

merhabalar, ben geldim.
çok sık gittiğim söylenemez zaten :)
yeni bölüm karşınızda, iyi okumalar dilerim
BÖLÜM
Kör Kuyu
Oğuzhan için ilk seans en zor olanıydı. Gidip o koltuğa oturana kadar zihninin içinde seksen defa vazgeçmişti ama Nergis için yoluna devam etmişti. İleride olmak istediği baba için en çok da kendi içindeki bu karanlıktan kurtulmak için devam etmişti.
İlk seanstan sonra kendini daha iyi hissetmemişti ama daha kötü de olmamıştı. İkinci seansta doktoruna biraz daha güvenmeye başlamıştı. Üçüncü seansta farkında olmadan yavaş yavaş karşısında onu yargılamadan sadece dinleyen adama açılmıştı. Dördüncü seanstan sonra anlattıkça daha iyi hissetmeye başlamıştı. Beşinci seansta artık hissettiklerini ve yaptıklarını sorgulayabiliyordu. Kendine ve Nergis’e yaptığı haksızlıkları daha iyi anlayabiliyordu.
Zaman ilerlerken Oğuzhan içindeki kör kuyunun yıkılmaya başladığını, İzel’in hatırasının gittikçe soluklaştığını fark ediyordu. Artık karısı ile daha sağlıklı iletişim kurabiliyordu. Onu sevdiğini söylerken içinde acaba bir gün bana ihanet eder mi korkusunu hissetmiyordu. Değişimi gözle görülür hale geldiğinde Oğuzhan eskiden olduğu kişiyi de arkasında bırakmıştı. Artık yeni bir Oğuzhan başlamıştı içinde.
Geride bıraktıkları canını yakmıyor, geçmişiyle yüzleşebiliyor ve en önemlisi de mutlu olmaktan korkmuyordu.
Nergis de bu değişimden memnundu elbet. Başından beri kocasının gözlerinde görmek istediği o parıltı geri gelmişti. Oğuzhan iyileştikçe içindeki sahiplenici, aşk dolu o adam daha çok ortaya çıkıyordu. Nergis de sevilmenin tadını çıkarıyordu. Oğuzhan tarafından sevilmek onun için bir ayrıcalıktı sanki.
Onu seviyor olmak da öyle. Çok şiddetli bir sınavdan geçen evlilikleri nihayetinde rayına oturmuş gibiydi.
Zaman bir tek Nergis’in annesi ile olan ilişkisine çare olamıyordu. Annesini o kadar az görür olmuştu ki neredeyse yüzünü unutacaktı. Babası zaten kimsenin işine karışmayan o adamlardandı. Kızı gelmiş ya da gelmemiş onun için fark etmezdi.
Efe ile sık sık görüşse de bu genellikle ya okul çıkışlarında birlikte yemek yemek ya da hafta sonları kardeşini evine davet etmekten ibaretti. Oğuzhan -şükürler olsun ki Efe’yi kendi kardeşi gibi benimsemişti.
Bu mücadele içinde evlilikleri birinci yılını doldurduğunda Oğuz, karısını yemeğe çıkarttı. İlk yıldönümleri için özel bir yer ayarlamıştı. Şahane bir manzarası olan restorana kol kola girdiklerinde Nergis hayranlıkla etrafına bakındı.
“harika bir yer burası,” dedi.
“senin ışıltın yanında sönük kalıyor,” diye karşılık verdi kocası. Nergis ona gülümseyerek baktı.
Yerlerine oturup yemeklerini sipariş ettikten sonra Oğuz bir süre elini çenesine yaslayıp karısını izledi. Nergis şık siyah bir elbise giyip inci kolye ve küpelerini takmıştı. Oğuz saçlarının açık halini sevdiği için de serbest bırakmıştı. Oğuz da çok şık siyah bir takım giymişti. Gömleği de takımı ile aynı renkteydi. Kravat takmamış, gömleğinin ilk iki düğmesini açık bırakmıştı. Saçları alnına dökülüyordu.
“Oğuz,” dedi Nergis bir süre sonra “bana böyle bakmaya devam edersen ne yemek yiyebilirim ne de sana eşlik edebilirim haberin olsun.”
“ama ne yapayım çiçeğim,” dedi Oğuz “sana bakmaya doyamıyorum.”
“sen de çok yakışıklı olmuşsun,” diye iltifat etti ona “hatta birkaç bakıştan rahatsız oldum.”
“öyle mi?” dedi Oğuz etrafına bakınıp “hani nerede?”
“bak gerçekten elimde kalırsın ha!” dedi Nergis kaşığın sapını sıkıp. Oğuz omuzları titreyerek gülmeye başladığında karısı kaşığı bırakıp kollarını göğsünde birleştirdi. Ona bakarken bir an kızgınlığını unuttu çünkü çok güzel gülüyordu. Sevdiği adamın gülüşünü söndüren o kadından nefret etse de onu kendisine getiren her şeye minnet duyuyordu. Oğuz’la yollarının kesişmesinin sebebi İzel’in ihanetiydi. Bu ihanete değil elbette ama Oğuz’un onunla olmasına şükrediyordu.
Dalıp gittiğini fark eden kocası kendini toparlayıp “şaka yaptım hayatım,” dedi Nergis’in hiç kıyamadığı o bakışlarından birini atıp. Nergis başını salladı.
“biliyorum,” dedi ve ekledi “sen hep gül Oğuz. Gülmek sana çok yakışıyor.”
Oğuz bu cümle karşısında yutkunup mahcup bir halde tebessüm etti. Sonra karısına bakıp “senin sayende gülebiliyorum Nergis,” dedi sevgiyle “sen karşıma çıkmasaydın dürüstlüğe, aşka ve sadakate olan inancımın hepsini kaybetmiştim.”
“mühendis bey,” diye fısıldadı Nergis usulca “ben artık tamamen sana aitim. Ben, sen oldum artık Oğuz.”
Bu itiraf karşısında kocasının bakışları değiştiğinde Nergis hafifçe kızarıp başını eğdi. Neyse ki yemekleri geldi ve başka konulardan konuşmaya başladılar. Yemekler gerçekten çok lezzetliydi. Nergis hepsini afiyetle yedi.
Restorandan çıktıklarında kol kola otoparka doğru yürüdüler. Ilık, şeker gibi bir ilkbahar havasıydı onları karşılayan. Nergis yol kenarında açan çiçeklere bakıp gülümsedi. Hayat güzeldi. Sevdiği adam yanındaydı. Mutluydu. Aklının bir köşesinde annesi ile olan mesele olsa da sanırım bununla yaşamayı öğrenmekten başka şansı yoktu.
Eve girdiklerinde Nergis hiç beklemediği bir sürprizle karşılaştı. Yatağın üstünde küçük bir kutu duruyordu. Nergis kutuyu eline alırken kapı eşiğinde onu izleyen kocasına bakıp “ben hediye almadım,” dedi mahcup bir şekilde.
“sen kendin hediyesin hayatım,” dedi Oğuz sadece. Nergis gözleri dolu dolu siyah kalın karton kutunun kapağını açtığında seramik bir kupa gördü. Biraz eğri büğrüydü ama Nergis için şimdiden çok kıymetliydi. Kutudan seramik kupayı çıkarttığında el yapımı olduğunu fark etti ve üstünde birbirinden alakasız fontlarla “dünyanın en güzel çiçeğine” yazıyordu.
“kendi ellerimle yaptım,” dedi Oğuz “ilk denememe göre fena da olmadı hem.”
“çok güzel olmuş,” dedi Nergis. O kadar kıymetliydi ki bu hediye. Birisi onun için emek vermiş, saatlerini harcamış ve kendi elleriyle ona bunu yapmıştı. Nergis dikkatle kupayı komodinin üstüne bırakıp kocasına sıkıca sarıldı.
“seni çok seviyorum,” dedi “çok ama çok seviyorum.”
“ben daha çok seviyorum,” dedi Oğuz hemen. Bu aralarında ufak bir oyun olmuştu artık. Nergis kocasına daha çok sokulup “kabulüm,” dedi.
Bugüne, bu ana şükretmekten başka ne yapabilirdi ki.
…
Bir ay sonra Sinan İngiltere’deki ilk yılını tamamlayıp yaz için memlekete döndüğünde bütün aile yine bir arada Elife Sultan’ın kıyısında toplanmıştı.
İlay artık yürümeye başladığı için oyunlarda Gökalp ve Gökçe’ye eşlik edebiliyordu.
Evde bir telaş vardı. Herkes İlyas’ın Sinan’ı havaalanından alıp getirmesini bekliyordu. Sinan çok prestijli bir okulda kimya mühendisliği okuyordu.
Nergis mutfakta Leyla ile birlikte servis tabaklarına dolma ve sarmaları koyarken Neslihan da salatayla uğraşıyordu.
“yardım edilecek bir şey var mı hanımlar?” diye sorarak mutfağa giren Oğuzhan’dı.
“bana bir tane çatal verir misin hayatım,” dedi Nergis gayriihtiyari. Oğuz hemen karısına bir çatal uzatırken “al bir tanem,” diye karşılık verdi.
Neslihan, abisi ile yengesinin halinden memnun “maşallah!” dedi içtenlikle “havada aşk kokusu var.”
“ay ama çok tatlı değiller mi?” dedi Leyla Nesli’ye bakıp. Sanki ikisi mutfakta yokmuş gibi davranıyorlardı. Oğuz sırıtıp “beni bilirsin yenge,” dedi “ben her zaman tatlı bir çocuk olmuşumdur.”
“bilmez miyim,” dedi Leyla ve ekledi “Oğuz, evimin halılarını değiştirmeyi düşünüyorum. Malum iki çocukla halılar bugüne kadar iyi bile dayandı. Eh ilk seferinde de halıları sen seçmiştin. Geleneği bozmayım dedim yine bir halı seçmeye gider miyiz?”
“ay süper olur,” dedi Neslihan atlayıp “ilk alışverişimizi hatırladım da şimdi hey gidi günler! zaman ne çabuk geçiyor.”
“öyle gerçekten.”
“ayıp ettin yengecim,” dedi Oğuz “elbette gider müthiş zevkli gözlerimle yine halı seçerim.”
Nergis kıkırdayıp “kocamın yeni bir yeteneğini öğrenmiş oldum ben de,” dedi “son halı bükücü seçimini yaptıktan sonra biz hanımlara birer kahve de ısmarlarsın artık.”
“elbette çiçeğim,” dedi Oğuz şefkatle “zaten ısmarlamazsam ayıp etmiş olurum.”
“anlaştık o zaman.”
Mutfakta muhabbete devam ederlerken kapı çaldı. Elife Hanım sevinçle “geldiler,” diyerek kapıyı açmaya giderken herkes holde toplandı. Kapı açıldığında içeri ilk İlyas girdi. Elinde bir bavul vardı. Ardından gelen Sinan ise yüzünde büyük bir gülümseme ile içeri girdi. İlk önce annesine sarıldı.
“ah benim kuzum,” dedi Elife Hanım gözleri dolu dolu “nasıl da özledim seni yavrum.”
“ben de sizi çok özledim anne,” dedi Sinan. Aradan geçip giden zamanda boyu biraz daha uzamış, biraz kilo almış o sıska hali kaybolmuştu. Spor yaptığı için kaslanmıştı. Saçları biraz daha uzamış, siyah kıvırcık saçlarını havalı bir modele kestirip olağanca serbest bırakmıştı. Hafif kirli sakalları kemikli yüz hatlarına ayrı bir hava katmıştı. Üzerinde beyaz bir tişört ve ince kot bir ceket vardı. Koyu kahve iri gözleri ailesine duyduğu sevgiyle parlıyordu. Annesini bırakıp elini öptü ve ardından babasının yanına gidip ona da sarıldı. Yusuf Bey boyu kendisini geçmiş oğlunun sırtını sıvazlayıp saçlarını okşadı.
“hoş geldin oğlum,” dedi hasretle “özlettin kendini.”
“hoş buldum babam,” dedi Sinan. Babasının iki yanağından öptü. Hemen ardından Neslihan’la göz göze geldiler. Sinan gülümseyip ablasına doğru koşar adımlarla gitti ve bir hamlede onu kucaklayıp yukarı kaldırdı. Neslihan’ın kahkahası çığlığına karışırken herkes güldü.
“hoş geldin ablasının bir tanesi,” dedi Neslihan ayakları tekrar yere değerken.
“hoş buldum.”
Neslihan’ın yanında duran Alparslan “fırtına gibi giriş yaptın koçum,” dedi içtenlikle. Sinan eniştesine sarılırken “beni bilirsin enişte havalı girişleri severim,” diye karşılık verdi.
İsmail abisine sarıldıktan sonra sıra Oğuzhan abisine geldiğinde Sinan bir an dikkatle abisinin yüzünü inceledi. Orada gördüğü şey hoşuna gitmiş olacaktı ki gülümsemesi büyüdü. Oğuz ona kollarını açtığında Sinan abisine sıkıca sarılıp “şükürler olsun abi,” diye fısıldadı “gözlerindeki parıltı geri gelmiş.”
Oğuz yutkunup geri çekildi. Kardeşinin kollarından tutup sıktı. Sinan çoğu zaman kimsenin dile getiremediği şeyleri ustalıkla ifade ederdi. Şimdi de herkesin Oğuz’da gördüğü değişimi hiç tereddüt etmeden söyleyivermişti.
“şükürler olsun Sinan’ım,” dedi içtenlikle
“hoş geldin Sinan,” dedi Nergis kocasının yanında dururken. Sinan onun elini iki eli arasına alıp minnetle “hoş buldum yengecim,” dedi ve ekledi “seni de abimi de çok iyi gördüm.”
Nergis gülümseyip kardeşi saydığı bu genç delikanlının yüzünü sevdi, “ben de seni çok iyi gördüm. Maşallah İngiltere sana yaramış.”
“yaradı,” dedi Sinan yaramaz bir sırıtışla. Oğuz onaylamaz bir tavırla başını sallasa da bıyık altından gülmeden edememişti.
Sinan en sona kalan Leyla yengesinin yanına gittiğinde Leyla ona “hoş geldin kıvırcığım,” dedi sevgiyle. Sinan bir tek onun kendisine kıvırcık demesine kızmazdı.
“hoş buldum Sultan’ım,” dedi Sinan ona sarılıp. Sinan için Leyla’nın yeri ayrıydı.
“bak yine,” dedi İlyas duygusal ortamı dağıtmak için “sana kaç kere dedim lan karıma benden daha güzel iltifat etme diye.”
Gülüşmeler büyürken bütün aile salona geçti. Sinan yeğenleriyle de tek tek hasret giderdikten sonra sofraya oturdular.
Nergis’in en sevdiği şeylerden biri de bu kalabalık aile toplantılarıydı. Herkes bir araya gelir, paylaşır çoğalır ve bağlarını kuvvetlendirirdi. Maalesef bu kendi ailesi ile hiç sahip olamadığı bir ayrıcalıktı. Onlar nadiren dört kişi olarak aynı masaya oturmuşlardı. Bir araya geldikleri zamanlar da genellikle derin bir sessizlik olurdu aralarında.
“e anlat bakalım,” dedi İsmail “nasıl İngiltere? Memnun musun?”
“memnunum abi,” dedi Sinan “elbette zorlandığım şeyler de oldu ama okulum ve sağladığı imkanlar çok iyi.”
“iyi bari memnun ol da yavrum,” dedi Elife hanım ve ekledi “bak o tehlikeli motor yarışlarından uzak duruyorsun değil mi çocuğum.”
“anacığım kendimi tehlikeye atacak hiçbir şey yapmıyorum sen merak etme,” dedi Sinan. Genç adamın yeni tutkusu motor kullanmaktı. Hatta ailesine anlattığından daha fazlasıydı. Sinan motor yarışlarına da katılmaya kararlıydı ama bunu kimsenin bilmesine gerek yoktu. En azından şimdilik.
“kaç ay buradasın?” diye sordu Neslihan
“bir değişiklik olmazsa ağustos sonu gibi döneceğim inşallah abla.”
“aman azmış be!” dedi Neslihan.
“program biraz yoğun,”
“olsun,” dedi babası “sayılı gün çabuk geçer, sen hayırlısıyla mezun ol da.”
Sinan bir karşılık vermedi. Mezun olduktan sonra ülkesine dönmek istediğine emin değildi. Son zamanlarda fikirleri epeyce değişmişti.
Yemekten sonra çay faslı başladığında çocuklar koşup oynamaktan yorgun düşüp uykuya dalmışlardı. Etrafa derin bir sessizlik çöktüğünde herkes bir köşeye çekilmişti. Hanımlar da her zamanki gibi arka bahçedeki taraçaya çıkıp masada bir süre hiç konuşmadan çaylarını içtiler.
“ay ne yorucu gündü,” dedi Neslihan
“değil mi,” diye ona katıldı Nergis “ama Sinan’ı çok iyi gördüm. Değişmiş, epeyce de yakışıklı olmuş.”
“ben de fark ettim,” dedi Leyla kıkırdayıp “bizim oğlanda biraz çapkınlık sezinledim ama.”
“çapkınlık mı?” dedi Nesli “Allah korusun yengelerim.”
“aman kötü anlamda değil Nesli,” dedi Leyla hemen “yere bakan gönül yakan cinsinden.”
“hee,” dedi Nesli rahatlayarak. Nergis onun haline gülüp “bizim oğlumuz yapmaz öyle şeyler merak etme ablası,” diye teselli verdi.
“eh yani kapı gibi babası aslanlar gibi üç abisi ve bir eniştesi var. Buna rağmen gidip kendine o çok bilmiş İngiliz’leri örnek alırsa aşk olsun”
Neslihan’ın tepkisi o kadar komikti ki üçü aynı anda gülmeye başladı. Gülüşme seslerine mutfağa gelen Sinan “yengelerim ve ablacım,” dedi merakla “kimin kuyusunu kazıyorsunuz?”
“o ne biçim laf öyle,” dedi Nesli “biz kimsenin kuyusunu kazmayız.”
“aman abla,” dedi Sinan dolaptan aldığı sodadan bir yudum aldıktan sonra devam etti “öylesine sordum.”
“havadan sudan konuşuyoruz,” diye cevap verdi Leyla “dedik ki Sinan ne kadar değişmiş, bildiğin yakışıklı bir genç adam olup çıkmış.”
Sinan hin bir tebessümle “peşimden koşan çok,” dedi. Leyla onun kolunu çimdikleyip “onu da fark ettik,” diye ekledi.
“cazibeme kızlar karşı koyamıyor yengecim ne yapayım?” diye kendini savundu Sinan.
“ay yoksa sıradaki eltimiz bir İngiliz mi olacak?” dedi Nergis gülerek,
“anamın bunu kaldırabileceğini zannetmiyorum,” dedi Sinan ve ekledi “canım biz de eve getirmeyiz ne olacak?”
Leyla yengesi ve ablası tarafından aynı anda ensesine bir şaplak yiyen Sinan gülmeye başladı.
“bunu bile özlemişim,”
“edepsiz,” dedi Neslihan annesinin tonlamasını çok başarılı bir şekilde taklit etmişti. Öyle ki Leyla ve Nergis takdir dolu bakışlarla bunu onayladılar.
“oldu,” dedi Sinan ayağa kalkıp “hadi ben kaçtım.”
“kaç bakalım,”
Sinan’ın peşinden hanımlar da fazla oyalanmadan salona geri döndüler. Beyler koyu bir muhabbetin ortasındaydı.
“bak şimdi,” dedi İlyas “on günümüz var ben diyorum ki uçakla Trabzon’a geçelim. Oradan bir araba ayarlayıp Batum’a kadar sürelim. Maksat vakit kaybetmemek.”
Evet, beylerin yaz için planladığı on günlük bir karadeniz seyahati vardı. Herkes işlerini ayarlamıştı. Ortak bir takvim oluşturup gezecekleri en müsait on günü seçmişlerdi.
“tamam öyle yapalım,” dedi İsmail “Batum’dan doğru İstanbul’a döneriz.”
“en mantıklısı o zaten abi,” dedi Oğuz da. Alparslan içlerinde Karadeniz’e ilk kez gidecek olan tek kişiydi.
“baba sen gelmek istemediğine emin misin?” diye sordu Sinan. Yusuf Bey başını salladı.
“ben size ayak uyduramam oğlum,” dedi “hem hava çok sıcak. Tansiyonu oynatmayalım durduk yere. Siz gidin. Biz annenizle Trabzon’a geçmeyi düşünüyoruz. Köy evinde halledilmesi gereken birkaç iş var.”
“e o zaman ben Batum’dan direkt sizin yanınıza gelirim.” Dedi Sinan. Elife Hanım’ın yüzü aydınlandı.
“gel tabi oğlum ne yapacaksın tek başına burada.”
“işleri ayarlarsak bir hafta da biz geliriz,” dedi İlyas.
“Alparslan,” dedi Neslihan hevesle “ne olur biz de gidelim.”
“söz veremem Nesli,” dedi Alparslan “takvime bağlıyım biliyorsun.”
“belki biz geliriz,” dedi Nergis “olur mu Oğuz?”
“olur tabi,” dedi Oğuz hemen “hem de ne güzel olur.”
Bir tek İsmail sessiz kalmıştı. Trabzon’daki köy evine gitmek demek onca hatıra ile baş başa kalmak demekti onun için. Uzun zaman önce barıştığı kardeşi İlyas durgunluğunun sebebini bildiğinden konuyu değiştirmek için tekrar gezi programından bahsetmeye başladı.
Akşam böylece gece yarısına geldiğinden herkes gitmek için toplandı. İlay babasının kucağındaydı. Gökalp’i İlyas kucaklamıştı ve Gökçe de Oğuz’un kucağındaydı. İsmail ise bu gece burada kalacaktı.
Herkesle vedalaştıktan sonra arabalara doğru giderken İlyas “maşallah,” dedi kardeşine “kucağına da yakıştı Oğuz.”
Oğuz ve Nergis göz göze geldiklerinde Nergis ilk defa kalbinde bir heyecan hissetti. Oğuz’un baba olmaya hazır olduğunun farkındaydı. Kendisi de anne olmak istiyordu ama zamanından emin değildi.
“hayırlısı,” dedi Leyla kocasına bakıp. Kapıyı açarken İlyas oğlunu arka koltuğa oturtup kemerini taktı. Oğuz da derin bir uykuda olan Gökçe’yi araba koltuğuna oturttu ve şefkatle birbirine girmiş saçlarını okşayıp alnından öptü. Onu izleyen Nergis’in içi sıcacık oldu sanki.
“hadi hayırlı geceler,” dedi Alparslan arabasına binerken. Neslihan da el salladı. İlk onlar çıktı hemen arkalarından İlyas gitti. Oğuz da arabayı çalıştırıp yola çıktığında Nergis ona bakıp “çocuk istiyor musun?” diye sordu.
“evet,” dedi Oğuz hemen.
“peki neden-“
“İzel istemedi,” dedi Oğuz ne soracağını anlayıp. Nergis başını salladı. Oğuz gülümsedi. Geçmişten bahsetmek ona eskisi gibi acı vermiyordu artık.
“iyi ki de olmamış,” diye devam etti usulca “yoksa çok daha karmaşık olurdu her şey.”
“doğru.”
“ben baba olmayı çok istiyorum Nergis,” dedi Oğuz açık sözlülükle “ama sen de istemeden bunu sana dayatacak değilim.”
Nergis kocasının bu anlayışlı hallerine bayılıyordu. Onu daha çok sevebilmek mümkünmüş gibi kalbi sancıyordu sanki.
“ben de istiyorum,” dedi kısık bir sesle. Oğuz ona hevesle dönüp baktığında Nergis çekinerek “ama şimdi değil,” diye devam etti.
“belki bir yıl sonra”
“sen nasıl istersen,” dedi Oğuz. Sesi biraz durgun çıksa da gülümseyip karısının elinden tuttu.
“birlikte olduktan sonra bir yıl sonra olmuş hiç fark etmez.”
“teşekkür ederim,” Nergis uzanıp başını adamın koluna yasladı. Yola bakarken içinde büyük bir huzur vardı.
.
benim çocuklarım iyileşiyor.
gözyaşım pıt
minik yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen
Allah'a emanet olun
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.43k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |