

Hepinize merhabalar
sarsılmadan taşlar yerine oturmaz
BÖLÜM &
Bir küçük pasta meselesi
Onlarla birlikte alışverişe gidememişti. Bu yüzden kendinden utanıyordu. Mahcubiyet duygusu ağır bassa da akşamına mutfaktan gelen kokulardan Neva’nın pasta yapmaya başladığını anlamıştı. Bütün gün ona söylediklerini düşünüp durmuştu Sinan. Kendisini affedebilir miydi? Bu çok zordu. O kadar uzun zamandır kendinden sadece nefret ediyordu ki. Bunu nihayete erdirmek ve kendini affetmeye çalışmak onun için imkansız gibiydi.
Bu düşünceler içinde aşağıya indi. Mutfağa yaklaştıkça güzel kokular artıyordu. Minik bebeğin sesini duyunca istemsizce tebessüm etti. Demek Ömer de mutfaktaydı. Yaklaştıkça kaçıp gitme arzusu çoğalıyordu sanki. Hatta tam arkasını dönüp gidecekken Neva mutfaktan çıktı. Üzerine şeflerin taktığına benzer bir önlük takmıştı. Sinan’ı görünce “ben de seni çağırmaya geliyordum,” dedi tebessüm ederek “yemek hazır.”
“işin varsa ayak altında dolaşmayım,” diyen Sinan’ın yüzündeki ifade Neva’nın kalbini acıtmıştı.
“işim var ve yardıma da ihtiyacım var,” diye karşılık verdi Neva “yemeğini yedikten sonra bana yardım eder misin?”
“ne tür bir yardım?” diye sordu Sinan bir yandan da mutfağa doğru yürümeye başlamışlardı ve Sinan mutfağa girdiğinde genç kadının niye yardım istediğini anladı. Ortalık biraz fazla dağılmıştı.
“bir yandan Ömer’le uğraşıyorum bir yandan da pastayı yapmaya çalışıyorum seç birini, hangisine el atmak istersin?”
Neva o kadar doğal davranıyordu ki Sinan elinde olmadan ona karşılık veriyordu tebessüm etmeye çalışıp “elimden ne gelirse,” dedi.
“güzel, o zaman önce aç karnımızı doyuralım sonra da işe girişelim.”
Sinan, Neva’nın ne kadar yorgun olduğunu görmüştü. Bütün gün yerinde durmadığını sürekli kendini bir işle meşgul ettiğini fark etmişti. Belki bu da onun acıdan kaçma yöntemiydi. Ne olursa olsun gece tek başına kaldığında komodinin üstünde duran resme bakıp kocasının yasını tutmaya devam ettiğini düşündü. Bu düşünce onu rahatsız etse de henüz bunu fark edecek kadar olgunlaşmamıştı.
Birlikte sofraya oturduklarında Neva için şaşırtıcı bir şey oldu. Sinan yaptığı yemekten ikinci tabağı istedi. Neva hemen ikinci tabağı da doldurup önüne koyduğunda “çok olmuş,” dedi Sinan tebessümle.
“hiçte bile,” diye itiraz etti Neva “hem biraz kilo alman lazım.”
“biraz mı?” diyen Sinan’ın sesinde acımasız bir alay vardı.
“tamam birazdan fazla,” diye kabul etti Neva. Sinan ona bakıp “senin de biraz kilo alman lazım,” dediğinde Neva haline bakıp “bence gayet iyiyim,” diye karşı çıktı.
“öyle olsun,”
“ama istersen gece atıştırmalığı hazırlayıp sana eşlik ederim. Acayip kilo aldıran bir şey. Denenmiş ve onaylanmıştır.”
Sinan yemekten bir kaşık alıp ağzına atarken Ömer’in ona merakla baktığını görünce “bu yemeklerden ona da verebilir miyim?” diye sordu annesine. Neva “tadına bakabilir,” diye cevap verdi ve masadan kalkıp fırındaki pandispanyayı kontrol etmeye gitti. Sinan, Ömer’in mama sandalyesinin üstünde duran kaşığını alıp kendi yemeğinden küçük bir lokma aldı ve Ömer’e uzattı. Ömer iştahla yiyip ikinci kaşık için mızırdanmaya başladığında Sinan, Neva’ya kaçamak bir bakış atıp gizlice ikinci kaşığı da verdi. Ömer halinden memnun ağzında yemeği evirip çevirirken Neva da geri dönmüştü.
Sofrayı toparladıktan sonra Sinan “istersen Ömer’i odasında oyalayabilirim,” diye öneride bulundu. Neva ona bakıp “burada halinden memnun gibi,” dedi ve ekledi “uyku saatine az kaldı zaten.”
“o zaman başka ne yapabilirim?”
Neva yüzünde muzip bir tebessümle tezgahta duran meyveleri önüne koyup bir kesme tahtası çıkarttı. Çekmeceden bıçağı alıp “bu meyveleri küp küp doğrayabilirsin,” dedi hevesle.
Sinan çaresiz eline bir muz alıp onu soydu ve dikkatli bir şekilde doğramaya başladı. Çok geçmeden bunu yapmanın kendisine iyi geldiğini fark etti. Belki de Neva kendine sürekli olarak yapacak bir iş bulmakta haklıydı. Acıyla başa çıkmanın en iyi yolu kendini başka şeylerle oyalamaktı.
Sinan meyveleri keserken Neva da pandispanyayı üçe bölmüş daha önceden hazırladığı kremayı sıkma torbasına koymakla uğraşıyordu. Sinan onu bir anlığına Londra’da çalıştığı laboratuvardaki meslektaşlarına benzetti. O an çalışmayı özlediğini fark ettiğinde gözüne çaydanlıktan yansıyan görüntüsü takıldı. İçinde bir şeyleri düzeltse bile dış görüntüsünü nasıl toparlayacaktı. Gerçi sakallarını uzatırsa yara izi fazla göze çarpmazdı belki. O an yine gözü Neva’ya takıldı. Genç kadın dikkatle kremayı sıktı ve üstüne erimiş çikolata ve krokanları döküp “evet meyveler hazır mı?” diye sordu. Sinan bir kaseye biriktirdiği meyveleri ona uzatıp “burada,” dedi hemen. Neva meyvelere bakıp “gerçekten hepsini küp küp doğradın mı?” diye sordu hayret etmekle gülmek arasında kalmıştı. Sinan “e sen öyle söyledin!” diye itiraz edince gülmeye karar verdi.
Kaseyi boşalttıktan sonra Sinan’a geri verip “ikinci katı çıkmadan yenilerini isterim,” diye hatırlattı. Sinan halihazırda kesme tahtasının üstünde biriken meyveleri boşalmış kaseye doldurmuş ve Neva’ya bilmiş bir bakış atmıştı bile.
Esnemeye başlayan Ömer onları izlerken sıkıldığını belli eden hareketler yapmaya başlamıştı. Sinan ona bakıp “uykun mu geldi?” diye sordu anlamayacağını bilse de onunla konuşmak hoşuna gidiyordu. Ömer ağzından oflayıp ona baktı.
Neva ellerini yıkayıp kuruladıktan sonra oğlunu kucağına alıp “ben onu uyutayım artık,” dedi. Ömer, annesinin kucağında mutfaktan çıkarken Sinan’a el salladı. Sinan da ona karşılık verdi.
Beş dakika sonra Sinan’ın işi bitmişti. Kalkıp ellerini yıkadı ve sonra tek koltuk değneği ile merdivenleri çıkmaya başladı. Aslında niyeti odasına çıkmaktı. Ama Ömer’in odasından duyduğu sesler onu durdurdu.
“hadi uyu artık oğlum lütfen,” dedi Neva ve ekledi “anne de yoruldu bugün ama!”
Sinan bunları duyunca dayanamayıp odaya girdi. Sinan’ın geldiğini gören Neva “sen ne ara geldin?” diye sordu hafif şaşkınlıkla “hiç duymadım.”
Sinan ise sallanan sandalyeyi işaret edip “Ömer’i bana ver,” dedi, “ben onu uyuturum.”
Neva kararsız kalmış gibi hareket etmeden Sinan’a bakmaya devam edince Sinan tek koltuk değneğini beşiğin kenarına yaslayıp sallanan sandalyeye oturdu. İlk gördüğünde de epeyce rahat bir şeye benzetmişti zaten ama oturduğu anda çatı katındaki yataktan daha iyi olduğuna karar vermişti. Neva, Ömer’i Sinan’ın kollarına bıraktı. Ömer uykuya direnmekle uyumak arasında gidip geliyordu. Nitekim başını Sinan’ın göğsüne yaslayıp ağlamaklı iç çekişlerine devam etti. Ama sandalyenin sallantısı onu da etkisi altına almıştı. Sinan onun kokusunu içine çekip minicik avcunu kalbinin üstüne koyduğunda Neva onlara sırtını dönüp dolan gözlerini sakladı. Battaniyeyi alıp ikisinin üstüne örttü usulca. Gece lambasını yakıp odanın ışığını söndürürken Ömer çoktan uyumak üzereydi.
Neva gittiğinde odada baş başa kalan ikili bir süre sessizce sallanmaya devam etti. Ömer’in minicik yumruğu hala Sinan’ın kalbinin üstündeydi. Uykuya daldıkça çırpınır gibi nefes alış verişleri de derinleşiyordu.
Sinan ona sıkıca sarılıp anın tadını çıkarttı. Ömer’i ikinci kez kucağına alışıydı. Ve yine şifa olmuştu ona. Sinan kendini yine insan gibi hissediyordu. Bu minicik beden ona kalbinde unuttuğu yerlerin varlığını hatırlatıyordu.
“ben çok hata yaptım,” diye fısıldadı karanlığın içinde gece lambasından süzülen ışıktan başka bir şey yoktu.
“sevdiğim insanların kalbini kırdım, Rabbime karşı geldim, yüzüm yere eğik Ömer. Halimi düzeltmek istiyorum ama nasıl yapacağımı bilmiyorum.”
Ömer’in kokusunu yine içine çekip “nasıl da masumsun,” diye devam etti, “bana ne kadar iyi geldiğini bir bilsen. Senin sesini dinlemeye ne kadar çabuk alıştım. Sabahları kalktığımda ilaç içmek yerine kapımı açıp senin kahkahalarını dinlemeyi tercih ediyorum ilk.”
Yorgun adam incitmekten korkar gibi parmağının tersiyle Ömer’in yanağını okşayıp “sen bana tekrardan Sinan’mışım gibi hissettiriyorsun,” diye itiraf etti sonunda.
Sandalyenin sallantısında ne ara uykuya daldığını fark etmedi bile. Omzunda hafif bir dokunuş hissettiğinde gözlerini açtı. Ömer kucağında iyice gevşemiş halde uyumaya devam ediyordu. Tepesinde dikilen kişi de Neva’ydı.
“ne oldu?” diye sordu boğuk bir sesle.
“bir şey yok,” dedi Neva battaniyeyi alıp “birlikte uyumuşsunuz işte.”
“saat kaç oldu?”
“12’ye geliyor.”
“sahi mi?”
Genç kadın oğlunu dikkatlice kucağına alıp beşiğine yatırırken Sinan da tek koltuk değneğini alıp uyuşmuş bedeni ona isyan ederken kendini zorlayıp ayağa kalktı. Aksak adımlarla bebek odasından çıkarken peşinden gelen Neva “şey,” dedi ona yetişip “teşekkür ederim.”
“hiç önemli değil,” diye karşılık verdi Sinan. Uyku mahmuru yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Neva “malzemelerden artanlardan cup tatlısı yaptım,” dedi çekinerek “hani demiştim ya gece atıştırmalığı diye. İstersen-“
“peki ya bu işi abartıp obez olursam?” diye sordu Sinan kendini toparlayıp. Neva onun ne dediğini anlayınca tebessüm edip “bu sefer de diyet yaparsın,” dedi.
Birlikte aşağıya indiklerinde salondaki orta sehpanın üstünde duran tatlıları gördü. Salonda neredeyse hiç oturmamıştı. Oturma odasına hiç girmemişti bile. Evin bazı kısımları ona oldukça yabancıydı. Taş rengi koltukların üstünde siyah renkli yastıklar vardı. Salon takımı oldukça güzel gözüküyordu. Sinan bunları yeni fark etmeye başlamıştı. TV ünitesine bakıp hiç açılıp açılmadığını merak etti.
Üçlü koltuğa oturup tatlıyı eline aldı. Neva da koltuğun diğer tarafına oturmuştu. Sinan tatlıdan ilk kaşığı alıp ağzına attı.
“iki hafta,” dedi Neva birden. Sinan ona sorar gibi bakınca “iki hafta gece yemek yersen iki kilo alırsın,” diye açıkladı.
“bu kadar önemli mi sence?” diye sordu Sinan “kilo alınca düzelecek mi?”
Neyin düzeleceğini söylememişti. Neva da sormamıştı. Kendi tatlısından yiyip “düzelmeye başlayacak,” dedi. Şimdi yüzüne bir hüznün gölgesi düşmüştü.
“neden kendini bu kadar çok yoruyorsun?” diye sordu Sinan kendini tutamayıp, “eğer evdeysen sürekli bir iş yapıyorsun, işin bittiğinde de kendini dışarı atıyorsun. Ya Ömer’i parka götürüyorsun, ya annenlere gidiyorsun ya da abimlere uğruyorsun ama durmuyorsun.”
“eğer durursam-“ dedi genç kadın sesi titremişti “düşerim.”
Bu kısacık cevap Sinan’a yetmişti. İkisi de boğazlarında taş gibi bir ağırlıkla tatlılarını yemeye devam ettiler.
“o- onu sevmiş miydin?” Sinan’ın sesi kendine yabancı gelmişti o an. Niye böyle bir şey söylemişti ki. Neva’nın yüzündeki kederi görünce kendine daha çok kızdı. Neden ona kocasını hatırlatıyordu ki! Eski kocasını diye düzeltti içinden bir ses. Neva ona ilk defa acısını saklamadan baktı. Öyle ki Sinan rahatsız oldu. Kendi ruhunda hissettiği azabın bir yansımasıydı sanki o an baktığı yüz.
“sevmiştim,” dedi Neva tüy kadar hafif bir sesle. Gözünden bir damla yaş süzülüp gitti. Gözündeki yaşı silip burnunu çekti. Sinan onu dikkatle seyrediyordu. Ağzındaki şeker tadı acıya dönmüştü.
“mekanı cennet olsun,” diyebildi sonunda bir şey demiş olmak için. Neva başını bir kere sallayıp “amin,” diye karşılık verdi sadece.
“ben bunları toplarım,” Sinan kâseleri işaret etti, “sen gidip yat artık, dinlenmen lazım.”
“emin misin?”
“evet hadi,”
Neva ayağa kalkıp “iyi geceler,” dedi salondan çıkmadan. Sinan ona bakmadan “sana da iyi geceler,” diye karşılık verdi. Neva giderken Sinan’ın aklında komodinin üstünde yatık halde duran fotoğraf çerçevesi vardı. Birbirini çok seven iki insanın mutlulukla gülümseyerek objektife baktığı o fotoğraf…
BÖLÜM
Reaksiyon
Bir doğum günü partisi yapmamıştı elbette. İçinde bulundukları koşullar böyle bir şey yapmak için uygun değildi. Kaldı ki Neva’nın böyle kutlamalar yapacak neşesi, isteği ya da enerjisi de yoktu. Bunun yerine oğlunun niyetine Kur’an okudu ve onun büyüyüp vatanına milletine ve ümmetine hayırlı bir Müslüman olması için dua etti.
Akşam yemeği yedikten sonra da özenerek yaptığı pastayı oğlunun önüne koyup başından öptü.
“iyi ki doğdun oğlanım,” dedi içi titreyerek. Ona bir isim seçene kadar Arif’le böyle seslenmişlerdi. Ömer ona sevgiyle bakarken gülümsedi. Sinan onları izliyor, Neva’nın gözlerindeki hüznü görüyordu. Aklında kimin olduğunu biliyordu. Ve bunu bilmek onu gittikçe daha fazla rahatsız etmeye başlıyordu.
“nice güzel senelere,” diye araya girdi Sinan. Sanki varlığını hatırlatmak ister gibi konuşma ihtiyacı hissetmişti. Neva ona bakıp “amin,” dedi içtenlikle. Sinan masanın üstünde duran telefonunu alıp “hadi bir resminizi çekeyim,” dedi ve ekledi, “hatıra kalsın.”
“doğru ya!” diye karşılık verdi Neva kendi dalgınlığına şaşırarak “hiç aklıma gelmedi sağ ol.”
Hemen oğlunun yanına geçip Sinan’ın telefonun kamerasına baktı. Birkaç resim çekip “tamam,” dedi Sinan. Artık telefonunda ikisinin resmi olacaktı. Onun zamanına ait, ona ait resimler. Başını hafifçe sallayıp bu düşünceyi kafasından atmaya çalıştı.
Neva ise onun kafasındaki düşüncelerden habersizdi elbette. “istersen Ömer’le senin de resmini çekeyim,”
“benim mi?” dedi Sinan hemen aklına görüntüsü geldi. Yüzündeki çirkin izi düşündü. Neva onun ifadesinin değişmesini büyük bir dikkatle izleyip “kimseye göstermek zorunda değilsin,” diye ekledi yavaşça “hatıralar biz onları hatırlayalım diye vardır.”
“bize acı verseler bile mi?” diye sordu Sinan
“aslına bakarsan en çok hatırladıklarımız en çok acı verenler oluyor,” Neva adamın masanın üstüne koyduğu telefonu alıp “hadi sandalyeni Ömer’in yanına yaklaştır,” dedi, “bizim de tebessümle hatırlayacağımız bir anımız olsun.”
Sinan artı bir çaba gösterip sandalyede otururken Ömer’in yanına yaklaştı ve kolunu Ömer’in sandalyesinin üstüne koyup kameraya baktı. Ömer ise pastaya bakıyordu. Neva onların resmini çekip telefonu Sinan’a geri verdi.
Demlenen çayı bardaklara koyup pastayı kesti. Salona geçip pastalarını yemeye başladıklarında Ömer de emekleyerek yanlarında dolanmaya başladı. Bir eşya dikkatini çektiğinde durup onu inceliyor- ki bunu çoğunlukla ağzıyla yapıyordu- sonra yoluna devam edip annesinin pastasından yemek için ona mızırdanıyor, ondan sonra Sinan’ın yanına gidip birkaç lokma da ondan almaya çalışıyordu.
Neva onu oyalamak için TV’yi açıp sevdiği şarkılardan birini bulduğunda Ömer keyifle çığlık atıp kırmızı balıklı şeyi izlemeye başladı.
Sinan tam o anda kendini babasının evinin salonunda oturuyormuş gibi rahat hissetti. TV açıktı, sehpada tatlı ve çay vardı. Etrafta koşup oynayan bir bebek.
“yakında yürümeye başlar,” dediğini duydu Neva’nın. Ömer’e baktı. Pür dikkat kesilmişti. Yürümeye başladığında Neva’nın işi daha da zorlaşacaktı. Gözleri istemsizce koltuk değneklerine kaydığında kendine küfretmek istedi. Hiçbir işe yaramadığı için!
“bir dilim daha ister misin?” diye sordu Neva aklını dağıtmak için. Sinan başını iki yana sallayıp “yetti sağ ol,” dedi ve ekledi “ben odama gidiyorum, size iyi akşamlar.”
Genç kadın “sana da,” dedi. Kaçıp gitmesine içerlemişti ama sesini çıkarmadı. Sinan koltuk değneklerini alıp salondan çıkarken Ömer’e “iyi ki doğmuşsun Ömer, güzel günler göresin,” dediğinde Neva gülümseyip içinden ‘amin,’ dedi yine. Ardından ekranı kapatıp “hadi bakalım sana bu kadar kırmızı balık yeter, “ diyerek Ömer’i dalıp gittiği kırmızı balık rüyasından uyandırdı. Onu odasına çıkartıp bir süre onunla oyun oynadı. Kısa bir süre sonra gözleri kapanmaya başlamıştı zaten. Biraz sallayınca hemen uykuya daldı. Beşiğine yatırıp üstüne örttü ve “iyi ki doğdun güzel oğlum,” diye fısıldadı “iyi ki yanımdasın, iyi ki varsın. Seni bana nasip eden Rabbime şükürler olsun.”
Yatak odasına geçtiğinde abdest alıp yatsıyı kıldı. Ardından aşağı inip etrafı toparladı. Işıkları söndürdükten sonra okuma odasına girip eline bir kitap aldı. Okuma koltuğuna geçip okumaya başladığında bir müddet kendinden ve etrafından uzaklaşıp elindeki kitabın dünyasına dalıp gitti.
…
Çatı katında ise Sinan içindeki duygularla mücadele etmeye çalışıyordu. Eli telefonuna gittiğinde göreceği şeyle yüzleşmeye hazır olmadığının farkındaydı ama yine de kendine hakim olamamıştı. Nihayetinde galeriye girip önce Neva ile Ömer’in resmine baktı. Neva’nın üstünde krem renkli bir tunik vardı. Aynı rengin birkaç ton koyusu olan bir şal bağlamıştı başına. Neva uzun boylu sayılmazdı. Hatta Sinan’ın iki ayağının üzerinde durabildiği o nadir anlarda karşı karşıya geldiklerinde aralarındaki boy farkı oldukça belli oluyordu. Sinan’ın boyu 1.90’ı geçkindi. Abilerinin hepsini boyca geride bırakmıştı ama abileri de onu adam olmakta, insan olmakta, dürüst olmakta sollamıştı.
Resme ne kadar baktığının farkında değildi. Nihayetinde resmi kaydırıp Neva’nın çektiği kendi resmine baktığında kanı çekilir gibi oldu. Ona bakan bu adamı tanımıyordu. Bu hastalıklı, gözünün feri gitmiş, yorgun adamın kim olduğunu bilmiyordu.
Zihninin içinde Neva’nın odasında geceleri bakıp bakıp ağladığı adamın resmi canlandı. Yakışıklı, mutlu ve tertemiz bir bakışı olan o adamın yüzü ile kendi yüzünü karşılaştırdı. Sadece dış görünüşleri de değildi karşılaştırdığı şey! Neva’nın kocası helaliyle çalışıp kazanan, evine eşine sadık bir adamdı. Duymuştu Sinan. Annesinin onun hakkında söylediklerini duymuştu.
Sinan ise evden çıkmaya korkan, yaralı, günahkar bir müsveddeydi. Neva’nın her gün görmeye katlanmak zorunda olduğu yüz onun yüzüydü. Ne ara elindeki telefonu sıkmaya başladığını bilmiyordu. Telefon elinden düşerken vücudunda zapt edemediği bir titreme başlamıştı. Duvara dayalı koltuk değneklerine bakıp delice bir kuvvetle onları ittiğinde hatırı sayılır bir gürültü çıkarıp yere düştüler.
Sinan yataktan çıkmak için kollarından destek alıp doğruldu. İki ayağının üstüne basıp zorlukla da olsa destek olmadan ayağa kalktı. Öfkesi onu ele geçirmek için bulduğu tüm sızıntılardan içeri girmeye çalışıyordu.
Bir an sonra kapısı çaldı ve Sinan’ın bir cevap vermesini beklemeden içeri Neva girdi. Üstüne alelacele bir sabahlık geçirip bulduğu ilk şalı başına dolayıp yukarı kata çıkmıştı.
“iyi misin?” diye soran Neva yerdeki koltuk değneklerini görünce “düştün mü?” diye sordu endişeyle. Sinan “bir şey yok!” diye cevap verdi umduğundan daha sert bir ses tonuyla ona sırtını dönüp “odana git!” diye ekledi.
“emin misin?“
“GİT!” diye bağırdı Sinan kendini tutamayıp. Neva olduğu yerde zıplayıp bir adım geriledi. Adam pişmanlıkla ona dönüp “özür dilerim,” dedi hemen. Neva onun atak gibi bir şey geçirdiğini düşündü. Belki bir krizin eşiğindeydi.
“ön-önemli değil,” dedi onu daha fazla kızdırmak istemiyordu. Ama Sinan bu kez dağılmış gözüküyordu. Sanki bu mümkünmüş gibi daha da dağılmış gözüküyordu.
“özür dilerim!” diye tekrar etti Sinan bir kere daha. Sonra bacakları boşalmış gibi yere düştü. Elleriyle düşüşünü yavaşlatıp tamamen yere kapaklanmaktan son anda kurtuldu ama istemsizce gözyaşları akmaya başlamıştı. Sarsılarak ağlıyordu. Neva ne yapacağını bilemeden yanına çöküp ona uzanmak için iki elini uzattı ama dokunmaya cesaret edemediği için ellerini çekip kucağına geri koydu. Öylece pişmanlık içinde ağlayan adamı seyretti. Kendi gözlerinden de yaşlar aktığının farkında değildi.
Sinan ilk duygu boşalmasının ardından biraz kendini toparlayıp başını kaldırıp baktığında yanı başında diz çöküp onunla birlikte ağlayan Neva’yı gördü. Hemen kendini toparlamaya çalıştı. Bir şekilde sağ omzunu duvara yaslayıp gözlerini kurularken “hayatın yeterince zorken bir de ben çıktım başına,” dedi ağlamaktan boğulmuş sesiyle, “benim gibi kırılmış, hastalıklı sakat-“
“sen sakat değilsin,” diye karşı çıktı Neva hemen. İkisi de yerde bitkin halde oturmaya devam ediyordu.
“ama sağlam da değilim.”
“düzelebilirsin,”
Sinan elini kalbinin üstüne koyup “ne yaptığımı bilmiyorsun,” diye feryat etti fısıltıyla. Gecenin içinde sesi daha da perişan geliyordu kulağına.
“eğer o kızla olan yaşantından bahsediyorsan-“
“o kız!” dedi Sinan buz gibi bir tonda “Lily!”
“sebep o mu? O seni bıraktığı için mi bu kadar kötü haldesin?”
Neva’nın bu sorusu Sinan’ın ona bakmasına sebep oldu. Neva ise hemen bakışlarını kaçırdı. Sinan tekrar boş zemine bakmaya devam edip “ben kendi kendime yapıp ettiklerim yüzünden bu haldeyim,” diye açıklamaya çalıştı kendini, “bunun nasıl bir yük olduğunu bilmiyorsun. Sınırı kaç kez aştım, kaç kez bana kendini hatırlatmasına rağmen ben- O’na sırtımı dönüp o gayri müslim hayatı yaşamaya devam ettim. İşlediğim günahların cezasının ne olduğunu bilerek yaşamaya devam etmek çok zor!”
Genç kadın, samimi bir pişmanlığı tanıyacak kadar tecrübeliydi. Sinan gerçekten çok pişmandı. Kendine geldikçe, geçmiş onun sırtına daha ağır biniyordu.
“başkalarının şeker gibi yediği o yasaklar, o haramlar benim için zehir oldu.”
“bu bile bir işaret değil mi?” diye sordu Neva usulca. Sinan ona sorar gibi bakınca “demek ki Rabbim seni terk etmemiş, senin o karanlıkta kalmana razı olmamış. Seni o hayattan çekip almış.”
Belli ki Sinan hiç böyle düşünmemişti. Genç kadının sözleriyle biraz toparlanıp “ben inancıyla mutlu bir insandım,” diye itiraf etti “ne ara böyle oldu, ne ara bu kadar kendimi kaybettim bilmiyorum.”
“Ey kendi aleyhinde aşırı gitmiş kullarım: Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.”
Neva’nın okuduğu ayet Sinan için bir ışıktı sanki. Biraz daha toparlanıp “annem bana tövbe etmemi söylediğinde tövbe edecek cesareti bile bulamamıştım.”
“demek ki artık vakti gelmiş Sinan,” dedi Neva usulca. Adam ona baktı. İlk defa adı dökülmüştü dudaklarından. Uzun zaman sonra ilk defa adından tiksinmemişti. Birinin dudaklarına yakıştırmıştı adını.
Neva ayağa kalkıp “hemen geri geleceğim,” dedi aklına bir şey gelmiş gibi. Hızla odadan çıkıp gitti. Sinan da onun ardından ayağa kalkıp yatağın kenarına oturdu. Zaten Neva da o sırada geri gelmişti. Elinde tuttuğu şeyin bir seccade olduğunu gördüğünde nedense şaşırmadı. Neva seccadeyi yanına bırakıp “hayırlı geceler,” dedi içtenlikle. Sinan başını salladı. Neva odadan çıkıp kapısını sessizce kapattığında Sinan bir müddet hiç kımıldamadan seccadeye baktı. Aslında içten içe biliyordu. İçten, samimi bir tövbe olmadan hayatına devam edemeyeceğinin farkındaydı.
Cesaretini toplayıp tekrar ayağa kalktığında üstüne başka bir halin indiğini hissetti. Banyoya gidip abdest aldı. Teninden akıp giden sular gönlünü ferahlattı. Ardından seccadeyi serip kalbi güm güm atarken niyet edip namaza durdu.
Titreyerek rükuya gittiğinde yapamayacaksın diyen bir ses yükseldi içinden. Bunca günahla sen ancak huzuru kirletirsin! Rükudan kalktığında terlemeye başladığını hissetti. Yine korkmaya başlamıştı. Zorlukla tüm bedenini ve ruhunu zorlayarak secdeye gittiğinde o ses aniden kesildi. Secde; basitçe yere kapanmaktı. Allah indinde kulun kabul görüldüğü en yüce makamdı. Tüm acziyetini, günahlarını bilerek yine de Allah’ın huzuruna gitmek, gidebilmekti mesele… bundan sonrası Sinan için nispeten daha kolay oldu. Gözyaşları akıp gitmeye devam ederken kalbini karanlığa gömen, aklını köşeye sıkıştıran o düğümler tek tek çözüldü ve nihayetinde bir türlü cesaret edemediği o tövbe, o yakarış döküldü dudaklarından.
Bu onun için hayatının ikinci baharıydı. Yeni bir başlangıçtı. Hala düzeltmesi gereken çok şey vardı ama bir şekilde başlamıştı. Tekrar Sinan Kaya olmaya talip olmuştu. Herkesin sevdiği, güvendiği sözüne, yargılarına önem verdiği o insan olmaya, rabbine kul olmaya niyet etmişti. Hem de bu kez yüreğinde kaybedip de bulanların sevinci vardı.
lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın
hepiniz Allah'a emanet olun
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.43k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |