
Mavi’nin söylediği bu tek cümle Ahmet amcasının yüzünde ki tüm rengin gitmesine sebep olmuştu. Yutkunduğunu gördü Mavi onun. Demek ki gerçekten bir kadın girmişti iki kardeş arasına. Ahmet amcası ne yapacağını bilmeden durdu bir an. Sonra belki de o da bu yükü taşımaktan yorulduğu için belki de hiçbir şeyin saklı kalmadığını bildiği için kafasını salladı.
“sen arka bahçeye geç. Ben elimi yüzümü yıkayıp geliyorum.”
Mavi kafasıyla onaylayıp içeri girdi. Asiye ilmiye sınıfında olmalıydı. Arka bahçeye çıkıp derin bir nefes aldı. Göğsü sıkışıyordu. Masaya geçip sandalyeyi çekti. Oturup amcasını beklerken telefonu çalmaya başladı. Arayan kişi İmran’dı. Mavi kapat tuşuna basıp telefonunun sesini kıstı. Bunu yaparken içi acımıştı ama İmran arayabileceği en münasebetsiz zamanda aramıştı. Amcasını beklerken sağ dizi kendiliğinden titriyordu. Avuç içleri terlediği için tuniğine sildi.
“geldim” dedi amcası kapıdan girip. Bir sandalyeyi tam karşısına çekip oturdu. Az önceki bocalamasından eser kalmamıştı. Şimdi kötü durumda olan Mavi idi.
“anlat bakalım” dedi. Mavi kafasını salladı. “Benim anlatacak bir şeyim yok amca. Benim dinleyecek çok şeyim var.”
Amcası acı bir tebessüm edip kollarını birleştirdi. “ne bilmek istiyorsun?”
“babamla amcam arasında ne geçtiğini? Hülya annenin bu olayda ki payını, her şeyi bilmek istiyorum. Kerim amcam neden burayı terk etti? Neden İmran’ı evlat edindi. Neden hiç evlenmedi. Neden babamla göz göze gelmekten bile kaçıyor? Neden şimdi geri döndü? Neden amca? Neden!”
“tamam sakin ol Aliye. Sakin ol.”
“anlat o zaman amca.” Sesi titrediği için daha fazla konuşmadı Mavi. Amcası ise uzaklara dalıp gitmişti. “ben küçükken yani oyun çağındayken iki ağabeyim vardı benim. Delikanlı çağlarındaydılar. Aralarında bir yaş fark vardı. Yakışıklıydılar. Varlıklıydılar. Onlara hayranlıkla bakardım. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Neredeyse tüm zevkleri aynıydı. Annemle babam gurur duyardı ikisiyle de. Ben ise daha küçüktüm. Ama onların yanına gittim mi hiç dışlamazlardı beni. Öyle severlerdi ki beni sanırdım sırtım hiç yere gelmez. Bu ikisi derdim çocuk aklımla bu ikisi ömrüm boyunca benim yanımdan hiç ayrılmayacak. Lakin rabbim bu iki kardeşi öyle bir sınava tabii tuttu ki kalpleri parça parça oldu ikisinin de.”
“ne?” dedi Mavi, gözünden bir damla yaş süzüldüğünü hissetti. Ahmet amcası ona bakmıyordu. Anlatmaya devam etti. “Kerim ağabeyim askeriyeye kaydolduğu zaman eğitim için Onbalıg şehrine gitmişti. Orada Özi’lerin aile dostu Maraloğulları vardır. Bilir misin?”
“biliyorum” dedi Mavi. Aynı zamanda Hülya annenin kızlık soyadının da Maraloğlu olduğunu biliyordu.
“Kerim ağabeyim oraya gittiği vakit aile dostu olduklarından mütevelli evin ne hanımı ne de eri ağabeyimi bırakmamış. Ağabeyimin de şehirde ikinci kapısı orası olmuş. Gel zaman git zaman derken evin kızı rahmetli Hülya yengemle Kerim ağabeyim birbirlerine sevdalanmışlar.”
Mavi, gözlerini kapatıp olayı sindirmeye çalıştı. Bir umut amcası başka bir hikaye anlatır diye beklemişti. “olamaz”
“olmuş. Kerim ağabeyim eğitimini tamamlayıp yüzbaşı olarak çıkınca rahmetli yengemi istetmek için uçarcasına buraya Salahdar’a geri dönmüş. O sıralarda Celal ağabeyim ise tahsilini bitirmiş saraya girmişti bile. Çok yoğun çalışıyordu ikisi de. Kerim ağabeyim Celal ağabeyime söyleyememiş sevdalandığını. Anlatmamış. Bilmiyorum belki de utanmıştı.”
“sonra ne olmuş?”
“meğer yıllar öncesinden iki aile arasında verilmiş bir söz varmış. Hülya yengem ve Celal ağabeyim için. Kerim amcam eve geri döndüğünde iki aile bunu çoktan açıklamıştı. O zamanlar tam olarak anlayamıyordum ama vakit geçtikçe sindirdim ben de. Kerim ağabeyim öyle bir susmuştu ki Celal abim anlayamıyordu. Bir gece onları dinlemiştim gizlice. Celal ağabeyim rahmetli yengeme körkütük sevdalanmıştı. Öyle ki bir zaman ağzından Hülya’dan başka kelam çıkmaz olmuştu. Celal ağabeyim konuştukça Kerim ağabeyim susuyordu daha fazla. Ben on altı yaşımdayken evlendiler. Hülya yengem bu eve gelin geldiği zaman her şey değişti. Kerim ağabeyim evden kaçmak için arkasında gözü yaşlı anamı bırakarak Boğaz’a gitti. Bir de Hülya yengem var tabii. Ama o gizlice ağlıyordu.”
“babam ne zaman öğrendi bunu?”
“baban. Benim canım ağabeyim. Ne acı çekti. Bir kardeş kaybetti. Sevdi ama sevilmedi. İshak’ın doğduğu günü hatırlıyorum. Hülya yengemin kucağındaydı. Yengem getirdi bana verdi. Kucağıma aldığım vakit “söyle bakalım Ahmet adı ne olsun?” diye sordu yengem. Anne olunca o da değişmişti tabii. “İshak olsun mu yenge” demiştim. Kafasını sallamıştı sadece. Ağabeyim ise kaybettiği kardeşinin yokluğunu oğluyla doldurmuştu. Ona bakarken gözleri öyle parlardı ki şaşıp kalırdım her seferinde. Derken bir gün Kerim ağabeyim döndü. Üç beş yara izi vardı üzerinde. Ama en çok da gözleri ölmüştü. Hala hatırlarım kapıdan ilk girdiği anı. Celal ağabeyim öyle bir sarılmıştı ki ona. En son o zaman gördüm onu ağlarken. Bir daha hiç ağlamadı. İshak altı yaşlarında falan o zaman. Aralarda neler olduğunu bilmiyorum. Belki de Kerim abimi görünce Hülya yengemin yarım kalan aşkı alev aldı tekrardan belki de hiç sönmemişti. Kerim abim ise Celal abimle yengemin sözlendiğini öğrendiği an ölmüştü zaten. Sonrasında ne hissetti ne düşündü hiç bilmiyorum. Dedim ya sustu abim. Gel zaman git zaman Celal abimle yengem büyük bir kavga etmişler. Ben yoktum. Konuşulanlardan ne duyduysam o. Yengem itiraf etmiş her şeyi. Sonra da ben sevdiğim adama gidiyorum demiş. Seni ise hiç sevmedim. Çekip gitmiş gerçekten. Kerim abimin yanına giderken-“ Ahmet amcası şimdi zorlanıyordu işte. Bütün bunları anlatmak yeterince zorken üstüne birde bunu söylemek çok zordu. “Kerim abime kaçarken öldü yengem. Kaçarken öldü.”
Amcası sustuğunda Mavi kuruyan gözlerini kırpıştırıp kendine gelmeye çalıştı. Amcasının son cümleleri zihninde kırılıp binbir parçaya bölünmüştü. Göz göze geldiler. Amcası kafasını salladı hafifçe. Anlatmaya devam etti. Belli ki onun da sustukları büyümüştü içinde. Dışarı çıkmak istiyordu. “Yengemden sonra ağabeyim sizin bildiğiniz katı, huysuz, o soğuk adama döndü işte. Neden sevilmediğinin cevabını almak mahvetti onu. Öyle bir sırtını döndü ki Kerim ağabeyime şimdi o bile nasıl geri döneceğini bilmiyor. Kerim ağabeyim ise yapmayı bildiği tek şeyi yaptı. Gitti. Ama bu sefer yanında İmran’la döndü. İmran sana hiç abimle nasıl karşılaştıklarını anlattı mı?”
“hayır” dedi Mavi. Sesi öyle cılız çıkmıştı ki o bile zor duymuştu kendini.
“İmran! O zaman ki adıyla Thomas. Boğaz’da doğan her çocuk gibi bir sıfır yenik başlamış hayata. Onun annesi iyi bir kadın değilmiş. Anla işte.”
Mavi elini farkında olmadan ağzına götürünce Ahmet amcası “istersen bunları İmran yeğenime sor,” dedi hemen. Mavi kafasını salladı. “hayır duymak istiyorum.”
“Tamam o vakit. Thomas’ın annesi bi-bir kız çocuğu doğurmuş. Neyse bebek çok az yaşamış zaten ama yeğenim çok bağlanmış o miniğe. Bebek ölünce annesi de kafayı yemiş asmış kendini. Thomas kalakalmış öyle. O sıralarda Kerim ağabeyim de gizli görevde. Karşılıklı dairelerde kalıyorlar. Her geçen gün Thomas gözünün önünde yok olup gidiyor. Yanında dayı diye gezinen ne olduğu belirsiz bir adam. İçki mi istersin kumar mı, zina mı, uyuşturucu mu? Tabii Thomas daha çocuk yaşında! Kaç yaşında desem ben deyim on bir sen de on iki. Bir gün dayısı olacak şerefsiz bir sokak çatışmasında vurulunca Kerim ağabeyim ortada kalan çocuğu sahiplenmiş işte”
“ne!” Mavi artık bayılacak gibi hissediyordu. İmran neden bunların hiçbirini anlatmamıştı ona. Neden sevdiği herkes ondan bir şeyler gizlemişti?
“İmran bütün bunların bilinmesini istemiyor. O yüzden sana anlatmadı. Bana da anlatmadı. Bana bütün bunları Kerim ağabeyim anlattı. Kerim ağabeyim onu evlat edinmeye karar verdiğinde Thomas çok direnmiş ama ağabeyim vazgeçmemiş. Çünkü onda kendisini görmüş. Celal ağabeyimi görmüş. Ve bir kefaret ödemek istemiş. Bu yüzden Thomas’ı almış. Ama bu sefer de Celal ağabeyim kabul etmemiş onu.”
“hatırlıyorum,” dedi Mavi. Beyni zonkluyordu artık. “üçünüz babamın çalışma odasındaydınız. Babam bu gavur tohumuna nasıl soyadımızı verirsin diye Kerim amcama bağırıyordu. Açıkçası bu zamana kadar aralarında ki problemin İmran yüzünden olduğunu düşünmüştüm.”
“Celal ağabeyim İmran’ı değil. Thomas’ı kabul etmemişti. Ama Abdullah Veli topladı onu. Bizim İmran’ımız yaptı öyle değil mi? Peki ya babanı bu evliliğe ikna eden kişi kim biliyor musun? Aynı şekilde Kerim ağabeyimi de.”
“Kerim amcam bu evliliğe karşı mı?” diye sordu Mavi, şok içinde.
“öyleydi. Ama deden ikisini de ikna etti.”
“nasıl?”
“orasını karıştırma. Ama ikisi de sizin mutluluğunuz için tekrardan bir araya gelmeyi kabul etti. Kerim ağabeyim oğlu için buraya geri döndü. Celal ağabeyim de senin için onların geri dönüşüne sesini çıkarmadı. İmran’ı kabul etti. Onca yıllık acılarını sadece siz mutlu olun diye saklıyorlar şimdi. Sizin için bir araya geliyorlar Mavi. Kimse iyileşmedi hala. Herkes kırgın.”
“İshak ağabeyim?”
Ahmet amcası öyle bir baktı ki Mavi’ye gözlerini kaçırdı Mavi. “ağabeyimin kanayan yarasıdır İshak. Sadece onun mu Kerim ağabeyimin de öyle. İshak yavrum çok yandı. Ama neden yandığını bilemedi bir türlü. Neden babasının bu kadar uzak bu kadar soğuk olduğunu çözemedi. Annesinin suçu neydi bilemedi. Öyle ya Hülya yengem annesiydi onun sadece. Ötesini bilemezdi ki çocuk aklıyla. O yüzden çok kırıldı Celal ağabeyime. En başta Gülsüm yengemi de çok yaraladı. Ama yengem melek gibiydi. Tam babasının kızıydı. Bu mülke adım attığı ilk andan itibaren herkesin yaralarına merhem oldu. Çok sabırlıydı. Hem babana hem de abine karşı. İkisi de çok yaraladı yengemi. Ama sabretti.”
“kazandı mı peki?”
“neyi?”
“babamın aşkını?” diye sordu Mavi içi yana yana. Ahmet amcası “sevda insanı çok yorar kızım,” dedi. “bilmiyorum ki babanın kalbini.”
“ama hem amcam hem de babam sadece o kadını sevmişler o zaman. Başka kimseyi değil. Babam mecburiyetten evlenmiş annemle. Sevdiği için değil.”
“Mavi,” dedi amcası sakinleştirmek istercesine. Ama Mavi kendine hakim olamıyordu. Sandalyeden fırlayıp volta atmaya başladı. Amcası hemen ayaklanıp omuzlarından tuttu. “iyi misin kızım?”
“Allah’ım” dedi Mavi ağlayarak. “bu ne şimdi?”
“ah kızım” amcası ona sarılıp sakinleştirmeye çalıştı. Mavi kollarını amcasına dolayıp destek aldı ondan. “ne yapacağım ben şimdi amca?” diye sordu. “kimin yüzüne bakacağım şimdi hiçbir şey olmamış gibi. Allah’ım! Ne yapacağım ben?”
“sakin ol kızım” dedi Ahmet Özi. Usulca sırtını sıvazlarken…
“Amca bütün bunlar nasıl olur? Nasıl?” Mavi, gözlerinden akan yaşları silip kendini toplamaya çalıştı. “babam! Benim babam böyle büyük bir acıyı nasıl tutuyor içinde? Peki ya amcam? O niye hiç a-anlatmamış?”
“bilmiyorum.” Amcası yeğenini tutup tekrardan sandalyeye oturttu. Titreyen ellerini sıkıp “ben sana ne bildiysem onu anlattım” dedi.
Mavi kafasını toplamaya çalışıyordu ama içindeki yangın coştukça coşuyordu. Hangi birine yanacağını şaşırmıştı şimdi. Babasına mı? Amcasına mı? Annesine mi? Abisine mi? Yoksa sevdiği adama mı yanacaktı? Hangisine yanacaktı?
Bir süre amca-yeğen sessizce oturdular bahçede. İkisi de dalıp gitmişti. Mavi dünyadan kopmuştu. Aklında ki sesler susmuyordu. Yine de bir süre sonra sakinleşmeyi başardı. Her şeyden bihaber mutluluk balonu içinde yaşadığını fark etmişti. Amcası ise az önce o balonu patlatmıştı. Usulca ayağa kalktı. “elimi yüzümü yıkayıp geliyorum”
Eve girip banyonun kapısından içeri attı kendini. Sırtını kapıya yaslayıp bir süre boş boş zemine baktı. Sonra suyu açıp yüzünü yıkadı. Aynada kızarmış gözlerini görünce şaşırdı bir an. Yüzü sarıydı. Toparlanmak için mutfağa gidip şerbet doldurdu iki bardağa. Mutfaktaki ablalar seslerini çıkarmadan işlerini yapmaya devam ettiler. Bir mesele olduğunu anlamış olmalılardı.
Tepsiyle geri döndüğünde amcasını bıraktığı gibi buldu. Tepsiyi masaya bırakıp bardakları aldı. Birini amcasına verdi. “eve dönsem iyi olacak artık,” dedi bir yudum alıp.
“bu anlattıklarım-“ dedi amcası ancak Mavi cümlesini bölüp “şimdilik aramızda kalacak” diye araya girdi.
“şimdilik?”
“Amca bütün bunları öğrendikten sonra susup oturacağımı düşünmüyorsun herhalde.”
“yapma Mavi”
“benim yapacağım şey birbirine hasret kalmış iki kardeşi barıştırmak olacak. Bir baba ile oğulun arasını düzeltmek için elimden geleni yapacağım. Konuşulmamış yara olarak kalmış her ne varsa sinelerinde-“ Mavi durup bir nefes aldı şimdi kendinden emindi. “konuşacaklar!”
“İnşallah” dedi amcası. “inşallah dediğin gibi olur.”
Mavi kafasını salladı. Şerbeti bitirip tepsiye koydu. Masadan telefonunu alıp ayağa kalktı. Onunla birlikte amcası da ayaklandı. Mavi uzanıp elini öptü.
“her şeyi anlattığın için sağ ol amca. Ben de sana bir söz veriyorum. Rabbimin izniyle bugünden itibaren iki kardeşi barıştırmak için elimden geleni yapacağım. Özlediğin o güzel günleri tekrardan göreceksin.”
Mavi eve geri döndüğünde kimseye gözükmek istememişti ama annesi onun geri dönüşünü bekliyordu.
“nereye kayboldun kızım sen?” diye sordu annesi. Mavi gözlerine bakmaktan kaçınıp “Ahmet amcamın yanına gittim.” dedi.
“biliyorum. Zeynep söyledi ama neden gittin?”
“birkaç bir şey soracaktım ona. Merak ettiğim hukuki bir mesele vardı da.”
Annesi ikna olmuşa benzemiyordu ama çok kurcalamamaya karar vermiş olacaktı ki “peki tamam. Git odana hadi yorgun gözüküyorsun” dedi.
Mavi kafasını sallayıp merdivenlere yönelmişti ki durup “şey babam döndü mü?” diye sordu. “hayır geç gelecek.”
“hayırdır inşallah.”
“bilmiyorum. Sen de bilme” dedi annesi ters ters. Mavi sesini çıkarmayınca daha da şaşırdı. Mavi ise koşar adımlarla odasına gitti. Ceylan elinde birkaç kağıt inceliyordu. Mavi’yi görünce “bir şey olmuş” dedi hemen. Mavi, kafasını salladı. “ben bir su dökünüp geliyorum” kaçarcasına banyoya gidip sessizce ağladı. Sakinleşip işi bittiğinde banyodan çıktı. Ceylan hemen üstüne atlayıp “anlat! Çabuk!” dedi.
“çok yorgunum Ceylan. Sonra konuşalım olur mu?” Mavi’nin suratında ki ifadeden bir şeyler anlamaya çalışan Ceylan “tamam” dedi. Mavi seccadesini alıp namaz kılarken Ceylan’da mekteple ilgili belgeleri incelemeye devam etti. Namazını bitirdiğinde seccadesini toplayıp kaldırdı ve telefonuna bakmak aklına geldi. İmran onu beş kere aramıştı. İçi cız etti. Gelen mesajı açıp okuduğunda ise iş işten geçmişti artık.
“anlaşılan sesimi duymak bile istemiyorsun. Anladım. Ama yine de haberin olmalı diye düşündüm. İki günlüğüne şehir dışına çıkıyorum. Askeri bir mesele… Neyse boşver zaten ilgilenmiyorsun. İki gün boyunca telefonum kapalı olacak. Allaha emanet ol güzel gözlüm.”
Mavi pişmanlık içinde mesajı art arda okudu. Yatağına girip uyuma taklidi yaptı. Gecenin ilerleyen saatlerinde babasının eve gelişini duydu. Ahmet amcasında bir şey yediğini söyleyerek yemek yemeyi de reddetti. Ancak gece boyunca hiç uyumadı. Olan her şeyi düşündü. Ama ne yapacağını nasıl yapacağını bir türlü bulamadı. Sabah ezanı okunurken yataktan çıktı. Önünde Safiye Sultan ile geçireceği koca bir gün vardı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.05k Okunma |
326 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |