8. Bölüm

BÖLÜM 6 KISIM 2

RabiaSofi
rabiasofi

İYİ OKUMALAR.

yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen desteklerinizi bekliyorum :)

Mavi, yıkılan hayalleriyle birlikte çayını içmeye devam etti. Derin düşüncelere dalmıştı. Öğretmenlik yapmayacağım dedi içinden. Bunu istemiyordu. Belki de başka bir iş düşünmeliydi. Saray olmayacağına göre belki de Özi Kütüphanesinde işe başlayabilirdi. Şehrin en büyük ikinci kütüphanesiydi orası. Kocaman engin bir deryaydı.

Masadan kalkıp tepsiyi mutfağa bıraktı. Arslan’ın kapısını çalıp içeri girdiğinde kardeşini her zaman ki gibi kitap okurken buldu.

“gelebilir miyim?” diye sordu kapının eşiğinde. Arslan toplanıp yatakta ablasına yer açtı. “gel elbette.”

“nasılsın bakalım?”

“elhamdülillah. Sen?”

“çok şükür” Mavi, yatağın karşısına oturup bağdaş kurdu. Sırtını yaslayıp bir süre pencereden dışarı baktı. Arslan, ablasında bir sıkıntı olduğunu içeri girer girmez anlamıştı zaten. Sabırla konuşmaya başlamasını bekledi.

“Hala Sultan Ceylan’ı çok beğendi.” dedi Mavi. Sonra Arslan’a döndü. “sanırım oğluna isteyecek.”

“ne?” dedi Arslan şaşırarak.

“Ceylan kendini odaya kapattı. Ayrıca Safiye Sultan da ona eşlik ettiğim vakit Ceylan’ı yanımda getirmemi istedi.”

“ama bu çok saçma. Nasıl olur? Paşaoğlu Mehmet ve ablam. Bu imkansız.”

“ben de öyle diyorum ama” dedi Mavi, cümlenin sonunu getirmeye gerek duymamıştı. Arslan ise öğrendiklerinin şokunu atlatmaya çalışırken ablasında ki asıl sıkıntının bu olmadığını fark etti.

“devamı var,” dedi hemen. Mavi gülümseyip “annem az önce hayallerimi yıktı.”

“nasıl yaptı bunu?”

“saraya girmeyeceğime dair benden söz aldı. Safiye Sultan gidince mektepte öğretmenliğe başlayacakmışım.”

“bunu yapmamalıydı,” dedi Arslan. Mavi, ona bakıp “gerçekten böyle mi düşünüyorsun?” diye sordu.

“her insanın belli bir fıtratı vardır. O fıtrat üzerine yaşarsan huzurlu olursun. Ama zorla kendine uymayan bir meslek icra edersen iç huzurdan eser kalmaz. Bu da insanı maneviyattan uzaklaştırır. Bu yüzden annem böyle bir şey yapmamalıydı. Seni istemediğin bir şeye zorlamamalıydı.”

“peki söyle bakalım küçük Abdullah sence ben ne yapmalıyım? Anneme verdiğim sözü tutmalı mıyım yoksa bozmalı mıyım?”

Arslan hafifçe tebessüm edip “bence sen bu konuyu annemle konuşmalı ne istediğini ne yapacağını ve ne yapamayacağını açık açık anlatmalısın.”

Mavi, bu cevap karşısında başını salladı. Arslan haklıydı. Sorunlardan kaçmak hiçbir şeyi düzeltmezdi. Aksine daha berbat yapardı. En kısa zamanda annesiyle konuşmaya karar verdi. Yeterince uzun bir gün olmuştu ama daha bitmemişti. Akşama Ahmet amcasının evine gideceklerdi. Çünkü Asiye’nin doğum günüydü.

“haklısın” dedi Mavi usulca. Sonra yerinden kalkıp “hadi hazırlanmaya başla artık” diye hatırlattı küçük kardeşine. Odadan çıkıp kendi odasına gitti. Kapıyı çaldığında Ceylan aksi aksi “gel!” dedi. Kapıyı açıp içeri girdi. Ceylan yatağında yatmış tavanı seyrediyordu.

“Ceylan ne oldu sana böyle. Daha on gün önce bana güçlü ol Allah’a güven diye tavsiyeler veriyordun. Aynısını sen niye yapmıyorsun. Allah’ın nasibinden öte yol var mı ki kara kara düşünüyorsun?”

“öyle ama-“

“aması yok” dedi Mavi, hemen. Ceylan yatağından fırlayıp “beni dinle” diye terslendi.

“asıl sen beni dinle. Hiç kimse seni zorla evlendiremez. Ne Emir Hazretleri ne Hala Sultan ne de Safiye Sultan! Kimse! Anladın mı?” Ceylan sessiz durunca Mavi, doğru yolda olduğunu anladı ve devam etti. “tek kelime,” elini kaldırdı. “istemiyorum dersin ve her şey biter.”

“yine de korkuyorum.”

“biliyorum” dedi Mavi, hemen yanına gidip kolundan tuttu. “ama korkun yersiz. Lütfen daha fazla harap etme kendini.”

“tamam” dedi Ceylan isteksizce. Mavi, onu güldürmek için “hem bak güzelliğin kimleri kimleri büyülemiş de haberimiz yok.”

“ya ne demezsin sorma.”

Mavi, gözlerini devirip “hazırlanalım artık. Ahmet amcamlara gideceğiz. Biz hazırlanıp çıkalım. Babamlar akşama gelirler.”

“tamam. Asiye’nin hediyesi nerede?”

Mavi, yatağının yanında ki minik çekmeceyi açıp parlak mavi kutuyu çıkardı. Hediye olarak bir çift bilezik almışlardı. Asiye, Özi ailesinin kıymetlisiydi. Herkes ona karşı çok dikkatli davranır onu incitmekten kaçınırdı.

Hazırlanıp amcalarının evine gittiklerinde Arslan da peşlerine takılmıştı. Anneleri ise evde kalıp babalarını bekleyecekti. Aslında annesinin bekleme sebebi sarayda olanları babasına anlatmak istemesiydi. Herkes bunun farkındaydı lakin kimse sesini çıkarmamıştı.

Evin bahçesine girdiklerinde İmran’ın kahkahasını duyunca şaşırdı. Onu bu kadar erken beklemiyordu. Açıkçası gün içinde hiç konuşmamışlardı. Aslında İmran, Salahdar şehrine geldiğinden beri hiç konuşmamışlardı. Bu durum Mavi’yi oldukça kırıyordu ve ne zaman nişanlısının aklının başına geleceğini merak ediyordu.

“selamun aleyküm.” dediler hep bir ağızdan evin arka bahçesine geçtiklerinde. Verandanın altındaki yuvarlak masada Ahmet ve Kerim amcası yan yana oturmuştu. İmran ise korkuluklara yaslanmış bir şeyler anlatıyordu. Asiye, sesleri duyunca hemen dışarı çıktı. Başındaki siyah kadife başlığın üstüne taktığı koyu yeşil şalı üstüne giydiği siyah elbisesinin üzerinde dalgalanıyordu. Gün geçtikçe güzelliği artıyor ve daha çok rahmetli annesine benziyordu. Artık on altı yaşındaydı.

“ve aleyküm selam yeğenlerim” dedi Ahmet amcası. Masaya geçip otururlarken Mavi ve İmran göz göze geldiler. “erkencisin Yüzbaşı” dedi Mavi, kendini tutamayıp. Üzerinde asker üniforması bile yoktu. Arslan masaya oturmayıp onun yanına geçti. İmran elini omzuna koyup sıktı.

“izinliyim,” dedi İmran gülerek. Mavi, kafasını salladı. Birbirlerinden habersiz kaldıkları için rahatsızdı. Yani bunu yapmak bu kadar zor olamazdı.

“nasılsınız gençler?” diye sordu Kerim amcası. Mavi, onların Özi mülkünde ki varlıklarına hala alışamamıştı. Gedikleri için çok mutluydu ama aradan o kadar uzun vakit geçmişti ki arada onların burada yaşamaya başladıklarını unutuyordu. Halbuki ağabeyinin varlığına hemen alışmıştı.

“iyi diyelim iyi olsun amca” dedi Ceylan sıkıntılı bir şekilde.

“hayırdır inşallah?” diye sordu Ahmet amcası.

“Safiye Sultan” dedi Mavi. Herkes pür dikkat kesilmişti şimdi. “kendisine danışman olarak sadece beni istemedi. Ceylan’ı da istedi.”

“ne?” dedi Asiye şok içinde. “neden?”

Arslan rahatsız bir şekilde boğazını temizleyip “anlaşılan Ceylan ablamı Paşaoğlu için istiyorlar.” diye açıkladı. Herkes masaya düşen yeni haberin etkisiyle sessizliğini korurken “ama o-“ diyecek oldu Asiye ama babasının bakışlarını görünce sustu.

“hayırlısı olsun tabi,” dedi Kerim amcası.

“öyle öyle,” diye destekledi Ahmet amcası.

Sonra da konu açıldığı gibi kapandı. Asiye “ben bir içeri gideyim,” deyip kalktı. Hemen sonra kucağında Şifa’yı taşıyan İshak ağabeyini gördü. Ayağa kalkıp “Hoş geldiniz.” dedi. Şifa her zaman ki gibi güzellik saçıyordu. Nitekim yüzü gülen Ceylan direk onu kucağına alıp “cennet kokulum gelmiş,” diye sevdi. İshak, Mavi’ye “nesi var bunun?” der gibi baktı ama Mavi, omuz silkmekle yetindi. Yengesine sarılıp “bu ne şıklık” diye iltifat etti.

“aman efendim teşekkür ederim” dedi Zeynep. Masaya bakıp “selamun aleyküm” diye seslendi beylere. “aleyküm selam!”

“annemler gelmedi mi?” diye sordu ağabeyi.

“sonra gelecekler,” dedi Mavi, sıkıntılı bir şekilde. Şifa ile birlikte uzaklaşan Ceylan’ı gözetleyip “Ceylan’la ilgili bir mesele var,” diye fısıldadı.

“ne oldu?” diye sordu ağabeyi. Mavi, sarayda olanları hızlı bir şekilde yengesi ve abisine anlattıktan sonra “kısacası Ceylan’ın siniri tepesinde ve annemle babamın da bu kadar gecikmesi hiç hayra alamet değil,” diye ekledi.

İshak ağabeyi yorum yapmadan amcasının yanına gidince Mavi, arkasından bakakaldı. “ne oldu şimdi?” diye sordu yengesine.

“boş ver” dedi yengesi. “hem Ceylan niye bu kadar öfkeli anlamadım.”

“boş ver” dedi Mavi. Karşılıklı gülüştüler. Masaya geçtiklerinde Asiye onlara sarılıp karşıladı. Asiye şifa mektebinde eğitim alıyordu. Bu yüzden Özi ailesinin ayrı bir gururuydu. Çünkü bu sülaleden çok fazla hekim çıkmazdı.

Nasıl olduğunu anlamadığı bir sırada masada İmran ile yan yana oturmaya başlamışlardı. İmran’ın onun yanına doğru hafifçe kaydığını görünce gülmemek için yanağının içini ısırdı.

“yüzbaşı” diye fısıldadı. “düşeceksin.”

“düşersem çok üzülür müsün?”

“hasar derecesine bağlı,” diye cevap verdi Mavi. Herkesin gözü Şifa’nın üzerinde olduğu için fazla dikkat çekmiyorlardı.

“vay! Demek öyle.”

“öyle efendim.” dedi Mavi, soğuk bir şekilde. İmran ona dikkatle bakıp “neyin var senin?” diye sordu. Mavi, kafasını çevirmeden “siz buraya geleli bugün tam on gün oldu.” dedi. “on günde kaç defa görüşebildik?”

“anladım,” dedi İmran muzip bir ifadeyle. “Sen beni özledin.” Mavi, bu tutum karşısında daha da sinirlenerek öfkeli bakışlarını nişanlısına çevirdi. “Vezir’deyken sürekli beni arayan adamın sesi soluğu kesilince insan merak ediyor tabi ne oldu diye!”

“ama güzel gözlüm buradaki düzene alışmaya çalışıyorum biliyorsun.” Mavi, İmran’ın yüzüne bakar bakmaz yumuşamaya başlamıştı bu yüzden kafasını çevirip “dediğin gibi olsun,” dedi sadece. Gerçekten İmran’a kızgındı. Onun da işleri vardı ama ne olursa olsun ona vakit ayırmaya çalışıyordu. Onu kendisiyle ilgili hiçbir şeyden habersiz bırakmıyordu.

“Mavi?”

“sonra konuşuruz,” Mavi, onun yanından kalkıp Asiye’nin kucağında duran Şifa’nın yanına gitti. İmran ise oturduğu yerde kalmıştı. Ve aklında geri dönüş yapıp şu on gün içinde Mavi’yi sadece bir kez aradığını ve hiç görüşmediklerini fark etti. Kız haklıydı. En kısa zamanda gönlünü alması gerekiyordu.

“kucağımda uyuyakaldı,” dedi Asiye. “yatağıma götüreyim mi yenge?” diye sordu. Zeynep “etrafına yastık koymayı unutma,” dedi sadece. Asiye usulca kalkıp tekrar içeri giderken Ahmet amcası “abimler nerede kaldı yahu?” diye sordu. Mavi kalkıp “ben telefon edip sorayım,” dedi. Açık pencere kapısından içeri girip salona girdi. Bu ev iki katlıydı. Ama üst katı çok kullanmıyorlardı. Malum kazadan sonra elbette… mutfakta çalışan iki kişi vardı. Aynı zamanda evle de ilgileniyorlardı. Ahmet amcası adalet kubbesinde çalışan başarılı bir hukukçuydu.

Telefonunu cebinden çıkarıp evi arayacaktı ki mesaj geldiğini gördü. Annesi on dakika içinde geleceklerini yazmıştı. Tekrar arka bahçeye dönecekken Asiye’nin sesini duydu. Sessiz adımlarla kuzeninin aralık duran kapısından içeri baktığında yatakta uyuyan Şifa’nın yanına kıvrılmış yatan kuzenini gördü.

“ne kadar masumsun,” dedi Asiye usulca. Mavi, gülümseyip içeri girmeye karar vermişti ki Asiye’nin ağladığını fark etti.

“biliyor musun bugün benim doğum günüm. Bütün ailem sırf ben mutlu olayım diye buraya geldi. Ben eksik hissetmeyim diye çok uğraşıyorlar. Ben onlara söyleyemiyorum-“ tam burada Asiye’nin sesi gitti. Bu öyle bir şeydi ki duyduğu acıdan dolayı sesi kısılmıştı. Yutkunup devam etti, “onlara söyleyemiyorum. Çok eksik olduğumu… nefesim bile eksik kaldı sanki. Annem gittiğinden beri her mutluluğum eksik.”

Mavi, eli kapı kolunda donup kalmış bir şekilde kuzenini dinlemeye devam etti. “bugün düşünebildiğim tek şey annemin bana son doğum günümde hazırladığı sürprizdi mesela. En sevdiğim yemekleri yapmıştı. İyi ki doğmuş benim kızım deyip sarılmıştı bana. Bense masada duran yemeklere takılı kalıp ona doğru düzgün sarılamamıştım bile. İçimde kalan yüzlerce anı var böyle. Hayalimde ona binlerce kez sarıldım. Kokusunu hatırlamaya çalışıyorum en çok. Ona sarılıp kokusunu içime çekiyorum. Kimseye söyleyemiyorum ama-“ Asiye burnunu çekip gözyaşlarını sildi. “ben onu çok özlüyorum.”

Öylesine sessiz öylesine ürkek ağlıyordu ki şimdi Mavi’nin içi parçalandı. Ne yapacağını bilemeden kapının eşiğinde öylece kalakalmıştı. Doğum günü olan bir genç kız ne kadar mutsuzdu böyle. Bir şey demeden gözlerini silip bahçeye döndü. Annesiyle babası çoktan gelmişlerdi ve masa kurulmuştu bile.

“ben de size bakmaya geliyordum,” dedi Ceylan. “Asiye nerede?”

“gel-“ Mavi, sesi çatlayınca boğazını temizledi hemen. “geliyor şimdi.”

Ceylan ona ne oldu dercesine baktı ama Ahmet amcasının onu izlediğinin farkındaydı. O yüzden gülümseyip göz kırptı. Yanına oturup kulağına “sonra anlatırım” diye fısıldadı. Babasının yüzü her zaman ki gibi ifadesizdi. Olanları öğrendiği zaman nasıl tepki verdiğini merak ediyordu ama konuyu tekrar açmanın anlamı yoktu. Annesi ise yengesiyle gayet normal konuşuyordu. İmran’ın suratına bilerek bakmadığı için ne yaptığını da görmüyordu haliyle. Ağabeyi ve Arslan, amcalarıyla sohbet ediyordu.

Asiye bahçeye gelince hemen amcasının ve yengesinin elini öpüp gülerek karşıladı. Acısını iyi saklamıştı. Az önce ki halini görmese Mavi bile onun iyi olduğuna inanırdı. O da masaya oturduğunda yemek servisi başladı. İmran, babasının yanında oturuyordu. Babası İmran’ın kulağına bir şeyler fısıldayınca Mavi, tüm dikkatini onlara verdi. İmran dikkatle kayınpederini dinledikten sonra sadece iki kez kafasını sağa sola salladı ama şimdi onun da yüzünde ciddi bir ifade vardı. Babası hararetle konuşmaya devam etti. Kafasını çekince bu sefer İmran eğilip fısıldamaya başladı. Mavi, iyice meraklanmaya başlamıştı ki babası elini kaldırıp İmran’ı susturdu. Ön taraftaki yürüyüş yolunu gösterip bir şeyler söyledi İmran da onaylayıp yemeğini yemeye devam etti.

Yemekler yendikten sonra herkes bir yerlere dağıldı. Ama Mavi, bir casus gibi babası ile İmran’ın yürüyüş yoluna doğru çıkıp hararetle bir konu hakkında konuştuklarını izliyordu. Merakına yenilip abisinin yanına gitti. “meselenin ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu onları gösterip.

“seni ilgilendiren bir mevzu olmadığını biliyorum,” dedi İshak ağabeyi. Demek ki ne olduğunu biliyordu. O yüzden bu kadar ilgisizdi.

“of abi ne olur söylesen!”

“sen de devlet işine karışmasan!”

“tamam” dedi aksi aksi. Tam o sırada çay ve tatlı getirdi Cemile. Hırsla tatlısını yemeye başlayınca ağabeyi ona bakıp güldü.

“Arslan yeğenim de delikanlı oldu artık. “ dedi Ahmet amcası. Ama bunu söylerken küçük abisine bakıp sırıttı. “yakında onu da eveririz.”

“sırasını beklesin bence” dedi Mavi. İçinde ki sinir hala geçmemişti. Annesi ona uyarır gibi bakınca tatlısından koca bir lokma daha alıp susmayı tercih etti.

“beklesin canım beklesin de sevda geldi mi sıra mıra demez. Gelir giriverir gönlüne” dedi Kerim amcası. Ceylan, “amca sen daha önce sevdalandın mı birine?” diye sordu muzip bir şekilde. “Çok emin konuştun da.”

Kerim amcası gözlerinde binbir gizemle tebessüm edip “her sevda gönülde bir sırdır,” dedi. “Her sevda farklıdır. Kimisi tatlıdır kimisi acı. Ama hepsi sinede saklıdır. O yüzden benim sarı yeğenim benim sevdam bana bile sırdır.” Kerim amcası bunları söyledikten sonra kafasını çevirdi ve abisi ile göz göze geldi. Ağabey kardeş öyle bir bakıştı ki Mavi, tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. Ama bu an öylesine kısaydı ki sadece Mavi, fark etmişti. Ya da o sadece öyle olduğunu düşünüyordu.

Babası bir şey demeden koltuklardan birine geçip oturdu. İmran da Arslan’ın yanına oturdu. Mavi, neler döndüğünü merak ediyordu ama ağabeyi bunun bir devlet işi olduğunu söylemişti. Annesiyle konuşana kadar verdiği söze sadık kalmaya karar verdiği için meseleyi kurcalamamaya karar verdi. Ama bu sefer de yine babası ile amcası arasında ki soğukluğa takılmıştı kafası. Neler oluyordu? On yılda kaç defa bir araya gelmişlerdi? Neden bu kadar uzaklardı?

“Asiye” babası kuzenini yanına çağırınca herkes dönüp onlara baktı. Asiye hemen yerinden kalkıp amcasının yanına geldi. Babası herkesi şaşırtan bir hareket yaptı tam o anda. Uzanıp alnından öptü yeğeninin. Asiye de şaşırmıştı ama hemen elini öpüp karşılık verdi.

“nice hayırlı sağlıklı mutlu yaşlar görürsün inşallah.” dedi babası.

“amin amcacığım. Hep birlikte görürüz inşallah.”

Babası cebinden çıkarttığı minik bir kutuyu Asiye’ye uzattı. “al bakalım tabibe hanım.”

Asiye gülümseyerek hediyesini aldı ve “çok teşekkür ederim.” dedi. Annesi “umarım beğenirsin” diye atıldı. “aç bak hadi.”

Asiye minik siyah kutuyu açınca içinden özel tasarım olduğu belli olan çok şık bir yüzük çıktı. Siyah oval bir taşın etrafı elmas taşlarla çevrelenmişti. Asiye hemen yüzüğü orta parmağına takıp herkese gösterdi.

“çok güzel” dedi Mavi. “sana da çok yakıştı.”

Babası “ben çok yorgunum. Erkenden gitsem bana müsaade var mı?” diye sordu Asiye’ye. Asiye “yüzünü çok az görüyorum amca. Biraz daha kalsan” dedi cevap olarak. Babası yeğenine bakıp “o zaman sana ilerisi için sözüm olsun.” dedi. Asiye kafasını isteksizce kafasını salladı. “söz verdin ama”

“söz,” babası ayağa kalktı. “Herkese hayırlı akşamlar,” giderken özellikle Kerim amcasının suratına hiç bakmamıştı. Babası gittikten sonra amcası ise uzunca bir süre abisinin arkasından baktı. Ahmet amcası ise gözlerinde saklamaya çalıştığı endişesiyle küçük abisine bakıyordu. Mavi, o an kendi aptallığına kızdı. Neden daha önce ikisi arasında neler olup bittiğini amcasına sormamıştı ki! Elbette o neler olup bittiğini biliyor olmalıydı. Az önce neler olmuştu ki babası böyle kaçarcasına çekip gitmişti. Onun babası herhangi bir şeyden kaçmazdı ki! Bu meseleyi halletmeliydi. Aralarında ki soğukluğun sebebini bulmalıydı.

“Mavi!” adını duyunca daldığı düşüncelerden zıplayıp muhabbete odaklanmaya çalıştı. Kim çağırmıştı onu. “kızım beni duyuyor musun?”

“ha! Ne?” herkes gülmeye başlayınca Mavi, ne söylediğini fark etti. İmran ise özellikle gülümsemesini bastırmaya çalışıyordu.

“nerelere gittin?” diye sordu Kerim amcası. Mavi, onun suratına bakıp yine daldı. Bu surat neler saklıyordu böyle? “Mavi?”

Mavi, gözlerini kırpıştırıp gülmeye çalıştı. Elini sinek savar gibi sallayıp “yok bir şey. İşle ilgili bir meseleyi düşünüyordum.” dedi. Ama tabii hâlihazırda bir işi olmadığı için herkes ona garip garip baktı. Bir saray görevi vardı elbet ama bu iş tanımına girmiyordu. “yani gelecekte ki işim hakkında demek istedim.”

“neyse ne” dedi Ceylan. “bizim hediyemiz diyorum. Çıkarsana artık.” Şimdi beyler koltuklara yayılmış hanımlar ise salonun ortasında ki sehpanın etrafında yere oturmuşlardı.

“ah tabi tabi” Mavi, çantasından hediyeyi çıkarıp Asiye’ye uzattı ve yanına oturup bağdaş kurdu. İçinden rabbine bu masum kızın yüreğinde ki ayrılık acısını hafifletmesi için dua ederken “nice yaşlara güzellik” dedi.

“teşekkür ederim ablacım” Asiye kutusunu alıp açtı. İçinden çıkan bilezikleri büyük bir hevesle takıp şıngırdattı. “çok güzeller. İkinize de çok teşekkür ederim.”

“bu da bizden” dedi Zeynep yengesi. Çok şık mavi renkli bir elbise almışlardı. Kerim amcası ve İmran ise bir kolye hediye ettiler. Ucunda minik bir kar tanesi tasviri vardı. Mavi, kolyenin İmran’ın zevki olduğunu biliyordu. En son hediye Arslan’ındı. Asiye ağır kutuyu alıp ortada ki sehpanın üzerine koydu. Şimdi herkes kutunun içinden ne çıkacağını merak ediyordu. Mavi ise ince düşünceli kardeşinin kuzenine karşı ne gibi bir hoşluk yapacağını merak ediyordu.

“ağırmış” dedi Asiye. Paketi çıkarıp ahşap kutuyu açtı. İçinden Asiye’nin gözlerini parlatan bir şey çıktı. Oyuncak bir bebeğin kucağında bir demet çiçek ve etrafında bir sürü kitap.

“ama bu çok güzel” Asiye gözlerini kutudan alamamıştı. Arslan’a bakıp “çok teşekkür ederim” Mavi, Asiye’nin ona gelen hediyeler içinde en çok bunu sevdiğini biliyordu. Hediye faslı bitince İshak ağabeyi ilk kalkan kişi oldu.

“yarın çok iş var” dedi Asiye’ye sarılıp başından öptü. “nice yaşlara”

“sağ ol abi.” Asiye, annesinin kucağında uyuklayan Şifa’yı koklayıp yengesini öptü. Yengesi suratını sevip “Allah’a emanet olun,” dedi herkese. Annesi de Asiye’yi öpüp onlarla birlikte çıktı.

Ceylan basit bir el hareketiyle herkesle vedalaşıp “Allah’a emanet olun,” dedi. Asiye Arslan’a bakıp “tekrar teşekkür ederim,” dedi. Arslan tebessüm edip başını salladı ve ablasının peşinden gitti. İmran, Ahmet amcasına sarılıp Asiye’ye göz kırptı. “hayırlı geceler,” dedi. Babasına bakınca “sen git oğlum,” dedi Kerim Özi. “ben biraderimle kalacağım biraz daha”

“eyvallah” dedi İmran. Hatta yüzüne neşe gelmişti. Mavi, ondan tarafa bakmadan Asiye’ye sarıldı sıkıca. Yüreğinin ne kadar buruk olduğunu bile bile gülümsedi. Gözlerinin içine bakıp “hep böyle masum kal,” diye fısıldadı. Asiye kafasını salladı sadece kapıdan çıktığında İmran elleri ceplerinde onu bekliyordu. Yürüyüş yoluna kadar konuşmadan ilerlediler. Etrafta kimse yoktu. Ne ara gittiklerini merak etti. Hava soğumuştu. Güz mevsimi gelip çatmıştı artık.

“konuşmayacak mısın?” diye sordu İmran. Mavi, uzakta ki evine bakıp “eve tek başıma yürürüm sen zahmet etme,” dedi ve adımlarını hızlandırıp yanından ayrıldı ama İmran ona tek hamlede yetişip önünü kesti. Şimdi bakışları sertleşmişti. “Mavi!”

“ne!” diye bağırdı Mavi. İlk defa sesini bu kadar yükseltmişti ve buna o da şaşırmıştı. Bir adım geri çekilip “sinirliyim. Sen de öyle” dedi. “başka zaman konuşalım.”

“seni kırdım biliyorum.”

“İmran şimdi konuşmak istemiyorum dedim.”

“bana özür dilemek için fırsat bile vermiyorsun.”

“çünkü özür dilemeni istemiyorum!”

“neden?”

Mavi, siniri bozulduğu için gülüp “çünkü bu çok kırıcı,” dedi, “beni unuttuğun için benden özür dilemen çok kırıcı!” Mavi, İmran’a bakıp “ben kendim giderim Yüzbaşı. Gerek yok. Varlığınla yokluğun arasında bir fark yok zaten,” dedi ve yanından çekip gitti. Aynı anda İmran kolundan sertçe tutup onu durdurdu. Mavi, kendini kurtarmayı denedi ama başaramadı. Etrafta gezinen korumalar onları duymasın diye “bırak!” diye fısıldadı. İmran kolundan tutup onu büyük bir ağacın altına sürükledi. “İmran bırak!” dedi Mavi. İlk defa ikisi de bu kadar sinirliydi. Mavi, ne yapacağını bilemeden etrafına bakınıp “ne yaptığını sanıyorsun?” diye tısladı. “Biri görürse rezil oluruz.”

“umurumda değil”

“bırak artık.” İmran mengene gibi kavradığı kolunu bırakmadı ama tutuşunu hafifletti, “canını acıttığım özür dilerim,” dedi sertçe ve ekledi, “bir daha olmayacak.”

“biliyorum”

“ve diğer mesele için de üzgünüm hiçbir şey senin düşündüğün gibi değil. Asla ama asla böyle düşünmedim. İşlerim çok yoğundu Mavi. Gerçekten bilmediğin pek çok şeyle uğraşıyorum. Bilmemen gereken şeylerle!”

“babamla da bu bilmemem gereken şeyler hakkında mı konuşuyordunuz?”

“evet” dedi İmran. “peşinde olduğum çok önemli bir şey var. Şimdilik bu kadarını söyleyebilirim.”

“anladım tamam” dedi Mavi. Kolunu çekti. “haklısın”

“Mavi, yapma böyle.”

“bir şey yapmıyorum,” dedi Mavi. “işlerin çokmuş. Anladım. Tamam. Artık gidebilir miyim?”

“git,” dedi İmran sinirlenerek, “ama şunu bil. Sen de az önce sözlerinle beni yaraladın.” Mavi, dolan gözlerini saklamak için aşağıya bakıp “özür dilerim,” dedi ama sesi çatladığı için ağlamaklı olduğu belli oldu. Yutkunup “artık gidebilir miyim?” diye sordu. İmran usulca çenesinden tutup başını kaldırdı ve bir damla gözyaşı eline geldi.

“gerçekten ne oldu güzel gözlüm?”

“ben senin yüzüne bakmaya doyamıyorum. Sesini duymazsam içim rahat etmiyor. Sen beni hiç mi özlemedin?”

İmran sorunun ne olduğunu anlayınca gülümsedi. Sevilmek güzel şeydi. “benim sana duyduğum özlem hiç bitmeyecek.”

“yalancı,” Mavi, kendini çekip gözlerini sildi, “gidiyorum ben.” Bu sefer gerçekten yanından ayrıldı. Bir iki adım sonra durup geri döndü. Sevdiği adam kollarını kavuşturmuş onu izliyordu. “bilmek istersen yarın evdeyim. Ondan sonraki gün Safiye Sultan’la birlikte şehir turuna çıkacağız. Ve sonraki günde- Allah bilir.” Mavi, sırtını ona dönüp yürümeye devam etti.

“Allah’a emanet ol sevdiğim!” diye bağırdı arkasından İmran. Mavi, tebessüm etti. Ama karşılık vermedi. En azından dışından…

 

Bölüm : 10.12.2024 15:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...