97. Bölüm
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 10. BÖLÜM

10. BÖLÜM

RabiaSofi
rabiasofi

Herkese kocamaaan merhabalar

sevgi neydi? sevgi emekti

iyi okumalar dilerim :)

 

BÖLÜM

Ateş Düşürücü

 

Sinan bir haftadır düzenli yürüyüş yapıyordu. Sitenin içinde yarım saati aşmayan yürüyüşlerdi. Fazla uzaklaşmıyordu. Abisinin, yengesinin ya da Neva’nın gözünün üstünde olduğunu biliyordu. Tek başına bir şey yapmayı öyle özlemişti ki yarım saatlik yürüyüş bile ona çok iyi geliyordu.

Bir haftanın sonunda artık yürürken kulaklığını takmaya başlamıştı. Yürürken bir şeyler dinlemek kafasında kurmasını engelliyordu. Sesli kitap dinleme alışkanlığı kazanmaya çalışıyordu, bazen birkaç şarkı açıyordu yarım saat öylece geçip gidiyordu.

Yine bir gün dönüş yolunda güya bahçenin duvarının önündeki bir işle ilgilenen abisi ile karşılaştı. İsmail onu görünce “bitti mi yürüyüşün?” diye sordu.

“bitti abi,” dedi Sinan. Kulaklıkları kabına geri koyup cebine atarken “sen nasılsın?” diye sordu.

“iyiyim koçum çok şükür, Hasan’ın peşinde dolanıyorum işte.”

İsmail yeşil gözlerini kardeşinin üstünde dolaştırıp “seni her geçen gün daha iyi görüyorum çok şükür,” dedi kendini tutamayıp. Uzamış sakallarına ve saçlarına bakıp gülümsedi.

“abi,” diye başladı Sinan çekinerek “ben annemle babamı ziyaret etmek istiyorum ama-“

“ama ne?”

“beni görmek isterler mi?”

İsmail, kardeşinin omzundan tutup incitmekten imtina eder gibi nazikçe sıktı. Sinan’ın başı önündeydi.

“kaldır başını ula!” diye parladı İsmail. Sinan başını iki yana salladı. İsmail onun yüzünü tutup kaldırdı.

“sen tövbeni ettin değil mi?” dedi İsmail usulca. Sinan yutkunup “evet,” diye cevap verdi kısık bir sesle.

“sanma ki annemle babam seni evlendirip başlarından attı. Her gün senden haber alıyorlar. Gelmeyi isteseler de senin iyiliğin için senden bir süre uzak durmaya karar verdiler. Şimdi görüyorum ki artık buna gerek yok. Karınla oğlunu al git kapılarına ellerinden öp, helallik iste. Göreceksin bak her şey daha iyi olacak.”

“inşallah abi,” dedi Sinan gözleri dolu dolu. Halletmesi gereken o kadar çok şey vardı ki. İsmail uzun zamandır tüm ailesinin yüreğine bir taş gibi ağırlık veren Sinan’ın halinin iyileşmeye başladığını görüyor ve şükrediyordu. Kaç zamandır anne babası başta olmak üzere tüm ailesi ne yediği yemekten, ne içtiği sudan tat alıyorlardı.

Sinan tam gitmek için adım atacaktı ki bahçe kapısı açıldı ve dışarı Hasan’la birlikte yengesi çıktı. Hasan hemen babasına koşup “baba!” diye bağırdı sanki yıllardır görüşmüyorlarmış gibi. İsmail oğlunu kucağına alırken Ayşe “evde tutamadım,” dedi gülerek, “babam nerede, babam nerede? Tek bildiği cümle bu.”

İsmail halinden memnun oğlunun alnından öpüp kokusunu içine çekti. Onu kucağına aldığı anı hala çok net hatırlıyordu. Ayşe’si ona yıllar sonra bir evlat daha doğurduğunda bu kez tüm süreçte onun yanında olmuş, oğlunu ilk kez o kucağına almış, mis gibi kokusunu içine çekerek sevdiği kadınla birlikte büyütmüştü oğlunu. Baba olmayı her gün yeniden öğreniyor, kızı ile oğluna babalık etmeye çalışırken kendini de her gün yeniden keşfediyordu.

“buradayım babam,” dedi İsmail şefkatle “bak amca da burada!”

Hasan, Sinan’a kaçamak bir bakış atıp “amcalar nerede?” diye sordu. Bahsettiği İlyas ve Oğuzhan’dı elbette. Sinan titrek bir tebessümle “onlar burada değil,” dedi ve ekledi, “Sinan amcayı versek.”

Hasan gülüp “sen de mi amcasın?” diye sordu. Gözleri babasına benzemişti, saçlarının rengini de annesinden almıştı.

“evet,” diyerek gülümsemeye çalıştı Sinan. Uzanıp Hasan’ın elinden tuttu. Minik avucunu yanağına yaslayıp bir an gözlerini kapattı. Hasan onu dikkatle izliyordu.

“hissettin mi?” diye sordu Sinan gözlerini açıp.

“neyi?” diye sordu Hasan merakla

“aramızdaki bağı.”

Hasan, babasına baktı hemen. İsmail tebessümle başını salladı. Gülünce gözlerinin etrafı kırışıyordu artık.

“hissettim,” diye karşılık verdi Hasan. Kollarını ona açınca Sinan onu kucağına almak için hamle yaptı ama İsmail onu geri çekip “daha değil Sinan’ım,” dedi hemen. Sinan’ın elleri iki yana düşerken Ayşe hemen “o da olacak inşallah,” diyerek elini küçük kayınbiraderinin sırtına koydu.

“sen bu azimle birkaç aya kalmaz Hasan’ı sırtına bindirip tüm sitede dolaştırırsın.”

Genç adam gülmeye çalışıp başını salladı. Neva da Ömer’i kucağına aldığı için kızmıştı ona. Kendini kötü hissetmemesi gerekiyordu ama aciz hissetmekten kendini alamıyordu.

“inşallah,” diye mırıldandı Sinan kırık dökük bir sesle “ben gideyim artık. Allah’a emanet olun.”

Kaçar gibi onları arkasında bırakıp yan eve girdiğinde arkasından ona bakan abisini karısı teselli etmeye çalışıyordu. Sinan ise bahçe kapısı kapanır kapanmaz kendini bahçe duvarına yaslayıp elini alnına götürdü. Ağlamamak için kendini sıkıp bacaklarına baktı. Evin kapısı açıldığında kendini toparlamaya çalışarak doğruldu ama Neva olanları pencereden izlemişti. Peşinde Ömer vardı. Ömer annesinden önce kapıdan fırlayınca “yavaş oğlum,” diye uyardı Neva ama Ömer hemen Sinan’ın yanına gidip elinden tuttu. Onu götürmek istediği bir yer varmış gibi gücü elverdiğince çekince Sinan burnunu çekip onu takip etmeye başladı. Ömer onun parmağından sıkıca tutmuştu. Birlikte eve girerlerken Neva da onları takip ediyordu.

“bugün çok huysuz,” diye açıkladı oğlunun halini Neva “sürekli ağlamaklı anlamadım ne derdi var?”

Sinan, dikkatle Ömer’e bakıp “hasta olmasın?” dedi endişelenerek.

“ay inşallah olmaz,” dedi Neva “havalar soğudu dikkat ediyorum ama üşütmüş olabilir mi?”

Ömer merdivenleri gösterince “odana mı gitmek istiyorsun?” diye sordu Neva. Onu kaldırıp kucağına aldı. Birlikte odaya çıkarken Sinan da peşlerinden geldi. Odaya çıktığında Ömer tekrar iki ayağı üzerine basıp sandalyeyi işaret ederek Sinan’a “otur, otur, otur!” demeye başladı. Sinan sandalyeye oturunca hemen pelüş dinozorunu tutup “ey ey ey!” dedi Sinan’a.

Sinan anlamadığı için Neva’ya baktı. Neva gülüp “beni uyut diyor,” diye tercüme etti. Sinan anladığını belli eder gibi kollarını açınca Neva yine atıldı. Ömer’i kaldırıp Sinan’ın kucağına verdi. Ömer hemen başını Sinan’ın göğsüne yaslayıp “ey ey ey!” diyerek kendini sallamaya başladı. Sinan ona sıkıca sarılıp “üstümüze bir örtü örter misin annesi,” diye rica etti. Kokusunu içine çekerken “ben sana kıyamam ki!” diye söyledi kısık sesle. Neva duymuştu ama. Tebessüm edip ikisinin üstüne polar bir örtü örttü. Ömer elini onun kalbinin üstüne koydu.

Neva bu kez dışarı çıkmak yerine minik tabureye oturup onları izlemeye başladı. Sinan ona bakıp “sevdiği bir ninni var mı?” diye sordu.

Neva başını usulca sallayıp sakinleştirici bir tonda Dede Korkut duası okumaya başladı.

“yom vereyim han’ım, yerli kara dağların yıkılmasın, gölgelice kaba ağacın kesilmesin, kan gibi akan görklü suyun kurumasın, kanatlarının ucu kırılmasın, Mevla’m seni namerde muhtaç etmesin.”

Sinan ona bakakalmıştı. Ninni söyleyen Neva beklemediği bir şeydi. Ama huzur veren bir tarafı da vardı. Gözlerini kapatmak istedi ama Neva’ya bakmaya da devam etmek istiyordu. Başı yine örtülüydü. Evin içinde bile başını açmıyordu. Bu durum gün geçtikçe Sinan’a daha ağır gelmeye başlamıştı. Neden bir türlü ona güvenip de- ama hayır bu güvenmekle ilgili değildi. Bu kabul etmekle ilgiliydi. Neva, Sinan’ı kocası olarak kabul etmemişti. Bu yüzden ona hala namahremmiş gibi davranıyordu. Peki ya Sinan? Sinan onu karısı olarak kabul etmiş miydi? Neva onun için kimdi?

Aynı evin içinde yaşadığı bir yabancı mı? Bir arkadaş mı? Kimdi Neva? Bakışları birbirine kilitlenmişken, Neva onun gözlerinin içine bakıp ninnisini söylemeye devam ederken kalbinde hissetmeye başladığı bu sancı neydi?

Neva sustuğunda Sinan bir an kımıldamadan ona bakmaya devam etti. Ömer uyumuştu bile. Genç kadın minik tabureden kalkıp oğlunu kucağına aldı. Beşiğine dikkatlice yatırıp ateşini kontrol etti.

“sanırım biraz üşüttü,” dedi Neva “ateş düşürücü içirmem lazım.”

Hemen gidip çekmeceyi açtı. Cam şişedeki şurubu alıp kaşığa döktü. Ömer’in başını tutup ilacı içirdi. Daha yeni uykuya dalmış bebek ağlamaklı olunca “hadi annecim,” dedi Neva. Ömer zorlukla şurubu yutup uykusuna devam ederken Neva onu hafifçe pışpışladı. Sinan beşiğin kenarında onu izlerken “bir hastaneye mi gitsek?” diye sordu endişelenmeye başlayarak.

“şimdilik gerek yok,” dedi Neva “ama belli oldu bu gece bana uyku yok.”

“anlamadım.”

“sürekli kalkıp ateşini kontrol etmem lazım. Yükselirse hastaneye gitmemiz gerekebilir.”

“ne diyorsun ya!” Sinan’ın iyice keyfi kaçmıştı. Neva ona tebessüm edip “endişelenme,” diye teskin etmeye çalıştı “çocuklar düşe kalka büyürler.”

Sinan “ben üstümü değiştirip geliyorum,” dedi “bir şey olursa bana seslen.”

“tamam,”

Neva, gün geçtikçe daha da iyileşen adamın peşinden bakarken teklemeden attığı adımları izliyordu. Sinan ise elinden geldiğince hızlı bir şekilde çatı katındaki odaya çıkıp elini yüzünü yıkadı. Kilo almaya başladığının farkındaydı çünkü artık eşofmanları da tişörtleri de üstünde biraz daha iyi duruyordu.

Tekrar aşağıya indiğinde Neva hala Ömer’in odasındaydı. Sinan “nasıl oldu?” diye sordu.

“ilaç etki etmeye başladı.”

“çok şükür.”

Sesindeki rahatlamayı duyan Neva “açsan mutfakta yemek var,” dedi gülüp. Sinan “sen?” diye sordu.

“ben buralardayım.”

Sinan “yemek yedin mi?” diye sordu. Neva başını salladı, “yok henüz yemedim.”

“o zaman önce gidip sen ye,”

“acıkmadım daha,”

“o zaman ben de acıkmadım,” diyen Sinan omuz silkip Ömer’in yanına gidip uyuyan yüzüne baktı. Neva beşiğin diğer tarafına geçip adama “git yemeğini ye,” dedi bir kere daha ve ekledi, “alman gereken ilaçlar var.”

Sinan onu duymazlıktan gelince “Sinan!” dedi Neva şaşkınlıkla. Bu gereksiz inat da nereden çıkmıştı.

“efendim Neva,” diye karşılık verdi Sinan. Bir yandan da Neva’nın adını söyleme şekline takılmıştı. Birbirlerine adları ile hitap etmeye daha yeni yeni alışmaya başlamışlardı.

“bak akşam olmak üzere, ilaçlarının vakti geçmesin.”

“ben almam gerekenleri aldım bile merak etme,” dedi Sinan sonunda başını kaldırıp ona baktığında. Neva kaşlarını çatıp “ne demek bu?” diye sordu.

“artık Güven Bey’in verdiği ilaçları kullanmıyorum demek,” Güven, Sinan’ın gittiği psikiyatrdı.

“ama sormadan etmeden-“

“ben telefonla arayıp konuştum,” Sinan çok önemsiz bir olaymış gibi omuz silkerek anlattığı şeyin Neva’yı ne kadar şaşırttığının farkındaydı, “sadece geceleri uyumama yardımcı olması için çok hafif bir sakinleştirici kullanmaya devam edeceğim. Ama yakın zamanda onu da bırakmaya niyetliyim.”

“sen ne dediğinin farkında mısın?” diye sordu Neva hayretle. Sinan ona “buna da mı kızdın?” diye karşılık verince genç kadın “başka neye kızıyormuşum ben?” diye sordu alıngan bir tavırla. Sinan onun haline neredeyse gülecekti.

“hiçbir şeye kızmıyorsun,” dedi kendini toparlayıp “aksine her şeye şefkatle, merhametle yaklaşıyorsun.”

Adamın bu cevabı karşısında ilk defa utandığını hisseden Neva bakışlarını kaçırıp yüzünün kızarmaması için dua etti. Sinan’ın dedikleri kalbine dokunmuştu. Cesaretini toplayıp “çok sevindim,” dedi içtenlikle “çok ama çok sevindim.”

“teşekkür ederim,” diyen Sinan o an farkında olmadan beyaz boyalı beşiğin kenarlarını sıkmaya başlamıştı. Bunu kendini engellemek için yaptığını henüz anlamamıştı. Çünkü o an yapmak istediği şey kızın yanına gitmek ve- Sinan kendini toparlamaya çalışıp kontrolsüzce inip kalkmaya başlayan göğsünü zapt etmek için cama gidip dışarısına bakmaya başladı. Hava kararmaya başlamıştı. Neva onun sırtına bakıp aklından ne geçtiğini merak ederken “bak ne diyeceğim,” diye başladı, “madem ikimiz de Ömer’in başında beklemeye niyetliyiz o zaman onu aşağıya taşıyalım. Oturma odasındaki koltuk yataktan hallice. Biz de böyle ayakta dikilmemiş oluruz.”

Sinan sonunda tekrar Neva’ya döndüğünde yüzünde daha sakin bir ifade vardı. Başını sallayıp “tamam öyle yapalım,” diye kabul etti. Neva, Ömer’i kucağına alıp dikkatlice aşağıya taşırken Sinan da çantasını aldı. Evet, taşımak için izin verdikleri tek şey buydu. Oturma odasına girdiklerinde Sinan “güzelmiş,” deyince Neva “ilk defa mı giriyorsun?” diye sordu.

“evet,” dedi Sinan. Açık renk duvarlar odaya geniş bir hava katmış, L şeklinde rahat koltuk ve duvara monte edilmiş TV’den başka bir de iki berjer vardı. Koltukların rengi bej rengiydi. Yastıklar ise toprak tonlarındaydı. Sinan o yastıkları kaldırıp “buraya yatıralım,” dedi. L koltuğun bir ucuna özenle Ömer’i yatırdı Neva. Üstünü ince bir örtüyle örtüp koruma altına aldı. Koltuğun TV’ye bakan kısmına oturan Sinan “anlaşılan bu gece buradayız,” dedi usulca.

“öyle,” diye onayladı Neva. Oturmadan “hemen geliyorum,” diyerek dışarı çıktı. Mutfağa gidip geniş bir tepsiye hazırladığı yemekleri koyup geri döndüğünde Sinan’ın çoktan sehpayı çekmeye çalıştığını görünce “dur ben hallederim,” dedi. Sinan sehpayı çekip “hallettim bile,” dedi.

“ama niye böyle yapıyorsun Sinan?” diye sitem etti. Sinan “iyiyim ben,” dedi yerine otururken “iyi olmasam yapar mıyım?”

“gerçekten iyi misin?”

“iyiyim tabi,” Sinan, Neva’nın getirdiği tepsiye bakıp “çok acıktım,” deyince Neva da yanına oturup “hadi afiyet olsun,” dedi.

Televizyonu açarken “ses olsun,” diyen Neva’ya “Ömer uyanmaz mı?” diye sordu Sinan. Genç kadın başını sallayıp “fön sesi açarak uyuttuğum oğlum mu?” dedi gülerek. Sinan, mışıl mışıl uyuyan bebeğe baktı, “yengem de Gökçe’yi öyle uyuturdu.”

Birlikte yemek yemeye başladıklarında biraz sonra kanalda ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ başladı. Neva “en sevdiğim!” dedi gözleri parlayarak.

“gerçekten mi?”

“evet!” dedi Neva “hiç bıkmadan her seferinde izlerim.”

“öyle olsun.”

Film akıp giderken ara sıra Ömer’i kontrol etmek için ikisi de sırasıyla yerinden kalkıyordu. Çok şükür ki ateşi çıkmamıştı. Yemek bittikten sonra Neva reklam arasında hızlıca tepsiyi götürüp ikisi için de polar battaniye getirdi.

“başlamadı değil mi?”

“hayır, hala reklam var.”

Sinan da sehpayı yerine koymuştu. Neva battaniyelerden birini ona uzatıp “ayaklarını uzatmak istersen-“ diye başladı ama Sinan “Allah aşkına yerine oturur musun lütfen,” diye rica etti ve tekrar ekledi “ben iyiyim.”

“tamam, bir şey demedim,” Neva yerine geçerken battaniyeyi üzerine aldı. Film başladığında ne ara sonu geldi yine anlamadı. Ancak o en vurucu sahne geldiğinde gözlerinin dolmasını engelleyememişti. Asya, İlyas’ı geride bırakıyor, Cemşit’le birlikte kalmayı tercih ediyordu.

İşte tam bu noktada Sinan’ın “nasıl yani?” dediğini duydu “İlyas’la gitmeyecek mi? Ama neden? Birbirlerini seviyorlar.”

“sen ilk defa mı izledin bu filmi?” diye sordu Neva. Sinan başını salladı, “oradan bakınca Yeşilçam hayranı gibi mi duruyorum?”

“ama bu kült bir film!”

“izlemedim!” dedi Sinan “iyi ki de izlememişim, bu ne biçim son!”

“İlyas başına gelen ne varsa hepsini hak etti!” diye itiraz etti Neva “Asya’yı aldattı, onu oğluyla bir başına bırakıp gitti. Seneler sonra tekrar karşılaştıklarında ise Samet’i kaçırmaya kalktı.”

“ama Asya bu adamı sevmiyor muydu?”

“sadece sevmenin tek başına her şeye yeteceğini zannediyorsan yanılıyorsun,” dedi Neva öfkeli bir kederle “eğer yetseydi-“

“ne?” dedi Sinan hemen “eğer yetseydi ne?”

Neva dudaklarını sıkıca kapatıp cevap vermeyi reddedince Sinan “senin için sevmek nasıl bir şey?” diye sordu. Neva kollarını göğsünde birleştirip “türlü çeşit sevgi var,” diyerek kaçamak bir cevap vermeyi seçti.

“aşktan bahsediyorum,” dedi Sinan açıkça. Neva oturduğu yerde ayaklarını altına topladı, “aşk da türlü çeşittir.”

“nasıl?”

Neva oturduğu yerde ona döndü. Çocukluğundan beri sevdiği adamın yüzüne baktı. İçinin gittiğini, ona doğru aktığını hissetti. Tekrar bir gölge olmak istemiyordu artık. Sinan’ı bir gölge gibi takip etmek istemiyordu.

“aşk,” dedi gözleri onun gözlerine takıldığında “bir ruhun başka bir ruha aşina olmasıdır, sebepsizdir, kaybolmaktır, sabretmektir, yaşamaktır, sınanmaktır, beklemektir, anlamaktır.”

Sinan, yine o çekim alanına girdiğini hissetmişti. Neva’nın ona bakan gözlerine çivilenmişti sanki. Yutkunup “neyi anlamak?” diye sordu.

“sevmenin nasıl kuvvetli bir duygu olduğunu anlamak.”

Neva istemsizce gözünden akan bir damla yaşı silip “nereden geldik biz bu buraya?” diye sordu arkasına yaslanıp. Sinan onun gözünden akan yaşa bakıp “özür dilerim,” dedi “kalbindeki yarayı sızlatmak istemezdim.”

“benim kalbimdeki yara sensin Sinan,” dedi Neva içinden. “beni gölgelere saklayan sensin, kalbime Arif’in kaybının acısını yükleyen sensin. Ben hep senin yüzünden oldum ne olduysam.”

“önemli değil,” dedi Neva, sesindeki tını Sinan’ın kalbini eziyordu. İçinde bir kıskançlık yükselmeye başlamıştı artık. Ölü bir adamı mı kıskanmaya başlamıştı. Hayır, hayır bunu yapamazdı. Neva’yı Arif’ten kıskanmıyordu. Neva’nın aşkını kıskanıyordu. O aşkın başkasına ait olmasına dayanamıyordu.

“uyuyalım mı artık,” dedi Neva bir yastığı alıp Ömer’in ayak ucuna koyarken. Sinan da kalkıp ışığı kapattı. L koltuğun diğer köşesine geçip yattı. Gözleri karanlığa alıştığında bir süre gözünü bile kırpmadan Neva’yı izlemeye devam etti. Üstüne örttüğü battaniyenin altında düzenli nefes alış verişleri dinledi. Onunla aynı odada uyuyacak olmak mıydı yüreğine heyecan katan şey? Ama aralarında ne kadar mesafe vardı. Daha Neva, Sinan’ın yanında başını bile açmıyordu. Bunu ona sormak istiyor ama cesaret edemiyordu bir türlü.

Gözleri kendiliğinden kapanana kadar Neva’yı izlemeye devam etti. Bilmediği şey Neva’nın da onu izlediğiydi.

 


lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın

hepiniz Allah'a emanet olun :)

Bölüm : 16.10.2025 17:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 10. BÖLÜM
RabiaSofi
Sevmeyi Yaşamak

24.43k Okunma

2.61k Oy

0 Takip
105
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...