68. Bölüm
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 26. BÖLÜM

26. BÖLÜM

RabiaSofi
rabiasofi

Eveet geldik bir final bölümüne daha

Oğuzhan ile de vedalaşıyoruz. sıra İsmail'de.

onun hikayesini merakla beklediğinizin farkındayım.

Size ara sıra ufak tefek spoiler verdim ve artık hikayeyi onu yaşayanların gözünden

izleme vakti geldi.

öncesinde Oğuzhan ve Nergis için veda zamanı

iyi okumalar dilerim

BÖLÜM

Davetsiz Misafir

Zamanın ilaç olduğu tek bir şey varsa o da alışmaktı. Bu durum Nergis için de geçerliydi. Annesiyle yüzleşmesinden sonra geçip giden aylar boyunca bu gerçekle yaşamaya alışmıştı. Kocasına ve kardeşine daha çok sarılmış, çok çalışmış ve- buna da alışmıştı.

Alıştıktan sonra da iyileşmeye başlamıştı. En kötü hakikat bile belirsizlikten iyiydi. Hiç değilse artık annesinin kalbinde olanı biliyor ve kendini zorlamıyordu. Sevgisini onu hak edenler için saklıyordu.

Oğuz’un ailesi ile daha çok vakit geçirmeye başlamıştı. Leyla onun için bir abla Neslihan da kız kardeş olmuştu. Oğuz’un anne ve babasına daha çok bağlanmıştı. Elife annenin yüreği içtenlikle gelen herkese açıktı ve büyük bir cömertlikle Nergis’i de kabul etmişti.

Bir diğer gelişme de Ülkü cephesinde yaşanmıştı. Eymen’le ilişkileri hızlı başlamış ve çabucak evlilik kararı almışlardı. Bu akşam da onun nikahına katılacaktı. Hatta nikah şahidi olacaktı. Bu yüzden bir telaş hazırlanırken evin içinde koşturuyordu. Oğuz ise sinir bozucu bir şekilde çoktan hazırdı. Ceketini koltuğun kolçağına düzgünce bırakmış Efe ile birlikte oyun oynuyordu.

Efe yatılı okul fikrine sıcak bakmıştı. Şükürler olsundu ki- kaldığı yurtta iyi anlaştığı iki üç arkadaş edinmişti. Dersleri daha iyiye gidiyordu ve hafta sonları da ablasında kalıyordu. Ancak bazen hafta sonları da gelmemeye başlamıştı.

“Efe!” dedi Nergis aksi aksi “bana bak çok oyalanmadan yatıp uyuyacaksın yarın yedide kalkacaksın unutma.”

“tamam abla ya!” dedi Efe gözünü ekrandan ayırmadan. O sırada bir tane gol atan Oğuz sessizce kendine tezahürat yapmakla meşguldü.

“ya abla senin yüzünden gol yedim ya!”

“sus bana çemkirme!” deyip yatak odasına geri gitti. Küpelerini takarken “ben hazırım!” diye bağırdı.

“tamam!” dedi salondan Oğuz’la Efe aynı anda. Nergis gülümsedi. Her şeye rağmen yuvasında herkes için bir huzur inşa etmeyi başarmıştı.

Salona geri döndüğünde Oğuz ceketini giyerken “öğren de gel koçum!” diyordu keyifle. Efe altın sarısı saçlarını karıştırıp surat asmakla yetindi. Nergis onu iki yanağından öpüp “hadi Allah’a emanet ol,” dedi.

“siz de,”

“dolapta yemek var.”

“biliyorum.”

“erken yat”

“tamam!”

Oğuz, karısını tutup kolunun altına çekerken “rahat bırak çocuğu,” dedi gülerek ve ekledi, “dilediğince takıl Efe’cim.”

“sağ ol enişte,” diye sırıttı Efe.

Nergis bu ittifak karşısında sustu. Çünkü hoşuna gidiyordu. Nihayet evden çıkmayı başardıklarında Nergis “geç kalmasak bari,” dedi kendi kendine.

“ben seni yetiştireceğim bir tanem, sen merak etme.”

Sözünü tutan aslan kocası onu tam vaktinde nikahın kıyılacağı yere getirmeyi başardı. En fazla elli kişinin olduğu bu yer deniz manzaralı sade ama şık bir mekandı. Ne Ülkü ne de Eymen kalabalık ortamlardan hoşlanmadıkları için en yakınlarıyla samimi bir nikah yemeği yemeyi tercih etmişlerdi. Hatta Ülkü kına gecesi bile yapmamıştı. Nergis zorla adet yerini bulsun diye ona nokta kadar bir kına yakmayı başarmıştı.

Heyecanlı çift, nikah masasındaki yerini aldığında Nergis de şahitlik için yerine geçip oturdu. Kocası ile göz göze geldiğinde Oğuz ona göz kırptı. Karısının tatlı heyecanını bir tebessüm ile izliyordu. Hayatında doğru insanı bulan herkes gibi onun da kalbine bir sükûnet çökmüştü. Nergis’le birlikte yeniden doğmuştu.

Nikah kıyıldıktan sonra yeni evli çifti tebrik ederken Nergis arkadaşının bileğine bir tane altın bilezik taktı.

“ne gereği vardı,” dedi Ülkü. O ve altın o kadar alakasız durmuştu ki Nergis kıkırdayıp arkadaşına sarıldı.

“çok mutlu ol arkadaşım.”

“teşekkür ederim Nergis,” dedi Ülkü içtenlikle “dostluğu seçtiğin için teşekkür ederim.”

İki arkadaş birbirlerine duygu dolu gözlerle baktılar. Seçtikleri yol ikisinin de hayrına olmuştu.

O sırada Eymen’le tokalaşan Oğuz “Allah bir yastıkta kocatsın,” dedi.

“amin,” dedi Eymen kocaman bir gülümseme ile. Karısına bakan yüzü sevgiyle parlıyordu.

Yemekten sonra taze çifti balayına gitmek üzere havaalanına uğurladılar. Oğuz karısının kulağına “biraz yürüyelim mi?” diye fısıldadı.

“olur,” dedi Nergis hemen.

El ele mekanın karşısındaki parka girip yürüyüş yoluna girdiklerinde şehrin ışıkları ile aydınlanmış boğaz manzarasına bakıp içini çekti Nergis. Etraf cıvıl cıvıldı. Bir süre hiç konuşmadan yürümeye devam ettiler. Huzurlu bir sessizlik vardı aralarında.

“oturalım mı?” dedi Oğuz sonunda “biraz dinlenelim.”

Banklardan birine geçip oturduklarında Nergis “bu şehrin manzarasına bayılıyorum,” dedi hayranlıkla. İstanbul çoğu zaman insanı çıldırtacak kadar kalabalık, kaotik bir şehirdi ama bazı özel anlarda şimdi olduğu gibi bağrını açar güzelliklerini sergilerdi.

“ben de sana bayılıyorum,” dedi Oğuz. Nergis gülümseyip omzuyla yavaşça kocasının omzuna vurdu. Oğuz tek kolunu onun omzuna atıp şehrin manzarasına baktı.

“şükürler olsun,” diye mırıldandı, “şükürler olsun.

Nergis de onunla aynı hissi paylaşıyordu. Gözlerini kapatıp havayı içine çekti. İyotlu deniz kokusu hafifçe genzini yaktı. Hiçbir şey sevdiği adamın kolları arasında huzuru hissetmek gibi olamazdı.

“Oğuz,” dedi “hani aylar önce bir mesele hakkında konuşmuştuk.”

“hangi mesele?” diye sordu kocası.

Nergis hafifçe çekilip adamın yüzüne baktı ve şefkatle “çocuk meselesi,” dedi tebessümle. Oğuz’un gözleri parladı.

“yoksa?” dedi.

“hamile değilim,” dedi Nergis hemen “ama sanırım artık kendimi hazır hissediyorum. Bir bebek istiyorum Oğuz. Senden ve benden birer parça taşıyan bir bebek istiyorum. Ona tüm kalbimi, sevgimi korkmadan çekinmeden vermek istiyorum,”

Cümlesinin sonuna doğru sesi boğulunca kocası hemen ona sarıldı. Nergis kendini toparlayıp “bir şey demeyecek misin?” diye sordu.

“ne diyebilirim ki doktor hanım,” Oğuz duygulanmıştı. Yutkunup burnunu çekti, “seninle bu mutluluğu paylaşmak için sabırsızlanıyorum.”

“ben de mühendis bey,” dedi Nergis iç çekip “ben de”

İlerleyen günlerde Nergis’in evde olduğu bir vakit kapısı hiç beklemediği anda çaldı. Nergis merak ederek gidip baktığında annesinin geldiğini gördü. Geride bırakmaya çalıştığı yarası sızladı hemen. Kalbi sancısa da kapıyı açıp annesini içeri aldı.

“haber vermeden geldim,” dedi Asude Hanım holde kımıldamadan dururken. Nergis bir çift terlik çıkartıp annesinin önüne koydu.

“hoş geldin,” dedi yüzüne bakmadan “içeri geç lütfen.”

Asude Hanım salona geçip bir koltuğun ucuna oturdu. Nergis’in onu bıraktığı gün onun için de kendisiyle yüzleşmeye başladığı gün olmuştu. Anne kız bir süre konuşmadan oturdular.

“çay ister misin?” diye sordu Nergis sonunda sessizliğe tahammül edemeyip. Annesi başını hayır anlamında salladı. Kucağında tuttuğu çantasını sıkıca kavramıştı.

“babam iyi mi?”

“iyi,”

Nergis, babası ile telefonda konuşuyor ve iyi olduğunu biliyordu ama laf olsun diye sormuştu işte.

Asude Çetin sonunda boğazını temizleyip kızına baktı ve “Efe,” dedi kararlı bir şekilde “onunla konuş bazı hafta sonları bizim eve de gelsin.”

“gerek yok,” dedi Nergis biraz acımasız bir tavırla.

“var,” diye ısrar etti annesi “konu komşu, akraba konuşmaya başladı artık.”

“derdin bu mu yani?”

Asude Hanım rahatsız bir tavırla bakışlarını kaçırdı ve bir cevap vermedi. Nergis küçümser bir tavırla başını salladı.

“Efe ile konuşurum,” dedi “isterse gelir.”

“peki,”

“söylemek istediğin başka bir şey var mı?”

“baban niye hiç ziyarete gelmediğinizi merak ediyor,” diye devam etti “beni sıkıştırıp duruyor.”

“anlatsaydın ne olduğunu,” dedi Nergis alayla. Annesi ona ters bir bakış attı. Nergis misliyle karşılık verdi.

“hiç değilse ara sıra sen gel,” diyebildi sonunda. Nergis derin bir nefes alıp “bakarız,” diye cevap verdi.

“hiç değilse süt hakkım için gel,”

“bu saatten sonra-“ dedi Nergis yutkunup “senin hakkın için yapabileceğim tek bir şey var.”

Annesi ona sorar gibi bakınca “istersen boşan babamdan,” dedi tek nefeste “ben sana bir ev açarım. Avukat da ayarlarım. Boşan ve hep istediğin o hayatı yaşa.”

Asude Hanım manidar bir tavırla tebessüm edip “hayır,” dedi hiç düşünmeden.

“neden?”

“çünkü boşanıp da babanı mutlu edemem.”

“sen-“ dedi Nergis ama sonrasında sustu. Değmezdi.

“beni öldürdüler Nergis,” dedi annesi birden. Nergis bu cümle karşısında irkildi. Asude Hanım dalıp gitmişti.

“önce babam, sonra kocam beni sevgisiz kalpleriyle öldürdüler.”

“ben sevdim seni,” dedi Nergis titreyen çenesini sıkıp annesine baktı ama annesi ona bir karşılık vermedi. Nergis de sustu. Asude’nin Nergis’in sevgisine tahammülü yoktu aslında. İçinde taşıdığı nefretin aynısını Nergis de taşısın istiyordu ama Nergis öyle bir insan değildi. O içinde nefreti büyütemezdi. Bu yüzden de Asude Çetin, kızı karşısında hep yenilmeye mahkûmdu.

“Efe’yi bize gelmesi için ikna et,” diye tekrarladı annesi “o seni dinler.”

“denerim ama bir söz vereceksin bana. Efe senin için bir şey ifade etmeyebilir ama biz insanız anne. Eğer Efe’yi sana göndereceksem ona insan gibi davranacaksın.”

“korkma,” diye karşılık verdi kadın. Kızının gözlerinde gördüğü öfke ateşinin bizzat hedefi olduğunu biliyordu ve bundan memnundu.

“söz ver,” diye tekrarladı Nergis.

“söz,” dedi kadın tek seferde “Efe bir daha evinde yalnız hissetmeyecek.”

“anne ve babası olduğunu hissedecek,” diye vurguladı Nergis.

“ona annelik yapan sendin.”

“ben-“

“diyeceklerim bu kadar.”

Kadın ayağa kalktı. Kapıdan çıkmadan önce eşikte durup bir an kızına dönüp baktı. Nergis bir umut bekledi. Neyi beklediğini de bilmiyordu. Bir çift güzel sözdü beklediği belki.

“seni seviyorlar Nergis,” dedi kadın usulca “herkes seni seviyor. Bu hissin tadını çıkart.”

Annesi kapıdan çıkıp gittiğinde Nergis de öylece arkasından baktı. Sanırım bu da onların garip vedalaşmasıydı.

Koltuğa çöküp gözünden akan bir damla yaşı sildi. Bu annesi yüzünden akıttığı son damlaydı. Bir daha ağlamayacaktı. Mutsuz olmayı seçmek annesinin tercihiydi. Nergis ne kendini ne de kardeşini bu tercihe kurban etmeyecekti. O mutlu olacaktı. Herkese her şeye inat mutlu olacaktı. Çünkü onun adı Nergis’ti. O inadın ve umudun çiçeğiydi. Gülümsedi. Hüzünlü ancak güçlü bir gülümsemeydi.

 

Bir müddet sonra…

Oğuz, kırkı henüz çıkmış oğlunu kucağına alıp salonda gezinirken yüzüne hayranlıkla bakıyordu. Adını Yusuf Ali koymuşlardı. Nergis ona hamilelik müjdesini verdiğinde Oğuz ne yapacağını şaşırmıştı. Baba olmak; İlyas abisini kucağında Gökalp ile birlikte gördüğü ilk andan itibaren hayalini kurmaya başladığı bir şeydi.

Nice çetin imtihandan geçip bugüne ulaştıran Rabbine ne kadar şükretse azdı. Yanında sevdiği kadın, kucağında mis kokulu oğlu ile hayatı daha büyümüş genişlemişti sanki.

Oğlunun gözleri açıldığında Oğuz durup “yakışıklım,” dedi sevgiyle “baban burada.”

Yusuf Ali birtakım sesler çıkartıp tekrar gözlerini kaparken Elife Hanım yanlarına gelip torununun kokusunu içine çekti.

“hadi git yatır,” dedi fısıldayarak “belli dalmış.”

“tamam anne,”

Oğuz, oğlunu yukarıya çıkartıp bekarken kaldığı odaya yatırdı. Etrafına yastıkları dizip üstünü örttü ve telsizi alıp kapıyı kapattı. Tekrar salona döndüğünde İlay karşısına geçip “uyudu mu?” diye sordu kısık sesle. Oğuz onu kucağına alıp öptü.

“uyudu meleğim,” dedi. İlay büyüdükçe Neslihan’a daha çok benziyordu.

“dayı,” dedi minik kız “Ali ne zaman büyüyecek?”

“eh biraz var,”

“ama büyüsün de bana abla desin bir an önce.”

“acelen ne?” diye sordu Oğuz eğlenerek. İlay kaşlarını çatar gibi yapıp “Gökçe ablamla Gökalp abim bana hep sen küçüksün deyip duruyor ben artık küçük değilim çünkü abla oldum.”

Oğuz gülüp başını salladı, “öyle sen artık abla oldun ama Ali daha çok küçük bir tanem o yüzden sana abla diyemez.”

“of ya!” dedi İlay güzel yüzündeki kakülleri havalandı, “bıktım artık küçük olmaktan.”

“kim küçük diyor sana?” dedi İlyas yanlarına gelip yeğenini kucağına aldı. İlay kıkırdamaya başlamıştı bile.

“Gökalp abimle Gökçe ablam.”

“çünkü küçüksün,” dedi Neslihan masanın başında peçeteleri dizerken.

“benim güzelim bugüne bugün abla oldu,” diye itiraz etti İlyas. Yeğenini gıdıklamaya başladığında İlay kucağından atlayıp kaçtı.

İlyas bu kez Oğuz’u koltuğunun altına alıp “kız evlat farklıdır,” diye fısıldadı ve ekledi, “benden demesi.”

Oğuz sırıtıp “ben oğlumla mutluyum,” diye karşılık verdi. İlyas, kardeşinin saçlarını dağıtıp “sen de baba oldun be!” dedi sevgiyle. Oğuz saçlarını düzeltmeye çalışırken “Sinan’ın yokluğunda kurban olarak ben seçildim galiba,” dedi ama halinden memnundu.

“Sinan ortadan kayboldu,” diye sitem etti Elife Hanım “ara ki bulasın.”

“eh kaç yaşında genç adam,” dedi İsmail, annesine bakıp “biraz rahat bırak anacım.”

“seneye mezun olup gelsin,” dedi Elife Hanım “hemen askere gönderip evlendirmezsem bana da Elife demesinler.”

“hayda!” dedi Yusuf Bey “büyük konuşma hanım.”

“yok,” diye itiraz etti Elife Hanım “benim içimde kötü bir his var. Bu çocuk oralarda İngiliz bir kız bulup gelecek.”

“Elife Hanım,” dedi Yusuf Bey “hep ne dedik iyi niyetle gelen herkese kapımız açık.”

“öyle de,” dedi Elife Hanım “içimde kötü bir his var,” diye tekrar etti.

“sen içini ferah tut,” dedi İlyas “Sinan aklı başında çocuktur.”

“hatta içimizde en aklı başında olan odur,” diye destek çıktı İsmail ona.

“Allah hakkımızda hayırlısını nasip etsin,” diyerek konuyu kapattı Elife Hanım. Alparslan sofranın başına geçip şöyle bir göz attı.

“anne,” dedi beğeniyle “donatmışsın sofrayı yine. Eline sağlık.”

“evlatlarım için az bile,” dedi kadın onun yüzünü sevip. Alparslan gülümseyip “lahana sarma da var mı?” diye sordu güya gizli saklı. Elife Hanım başını salladı.

“sana ayrıca bol acılı yapıp ayırdım bile.”

“eline sağlık canım annem,” dedi Alparslan halinden memnun. O sırada Nergis elinde kocaman bir bardakta annesinin yaptığı doğal şerbeti içerek geldi.

“anne,” dedi “bu çok lezzetli olmuş.”

“iç kızım,” dedi Elife Hanım “süt yapar, güç kuvvet verir.”

“Allah razı olsun anne,” dedi Nergis “senin yardımların sayesinde çok kolay atlattım her şeyi.”

“ne demek yavrum,” Elife Hanım, Nergis’in annesi ile arasında geçenleri bilmiyordu ama oğlu durumu ona kısaca anlatmıştı. Bu yüzden Elife Hanım, Nergis’in kendini kötü hissetmemesi için elinden geleni yapmıştı.

Yemeğe oturduklarında Oğuz, karısının yanına geçmişti. Telsiz tabağın yanında duruyordu.

“Ali senin kucağında uyumayı seviyor,” dedi Nergis

“ben de oğlumu kucağımda uyutmayı seviyorum,” diye karşılık verdi Oğuz. Nergis tebessümle “ben de ikinizi izlemeyi seviyorum,” diye fısıldadı. Oğuz ona gözlerinde muzip bir parıltıyla bakıp “biliyorum,” dedi.

Hayatında tüm taşlar yerine oturmuştu artık. Nergis için mutluluk bu adamın kollarının arasında olmaktı. Oğlunun mis gibi kokusuydu. Kardeşinin kahkahalarıydı. Bu sofranın etrafında toplanıp kocaman bir aile olmanın tadını çıkartmaktı. Hayatında olan ve olmayan her şeye minnet doluydu. Onu bu ana çıkaran ve bu mutluluğu yaşatan Allah’a şükretti.

“sen iyi ki varsın mühendis bey,” dedi Nergis.

“sen de iyi ki varsın doktor hanım,” dedi kocası sıcacık bir tonda.

“hop!” diye onlara laf atan Neslihan “hayırdır ne fısıldaşıyorsunuz siz?” diye sordu. Oğuz ona bakıp “sana ne kız!” diye karşılık verdi. Nergis gülüp yemeğine geri dönerken Leyla’ya bakıp “Gökalp okula alışabildi mi?” diye sordu.

“biraz zor oldu ama sonunda alıştı şükür,” dedi Leyla “şimdi koşa koşa benden önce gidiyor.”

“gözün aydın,” dedi Nergis.

“darısı başına,” dedi Leyla ve ekledi “çocuk doğduktan sonra zaman ne ara geçiyor anlamıyorsun. Bir bakmışsın okula başlamış.”

“inşallah,” dedi Nergis “ama şimdiki hallerinin tadını çıkartıyorum.”

“evet,” diye ona katıldı Leyla “mis gibi kokusunun tadını çıkart.”

Neslihan başını salladı, “biz de çıkaralım. Yusuf Ali’m o kadar güzel ki bakmaya doyamıyorum,” Yusuf Ali sapsarı doğmuştu.

“yakışıklı olacak benim oğlum,” dedi Leyla. Nergis yüzünde memnun bir tebessüm “evlatlarımızın hepsi çok güzel,” diye ekledi.

Hanımların konuşmalarını dinleyen İsmail o an içinde burukluk hissetti. Amca olmuştu, dayı olmuştu ama baba olamamıştı. Yaşı kırka gelmişti artık. Gençliği onu oradan oraya savuran bir sevdanın yasını tutmakla geçip gitmişti. Ondan küçük kardeşleri evlenip yuvasını kurmuş çoluk çocuğa karışmıştı. O ise tek başınaydı. Hep tek…

Ayşe! Onu görmeyeli yıllar olmuştu. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur diye bir atasözü vardı ama bu İsmail için geçerli değildi. Ne yaparsa yapsın Ayşe gönlünden düşememişti bir türlü.

“İsmail?”

Ona seslenildiğini duyduğunda dalıp gittiği çukurdan çıkıp babasına baktı.

“efendim baba”

“hayırdır oğlum,” dedi babası “nereye dalıp gittin?”

“hiç,” dedi İsmail. Yıllardır yaptığı gibi suskunlukla cevap vermişti yine. Yüreğinin acısını kimseye açamamıştı. İlyas’a bile.

Annesi ile göz göze geldiğinde ona acıyan bakışlarla baktığını gördü. Elife Hanım oğlunu bir türlü başkasıyla evlenmeye ikna edememişti. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın İsmail’in cevabı hep aynı olmuştu.

Hayır!

“işler yoğun bu ara,” diye toparlamaya çalıştı “yorgunum.”

“biraz izne çık,” dedi İlyas “gerçekten bu aralar çok çalışıyorsun.”

“diyene bak,” diye karşılık verdi İsmail gülmeye çalışıp “Leyla bacım olmasa işyerinde yatıp kalkacaksın.”

Konuşulanları duyan Leyla “ben zaten iş yerine kumam diyorum abi,” diye destek çıktı, “bazen İlyas çalışmaktan kendini kaybediyor da!”

“ama hep sana geri dönüyorum sevdam,” dedi İlyas o güzel sesiyle. Leyla utanıp hafifçe kızarırken Oğuz “gören hiç on yıllık evli der mi?” diye sordu sırıtıp.

“sekiz,” dedi Leyla düzeltip “önümüzdeki ay dokuz olacak.”

“ufak bir hatırlatma abiciğim,” dedi Neslihan, İlyas’a bakıp.

“hatırlatmaya gerek yok,” dedi İlyas karısına sevgiyle bakarken “hayatımın en güzel gününü unutacak değilim ya!”

“İlyas,” dedi Leyla biraz daha utanıp. Ama yüzünde büyük bir gülümseme vardı. İsmail onları izlerken Ayşe’yi düşündü. Onlar on yılı devireli çok olmuştu. Bir on yıl daha onsuz geçip gidecekti ömründen. Sonra varsa bir on yıl daha. Öyle öyle içinde büyüyen hasretle göçüp gidecekti.

Bu düşünceler içinde kapı çaldığında herkes birbirine baktı.

“birini mi bekliyoruz?” diye sordu Neslihan annesine. Elife başını sallayıp “hayır,” dedi. İsmail kalkıp “ben bakayım,” dedi. Böylece sofradan uzaklaşmak için de bahanesi hazır oldu. Gidip kapıyı açtığında güvenlik görevlisini gördü.

“kusura bakmayın İsmail Bey,” dedi genç adam “ama sitenin girişinde ısrarla sizin evinize gelmek isteyen biri var. Geri göndermeye çalıştım ama-“

“Allah Allah,” dedi İsmail “kimmiş adını söyledi mi?”

“yok, gencecik bir kız. Biraz da korkmuş sanırım. Ne yapayım?”

“tamam gönder gelsin,” dedi İsmail. Kapıyı kapatıp salona geri döndü.

“kimmiş?” diye sordu babası.

“genç bir kız,” dedi İsmail “bizim eve gelmek için ısrar edip duruyormuş. Güvenlik görevlisi geldi şimdi. Ne yapayım deyince gönder gelsin dedim.”

“bir akrabamız falan mı acaba?” diye tahmin yürüttü Neslihan.

“olabilir.”

“kapıyı siz açın bari,” dedi İsmail bacısına bakıp “rahatsız olmasın.”

“tamam.”

Şimdi herkes gelecek kişiyi beklemeye başlamıştı. İki dakika sonra kapı tekrar çaldığında Neslihan ve Nergis kapıyı açmaya gittiler. Neslihan eşikte titreyerek duran kıza baktığında haline acımadan edemedi. Yüzünün rengi kaçmıştı. Kestane rengi gür, kalın telli saçlarının üzerinde yağmur damlaları parlıyordu. Kıyafetleri ıslanmıştı. Hafifçe başını kaldırıp çekingen bir ifadeyle “kusura bakmayın,” dedi. İncecik bir sesi vardı. İri koyu kahve gözleri hafifçe çekikti, “rahatsız ettim ama başka çarem yoktu.”

“gel içeri,” dedi Neslihan haline dayanamayıp. Nergis “üstünü çıkar da daha fazla üşüme,” dedi şefkatle. Kız montunu çıkarttı. Narin bedenine kollarını sararken başını kaldırıp iki kadına baktı.

“sen,” dedi Neslihan’a hitaben “Neslihan Kaya mısın?”

“evet,” dedi Nesli şaşırıp “tanışıyor muyuz?”

“yok,” kız tebessüm eder gibi oldu “ama ben seni tanıyorum.”

Salonun kapısına bakıp “Yusuf Kaya ile Elife Kaya’yı görmeye geldim aslında,” diye ekledi. İlk andaki çekingenliği şimdi karşı konulmaz bir meraka dönmüş gibiydi.

“içerideler,” dedi Nesli “gel benimle.”

“tamam.”

Üçü salona girdiklerinde ortalarında duran genç kız herkese şöyle bir bakış attıktan sonra İsmail ile göz göze geldiğinde donup kaldı. Adımları istemsizce geriledi.

“sen,” dedi usulca “sen burada mısın?”

İsmail tanımadığı bu kızın direkt hitabına maruz kalınca kaşları hafifçe çatıldı. Ayağa kalkıp biraz yaklaştı. Yaklaştıkça içini garip bir his sarmaya başladı. Yüzünde tanıdık bir şey vardı bu kızın. Canını yakacak, onu nefessiz bırakacak kadar tanıdık bir şey!

“adın ne kızım?” diye sordu Yusuf Bey “kimsin kimlerdensin. Bizi niye görmek istedin?”

“a-adım Zeynep,” dedi kız “ismimi annem koymuş,” diye eklerken uzun kıvrık kirpiklerinin ardından yine İsmail’e bakınca adam anlar gibi oldu. O da olduğu yerde donup kaldı.

Kız ona tekrar baktığında benzerliği gördü. Yutkundu. Herkes bir gariplik olduğunu anlamıştı artık. İlyas, abisinin yanına gelip kıza bakarken “sen,” dedi. O da benzerliği görmüştü, “kimsin?”

Zeynep şimdi ağlamaklıydı. Sofranın diğer başında oturan Elife Hanım’a bakınca titreyen dudaklarına bir tebessüm yayıldı.

“Elife Kaya siz misiniz?” diye sordu.

“benim kızım,” dedi kadın ayağa kalkıp. Yanına gidip yüzünü iki eli arasına aldığında Zeynep’in gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Elife Hanım’ın kalbine tanıdık bir his dolarken bu kızın herhangi biri olmadığını anlamıştı bile.

“annem bana sizi anlattı,” diye fısıldadı Zeynep. Şimdi tekrar yüzünü Yusuf Bey’e çevirmişti.

“Yusuf Kaya,” dedi “İlyas Kaya, Oğuzhan ve Neslihan bir de Sinan olmalıydı değil mi?”

“sen kimsin?” diye sordu İsmail kendini tutamayıp.

Zeynep sonunda karşılaşmayı hiç ummadığı adamın karşısına geçip yeşil gözlerinin içine baktı.

“senin hala Amerika’da olduğunu sanıyordum,” dedi usulca. İsmail karşısında duran kızın gözlerinde kendi yansımasını gördü. Bu kız en fazla 14-15 yaşlarında olmalıydı ama üzerinde ağır bir hava vardı. Yaşından çok önce olgunlaşmak zorunda kalmış gibiydi.

“adım Zeynep,” dedi genç kız tekrar “Zeynep; babasının süsü demek.”

İsmail’in gözünden bir damla yaş aktığında kız uzanıp silene kadar fark etmedi bile. Hem kendine hem de kıza şaşırdı.

“adımı annem koymuş,” diye devam etti kız “ama ben babamı hiç görmedim.”

İsmail’in yanında duran İlyas bu kızın kim olduğunu anlayan ilk kişiydi. Diğer herkes şok içinde karşılarındaki manzarayı seyrediyordu. Çocuklar bile susmuştu şimdi.

“o- o bizden ayrı düştüğünde benden haberi yokmuş bile ama ben annemin karnındaymışım.”

İsmail tam o anda yıkılacak gibi olunca onu İlyas tuttu. Şimdi Elife Hanım ve Yusuf Bey de anlamıştı.

“annemin adı- Ayşe,” dedi Zeynep “senin gülün.”

Salonda bir an tek bir ses çıkmadı. Kimse nefes bile almıyordu sanki. İsmail kardeşinin kolunu sıkarken “nasıl?” diye sordu “nasıl?”

“baba,” dedi kız İsmail’e. İsmail’in kanı çekilir gibi oldu. Kalbi yerinden çıkmasa da delindi.

“baba- ben sana geldim.”

 

Şimdilik son

.

.

.

.

İsmail'in hikayesi başladı diyebiliriz

Sevmeyi Beklemek yakında burada sizlerle inşallah

.

.

lütfen minik yıldızı parlatmayı final hakkındaki

yorumlarınızı benimle paylaşmayı unutmayın

nasıl buldunuz merak ediyorum.

Allah'a emanet olun.

Bölüm : 13.05.2025 16:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 26. BÖLÜM
RabiaSofi
Sevmeyi Yaşamak

24.43k Okunma

2.61k Oy

0 Takip
105
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...