

Bu bölümde Akdağ hanedanının Sultanları ile tanışıyoruz. Saray entirikaları başlıyor diyebilirim. İyi okumalar :)
BÖLÜM ALTI
(Sultan Alayı)
Mavi, giriş merdivenlerinin en üst basamağında Hüma Hatun’un yanında ellerini önünde birleştirmiş bir şekilde bekliyordu. Gergindi. Hala Sultan ve Safiye Sultan, Hatun Dairesine gelmek üzereydiler. Haremin girişinde ise karşılama alayı bekliyordu. Emir Hazretleri ortalıkta yoktu.
“anne ben çok sıkıldım,” dedi dört yaşında ki Yakut Sultan birdenbire. Annesine benzeyen kırmızı saçlarının arasında altın parıltıları vardı. Çilli suratından güzellik fışkırıyordu.
“çok ayıp Yakut Sultan” dedi annesi hemen.
“neden?” diye sordu Yakut. Belli ki ne yaptığını anlamamıştı. Etrafta ki görevli Hatunlar kıkırdayınca Mübahat Hatun onlara bir bakış atıp hepsini susturdu. Yanında duran annesi Ceylan’a ters bir bakış atınca Ceylan da kendini toparladı hemen. Üçü de baş vezirin ailesi olarak Hala Sultan’ı karşılamaya gelmişlerdi. Diğer vezirlerin hatunları da hazır bulunuyordu.
“destur!” diye bağırdı kapıdaki ağalardan biri, herkes sustu ve bir an sonra Hala Sultan ve bir adım gerisinde Safiye Sultan tüm haşmetleriyle hareme teşrif ettiler. Arkalarında onları takip eden bir alay vardı. Hüma Hatun bir basamak aşağıya indi ve Hala Sultan’nın elini öpüp alnına koydu. Aslında bunu yapmak zorunda değildi. Hüma Hatun Baş Hatun’du. Bu ülkede Emir Hazretleri’nden sonra gelen ikinci isimdi. Yine de saygıdan dolayı böyle yapmıştı.
“Hoş geldiniz sefa getirdiniz Aybüke Sultan” dedi Hüma Hatun.
“hoş bulduk” diye karşılık verdi Hala Sultan elini çekerken. Hüma Hatun sonra Safiye Sultan’a döndü. O anda Mavi, Safiye Sultan’da ki zarafete hayran kalmıştı. Küçücüktü Safiye Sultan, gözleri bal rengi, parlaktı. Küçücük bir burnu bembeyaz bir teni vardı.
“siz de hoş geldiniz Sultan’ım” dedi Hüma Hatun ona. Safiye Sultan kuş cıvıltısı gibi sesiyle güldü. “hoş bulduk Hüma Sultan. Seni tekrardan görmek çok güzel”
“sizi de öyle”
Hala Sultan ise kızının tam tersi iri bir kadındı. Balık etliydi. Yaşlanmıştı ama sağlam gözüküyordu. Çatık kaşları gözlerini gölgeliyordu. Bir an sonra annesi, Hüma Sultan’nın yanına gelip “yıllar sonra sizi dünya gözüyle bir kere daha görebildiğim için çok memnun oldum Sultan’ım” dedi.
“bende öyle Gülsüm Hatun” dedi Hala Sultan. Ses tonu aksini iddia eder gibiydi. Elini uzatınca annesi hemen uzanıp öptü ve alnına koydu. “çok saygıdeğer babanız nasıllar?”
“elhamdülillah, canım efendim iyilerdir ”
“beni kızlarınla tanıştırmayacak mısın?”
Bu cümleyi duyunca Mavi ve Ceylan hemen yerlerinden fırlayıp annelerinin yanına geldiler. Girişteki avluda meraklı kalabalık onları izliyordu.
“bu büyük kızım Aliye Bahar” dedi annesi. Mavi, hemen uzanıp Sultan’nın elini öptü. Sultan onu beğeniyle süzüp “maşallah” dedi. “son gördüğümde küçücük bir çocuktun. Şimdi büyümüş serpilmişsin.”
Mavi, karşılık olarak kafasını kaldırıp tebessüm etmekle yetindi. Bu sessizliği ise Hala Sultan’nın iki katı hoşuna gitti.
“bu da küçük kızım Ceylan.”
Ceylan da hemen uzanıp Sultan’nın elini öptü. Hala Sultan, Ceylan’ın suratını tutup hafifçe sağa sola çevirdi. “maşallah” dedi yine. “bu ne güzellik böyle!” sonra elini çekti. Mavi, o ilk anda Hala Sultan’nın, Ceylan’a göz koyduğunu anlamıştı. Annesi ise bunu Mavi’den önce anlamıştı. Tedirgin olduğu gözlerinden belliydi. Paşa oğlu Mehmet’in namı hiç iyi değildi.
“dilerseniz içeri geçelim artık” dedi Hüma Sultan. Hala Sultan ona anlık bir bakış atıp içeri doğru ilerledi. Haremin en büyük salonuna girildiğinde Hala Sultan, başköşeye oturdu hemen. Kızı da yanına geçti. Hüma Sultan ise diğer yanına oturup Mavi’ye yanıma gel dercesine baktı. Olan bitenden rahatsız olan Mavi ise niye kimsenin Hüma Hatun yerine Hala Sultan’ın başköşeye oturmasına tepki göstermediğini düşünüyordu. Yakut Sultan, annesinin dibine oturup olan bitenden rahatsız bir edayla etrafı izliyordu. Mavi, annesi ile kardeşinin yanından ayrılıp Hüma Sultan’nın eşiğine oturdu. O gelmeden Harem çalışanlarından bir hatun kocaman bir minderi oturacağı yere koymuştu bile. Büyük salonun duvarları mavi üstüne altın varaklı oldukça geniş, yüksek tavanlı bir mekandı. Aydınlatması kocaman kristal avizelerle sağlanıyordu. Bir basamak yüksekte bulunan başköşesinde duvardan duvara lacivert renkli yüksek minderler vardı. Minderlerin altına tahta kerevit döşenmişti. Biraz eski moda bir salondu lakin gelen her özel misafir buraya bayılırdı. Perdeleri yine lacivert üstüne altın işlemeliydi. Halıları klasik çizgideydi. Herkes yerine oturduktan sonra yemek servisi başladı.
Hala Sultan tek tek vezirlerin hanımlarıyla sohbet etti. Hallerini hatırlarını sordu. Haklarında bildiği ince ayrıntılar Mavi’yi şaşırttı hatta. Demek ki has Sultan olmak böyle bir şeydi. Diğerleriyle sohbet ederken gözü sürekli Ceylan’ın üzerindeydi. Safiye Sultan ise gülümseyerek sohbet ediyordu etrafıyla. En çok da Harem’in, kız mektebinden gelen talebelerle muhabbet ediyordu. Hiç kibirli birine benzemiyordu. Başından geçen hadiseler onu yıpratmışsa bile şimdi toparlanmış gözüküyordu.
“Gülsüm Hatun” dedi Hala Sultan. “duydum ki büyük kızın pek maharetli, pek zeki bir kızmış.”
“öyledir Sultan’ım” dedi annesi hemen. Hüma Hatun’un eşiğinde oturan Mavi, “iltifat buyurdunuz Sultan’ım” diye tebessüm etti.
“maşallah, rahmetli baş hatunumuz da pek severdi Aliye’yi.” Hala Sultan’nın sesindeki imayı anlayamamıştı Mavi.
“Allah rahmet eylesin,” dedi Gülsüm Özi. Yüzünde çok rahatsız bir ifade vardı.
“âmin”
“tahsilin nedir Aliye?” diye sordu Safiye Sultan araya girip. Mavi, ona bakıp “ilm-i tarih ve toplum bilimi Sultan’ım,” diye cevapladı. O sırada başlığındaki minik kuş desenleri dikkatini çekti. İğne oyasıyla yapılmış bir sürü kuş vardı başlığında. Toz pembe bir örtü omuzlarından aşağı sarkıyordu. Geldiği zaman açmıştı. Yoksa omuzlarından tutturmuştu örtüsünü. Üzerinde ise mürdüm renkli bir kaftan vardı. Parlak değildi kaftanı oldukça sadeydi. Hiçbir işlemesi yoktu. Mavi, Safiye Sultan’ı bir şeye benzetecek olsa Serçe kuşuna benzetirdi.
“ne hoş. Peki ya başka meziyetlerin var mıdır?”
“bende ne görürseniz o vardır Sultan’ım,” dedi Mavi. Safiye Sultan bu cevap karşısında gülümseyip “güzel şeyler görüyorum,” diye karşılık verdi.
“düğün ne zaman?” diye sordu Hala Sultan. Mavi, parmağında ki yüzüğe bakıp “altı buçuk ay sonra inşallah Sultan’ım.”
“hayırlısı olsun,” diye iç çekip Hüma’ya baktı. Ondan hoşlanmadığı çok belliydi.
“heyecanlı mısın?” bu soruyu soran da yine Safiye Sultan’dı.
“elbette”
“peki ya Ceylan?” Hala Sultan, Gülsüm Hatun’a bakıp “onun bir taliplisi var mı?” diye sordu. Ceylan, annesine baktı. Ancak annesi ona bakmayı reddederek “bu işler kısmet işi Sultan’ım,” diyerek oldukça belirsiz bir cevap verdi. Hala Sultan, Ceylan’a bakıp “eşiğime gel otur bakalım. Yüzünü yakından göreyim,” dedi.
Mavi, kardeşine baktığında gözlerinde yanan ateşi gördü. Ancak ikiletmeden ayağa kalkıp onun için getirilen minderin üzerine oturdu. Şimdi iki kardeş yan yana oturuyorlardı.
“duydum ki sen ablandan daha zekiymişsin,” dedi Hala Sultan. Mavi, o anda pek çok şey fark etmişti. Birincisi Hala Sultan buraya gelmeden önce gereken araştırmayı yapmıştı ve çoktan oğlu için Ceylan’ı gözüne kestirmişti. İkincisi Ceylan bu durumdan hiç hoşnut değildi. Üçüncüsü Hala Sultan, Hüma Hatun’u açıkça yok sayıyordu ve hiçbir sohbetin içine katılmasına izin vermiyordu.
“onun zekası şu anda nefes alan her Özi evladından daha fazladır,” diye karşılık verdi Ceylan açıkça, “siz bana iltifat buyurursunuz Sultan’ım.”
Mavi, bu açık cevap karşısında şaşırarak kardeşine baktı. Hakkında böyle düşündüğünü bilmiyordu. İçten içe hoşuna gitti.
“Ceylan ne kadar güzel gözlerin var,” dedi Safiye Sultan araya girerek. “tıpkı adın gibi,” Ceylan daha samimi bir ifadeyle “sizin gözlerinizden daha güzel olamaz Sultan’ım,” diye karşılık verdi.
Kuş cıvıltısı gibi sesiyle tekrar gülümseyen Safiye Sultan herkesin yüzüne bir tebessüm kondurmayı başardı.
“ikiniz birbirinize benziyorsunuz.”
“çehrelerimiz aynı siretlerimiz farklı,” diye onayladı Ceylan.
Bu sırada Yakut iyice sıkılmış bir halde ayağa kalkınca Mübahat Hatun hemen gelip “isterseniz sizi odanıza götüreyim Sultan’ım,” diye müdahale etti. Aralarında bir mesele olduğu ayan beyan belli olan Hala Sultan ile anlık bakışmaları salonun ortasında gök gürlemiş gibi bir etki bıraktı.
“Maviş’in yanına oturmak istiyorum,” dedi Yakut sadece annesine bakarak.
“peki” dedi Hüma Sultan gülerek. Mavi de kayıp ona yer açtı ama tam o anda “Yakut Sultan yerine geç!” diyen sert bir sesle herkes irkildi. Yakut korkarak Hala Sultan’a baktı. Sonra annesine bakıp kafasını salladı.
“senin yerin burası!” dedi Hala Sultan tüm köşeleri kaplayan yüksek minderleri göstererek. “bu kadarını bile öğretmedi mi?” dedi sonra. O an tüm salon buz kesti. Hüma Sultan bir şey demeden kızını tutup tekrar yerine oturttu. Mübahat Hatun ise sinirden seğiren gözünü saklayarak huzurdan ayrıldı. Buz tutan ortamı canlandırmak için Safiye Sultan “çocuklar ne masum canlılar,” dedi şeker gibi bir sesle. Sonra annesine dönüp “bizi şekillendiren hiçbir kural onların masumiyetini bozamıyor.”
Mavi, kadına bakıp tebessüm etti. Hüma Hatun ise tebessüm edemeyecek kadar incinmişe benziyordu. “Hüma Hatun” Safiye Sultan, direk ona hitap edince kafasını kaldırıp ona baktı.
“bütün hazırlıklar çok güzel olmuş. Hiçbir şeyi eksik bırakmamışsın. Ellerine sağlık.”
“memnun kaldıysanız ne mutlu bana Sultan’ım.”
“elbette memnun kaldım. Baş hatunumuza karşı memnuniyetsizlik ne haddimize! Misafir umduğunu değil bulduğunu demiş atalarımız öyle değil mi hatunlar,” deyip bir kahkaha atınca ortam tekrar canlandı lakin herkes sözlerinin altında yatan göndermeyi anlamıştı.
“siz misafir değilsiniz Sultan’ım. Siz hanemize doğan güneşimizsiniz.” dedi Hüma Hatun. Safiye Sultan ona bakıp “tatlı dilli Sultan’ım. Dayıoğlum sana neden tutulmuş belli işte,” dedi. Bunun üzerine salondan kıkırdamalar yükseldi ve ortam normale döndü. Mavi ise hayranlıkla Safiye Sultan’ı izliyordu. Kadından çok etkilenmişti. Ancak neredeyse tam karşısında duran Hala Sultan’nın gözlerinden çıkan ateşler salonu yakıp kavuracak kıvama gelmişti.
Nitekim herkesin tekrardan normalleştiği bir anda hışımla ayağa kalktı. Onunla birlikte herkes ayaklandı. Mavi ve Ceylan kenara kayıp Hüma Sultan’nın yanına geçtiler.
“çok yorgunum” dedi Hala Sultan. Dönüp Hüma Hatun’a baktı. “Odam hazır mı?”
“Mübahat Hatun,” dedi Hüma Sultan hemen. “Hala Sultan’ımıza eşlik et lütfen.”
Mübahat Hatun hafif bir baş hareketiyle kendisine denileni yaparken Hala Sultan salonda bulunan herkese dönüp “beni karşılamak için gelişiniz bu sarayı onurlandırmıştır hatunlar. Hepiniz Allah’a emanet olun.”
“siz de Sultan’ım” sesleri arasında Hala Sultan mahiyeti ile birlikte salondan çıktığında binevi bugünün de sonunu getirmişti.
İlk veda eden ise annesiydi. “müsaadenizle Sultan’ım. Ayrılık vakti gelmiştir.” dedi direk Safiye Sultan’la konuşarak.
“elbette” dedi Safiye Sultan. “siz de kızlarınız da günümüzü şenlendirdiniz. Sizi tekrar görmek isterim Gülsüm Hatun.”
“memnuniyetle,” dedi annesi. Safiye Sultan ayağa kalkıp annesine sarıldığı vakit bazı kıskanç hatunların bakışları Mavi’nin gözünden kaçmadı.
“Allah’a emanet olun”
Mavi, başıyla selam verdiğinde Safiye Sultan “ertesi günkü gezimize sen de gelecekmişsin diye duydum.” diye sordu.
Mavi, tebessüm edip “Sultan’ımız müsaade buyururlarsa bu gezinizde ve tüm etkinlikleriniz de yanınızda olacağım inşallah.”
“elbette. Lakin senden bir ricam var.”
“ne isterseniz,” dedi Mavi hemen. Orada bulunan bütün hatunlar dikkat kesilmişti. Safiye Sultan Mavi’nin yanında duran Ceylan’ın ellerinden tutup “güzel kardeşini de yanında getireceksin.”
Salonda hafif bir uğultu oldu. Sonra da sessizlik çöktü. Mavi ile Hüma Hatun göz göze geldiler. Anlaşılan Safiye Sultan da Paşaoğlu Mehmet için Ceylan’ı münasip bulmuştu. Ceylan gözlerinde yanan ateşe rağmen “Sultan’ımız bana büyük bir şeref bahşetti,” diye karşılık verdi. Mavi, gülümsemeye çalışıp bir kez daha başını eğdi.
Haremden çıkıp arabalarına binene kadar kimse tek kelime konuşmadı. Ama ne zaman ki araba hareket etti. Ceylan patladı. “Tüm bu olanlar da ne demek oluyor?”
“sakin ol kızım,” dedi annesi ama onun da şaşkın olduğu belliydi. Paşaoğlu Mehmet’in namı bu kadar kötüyken nasıl olur da bu kadar bariz bir şekilde baş vezirin kızına göz koyabilirlerdi. Ceylan, Paşaoğlu’nu reddetse kimse onu suçlamazdı.
“anne bir anda kendimi ablamla birlikte saray görevinde buldum. Üstelik resmen bana göz koydular. Nasıl sakin olayım?”
“Ceylan lütfen,” dedi Mavi. “annemin bir suçu yok ki. Hıncını ondan çıkarma.”
“susup oturayım mı yani?” diye terslendi Ceylan. Oldum olası asi bir tarafı olmuştu hep. Bu yüzden babası onu saraydan uzak tutmayı tercih etmişti.
“elbette hayır. Ama yarın Paşaoğlu ile nişanın varmış gibi sinirlenmene gerek yok. Hem ben eminim ki babamız münasip bir dille Emir Hazretleri’ne böyle bir şeyin mümkün olmayacağını söyler.”
“Emir Hazretleri de bunu kabul eder öyle mi?” diye sordu alayla Ceylan. Annesi derin düşüncelere dalmıştı şimdi.
“kabul eder tabi” dedi Mavi. Ceylan ona bakıp “sanki onu çok iyi tanıyorsun da böyle emin konuşuyorsun. Belki de olay ona çok mantıklı gelecek.”
“Sanmıyorum. Duyduğuma göre Emir Hazretleri kuzeninden hiç hoşlanmıyormuş,” Mavi, bunu Hüma Hatun’un konuşmalarından anlamıştı. Ne zaman Paşaoğlu’nun bahsi açılsa yüzü düşerdi.
Ceylan sinirle oturduğu yere çöküp dışarısını seyretmeye başladı. Mavi, annesine baktığında oldukça sıkıntılı olduğunu fark etti. Elini tutunca ona bakıp tebessüm etti. Mavi, ilk saray görevinde kardeşinin de yanında olacağını hiç düşünmemişti. Hatta biraz garip hissediyordu şimdi. Evde görevler ayrılırken herkesin ne yapacağı keskin çizgilerle belirlenmişti. Ağabeyi vezir olacaktı. Arslan İslam âlimi ve Ceylan’da öğretmen olacaktı. Bir tek Mavi’nin ne yapacağı belli değil gibiydi sanki.
Eve vardıklarında Ceylan hemen sinirle odasına çıkıp kapıyı çarptı. Mavi, onu biraz yalnız bırakmaya karar verince evin bahçesinde oturmaya çıktı. Biraz sonra yanına annesi geldi. Masanın üzerine iki bardak çay koyunca Mavi, gülümsedi. Çayı alıp şeker kattı. Karıştırırken çıkan ses Mavi’yi hep mutlu ederdi.
“anne,” dedi bir yudum aldıktan sonra. Başını hala açmamıştı. “canını sıkan şey nedir?”
“Hala Sultan” annesi dalgın gözlerle kızına bakınca Mavi’nin de içine bir şüphe düştü. “O bir şeyi aklına koydu mu yapar. Eğer gerçekten Ceylan’ı oğluna isterse ne yaparız bilmiyorum”
Mavi, bu dürüst cevap karşısında ne diyeceğini bilemedi. Onun içinde hiçbir sıkıntı yoktu nedense. Emir Hazretleri’nin böyle bir evliliğe müsaade etmeyeceğine emindi.
“anne herkesin Hala Sultan’a fazlasıyla saygısı var. Kimse onun isteğini reddetmek istemez ama bu durum öyle basit bir şey değil. Kaldı ki hanedan soyu olsa bile kimse kimseyi zorla evlendiremez. Burası Salahdar ülkesi, kadınların onayı olmadan kimse zorla evlendirilemez. Bu yasak.”
“haklısın elbet ama sen Hala Sultan’ı tanımıyorsun. İstediğini almak için ne kadar ileri gidebileceğini bilmiyorsun.”
“anne!” dedi Mavi, şok içinde. Annesinin daha önce kimse hakkında bu kadar kötü konuştuğunu duymamıştı.”
“kızım. Biliyorum sen saraya girmek istiyorsun. Ve maalesef bu konu hakkında yeteneklisin. Seni tanıyorum. Gözlerinde yanan ateş babana çok benziyor.”
“anne-“
Annesi elini kaldırınca Mavi hemen sustu. “ve biliyorum ki hepimiz Allah’ın takdir ettiği hayatı yaşarız. Ama uzak dur Aliye.”
“neden?” diye sordu Mavi.
“çünkü bu işler kirli işlerdir.”
“siyaset ilmi ile meşgul olmak bu kadar kötü olamaz anne. Ben aptal biri değilim. Biliyorum oynanan oyunları. Ama kendime engel olamıyorum. Anne ben Özi sülalesinde sıradaki Vezirliği hak eden kişiyim” dedi Mavi, birdenbire. İçinde böyle bir düşünce tuttuğunu bile bilmiyordu. Ağabeyine ihanet etmiş olmalıydı. Utanç içinde başını yere eğip “estağfurullah” dedi hemen.
Annesi ise usulca elini tutup “işte bu yüzden uzak durmalısın. Bu hırs seni tüketir. Bana söz ver Aliye.”
“anne” diye karşı çıktı Mavi. Ama annesi kabul etmedi. “söz ver. Safiye Sultan geri dönünce hemen kız mektebinde öğretmenliğe başlayıp saraydan uzak duracaksın.”
Mavi, annesinin gözlerinde gördüğü şeyi iyi biliyordu. Ve şunu da biliyordu ki kabul etmekten başka bir şansı yoktu. Hayat ona anne baba rızası olmadan hiçbir işten hayır gelmeyeceğini öğretmişti çoktan. “söz” dedi fısıltıyla. Annesi rahatlayarak kızının yanağını okşadı ve masadan kalkıp gitti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.05k Okunma |
326 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |