99. Bölüm
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 12. BÖLÜM

12. BÖLÜM

RabiaSofi
rabiasofi

hepinize merhabalar

nasılsınız nasıl gidiyor?

her şey yolundadır umarım

iyi okumalar dilerim :)

 

BÖLÜM

Kaya Kardeşler

Sinan o akşam annesiyle babasının yanından döndüğünde Neva onun yüzünde gördüğü ifadeyi hiç unutmayacaktı. Kocası sanki yeniden doğmuş gibi dönmüştü eve. Yüzünde ta sekiz yaşındayken görüp tutulduğu o sıcacık gülümsemelerinden biri vardı. İlk işi Ömer’e gidip onu kucaklamak olmuştu. Bütün gün parkta Hasan’la birlikte oradan oraya koşturan Ömer ise yorgun sayılırdı. Yine de Sinan’ın mutluluğunu hissetmiş gibi ona gülücükler saçmış, tek kelimelik cümlelerle gününün nasıl geçtiğini anlatmaya çalışmıştı.

Şimdi ise -Neva hala inanmakta zorlansa da- birlikte baba evini ziyarete gidiyorlardı. Hatta Sinan kendisi teklif etmiş ve “gidip ellerini öpelim, içleri rahat etsin,” demişti. Zira Neva da ne zaman anne, babasını ziyaret etse yüzlerinde endişeli bir ifade olduğunun farkındaydı.

Ömer’i kucaklayıp aşağıya indiğinde Sinan’ın antrede volta atarak onları beklediğini gördü. İnce triko lacivert bir kazak ve üstüne kışlık koyu mavi bir gömlek giymiş, bir aydır tıraş etmediği saçlarını tarayıp sakallarını hafifçe kısaltmıştı. Neva yine ona bakarken içinin sızladığını hissetti. Göz göze geldiklerinde Sinan’ın da onu incelediğini fark edemeyecek kadar dalıp gitmişti.

“hazır mısın?” diye sordu kocası. Genç kadın başını salladı. Ömer’i yere bırakıp “çıkabiliriz,” dedi. Ömer ise hemen Sinan’ın yanına gidip elini tutmuştu. Neva onun ayakkabılarını giydirirken Sinan da montunun fermuarını çekip şapkasını taktı.

“offf!” dedi Ömer sıkıldığını göstermek için. Neva ona “of yok!” diye karşılık verdi, “dışarısı buz gibi!”

Minik bebek olduğu yerde zıplayıp “offf!” dedi tekrar. Sinan onun elinden tutup “hadi bakalım dışarı çıkalım,” diye araya girdi aklını dağıtmak için. Onlar önden giderken Neva da kendi kabanını giymekle meşguldü. Botlarının fermuarını çekmeye çalışırken Ömer çoktan kendini dışarısının güzelliğine kaptırmıştı.

“buyut!” diye bağırıyordu eliyle gökyüzünü göstererek. Sonra Sinan’a bakıp “nüneş?” diye sordu. Sinan onunla birlikte yavaşça yürürken “güneş bugün uyuyakalmış,” dedi. Neva bu cevabına gülünce dönüp ona bakan adam “gülme annesi,” dedi muzip bir tavırla.

“yarına uyanır inşallah,” dedi Neva kapıyı kilitleyip onlara yetiştiğinde.

“nüneş uymuş,” dedi Ömer ellerini iki yana açıp kafasını sağa doğru yaslarken.

Arabaya bindiklerinde Sinan yine kendini rahatsız hissetti. Taksiyle gitmeyi teklif etmişti ama Neva yine reddetmişti. Ancak Sinan, Arif’ten miras bu arabaya binmek istemiyordu. Yine de Neva’nın kalbi kırılmasın diye sesinin çıkartmıyordu.

Gidecekleri yer neyse ki yakındı. Birkaç mahalle aşağıda kalan ev temiz, sakin bir sokaktaydı. Evler en fazla üç katlıydı ve eski apartmanlar oldukça fazlaydı. Neva eliyle koymuş gibi boş bir park yeri bulup girdiğinde “maşallah,” dedi Sinan “epey maharetlisin.”

“eskiden araba kullanmayı sevmezdim,” dedi Neva yan aynalardan lastikleri kontrol ederken “ama gittikçe sevmeye başlıyorum.”

Arabadan inip apartmana girdiklerinde Sinan “nasıl gözüküyorum?” diye sordu karısına. Neva ona bakıp “çok şık ve iyi,” diye cevap verdi. Aklından geçen ise bambaşka bir hikayeydi.

“şık, şık, şık,” diye tekrarlayan Ömer yolu bildiği için hemen merdivenleri kendi gayretiyle tırmanmaya başladı. Zaten bir kat çıkacaklardı. Ömer kapıyı minik yumruğuyla çalıp “dede!” diye yeri göğü inletircesine bağırdı.

“oğlum!” dedi Neva “sessiz.”

Ömer bu kez “dede,” diye fısıldayınca karı koca birbirlerine bakıp gülmeye başladı. Tam o anda kapı açıldı ve Talha Bey’le Mehlika Hanım onları birbirlerine bakıp gülerken gördüler. İkisinin de yüzünde hoşnut bir tebessüm belirdi.

“hoş geldiniz,” dedi annesi.

“hoş bulduk,”

“gelin içeri hadi,”

Sinan içinden besmele çekip eve girerken içinde büyük bir heyecan vardı. Daha önceden de tanıdığı bu insanlara kendini sevdirmek hiç bu kadar önemli olmamıştı. Neva önce babasına sarıldı. Ardından annesine sarılırken “Ömer sizi çok özlemiş,” dedi.

“biz de onu özledik,” dedi Talha Bey. Ömer çoktan içeriye doğru gitmişti bile. Sıra Sinan’a geldiğinde genç adam yutkunup önce kayınvalidesinin elinden öptü. Mehlika Birsel, Sinan’ın iyi haberlerini Zeynep’ten almıştı zaten. Ama şimdi en son nikah günü görüp içi yana yana kızının evlenmesine sesini çıkartmadığı bu adam, gayet iyi gözüküyordu.

“hoş geldin oğlum,” dedi tekrar şefkatle. Damadının boyu epey uzundu. Konuşurken başını yukarı kaldırmak zorunda kalmıştı.

“hoş buldum Mehlika teyze,” dedi Sinan “ev mis gibi kokmuş, şimdiden eline sağlık.”

Kadın gülümseyip “gelip evimi şenlendirdiniz, az bile,” diye karşılık verince Sinan o sıcak gülümsemesiyle “geç bile kaldım,” dedi. Sonra kayınpederinin elinden öptü. Adam ona dikkatlice bakıp “maşallah,” dedi “seni çok iyi gördüm,”

“Allah’ın izniyle daha iyiyim Talha amca.”

Bu mütevazi cevap adamın hoşuna gitmişti. Eliyle salonu gösterip “oturalım hadi ayakta kaldık,” dedi.

Salona geçip oturduklarında Ömer neşeyle salonun içinde dolanıp kendince önem addettiği eşyaları getirip Sinan’a gösteriyordu. En nihayetinde elinde tuttuğu gözlük kabını getirip Sinan’a gösterdiğinde Neva “oğlum Allah aşkına dedenin yakın gözlüğünü bırakır mısın?” diye feryat etmişti.

Hepsi gülüşürken “rahat bırak torunumu,” dedi adam. O sırada Sinan’ın gözlük kabını alıp “çok güzelmiş,” diyerek kenara bırakmasını izliyordu.

Karı koca torunlarının Sinan’ı sahiplendiğini oturdukları ilk dakikada anlamışlardı zaten.

“böyle iyi anlaştığınızı görmek ikimizi de çok mutlu etti,” dedi kadın “Allah daim etsin.”

Sinan ve Neva aynı anda “amin,” deyip birbirlerine baktılar. Sonra da hemen bakışlarını kaçırıp önlerine dönünce Mehlika Hanım yüzünde manidar bir tebessümle Elife abla haklıymış diye geçirdi içinden.

“eh söyleyin bakalım nasıl gidiyor? Haliniz keyfiniz nasıl?”

“çok şükür anne,” dedi Neva “hayat kendi düzeni içinde akıp gidiyor işte,” kocasına bakıp “Sinan yakında işe başlayacak inşallah,” diye ekledi.

“öyle mi?” dedi babası “hayırlı olsun. Nerede başlayacaksın?”

Sinan, anlaştığı üniversitenin adını söyleyip “orada bölümümün derslerinden ikisine gireceğim Talha amca,” dedi ağırbaşlı bir tavırla “Londra’daki denkliğim burada ders vermem için yeterli.”

Sinan önce internet üzerinden bir görüşme gerçekleştirmiş ardından bizzat idare tarafından çağırılmıştı. Bir hafta sonra da kabul edildiğine dair haber gelmişti. Elbette geçirdiği kazayı ve tedavi sürecini de anlatmak zorunda kalmıştı.

“maşallah,” dedi adam yine. Keyfi yerine gelmişti. Sinan’ın sorumluluk aldığını bilmek, Ömer’in ona olan bağlılığı, kızının yüzünde gördüğü gülümseme hepsi keyfini yerine getirmişti.

“hayırlı olsun oğlum,” dedi Mehlika Hanım da.

Sinan, güler yüzle karşılandığı bu evin duvarlarında birbirine bağlı samimi bir ailenin yaşadığını hissetmişti. Eskiden insanların yüzüne baktığında bir şekilde ne halde olduklarını hisseder ve bunu dile getirmekten çekinmezdi. Zaman geçtikçe, dünyanın kiri pası kalbine sirayet ettikçe insanların yüzünü de okuyamaz olmuştu. Kalbi kararmış, görüsü de kaybolmuştu. Şimdi tekrar kalbinde o tanıdık duyguyu hissetmek, bir şeyleri okuyabilmek kalbinin tekrar canlanması gibi bir şeydi.

“amin Mehlika teyze,”

“teyze mi?” dedi kadın biraz kaşlarını çatıp “anne diyeceksin oğlum,”

Sonuçta Elife Kaya ile aynı kandandı. Sinan biraz mahcup hissetse de memnuniyetle “haklısın anne,” dedi hemen. Mehlika Birsel başını sallayıp “ha şöyle,” dedi.

Muhabbet aynı samimiyetle akıp giderken günün sonunda vedalaşma vakti geldiğinde Sinan yine ikisinin de ellerinden öpüp “her şey için çok teşekkür ederim,” dedi ve ekledi, “en kısa zamanda bize de bekleriz.”

“inşallah,” dedi Mehlika Hanım “sizi böyle görmek, bizi ne mutlu etti bir bilseniz. Allah’ım yuvanızdan güzellikleri eksik etmesin. Allah’a emanet olun yavrularım.”

“siz de,” dedi Neva. Uzun zaman sonra ilk defa babasının evinden ayrılırken içinde bir burukluk hissetmedi. Kendi evine gidiyormuş gibi hissetti. Sonra kapının eşiğinde onu bekleyen Sinan ve Ömer’e bakıp “kendi evime gidiyorum zaten,” diye geçirdi içinden.

Dönüş yolunda Neva arabaya biner binmez uyuyakalan oğluna dikiz aynasından bakıp “Ömer bugün çok mutluydu,” dedi ve ekledi “ben de öyle. Teşekkür ederim.”

“ne için?” diye sordu Sinan.

“bugün için.”

“teşekkür etmene gerek yok Neva,” dedi Sinan onun yan profiline bakıp yolun ışıklarının yüzüne yansımasını izlerken. Karısı ise gözünü yoldan ayırmıyordu. Zaten beş dakika içinde siteye giriş yapmışlardı bile. Açık garaja baktığında tanıdık arabalar gördü Sinan. Tüm kardeşleri burada olmalıydı o zaman.

Neva onun arabalara baktığını görünce “anlaşılan bu akşam herkes İsmail abilerde toplanmış,” dedi. İkisinin de bundan haberi yoktu. Belli ki İsmail abisi planlarını bozmak istememişti.

“öyle gibi görünüyor,” dedi Sinan. Yine dalıp gitmişti. Neva ona bakıp “yanlarına uğramadan eve girersek ayıp olur,” diye hatırlattı usulca.

“biliyorum,” dedi kocası. Neva onun çekindiğini görünce “Elife teyze seni görür görmez ne yaptı?” diye sordu.

“sıkıca sarıldı,” dedi Sinan hemen. Yüzü gülmüştü. Neva onun gülümsemesine karşılık verdi, “şimdi de öyle olacak.”

“biliyorum,” dedi Sinan yine

“o zaman neden durgunlaştın?”

“hatırlamak istemediğim şeyleri hatırladığım için,” diye fısıldadı Sinan. Arabanın camından dışarı bakarken Neva birden ikisini de şaşırtan bir şey yapıp Sinan’ın koluna dokundu. Sinan hemen dönüp ona baktı. Göz göze geldiklerinde “ben senin abilerinle, ablanla olan bağına her zaman çok imrenmişimdir,” dedi karısı “bir keresinde, şimdi hatırlamadığım bir akrabanın düğününde sen ortadan kaybolmuştun.”

“Sadık amcanın oğlunun düğünü,” dedi Sinan. Hatırlamıştı elbette. Neva gülümseyip “abilerinin, ablanın nasıl telaşlanıp seni aramaya başladıklarını da hatırlıyor musun?”

“yok,”

“ben hatırlıyorum, sen tabi o sırada düğün salonunun karşısındaki halı sahada kaşla göz arasında ayarttığın birkaç çocukla maç yapıyordun.”

Sinan’ın gülümsemesi kahkahaya dönerken Neva onun koluna hafifçe vurup “hala gülüyorsun bir de!” dedi sitemle. Ama onun yüzünde de bir tebessüm vardı.

“ama çok komik ne yapayım?”

“benim için komik olan kısım neresi peki? Biliyor musun?”

“neresi?” diye sordu Sinan ama cevabın ne olduğunu biliyordu.

“seni bulup getirdikten sonra İlyas abi-“ dedi ama bu noktada o da gülmesini tutamayınca cümlesi yarıda kalmıştı. Sinan onun bir melodi gibi yükselip kulaklarını şenlendiren zarif gülümsemesine takılıp kalmıştı o an. Ne güzel gülüyordu böyle! Hüzün değil sevinç yakışıyordu karısına.

“İlyas abi seni bir güzel paylamıştı diyelim, sonra Oğuz abi ve birkaç akraba ile birlikte kendileri gidip halı sahada maç yapmışlardı.”

“ceza olarak da beni yanlarına almamışlardı,” dedi Sinan, “ablamla birlikte oturup teyzelerin dedikodularını dinlemek zorunda kalmıştım.”

“ben de onların nasıl endişelendiklerini, sana bir şey oldu diye nasıl korktuklarını hatırlıyorum. Şimdi de değişen hiçbir şey yok.”

Karısının bu olayı bu kadar ayrıntılı bir şekilde hatırlamasını takdir etse de o zamanla bu zaman arasında çok büyük bir fark vardı. Sinan artık çocuk değildi. Koca adam olmuştu ve yaptığı hatalar da kaçıp halı saha maça gitmek gibi masumca şeyler değildi. Açıkçası Sinan utanıyordu. En küçük kardeş olmanın getirdiği en büyük dezavantajlardan biri de bütün utanç verici anılarının senden büyük kardeşlerin tarafından biliniyor olmasıyken Sinan’ın utancı çocukça şeylerden dolayı olmaktan çok uzaktı. Gözlerini kapayıp derin bir iç çekti.

“madem istemiyorsun o zaman eve gidelim,” dedi Neva. Bir şekilde Sinan’ın bu karşılaşmaya hazır olmadığını anlamıştı.

“olur,” dedi Sinan nitekim. Yüzüne yine o kederli ifade çökmüştü. Neva “sana gece atıştırmalığı hazırlayayım mı?” diye sordu keyfi yerine gelsin diye. Sinan ona bakıp gülümsemeye çalıştı.

“bana eşlik edeceksen olur,”

“elbette,” dedi Neva sıcacık bir tebessümle. Nihayetinde arabadan inip yavaş adımlarla kendi evlerine doğru yürümeye başladılar. Sinan, abisinin evine bakıp iç çekti. Annesinin kucağında derin bir uykuya dalmış olan Ömer’in açıktaki elini okşadı.

Tam bahçe kapısından içeri girecekleri anda İsmail abisinin bahçe kapısı açıldı ve dışarı Neslihan çıktı. Üstüne aceleyle siyah bir manto giymişti. Başında mavi renkli bir şal bağlıydı. Kardeşini iki ayağının üstünde dimdik görünce ellerini ağzına götürüp gözyaşları gözünden akarken baştan aşağı onu süzdü sonra koşup ona sarıldı. Sinan bir an neye uğradığını şaşırdı ama hemen ablasına karşılık verip kollarını ona sardı. Neslihan’ın içini çekerek ağladığını gören Neva da gözyaşlarını tutamamıştı. Sinan ise hepsinden beterdi.

“ağlama tamam,” diyebildi sonunda Sinan “lütfen ağlama,”

Neslihan sonunda kendini çekip kardeşinin yüzüne baktı. Ellerini iki yanağına koyup uzanıp kardeşinin alnından öptü. Sinan, ablasının yüzündeki ellerini tutup gözlerini kapattı. Yaşlar gözünden akıp giderken Neslihan o yaşları şefkatle silip “biz de sizin dönmenizi bekliyorduk,” dedi usulca. Ağlamaktan sesi boğuk çıkmıştı.

Geçip giden zaman onu da es geçmemiş, hafif çekik gözlerinde yaşanmış acıların izi kalmıştı. 36 yaşındaki kadının zarif güzelliği hala yerindeydi. Kendini toplayıp annesinin kucağında uyuyan Ömer’e baktı.

“hadi içeri geçelim, kuzum üşümesin,” dedi Sinan’ın koluna girip. Böylece hep birlikte İsmail Kaya’nın evine doğru yürümeye başladılar.

Eve girdiklerinde onları kapıda Zeynep ve Nergis karşıladı. Hemen yanında meraklı gözlerle onlara bakan İlay vardı. Annesinin kopyasıydı İlay. Sinan ona hayretle bakakaldığında Neslihan “eh büyüdüler elbet,” dedi sadece. Zeynep, Ömer’i kucağına alıp “ben onu Hasan’ın yanına yatırırım yenge,” dedi fısıltıyla, “siz içeri geçin.”

“tamam” dedi Neva. Nergis derin mavi gözleriyle Sinan’ı süzüp “hoş geldin,” dedi tebessümle. Sinan gülümsemeye çalışıp “hoş buldum yenge,” diye karşılık verdi. Nergis onun yüzünü sevip “herkes seni bekliyor,” dedi ve ekledi “hadi daha fazla bekletme artık.”

Neslihan ve Nergis önde karı koca arkada salona girdiklerinde Sinan ilk İlyas abisini gördü. Onu en son doktor kontrolünde görmüş, ağzını açıp tek kelime bile konuşmamıştı. Oğuz abisini ise diğer herkes gibi nikahtan beri görmemişti.

Şimdi herkes bir enkaz halinde bıraktıkları karı kocanın birlikte yan yana dururken gayet iyi halde olduklarını görmüş ve şaşkın bir sevinç içinde birbirlerine bakakalmışlardı. Harekete geçen ilk kişi Oğuz’du.

“gel lan buraya!” dedi kollarını iki yana açıp ona doğru bir adım atarken. Sinan gülümseyip abisinin yanına gitti. Ona sarıldığında Oğuz saçlarını okşayıp bir süre öylece kımıldamadan durdu. Yıllardır bir bitki gibi yaşayan kardeşine değil Sinan Kaya’ya sarılmanın huzuru vardı içinde.

Oğuz, sonunda kendini çekip Sinan’ın yüzüne baktı dikkatlice. Çenesindeki yara izi bu kadar yakından bakınca gözüküyordu ama uzattığı sakalları iyi kamufle etmişti. İki çukura dönmüş iri gözleri tekrar canlanmıştı. Kilo almış, uzun boyu tekrar belli olmaya başlamıştı.

“çok özledim seni Sinan’ım,” derken sesinin çatlamasına engel olamamıştı. Her daim yumuşak olan yüzünde artık daha babacan, daha şefkatli bir ifade vardı. Yanında duran oğlu Yusuf Ali tıpkı İlay gibi büyük bir merakla onları izliyordu.

“ben de özledim abi,” dedi Sinan fısıltıyla.

“o zaman artık hasret gidermenin vakti gelmiş,” diyen Alparslan’dı. Sinan ona bakıp gülümsedi. Eniştesine sarılıp “inşallah enişte,” dedi içtenlikle. Alparslan’ın kehribar rengi gözlerinde bir abi şefkati vardı. Şakaklarında belli olmaya başlayan beyaz saçları ona ayrı bir olgunluk katmıştı.

Sıra İlyas abisine geldiğinde Sinan, kocasının yanında ona nemli gözlerle bakan Leyla yengesini gördü ilk. Aklına muziplik gelse de yapmaya cesaret edemedi. Yengelerine her iltifat ettiğinde abilerinin verdikleri tepkilere her zaman çok gülmüştü. Onlara bir çift güzel kelam söylemeyeli ne kadar olmuştu acaba? Hele ki Leyla yengesine. Ki onu yengeden çok ablası gibi sevip sayardı. Yıllar geçip gitse de yengesinin gözlerinde hala daha hayranlık uyandıran o gizemli derin bakışlar vardı. Sinan hiç düşünmeden ilk yengesine sarıldığında İlyas “bak yine yaptın yapacağını!” diye sitem edince herkes gülmeye başladı.

Leyla kollarını çocukluğunu bildiği, bir ayrı sevdiği Sinan’a dolarken “kıskanma bizi kıskanma!” dedi neşeyle. Sinan bir şey demeden yengesini bırakıp abisine sarıldı bu kez. Yüzünü abisinin omzuna gömüp babasının kokusuna benzettiği kokusunu içine çekti. İlyas içi titreyerek her türlü kötülükten korumak ister gibi kardeşini sarıp sarmaladı.

“beni affettin mi abi?” diye fısıldadı kulağına. İlyas onun sırtını sıvazlayıp “affettim,” dedi sadece. Sonunda kendini çekebilmeyi başardığında İlyas onun yüzünü sevip “Allah biliyor ya,” dedi o güzel sesiyle “bir daha seni böyle göremeyeceğim diye çok korktum ama rabbime şükürler olsun sen bizim Sinan’sın.”

“öyle miyim gerçekten?” diye sordu Sinan. İlyas başını sallayıp “ben bu bakışları tanıyorum oğlum,” dedi şefkatle. Sevdiği insanla yaşlanmış herkes gibi o da yaş aldıkça eskimemiş, güzelleşmişti.

“hadi oturun,” dedi Ayşe gözlerini kurularken. İsmail de boğazını temizleyip “şükürler olsun,” dedi “geçti gitti artık.”

Sinan o an Neva ile göz göze geldi. Karısı onu izlerken gözyaşlarını tutamamıştı elbette. İçi giderek kocasının, ailesine tekrar kavuşmasına şükretmişti. Yanında duran Nergis ona kolunu dolayıp destek olmuştu. Zeynep de elinden tutup “sevinç gözyaşları bunlar,” demişti.

Şimdi kocası ona bakarken gülümseyince Sinan da ona gülümsedi. O an konuşmadan anlaştılar. Bir an sonra Gökalp’in ergenliğe girmiş bir alçalıp bir yükselen sesi “Sinan amcam kesin geri dönüş yaptı!” diye bağırdığında Sinan ona bakıp gülerek “gel buraya!” dedi. Gökalp koşarak yanına geldi. 14 yaşındaki gencin yüzünde herkesten bir parça vardı sanki. Sinan onu tutup “seninle ayrı ilgileneceğim haberin olsun,” dedi muzip bir tavırla. Gökalp ona sarılıp “göreceğiz bakalım,” diye meydan okuyunca herkes güldü. Hemen ardından Gökçe “benimle de ilgilenecek misin amca?” diye sordu çirkef bir tavırla. Saçları annesine benziyordu ama yüzünde kesinlikle Elife Kaya’yı anımsatan bir şeyler vardı.

“elbette Gökçe’m,” dedi Sinan hemen “ama önce sana sarılmam lazım gül kokulum çok özledim seni”

“ben de özledim amca ya!” diyen Gökçe’nin sesindeki sitem hakikiydi. Hemen amcasına sarılıp “uf amma uzun boyun var amca ya!” diye söylendi.

Yeğenleri onu unutmamıştı. Bu bile Sinan’ın gönlüne şenlik olarak yeterdi. Nihayetinde İlay ve Yusuf Ali’ye de sarıldıktan sonra herkes salonun değişik köşelerine dağılıp bu kavuşmanın huzuru içinde sohbete devam etti. Sinan’ın yanında ablası oturuyordu. Diğer yanında da İsmail abisi vardı. Karşı koltukta karısı yengeleriyle muhabbetteydi. Ara sıra göz göze geliyorlardı sadece.

“karının bir yere gittiği yok oğlum,” dedi Neslihan kendini tutamayıp “korkma!”

“abla ya,” Sinan utanınca Neslihan kıkırdayıp “tamam tamam bir şey demedim,” diye cevap verdi.

İsmail, “uğraşma kıvırcığımla,” diye takılınca Sinan “abi kıvırcık demesek mi?” deyince Neslihan ağlamakla gülmek arasında kalmıştı. Diğer yanında oturan Alparslan karısının elinden tutup onu teselli etmek ister gibi tebessüm etti.

“tamam demeyiz,” dedi İsmail. O da duygulanmıştı. Sinan’ın omzundan tutup kendine çekti. Sinan, abisinin kanadı altında “ya da sen de istersen,” diye ekledi, “bana kıvırcık demenizi bile özledim.”

Karşı koltukta onları izleyen İlyas ve Oğuz da “bize de izin var mı?” diye sorunca Sinan “yok bir tek İsmail abime var,” diye cevap verdi.

“bana niye yok ya!” diye sitem etti İlyas “bana ne ben söylerim.”

İsmail keyifli bir kahkaha attı. Sinan ona başını yaslayıp derin bir iç çekti sonra kendini toparlayıp “hepinize söylemek istediğim bir şey var,” dedi sesini yükseltip. Tüm ailesi dönüp ona baktı.

“güzel haber inşallah,” dedi Neslihan.

“Zeynep size zaten söylemiştir ama-“ dedi Sinan muzip bir tavırla Neva’nın yanında oturan yeğenine bakıp. Zeynep’in yüzünde utanmaz bir sırıtış vardı.

“ben yeni dönemde üniversitede ders vermeye başlayacağım,”

“eh şimdi bilmiyormuş gibi yapamayız,” dedi Neslihan “ama inan hepimiz o kadar sevindik ki!”

“hayırlı olsun biraderim,” dedi Oğuz da “hocalık yakışır sana. Ezelden beri hitabetin iyi olmuştur hep.”

“benden sonra,” diye düzeltti İlyas. O da Sinan’la uğraşmayı özlemişti. Sinan ona “şimdi abi şiir okumakla hitabet arasında fark var,” deyince herkes yüksek sesle “oooo!” diye tezahürat yapınca İlyas “ulan getirtme beni oraya!” demişti ama yüzünde herkesinkinden büyük bir gülümseme vardı.

“artık ailemizde iki tane hoca var o zaman,” dedi Zeynep.

“biri annem biri de amcam,” diye tamamladı onu Gökalp. Leyla da köklü bir devlet üniversitesinde kadrolu akademisyendi artık. Sinan ise bu işi geçici olarak kabul etmişti. İlerleyen zamanlarda mesleğini başka şekilde devam ettirmek istiyordu.

“maşallah bize!” dedi Neslihan hemen “Allah’ım bizi nazarlardan korusun.”

“amin,” diyen hanımların sesi içtendi. Sinan gülümseyip karısına bakarken “aslında bir şey daha var,” diye devam etti.

“ne?” diye sordu Zeynep hemen. Yoksa haber alma ağında bir aksama mı olmuştu? Leyla “hmmm Zeynep’in de haberi olmadığına göre yeni bir şey olmalı,” dedi hemen. Ayşe ona gülüp “kızımın yüreğine inecek şimdi,” diye dalga geçti. Zeynep ikisine alınmış bir ifadeyle baktı.

“biz,” dedi Sinan Neva’ya bakıp “haftaya annemlerde imam nikahımızı kıyacağız inşallah.”

Neva şimdi utanmıştı. Nergis ona bakıp “öyle mi?” dedi tebessümle. Neva başını salladı sadece. Bizzat Elife teyze arayıp Neva’ya haber vermiş “madem ikinizin de böyle bir arzusu var anne baba olarak bize de yerine getirmek düşer,” demişti.

“aslında bir tek annelerimiz ve babalarımızın haberi vardı ama sizi bir arada görünce haber vermek istedim.”

Bir yandan da Neva’ya bakıp onayını almak istiyordu. Neva sonunda “hepinizi bekleriz,” deyince Sinan da rahatladı.

“geliriz elbette,” dedi Neslihan hemen “biz de şahitlik ederiz, dualar ederiz.”

“sağ ol abla,” dedi Neva.

Neslihan en küçük gelinine elbette yenge demiyordu ama ona karşı içinde büyük bir minnet vardı. Kardeşine bu kadar iyi geldiği için, ona karşı böylesine sabırlı ve şefkatli olduğu için hepsi ona karşı çok büyük saygı duyuyordu.

“eğer yapılacak bir şey olursa bize haber ver hemen,” dedi Leyla. Neva ona tebessüm edip “Leyla abla siz zaten elinizden gelen her şeyi yaptınız,” dedi ve ekledi “büyüklerimiz olarak yanımızda olun bize yeter.”

“oluruz tabi,” dedi Leyla. Yanında oturan Gökçe “biz de geleceğiz değil mi?” dedi gözlerinde yanan ateş diğerlerinden farklıydı.

“tabi ki,” dedi Neva ona gülümseyerek. Gökçe “sana yenge demem gerekiyor değil mi?” diye sordu.

“abla da diyebilirsin,”

Gökçe onu süzer gibi bakıp “yenge diyeceğim,” diye son kararını verdi.

….

Nihayetinde vakit gece yarısına gelirken herkes evine geri dönmek üzere bahçe kapısının önüne çıktı. Sinan yıllardır oturup muhabbet etmediği büyük kardeşlerine duyduğu hasreti dindirmek ister gibi hepsinin yüzüne uzun uzun bakıp içindeki fırtınayı dindirmeye çalışmıştı.

Ablası giderken ona yine sıkıca sarılıp kulağına “bundan sonra benden kurtuluş yok haberin olsun,” diye fısıldadı. Sinan da onun kulağına “kurtulmak isteyen de yok artık ablam,” diye fısıldayınca Nergis “bak yine fısıldaşmaya başladılar,” diye onlara laf attı. Sinan ablasını bırakırken Neslihan “bir rahat yok!” diye gülerek sitem etti.

“yok tabi,” dedi Nergis “ne sandın?”

Neslihan onun koluna girip “sen hep beni rahatsız et çiçeğim,” dedi. Oğuz “Sinan bitti sıra sende mi?” deyince herkes gülmeye başladı. Neva ise olayı anlamayan tek kişiydi. Sinan “yengelerimin güzelliklerini yeterince övmediğinizi düşündüğüm için size hep destek olmaya çalışıyordum halbuki!” dedi.

“ha!” dedi İlyas “uyuyan devi uyandırdın koçum aferin.”

“ulan Sinan”

“Sinan’ım haklı,” dedi Leyla “öv bizi kardeşim.”

“Sultan’ım senin güzelliğini övecek kelimeler lügatimde yok,” dedi Sinan.

“ooooo!” sesleri yine yükselirken İsmail, İlyas’a hafifçe omuz atıp “hadi geçmiş olsun,” dedi.

Neva ise şaşkınlıkla onları izliyordu. Sinan’ın ağzından çıkan cümleler nedense hem çok hoşuna gitmiş hem de kendini bir garip hissetmişti. O an Sinan’ın ağzından kendine dair de böyle güzel şeyler duymak istediğini fark etti. Leyla ablaya mı imrenmişti şimdi?

Hayır hayır, imrendiği şey Sinan’ın onlara ait olmasıydı. Kardeşlerine kavuşmanın sevincini yaşıyorlardı sadece. Neva ise Sinan’la aynı evin içinde yaşamasına rağmen ona kavuşmaktan çok uzaktı.

Neva bir anlık dalıp gittiğinde Leyla onun bakışlarını fark edip “bu deli oğlan küçüklüğünden beri abilerinin yapamadığı şeyi yapıp bizim gönlümüzü hep hoş tutar Neva’cım,” diye açıklama yaptı.

“senin gönlünü de hoş tutuyor değil mi güzel gelinim?” diye soran Neslihan’dı tabi. Neva ise utanıp başını yere eğince Ayşe “tutuyor, tutuyor ben şahidim,” diye araya girip konuyu kapatmak için “hepinizin ayağına sağlık kardeşlerim, hep gelin evimizi şenlendirin,” dedi.

“Ayşe’m haklı,” dedi İsmail “bir daha arayı bu kadar açmak yok.”

“o zaman nikahta görüşürüz,” Alparslan el sallayıp giden ilk kişi olurken peşinden karısı ve kızı da gitti. Ardından Oğuz ve Nergis de uyuklayan Yusuf Ali’yi kucaklayıp giderken Gökalp ve Gökçe aynı anda Sinan’a sarıldı.

“nikahta görüşürüz,” dedi Gökalp “Allah’a emanet olun.”

“seni çok sevdiğimi biliyorsun değil mi amca,” dedi Gökçe birden. Ki o duygularını dile getirmekte zorlanan bir çocuktu. Sinan kendisi gibi kıvırcık saçlı olan güzel yeğeninin saçlarını okşayıp “ben de seni çok seviyorum Gökçe’m,” dedi şefkatle, “siz de Allah’a emanet olun.”

İki kardeş kol kola girip giderken İlyas da karısının elinden tutup “cümleten hayırlı geceler,” dedi. Yüzünde rahatlamış ve mutlu bir ifade vardı.

“hayırlı geceler İlyas’ım,” dedi İsmail de.

Onlar da gittikten sonra Sinan “biz de eve geçelim,” dedi. Neva’nın kucağında olan Ömer’in olan bitenden haberi yoktu tabi.

“Neva,” dedi Ayşe gitmeden “yarın bize kahveye gel, madem nikah kıyılacak yapılması gerekenleri yapalım.”

“peki abla,” dedi Neva “yarın görüşürüz.”

Sonunda evlerine girdiklerinde Neva hemen Ömer’i beşiğine yatırdı. Peşinden gelen Sinan “keşke bana verseydin,” dedi “kolların kopacaktı neredeyse.”

“ama-“

“eskisi gibi değilim Neva,” diye araya girdi Sinan “sen de biliyorsun.”

“bir şey olacak diye korkuyorum işte,” dedi Neva. Işığı söndürüp odadan çıktıklarında holde karşı karşıya durduklarında “olmaz,” diye diretti Sinan “ben doktorumla düzenli olarak görüşüyorum. Bana neye ne kadar dikkat etmem gerektiğini sürekli hatırlatıyor ve içlerinde çocuğunu taşıyamazsın diye bir kural yok.”

Sinan öyle hararetli konuşuyordu ki Neva onun farkında olmadan söylediği cümleye tepki verdiğinde- ki bu gözlerinin irileşmesi olmuştu- ne dediğini idrak edip sustu. Sonra bir cesaret “evet doğru duydun,” diye devam etti, “ben Ömer’i oğlum olarak görüyorum. Öyle kabul ettim.”

Neva bir tepki vermeyince Sinan kollarını göğsünde birleştirip “bir şey söylemeyecek misin?” diye sordu.

Genç kadın “ben aranızdaki bağın farkındayım,” diyebildi sonunda “ve bundan çok memnunum.”

“bu kadar mı-“

“İyi geceler Sinan,” dedi Neva araya girip ve kaçar gibi odaya gidip kapıyı kapattı. Sinan onun içinde kopan fırtınayı anlamaktan çok uzaktı. Neva bile kendinden bu kadar kopmuşken Sinan onu nasıl anlayabilirdi ki!

 

 

 

lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın

hepiniz Allah'a emanet olun

 

Bölüm : 30.10.2025 17:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 12. BÖLÜM
RabiaSofi
Sevmeyi Yaşamak

24.43k Okunma

2.61k Oy

0 Takip
105
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...