

Herkese merhabalar
ve iyi okumalar
BÖLÜM
Her birimiz uzakta yaralı gezginleriz
Doruklara bakarken kuyuları dinleriz*
(Nurullah Genç/ Ay anam)
Ayşe aynada yüzüne bakarken kuzgun karası saçlarının arasına karışan tek tük beyaz saçlara bakıp hüzünle tebessüm etti. Tastamam 39 yaşındaydı artık. Yakında 40 yaşına girecekti. 15 yıldır yüzünü bile görmediği bir adamın karısıydı. 15 yıldır tek bir an bile onu sevmekten vazgeçmemişti.
İsmail’den ayrılmak zorunda kalıp babasıyla gitmeye razı olduğu o an; hayatının değiştiği andı. Karnında Zeynep varken içi yana yana gitmek zorunda kalmıştı. Çünkü biliyordu ki babası İsmail’i öldürmeden durmayacaktı. Bir müddet sonra Ayşe’nin hamile olduğu ortaya çıktığında babasının çıldırıp sinir krizi geçirdiğini hatırlıyordu.
Hiçbir şey umurunda değildi artık. Galip dayısını arayıp yardım istediğinde dayısı bir an bile düşünmeden onu yanına almıştı. Dayısı Arnavutluk’un Türk Büyükelçiliği’nde çalışıyordu. Bağlantıları güçlü, eli kolu uzun bir adamdı. Babasının çekindiği nadir kişilerden biriydi.
Dayısına olan biten her şeyi anlattığında haliyle çok üzülmüştü. Dayısı hiç evlenmemişti. Ayşe ile aralarında fazla bir yaş farkı da yoktu. Bu yüzden Ayşe’yi kendi kardeşi gibi bağrına basmış, Zeynep’i de yeğeni bilip sevip büyütmüştü. Zeynep doğduğunda babası özellikle onu nüfusuna almak için gelmişti. Ayşe’nin yüzüne bile bakmamış, onunla konuşmamıştı. Nasıl olsa istediğini almıştı. İsmail’i söküp atmıştı hayatlarından.
Zeynep, Arnavutluk’ta büyümüştü. Türk okuluna gidip orada eğitim almış, Ayşe ondan hiçbir şeyi saklamadan büyütmüştü.
Aradan geçip giden yıllarda Ayşe; teyzesi ve eniştesini kaybetmişti. Onların ölüm haberini aldığı anları çok net hatırlıyordu. Dünya başına yıkılır gibi olmuştu. Cenazesine bile gidemediği canından öte sevdiği bu insanlara karşı son vazifesini yerine getirememiş olmanın verdiği vicdan yükü ile yaşamaya alışmıştı. Son nefesinde teyzesi hep onun adını sayıklamıştı. En azından Akif böyle anlatmıştı ablasına. Ayşe’nin ise geri dönmeye cesareti yoktu.
Kaya ailesinden kimsenin yüzüne bakacak yüzü yoktu. İlyas’ı öldü zannederek orada öylece bırakıp gitmesini kime nasıl açıklayabilirdi. Girdiği şoktan yararlanıp babasının onu manipüle ederek oradan götürmesine izin vermişti. İlyas’ın yaşayıp yaşamadığını bile kontrol etmemişti.
Elife teyze karşısına geçip senin yüzünden oğlum ölümden döndü dese ne diyebilirdi ki? Ona kucağını açmış bu aileye acı ve kayıptan başka bir şey getirmeyeceğini anladığı o an gitmeye karar vermişti. İsmail’i korumak için ondan vazgeçmek zorunda kalmıştı.
Tiran’da kendine bir hayat kurması zannettiğinden uzun sürmüştü. Dayısı bağlantılarını kullanarak onun için güzel bir iş ayarlamış, Ayşe de canını dişine takıp çok çalışarak işinde yükselmişti. Bir yandan kızını büyütmüştü.
Ancak Zeynep büyüdükçe babası hakkında daha çok sorular sormaya başlamıştı. İlk çocukluk dönemlerinde baş etmek daha kolay olsa da ergenliğe girdikten sonra kızı babasını tanımak, onun yanına gitmek konusunda daha çok ısrarcı olmaya başlamıştı.
Haklıydı da! Ayşe’yi geri tutan sebeplerden biri korkmasıydı. İsmail’in karşısına çıkmaktan, onun gözlerine bakmaktan deli gibi korkuyordu.
Neden gittin diye sorarsa ne diyebilirdi? Bunca zaman benden kızımı nasıl saklarsın diye sorsa ne cevap verirdi. Şimdi bile İsmail’in babalık davası açtığını bilse de onunla karşılaşmaktan deli gibi korkuyordu.
İki hafta önce İstanbul’a döndüklerinde Zeynep’in gözlerinde gördüğü şeyin ne olduğunu biliyordu aslında. Zeynep bulduğu ilk fırsatta babasının ailesinin yanına kaçmıştı. Hiç ummadığı anda orada babasını da bulmuştu.
Ayşe onun Amerika’ya yerleştiğini duymuştu ancak geri dönüş yaptığından haberi yoktu. Dolayısıyla Zeynep’in de haberi yoktu. Kardeşleri Zeynep’i alıp geri getirdiğinde ona o kadar kızmıştı ki Akif aralarına girmek zorunda kalmıştı.
“babamı gördüm!” demişti Zeynep.
Ayşe bunu duyunca donup kalmıştı. İsmail ile aynı şehirde miydiler yani? Kalbini ilk günkü gibi bir heyecan sarınca haline şaşırsa da Zeynep ile hala konuşmuyordu.
Bu yüzden kızı usulca yatak odasının kapısını çaldığında “gel!” dedi düz bir sesle. Zeynep içeri girip annesine baktı.
“benimle konuşsan ya artık!” dedi Zeynep “sessizlikten içim şişti.”
Ayşe gülmemek için yanağının içini ısırdı. Hem kendisinden hem de İsmail’den bir parça taşıyan kızına dönüp “sırf bunun için seninle konuşmamı istiyorsun yani, pişman olduğundan değil,” dedi.
“anne,” dedi Zeynep “gittiğim için hiç pişman değilim ki ama. Hem bak dedemle babaannemi ararken babamı da buldum.”
Kadının korktuğu da buydu ya! İsmail’in İstanbul’da olduğunu bilmiyordu. Bu hesapta yoktu. Zeynep’i öğrendikten sonra ona nasıl kızmıştı kim bilir. Gönlünden de düşmüş müydü?
“ah Zeynep!” Ayşe içine çekip ayağa kalktı ve kızının yanına gitti, “seninle ne konuşmuştuk? Anlaştığımızı sanmıştım.”
“hayır anlaşmadık,” Zeynep gözleri dolunca sinirle elinin tersiyle onları sildi, “sen konuştun ben sustum.”
“yapma lütfen!”
“o adam bir an önce geberip gider de biz de kurtuluruz inşallah!” dedi Zeynep. Ayşe başını iki yana sallayıp “deme böyle şeyler!” diye susturdu onu. Anne kız birbirlerine bakarken Zeynep sonunda dayanamayıp annesine sarıldı.
“beni kendinden uzaklaştırma,” dedi boğuk bir sesle “ben sensiz-“
“hşşş” Ayşe, kızının saçlarını okşayıp başından öptü. İçindeki acıya rağmen gülümseyip “hadi seninle dışarı çıkalım,” dedi, “sana biraz İstanbul’u gezdireyim.”
“Üsküdar’a gidelim mi?” diye sordu Zeynep hemen heveslenerek “çok merak ediyorum. Gerçi İstanbul’un her yerini merak ediyorum.”
“yani bir günde hepsini gezemeyiz ama bir yerden başlamamız lazım.”
“o zaman ben hazırlanmaya gidiyorum.”
“tamam”
Zeynep koşar adımlarla odasına giderken Ayşe de dolabını açıp giyinmeye başladı. Bol paça açık renk bir kot pantolonun üstüne toz pembe keten bir gömlek giydi. Sonbahar mevsiminin rengine uygun taba renkli trençkotunu üstüne giyip düğmelerini bağladıktan sonra saçlarını topuz şeklinde toplayıp bonesini taktı. Gömleğinin rengine uygun bir şal seçip başına taktıktan sonra iki ucunu arkada birleştirip bağladı. Boy aynasında son kez kendine bakıp kontrol ettikten sonra antreye gidip “ben hazırım!” diye bağırdı.
“beş dakika!” diye karşılık verdi kızı. Ayşe o beş dakikanın aslında on beş dakika olduğunu bildiğinden salona gidip oturmaya karar vermişti ki kapısı çaldı.
“hayırdır inşallah?” dedi Ayşe kendi kendine. Ne Asım’ı ne de Akif’i bekliyordu. Kapının deliğinden baktığında gördüğü kişinin kim olduğunu anlayınca kalbi sıkıştı. Öylece donup kalmışken Zeynep “kim geldi anne?” diye sordu. Annesinin yüzündeki ifadeyi görünce kapının deliğinden o da baktı ve “amcam gelmiş,” diyerek sevinçle kapıyı açtı.
“amca,” dedi Zeynep gülümseyerek “hoş geldiniz.”
İlyas önce yeğenine sonra da yıllar sonra ilk kez gördüğü yengesine bakarken yutkunup “içeri girebilir miyiz?” diye sordu.
“gelin geçin,” diyen Zeynep’ti yine. Telaşla geri çekilip “bizi nasıl buldunuz?” diye sordu. İlyas ve Leyla ayakkabılarını çıkartıp eşikten içeri girdiklerinde Ayşe hala ağzını açıp tek kelime edememişti.
“bir şey demeyecek misin?” diye sonunda doğrudan ona hitap etti İlyas. Ayşe ona baktığında istemsizce gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Yıllardır içinde biriktirdiği bütün vicdan azabı bir anda ortaya çıkmış gibiydi.
İlyas ona doğru bir adım atıp “abim burada olduğumuzu bilmiyor,” dedi. Ayşe elini ağzına götürüp kapadı. Kendini toparlamaya çalışıp “İlyas,” dedi boğuk bir sesle “ben sana karşı çok mahcubum.”
“beni ölüme terk edip gittiğin için mi?” diye sordu İlyas hiç acımadan. Ayşe gözlerinde af diler gibi bir ifadeyle “öldüğünü düşündüğüm için gittim,” dedi.
İlyas kaşlarını çatıp “ne demek oluyor bu?” diye sordu yine. Leyla onun koluna dokunup “böyle kapı önünde konuşulacak bir meselemiz yok,” dedi usulca ve sonra Ayşe’ye bakıp ekledi, “oturup konuşsak hepimiz için daha iyi olur.”
Ayşe ona baktığında Zeynep’in anlattığı kadar güzel olduğunu gördü. Minnetle başını sallayıp “elbette,” dedi biraz daha kendini toparlamaya çalışıp “salona geçelim.”
“oturun lütfen,” dedi Ayşe salona girdiklerinde “taşınalı daha iki hafta oldu, biz de tam olarak yerleşmiş sayılmayız.”
İlyas ve Leyla taş rengi ikili koltuğa geçip otururlarken Ayşe, kızına bakıp “Zeynep bize kahve yapıp getir kızım,” dedi. Zeynep hemen amcasına bakıp “kahven nasıl olsun amca?” diye sordu. İlyas ona bakarken elinde olmadan gülümsedi.
“senin gibi tatlı olsun,” dedi nitekim. Zeynep halinden memnun Leyla’ya bakıp “senin nasıl olsun yenge?” diye sordu. Leyla tam o anda Zeynep’te Sinan’ın şeytan tüyünden olduğunu anlamıştı. Küçük amcası gibi Zeynep’te de insanın karşı koyamayacağı bir çekim vardı.
“amcana yapacağından olsun,” diye karşılık verdi. Zeynep koşar adımlarla mutfağa giderken arkasından baktılar.
“ilk tanıştığımız gün çok korkmuştu ve çekingendi,” dedi İlyas gittiğinde “bugün yüzünde güller açıyor. Kaçıp bize geldiği için ona kızmadın değil mi?”
“Zeynep sizinle tanışmak konusunda her zaman çok istekliydi zaten,” dedi Ayşe karşılarındaki tekli koltukta otururken.
“aklım almıyor,” İlyas başını iki yana sallayıp devam etti, “bunca sene nasıl saklarsın onu bizden?”
“buna verebileceğim bir cevap yok İlyas,” dedi Ayşe usulca “olan biten her şey bir rüya gibi geliyor bazen. Ben ne yaşadım diye sorup duruyorum kendime. Olayların bu hale gelmesine nasıl izin verdim?”
“ne oldu sana?” İlyas ona bakarken yılların yüzünü eskitemediğini düşündü. Evet Ayşe yengesi elbette değişmişti. Zaten ağır, vakarlı bir havası vardı ancak yaşı itibariyle bu duruşu daha da oturmuştu.
“babam,” dedi Ayşe sanki zorlukla telaffuz ediyormuş gibi bir hali vardı bu kelimeyi, “Tuğrul’u kışkırtıp üzerine salan oymuş.”
“bunu tahmin etmiştim,” dedi İlyas
“Tuğrul senin kafana vurduğunda sen aniden yere yığılıp kaldın. Ortalık bir anda kan gölüne dönmüştü.”
Ayşe yıllar önce yaşanan o vahşetin hatıraları tekrar zihnine dolarken keskin avcı bakışlarında yaşadığı dehşetin izleri vardı.
“öldün sandım,” dedi Ayşe kayınbiraderine bakıp. Geçip giden yıllar onu da değiştirmişti. Tam bir aile babası olmuştu.
“çok yakındım,” diye karşılık verdi İlyas “uyandığım zaman gözlerimi açtığımda ilk abimi gördüm. Onu sağ görünce hissettiğim rahatlamayı hatırlıyorum. Ama yakın bir zamana kadar geri kalan şeylerin çoğunu hatırlamıyordum.”
“nasıl yani?”
“İlyas kafasına aldığı darbe yüzünden hafıza kaybı yaşamış,” diye açıkladı Leyla. Ayşe ona bakakaldı. Sonra tekrar İlyas’a dönüp “bilmiyordum,” dedi ve ekledi “senin yaşadığını bile gittikten çok sonra öğrendim. Senin öldüğünü sandığım zamanlarda ben de vicdan azabından ölecek gibi hissedip durdum. Ama karnımda Zeynep vardı. Direndim.”
“yenge-” dedi İlyas yıllar sonra ona ilk defa böyle hitap ettiğinde Ayşe garip bir sevinç hissetti.
“İlyas ben seni kardeşim bildim,” dedi “öncesinde de böyleydi şimdi de böyle. Sen benim kardeşimsin. Benim yüzümden başına gelen hiçbir şeyi hak etmedin.”
“yenge,” dedi İlyas tekrardan “neden beni o halde bırakıp gittin?”
Ayşe gözlerini kapatıp açtı. Karşısında oturan çifte bakıp “babam beni İsmail’in canıyla tehdit etti,” diye itiraf etti sonunda.
“nasıl?”
“İsmail işlerini halletmek için Rize’ye gitmişti. Meğer başından beri hep bizim peşimizdeymiş. Tuğrul, seni yaraladıktan sonra sinir krizi geçirip kendini kapattı. O sırada babam geldi. Onu takip etmişti. Olan bitenden sonra ‘İlyas öldü, şimdi benimle gelmezsen ben de İsmail’i öldürürüm,’ dedi.”
“anlamıyorum-“
“İsmail’in peşinde o pis adamlarından biri vardı. Eğer onunla gelmeyi kabul etmezsem adam onu öldürecekti. Bana dedi ki; eğer benimle gelmezsen bugün olmazsa yarın ama mutlaka bir gün İsmail’i öldürürüm.”
“şerefsiz!” diye bağırdı İlyas kendini tutamayıp. Leyla ona ikaz edercesine bakıp Ayşe’yi işaret etti. Ayşe onları izlerken içinden İlyas yanına yakışanı bulmuş diye geçirdi.
“halimi anlamaya çalış İlyas,” dedi Ayşe “sen yerde kanlar içinde yatıyordun. Senin öldüğünü düşünüyordum. Bir de İsmail ölürse-“
Ayşe’nin sesi olanları anlatırken titriyordu. Cümlesini tamamlayamayıp dudaklarını sıkıca kapattı.
“sen de babanla gitmeyi kabul ettin,” diye tamamladı onu Leyla “ortadan kayboldun. İzini kaybettirdin.”
“doğru,”
“bunca zaman neredeydiniz?” diye soran İlyas’tı.
“Arnavutluk,” diye cevap verdi Ayşe “dayım büyükelçilikte görevli. Olan biteni öğrenince bize kucak açtı. Zeynep, Tiran’da doğdu. Bakanlık bünyesinde bir Türk okuluna gitti. Ben de bir inşaat şirketinde çalıştım senelerce. Kendimize bir hayat kurduk. Babam sadece Zeynep’i nüfusuna almak için geldi yanıma. Bir daha da benimle hiç konuşmadı. Arada sırada kardeşlerim ziyarete gelip gitti sadece o kadar.”
“peki neden geri döndünüz?” diye sordu Leyla. İşte burası kilit noktaydı. Ayşe neden geri dönmüştü? Buna cevap veremeden Zeynep elinde tepsi ile salona girdi. Ayşe rahatlayarak “önce misafirlere ikram et,” dedi. Zeynep, amcası ile yengesine kahveleri verdikten sonra annesinin yanındaki koltuğa geçip tepsiyi sehpaya bıraktı.
İlyas kahveden bir yudum alıp “oh mis gibi,” dedi “eline sağlık yeğenim.”
“afiyet olsun amca,”
O sırada İlyas’ın gözü duvarda asılı olan resimlere takıldı. Kendisini ve ailesinin geri kalan üyelerini görünce şaşırdı. Demek Zeynep hepsini bu yüzden tanıyordu. Onun baktığı duvara bakan Ayşe “yıllar önce yayla evindeki albümden almıştım bu fotoğrafları,” dedi hüzünle “güya evimizin duvarlarına asacaktık. Bütün hayallerimiz gibi bu da yarım kaldı.”
“ikiniz için de çok üzgünüm,” dedi Leyla içtenlikle. Ayşe ona bakıp tebessüm etmeye çalıştı.
“abim babalık davası açtı,” dedi İlyas birden. Ayşe bunu tahmin etmişti zaten. Başını sallayıp “söyle ona-“ dedi ancak kurduğu cümle karşısında öyle heyecanlandı ki durmak zorunda kaldı. İsmail’in yüzü gözünün önünde canlandı.
“söyle İsmail’e,” diye devam etti kendini toplayıp “davaya gerek yok. Ben gerekeni yapmaya hazırım. İsmail, kızını kendi nüfusuna istediği vakit alabilir.”
“yenge,” dedi İlyas şaşırarak “sen buraya bunun için mi geldin yoksa?”
“İstanbul’a dönerken Zeynep’in uslu durmayacağını biliyordum İlyas.”
Zeynep yaramaz bakışlarını annesi ile amcası arasında gezdirirken sakladığı sır dolayısıyla susmak zorunda olduğunu biliyordu.
“dediğim gibi İsmail’e söyleyin-“
“ben abime hiçbir şey söylemeyeceğim,” diye araya girdi İlyas
“ne- ne demek-“
“sen söyleyeceksin.”
Ayşe onunla karşılaşma fikri ile yumruklarını sıktı. Sonra hemen ne yaptığını fark edip ellerini serbest bıraktı ama üçünün de onu izlediğinin farkındaydı.
“bunca yıl sonra,” dedi çekinerek “beni görmek istemezse hakkıdır.”
Leyla kadının gencecik heyecanı karşısında hüzünlü bir tebessümle “aksine,” dedi usulca “abim seni tekrar görmek konusunda epeyce heyecanlı.”
Leyla’nın sözleri karşısında Ayşe’nin midesi buruldu. Yutkunup “o- onun hayatında kimse yok mu?” diye sorarken buldu kendini. Kızından utansa da kendini tutamamıştı.
“yok,” dedi İlyas “onun hayatında senden başka kimseye yer yok.”
Ayşe işte şimdi kızarmıştı. Başını eğip “gençliğim geçip gitti,” dedi, “beni beğenmez artık.”
“Ayşe abla,” dedi Leyla. Dayanamayıp kalkıp kadının yanına gitti ve dizlerinin üstüne çöküp kadının ellerinden tuttu.
“ben İsmail abimin neden senden başkasına gönlünü açmadığını seni görünce anladım. Sen benim hayatımda gördüğüm en güzel kadınlardan birisin.”
Ayşe bu iltifat karşısında ona minnetle bakıp ellerini sıktı. Demek İsmail’in gönlünde kimse yoktu. Hayatında bir kadın yoktu. Sevdiği adam ona yıllar önce verdiği sözü tutmuştu demek. O ateşte tek başına yanmaya razı olmuştu.
“ya beni affetmezse,” dedi istemsizce.
“biz karı kocayı bir araya getirelim de,” dedi İlyas kahvesinden bir yudum daha alıp “gerisini siz halledersiniz.”
Zeynep ellerini çırpıp “Allah’ım sonunda hayallerim gerçek oluyor,” dedi. Gözleri parlıyordu. Leyla onun sevincine ortak olup gülümsedi. Ayşe ise korkuyordu. Hem de çok korkuyordu.
.
.
.
sizin de gördüğünüz üzere diğer bölüm için
kavuştay diyebiliriz:)
minik yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen
Allah'a emanet olun
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 24.43k Okunma |
2.61k Oy |
0 Takip |
105 Bölümlü Kitap |