11. Bölüm
Ravzanur Aygün / PENÇE / 10.BÖLÜM

10.BÖLÜM

Ravzanur Aygün
ravzanur_

Duyduk birkaç piç avlanacak, çıkarız dağlara bozkurtçasına.

                                                                                                                       ***  

Albay Cahit makam odasında oturuyordu önündeki dosyaları incelerken çalan telefon sesini duydu. Masasının üstünde duran tuşlu, askeriyeye ait telefon çalıyordu uzanıp telefonu aldı ve kulağına yasladı. Arkasına yaslanırken cevap verdi. “Albay Cahit Gültekin.” Dediğinde karşıdan gelen ses MİT’ ten olan başkana aitti. “Albayım.” Cahit albay başkanın sesini duyduğunda kaşları çatıldı başkanın sesi kötü bir şey olduğunu haykırıyordu.

“Başkan?” Cahit albayın sesi sorunun ne olduğunu sorar nitelikteydi telefondan gelen derin bir nefes alma sesi doldu kulağına. “Albayım, büyük bir sorunumuz var.” Cahit albayın kaşları daha fazla çatıldığında sessiz kalarak başkanın devam etmesini bekledi.

“MİT bir operasyon yapacaktı ama ters giden şeyler oldu ve operasyonu yapacak dört kişilik ekibimiz tuzağa düştü. Esirler.” Cahit albay içinin öfkeyle kaynadığını hissettiğinde kaşları mümkünmüş gibi daha çok çatıldı. Ama sessiz kalmaya devam ederek başkanın devam etmesini bekledi. “Kuzey Irak’ta bir terörist ininde olduklarını biliyoruz ve o teröristler ekibimizle video çekip yayınlamışlar. Şu an bir krizin tam ortasındayız albayım, adamlarımı bana geri getirin.” Başkanın sesi emir verir gibi değil rica eder gibiydi Cahit albay ise son duyduklarından sonra öfkeden kaynayan bir volkana dönüşmüş oturduğu yerden doğrulmuştu.

“Onları vatanlarına sağ salim getireceğiz.” Cahit albayın güven veren sesine karşılık başkan birkaç bilgi daha verip aramayı sonlandırdı. Cahit albay oturduğu yerden kalktığında sinirle odasında volta attı. O itler ve yaptıkları albayı her geçen gün daha fazla sinirlendiriyordu ama soysuzların soyları da kurumuyordu. Yine vazgeçmeyecektiler, o soysuzların soyunu kurutmaya yemin etmişti bu askerler. Albay gür sesi ile kapının önünde duran postasına seslendi, komutan postası içeriye girip asker selamı verdikten sonra hazır ol da bekledi.

“Pençe ve Kartal Timlerine haber verin göreve hazır olsunlar, o iki deli yüzbaşıyı da çağırın yanıma gelsinler hemen.” Albayın gür ve sert sesinden sinirli olduğu anlaşılıyordu, komutan postası emri aldıktan odadan çıktı. Albayı daha da mutsuz eden bir şey vardı; o iki deli. Zaten tek başına yeterince deli değillermiş gibi bir de onları beraber göreve göndermek zorunda kalacaktı.

En son o ikisi bir araya geldiklerinde kırmızı listede aranan teröristlerden birini alıp getirmişler, gelmeden önce de her yeri ateşe vermişlerdi.

Şimdi kim bilir ne yapacaklardı? Yeterince derdi yokmuş gibi bir de bunu düşünmek zorunda kalıyordu. Sinirle koltuğuna oturduğunda elleri masada ritim tuttu.

On dakika sonra kapı çalındığında albay izin verdi. “Gel.” Odanın kapısı açıldığında önden Yüzbaşı Ülgen onun ardından ise Yüzbaşı Göktürk girdi. İkisi de yan yana durup asker selamı verdiklerinde albay başıyla onayladı. “Göreve gideceksiniz, görev detayları zaten size verildi. Peki sizi neden çağırdım biliyor musunuz?” Elbette biliyorlardı ama sessiz kaldılar, albay arkasına yaslandığında delici gözlerle ikiliye bakıyordu. “Sakın bir delilik yapmayın.” Albay uzatmadan direkt söylediğinde bir sessizlik oluştu ikisi de emredersiniz komutanım demedi.

Albay daha fazla sinirlendiğinde hışımla oturduğu yerden kalktı ikisinin karşısında durduğunda ellerini arkasında bağladı. “Anlaşıldı mı asker!” Albayın gür sesi ile ikisi de istemeyerek “Emredersiniz komutanım.” dediler. Albayın zaten sinirleri yeterince tepesindeydi bir de bu ikisi daha fazla sinirlendiriyordu.

“İyi, şimdi gidin ve o vatan evlatlarını vatanına geri getirin.” İki yüzbaşı da başları ile onaylayıp gür bir sesle “Emredersiniz komutanım.” dediler. İşte şimdi isteyerek söylemişlerdi o itlerin soylarını kurutmayı istiyorlardı.

İkisi de bir baş selamı verip odadan çıktılar albay ilerleyip camdan dışarıda ki uçağa baktı birazdan gideceklerdi.

                                      

 

 

 

 

 

 

 

 

           

 

 

 

 

*******

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaskımı başıma geçirdiğimde elime G3 silahı alarak hazırlığımı tamamladım hangardan çıktığımda timim beni bekliyordu. Bekleyen bir tim daha vardı; Kartal timi. Evet beraber göreve çıkacaktık görevlerimiz farklı olacaktı ancak gideceğimiz yer aynı olacağı için birlikte gidecektik. Zaten bu yüzden bir helikopterle değil de bir uçakla gidecektik.

“Hazır mı herkes?” Ayberk’in sorusunu hepimiz onayladığımızda önce Kartal, sonra ise Pençe Timi bindi uçağa ve en sonda biz kaldık. Yüzbaşının benim geçmemi beklediğini gördüğümde tempolu bir koşuyla uçağa bindim ardımdan ise o. Uçağın kapısı kapanırken hepimiz yerleşmiştik timler ise goygoya çoktan başlamıştı. Uçak havalanırken konuşulanlara kulak verdim.

“Düğün kalabalık galiba, iki tim gittiğimize göre.” Bunu söyleyen Oğuz’du ona gelen sert cevap ise Beren’dendi. “Düğün bittiğinde seni damat yapıp postalayacağız, nasıl?” Herkes bıyık altından sırıttığında Turgut’tan bir ses yükseldi.

“Oo gelin kim?” Herkes gülerken Oğuz sırttı. “Bir hanımefendi.” Oğuz’un sözü üzerine herkesten bir oo sesi yükseldi. Sınıfta laf sokulunca bağıran ergenler gibiydiler, hayır ben bunları seçerken nerede hata yapmıştım?

“Çifte düğün yapmayı düşünür müsünüz komutanım?” Akınalp’in sorusuyla anında o kalın ve sert ses duyuldu. “Niye? Ölümle evlenmeye mi karar verdin?” Ayberk’in buram buram tehlike kokan sesine karşılık sırıtmamak için yanağımı dişledim. Bu çocuğa takmıştı, rahat vermeyecekti. “Yok komutanım.” Akınalp’in korku dolu sesine karşılık o ses yine duyuldu. ”İyi." Ayberk huysuzca önüne döndüğünde ifademi düzelttim. Kendisi tam karşımda oturuyordu da.

“Oğlum çek şu bacağını lan, namusuma tecavüz ediyorsun resmen.” Kutay’ın sesine karşılık bakışlarımı yanında oturan Turgut’a çevirdim. Turgut’un bacağı Kutay’ın bacağına sürtünüyordu, bunlar aynı evde nasıl yaşıyordu bilmiyordum umarım hiçbir zaman da bilmezdim. “Abartma lan.” Turgut ve Kutay bakışlarını bize çevirdiklerinde yutkundular ve aynı anda “Özür dilerim komutanım.” dediler. Önüme döndüğümde yeşilleriyle denk düştüm, içimde garip bir his oluştuğunda bakışlarımı ondan çektim. Aramızda bir elektrik var gibiydi.

“Teğmenim nasılsınız? Görüşmeyeli uzun zaman oldu.” Metehan’ın eğlenen sesini duyduğumda bakışlarından sözlerinin Sare’ye olduğunu anladım. “İyiyim komutanım.” Sare’nin küfreder gibi verdiği cevapla dudağımın kenarı belli belirsiz yukarı kıvrıldı. “Bende iyiyim teğmenim, sağ ol.” Metehan’ın sözlerine sessizce aşını salladı Sare, ama bu sefer Metehan bana döndü.

“Askerlerin de senin gibi kaba yüzbaşı.” Sessizce aynen dercesine başımı salladım şu an hiç goygoy havasında değildim. “Günay, Çetin sizde durumlar nasıl?” Turgut’un sorusunun aşk işleri olduğunu biliyordum çünkü Turgut ve Kutay timin saplarıydı ya işten ya aşktan konuşurlardı. Ama kıyamam hayatlarında bir kadın yoktu. Aslında yakışıklı adamlardı ama neden yoktu onu bizde bilmiyorduk.

“Bence bizim timde en erken düğünü Akınalp komutanım yapar.” Ege’nin sözleri üzerine Akınalp anında Ege’ye çevirdi bakışlarını.

“Niye? Kim varmış hayatında?” Ayberk’in tehlike kokan sesini duyan Akınalp bu sefer korku dolu bakışlarını Ayberk’e çevirdi. Akınalp ne cevap vereceğini bilemiyor gibiydi var dese bu uçaktan büyük ihtimalle tek parça halinde çıkamayacaktı. Ama yok da demiyordu, inkar etmiyordu hepimiz Akınalp’in sessiz kalacağını sanırken, bizi şaşırtan ondan duyduğumuz sözlerdi.

“Var biri komutanım.” Demişti herkes sus pus olurken Ayberk’in sesini duydum çok yakından. “Kimmiş o biri?” Akınalp bu sefer sessiz kalmıştı çünkü daha fazlasını söylemeye cesareti yoktu, cesarette bir yere kadardı. Karşısında ki kişinin kim olduğunu çok iyi biliyordu.

Akınalp sessiz kalınca Ayberk’te bir şey söylemedi ama ters bakışları arada Akınalp’i buluyordu. Timler kahkahalarla goygoya devam ederken Akınalp Ege’ye sövmekle meşguldü. Hakkını vermeliydim yaratıcı küfürleri vardı. Ben ise sessizdim, aklımda operasyon planında bir eksik olup olmadığını düşünüyordum bir komutan olarak düşünmem gereken şeyleri düşünüyordum. Ama benim gibi hiç sesi çıkmayan biri daha vardı, Uraz.

On dakika sonra iniş yapacağımız bildirildiğinde bindiğimizden beri boş boş konuşan timlere yönelttim bakışlarımı. “Hepiniz boş konuşmayı kesin.” Düz ve sert bir sesle söylediğim sözler üzerine hepsi sustu bende devam ettim. “Bir Türk köyünün yakınlarına ineceğiz, terörist konvoyu bu köyün yakınlarından geçecek çünkü. Bu köyde bir gece geçireceğiz ardından Kartal Timi konvoyu peşine düşecek, Pençe Timi ise MİT mensubu arkadaşları kurtarmaya gidecek. Anlaşıldı mı?” Kısaca özet geçmiştim konvoyu nasıl halledeceklerini Göktürk bilirdi bizim görev için ise bir planım çoktan vardı. Herkes anladığını belirtircesine başıyla onayladığında oturduğumuz yerden kalkıp paraşütleri aldık.

Uçak sabit bir şekilde havada dururken kapısı açıldı, en önde ben ve timim vardı en önden atladığımda peşimden de diğerleri sırayla atladı. Belirli bir mesafeye ulaştıktan sonra paraşütümü açtım havada süzülerek yere indik.

Yere inmiştik uçak ise çoktan gitmişti biz ise çoktan yola koyulmuştuk en önde Göktürk vardı, ardında ise Aslankara. Ve onların ardında ise ben, Ayberk ve Metehan benim önümdeydiler ve tek sıra halinde ilerliyorduk. Benim arkamda timim vardı onlardan biraz mesafe aralıkla ise Kartal vardı. Köye doğru ilerlerken saat öğlene vuruyordu, arkada timimin boş konuşmalarını duyabiliyordum. Ama önümde ve bende çıt yoktu.

En nihayetinde köye varmıştık, aslında yolculuğumuz çokta uzun sürmemişti köye geldiğimizde bir amca yanımıza geldi. Yüzünde birçok duygu barındıran bir gülümseme vardı. “Türk askerisiniz değil?” Bozuk Türkçesi ile konuştuğunda Ayberk onu onayladı yine üç yüzbaşı olarak yan yana duruyorduk. “Türk askeriyiz.” Amcanın yüzündeki gülümseme daha da büyüdüğünde bize eliyle yol gösterdi.

“Şu ilerde boş arazi vardır muhtar oradadır, o yardımcı olur size.” Ayberk başıyla onayladığında bakışlarım anlık ona kaymıştı. Üstündeki askeri yelek onu daha heybetli gösteriyordu yüzünde burnuna kadar kapatan yeşil bir maske vardı. Başında kaskı vardı sadece yeşil gözleri görünüyordu ve yeşillerinde dönen bir katliam vardı. Elinde tuttuğu silah, sırtında taşıdığı çantası tüm her şeyiyle bir Türk askeriydi.

Amcanın söylediği boş araziye geldiğimizde yüzümde silik bir tebessüm oluştu, bu boş arazide çocuklar top oynuyordu. Erkekler futbol oynarken kız çocukları kenarda el yapımı bebekleri ile oynuyorlardı. Muhtarın evine doğru ilerlerken bana doğru gelen kız çocuğunu gördüm, durdum. Ben durduğumda arkamdaki herkes durdu önde ilerleyen Göktürk ve Aslankara’ da bunu fark etmiş olmalılar ki durmuşlar bize bakıyorlardı.

Asla diz çökmeyen ben kız çocuğunun boyuna yetişebilmek için tek dizimi kırarak diz çöktüm. Çünkü biliyordum o kız çocuğu da Türk kanını taşıyordu, çünkü biliyordum o kız çocuğunu korumak benim görevimdi. “Siz Türk askerisiz?” Bozuk Türkçesi tatlılığına daha bir tatlılık katıyordu, gülümsedim ama o maskemden dolayı bunu göremedi. “Evet biz Türk askeriyiz.” Bana bir adım yaklaştığında gözlerinde mutluluk vardı ve bunu dışarıya da yansıttı. Gözlerinin içi parlarken mutlulukla el çırptı. “Sende askersin, komutansın?”

Gülerek başımı salladım sorusuna başımı salladım. “Evet, komutanım ben.” Yerinde rahat duramazken mutlu olduğu her halinden belliydi. “Bende senin gibi olmak isterem.” Gözlerime bir gurur oturduğunda bir elimle kolunu destek verircesine sıktım. “Olursun tabi.” Sözlerimle daha da mutlu olurken bu sefer utangaç bir tavıra büründü bir ayağı yerdeki kumlara desen çizerken utangaç bir sesle sordu.

“Sana sarılabilir miyim?” Aslında buna izin vermemem gerekiyordu ama bu güzel Türk kızı bu kuralı çiğnememe sebep oldu. Gülümsedim ve silahımı kenara bırakıp kollarımı açtım sarılması için, sevinçle bana sarıldığında bende ona sarıldım. Geri çekilirken yanağıma bir öpücük kondurduğunda kanımın kaynadığını, midemde kelebeklerin uçuştuğunu hissettim. “Tekrar görüşürüz komutan.” Dediğinde güldüm ve silahımı elime alarak ayağa kalktım, asker selamı verdim. “Emredersiniz komutanım.” Sözlerim üzerine attığı masum kahkaha benim için birçok şeye bedeldi, benim gibi asker selamı verdi. Tam ilerlemeye devam edecekken Sare ve Beren’in de bir erkek çocuğuyla konuştuklarını gördüm. Yüzümdeki gülümseme silinmezken önüme döndüm ve yeşillerle denk düştüm. Denk düştüğümüzde anında ifadesini düzeltti ben ona bakmazken gözleri farklıydı ama ben dönünce o buz gibi soğuk ve sert haline dönmüştü. Anlık yakalamıştım bu durumu, umursamamaya çalıştığımda o ise dönüp muhtarın evine ilerledi.

Muhtar ile görüşmüştük, sağ olsun bizi çok iyi misafir etmişlerdi buraya hep teröristler uğradığından Türk askerini görmek onları çok mutlu etmişti. Bir gece burada kalacağımızı duyunca daha fazla sevinmişlerdi bize ise bir ev ayarlamışlardı. İki tim aynı evde kalacaktık bundan elbette ki şikayet etmiyorduk buraya gelirken ayrı evlerde, odalarda kalmak gibi isteklerimiz yoktu. Bu misafirperverliği onlar bize yapmıştı teşekkür edip oturacaktık. Kartal Timi bölgeyi keşfe çıkmışlardı yarın ki konvoyu batırmak için en uygun mevkiyi bulacaklardı.

Biz ise Pençe Timi olarak köyün güvenliğinden sorumluyduk, herkes köyün bir yerinde duruyordu. Köy zaten çok büyük değildi toplasan yirmi hane falandı, ben ise o geniş arazide oyun oynayan çocukları koruyorum.

Ağırdı. Top oynayan çocukları koruyorum. Aslında onlar güvende olmalılardı değil mi? Ama değillerdi, hayat acımasızdı. O masum çocuklar teröristin ne olduğunu bilmelilerdi ama en az benim kadar iyi biliyordu hepsi. Burası kendi kendine ayakta kalan bir köydü, köyün erkeklerinin çoğu silah kullanmayı biliyordu. Şaşırmamıştım Türk’tü çünkü, kanında vardı. Kanımızda vardı cengaverlik. Yaşadığımız modern dünyada bunu fark etmiyorduk, kimse fark etmiyordu ama aslında o modern dünyada bile o savaşçı kimlik hep kanımızdaydı.

Araziden geçen köylüler bana selam veriyor, yanıma gelip bir ihtiyacım olup olmadığını soruyorlardı bu ise maskemin altında silik bir tebessüm oluşturuyordu. Bana doğru gelen eski topu gördüğümde ayağımla tuttum. “Komutan topu atarsın?” Erkek çocuğunun sesi ile topu havaya kaldırdım ve attım çocuk topu göğsüyle tutup oyuna geri döndü. Ayberk’in o piknikte bize futbol oynatmanın garip bir faydası oldu.

Hava kararmış saat neredeyse gece yarısına vuruyordu Kartal Timi de gelmişti, yemek yemiş sonra ise bizim için verilen eve gelmiştik. Göktuğ, Turgut, Kutay, Emir, Çetin ve Ege köyün etrafında nöbet tutuyordu sonra nöbet değişecekti. Evin geniş salonunda oturuyorken Göktürk’ün sesini duydum. “Kalkın yatın lan sabah yavaş nefes alanı görürsem çökerim gırtlağına.” Etkili bir tehditti, herkes oturduğu yerden ayaklandığında oturan bendim çünkü şimdi olacakları biliyordum. Evde üç oda bir salon vardı ve biz 12 kişiydik, yani evin içinde olan 12 kişiydik.

“Komutanım evde üç oda bir salon var, kim nasıl yatacak?” Mantıklı soru Sare’den gelmişti ona gelen cevap ise Aslankara’dandı. “Ben bir yüzbaşı olarak tek yatacağım siz ne yapıyorsanız yapın. Beni rahatsız etmemek kaydıyla.” Sare’nin Metehan’ın üstüne atlamamak için kendini tuttuğuna yemin edebilir, kanıtlayamayız.

“Başka isteğin paşam? İte bak dağda kuş tüyü yatakta yatıyor sanki.” Göktürk’ün öfkeli sesine karşılık sırıttım cidden şu ikisinin didişmesini izlemek çok keyifliydi. Her zaman didişirlerdi ama dostlukları da herkesi konuştururdu.

Göktürk ve Aslankara.

Bu ikiliyi çok duymuştum, dostlukları ise gerçekten güzeldi namlarını duyurmuş heybetli beylerdi kendileri. “Şaka yapıyorum.” Metehan’ın sözleri üzerine Ayberk ters ters bakmakla yetindi. “Atakan, Kutay, Turgut, Oğuz ve Uraz siz şu odada kalın.” Sözlerim üzerine hepsi başlarını sallayarak beni onayladılar ve gösterdiğim kapının yanında ki odaya ilerlediler. “Emir, Doğan, Günay, ve Akınalp siz bu odada kalın.” Ayberk’i onaylayarak gösterdiği odaya ilerlediler, Beren, Sare, ben ve iki yüzbaşı kalmıştı.

“Beren, Sare ve siz ikiniz diğer odada kalın.” Metehan’ın yüzünde gördüğüm vatan gülüşüne ters ters baktım hayır gülüşü güzeldi de umarım anlamı da güzel olurdu. “Uyumayı düşünmüyor musun?” Ayberk’in soğuk ve sert sesiyle söylediklerinin üzerine Sare benimle göz göze geldi.

Ben geceleri uyuyamazdım. Sare biliyordu.

Bakışlarımı ona çevirdim ve aynı onun gibi soğuk ve sert bir sesle konuştum. “Hayır.” Omuz silktiğinde gelen sözler Beren’e aitti. “Komutanım dinlenmelisiniz.”

“İyi böyle.” Dedim geçiştirerek, böyle iyi değildi ama artık alışmıştım rutindi benim için. “Neden uyumamakta bu kadar inatçısın?” Metehan’ın sorusuyla derin bir nefes verdim.

Değilim.

Ben inatçı değildim uyku bana haram olalı çok olmuştu çocukken kabuslu uykularım vardı ama biraz büyüyünce o da gitmişti ve uykusuzluk baş göstermişti. “Uykum yok.” Bakışlarım Metehan’ın gözlerinden bir çift yeşile kaydı, gözlerini kısmış bana bakıyordu. Sanki bir şeyleri anlamaya çalışıyormuş gibiydi ama sonra bunu umursamayarak odaya ilerledi.

Herkes odasına gideli neredeyse on beş dakika olmuştu, ben ise salonda ki koltuğa oturmuş silahımı temizleyerek uğraşmaya çalışıyordum. Yan tarafımdaki kapının açıldığını ve ardından onun sesini duydum.

“Gidin salonda yatın lan.” Kim bilir yine neye sinirlendi? Bakışlarımı yan tarafa çevirdiğimde yüzlerine kapı kapanırken Aslankara ve Sare’yi gördüm. Ne halt yiyip de kendilerini kovdurmuşlardı acaba? Metehan sırıtırken ilerleyip üçlü koltuğa uzandı ama Sare hala ayakta bekliyordu. Metehan rahattı çünkü rütbemiz aynıydı ama aynı durum Sare için geçerli değildi. Başımla rahat olması gerektiğini belirten bir sallama hareketi yapınca ilerleyip ikili koltuğa uzandı.

“Kendinizi odadan kovdurmayı nasıl becerdiniz?” Sırıttığında sorumu Metehan cevapladı. “Teğmen benimle yatmayı kabul etmeyip benimle inatlaştığı için kovulduk.” Kaşlarım çatılırken ters bakışlarım Metehan’ın yakışıklı yüzündeydi ama onun gözleri kapalıydı.

“Haklı. Neden birlikte yatasınız?” Sırıtışı genişlerken o yakışıklı yüzünü dağıtmak gibi isteklerim vardı ama kendime hakim oldum. “Odada iki yatak ve bir koltuk vardı. Göktürk ile birlikte yatamayacağımıza göre beraber yatmak zorundaydık.” Ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyordum ama bir yandan da Ayberk ve Metehan’ın birlikte yattığı düşüncesi aklıma gelince gülmek istedim. Göktürk ve Aslankara. Birlikte yatsalar cidden çok şey olabilirdi. Tehlikeliydi. Gülmemek için aklıma gelen düşünceyi kovduğumda ciddiyetime geri döndüm.

“Beren ve Sare birlikte yatabilirdi?” Sözlerim üzerine sessiz kaldı, biliyordu çünkü haklı olduğumu. Uyumuş rolü yaparken göz devirdim. Şu an bir görevde olduğumuzdan bir komutandım ve Sare ben burada dururken uyumayacaktı biliyordum çünkü şu an onun komutanıydım.

Uyumasam bile en azından uzanmaya karar vererek Beren ve Göktürk’ün bulunduğu odaya ilerledim, sessizce kapıyı açıp içeri girdim ve aynı sessizlikle arkamdan kapıyı kapattım. Göktürk bir yatakta, Beren ise bir yatakta yatıyordu ve eski üçlü bir koltuk vardı. Beren ve Ayberk’in yatakları paralel duruyordu ve kapının hemen yanında üçlü bir koltuk vardı, sessizce koltuğa uzandım.

Yastık olmadığı için elimi başımın altına koyarak yastık olarak kullandım, bakışlarım tavandayken bir hareketlenme hissettim. Başımı yan tarafa çevirdiğimde Ayberk’in kalkıp sürahiden bardağa su doldurduğunu gördüm. “Ne o yüzbaşı? Uykun mu geldi?” Soğuk ve samimiyetsiz sesinin üzerine bakışlarımı tekrar tavana çevirdim.

“Hayır, Metehan ve Sare’yi odadan kovduğun için salonda yatıyorlar ama Sare bir komutan olarak ben salonda otururken uyumaz. Bende uzanmak için geldim.” Yaptığım şeyi fark ettiğimde kaşlarım çatıldı ben neden şu an açıklama yaptım? Hayır desem yeterdi yani ben niye böyle bir şey yaptım? Hayır yani kimseye hesap vermeyip açıklama yapmazdım niye yaptım şu an?

Sinirle gözlerimi kapattığımda Ayberk’te sessiz kalmıştı tekrar yatağına yattığını hissettim ve kısa bir süre sonra gözlerimi açıp ona çevirdim. Buradan yüzünü görebiliyordum, onu izlemeye başladım.

Bu aralar fazla saçma şeyler yapıyordum ama bu farklıydı ona bakınca anıların beni rahat bırakması, zihnimdeki seslerin susması ise saçmalıkta farklı bir boyuttu. Gözleri kapalıyken, ben yakışıklı yüzünü izlerken sesini duydum. Uyumuyordu değil mi?

“Gözlerini benden alamıyor gibisin.”

“Gözlerimi senden almak istemiyorum.” Sözlerim üzerine kaşları çatıldı gözleri açıldığında bana baktı. Ben dedim az önce? Cidden dilimi ısıracaktım. Boşluğuma denk gelerek söylediğim sözler yüzünden camdan atlamayı düşünebilirdim. Ama maalesef atlamak bile olmaz çıkmak olurdu. “Bu da ne demek?” Sözleri üzerine yutkundum aferin sana Umay! Sıçtın sıvadın şimdi düzelt bakalım!

“Hiç.” Diyerek saçma bir cevap verdiğimde utançla gözlerimi kapattım, aman ne güzel!

“Hiç mi? Daha önce sana dengesiz olduğunu söyleyen olan oldu mu yüzbaşı?” Gözlerim hala kapalıyken başımla onu onayladım.

“Ben başta olmak üzere beni tanıyan herkes.” Yine açıklama yaptığımı fark edince anında gözlerimi açtım. Ne oluyor lan? Ben bu adama neden açıklama yapıyorum! Dışarıdan bir deli gibi görünüyordum büyük ihtimalle ama işler cidden bok yolunda gidiyordu.

“İyi, bir de bende söylemiş olayım. Hayatımda senden daha dengesiz bir insan görmedim.” Sesi o kadar soğuktu ki içimde tipi başlatıyordu derin bir nefes aldım ve sessiz kaldım.

Kısa bir süre geçtikten sonra aklıma anılar dolmaya başlayınca gözlerimi açarak bakışlarımı ona çevirdim. Anılar yok olmaya başladığında dudaklarım şaşkınlıkla aralandı, bu mümkün müydü? Bakışlarımı üzerinde hissetmiş olacak ki gözlerini açtı ve bana baktı.

“Neden sürekli beni izliyorsun?” Sesinden ciddiyet akıyordu ve benim bir açıklama yapmam gerekiyordu çünkü sapık gibi adamı izliyordum! Haklıydı! Mantıklı bir bahane uyduramayınca gerçekleri söylemeye karar verdim. “Hikayemi zaten biliyorsun o günden sonra uykularım kabuslu oldu, biraz büyüyünce de tümden haram oldu uykular bana. Geceleri uyuyamıyorum, her gece o anılar aklıma doluyor ama sana bakınca, seni izleyince beni rahat bırakıyorlar.” Yattığı yatakta oturur pozisyona geldiğinde kendime küfrettim. Onu rahatsız etmek istemezdim, anıların beni öldürmesine izin vermeliydim.

“Deli yürek sen ciddi misin? Ciddi bir uyku problemin var. Ve onun çözümü ben miyim?” Uzun zaman sonra deli yürek dediğinde dudaklarım usulca yukarı kıvrıldı. “Sensin.” Dedim onu onaylayarak, onun dudakları da benim gibi şaşkınlıkla aralandı. Evet gerçekten garipti.

“O yüzden mi bana refakatçilik yaparken gözlerini benden ayırmıyordun?” Onun da etkisi vardı ama asıl sebebim geceleri sürekli üstünü açması ve o gece terlemesiydi. Sürekli üstünü örtüp terini silmiştim asıl sebep buydu ama diğerinin etkisi de vardı. Ama tabi ki bunu ona söylemedim.

“Evet.” Sözlerimle kaşları havalandı sonra gözleri etrafta oyalandı gözlerini tekrar bana çevirdiğinde hafifçe kısıldı. “Uyumanı sağlayabilirim.” Anlamayarak kirpiklerimi kırpıştırdım, bunu nasıl yapacaktı ki? “Ne?” Dediğimde bakışları bana odaklıydı yan taraftaki yatakta uyurken sağ tarafa dönen Beren umurunda değil gibiydi.

“Eğer bana bakmak zihnindeki anıları engelliyorsa, belki kokum da uyumana sebep olabilir.” Sesi eskisi kadar soğuk değildi ama önceden olduğu gibi samimi ve yumuşak da değildi. Ortalarda bir şeydi. Bir saniye ne? Kokusu mu? Ve uyumak? Hayatta olmazdı. İzlemek bana yetiyordu rahatsız oluyorsa izlemezdim ama o kadarı da fazlaydı, mesafeyi aşıyorduk.

“Gel yanıma.” Dediğinde gözlerimi kocaman açtım ve anında oturduğum yerde dikleştim. “Ne? Efendim? Bana hayran olmanı anlıyorum ama seninle uyumayacağım.” O da buna pek meraklıymış gibi görünmüyordu aslında istediği bana yardımcı olmaktı büyük ihtimalle. Ama olmazdı.

“Senin katır inadınla uğraşamam tamam mı?” Sert ve soğuk bir sesle söyledikleriyle yutkundum. Uğraşmak zorunda değildi. “Albay genel komutaya beni atadı biliyorsun yani sende benden emir alacaksın. Bu bir emirdir gel yanıma.” Sesi şimdi yumuşamıştı. Bir de dengesiz olan bendim sözde. Bu adam benim dengelerimi bozuyordu üstelik kendi de dengesizdi.

“Ben emir dinlemem.” Diyerek sırıttığımda yeşillerinde gördüğüm bakışla yutkundum pekala şu an bir komutandı. Hayır işin saçması bu da deliydi. Ben delilik yapmayayım diye albay onu genel komutaya atamıştı. Kendi askerinden haberi yoktu galiba.

Kardeşini kaçıran teröristi kaçıran bir deliden bahsediyorduk.

Cidden genel komutaya bu deliyi atamak pek de doğru, hatta hiç doğru bir fikir değildi ama olan olmuştu. Ve maalesef paşa paşa oturduğum koltuktan kalkarak onun yanına ilerleyip yatağının başında dikildim. Dışarıdan Azrail gibi görünüyor olmam muhtemeldi Beren şu anda kalksa büyük ihtimalle beni terörist sanıp vururdu. Ama Allah’tan kalkmamıştı dileğim ise sabaha kadar kalkmamasıydı.

Ayberk üstündeki battaniyeyi açtı ve yatakta duvar dibine kayarak bana yer açtı. Tekli yatakta minik bir boşluk açıldı, Ayberk’in heybeti bu kadar müsaade ediyordu. Yatağa uzanırken kalp ritimlerimde bir hızlanma hissettiğimde içten en okkalısından bir küfür savurdum.

Hayır heyecanlı filan değildim. Lanet kalbim!

Yatağa uzandığımda Ayberk bana doğru dönmüş yan yatıyordu. “Bana dön.” Dediğinde midemde hissettiğim hisle cidden kafayı yiyecektim bu nasıl bir saçmalıktı! Nerede mesafe!

Paşa paşa ona doğru döndüğümde bakışları benim yüzümdeydi ama ben tam olarak göğsüne bakıyordum kaslı göğsüne baktığımı fark ettiğimde gözlerimi hemen kapattım. Görmedi dimi? Biri bana görmediğini söylemeliydi. “Bende memnun değilim sadece bir şeyi denemem gerekiyor, bu gecelik idare et.” Dediğinde deneyeceği şeyin kokusunun benim uyumamı sağlayıp sağlayamayacağıydı. Başımla onu onayladım çünkü bunu cidden bende merak etmiştim hayır ona bakınca anılarımın beni rahat bırakması da değişikti çünkü.

Eli belime dolanıp beni kendine çekti ona biraz daha yaklaştığımda burnuma kokusu doldu. Barut kokuyordu, hafif bir şampuan kokusu vardı ve kendine has bir kokusu vardı. Bu üçünün karışımıyla cidden farklı ve güzel bir koku ortaya çıkıyordu. Gözlerim zaten kapalıydı kokusu da burnuma dolmuştu ve bir de ritim değişikliğim vardı.

Sövecektim.

Zaten gerilmiştim bir de kalbimin ritim değişikliği ayrı bir gerginlikti şu an patlamaya hazır bombaydım, bu gerginlikle kimseye denk gelmemeliydim. Ben bu gerginlikle uyuyamazdım.

Dakikalar birbirini kovalarken mayıştığımı hissetmeye başladım. İçim geçer gibi olduğunda uykunun kollarına çekildim.

                                        

 

 

 

 

 

 

 

 

*******

                                                                                                                                                                                        A.G. 

Kollarımın arasında duran beden yüzünden kalbimde bir hızlanma vardı. Deli yürek tam olarak kollarımın arasında uyuyordu. Olaylar çok hızlı gelişmişti, geceden beri beni izlediği için onun dengesiz olduğunu düşünüyordum ama düşündüğüm şey yanlıştı. Bana bakınca anıları onu rahat bırakıyordu bu yüzdendi bana bakışı yoksa aramızda o mesafe hala vardı.

Ama gerçekten farklı bir durumdu bana bakınca anılarının onu rahat bırakması... O da buna anlam veremiyordu zaten bakışlarından belliydi. Ama bir şeyi merak etmiştim kokum onu uyutabilir miydi? Ciddi ciddi bunu denemiştim ve işin ilginç yanı işe de yaramıştı. Gerçekten uyuyordu.

Yani bu işi ona biraz zorla yaptırmış olmuştum bu yüzden biraz sinirliydim kendime, onu bir şeylere zorlamaktan nefret ediyordum. Bu yüzden bana sinirli olduğunu da biliyordum yani o daha çok, ikimizde deliyken genel komutanın bana verilmesine sinirlenmiş olabilirdi. Albay beni de biliyordu zaten ama beni daha yakından tanıdığı için vermişti.

Deli yürek kolumu yastık olarak kullanıyordu, aslında kullandırtan bendim yani o beni rahatsız etmemek için yapmamıştı. Şimdi ise durmuş onu izliyordum, yani uyuduğundan beri onu izliyorum. Gece camdan ayın ışığı vuruyordu yüzüne ve güzelliğini gözler önüne seriyordu. Böyle bir güzellik ise benim için ilk ve tekti.

Biçimli kaşları, bozkurt bakışlı gözleri, yüzüne mükemmel oturan burnu ve dolgun dudakları. Buğday teni ise güzelliğine konulan bir nokta gibiydi.

Ben onu izlerken onun başı içgüdüsel olarak göğsüme doğru eğildi. Kokumu daha fazla arıyor gibiydi belinden tutarak onu kendime yaklaştırdım ve elim tekrar sırtında durdu. Onu tutmam lazımdı, zaten minik bir alanda uyuyordu düşmesi olasıydı.

Bana bakınca anılarının onu rahat bırakması ve kokumla uyumasının psikolojide bir açıklaması olabilirdi. Bunu kardeşime sormalıydım Eda öğretmen olabilirdi ama psikolojiye de ilgisi vardı ve psikoloji de okumuştu. Eğer görevden dönebilirsek bunu kesinlikle soracaktım.

Gecenin sonuna gelirken deli yüreği uyandırmam gerekiyordu birazdan şafak sökecekti ve hepimizin hazır olması gerekiyordu. Henüz kimse kalkmamışken onu uyandırsam iyi olurdu, diğerlerine böyle birlikte uyurken yakalanmak istemezdik. “Deli yürek.” Diye mırıldandım deli yüreği uyandıracağım diye Beren’i uyandırmasam iyi olacaktı. “Hmm.” Bir mırıltı çıkardığında sırıtmak istedim ama anında bu isteğime hakim oldum.

“Günaydın.” Kaşları çatıldığında gözleri yavaşça aralandı. O uzun kirpikleri aralanırken ve o mucize gözleri görüş açıma girerken ciddi bir kalp ritim bozukluğu yaşadım. Bu kadar güzel olmamalıydı, bir insan uyanırken bile bu kadar güzel olmamalıydı. Yutkunduğumda gözlerinin içine bakıyordum, anında kendime çeki düzen verdim ama bu sefer yutkunan o olmuştu.

Neden yutkunduğunu biliyordum, benim emrimle benimle birlikte uyumuştu yani geceleri uyuyamayan kişi benim kokumla uyumuştu. Ne söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. “Ben uyudum mu?” Sorduğu soruya başımı salladım, sert olmayan ama yine mesafe koyan bir sesle konuştum. Sert bir sesle konuşmuyordum çünkü onu kırmak istediğim son şey bile değildi normal şartlar altında sert konuşurdum. Ama şu an durum farklıydı. “Evet.” Onaylamam üzerine gözlerinde farklı bir ifade belirdi, ne olduğunu çözememiştim.

“Ben kalkayım artık böyle birine yakalanmak istemeyiz.” Başımla onu onayladığımda Beren’in sesini duyduğumuzda ikimizde donup kaldık. Hassiktir.

“Komutanlarım?” Deli yürek ile birbirimize bakarken aynı anda yutkunduk. Evet Beren, komutanların. Deli yürek sakince yattığı yerden doğruldu yatağın kenarında otururken yerdeki postallarını giyiyordu. “Evet?” Profesyonel sesi nedeniyle bende hiçbir şey olmadığına inanacaktım ama o güzelliği gördükten sonra unutmam maalesef ki pek olası değildi.

“Siz beraber mi yatıyordunuz?” Deli yürek postallarını giyip ayağa kalktı ve koltuğun üzerinden askeri yeleğini alıp giyindi. “Koltuk fazla rahatsızdı beraber uyumak zorunda kaldık.” Deli yüreğin sözleri üzerine yanağımı ısırdım gülmemek için. Kesinlikle öyle olmuştu. Ama deli yüreğin profesyonel sesi gerçekten insanı buna inandırıyordu bu biz bordo berelilerin yeteneklerinden biriydi. İkna kabiliyeti. Bu aslında genelde PÖH’ün özelliklerinden biriydi çünkü yakaladıkları itleri teslim olmaya ikna etmelilerdi. Biz bordo berelilerde aynısı geçerli değildi bizim işimiz teslim etmek değildi. Gırtlağına çöküp canını almaktı ama birçok bordo bereli askerde ikna kabiliyeti vardı. Deli yürek askeri yeleğini de giydiğinde Beren’e resmi, bir komutan bakışı attı.

“Hiçbir şey görmedin.” Beren şaşkın bir şekilde ona bakıyordu, aklına gelen şeyleri tahmin edebiliyordum ama henüz o kadarını başarabilmiş değildik. “Emredersiniz komutanım.” Beren’in onaylaması üzerine deli yürek odadan çıktı, daha doğrusu kaçmıştı. Bende yataktan kalkıp postallarımı giymeye koyuldum.

“Komutanım.” Beren’in sesini duyduğumda düz bir sesle cevap verdim. “Evet?” Bu işin aslını öğrenip inanana kadar ağzıma edecekti. Bir şey demese bile sürekli bakışlarıyla soracak burnumdan getirecekti, bu kız neden böyle diye sorgulamayı bırakalı çok olmuştu.

“Neden birlikte uyudunuz?” Postallarımı giyip bakışlarımı Beren’e çevirdim tek kaşım havalandı. “Hayırdır Teğmen? Sana hesap mı vereceğiz?” Beren gözlerimin içine bakarken bana attığı bakışlarla başımın belada olduğunu en güzelinden anlamış oldum. Her saniyenin detayını öğrenmeden bana rahat vermeyecekti biliyordum. “Yok komutanım estağfurullah.” Dedi ama sesi buram buram artık ensendeyim diyordu. Zaten az derdim vardı ya! Oturduğum yerden kalkıp koltuğun üstüne bıraktığım askeri yeleğimi giydim ve odadan çıktım.

Şafak sökerken herkes uyanmıştı tehçizatıyla eksiksiz bir şekilde duruyorlardı ama deli yürek yoktu yüksek ihtimalle dışarı çıkmıştı çoktan. Metehan’ın yüzünde ise bir sırıtış vardı, geçirecektim o yakışıklı suratına kim bilir yine hangi boka sırıtıyordu.

Metehan'a ters bakışlarımı yöneltirken bende üstümde bakışlar hissettiğimde Beren’in bana baktığını gördüm. Beren ile bakıştığımda bu bakışlarını anlatana kadar hayatımı zehir edeceğini biliyordum. Hayır bakışlarını çekmiyordu da! Önüme dönüp dışarı çıktığımda diğerleri de arkamdan çıktı, deli yürek bize doğru yürürken kaşlarım çatılır gibi oldu. Nereye gitmişti?

Gelip tam karşımda durduğunda çenesini havaya kaldırdı bana bakabilmek için. İşte bu garip bir şekilde hoşuma gidiyordu; asi bir kurt olması. Çenesi her zaman dikti, asiliğini söylemeye gerek yoktu bakışlarında bir bozkurt yatıyordu. Bozkurt bakışlıydı. Başını hafifçe omzuna yatırdı ve benim arkamda kalan diğerlerine baktı.

“Pençe? Ne o Kartal ile çok iyi anlaştınız da göreve onlarla mı gideceksiniz?” Sakin sesi ve yumuşak yüz ifadesi anında dağıldı sert ifadesi ve sert sesiyle bir komutan olarak konuştu. “Gelsenize lan buraya.” Kaba olmak bile yakışıyordu garip bir şekilde. Ne düşünüyordum lan ben? Kendime gelirken Pençe artık deli yüreğin arkasındaydı, bozkurt bakışları bana döndü.

“Dün zaten keşif yaptınız ne yapacağınızı biliyorsunuz size görevinizi anlatmayacağım. Biz diğerlerini kurtaracağız sonra ise uçağın ineceği yerde buluşacağız.” Başımı sallayarak kısa bir cevap verdiğimde deli yüreğin bakışları Beren’e takıldı, Beren ona garip garip bakarken deli yürekte ona öyle baktı. İkisi bakışırken gülmemek için yanağımın içini ısırdım, kahkahalarla gülebilirdim. Bunu benim yerime diğerleri yaptı ortamda bir sessizlik vardı herkes Beren ve deli yüreği izliyordu. Hepsinin yüzünde bir sırıtış vardı, olayın ne olduğunu bilmiyorlardı ama bu bakışmayı kim görse gülerdi.

Ciddiyetimi takındıktan sonra bakışlarımı deli yüreğe çevirdim onun bakışları da bana çevrildi. O gözleri.

Gri gözlerinde yatan bozkurt yaşanacak katliamın habercisiydi. Karşımda bir komutan değil de bir bozkurt vardı. Onunla dalga geçecektim aslında ama aramızda hiçbir şey olmadığı, sadece iki yabancı olduğumuzu hatırlayınca vazgeçtim. Bakışlarımı arkada kalan timime çevirdim. “Kartal gidiyoruz.” Son bir kere ona bakmadım ama sessiz bir cümlesi olduğunu biliyordum.

Yaşa.

Denerdim. Tim ile beraber yürümeye başladık bir saatlik bir yolumuz vardı yürüyerek gidecektik.

Dağda tek sıra halinde yürürken en önde ben vardım ama aklım bu sefer başka yerlerde değildi. En son başka bir şey düşündüğümde beyaz ışığı görmüştüm, bu sefer aynı hatayı yapmayacaktım. Yolu yarılamıştık yarım saatlik bir yolumuz vardı ve timdeki kimseden çıt çıkmıyordu. Çünkü hepimizin içinde normalde olduğundan daha büyük bir öfke vardı.

Ne demekti lan bizim askerimizi esir almak? Bu itler artık fazla olmaya başlamıştı, illa o başlarını gövdelerinden ayıracaktık. Soylarını kurutacaktık. Bayrağımıza göz dikenlerin canını alacaktık bu yolda şehit de olurduk, gazide.

Yolu bitirmiştik, konvoyun geçeceği güzergahın üstündeydik geçecekleri güzergahı dağların olmadığı düz bir alandan seçmişlerdi. Çünkü bizi dağda fark edemeyeceklerini biliyorlardı ama biz düz zeminde de fark edemeyeceklerdi. Kamufile olacaktık yere açtığımız çukurlar vardı onların içine girdik.

Konvoyun sağ ve sol tarafına konumlanmıştık iki kişi dışarıdaydı biri ben diğeri Günay’dı. Ben tam onların yolunun ortasında duruyordum. Keskin nişancıydı ve geldiklerinde bize haber verecekti o da konvoyun göremeyeceği bir yerde konumlanmıştı. Tabi ki tim yine boş konuşmadaydı.

“Metehan komutanım sizde var mı biri?” Soruyu soran Çetin’di, hayır biz neden hep aşk konuşmak zorundaydık? Diğer erkekler gibi maç konuşsak ya! Metehan’ın sesini duydum soruya karşılık. “Niye bu soru hep bana soruluyor lan?” Evet her seferinde bu soruyu Metehan’a soruyorduk çünkü kendisi tam bir yere bakan yürek yakandı.

Ateş gibi adamdı.

Yakışıklılığı yüzünden her gören dönüp bir daha bakıyordu. Fiziğinin iyi olması insanların onun manken olduğunu düşünmesine sebep oluyordu. Bu yüzden bu soru her zaman Metehan’a sorulurdu.

“Yere bakan yürek yakan olduğun içindir.” Rahat sesimle sorusuna cevap verdiğinde onun sesini duydum. “E sende aynısın, niye soru hep bana soruluyor?” Bazen yakışıklı suratını dağıtasım geliyordu, soruldu işte cevap ver geç ne uzatıyorsun? Artık uğraşmamaya karar verdiğim için sessiz kaldım. “Ayrıca sorunun muhatabı ben değilim, Göktürk. Onda biri var gibi.” Metehan’ın eğlenen sesini duyduğumda neyi ima ettiğini anladığım için anında kaşlarımı çattım.

Dayaklıktı harbiden. “Sikerim belanı Metehan.” Dediğimde kıkırdadığını duydum. İçimden la havle çekerken duyduğum ses Doğan’a aitti. “Düğün ne zaman komutanım?” Timdekilerin gülüşünü duyduğumda sinirlerim iyice yükseliyordu. Hayır ima ettikleri kişi bir de deli yürekti!

Bana aklı başında sakin bir kadın lazımdı, bir bela paratoneri değil. Cidden saçmalıyorlardı.

“Düğünden önce sizin cenazeniz var.” Sinirli sesime karşılık Metehan’ın eğlenen sesini duydum. “E tabi şimdi annen imam nikahı olmadan aynı odada kaldığınızı duyarsa seni bir elden geçirir.” Timdeki herkesin gülüşünü duyduğumda sinirden çekip hepsini vurasım vardı.

Ve gerçekten annem beni elden geçirebilirdi. Yapardı. Hiç şüphem yoktu.

“Lan geri zekalı! Ne alakası var! Aynı odada kaldık diye beraber mi uyumuş oluyoruz!” Gürlediğimde gelen ses tabi ki Metehan’a aitti. “Niye bu kadar kudurdun şaka yapıyoruz burada.”

“O şakayı sana montelerim Aslankara!” Gürlemem ile kıkırtısını duydum, la havle çekip sinirlerime hakim olmaya çalıştım.

“Gerçekten niye bu kadar sinirlendiniz komutanım? Yoksa gerçek mi?” Emir’in sorusu ile sinirlerim tavan yaptığında kendime hakim olmaya çalıştım. “Emir bak tam yanımdasın götünde bir delik açarım senin.” Timdekilerin kıkırtılarını duyarken Emir’in de gülmemeye çalıştığını biliyordum. “Emredersiniz komutanım.”

“Asıl sen söyle Aslankara, niye sürekli Sare ile uğraşıyorsun?” Daha fazla sinirlenmemek için okları kendimden uzaklaştırdım, sorduğum soruya Metehan cevap verdi.

“Hoşuma gidiyor.” Verdiği cevapla anlık bir sessizlik oluştu böyle bir cevabı kimse beklemiyordu ama ben şaşırmamıştım. Ne yapacağı belli olmayan bir deliydi şaşırmıyordum, aşığım da diyebilirdi. “Sare mi?” Diye sorduğumda o da birkaç saniye sessiz kaldık.

“Aslında onunla uğraşmak hoşuma gidiyor ama bu seçeneği de düşünebilirim.” Metehan’ın keyifli sesine karşılık gelen ses Beren’e aitti. “Size kötü bir haberim var komutanım, Sare sizi pek sevmiyor.” Tabi ki sevmezdi kızın burnundan getiriyordu. Askeriye de uğraşıyordu bir de görevde başına bela olmuştu Metehan.

“Etkilendiğine eminim.” Metehan’ın bozguna uğramış sesi ile keyifle sırıttım hak ediyordu valla.

“Ben değilim komutanım.” Beren’in sözleri ile Metehan daha çok bozguna uğradı. “Teğmen.” Metehan, Beren’i uyarırken sırıttım valla ben bu saatten sonra hayatta Beren’e bulaşmazdım. Deli yürek ile yattığımızı bizimkilerden birine söylerse deli yürek benim ağzıma sıçardı. Hakkı da vardı çünkü ben emir vererek zorlamıştım ama yani götüm o kadarını yemiyordu. Hiçbir şeyden korkmazdım ama deli yüreğin tersine denk düşmek biraz ürkütmüyor değildi.

“Bana diyene bak, Oğuz sana bayılıyor sanki.” Metehan’ın sözleri üzerine kaşlarım havalanırken yanağımın içini ısırdım. Beren tarafında saniyelik bir sessizlik oldu. “Ne alaka komutanım? Tabi ki bayılmayacak bende ona bayılmıyorum.” Ona ne şüphe.

“Komutanım bölüyorum ama geliyorlar.” Günay’ın haberi ile hazırlandım. Elimdeki silahla rahat bir şekilde onları beklemeye başladım ve konvoyun ucunu gördüm. “Dört pikap geliyor arkalarında ağır silahlar var.” Bizim onlar kadar ağır silahlarımız yoktu ama yine de geberen onlar olacaktı.

“Günay, ne yapacağını biliyorsun.” Dediğimde Günay’ın keyifli sesini duydum sırıttığına emindim. Ve kendi kendime mırıldandım. “Kan koksun.” Üstüne art arda dört el ateş sesi duyuldu. Günay pikapların lastiklerini patlatmıştı kafalarını kaldırdıklarında üstlerindeki çalılar uçuşarak açıldı ve hepimiz ateş etmeye başladık. İçinde bulunduğumuz çukurları siper olarak kullanırken bu itler daha ne olduğunu anlayamadan temizlemeye başladık.

Onlar arabaları siper olarak kullanırken kan kokusu doldu burnuma, biz iki tarafa da konumlandığımız için pikaplar pek de iş görmüyordu. Yirmi itten yarısı temizlenmişti hem biz temizliyorduk hem de Günay temizliyordu. Yan taraftan gelen bir çatırdı duyduğumda anında yan tarafa döndüm ve yere uzanmış iti gördüm. Elindeki keleşin ucu Metehan’ın kafasını hedef alırken anında ondan önce davranıp alnın ortasında bir delik açtım. Ön tarafta bir kıpırtı hissettiğimde ön tarafa döndüm, birkaç adım önümde bir it devrildi.

O da beni korumuştu.

Metehan arkasını dönmüş öldürdüğüm iti görmüştü o çukurdaydı ben ise yolun ortasındaydım yani çaprazımda kalıyordu, hem adamları temizliyor hem de keyifli bir sesle konuşuyordu. “Arkanı kollamayı hiç beceremiyorsun Göktürk.” Güldüğümde bir iti daha öldürdüm.

“Senin becerini de gördük Aslankara.” İkimizde güldüğümüzde son ite kurşunu Metehan sıktı.

                                  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

********

 

 

 

 

 

 

 

 

Silahımın dürbününden önümdeki eski ahşap evi izliyordum, küçük bir evdi ama içeride dört kişilik bir MİT ekibi vardı. En az yirmi kadar da it. Şöyle bir sorunumuz vardı; bu itler ağır silahlıydı, roket atar gibi ağır silahları mevcuttu. Bizde ise ağır silahlar yoktu ama sıkıntı değildi biz bordo bereliydik, ruhları bile duymazdı geldiğimizde. Ki duymamıştı da zaten, ahşap evin etrafını sarmıştık bu itler evin etrafına keskin nişancılar yerleştirmişti ama artık üç keskin nişancı da ölüydü. Biri benim arka tarafımda yatıyordu evin etrafında üçgen şeklinde konumlanmışlardı. Uç kısmı bendeydi. Diğer ucunda Kutay vardı, keskin nişancımız oydu ve en iyi konumda o vardı. Diğer ucunda ise Turgut vardı.

Kutay ve Turgut oldukları yerde kalacaklardı ama ben diğerleri ile birlikte eve sızacaktım. Tabi ki burayı boş bırakmayacaktık bu taraftan kaçma ihtimalleri de vardı. Bu sebeple içeriye sızmaya başladığımızda benim yerimi Oğuz alacaktı. Turgut ve benden sonra en iyi keskin nişancı oydu. Yanımdaki telsizden duyduğum itin sesi ile öfkeyle dişlerimi sıktım.

اوضاع چطوره دوست؟(Durum ne heval? )

Öldürdüğüm itin telsizinden geliyordu ses küfreder gibi ses tonumla Farsça olarak karşılık verdim.

لذت خالص (Temiz heval.)

Birazdan onları temizleyince daha temiz olacaktı ama bunu bilmelerine gerek yoktu, kadın olduğumu anlamamışlardı çünkü sesimi kalınlaştırmış ve biraz da telsizin ayarları ile oynamıştım. Gece çökmeden halletmemiz gerekiyordu çünkü helikopterlerin bizi almak için gelmelerine bir saat vardı. Ve biz o saati kaçıramazdık o yüzden zamanımız kısıtlıydı şimdi halledecektik.

“Ön tarafta beş tane it var, sizde durum ne?” Bizim timin telsizin konuşurken ilk cevap Turgut’ta geldi. “Burada üç komutanım.” İkinci cevap ise Kutay’da geldi.

“Burada da iki komutanım, yani ön ve arka olmak üzere evin etrafında on tane it var.” Kaç tane olduklarını bilmiyorduk en az yirmi olduğunu biliyorduk ama daha fazla olabilirlerdi. Üç keskin nişancıyı da sayarsak on üç kişi, yani geriye yedi kişi kalıyordu onlar da evde olmalılardı.

Ve arkamda bana yaklaşan bir it vardı.

Duyduğum adım sesi vardı, anladığım kadarıyla dört ya da beş adım arkamdaydı. Yani yirmi kişiden daha fazlalardı. Elim yavaşça ve sessizce belimdeki bıçağa uzandı bıçağı elime aldığımda başımı dürbünden kaldırdım. Hareket sesi kesilirken çevik bir hareketle arkamı döndüm ve bıçağı boğazına fırlattım.

O elindeki keleşin tetiğini çekemeden bıçak boğazına saplandı, fışkıran kan yüzüme sıçrarken terörist yere devrildi. Burnuma kadar gelen maskenin yarısı kan olmuştu açıkta kalan göz altıma da kan sıçradı. Umursamayarak önüme döndüm, hemen silahın dürbününe odaklanırken telsizime konuştum.

“Kutay, Turgut arkanıza dikkat edin, hepiniz dikkat edin bu itler yirmi kişi değiller arka da var.” Geldiğimizi anlamış olamazlardı çünkü biz yolu temizleyerek gelmiştik arkada hiç it kalmamıştı. Kartal Timinin ise konvoyu engellediğinden eminim. O zaman gelen başka destek olabilirdi ve bu bizi zora sokardı.

“Komutanım keskin nişancıları korusun diye üç kişi bırakmışlar Turgut, ben ve siz etkisiz hale getirdik daha olduklarını sanmıyorum. Gelecek konvoyu da düşünürsek kırk onlar için büyük bir sayı.” Kutay haklıydı ama yine de dikkat etmekte fayda vardı, biz daha büyük sayılarda görmüştük.

“Planın üstünden geçiyorum, Oğuz benim konumuma gelecek Kutay, Turgut ve Oğuz yerlerinde sabit kalacaklar ve kimseye geçit vermeyecekler. Biz eve sızacağız Sare ve Göktuğ siz dışarıda kalacaksınız. Uraz, Atakan ve ben ise içeri gireceğiz. Pençe, hata istemiyorum.” Sözlerim üzerine hep bir ağızdan seslerini duydum.

“Emredersiniz komutanım.” Dudağımın kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. “Hadi biraz ses çıkaralım o zaman.” Sözlerime karşılık Atakan’ın sesini duydum.

“Bir an hiç zamanı gelmeyecek sandım.” Bıyık altından güldüğümde diğerlerinin de güldüğünü biliyordum. Neredeyse bir dakika içinde arkamda bir hareketlilik hissettim ama bu Oğuz’du, gelişinden anlamıştım. Oğuz omzuma elini koyduğunda komutu alarak geri çekildim beni yerime Oğuz geçerken bende tepesinde olduğum dağdan dikkatlice aşağıya inerek Oğuz’un yerini aldım.

“Uraz, Göktuğ çıkın.” Uraz ve Göktuğ evin arka tarafına konumlanmışlardı emrimle beraber sesleri kulağıma doldu. “Emredersiniz komutanım.”

Kutay’ın eğlenen sesini duydum. “Çömez kendine dikkat et oğlum, ben Uraz komutanımı koruyacağım. Sen Turgut’a emanetsin, bence kendine güven.” Sırıttığımda diğerlerinin kıkırdamasını geldi kulağıma. “Sen önce kendini koru lan.” Uraz’ın sesi ile sırıtışım genişledi bu çocukla uğraşmak çok hoşuma gidiyordu, gerçi şu an uğraşan ben değildim ama garip bir şekilde eğlenceliydi. “Korurum komutanım siz merak etmeyin, gönül rahatlığıyla biçebilirsiniz itleri.” Kutay’ın eğlenen sesinden anladığım kadarıyla Uraz işe çoktan başlamıştı.

“Lan aşık, korktun mu? Merak etme bu heriften daha iyi bir keskin nişancıyımdır. Aslında bende keskin nişancı olurdum da öyle oturmayı sevmiyorum.” Turgut’un konuşması üzerine sırıtışım genişledi. Yalan yok iyi nişancıydı. Yani beni üçüncülüğe bırakmıştı. Turgut’un, Göktuğ’a aşık demesinin sebebi ise Göktuğ’un sevdiği kadına kavuşmasıydı.

Aşka karşı değildim ama askerlerin zaafı olmamalıydı bu yüzden uygun bir vakitte Göktuğ’u test etmem gerekiyor. Bakalım sevdiği kadın onun zaafı olmuş muydu?

“Ne aşkı komutanım, kim yapıyor öyle şeyler.” Göktuğ’un yapıyorum diye haykıran inkarıyla konuştum. “Ne o çömez? Görevde panik oldun gibi.” Benim sözlerim üzerine daha fazla panik oldu.

“Yok komutanım, kim? Ben? Yok, ne panik olacağım ben.” Sırıtışım genişlerken gülen Atakan’ın sesini duydum.

“Allah’tan panik olmadı. Olsa ne halt edecektik?” Uraz’ın bu sohbetlerden alakasız, konuyla alakalı sözlerini duydum.

“Komutanım arka temiz.” Güzel o zaman sıra öndekilerdeydi, kan koksun diyecektim ama zaten burnuma gelen bir kan kokusu vardı.

“Sare, Atakan çıkın.” Sare ve Atakan yan taraftan ilerleyerek çıkıp öndekileri temizleyeceklerdi maalesef ben henüz yine olduğum yere kalacaktım. Çünkü ben tam olarak evin karşısında kalıyordum, çıkarsam zaten herkes görürdü. Aslında görünmeden çıkabilirdim ama boşuna riske gerek yoktu. “Emredersiniz komutanım.”

Uraz ve Göktuğ arka tarafta kaldıkları için görememiştim ama Atakan ve Sare’nin hareketlerini görebiliyordum. İkisi de silahlarını sırtlarına asmışlardı ellerinde ise bıçakları vardı. İkisi de aynı hareketleri aynı saniyelerde yapıyordu bıçak tutuşlarına kadar her şey aynıydı sanki ayna gibi birbirlerini yansıtıyorlardı. Timde ekip uyumu önemliydi ve görünüşe göre iyi bir eğitim vermiştim.

İkisi de ahşa evin kenarından ilerliyorlardı evin kapısında iki terörist vardı. Biraz ileride ise üç tane terörist vardı sırtları dönük oldukları için bizim ikiliyi göremiyorlardı. Arka taraftaki itlere güveniyorlardı ama güvendikleri itler çoktan tahtalı köye gitmişlerdi. Sare ve Atakan aynı anda kapıdaki iki teröristin arkasına geçerek ellerindeki bıçaklarla şah damarlarını kestiler. Diğer üçünün ruhu bile duymamıştı işte bordo bereli olmak böyle bir şeydi, Atakan ve Sare yavaş, sessizce ilerlediler. Diğer üç teröristten sağ da olanın arkasında Atakan vardı, soldakinin arkasında ise Sare vardı. Ama ruhları bile duymuyordu. Atakan ve Sare aynı anda önlerinde bulunan teröristlerin şah damarını kestiler üçüncü terörist daha ne olduğunu anlayamadan Sare teröristin boğazına bıçağını fırlattı. Kanlar fışkırdığında ben evi gözetliyordum.

Ama bu geri zekalılar bizim işimizi kolaylaştırmışlardı evin öndeki iki camını siyah bir kumaşla kapatmışlardı, dışarıyı göremiyorlardı. Sare teröristin boğazından bıçağını alırken bende bulunduğum yerden yavaşça hareketlenerek onlara doğru ilerledim.

Onların yanına geldiğimde bakışlarım Sare’ye döndü. “Sare ön taraf senin.” Sonra telsizime konuştum. “Uraz arka taraf senin, Göktuğ giriyoruz.” Atakan’a başımla onay verdiğimde tekrar silahını kavradı.

Göktuğ arka taraftan girecekti yalnız olacaktı, ben ve Atakan ise önden girecektik yani girişte beraber olacaktık. Kapının önünde durduğumuzda Atakan bıçağıyla kapıyı açtı o geriye çekildiğinde önden ben girdim o ise arkamdan. Girer girmez gördüğüm görüntü tahmin ettiğim bir şeydi.

“Komutanım-” Atakan daha sözünün devamını getiremeden arkamızdan kapı kapandı. Evde hiç oda yoktu çok büyük bir salon gibiydi, kapının arkasında duran bir terörist vardı, kapıyı kapatan oydu.

Karşımızda ise beş tane terörist dört tane sandalyeye bağlanmış MİT ekibimiz ve bir de elebaşları. Bu tahmin ettiğim bir görüntüydü evet ama pek de beklediğim söylenemezdi. Bakışlarım bizimkilerin üstünde gezinirken en baştaki sandalyeye bağlanmış kişiyi görünce kaşlarım havalandı. Kod adı; Kasatura. “Duydum ki selamımı almamışsın, bende yüz yüze vermeye geldim.” Kalın sesi, kan olmasına rağmen hala yakışıklı olan yüzü ile bana baktı. İşkence gördüğünü anladığımda tüm benliğimde büyük bir nefret hissettim.

Geçenlerde bir MİT mensubuna yardım etmiştim çarşıda ve büyüklerine selam söylemesini istemiştim, bahsettiğim selam meselesi buydu. Kasatura’nın yüzünde bir sırıtış vardı.

“Selamını almıştım ama vermeye fırsat olmadı e bu vesileyle vermiş olurum.” Güldüğünde sırıttım.

Ama elebaşları olan itin sesini duyduğumda sırıtışım hızla soldu bakışlarım ona çevrilirken bu sefer o sırıtıyordu. “Neden bu kadar geciktiniz? Daha erken bekliyordum, hayal kırıklığına uğradım.” Bozuk Türkçesi ile konuşmuştu, ben onu bir kırıklığa uğratacaktım ama bu hangi kemiği olurdu bilemiyordum.

“Canını aldığımda da böyle konuşabilecek misin merak ediyorum.” Sözlerim üzerine güldü, itin gülüşü bile midemi bulandırıyordu. “Ama unuttuğunuz bir şe var ben ölürsem arkadaşlarınız da ölür. Yazık değil mi onlara?” Eğlenen sesini kesecektim.

“Öyle mi? Seni öldürmeme ne engel olabilir?” Rahattım çünkü ne yapmaya çalıştığını biliyordum, büyük ihtimalle gelecek olan konvoya güveniyorlardı. Ama şansa bak ki konvoy gelemeyecekti, yollarına Kartal çıkmış.

“Siz Türkler çok aptalsınız, sence sadece bu kadar olduğumuzu mu sanıyorsunuz?” Aptalsınız dediği anda sinirden güldüm. “Sen gelecek olan konvoya güveniyorsun değil mi? Bir konvoy gelecek ve sizi kurtaracak öyle mi? Ama tüh, sana kötü bir haberim var o konvoy gelemeyecek. Yollarına Kartal çıkmış.” Alay eder sesimle ve sözlerimle timdekilerin gülüş seslerini duydum telsizden ve Kasatura’nın gülüşünü. Pençe Timinden beni tanıyordu zaten ama Kartal Timinin de namını duymuştu. Bahsettiğim Kartalın onlar olduğunu anlamıştı.

“Neyden bahsediyorsun sen?” Hafif bir panik binmişti üzerine eh biraz da öfke var gibiydi ama kimin umrudaydı? Silahımı kaldırıp iki kaşının ortasını hedef aldım ve sıktım anında herkes harekete geçerken arkamdaki Atakan benim omzumun üzerinden teröristlere ateş etti. İki tanesini devirirken bir tanesini de siyah kumaşı delip içeriye giren kurşun devirdi.

Kutay.

Böyle bir uzaklıktan içerisini göstermeyen bir kumaşla teröristi tam kafasından vurabilecek kişi de Kutay’dı zaten. Kalan iki taneyi de hızlı bir şekilde ben vurdum, bunlar çok yavaştı ya da biz fazla hızlıydık. Arkamızdaki teröristi Atakan zaten halletmişti evin içerisinde sandalyeye bağlanmış dört vatan evladı ve biz ikimiz vardık.

Ellerindeki kelepçeleri açmak için arkalarına geçtim o sırada telsizime konuştum. “Dışarıda durum ne?” Uraz’ın huysuz sesini duydum. “Güneş başıma vuruyor komutanım.” Bu beklemeyi sevmem demenin Uraz diliydi. Hepimizin kendimizi ifade etmenin farklı şekilleri vardı.

“E iyi işte bedavadan güneşleniyorsun, tatil masrafından kurtardın hadi yine iyisin.” Atakan’ın sırıtışını gördüğümde benim sırıtışımda genişledi. Hepsinin kelepçesini açtığımda bana cevap olarak Uraz’ın homurdanmasını duydum.

“Buradan hemen çıkmalıyız malum buraya sürekli helikopter olmuyor, sefer saatini kaçırmayalım değil mi?” Kasatura kahkaha attığında cebimden çıkardığım bezi yakışıklı suratına attım. “Ayrıca yüzündeki kanı temizle albay dövdüm sanacak.” Kaşları alayla havaya kalktı.

“Sen beni dövebileceğini mi sanıyorsun?” Silahımı kavrayıp dikkatlice kapıya doğru yürüdüm. “Dövebileceğimi ikimiz de biliyoruz.” Kıkırdadığını duydum kapışırsak berabere kalırdık bunu ikimiz de biliyorduk.

Kapıyı açıp dışarı çıktığımda Uraz kaputuna yaslandığı pikaptan bize bakıyordu, pikabın her yerini kontrol etmiş olmalıydı. Uraz’ın yanına gittiğimizde arka taraftan bir pikap bize doğru ilerledi, sürücü koltuğunda Sare vardı. Yolcu koltuğunda Kutay arkada ise Turgut vardı Kutay sırıtarak sonuna kadar açık camdan kafasını çıkarıp bize baktı.

“Komutanım nasıl vurdum iti ama.” Güldüğümde herkes gülüyordu, ne yapayım benim timimde deliydi işte. Kasatura yüzündeki sırıtışla bana baktığında eğlenen sesiyle konuştu. “Timinin deli olduğunu biliyordum ama bu kadarını tahmin etmiyordum. Tebrik ederim kendin gibi deli bir tim kurmuşsun.” Estağfirullah canım, vazifemiz.

“Diyene bak kendi akıllı sanki.” Ona laf çarptığımda güldü birlikte beraber çalıştığımız zamanlar olmuştu sırt sırta çarpıştığımız da vardı. Ve o da en az benim kadar deliydi yani. Yani etrafımda bir tane akıllı adam yoktu. “Neyse hadi oyalanmayalım.” Şaka bir yere kadardı, hepimiz pikaplara yerleştiğimizde yola koyulduk.

Helikopterin bizi alacağı boş araziye geldiğimizde Kartal Timini gördüm, pikaplar durduğunda arabadan indim. Tim MİT ekibinin güvenliğini sağlarken Kartal Timine doğru ilerledik, karşı karşıya geldiğimizde Metehan’ın her zamanki eğlenen sesini duydum.

“Ne o yüzbaşı? Bu sefer fazla ses çıkaramadın içinde mi kaldı?” Aman ne komik, ayrıca evet içimde kalmıştı! Ama bakışlarım karşımda duran Göktürk’teydi Metehan’ın espirisine sırıtmıştı çünkü gözleri hafifçe kısılmıştı, güzel yeşillerinde eğlence parıltıları vardı. Burnuna kadar gelen maskesi sırıtışı gizleyebilirdi ama yeşilleri her şeyi açığa çıkarıyordu. Göz devirdim ve Metehan’a baktım ve ciddi bir sesle konuştum. “Çok içimde kaldı, bırak içimde kalsın yoksa senden çıkarırım aslan parçası.” Sözlerim üzerine kaşları havalandığında bakışlarımı tekrar yeşillerine çevirdim ama sanki sözlerim üzerine daha farklı gülümsüyor gibiydi. Ya da ben artık kafada kuruyordum.

MİT ekibi yanımıza gelmiş Kartal Timine teşekkür etmişlerdi teşekkür faslı bittiğinde Kasatura sırıtarak bana döndü. O bana bakarak sırıtırken ciddi kalamadım güldüğümde o da güldü. “Aleykümselam Bozkurt.” Dediğinde kıkırdadım selamı ne zaman verdiğimi bile unutmuştum ama yine bu da bir şeydi. MİT’de kod adı olarak Bozkurt’u kullandığım için öyle seslenmişti ben gülerken Metehan’ın bize olan garip bakışlarını gördüm.

“Aleykümselam mı? Ben selam verdiğini duymadım.” Kasatura bana sırıtarak bakmaya devam edince gülmeye devam ettim ama bana öyle bakarsa ciddi kalamazdım ki. “O aramızda bir mesele.” Çok derin bir şeyi anlatırmış gibi ciddi bir sesle söylemişti ama ben daha fazla güldüm çünkü dalga geçtiğini biliyordum.

“Derin bir meseleye benziyor.” Göktürk sert ve soğuk sesi ile gülüşüm yavaşça soldu laf olsun diye söylediğini biliyordum. Kasatura gülüşümün solduğunu anladı gerçi o beni hep anlayan sayılı insanlardan biriydi. Abimdi. Aynı yaştaydık ama abimdi.

“Çok derin.” Kasatura ciddi bir sesle cevap verdiğinde alay ettiğini bildiğim için güldüm. Üzerimde sanki biri beni izliyormuş gibi bir his oluşunca bakışlarımı etrafta gezdirdim ki çok aramama gerek kalmadan garip bakışların sahibi olan Beren ile göz göze geldim. O geceden beri bana ters ters bakıyordu hayır yani suçlu bendim sanki valla hepsi komutanının suçuydu. Git ona bak ya bana niye öyle bakıyorsun? Hayır bir şey de diyemiyordum eğer birine bir şey söylerse bizi bunların dilinden kimse kurtaramazdı. Bakışlarımı uslu bir çocuk gibi önüme çevirdim sonra tekrar Kasatura’ya baktığımda bana çapkınca göz kırptı.

Güldüm arada yapıyordu çünkü böyle şeyler, canı sıkılınca benimle uğraşıyordu yani aşk hayatını bilmesem bana aşık olduğunu düşünecektim. Ama çok sevdiği bir kadın vardı ve o kadın çok şanslıydı çünkü gerçekten güzel seven bir adamdı.

Bende ona göz kırparım normalde ama şimdi bizim timin diline düşmeye hiç gerek yoktu o yüzden sırıtmakla yetindim. “Görev başında flört mü ediyorsun yüzbaşı?” Göktürk’ün tiksinir gibi sesini duyduğumda kalbimin kırılış sesini duydum sanki.

Benden tiksiniyor muydu?

Ayberk bu hayatta benden nefret etmeyen, tiksinmeyen, aksine seven tek insandı ama artık o da benden tiksiniyordu. Bu muydu kalbimi kıran? Yoksa benden tiksinenin o olması mıydı kalbimi kıran? Pekala kesinlikle ilk seçenekti ama yine kalbim kırılmıştı işte. Ne diyordum ben? Küçük bir kız çocuğu değildim ben artık, kalbimin kırılma hakkı yoktu, ben duygularımı yok etmiştim yoktu kırılmak filan. Çenemi havaya kaldırarak duygudan yoksun bir ifadeyle yeşillerine baktım ama aslında kalbim kırılmıştı ve ağlamak istiyordum.

“Genel komutanın sende olması yaptığım her harekete karışabileceğin anlamına gelmez Göktürk. Sınırlarını bil.” Dilimden akan zehir, kalbimden akan kandı. Benden tiksinmesi neden bu kadar kalbimi kırmıştı ki? Bu işte bir terslik vardı.

“Görev başında flört eden bir asker görmek istediğim bir şey değil, en azından tam olarak gözümün önünde yapmasan mı?” Göz devirdim ama bu gözlerimin dolmasını engellemek için yaptığım bir hareketti. “Bakma o zaman.” Kasatura’nın sesiyle bakışlarımı ona çevirdim ve Kasatura’ya karşılık Göktürk’ün sert sesini duydum. “Git ötede yap o zaman ne yapıyorsan.” Gerginlik çıkmasını istemediğim için müdahale ettim. “Tamam ikiniz de sakin olun, kimse bir şey yapmıyor.” Kasatura’nın bakışları Göktürk’ün yeşillerinden ayrılmıyordu Göktürk’ün bakışları da Kasatura’nın gözlerinden ayrılmıyordu birbirlerine kitlenmğişlerdi resmen. Kasatura Ayberk’e doğru iki adım atıp tam dibinde durdu boyu Ayberk’in boyundan daha kısaydı. Kasatura 1.93’tü o zaman Ayberk’in maşallahı vardı. Ben ne diyorum şu an?

“Ne o yüzbaşı? Deli yüreği mi kıskandın yoksa?” Kasatura’nın sözleri ile bakışlarım hızla ona döndü, efendim? Ne dedi o? Kıskanmak? Ben yanlış duyuyorum diyecektim ama maalesef gayet iyi duymuştum. Ayberk bir alay nidası çıkardı.

“Neden kıskanayım?” Kalbim göğüs kafesime vurduğunda midemde hissettiğim his hiç de hayra alamet değildi. İnkar etmemişti. Eğer Ayberk’i birazcık tanıyorsam direkt olarak hayır derdi ama dememişti. Ve bu neden beni bu kadar mutlu etmişti? Kalbim hızla atıyordu ama atmamalıydı. “Bilmem, onu sen söyleyeceksin.” Kasatura’nın yüzünde silik bir sırıtış vardı ama gelecek olan cevap beni pek de memnun etmeyebilirdi. Ayberk’in güzel yeşillerinde dönen yangınlar yanacağımızın habercisi gibiydi. Ya da ben kafada kuruyordum.

“Sana hiçbir şey söylemeyeceğim.” Kalbim bir kez daha göğüs kafesime vurduğunda midemde hoş bir his vardı. Yine inkar etmemişti. Kıskanmıyorum dememişti. Ama bu beni neden bu kadar mutlu ediyordu? İnsan sevdiğini kıskanırdı, peki Ayberk’in beni sevme ihtimali neden bu kadar heyecanlanmama sebep oluyordu? İç geçirdiğim sırada Kasatura bir şey söyleyecekti ama gelen helikopter sesi ile susmak zorunda kaldı. Bakışlarım Ayberk’in yeşillerindeydi kendi düşüncelerime dalmışken kendime geldim. İki helikopter gelmişti önümüzdeki geniş araziye iniş yaparken kendime gelmeye çalışıyordum.

Ama bu adam yine dengelerimi bozmuştu.

Normalde çok dengesiz bir insan değildim ama bu adam yüzünden tam bir dengesiz olmuştum. Dengelerimi bozmayı o kadar iyi başarıyordu ki.

Helikopterlere binmiştik Kartal Timi bir helikoptere binmişti Kasatura ile aralarında bir gerginlik olduğu için MİT ekibi de bizim helikopterdeydi. Aklıma gelecek olan düşüncelerden uzaklaşmak için timin boş muhabbetine odaklandım.

“Ya şey dicem, komutanımız nasıldı MİT’de? Birlikte çalışmışsınız sanırım anlatır mısınız biraz.” Oğuz’un Kasatura’ya olan sorusu ile herkes bıyık altından sırıttı. “Tabi anlatayım. Biz ona bozkurt deriz, tim kurmadan önce istihbarat da daha sık çalışıyordu tabi o zamanlar daha gençti en deli dönemleriydi. İşin kötüsü kimse bu deliye bir şey diyemiyordu çünkü görevleri en yüksek başarıyla tamamlıyordu.” Kasatura’nın söylediklerine herkes gülerken ben yine bir noktaya dalmış gitmiştim olmuyordu. Aklıma Ayberk’in inkar etmeyişi geliyordu, benim hissettiklerim geliyordu. Neden böyle oluyordu? Böyle hissetmem normal miydi? Bence değildi.

“Bozkurt.” Kasatura’nın sesini duyduğumda düşüncelerimden uzaklaşıp başımı yanımda oturan ona çevirdim. “Efendim?” Gözlerindeki bilmiş ifade kafamı daha çok karıştırıyordu. “Diyoruz ki sen ne diyorsun bu duruma?” Bence hissettiklerim geçiciydi, yani öyle olmalıydı diğer türlüsü bizi yakardı. Ne diyorum ben?

“Hangi durum?” Alık ifademe karşılık güldü. “Senin deliliklerini anlatıyordum.” Sözleri aklıma geldiğinde olayı anlamış oldum. “Ha evet. Ne diyeyim? Pişman değilim.” Cevabım üzerine herkes güldüğünde Kasatura’nın bakışları benim üzerimdeydi, gözlerinde bu sefer bilmediğim farklı bir ifade vardı. Ama bana öyle bakma, zaten beter durumdayım.

Helikopter karargaha iniş yaparken bizde toparlandık, tim yol boyunca konuşmuştu ama ben hiçbir şeye odaklanamamıştım. Üstüne aklımdaki cevapsız sorularla iyice delirmiştim, helikopterden indiğimizde bizi bekleyen bir Cahit albay vardı. Yanında ise başkan.

Yanlarına ilerlediğimizde öne ben ve Ayberk çıkmıştı ve bir de MİT ekibi diğerleri bizim gerimizde duruyordu. Başkan MİT ekibine iyi olup olmadıklarını sorarken Cahit albayın bakışları üzerimizdeydi, Ayberk’e hafif bir tebessüm edip başını salladığında Ayberk aynı şekilde karşılık verdi. Albayın bakışları bana döndüğünde hafif tebessümü soldu ve sert sesi ile konuştu. “Umarım delilik yapmamışsındır yüzbaşı.” Adamın bana garezi vardı! Delireceğim! Ben Ali albayı istiyorum! Albayın bakışları Ayberk’e döndü. “Bir delilik yaptı mı?” Ayberk gülmemek için kendini tutuyordu fark ediyordum, ben ise dişlerimi sıkıyordum.

Ayberk’in bir an bana baktığını fark ettim bakışları sonra albaya döndü ve eğlenen sesi ile konuştu. “Yok komutanım çok uslu durdu.” Çenemi bu sefer tutamadım, bakışlarımı ona çevirdim.

“Allah razı olsun ya, aferin diye madalyada taksaydın bari uslu durdum diye.” Çirkefliğimi tutamadığımda yeşilleri benim üstümdeydi kıkırdadığında gamzelerini görmek istedim ama yüzünde maskesi vardı. Ayberk’e arkadan Metehan’ın bir şey verdiğini gördüm Ayberk alıp bana döndüğünde bende yönümü ona çevirdim. Karşı karşıya dururken uzanıp göğsümün üzerine yuvarlak bir kağıt yapıştırdı başımı eğip baktım.

Yok artık!

Yuvarlak, sarı bir kağıttı üzerinde gülücük vardı, post it bu! “Aferin sana.” Şaşkın bakışlarımı ona çevirdiğimde nasıl bir yüz ifadem varsa kahkaha attı. “Bu post iti nereden buldunuz diye sormayacağım. Ama yani yok artık ben hayatımda böyle bir zorbalık görmedim, eğitimlerde bile komutanlar tarafından böyle zorbalanmadım ben.” Herkes kahkaha atarken sinirim bozulduğu için güldüm yüzümdeki maskeyi indirdiğimde başkana döndüm. “Başkanım nasılsınız?” Başkan göğsümdeki post ite baktığında güldü ama cidden böyle bir zorbalanma ilkti!

“İyiyim bozkurt seni sormalı diyeceğim ama.” Tekrar göğsümdeki post ite baktı sonra tekrar bana baktı. “Aferini kaptığına göre iyisindir.” Başımı sizde mi der gibi omzuma yatırdım. “Başkanım siz yapmayın bari ya.” Başkan güldüğünde iç geçirdim yaşadığım durumun saçmalığı hakkında konuşmak istemiyorum.

“Yaptıklarına sayarsın.” Başkanın cevabının üzerine yanımdaki Ayberk’in sesini duydum. “Allah bilir ne yaptı?” Kendi kendine mırıldanmıştı ama ben gayet iyi duymuştum ters bakışlarımı ona çevirdim. “Ne yapmış olabilirim? Abartma.” Şu an fazla samimi olmamız da garipti, ya çok soğuk oluyorduk ya çok sıcak. Neden bir ortamız yoktu bizim? Benim sorumun cevabı Kasatura’dan geldi.

“Demi yani en fazla ne yapmış olabilirsin altı üstü toplantılarda üstlerine alttan laf sokmuşsundur.” Gözlerim kocaman açıldı ve gözümün önüne gelen görüntülerle gözlerimi kapattım, valla isteyerek olmadı. Ayrıca laf sokma da değildi öyle olsaydı zaten çoktan ceza yerdim sadece minik bir şey olmuştu. “Tabi canım en fazla ne yapmış olabilirsin demi altı üstü emir dinlememişsindir yani.” Başkan’ın sözlerinin üzerine gözlerimi açtım.

“Biz üstümüzü değiştirelim.” Dediğimde Cahit albay hariç herkes güldü, hayır yaptığım her şeyin cezasını paşa paşa çekmiş akıllanmıştım. Ayberk’in eğlenen yeşilleri benim üzerimdeydi. “İyi ki bir şey yapmıyorsun, yapsan ne yapacaktık acaba?” Bir daha çirkefleşmeyeceğim ya! Resmen bu anı bekliyorlarmış! “Yok canım, usluyum ya ben yapmam bir şey.” Alttan lafımı da sokup yanından geçerek en havalı halimle bizim hangara doğru ilerledim.

Üstümüzü değiştirmiştik, hangardaki koltukta oturmuş başımı geriye atmıştım gözlerim kapalıyken iki dakika dinlenmek gibi planlarım vardı. “Komutanım.” Göktuğ’un sesini duyduğumda gözlerimi açtım kollarımı göğsümde bağlarken bakışlarımla karşımdaki koltuğu işaret ettim. “Otur Göktuğ.” Başını salladığında karşıma oturdu heyecanlı olduğu belliydi vücut dilinden. Birkaç saniye sessiz kaldı sonra ise masada olan bakışlarını gözlerime çevirdi ve her zamanki gür ve özgüvenli sesiyle konuştu.

“Komutanım ben aşık oldum. Aslında kim olduğunu biliyorsunuz sizde, yani aşka karşı olmadığınızı biliyorum ve ben bu sevgiyi zaafıma çevirmeyeceğim. İstediğim sevdiğim kadını sizinle tanıştırmak, yani sizinle tanıştırdığım tek kadın çünkü ciddi düşünüyorum. İşler ciddileşene kadar size söylemek istemedim şimdi söylüyorum. Zamanı geldiğinde sizde onay verdiğinizde belki evleniriz yani uzun lafın kısası bugün sizinle tanıştırmak istiyorum.”

İşte benim askerim.

Göktuğ bunları söylerken resmen gözlerinin içi gülüyordu. Ve ta olarak benim askerimdi cesur olup hissettiklerini söyleyecekti, hem sevecek hem de zaafı yapmayacaktı.

Aslında bana o kadar tersti ki askerlerim. Timdeki herkes Göktuğ gibi aşık olduğunda özgüvenle cesaretle gelip bana söyleyeceklerdi biliyordum.

Ama ben daha hislerimi kendime itiraf edemeyecek kadar korkaktım.

Ben sevemeyecek kadar korkaktım.

Ben aslında mükemmel askerler yetiştirmiştim ama kendimi yetiştirmeyi becerememiştim.

Göktuğ benden onay almak istiyordu çünkü zaafı olanların aramızda olamayacağını en başında söylemiştim. Bu yüzden onayıma ihtiyacı vardı, gerçi bu olmasa bile gelip hepsi bana söylerlerdi. Göktuğ bana umutla bakarken bir komutan olarak ona baktım.

“Tanışalım Göktuğ, bakalım neymiş ne değilmiş ona göre onay veririm.” Göğsümde bağladığım kollarımı ayırıp masaya yasladım ve küçük bir tebessümle ona baktım.

“Az önce komutanın olarak seninle konuştum şimdi ise ister abla, ister bir arkadaş olarak gör beni. Sev Göktuğ. Sevgi iyileştirir çünkü bu timdeki herkes aynı yaranın farklı çocukları ben dahil, iyileşmek için sevgiye ihtiyacımız var. Sen sevmişsin, sevmeye devam et geri durma sadece bu sevginin zaafın olmasına izin verme. Çünkü en çok senin canını yakar ayrıca şöyle güzel bir düğün fena olmaz.” Güldüğünde gülümsedim bakışları benim üzerimdeyken gülümsedi.

“Teşekkür ederim komutanım her şey için.” Göktuğ baş selamı verip masadan kalkarken cebimden arabamın anahtarını çıkardım. “Göktuğ.” Arkasından seslendiğimde bana döndü elimdeki anahtarı ona attığımda havada yakaladı. “Kızı eve otobüsle getirmeyi düşünmüyorsundur umarım.” Sırıttığımda güldü baş selamı verip hangardan çıktığında derin bir nefes aldım. Oturduğum yerden kalktığımda gitmeden son kez Kasatura ile görüşecektim.

Odamdayken Kasatura ile karşılıklı duruyorduk sarılmıştık bir daha birbirimizi görüp göremeyeceğimiz belli değildi. Ama gitmeden önce bana dönmüştü üzerime eğildiğinde aramızda az bir mesafe vardı. “Bu arada bozkurt hayırlı olsun.” Kaşlarım çatıldığında ne dediğini anlamamıştım hayırlı mı olsun? Niye Göktuğ evlenme teklifi mi etmiş? “Niye?” Sorumun üzerine imalı bir sırıtış belirdi yüzünde.

“Şu yüzbaşı seni kıskandı, demek ki seviyor.” Kalbim göğüs kafesime vurduğunda belli etmemek adına gözlerimi devirdim. “Ne alakası var?”

“Anlarım kızım ben bizde zamanında kıskandık herhalde, adamın gözünden anlarım.” Midem bir hoş olduğunda buna inanmadım, inanılacak bir tarafı yoktu çünkü. Ayberk arkadaş olmayı kabul etmemişti ama sonra zaten iki yabancı olmuştuk alakası yoktu. “Acaba işkence gördüğün için yanlış görüyor olabilir misin?” Cevabım üzerine sırıttı. “Yoo, gayet iyi görüyorum.” Parmağını kalbimin üstüne koydu.

“Seni seviyor ve bu ihtimal seni heyecanlandırıyor, fark etmiyorum mu sanıyorsun? Seni biliyorum Bozkurt ama sana bir şey söyleyeyim mi? Kalbinin sesini dinle. Çünkü onu o kadar uzun zamandır dinlemiyorsun ki, ama bu sefer dinle o sesi.” Sözleri üzerine bakışlarımı kaçırdım bakışlarım odamın açık kapısından dışarıda bizi izleyen Ayberk’e takıldı.

Elleri yumruk olmuşken dişlerini sıktığı çene kaslarından belli oluyordu, yeşilleri bana öyle bir bakmıştı ki tarif edemeyeceğim bir duygu yaşamıştım. Onu görmenin şaşkınlığı ile dudaklarım aralandığında Kasatura’da bakışlarını ona çevirdi. Ayberk uzaklaştığında boş koridordaki duvara bakakaldım ve Kasatura’nın sesini duydum.

“İşte tam olarak bundan bahsediyorum. Kendine bile itiraf edemediğin hislerin seni iyileştirir nereden bileceksin? Bir kere olsun kalbini dinle.” Kasatura bir şey demeden uzaklaşırken hala duvara bakıyordum kafamı karıştırıyorlardı. O duygular benim zaafım olacaktı biliyordum.

                                          

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*******

 

 

 

 

 

 

 

Salonda otururken aklımdaki düşünceleri engelleyen Pençe Timinin gürültüsüydü, hepimiz bir aradaydık çünkü Göktuğ’un müstakbel sevgilisi ile tanışacaktık. Atakan sırıtarak bana baktı geliyordu bir halt. “Komutanım.” Sırıtarak konuştuğunda bir şeyler olduğunu anladım, tek kaşımı havalandı. “Evet?” Koltukta daha dik bir pozisyona geçti. “Şey diyorum kız gelince bir kaynanalık yapsanız mı? Hem eğleniriz.” Cidden mi der gibi başımı omzuma yatırdım ben ne diye kaynanalık yapıyorum? Kaynanası var sonuçta ayrıca bu görevin bana verilmesinin sebebi kaynanaya benziyor olmam mı?

“Niye oradan bakınca kaynanaya mı benziyorum?” Atakan anlık panik yaptığında o cevap veremeden cevap Uraz’dan geldi. “Evet.” Bakışlarımı yanımda oturan Uraz’a çevirdim. Evet diyor bir de geniş geniş! “Nerem kaynanaya benziyor be?” Herkes bıyık altından gülerken Uraz yüzüme baka baka sırıttı. E bu kadarı cidden ayıp yani! “Yani sabah gördük çirkefleşme konusunda mükemmelsin, özellikle albay yanındayken.” Haklıydım. Zorbalamışlardı beni, pişman değilim. “O yüzden yapmalısın.” Şaşkın bakışlarım Uraz’a döndü normalde bu tip şeylere pek karışmazdı bana kaynana demesinden daha çok şaşırdım şu an. “Komutanım ben hani siz timin komutanısınız ya bir ciddiyetiniz var biraz ters davranırsanız eğleniriz diye demiştim.” Atakan arada açıklamasını yaparken düşündüm. Pekala kesinlikle eğlenceli olabilirdi. “Bakın komutanım Uraz komutanım bile istediyse yani yapın bence.” Kutay’ın sözleri üzerine tüm ciddiyetimi bozup otuz iki diş sırıttım.

“Tamam.” Uraz başını olumsuz anlamda sallayarak güldüğünde herkes küçük çaplı bir sevinç gösterisi yaptı, ben sırıtırken zil çaldı. “Atakan koş.” Turgut’un emri ile Atakan başını eğip üçlü koltuğun diğer ucunda oturan Turgut’a baktı. “Niye ben?” Cevap ikisinin ortasında oturan Kutay’dan geldi. “Çömez yok o zaman en düşük rütbeli sensin, koş aslanım.” Atakan istemeye istemeye oturduğu yerden kalkıp gidip kapıyı açtı.

Kapıyı açınca direkt geniş bir salon olduğu için kapıda el ele tutuşan çifti gayet net görüyorduk. Gelinimiz sarışındı.

İkisi de büyük bir çekinceyle içeri girdiler Atakan kapıyı kapatırken ortamda derin bir sessizlik vardı çiftimiz ise kapının ağzında duruyordu. Ben ise kaynanalık görevimi hemen yerine getirdim. “Orada biblo olarak kalmayı mı düşünüyorsunuz?” Ciddiyetle söylediğim lafların üzerine Göktuğ’un dudakları şaşkınlıkla açıldı. Kıyamam böyle bir tavır beklemiyor olmalıydı, şakamız kendisinin travması olabilirdi. Herkes bıyık altından sırıtırken ayakkabılarını çıkarıp bize doğru geldiler ve ortama bir göz gezdirdiler. Üçlü koltukta Turgut, Kutay ve Atakan oturuyordu. Tam kapının karşısında kalan ikili koltukta ben ve Uraz, gerçi Uraz’ın heybeti bir buçuğa zor sığıyordu. Tekli koltuğun birinde Oğuz, diğerinde Sare oturuyordu hepimiz sessizlik içinde onları izliyorduk. Göktuğ bana bakarak baş selamı verdi. “Komutanım.” Baş hareketiyle aldım selamını.

“Orada havalar nasıl?” Sare’nin ciddi sözleri üzerine ikisi de alık bir ifadeyle ona baktılar cevap verebilen Göktuğ oldu. “Anlayamadım komutanım.” Sare rahat bir tavırla arkasına yaslandı ne yaptığını anlayınca sırıtmamak için yanağımın içini dişledim. Ben kaynanalık yaparken o da görümcelik yapıyordu böyle de güzel akrabalık ilişkilerimiz vardı. “Bizde neden ayakta dikildiğinizi anlayamıyoruz, hani belki mutfaktan sandayle getirip oturursunuz böylece Azrail gibi tepemizde dikilmenize gerek kalmaz.” Göktuğ ve kızın surat ifadesi yüzünden gülmemek için kendimi zor tutuyordum kıyamam ama bir yandan da aşırı zevk alıyordum. “Ha evet komutanım.” Birlikte bir adım attıklarında tek kaşımı havaya kaldırdım. “Beraber mi gideceksiniz sandalye almaya? Yani ellerinizi bırakabilirsiniz sevgili olduğunuzu hepimiz anlıyoruz.” Göktuğ’un ifadesinden artık travması olduğumu anlamıştım, sabah ki sıcakkanlı tavrımın aksine şimdi ki çirkefliğimi görünce psikolojisi bozulmuş olmalıydı çocuğun. Birbirlerinin ellerini anında bıraktıklarında gülmemek için kendimi tutmam nedeniyle böbreklerim yavaştan sinyal göndermeye başladı.

Göktuğ mutfağa sandalye almaya giderken bacak bacak üstüne atıp karşımda dikilen gelinimizi inceledim. Saçları doğal sarışındı, gözleri açık kahverengiydi, dudakları ne ince ne de kalındı, fiziği ise güzeldi. Boyu tahmini 1.70 filandı Göktuğ’un 2.00 olduğunu düşünürsek idealdi. Siyah dizlerinin üstünde biten, vücudunu saran sade, düz bir elbise giymişti ve hafif makyajı vardı. Tabi ki kaynanalık yapıp kızı incelerken dudaklarımı büzmüştüm.

“Bize adını bahşeder misin majesteleri?” Sözlerim üzerine alık bir ifadeyle bana baktı, vücut dilinden gerginliği fazla belli oluyordu. “Efendim?” İnce sesi ile konuştuğunda gözlerinin içine baktım. “Adını diyorum söylemek ister misin?” Ne demek istediğimi anladığında çenesini kaldırdı gerginliğini belli etmeyi bırakıp, heyecandan incelen sesini düzeltip özgüvenle konuştu. “Adım Buse, tanıştığıma memnun oldum.” İşte şimdi memnun olmuştum istediğimiz çekingen bir kız değildi, özgüvenli bir kadındı.

“Daha tanışmadık tanışalım, Ben Sare. Üsteğmen Sare Özkara.” Buse üsteğmen lafını duyunca gülümsedi Sare güçlü bir kadın olduğunu her şekilde belli ediyordu ve bu Buse’nin hoşuna gitmiş olmalıydı. “Çok memnun oldum.” Buse’nin lafının üzerine Sare samimiyetsiz bir şekilde sırıttı ama gülmemek için hepimiz kendimizi zor tutuyorduk. “Bakalım bizde memnun olacak mıyız?” Bu lafların üzerine genelde sırıtan Oğuz bile tüm ciddiyetiyle konuştu.

“Ben Teğmen Oğuz Öztürk, bakalım memnun olur muyuz?” Buse bir baş hareketiyle memnun oldum der gibi yapınca tabi ki Turgut atladı. “Ben Asteğmen Turgut Eraslan, memnun olur muyuz bilemem.” Buse bir baş hareketi yaptığında Kutay atladı. “Ben Astsubay Kıdemli Başçavuş Kutay Aydoğan, umarım memnun oluruz.” Turgut ve Kutay bile o kadar ciddi söylemişti ki hayır bunların asıl halini bildiğimden sahte ciddiyetleri gülme isteğime daha çok sebep oluyordu. Ardından Atakan atladı. “Ben Astsubay Başçavuş Atakan Arslan, memnun olmamız lazım.” Atakan ciddiyetle konuşurken ben ve Uraz kalmıştık Buse’nin bakışları bize çevrilirken Göktuğ en nihayetinde mutfaktan iki sandalye ile gelebilmişti. Buse tam sandalyeye oturacakken Uraz’ın sesi ile bakışlarını ona çevirip oturmayı unuttu. Bu görüntüye burnumu kaşır gibi yaparak sırıttım. “Ben Kıdemli Üsteğmen Uraz Kandemir.” Göktuğ anlık ne olduğunu anlamadığı için boş boş bize bakıyordu. Neden rütbelerimizi söylediğimizi anlamaya çalışıyor olmalıydı ama herkes kimin ne olduğunu bilmeliydi değil mi? Buse baş hareketini yaptıktan sonra bakışları bana döndü kollarımı göğsümde bağlarken ona baktım.

“Ben Yüzbaşı Umay Ülgen, memnun olmamız senin iyiliğine olur.” Ciddiyetle söylediklerime ciddiyetle başını salladığında en nihayetinde oturdu Göktuğ’da oturduğunda ortama bir sessizlik çöktü. Ama uzun sürmedi çünkü Buse bu sessizliği dağıttı özgüvenli sesi ile konuştu.

“Daha yakından tanışalım, ben avukatım Göktuğ’um ile ise bir kaza sonucu tanışık.” İkisi de birbirine aşk dolu bakışlar atarken romantik sahneyi bölen ses Oğuz’un gülmemek için zor duran sesiydi. “Göktuğ’um mu?”

Oğuz öyle bir söylemişti ki Buse’nin aksine küfereder gibiydi Oğuz’un söyleyişine gülmemek için dudaklarımı büzerek kendimi tutmaya çalıştım. “Evet?” Buse’nin sesi ile Oğuz ciddiyetle başını salladı sonra aynı ciddiyetle Göktuğ’a döndü. “Göktuğ’um kalk bir su getir bana.” Elimle ağzımı kapatıp Oğuz’un söyleyiş şekline sırıttım Uraz’da benimle aynı durumdaydı o da başını eğerek sırıtışını saklamaya çalışmıştı. “Emredersiniz komutanım.” Göktuğ anında mutfağa doğru giderken herkes farklı bir şekildeydi çünkü gülüşümüzü saklamaya çalışıyorduk.

Buse söylerken fazla romantik ve güzel geliyordu ama Oğuz öyle bir söylemişti ki bir daha asla romantik bakamayacaktım. Göktuğ mutfaktan geldiğinde elindeki bir bardak suyu Oğuz’a uzattı, Oğuz alırken başını kaldırıp Göktuğ’a baktı. “Sağ ol, Göktuğ’um.” Gülmemek için elimi ağzıma kapatırken bakışlarım Turgut ile Kutay’a kaydığında daha fazla gülmek istedim.

İkisi de dudaklarını birbirine sıkıca bastırmış put gibi karşılarına bakıyorlardı onlara bakarken gülme isteğim arttığından bakışlarımı başka yöne çevirdim hemen. Ciddiyetimi sağladığımda elimi ağzımdan çektim karşımdaki ikiliye bakarken Buse, Oğuz’un zorbalamalarını umursamayarak konuşmaya devam etti. “Göktuğ’um ailem ile tanıştı gayet iyi anlaştılar yani aslında ilişkimiz bir süredir vardı ama hemen herkese söylemeyelim dedi Göktuğ. Nasip bu zamanaymış.” Öyle mi dedi Göktuğ’un? İçimde o kadar büyük bir gülme isteği vardı böbrekleri ağrımıştı artık.

“Biz akıllı adam sevmeyiz, delilik var mı biraz?” Sözlerim üzerine Göktuğ anında sırıttı artık gözünün önünden ne geçtiyse çocuk anlık kararını sorguladı. “Bize yakın.” Onun yerine Göktuğ cevap verirken Buse anlamamış bir şekilde bize bakıyordu başımı sallayarak Göktuğ’u onayladığımda Sare, Buse’ye döndü.

“Keyfini bozmak gibi olacak majesteleri ama sofrayı kurma zahmetine girmek ister misin?” Evet acıkmıştık, sofra kurulmalıydı ama ben kaynanalık görevini üstlendiğimden hiçbir şeye elimi sürmeyecektim. “Evet acıktık.” Turgut’un sözlerini hepimiz ciddiyetle başımı sallayarak onayladık. “Ben evde ne nerede pek bilmiyorum ama gösterirseniz tabi ki yardım ederim.” Buse’nin sesi artık hafiften sinirli çıkıyordu ama kıyamam bu daha başlangıçtı. Sare ayağa kalktığında Buse’ye baktı. “Kalkma zahmetine girersen göstereceğim.” Buse’nin sinirlenmeye başladığını hissediyorum. Allah yardımcın olsun.

Buse ayakalanıp giderken Oğuz Göktuğ’a baktı. “Bir bardak su daha getirir misin? Göktuğ’um.” Gülmemek için dişlerimi alt dudağıma geçirdim Göktuğ ayağa kalkıp su almaya gittiğinde Turgut’tan bir kahkaha sesi yükseldi ve ardından hepimiz patlayıp kahkaha attık. Kutay kahkahalarının arasından Oğuz’u taklit etti. “Göktuğ’um.” Daha çok gülmeye başladığımda karnıma ağrılar girmişti biz gülerken Göktuğ’un geldiğini duyduğumuz anda anında put gibi sustuk. Hepimizin bir anda put kesilmesi ayrı bir gülünçtü ve bunu da sağ olsun Atakan yaptı. Atakan gülmemek için kendini zorlarken çıkardığı sesler bizi gülmeye teşvik ediyordu Atakan dudaklarını birbirine bastırmış put gibi karşısına bakıyordu sadece o değil hepimiz aynı şekildeydik. Atakan’ın çıkardığı sesleri hepimiz çıkarmaya başladığımızda Göktuğ bize garip garip bakıyordu ama ben tam karşımdaki beyaz kapıya bakıyordum. En sonunda Atakan patladığında hepimiz patlayıp kahkaha atmaya başladı.

En nihayetinde gülmemizi bastırdığımızda Oğuz bize garip garip bakan Göktuğ’un elinden bardaktaki suyu aldı. “Sağ ol, Göktuğ’um.” Yine gülme isteği içime dolduğunda kulağımın dibinde hissettiğim kişi Uraz’dı “Sus artık nasıl kaynanasın sen?” Daha çok gülmek istesem de ciddiyetimi elime aldım.

Biz muhabbet ederken sofra kurulmuştu, yemekler yenmişti biraz da yemekte zorbalamıştık yeni çiftimizi şimdi ise yine salonda oturuyorduk. Bacak bacak üstüne atıp Buse’ye baktım. “Kalk kahve yap bakalım, bizimkine gelin olabilir miymişsin.” Sözlerim üzerine Buse başını salladı diğerlerine karşı sinirlense de bana karşı hep biraz daha ılımlıydı Göktuğ hakkımda ne demişti bilmiyordum ama Buse’nin hoşuna gitmiş gibiydim. Buse mutfağa gittiğinde anında öne doğru eğilip Göktuğ’a baktım.

“Ne anlattın kıza hakkımda? Ben bile kendi çirkefliğime tahammül edemedim bu kız niye bana karşı böyle?” Benim sorumun üzerine Göktuğ’un yüzünde bir gülümseme belirdi. “Sizi anlattım komutanım ne kadar güçlü olduğunuzu ne kadar başarılı olduğunuzu, tüm her şeye nasıl göğüs gerdiğinizi. Kısaca sizi anlattım komutanım ve Buse’de sizin gücünüzden etkilendi yani sizin gibi güçlü bir kadınla tanışmak istediğini hep söylerdi. Eh biraz sert olduğunuzu söylediğimden size karşı biraz daha ılımlı.” Göktuğ’un sözleri üzerine donup kaldım.

Ben miydim o güçlü kadın?

Ben miydim her şeye göğüs geren?

Ben bunların hiçbiri değildim. Ben acı çekmemek için kalbini yok eden bir kadındım.

Başımı sallayarak arkama yaslandığımda ben düşüncelere dalamadan kahveler geldi sunumlar yapılırken çirkeflik yapmamıştım. Şu an düşünceler beni sessizleştirmişti hep böyle olurdu ne zaman böyle düşüncelere dalsam küçük bir çocuk gibi kabuğuma çekilir, sessizleşirdim. Bunu bilen Uraz’ın sesini kulağımın dibinde hissettim.

“Aklından geçen şeyleri biliyorum saçmalamayı kes ve kendine gel Göktuğ’un eksiği bile var. Kendine gel kaynana.” Bakışlarımı Uraz’a çevirdiğimde derinden gülümsedim o da bana bakarak gülümsedi belki Uraz yaralarımı saran bir arkadaş değildi. Ama Uraz benimle birlikte kanayan bir dosttu. “Bu kahve olmamış.” Sare’nin sözlerine yanıt olarak bacak bacak üstüne attı Buse. “Kalk kendin yap o zaman.” Buse’nin sözlerinin üzerine ortama ölüm sessizliği çökerken sessizliği bozan Buse’nin içtiği kahveyi höpürdetmesiydi.

Anlık herkes sustuğunda kimin ne yapacağı belli değildi bakışlar Sare ve Buse arasında gidip geliyordu, kavga çıkarsa valla kahvemi höpürdeterek içer, izlerdim. “Sabahtan beridir bir şey demiyorum ama sabır taşı da çatlar.” Buse havalı duruşunu bozup kahveyi orta sehpanın üzerine koydu ve hepimize bakarak dudak büzdü.

“Bana gareziniz ne? Beni sevmediniz de göndermeye mi çalışıyorsunuz?” Buse’nin üzgün sesine karşılık hepimiz elimizdeki kahveleri ciddiyetle bir kenara koyduk. Hepimiz bakışlarımızı Buse’ye çevirdiğimizde Göktuğ’un gerginliği ortamın üzerine çöktü, hepimiz Buse’ye bakarken aynı anda kahkaha atmaya başladık. Buse ve Göktuğ neye uğradığına şaşırırken biz akşamdan beri gülemediklerimizin acısını çıkararak güldük.

Beş dakika. Tam beş dakika boyunca kesintisiz gülmüştük en başta bir dakika olaylara gülmüştük sonra krize girmiştik. Karnımda ağrılar varken derin nefesler alarak sakinleştim kimsenin gülecek hali kalmadığında çifte kumrulara döndük, konuşan ben oldum. “Şaka yapıyoruz kızım. Valla siz gelmeden birkaç saniye önce böyle bir karar aldık dedik ilk çiftimize şöyle en güzelinden bir şaka yapalım. Biraz kaynanalık taslamış olabilirim ama şakaydı normalde o kadar çirkef bir insan değilim. Ayrıca seni de gayet sevdik iyi kızsın.” Açıklama yaptığımda Göktuğ ve Buse’nin dudakları şaşkınlıkla aralandı karnım ağrımasaydı bu tepkiye de gülebilirdim ama yerim yoktu.

Göktuğ kendini sandalyeye bırakırken cidden mi der gibi bana baktı. “Komutanım yüreğime iniyordu ya. Psikolojim bozuldu, hayatımın travmasını yaşadım.”

Evet artık Göktuğ’un travması bendim, gülmek istiyordum ama karnım öyle bir ağrıyordu ki çok gülmüştüm galiba. Gerçi hayatımda en son ne zaman böyle güldüğümü hatırlamıyordum iyi gelmişti. “Bir şey olmaz bunu da atlatırsın.” Buse şaşkınlığını henüz üzerinden tam olarak atamamışken konuştu. “Davranışlarınız hepsi bir şaka mıydı? Ama bu resmen eşek şakası! Benimde travmam oldunuz!” Geçmiş olsun. İlk çiftimizin artık psikolojik hasarları vardı.

“Travman mı? Daha çok sen bizde travma yarattın gibi, ayrıca kahve çok güzel olmuş ellerine sağlık.” Sare kenara koyduğu kahvesini alıp höpürdeterek içti Buse yüzündeki ben nereye düştüm gülümsemesiyle Sare’ye bakarken Göktuğ anca kendine gelebilmişti. “Komutanım.” Göktuğ’un ne diyeceğini biliyordum bakışlarımı ona çevirdim. “Onayınız var mı?” Sorusunun üzerine sessizlik oldu çok güzellerdi birlikte. Göktuğ sofrada Buse’yi sonuna kadar korumuş hepimize biraz kafa tutmuştu.

Ama işin asıl kısmı çok sevdiği kadın onun zaafı mıydı? Bunu test etmem gerekiyordu ve daha en başından test edecek değildim. Biraz zaman geçtiğinde en iyi sonuç ortaya çıkacaktı. “Birlikte çok güzelsiniz ama onay kısmı uzun bir süreç, siz keyfinize göre takılın.” Göktuğ gülümseyerek başını salladı ve dönüp Buse’nin alnına bir öpücük kondurdu. Mutluydu. Göktuğ genelde sessiz, bazen eğlenceli bir tipti ve onu ilk defa bu kadar huzurlu görüyordum ki sonuna kadar da hak ediyordu.

Onlara bakarken aklıma düşen bir çift yeşildi. O koridorda bana olan bakışları... Kasatura’nın söyledikleri... Aklımdan çıkmıyordu.

                                         

 

 

 

 

 

 

 

 

*******

Arkadaşlarrr evet bölümümüz geldi bu bölümde Umay'ın Ayberk'in kokusu ile uyabildiğini gördük ayrıca aramıza yeni birisi katıldı Buse'nin modelini henüz belirlemedim en kısa zamanda belirleyeceğim. Pençe ve Kartal timinin beraber gittiği iki farklı operasyon okuduk yazarken damarımdaki kanın hızlı aktığı sahnelerdi. Ve size bir spoiler verecek olursam bizim bela mıknatısı olan üçlüye Buse'de eklenecek yaşanabilecek belaları siz düşünün jsjsjssjjs peki siz Umay ve Ayberk hakkında ne düşünüyorsunuz? lütfen yorumlarda belirtin fikirleriniz benim için gerçekten önemli sizin yorumlarınızı okumayı seviyorum. Ve beni takip edip oy vererek destek vermeyi unutmayın destekleriniz motivasyonumu yükseltiyor. O zaman ben yorumları size bırakıyorum ve desteklerinizi isteyerek gidiyorum. Öpüldünüzzzzz>>>>>

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 15.01.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...