

iki yeni bölümle geldim
iyi okumalar dilerim
BÖLÜM
Sessiz veda
Gelinliğinin kabarık eteğini tutup kaldırdı ve düzeltti. Kırmızı duvağını yüzüne örten annesi “Allah utandırmasın,” dedi tekrardan. Kapı çalınca Nergis yerinden sıçradı.
“geldiler,” dedi Nurcihan. Yanında bekleyen Efe’ye “kapıyı hemen açmıyoruz ona göre,” diye hatırlattı. Efe kafasını salladı. Babası her zamanki gibi sessizce köşede bekliyordu. Ancak bu kez gözleri kızarmıştı ve ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Nergis ona bakıp yutkundu.
“yapma böyle baba,” diyebildi hüzünlü bir sesle. Babası burnunu çekip boğazını temizledi. Annesi ise “biricik kızı evleniyor,” dedi usulca “bugün günlerden hüzün.”
Nergis, annesine baktığında gerçekten de hüzünlü olduğunu gördü. Niçin üzgündü peki? Ne hissediyordu gerçekten. Bunları düşünürken kapı çaldı. Nurcihan “kim o?” dedi.
“kapı açılmıyor!” diyen Neslihan’dı.
“hemen açılmaz!” dedi Nurcihan gülüp.
“ne kadara açılır?” diye sordu Oğuz. Nergis onun sesini duyunca güldü.
“artık eniştemizin geniş gönlünden ne kadar koparsa!”
Gülüşmeler arasında kapı tıklandı. Nurcihan bir parmak geçecek kadar kapıyı aralayıp “hani?” deyince kapı aralığından cömert bir ikram geldi.
Nurcihan parayı kapıp Efe’ye verdi ve “eh hadi bugünlük böyle olsun,” deyip kapıyı açtı, “hoş geldiniz,”
Oğuz, yanında Neslihan ve Sinan ile birlikte kapının eşiğinde duruyordu. Üzerinde siyaha yakın bordo renkli damatlığı ile çok yakışıklı gözüküyordu. Damat tıraşı olmuş dalgalı saçlarını biraz kısaltıp yine yana doğru taramıştı. Adam Nergis’i süzüp sonunda duvağın ardından gözüken gözlerinde durduğunda gülümsemesi büyüdü. Kabarık model, uzun kollu kare yaka gelinliğinin dantel işlemelerine bayılarak satın almıştı. Anlaşılan Oğuz da beğenmişti. Kapıdan girip Nergis’in yanına geldi, elini uzatıp tuttu.
“hadi bakalım,” dedi annesi “aşağı inelim.”
Genç çift dualar eşliğinde kapıdan çıkıp gelin arabasına bindiler. Yol boyunca Nurcihan ve Sinan gevezelik edip durdu. Nikah dairesine gittiklerinde Nergis heyecandan bayılacak gibi hissediyordu artık. Oğuz onun ellerinden tutup sakinleştirmek için “sana sorulan bütün sorulara evet diye cevap ver olsun bitsin,” dedi. Nergis onun koluna vurdu, “uğraşma benimle.”
“bundan sonra hep seninle uğraşacağım, alış buna.”
“ama sen beni daha çok heyecanlandırıyorsun Oğuz!”
Adam, kadının güzel yüzüne bakıp “heyecanlanma inci tanem,” dedi sevgiyle “imzaları atacağız ve sonra da evimize gideceğiz.”
“inşallah,”
Kapı tıklanıp içeri görevli girdiğinde ikisi de biraz daha sakinleşmişti.
“sizin sıranız geldi,” dedi adam. Oğuz, Nergis’in elinden tutup “hazır mısın?” diye sordu.
“hazırım,” Nergis, adamın elini sıktı ve “hadi gidelim,” dedi.
Bundan sonrası rüya gibiydi. Masaya oturdular, Oğuz’un nikah şahidi İsmail abisiydi. Nergis’in nikah şahidi de Nurcihan’dı. Nergis kulakları uğuldarken sorulan soruları cevapladı. Evet kısmı geldiğinde içinden “Allah’ım kolaylaştır,” diye dua etti ve sonra da ‘evet’ dedi. Alkışlar eşliğinde imzalar atıldıktan sonra tabiri caizse yaka paça takı töreninin yapılacağı alana geçtiler.
Yaklaşık bir saatin sonunda takı töreni anca biterken Nergis poz vermekten bitap düşmüştü. Misafirler gittikten sonra baş başa kalan aile üyeleri ile vedalaşan genç çift arasında vedalaşmak konusunda zorlanan Nergis’ti. Babasının elini öpüp alnına koydu. İsmet Bey gözleri dolu dolu kızının yüzünü tutup alnından öptü.
“mutluluklar dilerim yavrum,” dedi içtenlikle ve fısıldayarak ekledi “ben sana layığınca babalık yapamadım ama sen bana karşı hep çok iyi bir evlat oldun.”
Nergis, içinde dolup taşan duyguları dizginlemekte zorluk çekerken hıçkırmamak için yutkunup babasına sarıldı.
“her şey için teşekkür ederim baba,” diye fısıldadı aynı şekilde. Kimse onları duymamıştı. Ardından kardeşine sarıldı. Efe artık ağlıyordu. Nergis ona ikinci kez sarılıp “derslerine çok çalış,” dedi, “ben evde yokum diye yaptıklarından haberim olmayacağını sanıyorsan çok yanılıyorsun. Gözüm hep üzerinde olacak haberin olsun.”
“abla,” dedi Efe “hani bunlar mutlu zamanlardı, ben niye bu kadar üzgünüm.”
Nergis, kardeşinin gözünden akan yaşları silerken yanına Oğuz geldi. O kendi ailesi ile vedalaşmıştı.
“çünkü hayat böyledir kıymetlim,” diye cevap verdi Nergis şefkatle “mutlu anlar içinde hüzün de barındırır.”
