yasladı. Mavi kardeşinin elinden sımsıkı tutup varlığına şükretti içinden. Böyle zamanlarda insan bencilleşiyor kendi sahip olduklarının kıymetini daha iyi anlıyordu.

İshak ağabeyi babasının yanındaydı. Kerim amcası elindeki bastonuna ellerini dayamış alnını yaslayıp gözlerini kapatmıştı.

“Amca” dedi Ceylan. “odana çık istersen.”

Amcası başını kaldırıp yeğenine baktı. Üçünü yan yana görünce tebessüm etti. Ağabeyine bakıp “şu Ahmet’in yaptığını gördün mü?” diye sordu. “Sırayı bozdu.”

Celal Paşa homurdanmakla gülmek arasında bir sesle “hep bir aceleciydi zaten,” deyiverdi. “Hatırlıyor musun, küçükken rahmetli anamın yaptığı tatlılardan biraz daha fazla yiyebilmek için herkesten önce bitirir tabağını koşa koşa gider ikincisini alırdı.”

“bir de önden yürüme âdeti vardı. Küçücük boyuyla ikimizi geçmek için nasıl çabalardı.”

Celal Vezir bir kahkaha patlattı. “anamdan az sopa yemediydi bu huyundan dolayı.” İkisi de eskilerde kaybolup gitmişlerdi. Herkes yüzünde buruk bir tebessümle onları dinliyordu.

“bir keresinde tutturmuştu seninle mektebe geleceğim ben de Vezir olacağım diye.” Kerim amcası burnunu çekip kafasını salladı. “sonra senden umudu kesince bana takmıştı. Ağabey kurbanın olayım beni de götür asker okuluna deyip deyip ağlamıştı.”

Mavi artık tutamadığı gözyaşlarını eliyle silerken bir taraftan da gülüyordu.

“Rahmetli babam sonunda alıp karşısına konuşmuştu. Oğlum sen de vakti gelince gideceksin mektebe demişti de Ahmet, babama kızmıştı. Anam beni neden bu ikisinden önce doğurmadı diye veryansın etmişti.”

Kerim amcası durup “hey gidi Ahmet’im” dedi uzaklara bakıp “erken gittin be!”

“Rabbim merhametiyle muamele etsin.” Celal Paşa çatlayan sesini düzeltmek için boğazını temizledi. Yanında duran oğlunun yüzünü okşayıp “ölüm hak,” diye hatırlattı kendine. İshak ağabeyi dolan gözlerini saklamak için kafasını eğdi.

Ölüm öyle bir şeydi ki ilk anda acısını tam hissedemiyordun. Ne zaman ki kaybettiğini özlüyordun. Yüzünü göresin sesini duyasın geliyordu işte o zaman anlıyordun gittiğini.

Mavi gecenin ortasında kalbinde bir eksiklikle bundan sonraki hayatlarının aynı olmayacağını bilerek ayağa kalktı ve “hadi bakalım Özi evlatları,” dedi gözlerini silip “herkes odasına çekilsin. İyice dinlensin. Yukarıda amcamın bize emaneti var. Onun bizden çok size ihtiyacı var.”

Celal Vezir “haklısın kızım” dedi. Kendini toplayıp ayaklandı. Kerim amcası da bastonuna dayanıp ayağa kalktı. Celal Vezir kardeşinin koluna girip yürümesine yardım etti. Birlikte merdivenlerden çıkarken “hepinize hayırlı geceler” diye seslendiler.

“size de” dediler arkalarından. Salonda şimdi dört kardeş baş başa kalmışlardı. Mavi tekli koltuklardan birine geçip başını arkaya yasladı. Vücudunun her bir zerresi sızlıyordu.

“ben de yatıyorum” dedi Arslan. İshak ona bakıp “dur ben de geliyorum” diye ayaklandı. Arslan’ı kolunun altına aldı. Birlikte giderken “haydi Allah’a emanet bacılar” dediler. Mavi ve Ceylan başlarını salladılar.

Biraz sonra annesi geldi. “siz daha yatmadınız mı?” diye sordu. Ceylan omuz silkip “ne bileyim ben” dedi. “Çöktüm kaldım.”

“ben de” diye katıldı Mavi ona. Bütün gün geleni gideni ağırlayıp etrafta koşturmuşlardı. İnsanın yakını ölüyordu, yorulan yine o yakınlar oluyordu.

“hadi kalkın uyuyun biraz. Yarın Asiye’nin yanında siz duracaksınız.” Mavi yukarıda uyuyan çocuğu düşündü. Kalbi tekledi yine.

“Asiye çok kötü” dedi elinde olmadan. “Gözlerinin içine bir ifadesizlik çöktü sanki.”

“şokta bence. Yarın uyandığında sakinleşmiş olacaktır,” dedi Ceylan bir umut. Mavi kardeşine bakıp “inşallah dediğin gibi olur bacım” diye ekledi.

“yarın ola hayrola” dedi anneleri. “hadi yatın artık. İkiniz de helak oldunuz bugün.”

İki bacı kalkıp merdivenlere gittiler. Sendeleye sendeleye yukarı çıkıp odalarına girdiler ve kapıyı kapattılar.

Aşağıdaysa boş kalan salonda tek başına oturan Gülsüm Özi vardı. Etrafı toparlamak bahanesiyle dolandı biraz daha. Sonra pencereden dışarısını seyretti. Yıllar önce de Ahmet’in karısı rahmetli Sedef için koşturmuştu böyle. O zamanlar tüm çocukları küçüktü. İshak ise tam delikanlıydı.

İçi yanarak eskilere gitti. Gözlerini silip “Rabbim mekanlarını cennet eylesin,” dedi usulca. “Kızınız önce Allah’a sonra da bana emanettir artık.”

Gülsüm Hatun kendini toparlayıp ışıkları söndürdü ve odasına çekildi. Ev kocaman bir sessizliğe bürünmüştü şimdi.

.

.

.

Bölüm : 09.04.2025 16:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...