92. Bölüm
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 3&4. BÖLÜM

3&4. BÖLÜM

RabiaSofi
rabiasofi

Hayırlı günleriniz olsun

iyi okumalar dilerim

iki bölüm peş peşe geliyor kıymetimi bilin ahahaha

 

BÖLÜM

Laminer Akış

 

Neva üzerine toprak tonlarında bir elbise giyip koyu yeşil bir şal bağlamıştı. Havalar aniden soğuduğu için de üzerine trençkotunu giymişti. Evde huzursuz bir sessizlik hakimdi. Babası köşesine çekilmiş derin düşüncelere dalmış annesi ise “kalbin sana ne diyorsa onu yap,” demişti sadece. Neva ise kalbinde o kadar uzun süre Sinan’ı taşımıştı ki! Tam ondan vazgeçtiği anda kader ona Sinan’ı sunmuştu. Kalbinde onca acı ve kayıpla birlikte…

Ömer’i annesine emanet edip kapıdan çıkarken oğlunun babasına benzeyen güzel yüzüne baktı son kez. O an biliyordu ki ne yapacaksa ya da yapmayacaksa bu sadece oğlu için olacaktı. Yürüme mesafesindeki eve vardığında, zaman onun için anlamını yitirmişti sanki. Zira ne ara geldiğini anlamamıştı.

Burası iki katlı, bahçeli, huzurlu bir yerdi. Site içindeki en sıcak evlerden biriydi. Birkaç mahalle aşağıda babasının mütevazı küçük evi vardı. Birkaç mahalle yukarısında ise site içinde korunaklı yüksek gelirli kişilere hitap eden villalar…

Neva kapıyı çaldığında beyaz boyalı bahçe kapısı hemen açıldı. Bahçede yeni bakım yapıldığı belliydi. Eve giden taş döşeli yolu yürürken kapı açıldı. Onu Zeynep karşıladı. Hemen yanında dibinden ayrılmayan Hasan vardı.

“hoş geldin abla,” dedi Zeynep onun iki yanağından öperken.

“hoş buldum,” diye karşılık verdi Neva. Garip bir şekilde hiç heyecanlı değildi. Arif’ten sonra içinde bir şeyler solup gitmişti zaten. Artık kalbiyle değil aklıyla hareket ediyordu. Sinan’la evlenmek için mantıklı sebepleri vardı. En çok da anne babasına yük olmaktan korkuyordu. Zaten çevrenin bitmek bilmeyen dedikodularından yeterince incinmişlerdi. Eğer Neva, Sinan’la evlenirse ne Neva için ne de Ömer için bu kadar çok endişelenmezlerdi.

“Sinan amcam arka bahçede,” dedi Zeynep “seni bekliyor.”

“tamam,”

Neva trençkotunu çıkartıp Zeynep’in ona verdiği ev terliklerini ayağına geçirdi. Salona girip arka bahçeye açılan kapıdan içeri girdi ve taş zemin döşeli verandaya çıkıp arkası ona dönük şekilde oturan Sinan’ı gördü. Saçlarını kazıtmıştı. Kıvırcık saçlarından eser kalmamıştı. Omuzları çökmüş, zayıflamış, bir zamanlar olduğu gibi yine o sıska haline geri dönmüştü. Oturduğu bahçe koltuğunun kolçağına koltuk değneklerini yaslamıştı.

Neva ağır adımlarla ilerleyip Sinan’ın karşına geçti. Sinan onun geldiğini duymuştu zaten. Acele etmeden başını kaldırıp karşısına dikilen genç kadına baktı. Üzgün diye geçirdi içinden. Hala kocasının yasını tutuyor olmalı diye düşündü. Zarif, ince hatlı yüzünde burnu küçücüktü. Çenesi hafif sivri, dudakları hafifçe pembeydi. Yüzünde hiç makyaj yoktu. Kızıl kahve kaşları ve kirpikleri güneş vurdukça parlıyordu. Küçük zarif burnunun üstünde belli belirsiz çiller vardı. Ela rengi gözleri koyulmuştu. Yüzündeki onca yıpranmışlığa rağmen güzeldi. Beklediğinden çok daha güzeldi hem de!

“geç otur,” dedi Sinan. Neva ise hala ona bakıyordu. Üzerinde ona bol gelen siyah bir tişört ve kot pantolon vardı. Geçirdiği o ağır kazanın izleri yüzünde de kalmıştı. Çenesinin sol tarafında derin bir yara izi vardı. Sakallarını da kesmişti. Gözlerinin altı çökmüş ve kararmıştı. Avurtlarındaki kemikler insanı korkutacak kadar belirgindi. Bir zamanlar insana neşe veren o gülümsemesinden eser kalmamıştı.

Ne oldu sana? Diye geçirdi içinden Neva. Ne yaptın kendine?

“ayakta mı dikileceksin?” diye sordu Sinan. 28 yaşındaki adam bir deri bir kemikti artık. Neva zorlukla yutkunup Sinan’ın karşısındaki koltuğa geçip oturdu. Bir müddet birbirlerinden bakışlarını kaçırıp durdular. Sonunda ikisi de aynı anda ağızlarını açıp konuştuklarında biri “geçmiş olsun,” dedi ötekisi ise “başın sağ olsun.”

Neva başını bir kere sallayıp “lafı uzatmayacağım,” dedi “benimle evlenmeyi niye kabul ettin?”

Sinan soğuk bir bakışla “seninle evlenmeyi kabul etmedim,” diye karşılık verdi, “ben annemin benim için seçtiği herhangi biriyle evlenmeye razı oldum.”

Demek Sinan herhangi biriyle evlenmeye razı olmuştu. Peki dedi Neva içinden. Böylesi daha iyiydi.

“peki ya sen?” dedi Sinan “sen niye-“

“ben henüz hiçbir şeyi kabul etmedim,” dedi Neva lafını kesip. Sinan ona ilk defa dikkatle baktı tam o anda. Susup onun konuşmasını dinlemeye karar verdi.

“bir oğlum olduğunu biliyorsun değil mi?” diye hatırlattı Neva. Sinan başını salladı. Neva gözünü kırpmadan ona bakmaya devam etti, “babasına çok benziyor.”

“ne mutlu sana!” dedi Sinan kinayeli bir tonda. Neva onu duymazlıktan gelmeyi tercih etti.

“tek bir şey!” diyerek parmağını kaldırdı, “eğer oğlumu üzecek olursan-“

“asla!” dedi Sinan öfkeyle “asla bir çocuğu incitmem.”

Neva ona bakmaya devam ederken Sinan da meydan okuyan bir tavırla ona karşılık verdi. İkisi de birbirlerini ölçüyordu. Neva sonunda emin olduğunda bakışlarını bahçeye çevirip “peki o zaman,” dedi. Sinan kaşlarını çatıp “kabul ediyorsun yani?” diye sordu.

Neva ona bakmadan başını salladı. Anne ve babası rahat edecekti. Ömer’in geleceği garanti altına alınacaktı. Bir şekilde Neva ve oğlu Kaya ailesinin himayesi altına girecekti yani. Karşılığında da Neva, Sinan’a bakıcı olacaktı. Anlaşma basitti. İki taraf da neyi kabul ettiğinin farkındaydı. Tekrar göz göze geldiklerinde Neva “geri kalan işleri ailen halleder sanırım,” dedi mesafeli bir tonda

“sanırım hallederler,” diye karşılık verdi Sinan buz gibi bir tavırla. Neva ayağa kalktı, “peki o zaman, iyi günler.”

“sana da”

Neva salona girdiğinde hala daha kendine şaşırıyordu. Nasıl oluyordu da hiçbir şey hissetmiyordu. Kaskatı kesilmişti sanki. Hiçbir duygu kırıntısının içeri girmesine izin vermiyor sadece akla ve mantığa en uygun ne ise onu yapıyordu.

….

Mezarlığa gitmek aklında yoktu bile. Yorgun adımlarla kocasının taze mezarının önüne geldiğinde gözlerinden yaşların akmasına izin verdi. Yere çöküp otuz yaşını bile göremeden göçüp giden kocasının mezar taşını okşadı.

“Arif,” dedi titreyen sesiyle “ben şimdi Ömer’le evimize gitsem, sen de akşam işten eve gelsen. Elinde bir gül demeti, yüzünde o sıcacık gülümsemenle bize geri dönsen. Tüm dertler bitse, biz yine huzurlu yuvamızda olsak.”

Neva gözyaşlarını silip burnunu çekti. Kalbinin acısı fiziksel bir sancı gibi tüm vücuduna vuruyordu artık. Kendini çok yorgun hissediyordu. Az önce Sinan’la evlenmeyi kabul etmişti. Daha doğrusu ona bakıcı olmayı kabul etmişti.

Bir süre hiç konuşmadan kocasının mezarının yanında oturup sessizlikte kendi sesini bulmaya çalıştı ama Neva kendi içinde de sessizdi. Ne Neva ne de Saye konuşmuyordu artık. Herkese küsmüştü. En çok da kendine…

…..

Evlilik kararı alınmasının ardından çok hızlı bir şekilde ikisi için İsmail abinin yanındaki diğer bahçeli iki katlı villa ayarlandı. Neva hep hayranlık duyduğu o geniş bahçeli evlerden birinde yaşayacağı için kendini hiç iyi hissetmedi. Hatta eve eşyalar alınırken Ayşe abla ile Leyla abla ne kadar ısrar ederse etsin hiçbir fikir beyan etmedi. Ev müstakbel eltilerinin zevkine göre dekore edildi.

Ömer’in kocaman bir odası vardı artık. Neslihan abla ona evi gezdirirken “Ömer büyüdükçe odayı kendi gönlüne göre tekrar değiştirirsin,” demişti ve eklemişti “tüm evi de öyle tabi.”

“her şey çok güzel olmuş zaten abla,”

“olsun,” Neslihan ona gözlerinde merhametle bakıp yüzünü sevmiş “eğer kendin seçip yerleştirirsen yuvan gibi hissedersin.”

Neva bu sözler karşısında bakışlarını kaçırınca Neslihan da susmuştu ama ona acıdığının farkındaydı. Kaya ailesinin tüm fertleri ona acıyordu zaten. En küçük eltisi Nergis abla nikah için elbise bakmaya çıktıklarında ona sıkıca sarılıp “eğer istemiyorsan gelinlik giymek zorunda değilsin,” bile demişti. Neva o an neden böyle bir şey dediğini anlayamamıştı ama sonra girdikleri bir mağazada aynada yansımasına gözü takıldığında neden herkesin ona acıyarak baktığını anlamıştı. Neva hiç iyi gözükmüyordu. Gözlerinde derin bir kederin izleri vardı. Yüzü solmuş sarıya çalan bir renge dönmüştü. Sütü kesilmesin diye içi almasa da annesinin kaynattığı şerbetleri içiyordu ama yine de zayıflamıştı.

Sinan’dan daha iyi gözükmüyorum, diye geçirdi içinden. Fazla uzatmadan koyu krem rengi bir elbise seçip bu işi de nihayete erdirmişlerdi. Neva için en zor şey Arif’in ailesine durumu haber vermekti. Ne kadar zorlandığını gören babası “ben hallederim kızım,” deyince ona minnetle bakıp başını sallamıştı.

Talha Bey, rahmetli damadının ailesine durumu açıklayınca seslerinin nasıl değiştiğini, Arif’in annesinin ağlamaya başladığını duymuş ve yutkunup “Ömer’in geleceği için,” diye eklemişti mahcup bir halde.

Kimsenin itiraz edecek gücü yoktu. Güz ortasında nikah günü geldiğinde herkes Yusuf Kaya’nın evinde toplanmıştı. Geniş salonun ortasına yerleştirilen nikah masası Neva’ya bir an idam sehpası gibi gözükünce kalbi sıkışır gibi oldu. Kaçıp gitmek istediğini fark etti dehşetle. Kendini buraya, bu insanlara ait hissetmiyordu. O yuvasını bulmuştu zaten sadece o yuvayı geri istiyordu ama bu mümkün değildi. O yuva dağılalı çok olmuştu.

Tüm bu süreçte ortalıkta hiç gözükmeyen Sinan ise abilerinin ısrarıyla zorla giydiği beyaz gömlek ve siyah ceketten ibaret damatlığıyla ortaya çıktığında koltuk değnekleri ile ilerleyip nikah masasına otururken müstakbel karısına bir kere bile bakmadı. Neva kendini sıkıp yanına oturduğunda ikisi de karşıya bakıyordu. Sinan onu son gördüğünden daha iyi halde değildi.

Nikah şahitleri Sinan’ın eniştesi Alparslan abi ve yengesi Nergis’ti. Zaten yakın aile dışında kimse yoktu. Genç kadının kulakları uğuldamaya başladığı için sorulan soruları zar zor duydu. Güçlükle anne-babasının adını ve memleketini söyledi. Nikah memuru Neva’ya malum soruyu sorduğunda Neva bir an durakladı. Sinan’ı kocası olarak kabul mu edecekti yani? Ne yapıyordu böyle! Göğsünün hızla inip kalkmaya başladığını fark etti. Panik tüm vücudunu sarmıştı. Eğer etrafına dikkatli baksaydı herkesin tedirgin bir şekilde ona baktığını fark edebilirdi ama o sadece kendi kalbinin isyanını duyuyordu. Bu ses öyle gürültülüydü ki dudaklarını aralayıp cevap vermesine engel oluyordu. Eteğini kavrayıp sıktığı yumrukları titremeye başlamıştı. Öyle kuvvetli sıkıyordu ki eteği buruşmuştu.

Yapamayacaktı. Evet diyecek cesareti yoktu. Tam ağzını açıp ‘hayır’ diyecekken yanında duran Sinan’ın kafasının ona çevrildiğini gördü. Göz göze geldiklerinde Sinan sanki ‘sakın bana bunu yapma!’ der gibi baktı. O an adamın da ne kadar çaresiz olduğunu fark etti. Sinan da bu masaya kendi isteği ile gelmemişti. Neva yutkunup başını çevirdi ve cılız bir sesle ‘evet!’ dedi.

Ardından Sinan da aynı buz gibi tonda ‘evet!’ dedi. İmzalar atıldı ve bir an sonra Sinan artık onun kocasıydı. Taş kesmiş kalabalık rahatlayıp derin bir nefes verirken o garip anda ikisi arasındaki tutukluğu bozan kişi Alparslan abiydi. Sinan’ın elini sıkıp “hayırlı olsun Sinan,” deyip ona sarıldı. Nergis de Neva’yı öpüp “hayırlı olsun,” deyince bu sıkıntılı an da arada kaynayıp gitti.

Neva elinde tuttuğu nikah cüzdanına bakıp gözyaşlarının akmaması için büyük bir çaba gösterdi.

İmam nikahı kıyılmayacaktı çünkü Sinan bunu reddetmişti. Neva onun manevi bir boşlukta olduğunu ilk o zaman fark etmişti. Belli ki Londra’daki yaşamında onu Allah ile olan bağından koparacak kadar kötü şeyler yapmıştı. Zaten o adı Lily olan kızla yıllarca nikahsız yaşamasından da belliydi Sinan’ın yoldan çıktığı.

Nikah memurunu gönderdikten sonra Neva, Ömer’e bakmak bahanesiyle yukarı katta uyuyan oğlunun yanına sığınıp resmen kaçmıştı. Kimse de onun yanına gelip aşağı indirmeye çalışmamıştı zaten. Durumun garipliği yeterince ortadaydı.

Nikah yemeği yendikten sonra yeni evli çifti evlerine kadar bırakan kişi Oğuzhan’dı. Arabada büyük bir sessizlik vardı. Vedalaşırken de kimse hiçbir şey söylememişti zaten. Herkes Neva’nın yüzüne bakmaktan kaçınıyordu sanki. Neva onların kendilerini suçlu hissettiğini fark etmişti. Sanki Neva’ya reva görülen bu sona hepsinin itirazı vardı ama bir şekilde susmak zorunda kalmışlardı.

Oğuzhan evin önünde durduğunda hemen kardeşinin inmesi için koltuk değneklerini çıkarıp ona uzattı. Sinan arabadan inerken yüzünü buruşturmamak için kendini zor tuttu. Aldığı ağrı kesiciler de bir işe yaramıyordu artık. Kimseyi inandıramadığı ağrıları nikah günü daha da artmıştı. Tek istediği kendini bir odaya kapatıp günlerce oradan çıkmamaktı.

Neva ise kucağında oğlu ile birlikte arabadan inip “bıraktığın için sağ ol abi,” dedi sadece. Oğuzhan ona merhametle bakıp “bir şey olursa hemen bizi arayın tamam mı?” dedi içtenlikle. Kardeşinin yüzünü sevip “tekrar hayırlı olsun,” diye ekledi ve arabasına binip gözden kayboldu.

Bahçe kapısının girişinde baş başa kalan çift birbirlerine bakmıyordu. Neva “anahtar çantamda,” dedi, “kucağımda Ömer var.”

Sinan ağırlığını bir tarafına verip kızın çantasını ona değmeden tutup açtı ve anahtarı çıkarıp yürümeye başladı. Sinirden elleri titremeye başlamıştı. Ömer ise annesinin kucağında merakla ona bakıyordu. Bir şekilde hayatlarına dahil olduğunu bildiği adam ise ona bir karşılık vermiyordu.

Sinan sonunda kapıyı açmayı başardığında içeri girip “ben odamdayım,” dedi ve ekledi “dinlenmem lazım.”

Sinan zorlukla merdivenleri çıkmaya başladığında Neva bir müddet arkasından bakakaldı. Sonra kendini toparlayıp Ömer’i yeni odasına götürüp oyuncakları ile baş başa bıraktı. Dışarı çıkmasın diye renkli çitlerle döşenmiş odasının bir köşesi onun oyun alanıydı. Ömer oyuncakları ile oyalanırken Neva bir müddet onu izledi. Sinan ‘ben odamdayım,’ diyerek nereyi kast etmişti acaba. Neva çekinerek Ömer’in odasından çıkıp aynı kattaki yatak odasına baktığında boş olduğunu görünce rahatlayıp içeri girdi. Sinan çatı katındaki diğer odada olmalıydı. Demek ki bu katı Neva ve oğluna bırakmıştı. Neva dolabı açıp rahat bir şeyler giydi. Saçlarını açmak istemediği için pamuklu bir şal bağladı. Ne olursa olsun imam nikahı kıyılmadığı için Sinan’ı tam olarak kocası gibi görmüyordu. Bu bir himaye nikahıydı. Ama kimin kimi himaye edeceği henüz belli değil gibiydi.

Neva ilk defa evi yanında kimse olmadan gezmeye başladığında eltilerinin zevkli kadınlar olduğunu düşündü. Evin alt katında salon, mutfak, bir banyo ve oturma odası vardı. Üst katta üç tane oda vardı ve çatı katında da bir büyük oda vardı. Neva’nın kalacağı odanın ebeveyn banyosu mevcuttu. Yatak odası genişti. Yatak kocamandı ve beş kapılı devasa bir dolap vardı. Bir de makyaj masası.

Boşta olan diğer iki odanın birine Leyla abla Neva’nın edebiyatçı olduğunu bildiği için boydan boya ahşap kitaplık yaptırıp bir de okuma ve yazma köşesi eklemişti. Neva kitap odasına gidip kapıyı arkasından kapattığında bir müddet kitapların güven veren kokusu içinde kaldı. Sinan kimya mühendisiydi. Yanlış bilmiyorsa Londra’da ünlü bir laboratuvarda araştırmacı olarak çalışıyordu. Kaza olmadan önce tabi. Peki kitap okumayı da sever miydi acaba? Diye düşündü bir an. Sonra başını iki yana sallayıp bu düşünceyi kendinden uzaklaştırdı. Sinan’ın ne sevip ne sevmediği Neva’nın umurunda bile değildi. Oğlu için bu evliliği kabul etmişti. Anne ve babasına daha fazla yük olmamak için bu evliliği kabul etmişti. Sinan karanlık dünyasında istediği kadar kendine acımaya devam edebilirdi.

Kararlı bir ifadeyle dışarı çıkıp oğlunun yanına gitti. Ömer onu görünce sevinç çığlığı attı. Neva gülümseyip oğlunu kucağına aldı ve bir kendi için bir de Arif için yanağından iki kere öpüp kokladı. O bir anneydi. Ve oğlu için her türlü mücadeleye hazırdı.

BÖLÜM

İyonik Bağ

 

Sabah olduğunda Neva gözlerini açtığında ilk önce nerede olduğunu anlamayıp yerinde sıçrayarak yorganı açıp etrafına bakındı. Sonra dün olanların hepsi zihnine doluşmaya başladı hızlıca. Sinan’la evlenmişti. Bitkin bir halde kendini yatağa geri atarken bir süre boş bakışlarla tavanı izledi.

Oğlunun sesini duyar gibi olunca hemen yataktan kalkıp odasına gitti. Hala uyuduğunu görünce yatak odasına geri dönüp banyoya girdi. Ardından üstünü değiştirip başını bağladı. Rahat siyah bir eşofman ve kiremit rengi keten bir tunik giyip başına da krem renkli rahat bir şal bağlamıştı.

Evin büyüklüğüne henüz alışamamıştı Neva. Alt katta ki mutfağa inmeden önce çatı katına bir göz atıp başını çevirdi hemen. Acaba uyuyor muydu? Kullandığı ilaçlar vardı bunu biliyordu. Aç karnına mıydı yoksa tok karnına mıydı? Bu düşünceler içinde mutfağa girdiğinde hemen bir çay suyu koydu. Su ısınırken oğlunun kahvaltısını hazırlamaya başladı. Neredeyse yaşına girecekti artık ve şükürler olsun ki iştahı yerinde bir bebekti.

Bu düşünceler içinde mutfakta iş yaparken kapı çaldı. Neva yerinde sıçradı çünkü kimseyi beklemiyordu. Telaşla mutfaktan çıkıp diyafondan kimin geldiğine baktı. Ekranda Zeynep’i görünce hemen bahçe kapısının otomatına bastı. Evin kapısını açıp Zeynep’le Hasan’ın gelmesini bekledi. Zeynep’in elinde üstü sarılı bir tabak vardı.

“günaydın,” dedi Zeynep gülümseyerek “kusura bakma erken mi geldim?”

“yok canım,” Neva, Hasan’ı kucağına alıp “hadi gelin ben de mutfaktaydım,” diyerek içeri aldı ikisini de.

Zeynep güya çaktırmadan etrafına göz atınca Neva “amcan çatı katında uyuyor,” diye merakını giderdi. Zeynep biraz mahcup “şey-“ diye geveledi lafı “babamın aklı sizde kaldı da.”

“seni de bizi kontrole gönderdi,” diyen Neva’nın sesinde ince bir hüzün vardı. Zeynep sesini çıkartmayınca Neva “İsmail abinin hakkı var,” diye onu teselli etmeye çalıştı. Birlikte mutfakta ki masaya geçtiklerinde Hasan, babasının birebir aynısı olan gözleriyle ona bakıp “Ömer nerede?” diye sordu peltek konuşmasıyla.

Neva onun yüzünü sevip “Ömer odasında uyuyor,” dedi şefkatle “hadi gel gidip bakalım uyanmış mı?”

“olur,”

“o zaman ben de kahvaltıyı hazırlayayım,” dedi Zeynep. 19 yaşındaki genç kız kısa bir süre önce üniversitenin ilk senesine başlamıştı. Güzeldi. Alımlıydı. Üç yaşındaki kardeşine bakıp “Ömer uyuyorsa onu sakın uyandırma,” diye tembihlerken Neva gülüp “Hasan öyle şeyler yapmaz ablası,” dedi.

Ömer’in odasına girdiklerinde minik bebeğin yanağına yastık izi çıkmış halde şaşkın şaşkın etrafına baktığını görünce “günaydın bebeğim,” dedi Neva. Ömer annesini görünce gülümseyip el çırptı.

“bebek!” dedi Hasan merakla. Kendisi de bir bebekti ama bunun farkında değilmiş gibiydi. Neva, Ömer’i kucağına alıp Hasan’ın elinden tuttu ve birlikte mutfağa geri döndüler.

Hasan ve Ömer hemen kaynaşmışlardı. Birlikte oyunlar oynamaya başladıklarında Zeynep de çayları doldurup “hadi yenge,” dedi Neva’ya. Neva bu hitap karşısında buzlu suya girmiş gibi irkildi. Neyse ki Zeynep bunu fark etmemişti.

Yeni evli genç kadın kendini bu aileye ait hissetmiyordu. Kimsenin yengesi, kardeşi ya da Sinan’ın karısı olmaya hazır değildi aslında. İçinde bir yerde Arif’le birlikte kurdukları o küçük güzel yuvada mutlu mesut yaşamaya devam ediyordu. Ama Arif gitmişti. Ardında Neva’yı yaşına bile girmemiş oğluyla bırakıp gitmişti.

Mutfaktaki masaya oturduklarında Ömer mama sandalyesinde huzursuzlanınca Neva ona yemeğini yedirmeye başladı. Hasan “Ömer bak ben yemeğimi yiyorum,” deyince Ömer ona bakıp sustu. Neva halinden memnun oğluna yemeğini yedirmeye devam ederken Zeynep “yenge sen de yesene!” dedi kendini tutamayıp “hem bak annem kendi elleriyle mis gibi börek yapıp gönderdi.”

Neva kıymalı börekten bir ısırık alıp “Ayşe ablanın ellerine sağlık,” diye iltifat etti. Çayını yudumlamaya devam ederken evdeki sessizliğin ne kadar büyük olduğunu fark etti. Yine yüzüne aynı keder çökünce Zeynep “seni böyle görmekten nefret ediyorum,” dedi aniden. Neva ona bakakaldı.

“biliyor musun babaannem seninle Sinan amcamı evlendirmek istediğini söylediğinde hepimiz çok şaşırdık.”

“neden?” diye sordu Neva. Cevabı çok iyi biliyordu aslında.

“bunları sana söylemem yasaklandı ama ben söyleyeceğim,” diye fısıldamaya başladı usulca. Neva ise tüm dikkatini ona vermişti.

“annem, yengelerim, halam hepsi bu evliliğe karşı çıktılar.”

Neva kendi kederinin içinde öylesine boğulmuştu ki açıkçası geri kalan herkese kendini kapatmıştı. Evlilik hazırlığı sürecinde etrafındaki insanların bazen ona acıyarak baktığını fark ediyordu ama umursamıyordu. İnsanlar Sinan’ın hastalığını biliyorlardı ama Neva’nın ruhunu paramparça eden derin kederinin farkında değildi kimse.

“Sinan amcamın durumu-“ Zeynep bu noktada duraklayıp söyleyeceklerini dikkatle seçerek devam etti, “fizik tedavi bitti şükürler olsun amcam ayakta ama halini görüyorsun işte. O ilaçları almaya başlamadan önce ruh hali çok değişkendi. Şimdi ruh hali daha sabit. En azından bir şey dediğimizde tepki veriyor ama çok fazla uyuyor artık. İlaçlardan öncesinde bir gün çok öfkeli oluyor bağırıp çağırıp duruyordu. Bir gün hiç konuşmuyor kimseye tepki vermiyordu. Bazen ağladığını duyuyordum. Çok kötüydü her şey yenge. Babaannem onun yüzünden çöktü. Aslına bakarsan halam amcalarım ona çok kızgın ama Sinan amcam o kadar kötü halde ki kimse ona olan kızgınlığını dile getiremiyor.”

“Sinan,” dedi Neva sanki adını anmak bile ona yasaktı. Ama kocasıydı işte. Henüz kabullenmeye hazır değildi bunu, “İngiltere’de biriyle birlikte olduğunu duymuştum.”

“Lily!” dedi Zeynep nefretle “halam ona Zily diyor aslında.”

“Zily?” dedi Neva sorar gibi.

“Zilli Lily’nin kısaltması işte. Amcamı en ihtiyacı olduğu anda terk edip gitti. Biraz sorduk soruşturduk. Meğer bu ikisi kendi çevrelerinde pek popüler bir çiftmiş. Bilirsin işte iki farklı kültürün yan yana gelmesi her zaman dikkat çeker. Sanırım bu Zily de o popülariteyi seviyordu. Amcam da bir anda yatağa düşünce ikinci kez düşünmeden çekip gitti. Amcam onun hakkında ağzını açıp tek kelime bile etmedi o andan sonra.”

“sevmiş miydi onu?” diye sorarken buldu Neva kendini.

“bana soracak olursan amcamın birini sevmek nedir en ufak bir fikri bile yok.”

Zeynep çok konuştuğunu fark ettiğinde pişmanlıkla genç kadının elini tutup “belki seninle birlikte o da sevmeyi öğrenir ne dersin?” diye sordu yumuşak bir tavırla. Neva karşılık vermeyince “senin bu evliliği kabul etmek zorunda kalmış olmana çok üzülüyorum,” dedi içtenlikle “biliyorum sen Ömer’in iyiliği için kabul ettin amcamla evlenmeyi.”

Neva artık kendini çok kötü hissediyordu. Zeynep onun yüzünü tutup kaldırdığında “biz hepimiz neyin ne olduğunun farkındayız yenge,” diye devam etti, “amcamın ne kadar kötü halde olduğunun, senin kaybının ve yasının, ne kadar acı çektiğinin farkındayız. Ama babaannem bu evlilik için çok ısrar etti. Hatta halam; ‘kızın acısı çok taze Sinan’ı illa biriyle evlendirmek istiyorsan başka birini bulalım,’ dediğinde ‘ya Neva ile evlenir ya da kimseyle evlenmez diye kestirip attı.’”

“gerçekten mi?” diye sordu Neva şaşkınlıkla. Zeynep başını salladı, “senin olan bitenin pek farkında olmadığını görüyorum o yüzden sana bunları anlatıyorum. Bir akşam Mehlika teyze ile Talha amca dedemlere geldi. Talha amca dedi ki; benim bu işe pek gönlüm yok ama senin hatırın bende çok büyük Yusuf abi. O yüzden güzellikle konuşup bu işi bir kırgınlık olmadan bitirmeye geldim.”

“sen ne diyorsun Zeynep?” dedi Neva. Sesi istemsizce yüksek çıkmıştı. Babasının böyle bir şey yaptığından haberi bile yoktu. O an her şeyden böylesine uzaklaştığı için kendine kızdı. Kafasını toparlaması gerekiyordu artık.

“doğru duydun yenge. Sonrasında ne oldu bilmiyorum ama.”

“babam bana hiçbir şey demedi.”

“yenge,” dedi Zeynep şefkatle “kimse sana bir şey diyemiyor ki zaten. Dokunsak kırılacak gibi duruyorsun. Ama ben kendimi tutamayıp anlattım işte.”

“sağ ol Zeynep,” dedi Neva içtenlikle. Uzanıp kızın ellerinden tuttu, “gözümü açtın.”

“ne demek,” Zeynep gülümseyip Neva’ya sarıldığında genç kadın bir an şaşırsa da hemen karşılık verdi. Zeynep’in dostluğunun hoşuna gittiğini fark etti o an. Zaten uzun zamandır tanıdığı bir yakınıydı ama şimdi aralarında daha yakın bir akrabalık bağı kurulmuştu. Zeynep’in içtenliğinin, samimiyetinin farkına vardığı an Neva ona içinin ısındığını hissetmişti.

Bu Kaya ailesinden ilk kişiyi kendi içinde kabul edişiydi. Zeynep’i kalbine kabul etmişti Neva o anda. Zeynep biraz da kendi hayatından bahsedip Neva’yı güldürmeyi başardıktan sonra kardeşini alıp “biz gidelim,” dedi ve saatine bakıp “çok bile kaldım, ders çalışmam lazım,” diye ekledi.

“istediğiniz zaman gelin,” diye hatırlattı Neva onları kapıdan geçirirken. Zeynep yan duvardan gözüken evin çatısını işaret edip “aynı şekilde yengeciğim,” diye karşılık verdi gülümseyerek “yan komşunuzun kapısı size her daim açık.”

Neva bu deli dolu kızın yaşam enerjisi karşısında biraz daha gülümseyip başını salladı. “Allah’a emanet. Annenle babana selam söyle.”

“aleyküm selam.”

Hasan da Ömer’e el salladıktan sonra abla kardeşi gönderen Neva, Ömer’i odasına çıkartıp oyun alanına koydu ve mutfağa gidip etrafı topladı. Ardından namaz kılıp dışarı çıkmak için hazırlanmaya başladı. Saat bire gelmişti ama Sinan hala uyuyordu. Belki de aşağı inmek istemiyor diye düşündü ama sonra aklına Zeynep’in dedikleri geldi. Aldığı ilaçlar yüzünden çok fazla uyuyor olmalıydı. Peki ne zamana kadar bu ilaçları almaya devam edecekti ki! Bir yerde onları bırakıp içine gömdüğü saklandığı o duygularla yüzleşmesi gerekecekti.

Neva güz mevsimine uygun, açık mavi bir elbise giyip üstüne trençkotunu geçirdikten sonra artık kendini tutamayıp sessiz adımlarla çatı katına çıkıp koridoru yürüdü. Koridorun sonundaki kapısı kapalı odanın önüne geldi. Yuvarlak tokmağı tutup kalbi deli gibi atarken çevirdiğinde perdeleri çekili günışığı girmemiş odanın tek kişilik yatağında derin bir uykuda olan adamı gördü. Üstünü bile değiştirmeden yatıp uyumuştu. Ceketini çıkartıp sandalyenin üstüne atmış, koltuk değneklerini de duvara yaslamıştı. Üstüne çektiği ince örtünün altında büzüşmüş bir halde uyuyordu. Banyo olduğunu tahmin ettiği yerin kapısı kapalıydı.

Neva yatakta kımıldanan adamın onun olduğu tarafa doğru dönmesiyle bir an uyanacak diye korkup donup kaldı ama Sinan uyumaya devam etti. Genç kadın yüzünde yastık izleri çıkmış adama bakarken bu gerçekten Sinan mı? diye geçirdi içinden. Çenesindeki yara izine baktı. Gözlerinin altında birikmiş karanlığa, çökmüş yanaklarına, bir zamanlar saçlarının olduğu kel kafasına. Duvara yaslı koltuk değneklerine bakınca gözlerinin dolduğunu hissetti. Kalbinde bir şeylerin kırıldığını hissetti o an.

Geldiği gibi sessizce odadan çıkıp yatak odasına geri döndü. Devasa dolaptan Sinan için birkaç parça kıyafet çıkarttı. Banyoya konmuş eşyalarını toplayıp kıyafetlerin üstüne koydu ve bu kez ses çıkartmamak için değil aksine ses çıkartmak için uğraşarak odasına girdiğinde Sinan gözlerini hafifçe aralayıp “ne oluyor ya?” diye sordu boğuk bir sesle.

“akşam oluyor,” dedi Neva karşılık olarak sadece. Kıyafetlerini ve diğer eşyalarını sandalyeye bıraktı, “ben çıkıyorum, annemlere uğrayıp arabamı alacağım.”

“ne?” dedi Sinan kendini toparlamaya çalışıyordu ama kafasının içi pusluydu. Neva ise çoktan gitmişti bile.

Sinan uyanmak için büyük bir çaba harcayarak yataktan çıkmayı başardığında koltuk değneklerinden birini alarak banyoya gitti. İşini halledip çıktığında Neva’nın sandalyenin üstüne bıraktığı eşyalarına baktı. Tıraş takımı, sabun, şampuan. Gri ve siyah renklerinde iki çift eşofman takımı ve başka birkaç şey daha…

Adam yatağın kenarına oturup kıyafetlerini çıkarttı ve siyah eşofman altıyla siyah tişörtü giyip alt kata indi. Koltuk değnekleri ile yürümeye alışmıştı artık. Tam mutfağa inmeye devam edecekken gözü, kapısı açık bebek odasına takıldı. Evin tamamında içinde bulundukları durumdan dolayı kasvetli bir hava hakim olsa da renkli gözüken bebek odasına girdiğinde ayağının altına bir şey battığında acı içinde inleyip kendini geri çekti. Zorlukla eğilip ayağına batan şeyi alıp baktığında bunun dinozor olduğunu gördü.

Beyaz boyalı duvarlara gökyüzü ve uzay temalı figürler yapıştırılmıştı. Bir köşe renkli çitlerle çevrilip oyun alanı olarak ayarlanmıştı. Bir beşik, dolap ve çekmece vardı. Bir anne için emzirme koltuğu. Halı da ufo figürlüydü. Sinan bir süre odaya göz gezdirdikten sonra çekmecenin üstünde olan bir çerçeve dikkatini çekti. Bu kez dikkatli adımlarla ilerleyip çerçeveyi eline aldığında kucağında yeni doğan bir bebek tutan mutlu bir adamın ona baktığını gördü. Bu Neva’nın ölen kocası olmalıydı. Neva, oğlunun ona benzediğini söylemişti. Açık kumral saçları olan bu adam yakışıklı sayılırdı ama Sinan’ı rahatsız eden şey bu değildi. Adam çok mutluydu. Gözleri parlıyordu.

Çerçeveyi yerine geri koyup odadan çıkarken farkında değildi ama koltuk değneklerini kullanmadan merdivenleri inmişti. Sonra ne yaptığını fark etmiş gibi tekrar onlardan destek alarak yürümeye devam etti. Çünkü ağrısı başlamıştı. Çünkü onlara ihtiyacı vardı. Mutfağa girdiğinde şaşırdı çünkü masanın üstünde ona ayrıldığı belli olan bir tabak vardı. İki dilim börek ve kahvaltılık bir şeyler. Sinan oturup doğru düzgün konuşmadığı bir kızın ona kahvaltı hazırlayıp bırakmış olmasından rahatsızlık duyarak tabağa sırtını döndü. Neva’nın ona hizmetçilik etmesini istemiyordu. Neva onunla oğlu için evlenmişti. Sinan da annesi için bu evliliğe razı olmuştu. Bunun ötesinde Neva’dan herhangi bir beklentisi, bir isteği yoktu. Neva da bunu yakın zamanda anlayacaktı zaten.

“hem ne biçim bir isim bu böyle!” diye söylendi yine kendini tutamayıp. Buzdolabını açıp mısır gevreği bulunca onu alıp bir kaseye döktü ve masaya oturup onu yedi.

Bir zamanlar ne kadar hareketli bir yaşamı vardı. Sabah uyandıktan sonra günün nasıl sona erdiğini anlayamadığı o çılgın günler. Yanında arkadaşları ve Lily ile geçirdiği o günler… şimdi ise öğlene kadar uyuyor ve akşama kadar gözlerini zorlukla açık tutabiliyordu. Doktor bir gün ilaçları keserse ne yapacağını bilmiyordu bile. Bu uyuşuk ruh haline öylesine alışmıştı ki! İlaçları kesmek demek o deli dolu dizginlenemez ruh halinin geri dönmesi demekti.

İçini çekip gevreği yemeye devam etti. Sonra da çatı katındaki odasına geri döndü.

Neva ise Sinan evde mısır gevreğini yerken oğlunu bebek arabasına koyup yürüyerek baba evine varmıştı bile. Siyah kartalı kaldırımda onu bekliyordu. Gülümseyip arabanın kaputuna elini koydu.

“beni özledin mi kara çocuk?” dedi Neva arabaya. Bu; Arif’in evlenmeden önce kendi birikimleriyle aldığı arabasıydı. Külüstürdü, eski modaydı ama Arif bu arabaya gözü gibi bakardı. Onun gidişiyle araba da Neva’ya kalmıştı. Neva araba kullanmayı pek sevmezdi ama ehliyeti vardı. Mecbur kalınca da Kartal’ı kullanmaktan çekinmezdi.

Göz ucuyla baba evinin pencerelerine baktı. Yukarı çıkmak olmazdı. Arabasından anahtarı çıkartıp bagajı açtı önce. Ömer’in bebek arabası bölünüp puset olarak da kullanıldığı için puseti alıp oğlunu arka koltuğa yerleştirdi ve sonra da bebek arabasını katlayıp bagaja koydu. Kendi de şöfor koltuğuna geçtikten sonra dikiz aynasına asılı boncuklu araba süsünü sevip arabayı çalıştırdı.

Hemen eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden biraz dolanıp sahil kenarına gitti. Bir müddet öylece durgun denizi seyredip hiçbir şey düşünmeden oğlu ile birlikte olmanın tadını çıkarttı.

“oğluşum,” dedi Neva dikiz aynasından elindeki oyuncağı kemiren Ömer ona hemen güldü. Değişik sesler çıkartıp karşılık verdi annesine. Neva gülümsedi, “seni çok seviyorum annesinin bir tanesi.”

Neva daha fazla oyalanamayacağını anlayınca mecburen eve geri döndü. Arabayı evin açık garajına park edip dışarı çıkarken Sinan’ın kalın perdeler arkasından onu izlediğinin farkında değildi. Kartal’ı kilitleyip Ömer’i kucağına aldı ve eve girdi. Ömer’in kıyafetlerini değiştirip yatağına yatırdı. Bir süre sonra oğlu uyuyakalınca kendisi de yatak odasına gidip üstünü değiştirdi. Mutfağa indiğinde Sinan’a hazırladığı tabağın olduğu gibi durduğunu ama bulaşık makinesinin içinde bir kâse bir kaşık olduğunu görünce “anlaşılan geri zekâlı olduğu kadar inatçı da!” diye söylendi ağzının içinde. Neva bulaşık makinesinin kapağını geri kapatırken “neyse yediğinin bulaşığını kaldırmış en azından,” diye hakkını verdi.

Sinan ise çatı katında Neva’nın geri geldiği ve araba diye hitap ettiği külüstüre hayret etmekle meşguldü.

 

 

lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın

hikaye nasıl ilerliyor benimle fikirlerinizi paylaşın lütfen

Allah'a emanet olun

 

Bölüm : 11.09.2025 15:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / 3&4. BÖLÜM
RabiaSofi
Sevmeyi Yaşamak

24.43k Okunma

2.61k Oy

0 Takip
105
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...