“anlamıyorum,” dedi Efe
“büyüdükçe anlayacaksın,”
Nergis, kardeşini öpüp son kez sarıldı. Sıra annesine geldiğinde ikisi de karşılıklı bir an donup kaldılar. Herkesin onları izlediğinin farkında olan Nergis o adımı bir türlü atamadı. Aralarında o kadar çok duvar vardı ki hangisini kırsa diğeri yükselmeye devam edecekti. Sonunda Asude Hanım elini uzattı. Nergis, annesinin elini tutup öptü ve alnına koydu. Ona sarılmalıydı ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Tutulup kaldığı o kadar barizdi ki kimse sesini çıkaramıyordu. Anne kız arasında bir gariplik olduğundan şüphelenseler bile şimdi kesinlikle emin olmuş olmalılardı.
Asude Hanım yavaşça kızının iki yanağından öptü. Nergis sonunda cılız bir hareketle kollarını annesine sardı.
“bizi utandırma,” diye fısıldadı annesi kulağına “el evine karıştın artık, yüzümüzü yere eğecek bir şey yapma.”
Nergis, hızlıca kendini çekip uzaklaştı. Bunca zaman susması bir mucizeydi zaten. Oğuz bu garip sessizliği bozup “herkese çok teşekkür ederiz,” dedi tebessümle “hakkınızı helal edin.”
“helal olsun oğlum,” diye karşılık verdi Yusuf amca. O da çok şık gözüküyordu. Yanında duran karısı “çok mutlu olun evlatlarım,” dedi “gönlünüzce yaşayın, şen olun.”
“amin” dedi Nergis acı bir tebessümle. Kendi annesinin kulağına fısıldadıklarından sonra Elife teyzenin söyledikleri merhem gibi gelmişti. Yani annesinin açtığı yara iyileşmek için yanıyordu.
Arabaya bindiklerinde Oğuz veda niteliğinde kornaya basıp yola çıkarken Nergis’in annesine sarıldıktan sonra gözlerindeki ifadenin donuklaştığının farkındaydı. Karısının elini tutup öptü. Nergis gülümsemeye çalışsa belli belirsiz bir tebessümden öteye gidememişti.
“Antalya ne güzeldir şimdi,” dedi Oğuz “hem Demir abi de bize otelde çok güzel bir yer ayarladı.”
“Antalya’ya bir kere konferans için gitmiştim.”
“doğru söyle,” dedi Oğuz yüzünü güldürmek için “oraya gittiğinde balayını buralarda geçirsem diye çok mu dua ettin?”
Nergis sonunda gülüp başını salladı, “dedim ki Allah’ım yanımda yakışıklı kocamla buralarda balayı yapmayı nasip et.”
“yani ben senin kabul olunmuş duanım,” Oğuz muzip bir şekilde göz kırpıp yola geri döndü, “Allah’ın sevgili kuluymuşsun Nergis Kaya.”
“Ah!” dedi Nergis “henüz soyadımı bırakmaya hazır değildim. Hazırlıksız yakalandım.”
“olmaz,” diye itiraz etti Oğuz hemen “karım benim soyadımı taşımazsa alınırım.”
“tamam, tamam,” Nergis’in keyfi yerine geri gelmişti, “Doktor Kaya olarak güncelleme atacağım her yere.”
“ha şöyle, kocana karşı itaatkar ol bakalım.”
“bana bak,” dedi Nergis biraz tehditvari bir tavırla “kafanı kırarım görürsün itaati!”
Oğuz öyle içten bir kahkaha attı ki Nergis de ona eşlik etti.
“kafamı kırarsan bir işine yaramam ama,”
“merak etme,” diye karşılık verdi Nergis bilmiş bir tavırla “kırdığım gibi iyileştirmesini de bilirim.”
Muhabbet içinde yeni evlerinin kapısının önüne geldiklerinde Nergis anahtarı çıkartırken besmele çekti. Oğuz’a uzatıp “sen aç,” dedi. Oğuz anahtarı almadan evvel karısının bileğine tüy kadar hafif bir öpücük kondurmayı ihmal etmedi. Anahtarı aldı. O da besmele çekti ve kapıyı açtı. Anahtarı alıp portmantoya attı. Ardından Nergis’i tuttuğu gibi kucaklayıp içeri soktu. Ayağıyla kapıyı kapatıp kucağında duran karısına “oh be!” dedi, “sonunda evimizdeyiz.”
“indirecek misin beni?” diye sordu Nergis. Gerçi halinden memnundu ama
“yo,” dedi Oğuz “bu arada göründüğünden daha ağırmışsın ha!”
Nergis, adamın kolunu çimdikleyip kucağından inerken Oğuz kolunu sıvazlayıp “ben sürekli böyle dayak mı yiyeceğim ya!” diye söyleniyordu ama dudağının kenarında hin bir tebessüm vardı.
“madem çok ağırım, bir daha kucağına almazsın,” diyen Nergis, gelinliğinin eteklerini tutup kaldırdı ve vakur bir tavırla yatak odasına doğru yürümeye başladı. İçeri girdiğinde küpelerini ve kolyesini çıkardı. Duvağını çıkarmaya çalışırken gözü bir yandan da kapıdaydı. Oğuz’un peşinden gelmesini beklemişti ama ortada yoktu. Biraz sinirle tokaları çekiştirmeye devam ederken içinden de söylenmeye devam ediyordu.
“daha ilk günden adam ortadan kayboldu,” bir tel tokayı daha çıkartırken kocasının ellerinin, ellerini tutmasıyla yerinde sıçradı. Nasıl sessizce gelmişti de duymamıştı.
“gözlerin kapıda bakıyorum,” dedi Oğuz. Bir yandan da Nergis’in ellerini kibarca indirip tokaları kendi çıkarmaya başlamıştı.
“hiçte bile!” diye karşı çıktı Nergis. Şimdi utanmaya başlamıştı.
“gördüm seni inkar etme,” diye fısıldadı kulağına Oğuz. Nefesi tenine çarpınca ürperdi. Sonunda duvaktan kurtulduğunda saçları da açıldı ve sırtından aşağıya salındı. Kocasının elleri omuzlarından aşağı kayıp kollarını kavrarken Oğuz, saçlarını koklayıp usulca bir omzuna doğru itti. Açıkta kalan ensesinden öpüp hafifçe burnunu sürttü. Nergis kalbi yerinden çıkacak gibi atarken ona döndü. Kocasının gözlerinde gördüğü ateş onun tenini de yaktı sanki. Onu ilk gördüğü andan itibaren yapmak istediği şeyi yapıp saçlarını okşadı. Oğuz gözlerini kapayıp bu hissin tadını çıkarttı.
“saçlarının dağınık halini merak edip durdum hep,” diye mırıldandı kendini tutamayıp. Oğuz gözlerini açıp karısına baktı. Nergis utanıp elini çekti hemen. Oğuz ise onu sıkıca tutup kendinden bile saklamak istercesine sarıp sarmaladı.
BÖLÜM
Acı, tatlı, ekşi
Balayından döndükten iki hafta sonra Nergis yeni hayatına alışmaya çalışırken Oğuz da ofise daha sık gidip gelmeye başlamıştı. Verdikleri kısacık aralıkta işler birikmişti. Nergis yorucu geçen bir nöbetin ardından saat sekiz sularında eve gitmeyi başardığında Oğuz da işe gitmek için hazırlanıyordu.
Yatak odasında karşı karşıya geldiklerinde Nergis “geç kalmışsın,” dedi ama ruhu uyumaya başlamıştı bile. Oğuz onun haline bakıp “bence sen de eve gelmeyi unutmuşsun, nerede uyuya kaldın doğruyu söyle,” dedi gömleğinin kollarını iliklerken.
“bilmiyorum,” karısı üstünü değiştirmek için kıyafetlerini alıp “döner kavşakta ışıkların orada uyuya kalmış olabilirim,” diye cevap verip banyoya gitti. İşini halledip çıktığında Oğuz da gitmek için hazırdı. Nergis onun iki yanağından öpüp “hayırlı işler, Allah’a emanet ol,” dedi ve ince örtüyü açıp yatağın içine girdi. Oğuz yanına gidip örtüyü üstüne örterken “bir şeyler yedin mi?” diye sordu
“hı- hı,” diye mırıldandı Nergis. Gözleri çoktan kapanmıştı. Oğuz onun saçlarını okşarken kedi gibi mırıldanmamak için kendini zor tuttu.
“iyi uykular,” dedi Oğuz ve uzanıp karısının yanağından öptü. Nergis’in boğazından homurdanmaya benzer bir ses çıktı sadece. Sonra bir anda aklına gelmiş gibi gözlerini açıp “akşam annenlere gideceğiz,” dedi.
“evet,”
“uyanmama ihtimalime karşı beni akşam beş sularında ara tamam mı?”
“tamam karıcım,”
Nergis eliyle adamın yanağında hafifçe itip “hadi git artık, dikkatimi dağıtıyorsun uykuya dalamıyorum,” dedi. Oğuz kıkırdayıp sinsice karısını bir kere daha öptü ve kalkıp “rüyanda beni gör,” diyerek odadan çıktı.
Nergis ise beş dakika içinde uykuya daldı ve gerçekten de rüyasında Oğuz’u gördü.
Akşama doğru telefonu çalmaya başladığında çoktan uyanmıştı. Söz dinleyen kocası onu tam aramasını söylediği saatte aramıştı.
“aferin mühendis bey,” diyerek açtı telefonu “tam vaktinde aradınız.”
“ama sen uyanmışsın,” diyen Oğuz’un sesinde sitem vardı,” ben senin uyku mahmuru olduğunu hayal ederek aramıştım oysa. O zamanlar çok tatlı oluyorsun.”
Evlenmelerine rağmen hala daha böyle konuşunca utanan Nergis “ya Oğuz,” dedi çocuk gibi. Kocasının güldüğünü duyabiliyordu.
“neyse sen çıktın mı geliyor musun?”
“on dakikaya evdeyim inşallah,”
“tamam”
Telefonu kapattıktan sonra yatak odasına gidip üstünü değiştirdi. Döndükten sonra elbette hem annesine hem de kayınvalidesine gitmişti ama bu akşam ilk kez tüm aile bir araya geleceklerdi. Nergis tam bu mevsimlere uygun gülkurusu renginde desenli bir elbise giydi. Hakim yakalı, yarım kollu elbisenin etekleri neredeyse yere sürtüyordu. Üstüne açık renk kot ceketini giyip saçlarını da balıksırtı ördü ve önden ki tutam çıkarıp serbest bıraktı. Sallantılı küpelerini de taktıktan sonra hazırdı.
İşi bittiğinde kocası kapıyı çaldı. Nergis koşar adımlarla koridoru geçip kapıyı açtı. Oğuz onu görünce ıslık çalıp “vay vay vay,” dedi içeri girerken “bu ne güzellik.
Nergis etrafında dönüp “olmuş mu?” diye sordu “annen beğenir mi?”
“seni beğenmesi gereken kişinin ben olduğumu zannediyordum,”
“Ya Oğuz!” dedi Nergis ikinci kez çocuk gibi “ne demek istediğimi anladın işte!”
“çok güzel olmuşsun,” dedi Oğuz karısını tutup kollarını sardı. Nergis ellerini onun göğsünün üstüne koyup yüzüne baktı. Ne çok seviyordu bu adamı.
“doğruyu söyle,” diyerek nazlandı biraz.
“doğru?” dedi Oğuz “peki o zaman,” derken karısına biraz daha sarıldı, “ bana kalsa bu güzelliği benden başka kimse görmesin diye seni dışarı çıkarmam.”
Nergis, adamın çok sevdiği saçlarını okşadı. Oğuz da her zaman yaptığı gibi başını hafifçe yana eğip gözlerini kapattı. Bu hissi çok seviyordu.
“bu akşam hiçbir yere gitmesek yokluğumuz fark edilir mi?” diye sordu Oğuz alnını karısının alnına yaslayıp. Nergis gülümsedi. Kollarını adamın boynuna dolayıp “biraz,” diye cevap verdi.
“tüh!”
Nergis sonunda kendini çekip “hadi git hazırlan mühendis bey,” dedi. Yüzünde mutlu olmanın getirdiği ayrı bir ışıltı vardı.
Oğuz da üstünü başını toparladıktan sonra hızlıca evden çıkıp Elife Hanım’ın kapısını çaldılar. Onlara kapıyı Neslihan açtı. Kucağında İlay’ı tutuyordu. Artık iyice ele kola gelen minik bebek yüzünde büyük bir gülümseme ile onları karşıladı.
“hoş geldiniz,” dedi Neslihan. Evde ona namahrem kimse olmadığı için saçlarını açmıştı. Kızı da tıpkı ona benziyordu.
“hoş bulduk bacım,” diyen Oğuz kardeşine sarıldı. Neslihan ikisinin gülümseyen yüzlerine bakıp “maşallah maşallah!” dedi keyifle ve “tüh, tüh, tüh nazar değmesin inşallah,” diye ekledi. Nergis ona sarılıp “sen de çok iyi gözüküyorsun Nesli,” dedi ve İlay’a gülümseyip ekledi, “senin kopyan olmuş bu!”
“öyle oldu yengesi,” dedi Neslihan “hadi içeri geçelim daha İsmail abimle İlyas abim gelmedi. Onları bekliyoruz.”
“yengem burada mı?”
“evet evet o çocuklarla evden gelmiş erkenden. Abimi bilirsin aklındaki işleri bitirmeden çıkmaz ofisten.”
“İsmail abim nerede kaldı?”
“trafiğe takılmış.”
Salona girdiklerinde Leyla onları görünce “hoş geldiniz,” dedi içtenlikle. Gökalp koşup “amca!” diye bağırarak salonun bir ucundan Oğuz’un kucağına atladığında herkes güldü.
“sanırsın yıllardır görüşmüyorlar,” dedi Sinan. Oğuz, yeğenini öpüp gıdıklamaya başladı hemen.
“özledin mi lan beni?” diye sordu Oğuz ama Gökalp gülmekle meşgul olduğu için cevap veremedi. Nergis, Yusuf Bey ile Elife Hanım’ın ellerini öptükten sonra “yardım edilecek bir şey var mı?” diye sordu.
“annem her şeyi halletmiş,” dedi Leyla. Sonra kızın yüzünden tutup “maşallah,” dedi içtenlikle “bu ne güzellik.”
“sağ ol abla,” dedi Nergis “senin yanında biraz sönük kalıyorum ama,”
Leyla halinden memnun hoş bir kahkaha atıp “biz sevildikçe güzelleşen kadınlarız,” diye fısıldadı ve ekledi “laf aramızda Kaya erkeklerinin ağzı güzel laf yapar. Gönül almasını bilirler.”
“doğru,” diye onayladı onu Nergis “şeytan tüyü var sanki.”
Leyla, o sırada yanına gelen kızı Gökçe’nin kabarık saçlarını okşayıp “hoş geldin dedin mi amcayla yengeye?” diye sordu.
“hayır demedim,” diye karşılık verdi Gökçe “bunu her seferinde yapmak zorunda mıyız?”
“evet, kızım”
“hoş geldiniz o zaman,”
“hoş bulduk o zaman,” diye karşılık verdi Nergis gülüp. Gökçe’nin yaşı henüz küçük olmasına rağmen aykırı bir havası olduğu kesindi.
Alparslan, elinde telsiziyle salona girdiğinde Nesli “görev tamam mı?” diye sordu. Alparslan başını sallayıp “elbette,” dedi kendinden emin.
“iyi uykuları olsun o zaman,” diyen Neslihan iki eltinin yanına gelip “ne kaynatıyorsunuz böyle bakayım gelinler?” diye sordu bilmiş bilmiş.
“azıcık bilgi aktarımı yapmış olabiliriz görümceciğim,” dedi Leyla göz kırpıp. Nergis de “şu kadarcık,” diye parmaklarıyla küçücük işareti yaptı.
“bensiz?” dedi Nesli alınmış gibi “daha şimdiden dışlandım.”
“eh yani,” dedi Leyla “şimdi biz iki gelin olduğumuzdan-“
“yenge!” diye sitem etti Neslihan “bakın biz üç kişilik güçlü bir takımız. Bunun dışında herhangi bir dayanışma istemiyorum.”
Nergis ve Leyla kahkahalara boğulurken Neslihan ellerini beline dayamış sinirli bir tavuk gibi onlara bakıyordu. Sonunda Leyla onun iki yanağından öpüp “deli kızım benim,” dedi sevgiyle.
O sırada kapı çaldı. İsmail ve İlyas aynı anda gelmişlerdi. Elife Hanım onları yan yana görünce gülümsedi.
“birlikte mi geldiniz?” dedi sevinerek. İsmail “kapıda karşılaştık anacığım,” diye cevap verdi elini öperken.
“olsun,” dedi Elife Hanım. Aslında herkes onun demek istediği şeyin şu olduğunu biliyordu; ‘olsun bir gün tekrar birlik olursunuz inşallah.’
İlyas da annesinin elini öpüp “nasılsın anne?” diye sordu. Elife Hanım oğlunun yüzünü sevip “tüm evlatlarım yanımda, torunlarım yanımda. Nasıl olayım oğlum. Elhamdülillah.”
Yusuf Bey de başını sallayıp “çok şükür,” diye tekrarladı. Birlikte sofraya oturduklarında kalabalık bir gürültü de onları takip etti. Herkes bir şeylerden konuşuyor ve herkes birbirinin dediklerini takip ediyordu. Nergis de bu kalabalığın bir parçası olmaktan memnundu. İlk defa kendini gergin hissetmeden bir aile sofrasında oturup muhabbet etmenin tadını çıkarıyordu.
Yemekten sonra herkes kendi köşesine çekildiğinde Nergis, Leyla ve Neslihan’la kendini mutfakta buluvermişti. Mutfağın bahçeye açılan kapısının önündeki taraçada geniş bir masa ve bambu koltuklar diziliydi. Akşamın sessizliğinde cırcır böceklerinin ötüşünden başka bir ses yoktu. Arka bahçedeki loş aydınlatmanın altında üç genç kadın çayları önlerinde tüterken bir müddet sessizliğin tadını çıkardılar.
“evimizin gürültüsünü seviyorum,” dedi Neslihan “ama sanırım sessizliği de özledim.”
“kıyamam sana,” diye takıldı ona Leyla “İlay uyutmuyor mu yoksa?”
“bazı geceler inat ediyor uyumuyor,” Neslihan’ın yüzünde konuşurken kızına duyduğu sevginin nişanesi parlıyordu, “öyle vakitlerde Alparslan bu kızın inadı sana çekmiş diye uğraşıyor benimle.”
“aşık olduğun kişiden bir evladın olduğunda ona baktığında hep ikinizin en güzel yönlerini görüyorsun.”
“doğru,” diye onayladı Neslihan “bizim için İlay’a sahip olabilmek çok büyük bir lütuf. Çünkü başka bir çocuk yapmayı düşünmüyoruz.”
Neslihan’ın sesindeki üzüntü barizdi. Nergis uzanıp onun elini tuttu.
“en doğru kararı vermişsiniz Neslihan.”
“Alparslan bu riski bir daha göze almak istemiyor,”
Nergis, adamın hastanedeki perişan halini hatırladı. Neslihan’a bir şey olacak diye aklı çıkmıştı.
“haklı,” dedi Leyla usulca “İlay bizim kıymetlimiz. Hem ablası ve abisi de olacak. Tek çocuk diye üzülme sakın.”
“doğru, Gökalp ve Gökçe’nin peşinde o da hayırlısıyla büyüyüp gider inşallah.”
“amin,”
Nergis çayından bir yudum alıp “Leyla abla,” dedi “sana danışmak istediğim bir mesele vardı aslında.”
“elbette,” dedi Leyla hemen ve tüm dikkatini ona verdi.
“geçenlerde acile bir kız çocuğu geldi. Maalesef anne babasını kaybetmiş, kimse de almadı. Mecburen devlet koruması altına alındı.”
“öyle mi,” diyen Leyla’nın gözlerine hüzün çökmüştü bile. Nergis onun yetimhanede büyüdüğünü bildiği için bu konuyu açıp açmamak konusunda kararsız kalmıştı ama gönüllü çalıştığı bir vakıf olduğunu bildiğinden söylemeye karar vermişti.
“görsen öyle tatlı, akıllı bir kız ki!”
“adı ne?”
“Fatma”
“Fatma,” diye tekrarladı Leyla.
“ben düşündüm ki senin çalıştığın şu vakıf belki Fatma için bir şeyler yapabilir. Ne bileyim belki güvendiğiniz bir koruyucu aile vardır. Ya da daha iyi bir eğitim alması için bir fırsat.”
“sen bana kızımızın bilgilerini gönder ben de vakıftakilerle bunu bir konuşayım tamam mı?”
“tamam,” dedi Nergis rahatlayarak. Leyla ablaya geçmişini hatırlatıp üzmekten çekinmişti ama korktuğu gibi olmamıştı.
Leyla gözlerinde gururla Nergis’e bakıp “sen gerçekten iyi bir insansın doktor hanım,” dedi ve ekledi “kimsesizlik zordur. Her an birinin gelip sana dayanak olmasını beklemek zordur. Senin sayende Fatma fazla beklemeyecek inşallah.”
“inşallah,” dedi Nergis ama gözleri çoktan dolmuştu. Leyla kolunu sıvazlayıp onu teskin etti. Nergis o an kendini tutamayıp “onu affettin mi abla?” diye sordu boğuk bir sesle.
“kimi?”
“an-anneni?”
Nergis’in annesi ile arasının kötü olduğunu görmemek için kör olmak lazımdı. Her halinden belli ettiği üzere annesi onun zayıf karnıydı. Leyla bir an dalıp derin bir iç çekti. Düşündüğü belliydi. Belki de bu soruyu kendine hiç sormamıştı.
“bilmiyorum,” dedi sonunda “içimde bir yerde bizi bırakıp gittiği yetimhanenin penceresinde onun geri dönmesini bekleyen küçük bir kız çocuğu var hala. Hiç ayrılmıyor o pencerenin önünden. Hala annesinin geri dönmesini bekliyor.”
Neslihan gözünden akan yaşları silip burnunu çekerken Nergis de gözlerini kırpmadan onu dinliyordu.
“sanırım onu affedebilecek kadar güçlü değilim.”
“anladım,” dedi Nergis. O da annesini affedemiyordu. Ama asıl canını yakan şey annesinin hiç af dilememiş olmasıydı. Nergis’i yıkıp geçtiği onlarca anı arasında gözlerinde bir kez bile pişmanlık gördüğünü hatırlamıyordu.
“ama onu çok özlüyorum Nergis,” diye devam etti Leyla. Sanki Nergis’in bu soruyu neden sorduğunu çok iyi biliyormuş gibi, “bana yaptığı o kısacık anneliği çok özlüyorum. Varlığını, var olmasını özlüyorum.”
Leyla, Nergis’in kanayan yarasına öyle basmıştı ki Nergis yüzündeki ifadeyi saklamak ister gibi uzanıp başını Leyla’nın göğsüne yasladı. Leyla onu anlamıştı. Usulca ona sarılıp bir abla şefkatiyle sırtını okşadı.
Neslihan peçeteye gözlerini silip ayağa kalktı, “ben çayları tazeleyeyim,” diyerek içeri kaçtığında Nergis de kendini çekip “özür dilerim,” dedi usulca “ben-“
“gönül yangınında anne feryadı olan çocukların yaraları tanıdıktır,” dedi Leyla anlayışla “umarım sen annenle her şeyi yoluna koyabilirsin.”
“inşallah abla,” dedi Nergis, “inşallah”
Neslihan geri döndüğünde üçü de toplamıştı. Leyla çayından bir yudum alıp “oh be şunun gibisi yok!” dedi gülüp.
“ben kahve de seviyorum,” dedi Nergis “malum nöbetlerde ayakta kalmak için şart.”
“haftada kaç kez nöbetin oluyor?” diye sordu Neslihan
“bir bazen de iki,” dedi Nergis “çaylaklar geldikçe bizim de yükümüz azalıyor.”
“iyi bari.”
O sessizlikte taraçaya birden biri daldı. İsmail, hanımları masada görünce “pardon ya,” dedi ve ekledi “ben sizi ön bahçede sanıyordum.”
“sigara içmek için mi geldin abi?” dedi Neslihan biraz çirkef bir sesle. İsmail “neyse ben ön tarafa giderim,” dedi duymazlıktan gelip.
“abi gel otur Allah aşkına,” dedi Leyla “bizi görünce kaçıp gitmenin anlamı ne?”
“rahatsız etmeyim dedim bacım yoksa ne rahatsızlığı hepiniz kardeşimsiniz.”
“o zaman gel otur abi,” dedi Nergis de.
İsmail masanın uzak köşesine geçip otururken Neslihan’ın dediği gibi paketi çıkartıp bir sigara yaktı.
“nasıl gidiyor abi?” diye soran Leyla idi “malum biz fazla görüşemiyoruz.”
“iş güç Leyla,” dedi İsmail bir nefes çekip “aynı şeyler.”
“alışabildin mi İstanbul’a?”
“mecburen alıştım, “
“geri dönmek mi istiyorsun yoksa?” diye sordu Nergis.
“bana kalsa döneceğim de annemle babamı daha fazla üzmek istemiyorum.”
İsmail’in yeşil gözlerinde öyle bir perde vardı ki ona baktığında ne oldu da bu hale geldi diye merak ediyordu insan.
Konuşurlarken mutfak kapısından dışarı salonda bıraktıkları tüm beyler giriverdi. Sinan yüzünde bilmiş bir sırıtışla “ben dedim size buradadırlar diye,” derken İlyas, karısının yanına bir sandalye çekerken Neslihan’ı da sandalyesiyle birlikte tutup kenara itti. Neslihan ufak bir çığlık atıp “ay bu ne terbiyesizlik ya!” diye söylenirken İlyas “sus kız!” demekle yetindi. Nergis olanları gülerek izlerken onun yanına da kocası gelip oturmuştu.
“nereye kayboldunuz?” diyen de Alparslan’dı. Hemen kenara itilen karısının yanına bir sandalye çekip oturmuştu.
“hanım hanıma sohbet ediyorduk,” dedi Neslihan.
“bu sohbete İsmail abim de mi dahildi?” diye sordu Sinan utanmaz bir sırıtışla. Herkes kahkahalara boğulurken İsmail, küçük kardeşine aşağılayıcı bir bakış atmakla yetindi. Hemen akabinde bir sigara daha yaktı.
“Oğuz,” dedi Nergis hevesle “hani sana anlattığım Fatma vardı ya, Leyla ablayla konuştuk şimdi. Belki onun için bir şeyler yapabiliriz.”
“inşallah,” dedi Oğuz. Karısına gururla bakıyordu. Oğuz, sorar gibi bakan diğerlerine “Nergis çalıştığı hastanede devlet koruması altına alınan bir kız çocuğu için yengemin çalıştığı vakfa danışmayı düşünmüştü de,” diye açıkladı durumu.
“iyi düşünmüşsün Nergis,” dedi İlyas ve ekledi “Leyla’nın çalıştığı vakıf pek çok çocuğun elinden tuttu bu zamana kadar.”
“kendisi de vakfa cömert yardımlarda bulunmayı ihmal etmez,” diye ayrı bir bilgi verdi Leyla kocasına gülümseyip.
“karıştırma şimdi orasını.”
“maşallah,” dedi Oğuz. Bir zamanlar Neslihan’a kızıp onunla konuşmayacağına dair yemin etmişti. O dönemlerde yeminin kefaretini ödemek için üç gün oruç tutup on yetim doyurmuştu.
“İlyas öyledir,” dedi İsmail birden. Kardeşine anlık bir bakış attı, “eli açık, cömert. İsteyene hayır demeyi bilmez.”
Bu beklenmedik övgü karşısında herkes bir an şaşırsa da Neslihan gülümseyip “benim bütün abilerim öyledir,” dedi.
“ben?” diye atladı Sinan hemen. Neslihan onun saçlarını karıştırdı, “çalışıp kendi paranı kazanmaya başla o zaman görürüz seni de.”
“ya abla!” diye isyan etti Sinan başını çekerken “sevmiyorum ya saçlarımla oynamayın.”
“ama çok güzel.”
Sinan gözlerini devirmekle yetindi. İlyas ise abisine takılı kalmıştı. Ondan güzel bir söz duymayalı çok olmuştu. İsmail boğazını temizleyip sigara paketine uzandı yine.
“çok içiyorsun,” dedi Neslihan kendini tutamayıp.
“bacım Allah aşkına,” dedi İsmail. Neslihan tam ağzını açıp bir şey daha diyecekti ki İlyas abisinin bakışlarını yakalayınca sustu.
“tiksinirdin sen böyle şeylerden,” dedi İlyas usulca “ağzına sürmezdin.”
İsmail sonunda sigarayı söndürüp “oldu mu?” dedi aksi bir tonda. İlyas ilk kez yüzünde bir maske olmadan abisine baktı. İsmail onun gözlerinde gördüğü kedere bakmamak için başını çevirdi. Masalarına derin bir sessizlik çöktüğünde İsmail “neyse ben salona gidiyorum,” deyip ayağa kalkmaya niyetlendi ama İlyas kendini tutamayıp “yıllar oldu be adam!” diye patladı bir anda “yıllar oldu sen hala benden, benimle yüzleşmekten kaçıyorsun.”
İsmail sandalyesine geri otururken İlyas bir şey demesini bekliyordu. Yanında oturan karısı sakinleştirmek ister gibi kolundan tuttu.
“hadi yüzleşelim ulan!” diye parladı İsmail bir anda. Kimse ondan böyle bir çıkışı beklemiyordu “ne işe yarayacak İlyas? Giden geri mi gelecek?”
“en azından ben neden bana yüz çevirdiğini öğrenmiş olurum,” dedi İlyas yalvarır gibi “benim suçum ne abi? Ayşe yengem kendi isteğiyle gitmedi mi?”
Masada oturan diğer kardeşleri birbirlerine sorar gibi baktı ama kimse İlyas’ın yenge diye hitap ettiği kadını tanımıyordu.
“anma onun adını!” dedi İsmail. Sanki içinde tuttuğu acı dışarı çıkmak için zorluyordu. Ama İsmail bir türlü izin vermiyordu.
“neden!” diye bağırdı İlyas “neden be adam neden?”
Birden İlyas ayağa fırladı ve abisinin yanına gidip onu iki yakasından kavrayıp ayağa kaldırdı. Şimdi herkes ayaklanmıştı. Oğuzhan kollarından tutsa da bu yüzleşmeyi yarıda kesmek için de bir şey yapmamıştı. Nitekim Neslihan da müdahale etmemesi için Alparslan’ı tutmuştu. Sanki herkes ‘hadi dökün içinizdekileri de rahatlayın,’ der gibiydi.
İlyas “bir şey söyle artık! Ben abimi niye kaybettim niye?” diye sorarken İsmail’i sarsıyordu. İsmail ise bir karşılık vermiyordu. Sonunda İlyas ellerini çekip bir adım geriledi. İsmail aniden kardeşini kendine çekip sarıldığında herkes şaşırdı.
“özür dilerim,” dedi İsmail “her şeyi mahvettiğim için özür dilerim.”
İlyas beklemediği bu hamle karşısında bir anda donup kalmıştı. Abisi ona mı sarılmıştı? Bu olmuş muydu gerçekten. Tereddüt ederek kollarını ona sarıp gerçek olduğunu anlayınca o da abisine bıraktı kendini. Söyleyecek sözü yoktu. Yıllar sonra abisine sarılmanın tadını çıkartmaktan başka.
Leyla, kocası adına rahatlayarak tuttuğu nefesini verirken herkes yüzlerinde belli belirsiz bir tebessümle taraçadan çıktı. Abi kardeşi baş başa bırakmanın vakti gelmişti.
Nergis salona geri döndüğünde “iyi misin” diye sordu kocasına. Oğuz başını salladı. Az önce yaşananlar herkes gibi onu da sarsmıştı.
“İlyas’ın sesini duyar gibi oldum az önce,” dedi annesi. Onlar torunlarla ilgileniyordu, “bir şey mi oldu?”
“oldu anne,” dedi Neslihan “İsmail abimle İlyas abim-“
“dalaştılar mı yine?” dedi Yusuf Bey sıkılarak.
“yok,” dedi Sinan “barıştılar.”
“gerçek mi?” dedi Elife Hanım elini kalbine götürüp. Leyla başını salladı, “konuşup içlerini döksünler diye yalnız bıraktık biz de,”
“Allah’ım sana sonsuz şükürler olsun,” dedi kadın sevinç içinde. Yusuf Bey’in gözleri dolmuştu. Boğazını temizleyip başını salladı.
“Ayşe yenge kim anne?” diye sordu Sinan birden. Elife Hanım kocasına baktı.
“İsmail bir şey mi söyledi?” diye sorusuna soruyla karşılık verdi. O sırada herkes zihnini yoklayıp bir şeyler hatırlamaya çalışıyordu. Ancak kimse adını az önce öğrendikleri bu kadın hakkında hiçbir şey anımsayamadı.
“İlyas abim, Ayşe yengem kendi isteğiyle gitti gibi bir şey dedi az önce,”
“ah be oğlum,” dedi Yusuf Bey kendi kendine “niye açarsın eski mevzuları.”
“iyi ki de açmış,” diye karşı çıktı Elife Hanım “aman üzülmesin diye diye acısıyla tek başına bıraktık çocuğu,”
“İsmail’in huyunu bilmiyormuş gibi konuşma Elife,” dedi Yusuf Bey “o kimseye kolay kolay açılmaz.”
“evladımın huyunu elbette biliyorum ama yara tazeyken üstüne gitseydik belki böyle olmazdı.”
“olan oldu bir kere geçmişi değiştiremeyiz.”
“Allah aşkına,” diye araya girdi Neslihan dayanamayıp “biri Ayşe’nin kim olduğunu söyleyebilir mi?”
“İsmail abinin-“ dedi kadın durup yutkundu “gönül yarası işte,”
“o yüzden mi kaçıp gitti abim? ” diye sordu Oğuzhan. Herkes olayı anlamaya çalışıyordu şimdi. Ama Yusuf Bey “İsmail’in mahremini anlatmak bize düşmez,” dedi ve ekledi “siz de daha fazla sorup durmayın. O kendisi isterse anlatır.”
Babası böyle söyleyince herkes mecburen sustu. Ama herkes merak ediyordu elbette. İsmail’i ailesinden, her birinden koparıp uzaklara sürükleyen bu kadın kimdi?
“biz bu gece burada kalalım anne,” dedi Leyla sonra “malum yılların hesaplaşması biraz uzun sürer. Konuşsunlar, hasret gidersinler, hesaplaşsınlar.”
“doğru dedin kızım,”
“biz de yavaştan kalkalım,” dedi Alparslan “yarın iş var.”
“tabi oğlum,”
“biz de kalkalım,” dedi Oğuz. Nergis başını salladı. Kapının önünde herkesle vedalaşıp çıktıktan sonra Neslihan kendi arabalarına gitmeden önce abisine sarılıp “barıştılar sonunda,” dedi sevinçle.
“öyle bacım,” sanki tüm ailenin üstünden büyük bir yük kalkmış gibiydi. Nergis de gülümseyip “Allah bir daha küslük göstermesin,” diye dua etti.
“amin,” dedi Nesli canı gönülden.
Alparslan, kızını arabaya yerleştirdikten sonra “cümleten hayırlı geceler, gözünüz aydın olsun.”
“sağ ol Alparslan,” dedi Oğuz.
Karı koca kendi arabalarına binip yola çıktılar. Nergis merakına yenilip “demek İsmail abinin gönül yarasının adı Ayşe,” dedi kendi kendine.
“İlyas abim kim olduğunu biliyormuş demek ki!”
“ne oldu acaba?”
“bilmiyorum,” Oğuz, karısına gülümseyip ekledi “barıştılar ya, önemli olan o!”
“öyle tabi,”
Eve girdiklerinde ikisi de epeyce yorulmuş olduklarından üstlerini değiştirip hemen yattılar. Oğuz uykuya dalmadan önce Nergis’in yanağından öpüp “iyi geceler bir tanem,” dedi şefkatle.
“sana da,” Nergis onun elinden tutup uykuya dalarken yüzünde bir tebessüm vardı.
…
Ertesi sabah hastaneye gittiğinde Ülkü ile bankoda karşılaştılar.
“günaydın,” dedi eski düşmanı yeni dostu. Nergis gülümseyip “sana da,” dedi ve ekledi “var mı bir olay?”
“yok, hastanede olaylar ne kadar sıradan olabilirse o kadar sıradan her şey.”
“güzel, daha ne isteyelim?”
“milyonda bir görülen vaka,” dedi Ülkü tahmin yürütmeye çalışırmış gibi yaparak “zorlu bir ameliyat, dünyaca ünlü bir cerrah?”
“Arslan İbrahimoğlu gibi mi?”
“ha ha çok komik!” demişti Ülkü ama gülmemek için kendini tutuyordu. Nitekim “bu ilişkiye olan inancımı kaybetmeden çek git buradan.” dedi akabinde.
“aman tamam işkolik,” Nergis başını salladı, “durumun tadını çıkart biraz.”
“neyin?”
“sakinliğin tabi, ben yalnızlığımı da bavula koyup giderim.”*
Ülkü gözlerini devirirken Nergis hin bir ifade ile kollarını açıp “pişt!” dedi, “sarılalım mı?”
“saçmalama!” dedi Ülkü ve dosyasını alıp gitti. Nergis arkasından sırıtıp kendine kahve almaya gitti. Bu kızla uğraşmayı seviyordu. Makineye para atıp içmek istediği kahveyi tuşladı. Bardağının dolmasını beklerken arkasından biri “Doktor Nergis?” diye sordu.
Nergis bardağını alıp adama dönerken “buyurun benim,” dedi nazikçe ama adamın kim olduğunu fark edince gülümsemesi donup kaldı.
“Umut?” dedi emin olmak için.
“ta kendisi,” dedi adam. “Doçent Doktor Umut da diyebilirsin,” diye ekledi. Nergis sahte bir tebessümle başını salladı Uzun boyu ve kendini beğenmiş gülümsemesi hiç değişmemişti. Sadece sakal bırakmıştı.
“senin ne işin var burada?” diye sordu, “yurt dışında olduğunu sanıyordum.”
“doğru,” dedi Umut, “ama bir iş birliği için kısa süreliğine buraya geldim.”
“bu hastaneye?” diye sordu Nergis emin olmak için. Adam başını salladı. Tam o sırada gözü Nergis’in parmağındaki alyansa takıldı.
“tebrik ederim,” dedi tebessümle yüzüğü işaret edip. Nergis elini kaldırıp “teşekkür ederim,” diyerek karşılık verdi.
“neyse,” dedi Umut “ben gideyim, o kadar tanıdıkla karşılaştım ki sabahtan beri, yapmam gereken görüşmeleri yapamadım hala.”
“tabi, elbette,” diyen Nergis bir adım geri çekildi.
“görüşürüz o zaman,”
“görüşürüz,”
Nergis, uzaklaşan adamın peşinden bakıp eski sevgilisiyle aynı hastanede çalışacak olmasına kocasının nasıl bir tepki vereceğini düşündü. Ve bu düşünce onu çok huzursuz etti.
.
.
lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın
Allah'a emanet olun
ve evet sıradaki kitabın başrolü İsmail Kaya'dır. :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.43k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |