91. Bölüm
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 2. BÖLÜM

2. BÖLÜM

RabiaSofi
rabiasofi

Hikayeyi bir de kuzudan dinleyeceğimiz bölüme hoşgeldiniz

hepinize iyi okumalar

 

BÖLÜM

Türbülanslı Akış

 

Neva için hayat onu ilk gördüğü andan itibaren Sinan’dan ibaret olmuştu. Çocukluk aşkı diye bir şey varsa eğer- o da Neva’nın Sinan’a duyduğu aşktı. 8 yaşından beri Sinan’ı seviyordu. Uzaktan, kendini hiç göstermeden tıpkı bir gölge gibi Sinan’ı seviyordu. Sinan ise ondan üç yaş büyük olduğu için Neva’yı hiç fark etmemişti. Sadece bir kere bir bayram ziyaretinde ortak bir akrabanın evinde Neva elinde tuttuğu bardağı yere düşürmüştü. Sinan onu tutup “dikkat et ufaklık,” demişti ve gülüp gitmişti. Neva o an bayılmamış olmasına hala şaşırıyordu.

Geçip giden uzun yıllar boyunca Neva her bir bayramı, akraba ziyaretini dört gözle beklemiş, uzaktan da olsa Sinan’ı görmek, onun neşeli kahkahalarını duymak uslanmaz kalbine yetmişti. Neva 16 yaşına geldiğinde Sinan yurtdışında okumak için Londra’ya gitmişti. Bu haberi ilk duyduğunda babası ile birlikte halasının evindeydi. Yalan söylemeyecekti. Resmen yıkılmıştı. Zaten Sinan, Neva için imkansızdı. Kendi yüreğinin bile Sinan’a hissettiği şeyin ne olduğundan haberi yoktu.

Önce çocukça sevmişti Sinan’ı. Yaşı büyüdükçe çocukça sevgisi, derin, kuvvetli bir aşka dönmüştü içinde. Bazen o bile kendine şaşırıyordu. 8 yaşından beri uzaktan uzağa bir insanı sevmek mümkün müydü yani? Ama işte şimdi 21 yaşına gelmiş olduğu halde yüreği hala Sinan diye atıyordu.

Edebiyat okuyordu Neva. Kalemi eline aldığı ilk günden beri yazmak onun için bir türlü dile getiremediği o derin ve kuvvetli aşkı ifade edebilmenin tek yolu olmuştu. Yazdıklarını paylaşmaya başladığında ise bu kadar çok geri dönüş alacağını tahmin etmemişti. Belki de dünya gerçekten karşılıksız aşklarla doluydu.

Neva bir de kendine bir mahlas seçmişti. Yine Sinan’a duyduğu aşktan türemişti bu mahlas da. Saye koymuştu adını. Yani gölge. Bir gölge gibi aşık olduğu kişiyi izleyerek geçip giden ömrüne ithafen Saye demişti kendine.

Uzaktan uzağa onu sevmeye devam ederken üniversitenin son yılında artık birer ikişer görücüler kapıyı tıklatmaya başlamıştı. Neva ilk başlarda hepsini geri çevirse de bir süre sonra bahaneleri tükenmişti.

Tam bu noktada Sinan’dan bir haber gelmişti. Sinan Londra’da İngiliz bir kızla birlikteydi. Evlenmek üzereydi. Meğer bu kızla yıllardır birlikte nikahsız bir hayat sürdürmüş ve ilişkisi açığa çıkınca da nikah kıyacağını ilan etmişti.

Neva o gün yıkılmıştı. Kalbi paramparça olmuş, Sinan’ı takip eden gölgesi buhar olup uçmuştu. Sinan gitmişti. Başkasına aitti artık. Bu noktada onu beklemenin veya umut etmenin ne anlamı vardı ki. Çocuk değildi artık. Mezun olmuştu. Evlenme çağı gelmişti. Hiç düşünmeden kapıyı çalmaya devam eden görücülerden ilkiyle buluşmayı kabul ettiğinde onun için de hayat bir daha eskisi gibi olmamak üzere değişmişti.

Arif ile ilk buluşmasında kendini o kadar kötü hissetmişti ki sanki varlığından bile haberi olmayan, hâlihazırda başka biri ile evlenmek üzere olan Sinan’a ihanet ediyormuş gibi hissetmişti.

Ancak Arif iyi yürekliydi. Neva’ya sevgi dolu gözlerle bakıyordu. Temiz bir adamdı Arif. Babasından devraldığı kiralık dükkânda çalışmaya devam ediyordu. Ondan büyük bir abisi vardı ve İstanbul’da değildi. Herkes gibi o da doğduğu yerde değil doyduğu yerde yaşıyordu. Annesi ve babası da yaşlı insanlardı. Memleketteki köy evinde yaşıyorlardı. Tek istekleri küçük oğullarının da mürüvvetini görmekti. Öyle çok varlıklı bir aile değillerdi. Hayatı sınırda, kıt kanaat ama harama bulaşmadan yaşayan o temiz ailelerdendi Arif’in ailesi. Bu açıdan da kendi ailesine benziyordu. Neva’nın babası da tek bir maaşla ailesine güller gibi bakmış, elinden geldiğince hem karısının hem de biricik kızının her istediğini yerine getirmeye çalışmıştı.

Neva da kısıtlı imkânlarla büyüyen her çocuk gibi istemeyi değil, istememeyi öğrenmişti.

İkinci buluşmalarında Arif heyecandan sakarlık edip çay bardağını kırdığında Neva kendini tutamayıp gülmeye başlamıştı. Arif mahcup bir ifadeyle ona baktığında Neva içinde genç adama karşı bir yakınlık hissetmişti.

Böyle başlamıştı işte Arif ile olan hikâyesi. Nişanlandıklarında evde sade bir tören yapmışlardı ama nikâh günü Neva, Elife Kaya’yı gördüğünde kendini çok garip hissetmişti. Kadının elini tutup öperken Elife Hanım ise onun yüzünü sevip “bir yastıkta kocayasınız güzel kızım,” demişti içtenlikle. Arif’e bakıp “şanslı çocuk,” diye takılmıştı hatta. Neva’nın bileğine de cömert bir hediye takmayı ihmal etmemişti.

Neva’nın annesi Elife Kaya’nın teyzesinin torunuydu. Akrabalık bağları da buradan geliyordu. Elife Kaya, Neva’nın annesini severdi. Neva’nın babası da Yusuf Kaya’nın sevdiği dostlarından biriydi. Hatta bir zamanlar annesi ile babasının evlenmesine de bu çift vesile olmuştu. Babası da Yusuf abisini bir farklı severdi.

Arif ile evlendikten tam bir hafta sonra gelmişti kaza haberi. Neva iyi ki koltukta oturuyordu bunu duyduğunda. Sinan çok ciddi bir motor kazası geçirmişti. Belki bir daha- hayır hayır yüreği bunu duymaya da kabullenmeye de razı değildi.

Sinan’ın yaşadığına şükretti. Onun için dua etti ve hem kalbinde hem de aklında ona olan sınırını korudu. Artık yanında kocası vardı. Kocasına sadakatini kendi içinde dahi sorgulayamazdı. Ona helal tek bir kişi vardı. Onun adı da Arif’ti.

Neva Tamay Birsel artık Arif Tancı’nın karısıydı. Nitekim kocası ona bakıp “iyi misin hayatım?” diye sorduğunda tebessüm edip “iyiyim,” diye karşılık verdi “Elife Teyze’yi çok severim. Onun için üzüldüm sadece.”

“Allah şifa versin,” dedi kocası elini tutup. Neva bir arada duran ellerine bakıp başını salladı.

“amin,” dedi usulca.

….

İlerleyen günlerde Sinan’dan gelen haberler iç açıcı değildi. Neva ise dua etmekten başka bir şey yapamıyordu. Annesi ile babası geçmiş olsun ziyareti için eve gittiklerinde onları evin gelinleri karşılamıştı. Zira tüm kardeşler alelacele Londra’ya gitmişlerdi.

Neva yeni hayatına alışmaya çalışıyordu. Evliliklerinin ilk ayı dolduğunda kocası elinde bir demet gül ile çıkıp gelmişti. Kapıda onu karşılayan Neva çiçekleri görünce gülümseyip ellerini açtı. Arif gülleri arkasına saklayıp “hediyemi almadan olmaz,” deyince Neva kocasının yanağına bir öpücük kondurup “hoş geldin,” dedi.

Arif gülleri ona uzatıp “hoş buldum hayatım,” diyerek ona verince Neva gül demetini koklayıp “çok güzeller,” diyerek teşekkür etti.

“ilk ayımız bitti ya,” dedi kocası içeri girip kapıyı kaparken “o yüzden güller aldım karıma.”

Neva ona bakarken içinin ısındığını hissetti. Ne iyi yürekli bir kocası vardı. İçinden yükselen ağlama isteğini bastırıp başını onun göğsüne yaslarken kocası da ona sıkıca sarıldı.

İki ay sonra Neva’nın bulantıları başladığında ilk başta şüphelenmedi. Ama bulantıları gittikçe şiddetlenip geciktiğinde bir doktora gitti hemen. Doktor ona hamile olduğunu söylediğinde hissettiği ilk şey sevinçti. Anne olacaktı.

Koşarak gidip haberi kocasına vermek istedi. Hastaneden çıkarken elleri titriyordu. Arif’i aradı ama telefonu açmadı. Hemen sesli mesaj gönderip “işin bitince beni ara!” diye bağırdı resmen neşeyle.

Yerinde duramıyordu. Eve gitmek istemediği için annesinin evine gitmeye karar verdi. Sürpriz yapmak niyetiyle haber vermedi. Annesinin kapısının önüne geldiğinde yerinde zıplayıp duruyordu. Kapıyı çaldı.

Annesi kapıyı açar açmaz “anneanne oluyorsun Mehlika Sultan!” diye bağırdı neşeyle. Annesi şok içinde kızına bakıp gülümsedi. Hemen ardından salona göz atıp parmağını dudağına götürdü ve sus işareti yaptı. Neva kaşları çatılır gibi olup “ne oldu?” diye sordu fısıltıyla.

“geç içeri,” dedi annesi.

Neva salona girdiğinde hiç beklemediği biriyle karşılaştı. Adımları birbirine dolanırken “Elife Teyze!” dedi şaşkınlıkla “sen ne ara İstanbul’a döndün?”

“geçen hafta kızım,” dedi kadın. Zayıflamış, gözlerinin altına karaltılar çökmüştü. Neva yanına gidip elini öperken Elife Hanım da ona sarılıp “hayırlı olsun kızım,” dedi “Allah analı babalı büyütmeyi nasip etsin.”

“amin,” dedi Mehlika Hanım. Neva, annesine sarılırken kızının iki yanağından öpüp gözünden akan yaşları sildi.

“rabbim imanlı, sevgili, saygılı bir evlat nasip etsin.”

“amin anne,” dedi Neva yutkunup. Hemen ardından Elife Teyze’ye dönüp “kusura bakma Elife Teyze,” dedi ve ekledi “burada olduğunu bilmiyordum.”

“ne demek kızım,” dedi Elife Hanım gülümseyip “senin sevincinle ben de şen oldum.”

“sağ ol,”

Oturduklarında Neva kendini tutamayıp “Sinan nasıl oldu?” diye sordu. Elife Hanımın yüzü sanki mümkünmüş gibi biraz daha soldu.

“İstanbul’a getirdik,” dedi “tedavisi burada devam edecek.”

“ayaklanabildi mi?” diye sorarken istemsizce tırnaklarını kanepenin koltuğuna geçirmişti.

“biraz biraz,” dedi kadın “doktor dedi ki; düzelme devam ediyormuş, kırılan kemikler kaynamış ama eski haline dönmesi biraz zaman alırmış.”

“bunlar güzel haberler” dedi Mehlika Hanım gülümseyip “ama hala kederlisin abla.”

Elife Hanım iç çekip “oğlum karanlıkta Mehlika,” dedi “ruhu hasta, neredeyse hiç konuşmuyor. Çok öfkeli, çok kızgın. Yataktan çıkmıyor. Tedaviyi istemiyor. Yemiyor, içmiyor.” Elife Kaya’nın hıçkırığı boğazında yükselirken “gülmüyor,” dedi boğuk bir sesle.

Neva dolan gözlerini saklamaya çalışıp “Rabbim tez zamanda şifasını nasip etsin,” dedi içtenlikle. Aklında kalan son görüntü İsmail abinin düğününde gülücükler saçan, o genç delikanlının yüzüydü. En son orada görmüştü onu. Aradan kaç yıl geçip gitmişti hatırlamıyordu bile.

“amin kızım,” dedi Elife Hanım. Sonra gülümsemeye çalışıp “Mehlika torun geliyor demek. Talha sevinçten havalara uçacak şimdi,” diyerek konuyu değiştirdi.

“dede olacağını öğrenince tansiyonu çıkar sevinçten. İlacını içirtmeden söylemeyeyim bari.”

Neva elini karnına götürüp “hayırla gelsin,” diye geçirdi içinden. Mercimek tanesi kadar olan bebeği şimdiden ona güç kuvvet vermişti.

Akşam kocası eve geldiğinde onu kapıda karşılamadı bu sefer. Çünkü mesajına geri dönmemişti.

“Neva!” diye seslendi kocası suçunu bilerek “ben geldim.”

“iyi!” dedi Neva mutfaktan çıkmadan. Kocası yanına geldiğinde dönüp ona bakmadı bile.

“mesajını şimdi gördüm,” dedi Arif yakışıklı yüzünde özür diler gibi bir ifade vardı. Neva ona yan bir bakış atıp “çok mu yoğundun?” diye sordu.

“çok,” dedi kocası hemen “birinin işi bitti ötekinin işi başladı. Hem bugün dükkan sahibi geldi. Zam meselesini konuştuk.”

“öyle olsun,” diyen Neva’nın sesinde hala bir kırgınlık vardı. Arif onun alevi anımsatan bakır rengi saçlarını okşayıp kulağının arkasına itti.

“gerçekten çok işim vardı,” dedi yumuşacık bir sesle. Neva sonunda dönüp kocasının yüzüne baktı. Kocası ona gülümseyip “ne oldu?” diye sordu.

“önemli bir haber verecektim sana,” dedi Neva elindeki işi bırakıp kocasına döndü. Arif onun yüzünü tutup “ne haberi verecektin bana?” diye sordu merakla. Açık kahve gözlerinde tertemiz bir sevginin izi vardı.

“baba oluyorsun,” dedi Neva.

Arif bir an donup kaldı. Sonra yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı ve elini incitmekten korkar gibi karısının karnına koyup “baba oluyorum?” diye tekrar etti emin olmak ister gibi. Neva gözleri dolarken başını salladı. Sulu göz olmuştu iyice.

Arif karısını kendine çekip alnından öptü. Neva’nın ela rengi gözlerine bakıp “evladımız olacak,” dedi şefkatle.

“oğlan,” dedi Neva “ben öyle hissediyorum.”

“erkek mi diyorsun?” dedi Arif daha da heyecanlanarak.

“senin içinden ne geçiyor?”

“bilemedim ki!” dedi Arif şaşkınlıkla “sen erkek diyorsan erkektir.”

Neva kocasının karnındaki elini tutup “erkek,” dedi ve ekledi “inşallah babasına benzeyen bir oğlum olur.”

Arif bu dua karşısında daha da duygulanarak karısına sarıldı, “ben nerede kime iyilik ettim de rabbim karşıma seni çıkarttı?”

Bebek beş aylık olduğunda erkek olduğu kesinleşmişti. Adına henüz karar veremedikleri için ikisi de onu ‘oğlanım’ diye sevmeye devam ediyordu.

Arif işe gitmeden önce Neva’nın iki yanağından öptü. Bebeği sevip “Allah’a emanet olun canlarım,” dedi.

“sen de Allah’a emanet ol evimizin direği.”

Arif, Neva’nın dediğine gülüp kapıyı açtı ve ayakkabılarını giyip dışarı çıktı. Neva onun ardından kapıyı kapatıp çalışma masasına geçip bilgisayarı açtı. Uzun zamandır hiçbir şey yazmıyordu. Saye kalbinin derinliklerinde yaşıyordu hala. Bunun farkındaydı. Ama kelimeleri tükenmişti. Saye artık ne diyebilirdi ki! Hayatı yaşayan Neva’ydı. Neva’nın tek gerçeği de Arif’ti. Ve yakında doğacak olan bebeği. Bilgisayarı açtığı gibi kapatıp başka işlerle uğraşmaya devam etti.

….

Sekizinci aya girdiğinde karı koca büyük bir heyecan içindeydiler. Oğullarının adını da bulmuşlardı. Adı Ömer olacaktı. Adını aldığı o yiğit sahabe gibi adalet için ayakta duran Müslümanlardan biri olması için annesinin duasını almıştı bile.

Doğuma günler kala oğlunun odasının hazırlığı bitmişti. Arif artık hep evdeydi. İşlerini ayarlamış ve bir aylık izne ayrılmıştı.

Neva kocaman olmuş göbeğiyle evin içinde dolanırken peşinden ayrılmıyordu. Neva dönüp ona baktığında “yorulmadın mı hala?” diye sordu kocası. Neva ona elini uzatınca hemen tutup üstüne bir öpücük kondurdu.

“yoruldum,” dedi Neva “birkaç gün sonra oğlumuz kucağımızda eve döndüğümüz zaman sen de benimle birlikte yorulacaksın. O yüzden şimdi peşimde dolanma da oturup dinlen.”

“şimdi de peşinde dolanacağım,” dedi Arif sevgiyle “oğlumuz doğduktan sonra da hatta oğlumuzun kardeşi doğduktan sonra da.”

Neva gülümseyip elini çekerken “Ömer’i doğurdum da kardeşini doğurmak kaldı,” diye söylendi. Arif, karısının şiş göbeğinin izin verdiği ölçüde ona yaklaşıp “ama hayatım oğlumuz tek başına mı büyüsün? Sen hep demez misin ben küçükken bir kardeşim olsun çok isterdim diye.”

“aman tamam,” dedi Neva “ben sanki hayır dedim.”

“demedin değil mi?”

“demedim Arif,” Neva ona arkasını döndüğünde kocası ona arkadan sarılıp şiş karnını okşarken “seni ne çok seviyorum Neva’m bir bilsen,” diye iç çekti. Neva başını ona yaslayıp kollarından tuttu.

“ben de seni seviyorum,” dedi içtenlikle. Bu doğruydu. Arif öyle güzel kalpli, öyle içten, öyle dürüst bir adamdı ki onu sevmemek imkansızdı. Neva nasibinde olanı kabulleneli çok olmuştu.

….

Sancıları başladığında vakit gece yarısıydı. Arif onu dikkatli bir şekilde arabaya oturtup yola çıktığında Neva heyecandan yerinde duramıyordu. Arif ise ondan beterdi.

“sakın korkma hayatım,” diyordu ona ama kendisi daha çok korkuyordu. Hastaneye vardıklarında onu hemen doğum katındaki odaya aldılar.

Sabaha kadar sancıları düzenli aralıklarla sıklaşıp artmaya devam etti. Arif her an onun yanındaydı. Ağrılarını azaltmak için elinden geleni yaparken onun desteği Neva’ya gereken gücü vermişti.

Gün aydınlanırken Neva oğlunu kucağına aldığında Ömer yeri göğü inletecek kadar gürültülü bir şekilde ağlıyordu. Neva gözyaşları içinde oğlunun sesini dinlerken yüreğinden dolup taşan sevgiye hayret ediyordu.

Odaya çıktığında annesi ve babası da gelmişti. Arif’in ailesi İstanbul dışında yaşadığı için henüz gelmemişlerdi.

Arif oğlunu hemşire ile birlikte getirdiğinde Neva tekrar ağlamaya başlamıştı bile. Annesi onun gözlerindeki yaşı silip “kıyamam yavruma,” dedi şefkatle. Hemşire “evet babası,” dedi “hadi bakalım öğrettiğim gibi Ömer’i kucağına alıp annesine ver. Oğlunuz ilk sütünü emsin.”

Talha Bey burnunu çekip boğazını temizledikten sonra “hadi siz oğlumun aç karnını doyurun,” diyerek gözyaşlarını saklayarak odadan çıkarken Arif de oğlunu büyük bir dikkatle kucağına alıp kokusunu içine çekti önce.

“Ömer’im,” dedi aşkla “hoş geldin oğlum, iyi ki geldin.”

Ardından oğlunu Neva’nın kucağına bırakıp Neva’nın başından öptü. Göz göze geldiklerinde ikisi de aynı şeyi düşünüyordu.

“şükürler olsun oğlumuz sağ salim kucağımızda!”

Hemşirenin yardımıyla biraz uğraştıktan sonra Ömer ilk kez sütünü içmeye başladı. Beş dakika sonra uykuya dalmıştı bile.

“şimdilik yeter,” dedi hemşire ve Ömer’i alıp beşiğe geri yatırdı.

“ben babanızı bulup getireyim,” dedi Mehlika hanım. Odadan çıktığında Arif karısının yanına oturup kolunu omzuna attı.

“sen bana bugün öyle büyük bir mutluluk yaşattın ki Neva’m,” diye fısıldadı. İkisi de çok yorgundu ama keyifli bir yorgunluktu bu.

“ailemiz büyüdü,” dedi Neva. Yorgun başı kendiliğinden kocasının göğsüne yaslanmıştı bile.

“Ömer’imiz bize bereketiyle geldi,” dedi kocası ve cebinden kadife bir kutu çıkartıp karısına uzattı. Neva kutuyu alıp açtığında bir çift altın küpe görünce “ne gerek vardı canım.” dedi gülümseyerek. Ömer için zaten çok fazla masraf yapmışlardı.

“en büyük zorluğu sen çektin, büyük bir sabırla oğlumuzu büyüttün içinde. Yüzünde tebessümünle karşıladın beni her zaman. Sevgini cömertçe paylaştın benimle. Bana yoldaş oldun, en iyi arkadaşım, sevdiğim hatunum oldun. Bu bir çift küpe az bile Neva’m.”

Genç kadın kocasını dinlerken yüreğinin sızladığını hissetti. Başını kaldırıp Arif’in gözlerinin içine baktı.

“sen de benim sevdiğim oldun,” dedi samimiyetle.

“gönül isterdi ki daha fazlasını yapayım ama-“

“Arif,” diye lafını kesti adamın “ben seninle evlenmeyi güzel, temiz, cömert yüreğin için kabul ettim. Senden başka bir şey de istemiyorum. Dünyanın pisi kiri o güzel kalbini incitmesin bana yeter.”

Kocasının gözleri dolduğunda uzanıp onun yüzünü sevdi. Zenginlik böyle bir şeydi işte. Yanında yürüdüğün kişi kadar.

….

Neva hayatın bu minvalde akıp gideceğini zannederken bir anda her şey tepetaklak olacaktı. Ömer’in kırkı yeni çıkmıştı. Arif bir haftadır işe gidip gelmeye başlamıştı. Neva evde oğluyla baş başa kalmaya alışıyordu. Ömer’in gün geçtikçe babasına benzeyen çehresi şekilleniyor ve neşeli bir bebeğe dönüyordu. En çok da Neva’yı görünce gülüyordu.

Yine böyle bir günde kucağında oğlu ile Arif’i işe gönderirken “bak sakın soğukta kalma,” diye uyardı kocasını. Dışarıda şiddetli bir yağmur yağıyordu.

“tamam,” dedi Arif kabanının düğmelerini iliklerken.

“şemsiye almayacak mısın?”

“direk taksiye bineceğim” dedi Arif ve ekledi “bugün çok önemli bir ödeme var. Onu alırsam yılı rahat geçiririz inşallah.”

“inşallah,” dedi karısı “Atkını da al. Bak çok soğuk Arif. Üşütme lütfen.”

“tamam iki gözüm tamam,” dedi adam atkısını boğazına dolarken. Ömer ise merakla bir annesine bir de babasına bakıyordu.

Arif sonunda etrafında bir tur dönüp “oldu mu?” diye sordu. Neva “oldu,” deyince gülmeye başladı. Önce annesinin kucağındaki oğlunun kokusunu içine çekip öptü. Sonra karısının alnından öpüp “sizi seviyorum, Allah’a emanet,” dedi.

“biz de seni seviyoruz,” dedi Neva. Arif’in yanağından öpüp okşadı. “Allah’a emanet.”

Arif huzurlu yuvasından çıkıp bir daha geri dönmediğinde Neva için de hayat durdu. Haberi aldığında Ömer’i daha yeni uyutmuştu. Telaşla onu annesine bırakıp hastaneye koştuğunda geç kaldığını öğrendi. Arif gitmişti. Yağmur o kadar şiddetlenmişti ki taksi şoförü önünü göremez hale gelmişti. Kaza da böyle olmuştu.

Hiç beklemediği anda kendini mezarlıkta bulan Neva şoka girmişti sanki. Yas tutamıyor acı çekemiyordu. Herkes ona acıyarak bakarken o hiçbir şey hissetmiyordu. Arif gitmişti. Neva ise tek başına kalmıştı.

24 yaşında dul kelimesi kulaklarında çınlamaya başlamıştı. Ancak annesi ile babası her an yanındaydı. Sevdiği insanlar ona destek oluyorlardı. Arif’in ailesi uzakta kendi acılarını yaşasalar da manen Neva’nın yanındalardı. Arif’ten kalan torunları için her şeyi yapmaya hazır olduklarını söylediklerinde Neva onlara bakıp başını sallayabilmişti sadece.

Ömer ise hiçbir şeyin farkında değildi. Neva ona baktıkça babasını asla tanıyamayacak oluşuna kahroluyordu. Resimlerde gördüğü ona yabancı bir adamın yüzünden ibaret olacaktı onun için baba kelimesinin anlamı. İçinde hep bir boşluk hissedecek ama bunun babasızlıktan olduğunu anlamayacaktı. Çünkü babasını hiç hatırlamayacaktı. Arif’in ona bakarken içinin gittiğini, onun kokusunu içine çekip ‘göz aydınlığım’ diye sevdiğini bilmeyecekti. Bütün bunları sadece Neva hatırlayacaktı. Ömrü boyunca oğluna baktıkça hep içi acıyacaktı.

Günler akıp giderken babası bir gün çıkıp “hadi kızım bu evi kapat bize geri taşın. Böyle tek başına her şeye yetişmeye çalışmakla kendini daha fazla yıpratma,” dediğinde Neva bu teklifi kabul etti. Çünkü bu evde Arif’in hatıralarıyla yaşamaya çalışmak onu çok zorlamaya başlamıştı. Ayrıca bu evin açık kalmaya devam etmesi artı masraf demekti. Neva artık hesabında kalan parayı daha dikkatli harcamak zorundaydı. Zaten Arif’in çalıştığı dükkan da onun gidişiyle kapanmış, dükkan sahibi çoktan başka birine kiraya vermişti.

Böylece baba evine oğlu ile geri döndüğünde Ömer de anneannesi ve dedesiyle birlikte yaşamaya hemen alışmıştı. Neva bir gece ev sessizliğe gömüldüğünde bilgisayarı açıp boş ekrana yarım saat boyunca bakmış, sonunda kelimeler kalbinden akıp gitmiş, içini boşaltmıştı. Ekranı kapatıp yatağına geri yattığında vakit epey ilerlemişti. Saye hala oradaydı ama bu kez başka biri için yas tutuyordu.

Ömer dokuz aylık olduğunda artık tamamen babasına benzemişti. Arif’in yüzü oğlunda yaşamaya devam edecekti. Neva ona bakarken içi acıyor Arif’i özlediğini hissediyordu. Ömer’in sesi evin neşesiydi. Dedesi Talha Bey torununa gözü gibi bakıyordu. Kızını incitmekten imtina ediyor kimsenin de onu incitecek bir şey demesine izin vermiyordu. Yine de Neva babasının bir emekli maaşı ile eve yetemediğinin farkındaydı. Çalışması gerekiyordu. İş ilanlarına bakıyor ama bir türlü içine sinen bir iş bulamıyordu.

Bir akşam Neva hiç beklemediği anda gelen misafirler yüzünden kendini tedirgin hissetmişti çünkü eve Elife teyzeler gelmişti. Yanında iki büyük oğlu ve gelinleri de vardı. En büyük torunu Zeynep de üç yaşındaki kardeşinin elinden tutup gelmişti.

Ev bir anda çok kalabalık olmuştu. Ömer, İsmail abinin oğlu Hasan ile çok iyi anlaşmıştı. Neva mutfakta tabakları hazırlarken Leyla abla ve Zeynep ona yardım ediyordu.

“seni daha iyi gördüm,” dedi Leyla dikkatle kızın yüzüne bakıp. Neva ona dönüp tebessüm etmeye çalışarak “daha iyi olmak zorundayım Leyla abla,” diye karşılık verdi.

“Ömer için,” dedi Leyla anlayışla. Kızın sırtını sıvazlayıp “ama kendin için de,” diye ekledi.

Annesinin asil güzelliğini taşıyan Zeynep “Ömer sen iyi olursan iyi olacaktır Neva abla,” dedi. Neva onun yüzünü sevip “maşallah,” dedi içtenlikle “sen de üniversiteye başlamışsın duydum. Hayırlı olsun.”

“sağ ol Neva abla,” dedi Zeynep “babam beni gözünün önünden ayırmak istemediği için en yakın üniversiteyi tercih ettim.”

Neva ve Leyla bu yoruma gülerken Zeynep ise başını iki yana sallamakla meşguldü. İsmail Kaya yıllar sonra kavuştuğu kızını uzakta bir yere göndermeye razı olmamıştı.

Birlikte salona geri döndüklerinde Hasan’ın Ömer’in başını okşadığını görünce yutkundu. Arif, Ömer’in bir kardeşi olmasını çok istemiş ama nasip olmamıştı. Şimdi Hasan ona abilik ederken Ömer ne kadar da mutlu gözüküyordu.

Belli etmeden burnunu çekip kendini toparlamaya çalışırken babasının “Sinan nasıl?” diye sorduğunu duydu.

“abisi ve ablası ile bıraktık,” dedi Yusuf Bey. O da son olanlardan sonra çökmüştü. Yaşlı bir adamdı artık Yusuf Kaya. “doktor diyor ki iyileşmesinin önündeki tek engel Sinan’ın kendi zihniymiş.”

“nasıl yani?” diye soran Neva’ydı. Yine tutamamıştı kendini.

“fizik tedavi sona erdi kızım. Sinan istese o koltuk değneklerini bırakabilir ama hala daha onlara ihtiyacı olduğunu söylüyor. Yürümeyi reddediyor.”

“neden böyle bir şey yapıyor olabilir ki?” diye sordu Mehlika Hanım.

“görüştüğümüz psikiyatr travma sonrası stres bozukluğu diyor,”

Elife Hanım tam bu noktada kocası ile göz göze geldi. Yusuf Bey onaylar gibi başını sallayınca Elife Hanım “Zeynep,” dedi torununa “hadi sen çocukları içeri götür de orada oynamaya devam etsinler.”

“tamam babaanne,” dedi Zeynep hemen. Yerinden kalkıp Hasan ile Ömer’i aldı ve gözden kayboldular.

“kusura bakma Mehlika,” dedi Elife Hanım “senin evinde de böyle iş buyurdum gibi oldu ama sizinle konuşmak istediğimiz önemli bir mesele var.”

“ne kusuru abla,” dedi Mehlika hanım hemen “hayır olsun inşallah?”

“olacak inşallah,” dedi Elife Kaya. Neva’ya baktığında genç kadının gözlerinde endişe gördü.

“bizim sizi ziyaretimizin sebebi hayırlı bir işe vesile olmak aslında.”

Şimdi Birsel ailesi meraklı bir sessizlik içinde kadının konuşmasını bekliyordu.

“eğer Neva kızım da kabul ederse bizim niyetimiz Sinan ile Neva’yı evlendirmek,” dedi kadın bir nefeste. Birisi salonun ortasına bomba atsa Neva daha az şaşırırdı herhalde. Yıllardır kendi içinde bile Sinan ile adını yan yana getirmeyen Neva şimdi kabul ederse Sinan’la mı evlenecekti? Kalbinin acıdığını hissettiğinde başını öne eğip öylece kaldı. Sinan’ın yüzü canlandı zihninin içinde. En son onu gördüğü zamanki haliyle gülümsüyordu Neva’ya. Hemen ardından Arif geldi aklına. Daha ölümünün yılı dolmadan başkasıyla mı evlenecekti? Hem de Sinan’la.

Uzayan sessizliği bölen kişi Yusuf Kaya’ydı, “biliyorum Neva kızımın acısı çok büyük. Ama Talha, bizim niyetimiz onu daha da üzmek değil. Aksine Ömer için de Neva için de Sinan için de en iyisini istiyoruz. Sinan kör bir kuyuda ama oradan çıkacağına inanıyoruz. Onun hakiki bir yoldaşa ihtiyacı var. Neva gibi temiz, sabırlı bir yoldaş. Ömer’in de bir babaya ihtiyacı var.”

Son cümlesi Neva’nın gözünden bir damla yaş akıp gitmesine sebep olmuştu. Yanında oturan annesi onun elini tutup yüzünü kaldırdı. Gözlerinde öyle bir ifade vardı ki Neva içinin titrediğini hissetti. O an annesi ile babasının onun yanında olduğunu ne olursa olsun yanında olacaklarını biliyordu. Ama ikisi de yaşlı insanlardı. Neva onların tek çocuğuydu ve şimdi kucağında oğlu ile bu eve geri dönmüştü. Her ne kadar bunu can-ı gönülden sevgiyle yapıyor olsalar da Neva da Ömer de onların huzurlu sakin yaşantılarını bozuyordu. Madden babasına yük oluyordu.

“Yusuf abi,” dedi Talha Bey “Sinan bu haldeyken nasıl olacak?”

İsmail ve İlyas’ın birbirlerine baktıklarını gördü Neva. Kardeşlerinin haline üzüldükleri belliydi.

“Sinan iyileşecek,” dedi Elife Kaya inançla “biraz zaman biraz da emek.”

Kadın umutla Neva’ya baktığında Neva ona ne diyeceğini bilemediğini gösteren bir ifade ile karşılık verdi.

“siz ailecek bu konuyu istişare edin,” dedi Yusuf Kaya “haftaya yine kapınızı çalar, cevabınızı alırız.”

“peki Yusuf abi,” dedi Talha kızına endişeyle bakarken. Neva o an konuşmazsa bir daha asla konuşamayacağını biliyordu. Boğazını temizleyip “Sinan bu evliliği kabul etti mi?” diye sordu Elife Kaya’ya bakarak.

“etti tabi,” dedi kadın hemen “o yüzden geldik, senin de rızanı almak için.”

Neva kalbinde hissettiği şeyin ne olduğunu bilmiyordu ama kendini daha önce hissetmediği kadar garip hissediyordu. Demek Sinan onunla evlenmeyi kabul etmişti. Demek çocukluk aşkı- zihninin içindeki sesleri susturup “Sinan’la oturup konuşmadan size bir cevap veremem Elife Teyze,” dedi Neva kesin bir tavırla.

Kadın umutlanmıştı şimdi. Yüzüne bir tebessüm yayılırken “elbette,” dedi. Ayşe Kaya “bizim ev buralara yakın,” diye araya girdi. “Sinan’ı yarın bize getiririz, sen de bize gelirsin Neva ne dersin?”

Neva onay almak için babasına baktı. Babası bu duruma isteksiz de olsa başını sallayınca “peki Ayşe abla,” dedi sadece. İsmail abinin evini elbette biliyordu. Evlendikten sonra, Hasan doğduktan sonra pek çok kere çeşitli vesilelerle o eve gitmişliği vardı.

“gayret bizden takdir Allah’tan,” dedi Yusuf Kaya. Akşam böylece sona ererken Neva o gece bir iki saat ancak uyuyabildi. Yarın Sinan Kaya’yı yeniden göreceğini bilmek uykusunu kaçırmıştı.

 

 

lütfen minik yıldızı parlatmayı ve

bölüm hakkındaki yorumlarınızı paylaşmayı unutmayın

Allah'a emanet olunuz

Bölüm : 04.09.2025 17:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 2. BÖLÜM
RabiaSofi
Sevmeyi Yaşamak

24.43k Okunma

2.61k Oy

0 Takip
105
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...