

esselamu aleyküm ve aleyküm esselam
hazır mısınız? yeni bölümü salıyorum ahaha
iyi okumalar dilerim
BÖLÜM
Gölgenin gölgesi
Ocak ayı hızlı başlamış ve hızlı bitmişti. Soğuklar devam ediyordu. Sinan lavaboda yüzüne bakarken çenesindeki yara izinin artık gözükmeyecek kadar sakallarının uzadığının farkındaydı. Saçları da öyle. Yüzünde büyük bir hüzün ile elleri saçlarına gitti. Kıvırcık saçlarına! Eskisi gibi olmanın bir yolu yoktu artık bunu biliyordu ama yeni biri olabilir miydi? Daha iyi biri?
Üzerinde krem rengi boğazlı bir kazak vardı. Dün sabah tartıldığında gördüğü rakam onun bile hoşuna gitmişti. Artık yürüyüşleri bir saati geçiyordu. Ömer’i kucağına oturarak olsa bile alabiliyordu. Ömer de gün geçtikçe Sinan’la yarışır gibi kilo alıyor, boyu da uzuyordu. Artık kelimeleri daha net telaffuz edebiliyor, derdini daha güzel anlatıyordu.
Evin içinde en suskun olan kişi ise Neva’ydı. Sinan onunla sohbet etmeyi çok seviyordu. Aslında Neva da onunla konuşuyordu. Sinan anlattığında dikkatle dinliyordu. Ama bir türlü kendinden bahsetmiyordu. Ne zaman muhabbeti ona çevirmeye çalışsa bir bahane bulup kaçıyordu. Sanki Neva kendinden bahsetmeye başlarsa ağzından bir şey kaçıracakmış gibi konuyu değiştiriyordu.
“bugün ona soracağım,” dedi aynadaki yansımasına bakarken. Kahverengi iri gözlerinde ufak ufak canlanmaya başlayan bir parıltı vardı yine.
“bugün ona neden evde de başı örtülü gezdiğini soracağım,” Sinan ellerini lavabonun kenarına dayayıp Neva’nın ne tepki vereceğini, nasıl cevap vereceğini düşünerek geriliyordu. Farkında olmadan ellerini o kadar çok sıkmıştı ki parmakları bembeyaz kesilmişti.
“soracağım çünkü-“ dedi cesaretini toplamaya çalışıp “soracağım çünkü ben onun- ben onun-“ ellerini lavaboya vurup “ben onun kocasıyım ulan!” diye tamamladı cümlesini.
“ben onun kocasıyım,” diye tekrar etti, “o da benim karım. Evliyiz biz. O benim- o benim namahremim.”
Sinan sonunda çatı katındaki odasından çıkıp Ömer’in odasına gitti. Odanın boş olduğunu görünce çıkıp yan odadaki kapıya baktı. Neva’nın odasının kapısı da kapalıydı. En aşağı kata indiğinde Ömer’in antrede onu görünce sevinç çığlığı attığını gördü. Ellerini ona açıp “gel buraya, gel buraya!” dedi hemen. Ömer heyecan yapıp koşmaya çalışarak ona doğru gelmeye başladığında temkinli bir şekilde dizlerinin üstüne çöküp onun gelmesini bekledi. Ömer onun kucağına atladığında ona sıkıca sarılıp mis gibi kokusunu içine çekti.
“Hadan!” dedi Ömer ona bir şeyler anlatmaya çalıştığı çok belliydi, “Hadan atta!”
“Hasan gezmeye gitmiş,” dedi Sinan yerden kuvvet alıp tekrar ayağa kalktı. Ömer’in elinden tutup birlikte mutfağa doğru yürümeye başladılar. Ömer başını iki yana sallayıp “Ömer, Hadan, atta!” dedi biraz da sinirlenerek. Sanki bu kadar basit bir şeyi anlamadığı için Sinan’a kızmıştı.
“haaa!” dedi Sinan aydınlanarak “sen ve Hasan gezmeye gideceksiniz.”
“haaa!” diye onu taklit etti Ömer. Sinan’ın kahkahası evin içinde çınlarken onların sohbetini dinleyen Neva gülümsedi. Mutfaktan doğru “kahvaltı hazır!” diye bağırdı.
“geliyoruz!” diye karşılık verdi Sinan. Ömer yine onu taklit etti ama anlamsız bir kelime çıktı dudaklarından. Birlikte el ele mutfağa girdiklerinde Neva onlara bakıp “neye güldünüz o kadar?” diye sordu.
“anne biz atta,” dedi Ömer. Neva onu kucağına alıp yanağından öptü. Sandalyesine oturtup “önce yemek,” diye hatırlattı.
“atta!” diye inat etmeye başlayınca Neva “Ömer!” dedi tatlı sert bir tonda. Ama Ömer hemen anlamıştı. Alt dudağı sarkarken gözleri dolu dolu Sinan’a baktı. Sinan’ın içi gitti. O da Neva’ya dönüp bakınca “önce yemek değil mi?” dedi Neva uyaran bir ses tonuyla. Sinan mecbur sesini çıkartmadan önüne döndü. Şimdi ikisi de sesini çıkartmadan yemek yemeye başlamıştı. Neva onların haline gülmemek için yanağının içini ısırıp tostunu yemeye devam etti.
“demek bugün gezmeye gideceksiniz,” dedi Sinan sonunda. Neva başını salladı, “Ayşe abla dün akşam aradı. Hasan’ı kapalı oyun parkına götürecekmiş. Malum havalar soğuk dışarıda oynayamıyorlar. Bana sen de gelir misin diye sorunca olur dedim ben de.”
“iyi,” diye onayladı Sinan “ben de bugün annemlere gidecektim zaten.”
Neva bir an durup “öyle mi?” dedi biraz şaşırarak. Sinan başını salladı. Neva şimdi durgunlaşmıştı. Sinan’ın tek başına gitmek istemesini anlıyordu ama yine de- niye birlikte gideceklerini sanmıştı ki! Sinan onu hayatına kabul etmek zorunda değildi. Neva da onu hayatının tümüne dahil etmemişken böyle bir şeyi ondan bekleyemezdi. Aralarındaki bu garip ilişkinin adının ne olduğunu bilmiyordu ama kesinlikle normal bir evlilik denmediğinin farkındaydı.
“a-aslında,” dedi Sinan bir süre sonra “sizin de benimle gelmenizi isterdim ama-“ Neva dalıp gittiği çay bardağından başını kaldırıp “gerçekten mi?” diye sordu. Sinan “elbette,” diye cevap verdi ve ekledi “ama madem yengeme söz verdin, başka zaman birlikte ziyarete gideriz.”
“o- olur.”
“güzel,” Sinan şimdi ona daha farklı bir şekilde bakmaya başlamıştı. Ağzını açıp “belki-“ dedi, “yani sen de istersen Talha amcalara da birlikte gideriz bir akşam.”
“isterim,” diye atıldı Neva hemen. Bu kadar çabuk bir karşılık vereceğini o da düşünmemişti ama kelime ağzından çıkıvermişti işte. Sinan kararsız bir tebessümle “bir akşam da kardeşlerimin hepsini bize çağırsak,” diye devam etti, “benim için çok endişelendiler. Hepsi tek tek çok uğraştı. Nergis yengem buradaki tedavim devam ederken hep doktorlarımla görüşüp takip etti, Leyla yengem kendi eviyle bizim ev arasında mekik dokudu hep. Abilerim ameliyatlarım devam ederken düzenli olarak refakat ettiler bana. Eniştem de öyle keza. Ablam- ablamın gözyaşları dinmedi hiç!”
Sinan dalıp gitmişti yine. Neva uzanıp ona dokunmak istedi. Elinden tutup ona destek olmak ama bunun yerine çay bardağını sıkmaya devam etti. Yutkunup “hepsinin başımızın üstünde yeri var,” dedi yumuşacık bir sesle.
“teşekkür ederim,” Sinan burnunu çekip dolan gözlerini saklamaya çalışırken telefonun ekranında bir bildirim işareti gördü. Eline telefonunu alıp açıp baktığında uzun zamandır beklediği haberin geldiğini görünce gözleri parladı. Neva onu izliyordu.
“güzel haber galiba,” dedi merakına yenik düşüp. Sinan telefonu kapatıp masanın üstüne bırakırken “güzel haber,” diye onayladı ama başka açıklama yapmadı. Neva’nın içine ise bir şüphe düşmüştü. Kimden haber gelmiş olabilirdi ki! Sinan’ın gözlerinin içi gülmüştü resmen. Delice bir an aklına Lily geldi. Yani Zily! Ama hayır! bu ihtimali aklından uzaklaştırmalıydı. Sinan, Lily’den gelen herhangi bir mesaja böyle tepki vermezdi. O artık evli bir adamdı. Neva aklından geçen bu düşünceyle donup kaldı. Kısacık bir anda bin bir çeşit duygu geçip gitmişti kalbinden. Şüphe, kıskançlık, merak, sahiplenme!
Sinan’ı ne ara bu kadar sahiplenmişti de kıskanmaya başlamıştı. Sinan onun sessizliğini neye yoracağını bilemediğinden Ömer’le ilgilenmeye devam etti. Kahvaltı bittiğinde Sinan “sen Ömer’i hazırla,” dedi Neva’ya, “ben buraları toparlarım. Eline sağlık.”
“afiyet olsun,” dedi Neva. Sesi istemeden mesafeli çıkmıştı. Sinan bu ses tonunu tanıyordu. Ablasından ve yengelerinden dolayı antrenmanlıydı. Neva ona- bir ihtimal- trip atıyor olabilir miydi? Ama neden?
“Neva,” dedi nitekim “bir şey mi oldu?”
“yok bir şey,” diye karşılık verdi Neva aynı ses tonuyla ve Sinan kesinlikle bir şeyler olduğunu düşünmeye başladı. Kahvaltı boyunca geçip giden muhabbeti düşünüp nerede hata yaptığını bulmaya çalıştı. Hatta düşünmekten kaşları çatılmıştı.
“saçların,” dedi Neva ortamı dağıtmak için “bir berbere gitme zamanın gelmiş gibi artık.”
Sinan, ona bakıp kime dediğini anlamaya çalıştı.
“Ömer’in mi?” diye sordu. Neva ona soğuk bir bakış atıp “ikinizin de,” diye ekledi. Sinan o an emin oldu. Karısı ona trip atıyordu. Ama neden?
“tamam haftaya bir randevu ayarlayıp gideriz,”
“ne randevusu?” diye sordu Neva şaşırarak “mahalle berberine gideriz olur biter.”
“olur mu canım öyle şey?” dedi Sinan “hem haklısın gerçekten bir berbere ihtiyacım var. Şeyden önce gitsem iyi olur.”
“ neyden önce?” diye sordu Neva hemen ve ekledi, “sen kimle görüşeceksin hayırdır? Bir anda berber aşkın mı kabardı?”
Sinan’ın şaşkınlıktan kısacık bir an dili tutuldu. Ömer dikkatle ikisini izliyordu. Sinan kendini savunmak ister gibi ellerini açtı, “sen dedin ya berbere gidin diye!”
“sen de üstüne atladın,” diye sitem etti Neva. Sinirden gözü dönmüştü. Kontrolünü kaybetmişti ve bundan nefret ediyordu. Sinan gün geçtikçe o eski haline dönerken Neva da eskiden Sinan ortamlarda arzı endam ettiğinde yaşıtı genç kızların onu nasıl süzdüğünü, peşinden bakıp nasıl kıkırdadıklarını hatırlamaya başlamıştı. Hatta bir keresinde bir genç kız Sinan’ın peşinden bakıp iç geçirerek “insanın Kaya ailesine en küçük gelin olarak varası geliyor,” demişti. Hele o Trabzon’daki düğünde Sinan’a bakmaya doyamamışlardı. Gerçi Neva da bakmaya doyamamıştı ama mesele bu değildi. Şimdi Sinan, Neva’nın kocasıydı. Sinan –onun- kocasıydı!
“Neva ne olduğunu söyler misin?” diye sordu Sinan açık açık. Neva yine kendini tutamayıp “az önce kimden haber geldi?” diye sordu.
Sinan, durumu anladığında yüzüne yayılan sırıtışı engelleyemedi. Neva ona gözlerini kısarak bakıp “niye soruyorsam!” diye söylenip bir hışım masadan kalktı. Aklını toparlamak için mutfaktan çıkıp gitti ama Sinan da onun peşinden gidip bir anlık cesaretle kolundan tutup onu kendine çekti. Yüz yüze geldiklerinde Neva’nın öfkeyle soluduğunu duydu.
İlk defa bu kadar yakından gördüğü yüzüne bakakaldı Sinan. Çillerinin sadece burnunda değil yüzünün her yerinde olduğunu fark etti. Hiç düşünmeden biraz daha yaklaştı karısına. Kolunu tutan eli gevşedi. Neva ise donup kalmıştı. Sinan’ın gözlerine bakmaya devam etmekten başka bir şey yapamıyordu.
“iş başvurusu,” diye fısıldadı Sinan sonunda “birkaç üniversiteye denkliğim tuttuğundan Kimya bölümü dersleri için başvuru yapmıştım. Görüşmeye çağırdılar. Onun için sevindim.”
Neva nihayet kolunu yavaşça çekip “sen ciddi misin?” diye sordu. Sinan başını salladı. Onunla birlikte kıvırcık saçları da sallandı.
“bu çok güzel bir haber Sinan,” diye fısıldadı Neva. Yüzleri birbirine o kadar yakın duruyordu ki fısıldaması da yetmişti. Sinan onu duyuverdi.
“kesinleşmeden söylemek istememiştim sadece.”
“anladım,”
Neva bir adım geri atıp başını öne eğdi. Sinan’ın tuttuğu kolunu tutup “özür dilerim saçmaladım,” dedi utanarak.
“esas ben özür dilerim,” dedi Sinan hemen “aklına ne geldi bilmiyorum ama ben seni üzecek bir şey yapmam Neva.”
Kocasının sesindeki merhamet Neva’nın kalbini sıkıştırdı. Gözleri dolmuştu. Hatırlayıp itiraf edemese de hala sevdiği Sinan vardı karşısında o an. Genç adam ona doğru bir adım atıp aralarındaki mesafeyi yine kapattı. Neva’nın bakışları yerdeydi.
“yüzüme bakar mısın?” diye rica etti. Neva yavaşça başını kaldırıp tekrar kocasına baktığında gözlerinde gördüğü parıltı kalp atışlarını hızlandırdı.
“neden evin içinde hala başın örtülü geziyorsun?” diye sordu Sinan bir anda. Neva’nın hiç beklemediği bir soruydu bu. İdrak edene kadar öylece kocasına bakmaya devam etti. Ardından “çünkü imam nikahı kıymadık,” diye cevap verdi.
“ama evlendik,” diye itiraz etti Sinan “nikahımızın kıyıldığına dair resmi belgemiz var. Bir sürü şahidin huzurunda evlendik. Dinimiz bu nikahı da kabul eder.”
“öyle,” dedi Neva “ama Allah’ın huzuruna çıkıp niyetlenmedik hiç. Ellerimizi ona açıp halimizi arz etmeden, rabbim niyetimiz birbirimize eş olmaktır, kabul eyle demeden içime sinmedi.”
Sinan, karısını dinlerken aptallığına yandı. Neva haklıydı. Hem de çok haklı. Başını sallayıp “peki imam nikahımız da kıyılınca kabul edecek misin?” diye sordu Sinan. Neva bu soruya bir cevap veremezdi. Neyi, kimi kabul edecekti ki! Sinan’ı mı? Yutkundu. Bir anda göğsü hızla inip kalkmaya başlamıştı.
“demek istediğim,” diye düzeltmeye çalıştı Sinan “bu ev senin evin, en rahat etmen gereken yer. Nikah kıyıldıktan sonra sen de burayı evin olarak kabul edecek misin?”
“anladım,” diyebildi genç kadın rahatlayarak ve ekledi “kabul edeceğim.”
Sinan, tebessüm edip “o zaman en kısa zamanda bu işi halledeceğim,” diye söz verdi. Neva utancından ona bakamıyordu artık. Hızlıca başını sallayıp “ben Ömer’i alayım,” diyerek kaçar gibi giderken peşinden bakan Sinan uzun zaman sonra ilk kez sırıtıyordu.
….
Taksiden indiğinde kendini beş yaşında gibi hissediyordu. Annesi ile babasının karşısına çıkmaktan deli gibi korksa da bunu yapmak zorundaydı. Daha fazla kaçamazdı. Annesini arayıp “gelebilir miyim?” diye sormaya bile çekinmişti. İsmail abisinden rica etmiş, o da annesini arayıp Sinan’ın gelmek istediğini iletmişti.
Özenerek hazırlanmıştı Sinan. Krem rengi kazağının üstüne giydiği deri, motorcu ceketi ve siyah pantolonuyla uzaktan onu görüp başına gelenleri bilmeyen biri biraz zayıflamış derdi sadece.
Sinan dik durmaya çalışarak doğup büyüdüğü, içinde onca anısının olduğu eve doğru yürümeye başladı. Kapıyı çaldığında kalbinin atışlarını duyabiliyordu. Kapıyı açan kişi tanımadığı bir yüz olunca şaşırdı.
“Sinan Bey?” dedi kadın sorar gibi. Sinan içeri girerken “evet,” dedi şüpheyle “ben Selvi ablanın bir tanıdığıyım adım Yağmur. Selvi abla emekli olunca onun yerine ben işe başladım.”
“Selvi abla emekli mi oldu?” diye sordu Sinan şaşkınlıkla.
“evet iki ay önce işi bıraktı.”
Sinan eve girer girmez ilk şoku yaşamıştı bile. Ama bir yandan da emekliliği gelmiş kadın için sevinmişti.
“hayırlı olsun,” dedi Sinan sonunda. Kadın tebessüm edip “teşekkür ederim,” dedi ve ekledi “annenle baban salondalar.”
“tamam.”
Kadın giderken Sinan da kendini toparlayıp ezbere bildiği yolu yürümeye başladı. Sürgülü kapıdan içeri girip sağa döndüğünde annesi ile babasını gördü. Elife Hanım onu iki ayağının üstünde tekrar sapasağlam görür görmez ağlamaya başlamıştı bile. Sinan o an hiç düşünmeden hızlıca yürüyüp annesine sarıldı. Sıkıca sarıldı. Yüzünü omzuna gömüp ne ara ağlamaya başladı hiçbir fikri yoktu ama bunun tekrar kendini güvende hissetmekle bir ilgisi olmalıydı.
Anne oğul bir müddet hiç konuşmadan öylece durup ağlamaya devam ettiler. Yusuf Bey gözünden akan yaşları silip burnunu çekti. Oğlunu böyle görmek yıllardır onun yüzünden yüreğinde biriktirdiği derdin devası oluvermişti.
“anne bu aptal oğlunu affedebilecek misin?” diye sordu Sinan sonunda boğuk bir sesle. Elife Hanım onun kollarından tutup yüzüne baktı. İçinde tekrardan bir bayram sevinci uyandı o an. Nemli yeşil gözlerinin etrafındaki kırışıklıklar gülümsediğinde ona eşlik etti.
“affettim,” dedi Elife Hanım içtenlikle.
“hakkını helal et anne, Allah aşkına hakkını helal et.”
“helal olsun oğlum,” diye fısıldadı Elife Kaya. Yüreği kanat takıp uçmaya başlamıştı tekrar.
Sinan annesini bırakıp babasına döndüğünde bir an göz göze geldiler. Genç adam ani bir hamleyle babasının elinden tutup öptü ve alnına koydu. Sonra yanağını babasının elinin üstüne yaslayıp iki eliyle birlikte babasının elini tutmaya devam ederken “gölgesine sığındığım babam,” dedi sesi titreyerek “sen de affet beni, hakkını helal et.”
Yusuf Bey için bu kadarı yeterdi zaten. Bir şey demeden kollarını oğluna açıverdi. Sinan ona sıkıca sarılıp babasının kokusunu içine çekti. Küçüklüğünden beri aşina olduğu bu koku ona öyle çok anıyı hatırlattı ki gözyaşları tekrar akmaya başladı. Küçük bir çocuğun bakış açısından baba; güç namına bilindik her ne varsa onu temsil ederdi. Sinan da babasını izlemişti hep. O araba kullanırken, abdest alırken, namaz kılarken, yemek yerken, babası başkalarıyla sohbet ederken, Sinan’ın elinden tutup gezmeye götürdüğünde ona bilmediği bir sürü şey anlatıp öğretirken Sinan, babasını hep izlemişti. Onun için dünyanın en güvenli yeri hep bu iki insanın olduğu yer olmuştu. İşte şimdi yine o bildiği, güvendiği tanıdık diyardaydı. Hem de tekrar Sinan olarak buradaydı.
“hadi otur artık,” dedi annesi gözlerini mendille kurularken “daha fazla ayakta durma.”
Yusuf Bey onu tam yanına neredeyse dizinin dibine oturtup elini oğlunun sırtına koydu. Sinan onun elinden tutup tekrar öptü. Bir diğer yanına da annesi oturunca onun da elinden tutup öptü.
“bana tövbe et demiştin,” diye fısıldadı usulca. Annesi başını salladı, “demiştim.”
“ettim anne,” dedi Sinan “O’ndan başka yol olmadığını anladım.”
“anlatana şükürler olsun,” dedi babası.
Elife Kaya, oğlunun yüzünü sevip “İsmail’im bana her şeyi anlattı,” dedi huzurlu bir tebessümle “Zeynep’im de öyle.”
Sinan gülümseyip “orasını tahmin edebiliyorum,” deyince Elife Hanım da onun gülüşüne eşlik etti. Oğlunu gülümserken görmeyi ne çok özlemişti.
“Neva kızım nasıl?” diye sordu annesi. Karısının adı anılınca Sinan’ın gülümsemesi büyümüştü hemen. Annesi bunu fark edince halinden memnun “niye onlar da gelmedi?” diye ekledi.
“onlar Ayşe yengemle parka gittiler. Akşamdan sözleşmişler. Ama bir akşam hep birlikte geleceğiz inşallah.”
“inşallah,” dedi babası. Sinan’ın ailesinden bahsederken gözlerinin içinin güldüğünü o da fark etmişti.
“baba,” diye başladı Sinan şimdi biraz çekinerek cebinden kartı çıkartıp babasına uzattı. Babası kartı eline alıp “niye getirdin bunu yahu?” diye sordu “Neva’ya vermiştim bunu!”
“biliyorum, Allah razı olsun ama gerek yok.”
Elife Hanım oğlunun haline bakıp daha da şenlenerek “niye oğlum?” dedi bilerek “nasıl geçineceksiniz?”
“çalışırken-“ diye açıklamaya başladı Sinan bakışlarını kaçırıp “birikim yapmıştım şimdilik onunla idare ediyoruz. Ben de iş aramaya başladım.”
Son cümlesi ile karı koca birbirlerine baktılar. İkisinin de gözlerinde aynı parıltı vardı. Yusuf Bey sevindiğini çok göstermeden “sen yeter ki çalışmak iste oğlum,” dedi “mühendis adamsın, sana iş mi yok. Hemen ayarlarım bir tane.”
Sinan kendini daha da mahcup hissederek “yok baba, zahmet etme,” dedi ve ekledi, “birkaç özel üniversiteye başvuru yapmıştım. Bölümümde ders vermek için. İki tane geri dönüş aldım. Onlarla görüşmem var.”
“maşallah!” dedi annesi. İçine sular serpen oğlunun yüzünü yine sevip “maşallah!” diye tekrar etti.
“iyi madem,” diyen Yusuf Bey sırtını koltuğa yaslarken eski zamanlardaki gibi keyifle ellerini karnının üstüne koyup iç çekti, “ama görüşmeler olumlu olmazsa direkt bana haber veriyorsun. Birkaç arkadaşımın senin alanınla ilgili çok güzel çalışmaları var. Senin gibi donanımlı kimya mühendisini havada karada kaparlar.”
“tamam baba,” dedi Sinan sadece. Kendi çabasıyla arayıp bulduğu işin olmasını elbette tercih ederdi. Babası ise sırtına hafifçe vurup sıvazladı.
Hem annesinin hem de babasının keyfi yerine gelmişti. Onların gönlünü almış olmanın ferahlığı Sinan’a da iyi gelmişti. Ruhunu sıkan bir düğüm daha çözülüvermişti sanki.
Bir müddet sonra Yağmur abla yemeğin hazır olduğunu haber verince masaya geçip oturdular. Elife Hanım “oğlum,” dedi “öyle rahat mısın? İstersen koltuğa geçip ye.”
“yok anacığım,” dedi Sinan gayri ihtiyari “ben çok rahatım. Hem evde de hep mutfaktaki masada yiyoruz. Ömer’e yemeğini yedirirken ben de sandalyede oturuyorum.”
Yusuf Kaya beş evladı olan deneyimli bir babaydı. Başka bir baba gördü mü sesinden, duruşundan anlardı evladına olan sevgisini. Tam o anda en küçük oğlunun gözlerinde de Ömer için aynı sevginin izlerini gördü. Demek oğlunun kaderinde yetim bir çocuğa baba olmak vardı.
“Ömer’e yemeğini sen mi yediriyorsun?” diye sordu Elife Hanım gözleri dolmuştu yine. Sinan biraz utansa da başını salladı. Yemekleri iştahla yemeye başladığında karı koca yine birbirlerine bakıp gülümsediler.
“Ömer nasıl?” diye sordu kadın “birbirinize alışabildiniz mi?”
“alıştık,” dedi Sinan. Hemen yüzü gülmüştü. “Ömer çok neşeli, sevgi dolu bir bebek. Evi kahkahalarıyla çınlatıyor hep. Çok da zeki. Her şeyi hemen kapıveriyor. Ağzımdan çıkan her kelimeyi taklit ediyor neredeyse. Geçende biraz üşütür gibi olunca bizi biraz korkuttu ama.”
“Allah korusun,” dedi Elife Hanım. Oğlunu dinlerken elini çenesine yaslamıştı. Sinan ise hevesle anlatmaya devam ediyordu.
“amin,” dedi Sinan “Neva ona ateş düşürücü verdi. Ben biraz endişelendim ama o sakindi. Ömer benim kucağımda uyumayı seviyor. Bazen uyku vakti gelince dinozorunu alıp yanıma geliyor. İlk başlarda ne istediğini anlamıyordum aslında bana Neva açıklıyordu ama artık ben de anlıyorum.”
“eh oğlum,” dedi Yusuf Bey halinden memnun “buna baba olmak derler.”
Böyle söyleyince Sinan bir an babasına bakakaldı. Hiç böyle düşünmemişti. Aslında içten içe biliyordu ama sesli dile getirememişti bir türlü. Kendini Ömer’in babası gibi hissediyordu. Ona layığınca babalık etmek istiyordu. Ömer ona baba desin istiyordu. Kalbinde hiçbir eksikliğin acısını hissetmesin. İncinmesin.
“oğlum,” dedi annesi “dalıp gittin.”
Sinan kendini toparlayıp “yok, yok dalmadım bir yere,” diye karşılık verdi. Sonra da yemeğini yemeye devam etti.
Annesi ve babası ile sohbet etmeyi o kadar çok özlemişti ki durmadan bir şeyler anlatıp durdu. İkisi de huzurlu bir yüz ifadesiyle oğullarını dinlediler. Sinan’ın hevesini, neşesini, sesini, gülümsemesini özlemişti ikisi de. Bu ev sanki tekrar hayat bulmuştu.
Bir ara tuvalete gitmek için kalktığında kendini eski odasında bulduğunda içinde buruk bir hisle yatağının kenarına oturup odasına baktı. Karşı tarafta Oğuzhan abisinin yatağı vardı. Birlikte aynı odada kaldıkları onca sene boyunca ne anılar biriktirmişlerdi. Sonra İlyas abisinin evden gidişiyle Oğuz abisi de çatı katındaki odaya geçmişti. Kısa bir süre sonra o da evlenip gittiğinde Sinan yalnız odada değil evde de tek başına kalmıştı.
“eskileri mi yâd ediyorsun?” diye sordu kapı ağzından onu izleyen annesi. Sinan ona bakıp “biraz,” diye karşılık verdi. Annesi gelip yanına oturduğunda Sinan hiç düşünmeden onun bacağına yatıverdi. Cenin pozisyonuna kıvrılıp gözlerini kapattı. Elife Hanım oğlunun uzamış saçlarını okşamaya başladığında Sinan neredeyse uyuyakalacaktı. Bu huzuru o kadar özlemişti ki! Birden cümleler dudaklarından dökülmeye başladı o anda.
“Neva,” dedi Sinan fısıltıyla “neden o anne?”
Elife Hanım acı bir tebessümle “bunun sebebini merak etmeye başladığına göre doğru bir şey yapmışım demektir,” diye karşılık verdi.
Gözlerini açıp duvara bakmaya devam ederken “o daha önce tanıdığım kimseye benzemiyor,” diye itiraf etti.
“nasıl?”
“bilmem, değişik. Çok narin gözüküyor ama demir gibi bir iradesi var. Bitmeyen bir enerjisi var. Ömer’e karşı öyle şefkatli ve merhametli ki. Görsen için gider. Ben daha önce hiç- onun gibi biriyle karşılaşmamıştım.”
“peki ya sen?” diye sordu annesi onu dinlerken saçlarını okşamaya devam ediyordu.
“ben ne?”
“sana karşı nasıl?”
“o-” dedi Sinan. Yüzü gözünün önüne geldiğinde kalbinde bir sızı hissetti yine. Farkında olmadan eli kalbine gitti. Annesi onu dikkatlice izliyordu.
“o bana karşı çok sabırlı,” dedi Sinan “aynı evin içine girdiğimiz o ilk andan itibaren beni o karanlıkta bırakmamak için elinden geleni yaptı. Dedim ya demir gibi bir iradesi var.”
“ona saygı duyuyorsun,” dedi annesi. Sinan başını salladı.
“peki ya başka?”
“anne,” Sinan ona bakmak için kalkıp elinden tuttu, “sana bir şey söylemem lazım.”
“söyle oğlum,”
“o beni -kocası olarak kabul etmedi.”
Başka hiçbir oğlu duyguları konusunda Sinan kadar açık sözlü olamazdı. Elife Hanım onun mahcubiyetinin farkında anlayışla başını sallayıp “bazı duygular zamanla gelişir, kuvvetlenir,” dedi sadece.
“öyle, ama evin içinde başını bile açmıyor biliyor musun?”
Elife Hanım bu kez sessiz kalınca Sinan “ona sordum,” diye devam etti, “bana dedi ki imam nikahı kıyılmadığı için başını açmıyormuş.”
“kıyalım o zaman,” dedi annesi hemen. Sinan başını sallayıp “ben de istiyorum,” diye itiraf etti, “Neva söyleyene kadar fark etmemiştim bile ama gerçekten de Allah’ın huzuruna çıkıp niyetini belli etmek, hayırlı işe bu şekilde başlamak insanın gönlüne dinginlik veriyor.”
“Neva kızımın hakkı var,” Elife Hanım derin bir çekip gülümsedi, “en kısa zamanda toplanıp imam nikahını da kıyarız inşallah.”
“inşallah,” dedi Sinan içtenlikle “gün geçtikçe daha iyi anlıyorum anne. Onlar benim için bir lütuf sanki. İkisi de öyle.”
Oğlunun gözlerinde gördüğü şeyin ne olduğunu bilen Elife Kaya “hadi artık var git evine,” dedi tebessüm ederek “bekletme karınla oğlunu.”
“karımla oğlum,” diye tekrar etti Sinan. Gülümsemesi büyüdü.
Böylece Sinan, annesi ve babasına tekrar sıkıca sarılıp ellerinden, yanaklarından öpüp evine geri dönerken evde baş başa kalan karı koca el ele tutuşup yıllardır yüreklerini kavuran acının nihayete ermesinin ferahlığıyla bir müddet sessizce ağlamaya devam ettiler.
benim açımdan Sinan'a 'yürü be koçum seni kim tutar 'dediğim bir bölümdü. umarın siz de beğenmişsinizdir. ve her zamanki gibi minik yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen. Allah'a emanet olun.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.43k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |