90. Bölüm
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / SEVMEYİ ANLAMAK (5.KİTAP) SİNAN KAYA'NIN HİKAYESİ

SEVMEYİ ANLAMAK (5.KİTAP) SİNAN KAYA'NIN HİKAYESİ

RabiaSofi
rabiasofi

cümleten selamun aleyküm

biraz duygusalım açıkçası. kitapları bu mecrada yayınlama başlayalı bir yıl olmuş

ne ara vakit geçti gitti anlamıyorum

maceramızın da son düzlüğüne gelmişiz zaten

Sinan için bol duvara toslamalı bir hikaye yazdım

küçüğümüzün bazı şeyleri anlama vakti geldi.

lafı fazla uzatmayı sevmem bilirsiniz (şüpheli bir durum)

hepinize iyi okumalar dilerim

GİRİŞ

Firavun

Sinan için hayat eğlenceden ibaretti. Yaşadığı hayatın her anından ciddi şekilde zevk alıyordu. Genç adam kaskını takıp motoru çalıştırırken diğer motorcular da yerlerini almıştı. Yarış başlamak üzereydi. Norton marka parlak kırmızı motorunu kavrayıp start verildiğinde gazı kökledi. Adrenalin damarlarında akmaya başlamıştı. Bu hissin bağımlısı olduğunu kabulleneli çok oluyordu. Hız onun için bir tutkudan çok daha fazlasını ifade ediyordu. Menderes misali kıvrılıp duran pisti uçar gibi kat ederken motoru bir sağa bir sola kırıp duruyordu. Özgürlük hissinin sonuna kadar tadını çıkartan Sinan yarışı beşincilikle bitirmişti. Kampüsten arkadaşları onu birinci olmuş gibi karşıladıklarında yüzünde büyük bir sırıtış vardı.

“pistin tozunu attırdın be!”

“helal sana Londra Fatihi!”

Sinan saçlarını karıştırırken ona bakıp kendi aralarında konuşmaya devam eden bir kız grubuna çapkın bir gülücük gönderip “bir gün o kupayı ben kazanacağım,” dedi.

“sende bu azim olduktan sonra dünya kupasını bile alırsın.”

“Kenan Sofuoğlu’m benim!” dedi biri alayla ve ekledi “hadi artık gidelim partiye geç kalacağız.”

Sinan öğrenciler arasında epey meşhur olan bu partilere ilk defa birinci yılının sonunda katılmıştı. Su yerine içkinin akıp gittiği bu partiler başlangıçta hoşuna gitmese de ısrarlarla birlikte birkaç kez daha katılmış sonrasında ise daimi bir üyesi haline gelmişti ancak hafta sonu İskoçya’ya gidip Roslin Enstitüsü’nü ziyaret edecekleri için gece erkenden bitmek zorunda kalmıştı. Camden Town’daki öğrenci evine geri döndüğünde yorgun ama mutluydu. Yaşamak diye geçirdi içinden böyle bir şey olmalı. Özgür ve hesapsızca…

Sabah Cem onu kaldırdığında yataktan kendini kazıyarak zorla çıkmıştı. Ev arkadaşı Cem de onunla birlikte aynı üniversitede okuyordu.

“sanırsın geceden kalmasın birader!” dedi Cem sırt çantasına gereken her şeyi sığdırdığından emin olmak ister gibi son kez kontrol etti. Bugün günlerden Cuma’ydı. Sinan saatine baktığında öğle vaktinin çoktan geçip gittiğini gördü. Bu aralar çok fazla Cuma namazını kaçırmaya başlamıştı. İçinden haftaya kesinlikle camiye gideceğine kendi kendine söz vererek hızlıca duşa girip hazırlandı ve birlikte çıktılar.

Uçağı dakikalar kala yakalamayı başardıklarında İskoçya’ya gitmeye hazırdılar. Arkadaş grubu kalabalık ve uluslararasıydı. Pakistan’lı bir fizikçi, Bulgar bir genetik mühendisi, İrlanda’lı bir biyokimyacı ve Hırvat bir moleküler biyoloğu ve geri kalanlardan oluşan kalabalık bir grup… haliyle sohbet konuları da çok renkliydi. Sinan onların arasında kendini kaybolmuş gibi hissediyordu bazen. Değer yargıları, inancı her şey allak bullak oluyordu. İyi ve kötü tanımı her gün yeniden şekilleniyor ve kafasına sorular takılmaya başlıyordu.

Bir rehber eşliğinde enstitüyü ziyaret ettikten sonra şehri gezmek için ikişerli üçerli gruplar halinde dağıldıklarında dikkatini çeken bir konsil binasının resmini çekmek için birkaç adım gerilediği sırada birine çarptı. Geri dönüp baktığında onu ilk kez gördüğü andı. Karşısında ona tebessüm ederek bakan genç kızın hayatını değiştireceğini o anda elbette bilmiyordu.

“özür dilerim,” dedi hemen “seni görmedim.”

Genç kız gülümseyip “önemli değil,” dedi ve ekledi “senin de dikkatini çekti değil mi?”

“evet çok güzel,” dedi Sinan. Binayı çoktan unutmuştu. Karşısında ona parlak bir gülümsemeyle bakan kıza takılmıştı. Açık tenli, kumral saçlı genç kız; yeşil gözlerinde merakla “bina arkanda,” dedi.

Sinan bir an sonra gözlerini kapayıp açtı ve arkasına dönüp “evet bina!” diye onayladı. Kız gülmeye başladığında Sinan elini saçlarına götürüp karıştırırken “rezil oldum değil mi?” diye sordu.

“hayır hiç de bile,” dedi genç kız. Ağır bir Londra aksanı vardı. Elini uzatıp “ben Lily,” dedi. Sinan onun elini sıkıp “Sinan,” dedi hemen.

“Sinan,” diye tekrar etti Lily doğru telaffuz etmeye çalışarak. Sinan başını sallayıp “tanıştığımıza memnun oldum Lily,” dedi içtenlikle.

“ben de Sinan, aynı okuldayız aslında. Ben ikinci yılımdayım.”

“ben de son senemdeyim,”

Lily başını sallayıp “biliyorum,” dedi ve ekledi, “mezuniyetten sonra gidecek misin?”

“hayır,” dedi Sinan hemen “kesinlikle geri dönmek gibi bir niyetim yok.”

“bunu duyduğuma sevindim,” dedi Lily “seni görmeye devam etmek isterim.”

Sinan sırıtıp “ben de,” dedi. Birlikte yürümeye başladıklarında Lily “ben Croydon’da ailemle birlikte yaşıyorum,” diye anlatmaya başladı, “aslında kendi evime çıkmak istedim ama bütçem yetmedi.”

“ben de Camden Town’dayım. İstanbul’dan bir arkadaşımla kalıyorum.”

“güzel yer,” dedi Lily “aslında ben İstanbul’u görmeyi de çok istiyorum. En merak ettiğim yerler kapalı çarşı ve saray.”

“seni gezdirme görevini seve seve üstlenebilirim,” dedi Sinan hemen. Hiçbir şansı kaçırmıyordu. Lily ona kaçamak bir bakış attı, “anlaştık o zaman.”

Kalabalık okul grubuna doğru yaklaştıklarında Lily “bizim kızları gördüm,” dedi ve onlara el salladı. Gitmeden önce Sinan’a dönüp “baksana Cuma günü bir parti var,” dedi havadan sudan konuşur gibi rahat bir tavırla. “Tek gitmek istemiyordum ve bana eşlik edersen çok sevinirim.”

“olur,” dedi Sinan hemen.

“süper. O zaman bana numaranı ver de sana adresi ve saati yazayım.”

Birbirlerinin numaralarını kaydettikten sonra Lily “Cuma günü görüşürüz,” dedi ve arkadaşlarının yanına doğru gözden kayboldu. Aynı anda biri ensesinden tutup sıktı ve “vay be!” dedi ev arkadaşı Cem “seni de kaybettik ha!”

“saçmalama oğlum,” dedi Sinan ama içten içe Lily’nin peşinden gideceğini biliyordu.

İlişkileri böyle başlamıştı. Cuma gecesi birlikte dibine kadar eğlendikleri o partiden sonra neredeyse her gün birbirlerini görmeye başlamışlardı. Telefon konuşmaları ve daha çok parti derken Lily ve Sinan kalabalık gruplarının en popüler çiftlerinden biri olmuştu bile.

Lily, Katolik bir Hristiyan’dı ama çok inançlı olduğu söylenemezdi. Yine de bir Pazar günü ailesi ile tanışması için onu kiliseye davet ettiğinde Sinan kendini garip hissetse de kabul etmişti.

Anne ve babası onu iyi karşıladıklarında rahatlamış, ister istemez kendi ailesi ile Lily’nin ailesini karşılaştırmıştı. İçten içe kendi ailesini yargılarken bulmuştu kendini. Onlar Lily’i bu şekilde kabul edebilirler miydi?

Lily’nin ailesi onu rahat büyütmüştü. Hiçbir şeyden çekinmeyen, lafını esirgemeyen özgür ruhlu bir kızdı. Sinan onun etki alanına girdiğinde hayatına başka bir renk daha katıldığını düşünmüştü. Ancak Lily ile olan ilişkisi onu pek çok açıdan geri dönülmez bir şekilde değiştirmişti. İlişkileri başladıktan iki ay sonra bir gece Lily onu evine davet etmişti. Anne ve babası hafta sonu için şehir dışında olacaklardı ve ev iki gün boyunca sadece onlarındı.

“çok eğleneceğiz,” demişti Lily telefonda ve eklemişti “bu birlikte geçireceğimiz ilk gece olacak.”

“emin misin?” diye soran Sinan o sırada aynada kendi yüzüne bakıyordu. Sanki soruyu Lily’den çok kendine sormuştu.

“elbette,” diyen Lily’nin sesi ile kendine geldi. Gülümseyip “akşam görüşürüz o zaman” diyerek daveti kabul etmiş oldu.

Sinan bile isteye gittiği o evde Lily ile geçirdiği ilk gecenin ardından içinde bir şeylerin kopup gittiğini hissetti. Yapmaması gereken bir şey yaptığının farkındaydı ama hayat burada ailesinin yanında büyürken öğrendiği sınırlar ve yasaklarla ilerlemiyordu. Burası farklıydı. Kendine ait bir yaşam biçimi vardı.

İlk başlarda hissettiği suçluluk yerini alışmaya bıraktığında Lily ile birlikte ayrı bir eve çıkmaya çoktan karar vermişlerdi bile.

Bütün bu olanlardan ailesini haberi yoktu elbette. Onlara Lily’den bahsetmemişti. Mezuniyetten sonra çok istediği bir laboratuvarda çalışmaya başlayacaktı. Lily de ailesinin onun için ayırdığı eğitim fonunun bir kısmını kiraya ayırmıştı. Birlikte yaşamaya başladıklarında aslında karı kocadan farksız bir hayatları vardı. Herkes onlara resmiyet kazanmış bir çift gözüyle bakıyordu. Lily’nin ailesi Sinan’ı içtenlikle kabul etmişti. Çünkü kızları ondan sevgi ve saygı görüyordu.

Mezuniyet töreni için Sinan binbir çeşit bahane bulup ailesinden hiçbir ferdin gelmemesini sağlamıştı. Açıkçası yalan söylemişti. Ancak arkadaşı Cem’in ailesini hiç hesaba katmamıştı. Mezuniyette Sinan’ın yanında Lily vardı. Aralarındaki samimiyeti gören Cem’in annesi elbette gördüklerini Elife Kaya’ya anlatmıştı.

Bu andan sonra yaşanan olaylar Sinan için katlanılamayacak bir seviyedeydi. Nikahsız bir şekilde bir kızla aynı evde yaşadığını öğrenen ailesi elbette çok kızmıştı. Sinan da onları söndürmek için Lily ile evleneceğini ilan etmişti. Alelacele Lily’e evlenme teklifi ettiğinde ise hiç beklemediği bir cevap almıştı.

“mezuniyetten sonra bir süre kariyerim ile ilgilenmek istiyorum. Evliliğe hazır değilim.”

İki arada kalan Sinan artık iyice uzaklaştığı eski yaşantısına dair çok fazla şey hatırlamamaya başlamıştı. Sanki doğduğundan beri burada yaşayıp, buranın kültürü ile yetişmişti. Lily onun hayatında hep vardı ve hep var olacaktı. Yanlış bir şey yapmıyordu. Bu onun hayatıydı. Burada herkes böyle yaşıyordu.

Ancak bir gün eski yaşantısından bir arkadaşı ile karşılaştığında Sinan bir anlığına da olsa geçmişte kim olduğunu hatırlar gibi olmuştu. Londra Cami cemaatinden Irak’lı arkadaşı Salih yolda onu görünce gülümseyip “Sinan,” demişti “görüşmeyeli çok uzun zaman oldu.”

“öyle,”

“nasılsın nasıl gidiyor?”

“iyi Salih, işe başladım,” Sinan gözlerini kaçırıp “bir nişanlım var, hayat güzel gidiyor,” demiş ve eklemişti, “Sen?”

“ben de evlendim, karım benim memleketimden. Buraya yeni geldi ve alışmaya çalışıyor.”

“çok sevindim,” dedi Sinan “mutluluklar dilerim.”

“ben de sana, Allah’a emanet ol dostum, bir ara camiye gel görüşelim.”

“elbette,” diyen Sinan oradan kaçar gibi uzaklaşmıştı. Allah’ın adını anmayalı sanki yıllar olmuştu. İçinde çığlıklar atan biri vardı sanki. Büyük bir hızla yaklaşan felaketi haber veren biri. Ama Sinan ısrarla onu duymuyor yaşamaya başladığı bu gayri müslim hayat tarzına gün geçtikçe daha da bağlanıyordu. Sanki artık bu şekilde yaşamazsa var olmayacakmış gibi hissediyordu.

Aylar böyle geçip giderken Sinan bir motor yarışı için daha hazırlık yapmaya başlamıştı. Haftada dört gün pistte düzenli olarak çalışıyor, motorunun bakımıyla bizzat kendisi ilgileniyordu. Lily en büyük destekçisiydi. Geçen hafta şükran günü için ailesinin evine yemeğe gittiklerinde büyük bir hevesle Sinan’ın motoru nasıl maharetle kullandığını herkese anlatmıştı. Üstelik onun şerefine kadeh kaldırdığında Sinan da onlarla birlikte birkaç kadeh içmişti. Artık içmek onun için çokta anormal bir şey değildi.

Yarış günü geldiğinde Sinan yine heyecanlıydı. Biraz sonra kendini teslim edeceği o güzel hisse kavuşmak için sabırsızlanıyordu. Yarış başladığında bütün gürültü, tüm sesler, her şey kayboldu. Son hız yola devam ediyordu. Önünde kimse yoktu. Uçuyormuş gibi süzülürken istemsizce son zamanlarda yaşadığı her şey zihninin içine dolmaya başladı. Yolda bir an kontrolü kaybeder gibi olduğunda kendini son anda toparladı ama kafası dağılmıştı.

Aklında annesi vardı. Ne kadar düşünmemek için çabalasa da annesinin sesindeki hayal kırıklığı canını çok acıtıyordu. Lily ile birlikte yaşadığını, son zamanlarda girip çıktığı ortamları, kazandığı yeni alışkanlıkları o bile kendi içinde sindirememişken annesine hiçbir şey söyleyememişti. Ailesinin ondan uzaklaşmış olması da canını yakıyordu. Hepsini çok özlemişti ama İstanbul’a gidip onlarla yüzleşecek cesareti yoktu. En son Trabzon’da İsmail abisinin düğününde görmüştü hepsini. Üzerinden o kadar çok vakit geçmişti ki…

Her zaman evin en küçüğü, en az ciddiye alınanı olmuştu Sinan. Kendisine de saygı duyulması için çabalamış ama günün sonunda sadece kıvırcıktan ibaret kaldığını görünce içten içe hep kırıldığını hissetmişti. Ailesinin sevgisinden zerrece şüphesi yoktu ama bunun sevgiyle de alakası yoktu. Bu bir var oluş çabasıydı. Sinan tüm zerreleriyle ben de buradayım demek istiyordu, buradayım ve kendim için çizdiğim yoldan yürümeye devam edeceğim. Ben sizin gibi olmak zorunda değilim, siz de bana saygı duymayı öğreneceksiniz.

Dalıp gittiğinde yoldan çıktığını son anda fark etmiş ama geç kalmıştı. Pistin dışına savrulduğunda motorla birlikte kaç takla attığını hatırlamıyordu ama motorun paramparça olduğunu görmüştü. Nihayetinde savrulma bittiğinde kendini çim zeminde müthiş bir acı içinde yatarken bulduğunda vücudunda neyin olduğunu fark etmemişti bile. Titreyen elleriyle kaskını çıkarttığında ise daha büyük bir felaketin yaşanacağından haberi yoktu. Kaza yapan başka bir motordan kopan parça yuvarlanarak Sinan’a doğru gelirken darbeyi çenesine aldığını hissetti. Bu da hissettiği son şeydi. Bilinci kapanırken onun için uzun, yıpratıcı ve karanlığa doğru yol alan bir dönem başlıyordu.

….

Gözlerini açtığında başucunda bir hemşire gördü. Hemşire onun uyandığını görünce gülümseyip bir şeyler söyledi ama Sinan ne dediğini anlamadı bile. Bir müddet sonra bilinci daha çok yerine geldiğinde bu kez doktorun “Sinan hastanedesin, ailen burada, beni duyuyor musun?” diye sorduğunu anlamıştı. Gözlerini açıp kapattı cevap olarak.

“güzel,”

Artık bilinci tamamen yerine geldiğinde vücudundaki hasar boyutunun tahmininden daha kötü olduğunu fark etti. Bacaklarında kırıklar, omurunda zedelenme vardı. İhtimaller çok kötüydü. Dile getirilmeyecek kadar kötü… Sinan yüreğine yerleşen korkunun o an ömrünün sonuna kadar onunla birlikte geleceğini biliyordu. Verilen ağrı kesicilerin miktarı azaldıkça ağrılarının şiddeti de çoğalmıştı. Yüzünde ömür boyu taşımak zorunda kalacağı bir yara izi vardı artık. Çenesinin sol köşesi kalın bandajlarla kapalıydı ama Sinan orada ne olduğunu çok iyi biliyordu.

Günler uzayıp aylara dönerken hareket etmeden aynı odada yatmaya devam etmek işkence gibiydi. Ama içinde bir yerlerde sen bunu hak ettin diyen bir ses de vardı. Azdın, yoldan çıktın, günaha battın ve sonunda çarpıldın. Layığını buldun Sinan Kaya. Hadi yine işle bakalım aynı günahları, devam et ölüm yokmuş gibi yaşamaya. Yüzünü sadece dünyaya dön. İçinde sadece dünyalık hırs biriktir. Kinini, nefretini büyüt sadece.

Acziyetini iliğine kemiğine kadar hissederken gözünden bir damla yaş akıp gitti. Ya bu günah yüküyle yitip gitseydi? Ya ölseydi. Açıkça zina suçunu işlemişken, namazdan yüz çevirmişken, sözde aile buluşmalarında bir iki kadehten bir şey olmaz diyerek başladığı ve dozunu gittikçe arttırdığı alkolü kullanmaya devam ederken!

Şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmıştı işte. Yüreği çatlamış, olanlar olmuş ve düşmüştü. Kendini ilah zanneden Firavun gibi, saltanatı tepesine çöken Nemrut gibi azmış ve çökmüştü.

….

İlerleyen günlerde ailesinin desteğini yeniden hissetmek ona iyi gelmek yerine daha çok vicdan azabı çekmesine sebep oluyordu. Kimse ağzını açıp tek kelime bile etmeden Sinan’ın iyileşmesi için çabalıyordu. Lily’nin varlığını bile kabullenmişlerdi. Lily Sinan’ın yanında mıydı onu bilemiyordu ancak. Kazadan sonraki süreçte onu çok az görmüştü. Lily, Sinan’ın yüzüne bakmaktan kaçınıyor gibiydi. Sinan bilinçsiz halde yatarken ailesi ile tanışmıştı bile.

Nihayetinde Sinan odaya çıktığında omuriliğindeki incinmenin çok dikkatli bir fizik tedavi ile onarılabileceği haberi gelmişti. Eskisi gibi olmayacaktı elbette ama şimdi olduğundan daha iyi olabilirdi. Yüzündeki bandaj çıktığında çenesine yerleşen o çirkin yarayı gördüğünde kanı çekilmişti. Zaten Oğuz abisi rahat etsin diye saçlarını sıfıra vurmuştu. Bandaj çıkınca da Sinan tabiri caizse kel kalmıştı. Gözlerinde bir şeylerin öldüğünün farkındaydı.

Kendini karanlığın içine çekiliyormuş gibi hissettiği o anda hiç tahmin etmediği bir şey daha oldu. Lily bir akşamüstü onu terk edip gitti. Sinan hasta yatağında kımıldamadan yatarken yanına gelip Cambridge’e taşınacağını çok iyi bir iş teklifi aldığını ve bu ilişkiyi daha fazla sürdürmek istemediğini söyledi.

“neden?” diye sordu Sinan.

“ben-“ dedi Lily özellikle Sinan’a bakmadan konuşuyordu, “içimde sana dair ne varsa o kazayla birlikte öldü gitti sanki. Seninle olmak istemiyorum Sinan. Sen artık-“

“sakat bir adamım!” dedi Sinan kalbi ezilerek. Lily yutkunup başını salladı “ben sana bakıcılık yapmak istemiyorum. Dışarıda hayat devam ediyor. Anla beni lütfen.”

“anladım,” dedi Sinan buz gibi bir sesle. Hiçbir şeyi anlamamıştı ama. Lily’nin onu sevdiğini sanmıştı ama yanılmıştı. Lily’i sevdiğini sanmıştı ama yanılmıştı. Yıllarca bir evin içinde ona haram bir kızla paylaştığı hayattan elinde kalan tek şey koca bir yıkımdı.

Ne sevgiyi anlamıştı ne de aşkı. Sinan’ın elinde hiçbir şey kalmamıştı. Koca bir utançtan başka elinde hiçbir şey kalmamıştı. Hasarlı bir bedenle yaşamaya devam etmek zorundaydı artık.

Lily gittiğinde Sinan arkasından bakmadı bile. Gözlerini kapatıp utancıyla baş başa kaldı.

….

Bir dizi ameliyata girip çıkmıştı. Bacaklarındaki kırık kemikleri düzeltmek için, omurundaki hasarı onarmak için. Kesik kesik hatırladığı bu anlarda gözünü açtığında hep ailesinden birinin yanında olduğunu görüyordu. En son girdiği ameliyat çenesindeki çirkin yarayı daha az çirkin yapmak içindi. İşe yarayıp yaramayacağı da umurunda değildi artık. Kimse Lily’nin gidişi hakkında hiçbir yorumda bulunmamıştı. Sadece ablası bir keresinde “korkak!” demişti onun için. Sinan’ın yüzünü görünce de hemen susmuştu.

Nihayetinde İstanbul’a geri dönebilecek kadar iyileştiğinde bu kez de ağır ve sancılı bir fizik tedavi süreci başlamıştı. Sinan’ın içine düştüğü buhran da tedavi için pek olumlu olmuyordu. Sinan her şeye çabucak öfkeleniyor ve bağırmaya başlıyordu. Bir keresinde kolunu fazla sıkan stajyer kıza bağırmıştı. Diğer bir seferinde ise işlerini doğru düzgün yapmadıklarını haykırıp onları odasından kovmuştu.

Bir gün hiç beklemediği bir şey olduğunda artık sınırda olduğunun farkındaydı. O sabah zaten tedavi için çok isteksizdi. Eve gelen rehabilitasyon ekibine “bugün bunu yapmak istemiyorum,” demişti halsiz bir tavırla. Hepsi ısrar etmişti. Sesleri kafatasını çivi gibi deliyordu sanki. Başını sallarken ne ara eline geçen sürahiyi itip yere fırlattığını hatırlamıyordu. Bir yerlerden bir bağırma sesi duyuyordu ama o sesin kendine ait olduğunu anlamıyordu. Ne dediğini bilmiyordu. Sadece eline geçen her şeyi gücü elverdiğince yere fırlatıp çırpınıyordu. Bir an sonra kolunda bir batma hissettiğinde sakinleştirici olduğunu anlaması fazla uzun sürmedi. Gözleri kapanırken son gördüğü yüz annesinin ona dehşetle bakan yüzüydü.

Uyandığında hava kararmıştı. Yanında bekleyen kişi yine annesiydi. Sinan son zamanlarda ne zaman annesi ile babasının yüzüne baksa daha çok vicdan azabı çekiyordu. Onun yüzünden ikisi de çökmüştü. Yüzleri solmuş, saçlarındaki beyazlar çoğalmıştı. Sinan annesine bakarken Elife Hanım onun uyandığını görünce “iyi misin?” diye sordu. Sinan başını salladı sadece. Konuşmak istemiyordu. Hiçbir şey istemiyordu. Yok olmak istiyordu sadece.

“doktor istersen düzeleceğini, ayağa kalkacağını söylüyor.” Dedi annesi usulca.

“istemiyorum,” dedi Sinan. Bu ses ona mı aitti. Bağırmaktan kısılmış olmalıydı. Sinir krizi geçirmek vücudunun her bir noktasının sızlamasına sebep olmuştu.

“abilerin, ablan herkes aşağıda. Senin için buradalar. Senin iyi olduğunu bilmek istiyorlar.”

Sinan ise hiçbirini görmek istemiyordu. Yeğenlerinin yüzüne bile bakası gelmiyordu. Hepsiyle arasında öyle büyük bir mesafe vardı ki şimdi. Sinan hepsine bir duvarın arkasından bakıyordu. Kaçıp saklandığı gizlendiği bir duvar…

“biliyor musun Sinan,” dedi annesi “sana hamile olduğumu öğrendiğimde hissettiğim ilk şey utançtı.”

Sinan ona şaşkınlıkla bakınca annesi “doğru duydun,” dedi “41 yaşımdaydım, bizim zamanımızda 41 yaşındaki kadınlar torun sevmeye başlarlardı.”

Kadın hatırladığı bir şeye gülüp devam etti, “neyse, seni doğurduğum vakit ben de seninle yeniden doğmuş gibi hissettim. İçimde yeniden bir güç kuvvet bulmuştum sanki. Seni büyütürken, sana bakarken içimde hep bir bayram sevinci hissetmiştim oğlum.”

Kadının geçmiş zamanlı konuşuyor olması Sinan’ı daha çok yıkmıştı. Annesine bakarken annesi de perdesi kenara çekilmiş ay ışığı vuran pencereden dışarı bakıyordu.

“ama sen benim en büyük hayal kırıklığım oldun Sinan,” dedi Elife Hanım tek seferde. Sinan gözlerini kapayıp yüzüne tokat gibi çarpan cümleyi sindirmeye çalıştı.

“yapıp ettiklerini kabullenemiyorum bir türlü. Sana olan kırgınlığım o kadar büyük ki!”

“ben-“

“nasıl yaparsın bunu oğlum, nasıl bütün o haramlara bulaşırsın. Sana hiç mi bir şey öğretemedim ben!”

Sinan susuyordu. Uzun zamandır yapmayı bildiği tek şey buydu çünkü. Elife Hanım oğlunun yüzünü tutup kendine çevirdi.

“hadi bize- ailene yüz çevirdin! Yüzünü Allah’tan nasıl çevirirsin! Hiç mi inanmadın oğlum. Ölümün seni es geçeceğini mi düşündün? Başına gelenlerin bir kazadan ibaret olduğunu mu sanıyorsun? Yaşadığımız bu kâbusun sebebinin Allah’ın sana attığı tokat olduğunun farkında değil misin?”

Sinan öyle şiddetli bir şekilde titremeye başlamıştı ki gözlerinden yaşlar akmaya başladığının farkında değildi.

“kendine gel Sinan!” dedi annesi gür bir sesle. Sinan ise titremeye devam ediyordu.

“fizik tedaviye devam edeceksin beni anladın mı?”

Genç adam sadece belli belirsiz başını salladı. Elife Hanım elini çekip “tövbe et oğlum,” dedi “gece gündüz Allah’a tövbe et.”

Sinan yine sessiz kaldığında Elife Hanım son noktayı koymak ister gibi “tedavin bittiğinde,” dedi, “senin için münasip bulduğum biriyle evleneceksin.”

“anne!”

“ben sana son sözümü söyledim. Benim münasip bulduğum biriyle evleneceksin beni anladın mı?”

Kadının sesindeki bir tını Sinan’ı çaresiz bırakmıştı bile. Başını salladı yine. Elife Kaya odadan çıkarken aklında Sinan için çok uzun zamandır olan biri vardı zaten.

Sinan bir daha sinir krizi geçirmedi. Psikiyatrın verdiği ilaçları düzenli kullanıyordu. Tedavi süreci bittiğinde koltuk değnekleri ile yaşamının yeni bir dönemi başlamıştı.

“zaman ilerledikçe onlara olan ihtiyacınız azalacak,” demişti doktor ama Sinan hiç öyle hissetmiyordu. Ağrıları devam ediyordu ve bunu her söylediğinde aldığı cevap aynı oluyordu. Ağrı yapacak fiziksel bir sebep yok, hayalet sancılar çekiyorsunuz.

….

Devam eden günlerde annesi ile babası yanına geldiler. Elife Kaya aylar önce açtığı meseleyi tekrar dile getirdi.

“evlenme vaktin geldi,” dedi. Sinan sesini çıkartmadı. Babası “hanım kızımızın adı Neva,” dedi. Sinan kaşlarını çatıp “ne biçim isim bu!” deyince Elife Hanım kendini tutamayıp “Lily’den iyidir,” diye lafı yapıştırınca Sinan ağzını kapatıp önüne döndü.

Neva hakkındaki şeyleri duydukça annesinin ona neden bu kızı almak istediğini anlayamadı. Ama çaresizdi. Madem annesi Neva ile evlenmesini istiyordu. Bunu kabul edecekti.

 

 

 

lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın

ve giriş hakkındaki düşüncelerinizi lütfen benimle paylaşın

hepiniz Allah'a emanet olun :)

Bölüm : 28.08.2025 18:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
RabiaSofi / Sevmeyi Yaşamak / SEVMEYİ ANLAMAK (5.KİTAP) SİNAN KAYA'NIN HİKAYESİ
RabiaSofi
Sevmeyi Yaşamak

24.42k Okunma

2.61k Oy

0 Takip
105
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...