

14. Bölüm: Çiçek Kokusu
Bir tutam sabırdı vuslatı güzel kılan.
Hiç beklemediğin anda gerçekleşen olaylar hayatı güzel kılar derlerdi, aşk da
başıma güzel gelen bir şeymiş gibi gelmişti. Peki, şimdi neden kuşku doluydum?
Bir anda kolumdan çekip çıkarması iyi bir şeye yol açacak mıydı?
Gergindim işte. Annesi ve babasının karşısına benim fikrimi sormadan aniden
çıkarmasına mı üzülsem yoksa verecekleri tepkiyi düşüne düşüne strese mi
girsem bilemedim. Elbet öğreneceklerdi fakat şimdi doğru zaman mıydı onu da
bilmiyordum. Bildiğim tek şey bu akşam sesimi hiç çıkartamayacak olmamdı.
“Ben Mehruyu seviyorum.”
Ben Mehruyu seviyorum.
İçimde bir şeylerin hızla çıkıp gittiğini hissediyor gibiydim. Ellerim terlemeye
başlamış ve o sıvının onun eline de akmaya başladığını anlamıştım. Fakat o bunu
umursar halde değildi. Ben de umursamıyordum ama bu anın verdiği gerginlikle
en saçma şeylere takılır oluyordum.
“Buraya geleli ne kadar oldu da kızdan hoşlanmaya başladın? Beni ayarttı
demiyorsun da ben bu kızı seviyorum diyorsun. Saçmalamayı kes! Bırak o eli
derhal!”
Annemi şimdi daha iyi anlıyordum. O adamdan korkmaya başlamış, gerçekten de
kötü düşüncelere sahip bir adam olduğunu anlamıştım. Peki, ben bunun altından
nasıl kalkacaktım bir fikrim yoktu. Atahan bu çukurdan bizi nasıl çekip
çıkaracaktı?
“Baba!” Dedi yüksek sesle. İlk defa sesinin tonunu böyle duyduğum için irkilirken
gözlerim çoktan dolmaya başlamıştı. Fakat ağlamak istemiyordum. Şu anda güçlü
durmam gerekiyordu ve duracaktım.
“Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? Sen benim içimde olup biten
duyguyu ne biliyorsun da suçsuz bir kıza suç atıyorsun? Ayarttı da ne demek? Kaç
yaşına gelmiş iki insanız neyin doğu olup olmadığını bilmiyor muyuz biz? Bir
daha bu kızı üzdüğünüzü görmeyeceğim, duymayacağım.”
Selçuk Bey sus pus oldu. Şaşırdım hem de fazlaca şaşırdım. Atahan’ın söylediği
şeyler çok doğru olsa da üste çıkmayı seven insan her türlü konuyu aşabilirdi.
Derin bir sessizlik oldu salonda. Suzan Hanım ise bir kere bile ağzını açmamıştı.
Derince yutkunduğumda Atahan “bize müsaade.” Diyerek arkasını dönüp
yürümeye başladığında ona eşlik etmek zorunda kaldım. Dış kapıdan çıktığımızda
kulağıma eğilerek “annene haber ver.” Dedi. Başımı aşağı yukarı sallayarak yanından ayrıldım ve annemi buldum. Durumu açıklamama gerek kalmadı çünkü onun bütün
bu olanları duyduğunu biliyordum. Ama ses etmedi, git konuş kızım dedi sadece.
Annemin hakkını nasıl öderdim?
Üzerime hırka alarak yanına geri döndüğümde annesi ek zamanlı olarak yanımıza
geldi. Onun da bize aşırı tepki vermesinden korktuğum için öylece bakarken bu
gece ikinci kez şaşıracağım o sözleri duydum.
“Yavrum ben arkanızdayım. Selçuk da elbet kabullenecek, biraz zaman.”
Bunları diyen Suzan Hanım mıydı? Allah’ım bu kulaklarım daha neler duyacaktı?
Ne yani o beni oğluna uygun görmüş müydü?
“Sağol anne.” Dedi kısaca Atahan. Elimi tutarak arabaların olduğu tarafa doğru
ilerlerken ben sadece ona eşlik etmek zorunda kalmıştım. Siyah renkteki
arabasının kilidini açarken ikimiz de kendi koltuğumuza yerleştik. Kemerimi
bağladım ama neden evden ayrıldığımız ve nereye gittiğimiz hakkında hiçbir
fikrim yoktu. O yüzden sadece ön camdan yolu seyretmeye başladım.
“Sana şuanda iyi gelecek olan şey ne yavrum?”
O sessizliği bana dönerek sonlandırdığında çocuksu bir heyecanla ben de dönüp “Deniz
kenarında oturalım mı?” Diye sordum.
Bir anda o gergin suratı dağılmıştı. Bu ani ruh değişimi karşısında şaşırsam da çok
üstünde durmadım. “Olur yavrum.” Dedi ve dizlerimin üzerinde duran ellerimden,
onun tarafında olanına dokunarak dudaklarına götürdü. Ufak busesi karşısında
bile etkilenmek çok tuhaftı.
Sahile gitmeden marketten bir şeyler alıp geldi ve o tekrar geri döndüğünde yola
koyulduk. Az bir mesafe kalmış olacak ki sinyal vererek sağa yanaştı ve aracı
durdurdu. Yolu kontrol ederek araçtan indikten sonra o elindeki poşeti aldı ve
diğer boşta kalan elini bana doğru uzattı. İlk elini tuttuğumdaki heyecanı her
seferinde hissetmek ne garipti. Ama ben bu hissi hep yaşayacaktım sanki,
isteyerek.
“Eskiden eve benimle yaşıt bir erkek çocuğu gelirdi hatırlıyor musun?”
Kumun üzerine oturmuş, yiyecekleri açmış ve öylece denizi seyrederken derin
sessizliği bir anda bu soruyla bozdu. Daldığım için ufacık bir irkilme yaşasam da
belli etmedim. Yutkunarak boğazımdaki o kuruluğu gidermek istedim.
Söyledikleriyle zihnim geçmişin bulunduğu anıları irdelemeye başladı. “O eve
birçok çocuk gelirdi, sen hangisinden bahsediyorsun?”
Bir anda kaşları çatılıverdi, sebebini anlamasam da tepkisi karşısında gülesim
gelse de yapamadım. Sanki gülsem kaşları daha da çatılacak gibiydi. “Mesela
hangi çocukları hatırlıyorsun?”
Omuz siktim. “İsimlerini bilmem ki. Hem bir sürü erkek gelirdi yanlış
hatırlamıyorsam, senin çok arkadaşın var gibiydi. Çok net hatırlamak zor.”
“İsimlerini de bilseydin.” Bir şeyler mırıldanır gibi olduğu için “anlamadım?” Diye sordum.
“Yok bir şey.” Dedi gergin bir şekilde. Ama ben durur muydum? Durmam. İlle de
sormam, anlamam lazımdı. Bu çenem susar mıydı? Susmazdı.
“Atahan neden bahsediyorsun? Anlamıyorum.”
Parmakları sakallarına ulaşarak usulca kaşıdığında bakışları saniyeler sonra bana
dönebildi. Uzaklaşsa bile bu çok uzun sürecek gibi durmuyordu. “Beni hiç mi
hatırlamıyorsun?”
Bir konudan farklı bir konuya geçiyor gibiydi. Bu sorusuyla neyin cevabını almak
istediğini anladım. Sorusu bana öyle çocuksu gelmişti ki dudaklarım kıvrılmadan
edemedi. Bu ses tonu beni bir anlığına çocukluğuma götürdü. Ona bir cevap
verecektim, tam da istediği gibi.
...
Pembe gül yaprakları açmaya başlamıştı. Hava öyle günlük gülistanlıktı ki ben yine
annemin bana giydirdiği çiçekli elbiselerden birisini bedenimde taşıyordum. Babet
ayakkabılarımı da elbiseme uyumlu seçmiştim. Aynadan son kez bedenimi
süzdükten sonra uzaklaştığımda neşeyle merdivenleri çıkmaya başladım.
“Kiraz, gel bakayım buraya.”
Annem koşuşturmamı duymuş olacak ki daha beni görmeden seslendi. Mutfağa
baktım yoktu. Daha sonra merdivenlerde karşılaştık ve elindeki kıyafetlerle bana
bakarken buldum onu.
“Edendim annecim?”
Gülümsedi. “Annecin ısırır yer bitirir seni. Bebeğim bunları üst kattaki odaya
çıkarabilir misin? Misafir gelecek onlarla ilgilenmem gerekiyor.”
“Onlar küçük kıyafete benziyor. Hangi oda annecim?”
“Atahan’ın yavrum.” Dediğinde kısaca bir ‘peki’ diyerek elindekileri aldım ve
merdivenleri koşarak çıkmaya başladım. Odanın önüne geldiğimde kapıyı
tıklamadım çünkü evde olmadığını biliyordum. Bu yüzden rahatça içeriye girdim.
Aslında odasını hep merak etmiştim. Benim hiçbir zaman ayrı bir odam olmamıştı.
Bazen böyle bir ihtimali düşünsem de sanki bu düşünceleri annemle babam duysa
üzülecek diye korkuyordum. Onlarla aynı odada uyuyup, uyanmak benim için çok
mutluluk verici bir şeydi. Hem, hep de öyle olsa olmaz mıydı?
Elimdeki katlanmış kıyafetleri düzenle serilmiş yatağın üzerine bıraktığımda
odadan çıkacakken kendimi engel olamadım. Adımlarım olduğu yerde durdu.
Yutkundum ve arkamı döndüğümde koskocaman çalışma masasıyla karşılaştım.
Üzerinde bir sürü kitaplar kalemler bulunuyordu. Rengârenk şeyler öyle hoşuma
giderdi ki dikkatim doğal olarak oraya daha sonra adımlarım da tam olarak oraya
doğru yöneldi.
Atahan.
Makasın üzerinde onun ismi yazıyordu. Ellerimle isminin üzerinde dolaştırırken
“Kiraz kız?” Diyen bir sesi duyduğumda korktuğum için elimdeki şeyi o korkuyla
bırakmak istemiştim fakat işler istediğim gibi gitmedi. Makas masanın üzerini
buldu ama ondan önce parmağımı kesmeden de duramadı. Canımın acısıyla yüzüm buruşurken tenimden alan kanın varlığını hissettim. Gözlerim ondan zorlukla ayrılarak parmağımı bulduğunda kırmızı o renkle karşılaştım.
“Ay kan mı o? Yere damladı. Acıyor da canım, hala da konuşuyorsam bayılmadım
tamam. Bayıldım da rüya mı görüyorum ki?”
“Çen çen çen. Getir parmağını.”
O ne ara bant bulmuştu?
Parmağımı ona doğru uzattım ve bakışlarımı ise gözlerine çıkardım. Gözleri bana
değil de parmağıma bakıyordu. Bantı yapıştırdığım elimdeki baskıyla hissederken
“çok mu acıdı?” Diye sordu. Bir yandan ufacık bir temasla yaralı olan parmağımı
bantın üzerinden okşamaya başlamıştı.
“Acıdı.” Demekle yetindim.
“Nasıl geçer ki?” Diye sorduğunda kafası bilinmezlikle dolu gibiydi.
Pat diye konuşuverdim. “Annem öpünce geçer derdi.”
Gözleri büyür gibi oldu. Ya da ben öyle sandım ama nefesi biraz arttı. Bir gözlerime
bir parmağıma baktı. Daha sonra birden parmağıma dudaklarını değdirdi. Nasıl
oldu bilmiyorum ama kesiğin acısını unuttum.
Annem doğru mu söylemişti? Yoksa yarayı kapatan acıyı dindirir diyen babam mı?
“Gerçekten geçmiş miydi?”
Gülümsedim.
“Geçmişti.” Dedim. Ama öyle de olmuştu. Gerçek anlamda o yara kapanmazdı
fakat öyle hissederdik. Bu da iyileşmiş gibi hissettirmeye yetiyor da artıyordu.
Ama küçük kalbim bu sözün gerçekliğine çoktan inanmıştı. Sanki şimdi inanmıyordu Mehru.
“Sana ilk defa o gün bu kadar yakın olmuştum.” Dediğinde gülümsemeden edemedim. Denize dalmak varken o gözlerime dalıp gitmeyi tercih etmiş gibiydi.
“Sen bu konuyu açınca fark ettim ki ben sana dair her şeyi hatırlıyorum.”
Bu sefer gülümseyen taraf o olmuştu. “Başka neler hatırlıyorsun anlat bakalım.”
Omuz silktim. “Zamanı gelince onları da anlatırım.”
Kaşları havalandı. “Yok ya?”
“Biraz merak et.” Dediğimde içten içe sinsice gülüyordum. Koskoca adam bunu merak eder miydi diye kendi kendime sormuyordum bile çünkü ederdi.
“Peki, bolca zamanımız var anlatırsın elbet.” Doğruydu. Bir yere gittiğim yoktu ya anlatırdım. Hem bazı şeyleri hemen anlatmak yerine kısım kısım anlatmak bazen daha keyif verici oluyordu. Bir süre sessiz kaldık. Aldığı şeyleri yerken denizin dalga sesi kulağıma çarpıyor, huzur veriyordu. Ama içindeki ses bir türlü beni rahatsız etmeden duramıyordu. Dışarıya da yansıtmadan edemeyecektim.
“Bundan sonra nasıl olacak?”
İçeceğinden bir yudum aldıktan sonra “Ne ne olacak?” Diye sordu.
“Havalar diyorum bundan sonra nasıl olacak?”
Başını gökyüzüne öylesine kaldırıp indirdi. “Havalar bu ara iyi yavrum.”
“Ay Allah’ım sabır. Öğrendiler artık bundan sonra ne olacak diyorum?”
“Ha sen onu diyorsun?” Dedi gülerek. Biliyordu da işte işine gelmiyordu. Bu adam bu konudan bile şaka malzemesi üretebilirdi.
“Ha onu diyorum Atahan da ciddiye mi alsan?”
Dakikalar öncesinden omuz silken benken sıra ona geçmiş gibi omuzlarını aşağı yukarı kaldırıp indirdi. Derin bir nefes vererek “evlenmekten başka bir çaremiz yok.” Deyiverdi. Onun konuşmasını beklerken gerginlikten biraz yudum almak için içeceğime uzanıp içmek istemiştim ki kelimeleri sıvının boğazıma kaçmasına neden oldu ve öksürmeye başladım. O ise gülmek yerine ellerini çoktan sırtıma ulaştırmıştı.
“Yavrum iyi misin?” Çok iyiydim, evet. Bir şaka daha patlatsa hepten iyi olacak gibiydim.
“Ne demek evlenmek-“ öksürdüm “başka çaremiz yok.” Gözlerim kocaman olmuş ona bakarken dudakları kıvrılmamıştı fakat gözleri, gözleri gülüyordu. Tıpkı bana her baktığındaki gibi. Ona bakmasam da bu bakışlarında yatan anlamı hissediyordum. Ne tuhaftı, bakmayıp da anlayabilmek. Bazen bakmadan anlardık, bazense saatlerce baksak da bir şey anlamazdık. Hiçbir zaman ikincisinin olmasını istemiyordum. Ya bir gün anlamazsam, anlamazsa? Ne kadar da kötüydü. Karşındaki insanın seni anlamaması kadar değersiz hissettirebilecek ne vardı?
“Şaka yapmıştım kiraz. Evlenmek tabi ki de istiyorum. Yıllardır hayalini kuruyorum evet ama ta ki senin sözüne kadar bu isteğim. Benden yana bu konuda bir sıkıntı yok, o yüzden de senin kararın benim için önemli. Sen ne zaman, nasıl istersen her şey öyle olacak. Senin istemediğin hiçbir şey olsun istemiyorum. Acele de yok, o kadar bekledim. Bir o kadar daha bekleyecek sabrım yok ama beklerim. “
Boğazımdaki o yumrunun aşağı doğru akıp gittiğini hissettim. Sözlerinin her biri beni büyük bir rahatlığa kavuştururken, kelimelerinden etkilenmeden edemedim. Bir erkeğin söyleyebileceği, güven vereceği en güzel sözlerdi. Eminlik duygusunu tam da şuan fazlaca hissediyordum. Farkında mıydım değil miydim bilmiyorum ama dudaklarımın arasından “teşekkür ederim.” Kelimeleri fırladı. İçimdense binlerce kez teşekkür ettim.
“Bunları teşekkür et diye değil. Beni anla, arkanda durduğumu bil diye söyledim. Aklında başka sorular varsa onları da sor, çözelim.”
Çözüm odaklı erkek.
“Biliyorum. Peki, biz babanı atlatabilecek miyiz?”
“Babam zor birisi. Kendisine bile kız bakılırken hep en iyisi olsun diye çabalamışlar. Ama aşk işte iyiye de kötüye de bulaşabiliyordu. Annem öksüz bir ailenin çocuğuydu. Üç kardeşine de kendisi bakmış. Bir sürü zorluk çekmiş. Hiçbir zaman gözü yüksekte olmamasına rağmen babamı bulmuş.”
Şaşkınlık üstüne şaşkınlık. Ben Suzan Hanım’ı da varlıklı bir aileden geldiğini düşünmüş, öyle biliyordum. Bu zamana kadar böyle bir şeyin konusu açılmamıştı ama öyle bir tarzı olduğu için aksini düşünmek de mümkün olmuyordu. Fakat bildiğim bir şey vardı ki gerçekten de çok güçlü bir kadın imajı veriyordu. Böyle biri olması da demek ki kolay olmamıştı.
“Peki, baban anneni bulmuş mu?”
“Asıl babam babaanneme inat annemi bulmuş, koruyup kollamış. O zamanın erkeklerine nazaran annemi hiç aşağılamamış. Eli üstünde tutmuş.”
Selçuk Bey’in bana karşı söylediklerinden sonra, Atahan’ın bu söylediklerine inanmak zordu. Böyle bir kızı seçen ve yaşayan birisi böyle nasıl davranabilirdi? Anlamıyordum. Anlayacak gibi de durmuyordum.
“Beni niye sevmedi o zaman?”
Dizlerimin üzerinde öylece duran ellerime uzanarak kendi avuçları içerisine aldı. “Ben seviyorum ya yetmez mi?”
Gülümsedim. “Yeter.”
“O zaman sorun yok.”
Vardı işte. Aile, birlik, beraberlik benim için önemliydi. Bunlar olmazsa nasıl yüz yüze bakacaktık ki. Olmazdı yani. Of! Ben ne yapacaktım? Her şey nasıl ilerleyecek, nasıl devam edecekti bir fikrim yoktu. Aslında tek isteğim belliydi. Onun benim yanımda olması. İsteğim bu kadar basitti işte, başka bir şeyde gözüm yoktu ama zihnim bu düşüncemin üzerine başka olayları da kafaya takmaya başlıyordu. Ne kadar sinir bozucuydu.
“Baban beni senin odanda görünce korktum. Bir şey yapmıyordum fakat davranışları sayesinde yanlış bir şey yapıyormuş gibi hissettim.” Babasını kötülüyormuş gibi mi olmuştu? Ama ne yapabilirdim ki o da benden her şeyi açık açık söylememi istiyordu, ben de söylüyordum. Hem benim çenem mevzu bahis olunca tutulmuyordu ki.
“Babamı pek kafaya takmamaya çalış yavrum. Kötü bir şey söylediğinde de geri kalma. Söyle, içinde kalmasın. Sana kalmadan ben tepkimi veririm ama yine de aklında bulunsun.”
Bu zordu benim için. Herkese açık açık her şeyi söyleyen ben konu ailesel mevzularda sus pus oluyordu. İçime ata ata büyürdü, ta ki patlama noktası olana kadar. Böyle bir kişiliğe sahip olmak da hiç iyi değildi aslında. Kelimeler dilden döküldükçe rahatlardı, zihinde rahatlayan kelimeler de var mıydı?
“Olur denerim sevgilim.”
Bu ona ikinci sevgilim değişimdi. İlki biraz tanıtma amaçlı, ona karşı söylediğim bir kelime gibi durmasa da bu söylediğim tamamıyla içten ve ona kaşı söylenmiş bir hitaptı. Ve şaşırdığını da cümlemi bitirmemle bana bakan gözleriyle anlayabilmiştim. Parıldıyordu resmen. İçi gülüyordu denirdi ya hani tam olarak öyleydi. Atahan böyle bakınca da aynı şekilde karşılık vermemek elde değildi. Gülümsedim. Bu sefer dudak kıvrımları da yükseldi. Fakat hiçbir şey söylemedi, öylece sustu ve sadece birbirimize bakmakla yetindik. Ne de güzel yetinmeydi, can kurbandı.
“Bana hatun dediğin günü hatırlıyor musun?” dediğimde kıkırdamaya başlamıştım. Onunla yaşadığım diğer günler gibi o gün de aklımda kaliteli bir video kadar gözümün önündeydi. Cevap vermek yerine başını onaylar anlamda sallamakla yetindi.
“Kendimi tarih dizisindeki bir kadın karakter gibi hissetmiştim. Tabi o an başka bir evreye geçiş yapacak kadar kendimde değildim ama bunu da düşünebilmiştim.”
Kaşları havalandı. “Demek kendinde değildin?”
Evet, Atahan ve takılmaması gereken o noktalar…
“Ay Allah’ım ben ne diyorum, bu neye takılıyor.”
Gülümsedi. Bembeyaz dişlerini görebilecek kadar hem de. “Tam da takılmam gereken yere takıldım ama neyse.”
“Öyledir öyledir. Az çok anlamaya başladım seni.”
“Daha bilmediğin birçok şey var, bir şeyleri anlamaya başlaman senin için daha iyi olur.” Aman, neyin imasını yapıyordu? Sanki o benim hakkımda her şeyi biliyordu, neyse ki üste çıkmayacaktım. Kazanırdı.
“Peki, efendim siz ne arzu ederseniz.”
“Neye arzu ettiğimi bilmeden onaylama bence.”
Rüzgârda savrulan saçlarım bile sözleriyle uçuşmayı durdurdu sanki. Dalga sesi, uzun yolculuğun ardından çınlayan kulağımın sesi gibi gelmeye başladı. Yutkundum ama neye yutkunduğumu bile unutacak gibi oluverdim. Gözlerim yine gözlerine bakmakta zorlandı. Sustum. Zihnim sürekli önüme garip düşünceler getirdi, ben def ettim geri geldi ben def ettim geri geldi. Kesin bu gece kırk kere bunu düşünür öyle başımı yastığa koyardım.
Kaçmak için “Eve gitsek artık, uykum geldi de.” Dediğimde çoktan başka düşüncelere yelken açmıştım.
…
“Evet Esilacım. Oynadığın oyuncakları toplamak, öğretmenini iyi dinlemek, söz almak istediğinde parmak kaldırmak da sınıf kurallarından birisidir.”
“Geçen dersimizde Mete’ye oyuncakları toplamasında yardımcı olmuştum. Bu da iyi bir davranışa giriyor o zaman değil mi?”
Gülümsedim. “Tabi ki de. Hatta çok güzel bir davranış.”
Mete’nin ayağından dolayı bir engeli vardı. Bu yüzden eğilip kalkmasından bir takım zorluklar oluşabiliyordu. Sınıf arkadaşlarının hepsi bu konuda çok yardımcı olsa da Esila daha çok ön plandaydı. Gözümden kaçmayan bu davranışı sayesinde kendisini bir tebrik etsem, ailesini mi bazen bilemiyordum. Ama çok güzel bir çocuk yetişiyordu buna inanıyordum. Sınıftaki bütün çocukların hepsi aslında böyleydi. Bu yüzden öğretim yılına iyi bir başlangıç yapmıştım.
Evet, bugün Muğla’daki öğretmenlik görevimin ilk yılı ve ilk günüydü. Gece heyecandan yarım yamalak uyumuştum. Yıllardır bu mesleği yapsam da hep ilk günkü heyecanımı hissediyordum. Mesleğini severek yapmak da bunu gerektirirdi. Sabah kalktığımda özenle giyinmiştim. Üzerimde beyaz renkte bir elbise vardı. Saçlarımı arkadan kurdeleyle tutturmuş, tatlı bir öğretmen imajı hazırlamıştım. Evden annemin duasıyla çıktığım için huzurluydum. Ve olmazsa olmaz Atahan yine sözüne tutmuş ve şoförü ayarlamıştı. Ona kalsa kendisi götürürdü ama buna da sonuna kadar hayır diyeceğim için sormamıştı bile.
“Öğretmenim.” Diye bağırarak yanıma gelen Erem’le bakışlarım Esiladan çekilmişti. Yanıma koşuşturarak gelmesiyle “efendim tatlım?” diye sordum.
“Bir adam geldi sizi soruyor.”
Burada beni kim tanırdı ki? Kafamda kimin geldiğini düşüne düşüne bahçenin kapısına çıktığımda bu adamın beni okula bırakmakla sorumlu olan kişi olduğunu gördüm. Adamın adı da Saitti. O kadar yolu sohbet etmeden geçirebilir miydim? Asla. Adam benden yaşça büyüktü, hitap ederken zaten abi diyordum. Sorgularcasına bakarken elinde tuttuğu çiçeği bana doğru uzattı.
“Atahan Bey size vermemi istedi.”
Sadece teşekkür etmekle yetinirken elimde çiçeklerle öylece kalakaldım. Kimden geldiğini söylemeden önce bile anlamak çok da zor değildi. O kadar renkli ve iç açıcıydı ki ilk önce koklamadan edemedim. Daha sonra gözüme çarpan notla kalbim heyecanla çarpmaya başladı. Gözlerim kelimelerin üzerinde dolaşırken her kelimenin sonunda kalbim sıcacık oluyordu.
Babana ‘ben öğretmen olmak istiyorum’ derken ki o halini hatırlıyorum. Tutturmuştun. Baban her zaman arkanda olacağını söylese de sen çoktan kararını vermiştin. Şimdi bakıyorum da gözlerinde gördüğüm o hırs çok doğruymuş. Sen hayallerine ulaştın. Görevin hayırlı olsun bitanem, tıpkı babanın sana söylediği gibi her zaman arkandayım. Şehrime geldin tekrardan, uzun yıllar burada görev yapman dileğiyle.
Kendimi ilk öğretmen olduğum günde gibi hissetmiştim. Aynı zamanda da beni çocukluğuma götürmeyi nasıl başarmıştı? Hiç böyle beklemediğin anda olan şeyler insanı daha çok mutlu ederdi. Şimdi tam olarak bu olmuştu. Kendimi çok mutlu hissediyordum. Ve geri kalan saatlerimi de sırıta sırıta geçireceğime yemin dahi edebilirdim.
“Öğretmenim eşiniz mi aldı?”
Eşim.
Sınıfa elimde çiçekle girmemle doğal olarak çocukların da dikkatini çekmişti. İçlerinden birisi de dayanamamış ve bunu sormuştu. Onun bu tatlı sorusuna karşılık “Nereden çıkardın tatlım onu?” diye sordum.
“Babam da anneme hep alırdı da.”
İşte ailenin önemi tam olarak buydu. Çocuk ne kadar güzel anlara şahit olmalı ki böyle bir örnek verme gereği duymuştu. Bu sözleri duymak beni öyle huzurlu hissettirmişti ki keyfim daha da yerine geldi. En azından huzurlu bir ailenin içinde büyüyecekti. Umarım bütün çocuklar güzel bir ailenin elinde büyüyüp olgunlaşırdı.
“Ne kadar güzel bir davranış değil mi Ali, babanın yaptığı çok hoş. Ama bana bir eşim değil de arkadaşım aldı.”
“Anladım öğretmenim, çok güzellermiş.”
“Hepiniz beğendiyseniz, okulumuzun bahçesini süslendirebiliriz.”
Hepsi onaylayınca bu fikri aklımın bir köşesine not ettim. Bir çiçekçi bulabilirsem en yakında zamanda hiç çiçek olmayan bahçeye tohumları dikebilirdik. Dersimi anlatmış, çocuklar etkinlikle uğraşırken ben de çiçeğime öylece bakmakla yetinmiştim. Onunla karşılaşır karşılaşmaz ilk işim teşekkür etmek olacaktı. Arar ya da mesaj da atabilirdim fakat o kadar düşünmüştü ve yüz yüze konuşmak daha mantıklıydı.
Babasının bizi öğrendiği o geceden sonra aylar geçmişti. Sanırım en zorlu süreçlerin içerisine gireceğimi düşünürken nedense öyle olmamıştı. Ben günümü babası bana bir şey diyecek mi acaba diye geçirirken aylardır yüzünü bile tek tük görmüştüm. Bu durum çokça tuhaftı. Ama böyle bir şey olacak mı diye bekleyen zihnime da buldun da bunama mesajı da vermeyi unutmadım. Birkaç ay önce Atahan’ın işleri sanki daha da yoğunlaşmış gibi eve geç gelmeye başlamıştı. En azından eve geliyor diye içimi rahatlatmıştım.
“Evet benim ptırcıklarım, ilk dersimizin sonunda geldik. Yarın görüşmek üzere, kendinize çok çok iyi bakın.” Okulun ilk günü olmasına rağmen ağlayan hiç çocuk olmamıştı. Veliler çoktan okul bahçesinin dışında çocuklarını bekliyordu. Herkes çıktıktan sonra etrafı toparlamış ve çantamı, çiçeğimi alıp benden okuldan çıkmıştım. Arabaya yerleştiğimde yarın için düzenlediğim etkinlikleri kontrol ettim. Okulun açılmasına yakın bir zamanda gün gün ayrılmış etkinliklerimi bir dosya haline getirmiştim. Bütün yolu sosyal medyada gezerek geçirmiş ve sonunda eve geldiğimde odaya geçmeden önce anneme bakmak için mutfağa geçtim.
Gülüm yine yemek hazırlamakla meşguldü. “Annem ben geldim.”
Hemen yönünü bana çevirdi. “Yavrum benim, kirazım. Ne yaptın annem? Nasıl geçti günün? Okul güzel miydi? Çocuklar peki?”
Gülümsedim. “Dur dur sakin ol annecim. Hepsini tek tek anlatacağım.”
Anneme işini biraz daha azaltsın diye yardım etmiş daha sonra kahve eşliğinde bütün olanı anlatmaya başlamıştım. Hepsini gülümseyerek gururlu bir anne edasıyla beni izlemişti. En sonunda konu çiçek mevzusuna geldiğinde birden annem Atahan’ı övmeye başladı. Onun tarafına mı geçmişti ne?
“Bana dair her şeyi hatırlıyor anne. Atahan öyle güzel seviyor ki beni kendimi küçük kiraz gibi hissediyorum.”
Annemin ilk hayali: güzel bir meslek sahibi olmam diğeri ise mutlu bir aile kurmamdı. Birincisi gerçekleşmişti. Şimdi de ikincisi gerçekleşiyormuş gibi bakıyordu. Atahan’a benim gibi güveniyor muydu? Annelerin hissi doğrudur derler, anne doğru yolda mıydım ya?
“Çiçeklerin kokusu buradan bile burnuma doluşuyor, çok güzeller yavrum.”
Tam cevap vereceğim vakit bardak gibi bir cismin bir yere vurulmasıyla ikimiz de irkildik. Bakışlarımız sesin geldiği yöne kaydığında bunun Selin olduğunu gördüm. Kaşık çatlarla bana kısa süreli bir bakış atmış ve bardağa su doldurmaya başlamıştı. Bu kız neden böyleydi çözemiyordu. Mesela şuan ki suratı neden böyleydi? Yoksa bütün konuşmalarımızı duymuş muydu? Birlikte olduğumuzu büyük ihtimalle biliyordu çünkü bu evde bir şeylerin gizli kalması mümkün değildi. Zaten Atahan’ın gizlemek gibi bir amacı yoktu.
“Bir şey mi oldu Selin?” dedim artık dayanamayarak. Aylardır suratını çekmekten yorulmuştum. Bakmamaya çalışıyordum fakat o bazı şeyleri bile isteye gözüme sokmaya başlamıştı. Yine sadece bakacak sandım ama öyle olmadı bir anda bana doğru bir adım attı.
“Oldu!” dedi sertçe.
“Şu dilindeki baklayı çıkarmanın vakti gelmedi mi?”
“Hayırdır kızım sen?” dedi beklediğim o tavırla. “Ne yaptın da ayarttın Atahan’ı? Söylesene! Ne sundun ona?”
Annemin yanındayken olmazdı. Bana desin, istediğini söylesindi fakat annemin yanında bu lafları söyleyemezdi. Fakat sabırdı bu. Birincisine tamamdı, ikincisine tamamdı fakat üçüncüde de insan bir düşünüp artık yeter diyordu. Bu sefer benim bile beklemeyeceğim o hareketi yaptım ve saçının arkasından sıkıca tutup geriye çektim. “Ne diyorsun be sen? Kim onu ayartmaya çalışıyor iyi düşün, sırf inat olsun diye kim yanaşmaya çalışıyor? Ya bir anla artık, o beni seviyor. Kabullen. Çocuk musun da bu hareketleri sergiliyorsun?”
Cidden bu kızla artık aynı ortamda bulunamayacaktım. Ya ben ya o meselesi olmuştu. En kısa sürede Suzan Hanımla konuşacaktım.
“Seni var ya-“ diyerek üzerime çullanmaya başlamıştı ki duyduğumuz sesle ikimiz de durulduk.
“Ne oluyor lan burada!”
Atahan gelmişti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |