35. Bölüm

BÖLÜM 26 KISIM 2

RabiaSofi
rabiasofi

hepinize iyi okumalar dilerim

…..

Cenazenin üstünden bir hafta geçmişti. Asiye artık Celal Özi’nin hanesinde kalıyordu. Bir haftadır ağzından çıkan kelimeler bir elin parmaklarının sayısını geçmemişti. Çok büyük bir keder içinde boğuldukça boğuluyordu ve kimsenin onu oradan çıkartacak gücü yoktu.

Bir haftanın sonunda Özi Ailesi için hayat biraz daha normale dönmüştü. Yani devam ediyorlardı. İshak Özi Salahdar Valisi olarak görevinin başındaydı.

Celal Özi cenaze yüzünden ertelenen Şura’yı tertip etmiş Baş Vezirlik makamında devam ediyordu. İmran Özi askeriye de devlet için mücadele eden yiğitleri eğitmeye devam ediyordu.

Zeynep Özi hanesinde kızını büyütürken bir yandan da ilmi çalışmalarına devam ediyordu. Ceylan Özi mektepteydi. Arslan Özi ise dedesinin eşiğine geri dönmek için gün sayıyor, Salahdar’da ise kendi hocasının eşiğinden ayrılmıyordu.

Kerim Özi ise sızlayan bacağı için yeniden bir tabibe gözükmeye karar vermişti. Kısacası herkes hayatına bir şekilde devam ediyordu.

Mavi ise Fatma Vezir’in kubbesinde çalışmaya devam ediyordu. Asıl görevi bittiğinden beri dikkatini işine daha çok vermişti.

Cüda belgelerinin bulunmasından sonra aslında çok şey değişmişti. Pek çok kurumda pek çok kişinin makamına başkaları getirilirken dış ilişkiler ile ilgilenen Hariciye Kubbesi’nin başında yeni bir vezir atanmıştı.

Fatma Vezir Şura’dan sonra baş yaveri Cüneyt ve diğer çekirdek kadrosuyla bir istişare yapmıştı. Emir Hazretleri’nden gelen buyruk doğrultusunda Salahdar mekteplerinde ki bazı öğretmenler Tarım Bölgesi’ne atanacaktı.

Sadece Fatma Vezirin kubbesi değil bütün kubbeler şaşırtıcı atamalar ve işten çıkarmalarla sarsılıyordu. Kubbelere bağlı kurumlarda yapılan bu değişiklikler şaşırtıcıydı ama Emir Hazretleri kimsenin ağzını açmasına fırsat vermeden ülke çapında büyük bir temizliğe girişmişti. Bunu da gerekçe göstermeden yapmıyordu elbet.

Mavi kubbede her geçen gün biraz daha saygınlık kazanırken Fatma Vezir de ona daha ciddi görevler vermeye başlamıştı. Mavi hukuk birimindeydi lakin Fatma Vezir’in hukuk birimi sadece içtimai- beşer düzen kapsamındaydı. Ötesi elbette Adalet Kubbesi’nin işiydi. Bu yüzden Mavi araştırmasını bu kubbeden daha kolay yapmıştı çünkü dikkate alınmayan ayrıntılar bu kubbenin altında ki dosyalarda kayıtlıydı.

Mavi masasında bir dosyaya gömülmüş çalışırken yanına Lale Hatun geldi. “Vezir Kerimesi” dedi. Mavi ona bakınca “Fatma Vezir seni odasına çağırıyor.”

Mavi kafasını sallayıp ayağa kalktı. Fatma Vezirin odasına gidip kapıyı çaldı. İçeri girdiğinde Fatma Vezir elinde ki kitaptan bir şeyler okuyordu. Mavi’yi görünce kitabını kapatıp masaya koydu.

“gel Aliye Hatun,” dedi. Mavi masanın karşısına geçip “beni çağırmışsınız Fatma Hatun.” dedi saygılı bir ses tonuyla. Fatma Vezir otur işareti yapınca geçip sandalyeye oturdu.

“yarın sarayda Hüma Sultan’ın tertip edeceği toplantıyı biliyorsun değil mi?”

“elbette.”

“benim adıma senin katılmanı istiyorum.”

Mavi şöyle bir baktı. Aslında toplantı vezir hatunları ve kerimeleri ile olacaktı ama hali hazırda Fatma Vezir hiç evlenmemişti. Bu tarz toplantılara da ya kendi katılır ya da işi olursa gelemeyeceğini bildirirdi. Lakin asla kendi adına birini göndermezdi.

“ben mi?” diye sordu Mavi şaşkın bir halde. Bir yere kendi adına birini göndermek onu kendine vekil tayin etmekti. Fatma Vezir, Mavi’ye çok büyük bir sorumluluk veriyordu.

“şaşırmakta haklısın lakin bu kubbeye adım attığın andan itibaren az çok neyin peşinde olduğunu tahmin ettim. Başardığını görüyorum Mavi. Sen zeki bir hatunsun. Eğer devam edersen o Şura masasına Vali yerine sen oturursun.”

“Fatma Vezir-“ Mavi açıkçası hiç beklemediği bir durumla karşı karşıya gelmişti. Ne diyeceğini bilemeden kaldı.

“sana itimadım tam. Beni orada en güzel şekilde temsil et. Bu işe ilk başladığım vakit kimse beni desteklememişti. Hep tek başıma mücadele ettim. İstiyorum ki Vezirlik yarışında sen de benim gibi tek kalma. Hatunların zekâsının beylerden aşağı kalır yanı yoktur. Emir Hazretleri sağ olsun hep hak edene, hak ettiğini vermeye çalışır. Sen de sıkı çalış ve o makamı hak et.”

Mavi kafasını salladı. Akıbetinin ne olacağı belli değilken Fatma Vezir’den aldığı bu destek göğsünü kabartmıştı.

“eyvallah Vezir Efendi.” dedi. Ayağa kalkıp “sizin güveninize layık olmaya çalışacağım,” diye ekledi ve dışarı çıktı.

Masasına giderken dalgındı. Bu yüzden aniden karşısına çıkan Cüneyt Yaver ile çarpıştı. Mavi arkaya doğru sendelerken Yaver düşmemesi için kollarından tutup çekti. Mavi hemen toparlanıp bir adım gerilerken Yaver Cüneyt “benim hatam” dedi. “acelem vardı seni görmedim Vezir Kerimesi. Kusuruma bakma.”

“Mühim değil” dedi Mavi. Bu adama karşı soğuk davranıyordu. Bu tutum elinde değildi. Yine de biraz daha ılımlı bir havada konuşmaya çabaladı. “Ben de dalgındım. İkimizin de kabahati yok.”

“bir yeriniz incinmedi değil mi?”

“iyiyim Cüneyt Yaver. Telaş etmeyesin.”

Mavi adamın yanından ayrılmaya yeltenmişti ki Yaver Cüneyt “Fatma Vezir yarın ki toplantıya sizi göndererek ağabeyinizle olan vezirlik makamı mücadelenizde açıkça sizi desteklediğini göstermiş olacak,” dedi son derece imalı bir sesle. Mavi durup adama döndü tekrar. İşte bundan bahsediyordu. Bu adamda bir şeyler vardı. Bir sinsilik vardı.

“Fatma Vezir çok lütufkar davrandılar.”

“Hatun dayanışması” diye alaylı bir şekilde imalarına devam etti. Mavi aynı şekilde ezici bir tebessümle karşılık verdi. “evet, bir dayanışma var Yaver Cüneyt. Lakin hatunlar arasında değil. Bilmem ki kimler arasında”

Bu laflar yaverin yüzünde ki ifadeyi dondurdu. Mavi adamın yüzündeki değişikliği dikkatle incelerken adam boğazını temizleyip “siz bilmezseniz ben nereden bileyim Vezir Kerimesi?” diye sordu.

“insan bilmediği şeyler hakkında çok konuşmamalı o vakit. Size hayırlı günler”

Mavi hışımla adamın yanından ayrılıp masasına geri döndü. Bu adamdan bela kokusu alıyordu. Sakinleşmeye çalışırken vakti giren namaz için birkaç hatunla birlikte kubbenin mescidinin yolunu tuttu. Namazdan sonra işine geri döndüğünde vakit öyle hızlı geçti ki kafasını kaldırdığında havanın kararmış olduğunu gördü. Gitme vakti çoktan geçmişti.

Çantasını toplayıp paltosunu üzerine giydi. Onu bekleyen şoför kapıyı onun için açmıştı. Tam arabaya binecekken telefonu çalınca durup çantasından telefonu çıkardı.

Arayan belli değildi. Kaşlarını çatarak cevapladı “evet.”

“sol çaprazında kalan siyah renkli büyük araba,” dedi ses. Mavi soluna döndü. Arabayı ilk bakışta gördü.

“evet” dedi yine.

“gelesin bacım konuşacaklarımız var.” Sesin İbrahim ağabeye ait olduğunu fark edince “tamam,” dedi sadece. Arabanın açık duran kapısını kapatıp “sen doğruca Özi mülküne git,” dedi şoföre. “Ben bir müddet daha kubbede kalacağım.”

“lakin Vezir Kerimesi babanız-“

“babama durumu ben izah ederim.”

“peki” dedi adam çaresiz. Arabaya atlayıp kubbeden çıkarken Mavi de onu bekleyen arabaya gidip sürgülü kapıyı açtı. İçeride Emir Hazretleri’ni görünce şaşırsa da hiç durmadan binip kapıyı ardından kapattı.

Şoför koltuğunda İbrahim ağabey oturuyordu. Göz göze geldiklerinde dikiz aynasından babacan bir tavırla göz kırpınca Mavi tebessüm etti. Emir Hazretleri ise karşı koltukta oturuyordu. Üzerinde sivil kıyafetler vardı. Bir pantolon bir kazak ve palto. Paltosunun düğmeleri açıktı. Gözünde her zaman ki gibi sürme yoktu. İlk defa bu kadar yakınındaydı ve her gördüğünde gençliğine şaşırıp kalıyordu. Onu en son amcasının cenazesinde uzaktan görmüştü.

“görüşmeyeli nasılsın Aliye Hatun?” diye sordu. Camdan dışarı bakıyor yoldan yüzüne vuran ışıklar bir yanıp bir sönüyordu.

“sağlığınıza duacıyım Bey’im,” dedi Mavi. Bu onu üçüncü görüşüydü. İlk ikisi kadar heyecanlanmamıştı nedense. Galiba artık alışıyordu.

“kubbede işler nasıl?”

“yoğun Bey’im,” diye cevapladı Mavi. Bir yandan da nereye gittiklerini merak ediyordu. Akşam, yemeği hep birlikte yiyeceklerdi. Lakin Mavi geç kalacaktı.

“dikkatini çeken bir şeyler var mı? Kulağına gelen fısıltılar?”

“herkes sizin ani atamalarınız ve işten çıkarmalarınız konusunda tedirgin elbet. Lakin gerekçe göstermeden hiç kimseyi makamından etmediğiniz için işini dürüstçe yapan herkesin gönlü rahat.”

“başka?”

Genç kız Emir Hazretleri’ne dikkatlice baktı. Kafasına takılan bir şey vardı. Önce bir devlet meselesi olduğunu düşündü ancak sonra bunun özel bir mesele olduğuna karar verdi. Mavi cevap vermeyince Emir ona dönüp baktı. Karşısında ki hatun ona zihninden geçenleri okuyormuşçasına bakıyordu. Mavi yakalandığını anlayınca başını eğip “başka bir mesele daha var Bey’im,” dedi.

“neymiş o?”

“siz bana gördüğün duyduğun her şeyi gelip bana anlatacaksın demiştiniz lakin ben-“

“anlatmadın,” dedi Emir Ali. Mavi kafasıyla onayladı. “Çünkü anlatmaya değer bir mesele olarak görmedim. Bağışlayın beni.”

“şimdi anlat bakalım.”

“Fatma Vezirin başyaveri Cüneyt,” dedi Mavi. “Arşivde Katrani’ nin eserini incelediğim vakitlerden birinde epeyce gecikmiştim. Ben fark etmedim tabi. Aceleyle arşivden çıkarken onun birini sorguya çektiğini duydum. Benim hakkımda malumat almaya çalışıyor sanırım neyin peşinde olduğumu öğrenmek istiyordu. O akşam ben onun sadece sesini duymuştum. Sonra onu Fatma Vezirin yanında görünce hemen tanıdım. Emir Hazretleri belki de ben abartıyorum lakin o adamda temiz olmayan bir şeyler var. Birine ya da birilerine hizmet ediyor olabilir.”

Mavi konuşmasını bitirince Emir başını yine cama çevirdi. Bir iki saniyelik bir sessizlikten sonra “İbrahim” dedi Ali Bey. “Sen bu adamı bilir misin?”

“bilirim Bey’im lakin pek haz etmem.”

Mavi İbrahim ağabeye minnetle baktı. Emir Hazretleri ise sakalını sıvazlayıp “gözlerin her daim açık olsun Mavi,” dedi.

“nasıl isterseniz.”

“yarın ki toplantı da Fatma Vezir yerine seni gönderecek”

“öyle uygun görmüşler”

“bu ne demek bilir misin?”

“bilirim Bey’im.”

Araba aniden durduğunda Mavi dışarı baktı ama bir şey göremedi. İbrahim ağabey kapıyı açınca Emir Hazretleri dışarı çıktı Mavi de onu takip etti. Soğuk rüzgar yüzüne çarpar çarpmaz dalgaların sesini de duydu. Sultan Tepesi’ne çıkmışlardı. Buraya en son Safiye Sultan’ı gezdirmek için gelmişti. Etrafına baktığında iki tane daha araba gördü. Kim bilir kaç tane koruma vardı. Denize doğru oturduklarında bir semaverde çay ikram edildi hemen. Vakit kış olduğu için her yer sessizdi. Tabi her zaman olanlar da gönderilmişti. İbrahim ağabey, Bey’inin etrafında dolanıyor gözleri bir şahin gibi etrafı gözlüyordu.

“bugün Celal Vezir ile bir görüşme yaptık.” dedi Emir Hazretleri. “Bana Baş Vezirlik makamından azlini istediğini söyledi.”

Mavi duydukları karşısında az daha elindeki bardağı yere düşürüyordu. Yine de sessiz kalmayı başardı. Babası ona böyle öğretmişti. Susmak, konuşmaktan evladır.

“bense onu bir müddet daha makamında kalmaya ikna ettim. Neden biliyor musun?”

“neden?”

“çünkü çok sıkıntılı bir dönemdeyiz Mavi.”

“sıkıntının kaynağı nedir Bey’im?”

“Boğaz”

“Boğaz’la ilgili olan mesele nedir Emir Hazretleri? Terör mü yoksa Zümrüttepe mi?”

“ikisi birbirinden ayrı değil Aliye.”

Mavi Emir’in dediklerini düşündü bir süre sonra yavaşça “o vakit Başkan Charles teröristlere destek mi veriyor?”

“başkan Charles bir piyon Mavi! Asıl düşman Buz Kesen ülkeleri.”

“niyetleri nedir?”

“İslam ülkelerine huzur vermemek, sürekli bir kargaşa ortamı oluşturup bizi birbirimizden uzak tutmak, gündemimizi terörle meşgul edip diğer önemli meseleleri bize unutturmak.”

“böylece dünyanın hâkimiyetini ele geçirecekler.”

“önlerinde ki en büyük iki engelden biri benim. Diğeri ise Aziz Enes”

“sözü geçen iki Müslüman lider.” dedi Mavi

“eğer başarılı olurlarsa iki asır içinde ne doğu kalacak ne de batı!”

Mavi yüreğine düşen korkuyu zapt edip “Cüda belgelerinden pek çok bilgi çıkmış anlaşılan” dedi. “Peki, sizin niyetiniz nedir?”

“Boğaz’ı temizlemeden hiçbir şey yapamam,” dedi Emir Hazretleri. “Bu yüzden Aziz Enes ile iş birliği yapmam gerekiyor.”

“benden istediğiniz nedir Bey’im?”

“baban vezirlik makamından ayrılacak Mavi. Şura masasında Özi soyadını taşımaya devam edecek kişi ise-” bu noktada Mavi farkında olmadan nefesini tutmuştu. “İshak olacak,” diye tamamladı cümlesini Ali Bey.

Mavi yutkunup kafasını salladı. Demek ki Ali Emir, İshak ağabeyini bu makama layık görmüştü.

“sen ise benim yaverlerimden biri olacaksın.”

Bunu duyunca şok içinde adama bakakaldı. Bu ne demekti? Bey’in yaveri olmak demek Bey’in sırdaşı olmak demekti. Kartal Birliği’ne mi katılacaktı yani!

“Emir Hazretleri” dedi Mavi “şeref verdiniz.”

“lakin henüz bu göreve hazır değilsin. Bu yüzden babanı makamında kalması için ikna ettim. Bu süreç içinde sen de yaver Cüneyt ile ilgileneceksin. Onun foyasını ortaya çıkarmak senin görevin. Kubbe de ona kim itibar ediyor kim köpekliğini yapıyor tek tek ifşa edeceksin.”

“emredersiniz.”

“Buz kesenlerin ülkeme sandığımdan daha fazla casus soktuklarını öğrendim. Bizden biri gibi olmayı öğrenen casuslardan bahsediyorum Mavi.”

“sizce yaver de bunlardan biri mi?”

“olabilir. Cüda belgeleri bana yepyeni kapılar açtı. İbrahim bana senin ne kadar özverili çalıştığını anlattı. Senin dikkatin olmasaydı o mektebe bakmak kimsenin aklına gelmezdi.”

Mavi bu iltifat karşısında mahcubiyetle yüzünü eğdi. Çayından içip heyecanını bastırmaya çalıştı. Artık mesele İslam’a hizmetti. Daha büyüktü. Daha kutluydu.

“yeni görevinin ne kadar tehlikeli olabileceğinin farkındasın değil mi?”

“evet Bey’im.”

“çok dikkatli davranacaksın. Ardında bir iz bırakmayacaksın. Eğer Cüneyt Yaver bir Buz Kesen casusu ise bana canlı lazım.”

“elbette. Peki ya Boğaz’daki Salahdar nüfusu? Oradaki birlik ve diğer çalışanlar? Onlar ne olacak?”

“bundan sonra Boğazdakilerin tek bir görevi olacak Mavi. O da Zümrüt Tepe’yi bölgede etkisiz hale getirmek. Onları sıkıştırıp nefes alamaz hale sokmak için var güçleriyle saldıracaklar. Kurdukları düzeni işlemez hale getirecekler. Besledikleri teröristleri başlarına bela edecekler. Boğaz’da ki dengeleri alt üst etmek için ellerinden geleni yapacaklar.”

“işleri çok zor olacak yani.” dedi Mavi. Orada ki Salahdar vatandaşları için dertlendi bir de. İçinden dua etti. Rabbim yar ve yardımcıları olsun.

“onların her biri Boğaz’a giderken canlarını burada bırakıp da gittiler.”

“her biri çok kıymetli Bey’im. Hiçbirini dualarımızdan eksik etmiyoruz.”

Emir Hazretleri kafasını salladı. Boğaz’da ki halkı için durmadan endişelenir dururdu. Bir eksiklerinin olmaması için çaba gösterir şehit düşen her bir Boğaz gönüllüsü için ciğeri yanardı.

“bizim çocuklar seni eve bıraksın,” dedi bir süre sonra. “Çok gecikme.”

“nasıl buyurursanız.”

Mavi ayağa kalktı. Başıyla selam verip bardağını yere bıraktı. Tam gidecekken durup geri döndü. Ali Bey ona baktığında “sapıtmışlardan başka kimse Allah’tan ümidini kesmez Bey’im. Siz bu devletin başısınız, umudusunuz.” dedi bir nefeste.

Emir Hazretleri tebessüm edip “eyvallah” diye karşılık verdi. “benim dayanağım ise sizlersiniz.”

“eyvallah” dedi Mavi aynı şekilde. Sonra deli cesaretiyle “Emir Hazretleri sizi bu kadar üzen şey her ne ise bilin ki ölüm bize bir sonraki nefesimiz kadar yakın. Haddimi aştıysam beni bağışlayın lakin olanda da olmayanda da her daim bir hayır vardır. Allah’a emanet olun.”

Mavi koşar adımlarla uzaklaşmaya yeltenirken Bey “Aliye Hatun!” diye seslendi ardından. Mavi mecbur durup geri döndü. Başı önünde azar yemeyi beklerken “senden iyi bir yaver olacak,” cümlesini duyunca şaşırdı.

“bundan gayrısı çetin vakitlere gebedir Hatun. Sen de en az o kadar çetin olasın ki yıkılmayasın. Zekisin Mavi bu açık. Ağzın laf yapmasını da biliyor. Bu çok önemli! İyi düşün, dikkatli hareket et. “

Mavi başını kaldırıp adama baktı. Ayağa kalktığında heybeti daha bir ortaya çıkıyordu. “dediklerinizi aklıma kazıdım Bey’im”

“haydi git. Sen de Allah’a emanet ol.”

Mavi başıyla selam verip onu bekleyen arabaya bindi. Camdan baktığında Emir Hazretleri’nin İbrahim ağabey ile bir şeyler konuştuğunu gördü. O an acaba kendine ayıracak vakti oluyor mu diye düşünmekten geri duramadı. Sonra yaklaşan çetin vakitleri düşündü. Demek ki küffar, İslam’a yeniden saldırmayı düşünüyordu. Mavi tarihi düşündü. Aslında olay hep bundan ibaretti. Hak olan ile batıl olanın mücadelesinden ibaretti şu dünya. Gelsin bakalım dedi içinden. Biz buradayız.

Yol boyu dışarıdan bakıp düşündü. Önünde bir görev daha vardı şimdi. Bundan sonraki hayatı böyle olacaktı. Biri bitecek öteki başlayacaktı. Omuzlarının üzerine öyle bir yük inmişti ki başlangıç için besmele çekti.

Özi mülkünün kapıları Mavi’nin yüzü görülmeden açılmadı. Araba hanesine giden yola girince Mavi toparlandı. Araba durunca kapıyı açıp dışarı çıktı. Araba uzaklaşırken Mavi koşar adımlarla kapıya gitti. Hayli gecikmişti. Hem haber de vermemişti. Kapıyı çalarken bir yandan da ne diyeceğini düşünüyordu.

Kübra Teyze onu içeri alırken hızlıca üstünü çıkarıp salona girdi. Yemek faslı çoktan bitmişti.

“Selamun aleyküm” dedi Mavi yutkunup. Çünkü herkeste bir gerginlik vardı. Asiye ortalıkta yoktu. İmran gözlerinden ateşler çıkarak bakıyordu. Annesinin ve babasının da aşağı kalır yanı yoktu. Arslan ve Ceylan ise oturdukları koltuğa sinmiş olacak olanı bekliyorlardı.

“neredesin sen?” diye sordu İshak ağabeyi. Yanında duran yengesi Şifa’yı kucağına yatırmış sallıyordu. “kaç defa aradık seni!”

Mavi telefonuna bakıp cevapsız aramaları görünce “bakamadım,” diye bir şeyler geveledi.

“kızım” dedi babası. Her an adı gibi celallenebilirmiş gibi duruyordu. “kubbeyi aradık. Çıkalı iki saat oldu dediler. Şoförü buraya göndermişsin. Seni buraya kim bıraktı? Neredeydin?”

Mavi fena battığını düşündü. Hiçbir şekilde toparlayamayacağı için doğruya en yakın şeyi söylemeye karar verdi. “Devlet işi baba”

Şimdi herkes bir tık durmuş Mavi’nin dediklerini sindiriyordu. Mavi İmran’a baktı. Ama İmran ona bakmayı reddediyordu.

“mühim midir?” diye sordu Celal Vezir.

“ailemi merakta koymamı gerektirecek kadar.” diye cevapladı Mavi. Annesi telaşlı gözlerle bakıyordu şimdi. Korktuğu buydu işte. Kızının siyasetin içinde kaybolup gitmesinden korkuyordu.

“ne ile ilgili?” bu soruyu soran kişi ağabeyiydi. Mavi ona baktı. Vezirlik onun olacaktı. Lakin o bunu henüz bilmiyordu. Yüzünde bir tebessüm “ülke ile ilgili” dedi. Ceylan ve Arslan bu cevap karşısında sırıtınca İshak “ne kadar açık bir cevap Vezir Kerimesi” diye iğneli konuştu.

“yarın ki toplantı,” dedi babası. “Duydum ki Fatma Vezir yerine seni tayin etmiş.”

“doğrudur,” diye onayladı Mavi. Ancak salonda ki herkes şaşırmıştı. En çok da annesi perişan gözüküyordu. Bu vezirlik için çok büyük bir destekti.

“hayırlısı olsun” dedi yengesi. Mavi başını salladı. “amin”

“bizimle birlikte gelirsin diye düşünmüştüm,” dedi annesi. Mavi “kubbeden doğru giderim,” diye açıklama yaptı. “Hem Fatma Vezir ile görüşmeden gitmek olmaz.”

Celal Vezir kızına baktı. Havasında değişik bir şeyler vardı. Hem bir rahatlık çökmüştü üstüne hem de sırları olduğu kesindi. Bu hal onu meraklandırdı. Vezirlik makamını bırakmakla hata edip etmediğini düşündü.

“elbette” dedi İshak ağabeyi. “sonuçta onu temsil edeceksin.”

Mavi bir karşılık vermek yerine başıyla onaylamayı tercih etti. İmran hala sessiz duruyordu. Herkes artık Mavi’nin de bu işin içinde olduğunu sindirmeye başlamış davranışlarını ona göre şekillendiriyordu. Ancak İmran’ın herkesten çok zorlanacağını fark etti o an.

“Asiye nasıl?” diye sordu Mavi konuyu kapatmak için.

“yukarıda” dedi Arslan. Yüzüne hüzün çökmüştü. “ilaç alıp uyudu.”

“yemek yedi mi?”

“zorla bir iki kaşık yedirebildim”

Mavi sıkıntıyla iç geçirdi. “bir tabibe danışmak lazım gelir artık.”

“tabibe gerek yok” diye karşı çıktı Arslan. “bu onu daha kötü hale sokar.”

“nasıl?”

“ona biraz zaman tanıyın” Arslan’ın Asiye için endişesini gören Mavi karşı çıkmadı. “hem Zeynep yengem her daim yanımızda”

“haklısın” Ceylan, yengesine baktı. “böyle bir tepki ne kadar doğal olabilir ki yenge?” diye sordu.

“Asiye’nin durumu için oldukça doğal” dedi Zeynep. “önce annesini sonra da babasını kaybetti. Üstüne gitmemek gerek. Bırakın yalnız olmadığını hala bir ailesi olduğunu kendi kendine fark etsin.”

“haklısınız” dedi Mavi.

“hayırlısı olsun”

“amin”

Mavi “ben çok açım.” diye konuyu değiştirdi yine. “ Mutfağa geçiyorum. Bir şey isteyen var mı?” konuşurken özellikle İmran’a bakıyordu. İmran ise put gibi hareketsizdi.

“İmran da bir şey yemedi.” dedi Kerim amcası. “senin için telaşlandı.”

“evet, ona da bir tabak koyuver.” dedi annesi.

“İmran?” diye sordu Mavi bir umut. Herkesin içinde ona ismiyle hitap etmeye hala alışamamıştı. Hele bir de ona sinirliyken kalbi bir kat daha hızlı çarpıyordu. İmran ise cevap vermeyip kafasını salladı. Mavi olumsuz cevabına “tamam ikimize de sofra hazırlıyorum,” diyerek reddetti. İmran’ın bir şey demesine fırsat vermeden içeri kaçıp ellerini yıkadı ve mutfağa indi.

Kübra teyze ikisine de sofra hazırlamıştı. Mavi onun yanaklarından sıkıp “bir tanesin sen” dedi. Kadın gülümseyip “hadi çağır komutanı” diye ekledi.

Mavi salona girmeyip farklı bir taktik uyguladı. “Sofra hazır!!!” diye bağırdı içeriye. Nasıl olsa amcasının ve annesinin baskısıyla gelecekti. Mutfak kalın bir duvarla iki ayrı kısma bölünmüştü. Bir kısımda kiler ve yuvarlak bir masa vardı. Diğerinde ise asıl mutfak. Aile yemekleri ise salonda ki masada yeniliyordu. Kübra teyze mutfağa geçerken Mavi de masanın başına geçip İmran’ı beklemeye başladı.

Bir müddet sonra İmran geldi. Mavi ona bakıp “hoş geldin” dedi gülerek. İmran bir şey demeden masaya geçip oturdu. Mavi de yanında ki sandalyeye geçti.

“başka bir şey ister misin?” diye sordu Mavi. İmran kafasını salladı. Önünde ki etli yemekten yerken Mavi de çorbasını yudumluyordu. Gerçekten acıkmıştı. Bir yandan da İmran’a kaçamak bakışlar atıp duruyor ama İmran ona karşılık vermiyordu.

Yemekleri bittikten sonra Mavi tabakta duran portakallardan birini alıp kabuğunu soymaya başladı. “ister misin?” diye sordu İmran’a.

“istemiyorum” dedi İmran. Mavi hele şükür konuştu diye geçirdi içinden. Yine de portakalı dilimlerine ayırıp yarısını nişanlısının önüne koydu. Ellerini peçeteye silip “özür dilerim” dedi sonunda. “biliyorum haber vermeliydim ama fırsatım olmadı. Olsa sizi- seni telaşa düşürmeyeceğimi biliyorsun.”

“biliyorum,” İmran akşamdan beri ilk defa Mavi’ye baktı. Mavi onun gözlerinde öfke yerine korku görünce şaşırdı. “aklımdan geçenlerden haberin yok.”

“yanılıyorsun.” diye araya girdi Mavi hemen. “ben her gün senin bir akşamda aklından geçen ihtimallerle yaşıyorum.”

İmran bu cümle karşısında uzanıp nişanlısının elini tuttu. Mavi “özür dilerim” dedi tekrardan. İmran’ın gece mavisi gözlerine bakıp tebessüm etti. Bu gözler kalbine kazınmıştı sanki. Kimse söküp atamazdı oradan.

“ben de özür dilerim”

“sen niye özür diliyorsun?”

“sana yaşattıklarım için.”

Mavi kafasını salladı. “dileme” dedi. “senin görevin kutlu bir görev, varsın ben ve benim gibiler her gün diken üstünde yaşasın. Devlet sağ olsun, ülke sağ olsun, insan sağ olsun.”

İmran tam o anda gururla baktı sevdasına. Ve tam o anda anladı. Artık bir gün şehadet ona da nasip olursa ardından dimdik duracağını. Yıkılmayacağını. Gönlü ferahladı.

“peki ya sen?” diye sordu İmran. Mavi ona anlamadım dercesine baktı. İmran hafif alaylı bir şekilde gülüp “hadi ama” dedi. “sadece bir kubbe altı çalışanı olarak fazlasıyla meşgulsün. Anlat bana neler oluyor?”

Mavi, İmran’ın keskin zekâsından kaçamayacağını biliyordu lakin ona ne kadarını anlatması gerektiğini kestiremiyordu. Gözlerini kaçırıp “canım işte-“ diye lafı geveledi ağzında. “sen bana yaptığın her işi anlatıyor musun Yüzbaşı?” dedi kaçmak için. Sanki söylerse Emir Hazretleri’nin güvenine ihanet edecekmiş gibi hissetti.

“Mavi” dedi İmran uyarır bir ses tonuyla.

“söyle sevdam”

“bak bak! Kaçmak için yapmadığın şey kalmadı.”

Mavi gülüp “ne alakası var?” diye sordu. Bir yandan da ufak ufak sandalyesini geri geri itmeye başlamıştı. İmran uzanıp sandalyeyi tutup ayaklarını aniden havaya kaldırınca Mavi hafif bir çığlık attı. “ay düşeceğim sandım.”

“kaçamazsın” dedi İmran tehlikeli bir ses tonuyla.

“senin beni kovalamaya gücün yetmez Yüzbaşı.” Mavi’nin meydan okuyan tavrı İmran’ın hoşuna gitmiş “öyle mi?” diye karşılık vermişti.

“unuttun mu?” dedi Mavi işaret parmağıyla önce İmran’ı gösterdi. “sen Yüzbaşı” sonra kendini işaret etti. “ben Binbaşıyım”

Aynı anda gülmeye başlayınca İmran sandalyeyi bıraktı. Mavi düşmemek için İmran’ın kollarından tuttu. Yüz yüze geldiklerinde “senin beni düşürmeye niyetin var,” dedi Mavi sonunda. Hala gülüyorlardı. “merak etme sevdam,” dedi İmran o yumuşacık ses tonuyla konuşmaya başlamıştı yine. “Düşsek de kalksak da birlikteyiz.”

Mavi utanıp yüzünü eğince İmran çenesinden tutup başını kaldırdı. Mavi konuşmayı unutmuştu yine. İmran da bir şey söylemiyor sadece yüzüne bakıyordu. Sanki dünyada daha güzel bir şey yokmuş gibi bakıyordu.

Tam o anda biri boğazını temizleyince ikisi de süratle geri çekilip ayağa fırladılar. Mavi’nin kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.

“istediğin bir şey mi vardı ağabey?” diye sordu Ceylan sesli bir şekilde. Mavi utançtan boğulacakmış gibi hissederken ikisi mutfağa girdiler.

“Kübra teyze nerede?” diye sordu İshak. “Annem ona bakıyordu.”

“ben çağırırım onu şimdi sen git içeri.” Ceylan’ın abisini salona geri gönderme girişimi İshak’ın mutfağın diğer kısmında yanan ışığı görüp “İmran!” diye seslenmesiyle son buldu. İmran ok gibi fırlayıp “evet ağabey” diye karşılık verdi.

“siz hala yemek mi yiyorsunuz?”

“meyve yiyoruz” dedi Mavi. Ağabeyi çoktan içeri dalmıştı. “sen de ister misin?”

“neden ayaktasınız?” diye sordu İshak. Arkasından bakan Ceylan’ın gözlerinde dehşet vardı.

Mavi yutkundu. Utancından yer yarılsa da yerin dibine girseydi. “yemek bitti çünkü.” dedi sesi kısık çıkmıştı.

“ben de içeri geçiyordum.” dedi İmran. Mavi onun rahatlığına bakıp hayret etti. “birlikte gidelim mi abi?”

“olur.” dedi İshak. Hala Mavi’ye şüphe içinde bakıyordu. İmran’la birlikte mutfaktan çıktıklarında Mavi kendini sandalyeye geri bıraktı. Ceylan ise kıkırdamasını bastırmaya çalışıyordu. Mavi ona ters ters bakınca “hiç öyle bakma!” dedi gülerek. “sizi ben kurtardım unutma.”

“sağ ol” Mavi’nin utancı arttıkça artıyordu. Ceylan’dan bile utanıyordu şimdi. Hepsi onun yüzündendi. Ne vardı yani evlenene kadar biraz daha mesafesini korusa. Hem yanı başlarında ki Kübra teyze bir anda nereye kaybolmuştu?

“aman tamam canım.” dedi Ceylan “az daha sabredin. Kavuşacaksınız.”

Mavi masanın üzerinde Ceylan’a fırlatacak bir şey aramaya başlayınca Ceylan koşar adımlarla kaçıp gitti. Tek başına kalan Mavi kendine gelince masayı toplayıp salona geri döndü. Vakit ilerlemişti.

Nitekim bir müddet sonra Kerim amcası ayaklanıp “biz artık gidelim” dedi. İmran da İshak ve Arslan’la muhabbetteydi. Babası ile göz göze gelince ayağa kalktı.

“kalsaydınız” dedi Celal Vezir. Elinde kalan tek kardeşine gözü gibi bakıyordu artık. Gülsüm Hatun “aceleniz ne canım?” diye itiraz edecek oldu.

“gidelim yenge” dedi Kerim amcası. “İmran yorgun. Dinlensin.”

Mavi bir an İmran’ın gitmemesini istedi. Bir an, bu bekleyişten o kadar bıktı ki kendine şaştı. İstedi ki İmran onun kocası olsun. Gün bitince elinden tutsun kendi hanelerine götürsün onu. Bu düşünceler içinde İmran’a dalıp gitmişti ki sevdası hemen fark etti. “ne oldu?” dercesine bakınca. Mavi sadece yorgun bir tebessüm gönderebildi o kadar. Omuzlarına binen yeni görevinin yükü yüzünden olacaktı ki kalan ne kadar ömrü varsa olabildiğincesini İmran’la ve ailesinin geri kalanıyla geçirmek istiyordu. Ceylan’ın evlendiğini görmek istiyordu. Ağabeyinin Şura masasına geçtiğini görmek annesiyle babasını el ele birlikte bırakmak istiyordu. Asiye’yi Arslan’a emanet etmek istiyordu.

Şifa’nın bir kardeşi daha olmalıydı mesela. Bir sürü kuzeni olmalı hepsine ablalık etmeliydi.

Kısacası Mavi ilerlemek istiyordu. Ömür o kadar kısaydı ki bu bekleyişten sıkılmıştı. Kendi hanesini kurmak istiyordu artık.

Kerim amcası, ağabeyinin elini öpüp “hayırlı akşamlar” dedi. İmran da kayınbabasının elini öptü. “Allah’a emanet”

“siz de” dedi Celal Vezir. Damadının omzunu sıkıp yüzünü sevdi. İmran memnun bir gülümsemeyle salondan çıkarken Mavide peşinden gitti. Paltosunu alıp giymesi için tuttu. İmran, Mavi’nin gözlerine düşen ani hüznün sebebini merak ediyor ama soramıyordu. Paltosunu giyip “iyi misin?” diyebildi sadece. Mavi başını salladı. “iyiyim Yüzbaşı. Merak etme. Güzelce dinlen. Allah’a emanet ol.”

“sen de” dedi İmran. O sırada Kerim amcası da gelmişti. Mavi onun da paltosunu giydirip elini öptü. Arkalarında ağabeyi ve yengesi vardı.

“siz de mi gidiyorsunuz?” diye sordu Mavi. Kucağında Şifa’yı tutan Ceylan “herkesin acelesi var anlaşılan” dedi.

“Allah’a emanet olun” dedi Kerim amcası. Oğluyla birlikte kapıdan çıkarken Mavi arkalarından bakıp el salladı. Hemen sonra abisine dönüp onun da paltosunu tuttu. İshak bacısının yüzünü sevip Şifa’yı aldı. O sırada Mavi son olarak yengesinin paltosunu giydirdi. Bir kere başlayınca paltocu başı oluyordun zaten.

“sağ ol kuzum” dedi Zeynep yengesi. Sarılıp vedalaştılar. Onlar da gittiğinde Mavi direk yukarı çıkıp üstünü değiştirdi. Tam yatacakken aklına Asiye geldi.

Odasına gidip usulca kapıyı açtı. Yatakta uyuyordu. Üstü açılmıştı. Onu düzeltip solgun yüzünü sevdi.

“geçecek” diye fısıldadı ardından. “düzeleceksin. İyileşeceksin Asiye’m. Rabbim seni büyük imtihanlarla sınıyor. Lakin sen çok güçlüsün. Dayanabilirsin.”

Mavi ayağa kalkıp sessizce odadan çıktı ve kapıyı kapattı. Düşünecek o kadar şey vardı ki zihnindeki sesler birbirine karışmıştı artık. Odasına gidip yatağına yattığında gözleri açık tavanı seyretti bir süre.

“abla” dedi Ceylan içeri girdiğinde “uyumak için daha erken değil mi?”

“çok yorgunum.”

“ışığı kapatayım mı?”

“olur”

Ceylan ışığı söndürüp odadan çıktı. Mavi ise uzunca bir süre tavana bakmaya devam etti. Yarın yine saraya gidecekti. Hüma Sultan’ın karşısına ilk defa Vezir vekili olarak çıkacaktı. Bunun heyecanı içindeydi lakin Vezir olamayacağını biliyordu. Emir Hazretleri’nin Yaveri olacaktı. Ama öncesinde Cüneyt Yaver’in sakladığı şeyi bulmalıydı. Eğer öyleyse şayet bir casus olduğunu kanıtlamalıydı. Ama nasıl?

“bilmiyorum” dedi kendi kendine. Ellerini saçlarına götürüp derin bir nefes alıp verdi. “Allah’ım yardım et. Bu sefer gerçekten ne yapacağımı bilmiyorum.”

Dua ederken uyuya kalmıştı.

...

minik yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen

Bölüm : 25.04.2025 18:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...