

Sev yeşili doğuyu koru güzel vatanım filizlensin, memleketimin bu dağları hainlerden temizlensin.
***
Uykusuz geçen bir gecenin daha sonuna gelmiştim gece düşünmekten neredeyse kafayı yemek üzereydim. Zaten Ayberk’in bakışları, Kasatura’nın sözleri aklımı bulandırıyordu üstüne gece Ayberk’in aynındayken aklıma gelince bir de onu düşünerek devrelerimi yakmıştım. Salonda otururken adım seslerinden Sare’nin uyandığını anladım.
Hayır gece bir de düşünmemek için resim yapmıştım ve yaptığım kişi yine Ayberk’ti. Pekala yakışıklıydı ve çok iyi bir modeldi.
Sare’nin bana seslendiğini duyunca kendime geldim. “Kahvaltıyı hazırlıyorum.” Evde yemek işleri Sare’ye kalıyordu çünkü ben yemek yapmayı bilmiyordum tamam, evet bir sofra hazırlayabilirdim ama üşeniyordum. Oturduğum yerden kalktığımda salonun ortasında karşı karşıya geldik.
Her zamanki gibi güzeldi. Üstünde beyaz bir gömlek vardı altında ise mavi bir kot pantolon, saçları her zamanki gibi dalgalıydı. Hafif makyajı ile büyüleyici bir güzelliği vardı.
Ben ise bol bir tişört ve bir eşofman ile duruyordum saçlarımı toplamıştım. O kadar farklıydık ki.
“Ben yemeyeceğim sen yiyene kadar duşa girip hazırlanacağım sonra beraber çıkarız.” Yanından geçip gidecekken kolumdan tuttu başımı ona çevirdiğimde o da bana bakıyordu. “Umay yapma böyle. Zaten uyumuyorsun ama üstüne doğru düzgün beslenmiyorsun da. Kendine bunu yapma hak etmiyorsun.” Ne kadar farklı olsak da seviyordum bu kızı ama ben düzelmezdim. Yemek yemek genelde içimden gelmiyordu iştahım yok yani yemek istediğimde ise üşeniyordum. Gün içinde birkaç bir şey atıştırıyordum yetiyordu zaten bana. Sare'ye bakarken içten bir şekilde gülümsedim.
“Keyfine bak Sare çünkü bende yok. O yüzden beni boş ver.” Bir şey söylemesine izin vermeden yanından geçip odama ilerledim. Kapıyı ardımdan kapattığımda sırtımı kapıya yasladım ve yere çöktüm. Kafam karışıktı, kalbim karışıktı, her şey karma karışıktı. Eşofmanımın cebindeki telefonum çalınca cebimden çıkardım ekranda gördüğüm isimle gülümsedim. Bu adam benim zora düştüğümü hissediyor olmalıydı. Ali albay arıyordu hemen cevap verdiğimde ilk konuşan o oldu.
“Evlat. Uzağa gidince unuttun bizi.” Unutmak mı? Unutmam baba. Unutamam. Onunla konuşmanın getirdiği mutlulukla gülümsedim. “Unutmadım tabi ki görevdeydim arayamadım kusura bakmayın.” İçimde baba dediğim adam neden sesli diyemiyordum? Neden baba kelimesini sesli dile getiremiyordum ben?
Ben dile getiremesem de bil, anla beni baba. Babamsın sen benim.
“Yok evlat ne kusuru ama sana bir sürprizim var.” Kaşlarım havalandı eğer bu yaşlı Bozkurt sürpriz dediyse kesin bir şeyler olacaktı ama yakında çıkardı kokusu. “Gerçekten mi? Ne?” Bir çocuk gibi coşkuyla konuştuğumda ne kadar coşkulu olduğumu fark ettiğimde coşkum söndü. Bir kız çocuğu gibi davranmayı kes Umay! Tam özür dileyecekken onun huzurlu sesini duydum.
“Evet seveceğini düşünüyorum.” Yutkunduğumda görmese bile başımı salladım. “Severim.” Beni çok iyi tanıyordu bir şey yaparsa severdim. “O zaman ben seni tutmayayım evlat. Ve git kahvaltını yap güçten düştüğünü görürsem sağlam fırça yersin.” Güldüğümde görmese de başımı salladım. Baba gibi davranması, daha doğrusu babam olması gözlerimin dolmasına sebep olmuştu. “Güçten düşmeyeceğim.” Kahvaltı edeceğim dememiştim çünkü hiç iştahım yoktu.
“Görüşürüz evlat.” Görüşelim. İhtiyacım var çünkü. “Görüşürüz.” Telefonu kapattığımda derin bir nefes aldım ve düştüğüm yerden kalktım, hep böyle olurdu zaten düşerdim ve kalkardım. Ama onunla konuşmak iyi gelmişti sürpriz konusu ise zaten düşünecek çok az şeyim varmış gibi yeni bir soru işareti olarak zihnime kuruldu.
Üstüme siyah bir kazak, altıma siyah bir kargo pantolon giydim çıkarken de üstüne siyah deri bir ceket alacaktım. Saçlarıma kuruturken aynada kendime bakarken aklıma bir öğretmenimin sözü geldi.
Kaç kişi aynaya baktığında kendini görüyor? Biz aynaya baktığımızda insanlar bizi nasıl görüyorsa öyle görüyoruz kendimizi.
Yeterince düşünecek şeyim vardı bu yüzden bir tane daha eklemeyeceğim benim derdim bana gerçekten yetiyor. Saçlarımı kuruttuğumda banyodan çıktım Sare’de salındaki koltukta oturuyordu. “Sare ceketimi alayım çıkalım.” Seslendiğimde başını sırıtarak baktığı telefondan bana çevirdi. “Tamam.” Ve yine sırıtarak telefonuna döndü sorgulayan bakışlarım onun üstündeyken bundan vazgeçip odama yöneldim. Hiç havamda değildim açıkçası odama geldiğimde deri ceketimi giydim ve yatağın komodinin üstünden arabanın anahtarını aldım.
Salondan geçerken bakışlarım Sare’ye kaydı ama kendisi hala sırıtarak telefona bakıyordu kapının kenarındaki postallarımı giyerken tekrar Sare’ye seslendim. “Koltuk rahat galiba.” Bakışları bana döndüğünde boş boş bakıyordu. “Koltuk diyorum rahatsa sen evde kal senin yerine ben giderim askeriyeye.” Aydınlandığında “Ha.” diyerek oturduğu yerden kalktı çantasını koluna takıp postallarını giymeye başladı. Beraber asansöre bindiğimizde Sare telefonla uğraşıyordu ben ise görev çıksın diye dua ediyordum. Yoksa benim kafam dağılmazdı en azından bu gece uyuyabilirim diye düşünüyorum çünkü görevden gelmiştim sonuç olarak yorgundum ve halsiz hissediyordum. Bu da uykusuzluktan bayılacağım anlamına geliyordu asansörden inerken düşündüğüm şey tam olarak buydu. Binanın önündeki arabaya binerken içimde garip bir huzur hissettim bu genelde nadiren olurdu ama bakalım hayırlısıydı.
Askeriye koridorundan ilerlerken albayın odasına gidiyordum operasyon raporunu vermek için ama koridorun diğer ucunda gördüğüm kişi ile adımlarım durdu. Koridorun diğer ucunda Ayberk vardı. Yeşilleri bana bakarken onun da adımları durmuştu. Bizi durduran neydi? Yeşillerinde çözemediğim bir ifade vardı aslında birçok ifade vardı. Birçok duyguyu aynı anda yaşıyormuş gibiydi. İkimizde durmuş birbirimize bakarken ilk adımı ben attım benim adımımla başını omzuna yatırdı. Az önceki güçlü ve seri adımlarım devam ettiğinde o da bana doğru adım attı. Albayın kapısının karşısında karşı karşıya geldiğimizde ilk konuşan ben oldum. “Ayberk.” Ne diyeceğimi de bilemiyordum ama o koridordaki bakışları bayılsam bile rüyama girerdi.
Yanlış anlamıştı Kasatura’nın benim için Uraz’dan bir farkı yoktu. “Deli yürek?” Bana eskisi gibi deli yürek dediğinde aramızda bir samimiyet belirdi gibi hissettim ama bu his içimde fazla barınamadı. “Şey.” Her şeyi yanlış anladığını açıklamak istiyordum ama nasıl açıklayacağım hakkında bir fikrim yoktu. Genelde yaptığım açıklamalar neden emir dinlemediğime dair olurdu ilk defa böyle bir açıklama yapıyorum. Ki neden yaptığımı da bilmiyorum. “Ney?” Yeşillerine bakarken az daha gülümseyecektim ki bunu yapacağımı fark ettiğim anda kendime sahip çıktım.
“Şey dicektim sen Kasatura ile beni çok yanlış anladın yani aramızda sadece bir dostluk var. Benim için Uraz’dan bir farkı yok sadece öyle şakaları var ki zaten kendisi evlenme yolunda emin adımlarla ilerliyor. Yani flört etmemiz rahatsız etmişti ya seni o yüzden şey ettim.” Son iki kelimeye kadar bence çok iyi gidiyordum ama yine iyi ilerledim. Ayberk sırıttığında hafifçe üstüme doğru eğildi.
“Ne ettin?” Yeşillerine dalmak üzereyken kendime geldim. Ne yapıyordum ben! Kendimi tokatlamak istiyorum! “Şey işte.” Mükemmel cevabımla beraber sırıtışı genişledi ne yapmaya çalıştığının gayet farkındaydım. Açıklama yaptığımı itiraf ettirmeye çalışıyordu hayır zaten yaptım daha nesini itiraf edeceğim?
“Deli yürek sen az önce bana açıklama mı yaptın bana mı öyle geldi?” Genelde asiliğimden kaynaklı pek açıklama yapmak gibi bir huyum yoktu şu hayatta açıklama yaptığım bir Ali albay vardı bir de komutanlar. Bir de Ayberk. “Evet insanların açıklama yapması anormal bir şey mi?” Konuşmamızın saçmalığından bahsetmek istemiyorum ayrıca bu adamın bana olan yakınlığı dengelerimi bozuyordu. Hayır ben ritim bozukluğu niye yaşıyorsam!
“İnsanların açıklama yapması normal tabi herkes senin gibi asi bir bozkurt değil.” Orası doğruydu bana lakap olarak börü diyenler de vardı, börü bozkurt demekti. “Bozkurt bakışlı.” Dediğinde kalbimin ritimleri bozularak hızla atmaya başladı. “Ben mi? Bozkurt bakışlı mıyım?” Sesimde heyecan fark ettiğimde kendime sövdüm. Profesyonellik Umay! “Evet bozkurt bakışlısın.” Gülümsediğimde benim gibi otuz iki diş sırıtmasa da oda gülümsedi. “İzninle teslim etmem gereken bir rapor var askeriye güzeli.” Askeriye güzeli deyince boş bakışlarımı yönlendirdim. “Artık askeriyede ki lakabın askeriye güzeli herkes güzelliğini konuşuyor.” Uraz’ın dedikleri aklıma gelince taşlar yerine oturmuştu.
Ayberk kapıyı açıp içeri girerken peşinden de ben girdim ardımdan kapıyı kapatıp Ayberk’in yanında durdum. Asker selamı verdiğimizde albayın sesi duyuldu. “Rahat.”
Rahata geçtiğimizde ben elimdeki raporu vermek için ağzımı açmıştım ki Cahit albay bakışlarını Ayberk’e çevirdi ve elini uzattı. “Ver bakalım Göktürk.” İçimde bir yanardağın patladığını hissettiğimde sinirden yanağımın içini ısırdım ve başarıyla kanattım. Tek ısırışta kanatan tek insan ödülünü onurla kabul ediyorum. Ayberk bunu görüş olacak ki eğlenen bir sesle konuştu. “Önce deli yürek versin komutanım kendisinin önemli işleri var.” Öyle mi? Benim hiç haberim yoktu oysa ama çaktırmaya ne gerek vardı dimi. Tam ağzımı açmıştım ki albay Ayberk’e bakarak konuştu. “Bekleyebilir.” Sinirden tekrar yanağımı ısırdığımda bu sefer kan tadını yoğun bir şekilde hissetmiştim.
“Olsun önce o versin.” Albay başını peki der gibi sallayıp bana bakmadan elini uzattı raporu masasının üstüne fırlatmak vardı ama tabi ki iç sesimi dinlemeyip la havle çekerek götürüp eline verdim raporu. “Çıkabilirsin.” Sağ ol ya lütfettin paşam! Görende paşa sanacak! Başımı sallayıp arkamı dönüp çıkarken Ayberk’in yanından geçerken kulağıma fısıldaması ile olduğum yerde durdum. “Bu arada şanslısın deli yürek.” Sözleri üzerine sorgularcasına tek kaşımı kaldırdığımda benden uzaklaşıp albayın masasına yaklaştı oflayarak odadan çıktım. Al işte yine dengemi bozuyordu! Çok dengem vardı bir de sen boz aferin!
Hava almak için bahçeye çıktığımda askeriyeden içeriye giren klasik mercedesin plakasını gördüğümde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Uykusuzluktan yanlış görüyor olmalıydım. Ama oydu! Gözlerimi kırpıştırdım ama aynı görünce bu sefer gözlerimi ovuşturdum. Ben gördüklerime inanmaya çalışırken araba komutanlığın önünde durdu. Ben komutanlığın kapısında dikilirken arabadan inen kişileri gördüğümde heyecandan ve şaşkınlıktan bayılmak üzereydim. Ağzım açık kalmışken yanımda duran heybetli beyin o olduğunu kokusundan anlamıştım.
“Demek ki tek özleyen sen değilmişsin.” Ayberk’in sözlerine tepki veremiyordum çünkü tam olarak Ali albay ile bakışıyordum. Diğer yanımda hissettiğim heybet Uraz’a aitti. “Komutanım.” Ona tepki veremeyecek durumdaydım çünkü Ali albay bana bakarak sırıtıyordu ya da ben artık şizofrene bağlamıştım. “Nereye bakıyorsun-” Uraz başını çevirip Ali albayı görmüş olmalı ki lafı yarıda kalmıştı.
“Komutanım.” Uraz ve ben aynı anda söylediğimizde Ali albayın sırıtışı genişledi genelde böyle sırıtması nadir bir andı ama şu an şaşıracak daha önemli konular vardı. “Ee orada durup bizi mi izleyeceksiniz?” Bizden kastı çok sevdiği karısı Sevde Hanım ve yirmi beş yaşındaki kızı Pelin’di. Ailecek buraya gelmelerinin tek açıklaması tayin olmalıydı.
Uraz ile dönüp birbirimize şaşkın bakışlar attıktan sonra hala şaşkın bir şekilde merdivenlerden indik, Ali albayın karşısında dururken hala şizofren olup olmadığımı sorguluyordum. “Komutanım siz-” Cümlemi Ali albay tamamladı. “Tayin aldım.” Bunu beklediğimden pek şaşıramamıştım şaşkın bakışlarım Ali albayın arkasında duran anne kıza döndü. Pelin bana bakarak sırıttı.
“Beni özlemişsindir diye düşündüm ve başına bela olmaya geldim.” Ne güzel. Umay’ın başında hiç bela yok çünkü. Pelin benim tam tersimdi ben siyahsam o beyazdı, sonbaharsam o ilkbahardı. Ben simsiyah ya da yeşil giyerdim o ise her zaman çiçekli, böcekli soft olan ne varsa o şekilde giyerdi. Ben askerdim, o ise doktor. Ama estetik doktoruydu, yani plastik cerrahi kan görmeyi midesi kaldırmıyordu onun.
O bir prensesti, ben ise bir savaşçı.
Aramızdaki fark tam olarak buydu bakışlarım tekrar Ali albaya döndüğünde gülümsedim. “Hoş geldiniz komutanım.” O da gülümsedi. “Hoş buldum Umay.” Uraz’da hoş geldiniz derken Ayberk yanımıza geldi bakışlarım anlık ona döndüğünde yan profilden de çok yakışıklı olduğunu fark ettim. Ne diyorum ben! “Hoş geldiniz komutanım.” Ayberk hoş geldin dileklerini iletirken benim bakışlarım ondaydı benim içimde hep oturup bu adamı izlemek gibi isteğim oluyordu. Ve bu beni çıldırtıyordu.
“Hoş buldum Göktürk.” Birbirlerini tanımıyorlardı ama Göktürk’ün namını elbette Ali albayda duymuştu Ayberk bakışlarını Sevda ve Pelin’e çevirip bir baş hareketiyle selam verdiğinde Pelin Ayberk’ göz kırptı. İçimde bir yanardağ daha patladığında bakışlarım anında Pelin’i buldu. “Ne yapıyorsun?” Pelin siyah saçından bir tutamıyla onarken bakışları Ayberk’in üstündeyken bana cevap verdi. “Çok iyi sen?” Bok gibi.
“Nasılsın demedim ne yapıyorsun dedim.” İçimde patlamalar vardı ben bile böyle patlama yaratmamıştım yani o derece bir patlama vardı içimde. Pelin Ayberk’e sırıtarak bakmaya devam ederken bana cevap verdi. “Bir şey yapmıyorum ama yapmak isterim.” İstememesi onu hayrınaydı bence. “Beraber bir kahve içebilir miyiz yüzbaşı? Hem bana belki şehri gezdirirsin ilk defa geliyorum hiçbir yeri bilmiyorum.” İçimde büyük bir patlama gerçekleştiğinde ben cevap verdim.
“Yüzbaşı çok yoğun bu sıralar ben gezdiririm sana. Şehri.” Ayberk’in bakışları bana döndüğünde bende bakışlarımı ona çevirdim. “Yoğun muymuşum?” Parmaklarımın ucunda yükselip kulağına fısıldadım. “O yakışıklı suratına yumruğu yemek istemiyorsan hemen uzaklaş. İkinizden olmaz.” Sırıttığında o eğilip benim kulağıma fısıldadı sıcak nefesini bu kadar yakınımda hissetmemle ritim bozukluğu yaşadım ve kalbim göğsüme vurmaya başladı. “Merak etme olmasını istediğim kişi o değil.” Benden uzaklaşıp Ali albaya selam verip uzaklaşırken bıraktığı gibi kalakalmıştım. Kalbim hızla atıyordu ve o sözlerinden ne anlam çıkarmalıydım? “Şişt kıskandın mı?” Pelin’in sesi ile bakışlarım ona döndü. “Ne kıskanıcam be. Ayrıca sen niye adama cilve yapıyorsun belki sevdiği var?” Sözlerinden sevdiği olduğu anlaşılıyordu anlık aklıma Kasatura’nın sözleri düştü.
“Şu yüzbaşı seni kıskandı, demek ki seviyor.”
Zihnime ihtimali düştüğünde kalbim daha fazla hızlandı kendime gelmeme sebep olan Pelin’in sözleriydi. “Nereden biliyorsun ya yoksa sevdiği?”
Merak etme olmasını istediğim kişi o değil.
Birinin olmasını istiyordu ama bu Pelin değildi demek ki sevdiği vardı. Bakışlarımı Pelin’e çevirdim. “Biliyorum.” Bahçenin diğer köşesinde Pençe timini gördüğümde onların da bakışları bana çevrildi hissetmişlerdi. Hepsinin gözleri şaşkınlıkla kocaman açılırken bize doğru ilerlemeye başladılar ben ise Ali albaya döndüm. “Komutanım lojmanda kalmak istemeyeceğinizi biliyorum ama isterseniz sizin için bir yer bulabilirim.” Benim sözlerim bitince Pençe timi yanımıza damlamıştı. “Gerek yok deli yürek ben halledeceğim.” Başımı sallayarak onu onayladığımda Pençe timi sırıtarak Ali albaya bakıyordu. “Komutanım valla çok özledik sizi.” Turgut’un içten itirafının üstüne Kutay lafa atladı. “Komutanım ne olur tayin aldım deyin.” Ali albayın gözlerinin içi gülüyordu ve bu da beni gülümsetmişti çünkü bu adam mutluluğun alasını hak ediyordu. “Tayin aldım.” Ali albayın sözlerinin üzerine Turgut ve Kutay sevinerek karşılıklı oynamaya başladılar onlara Göktuğ’da katıldı. Ali albay deliliklerine güldüğünde diğerleri hoş geldiniz dileklerini iletiyordu. Ali albayın bakışları bana döndü.
“Umay ben gelmeden önce evi ayarladım sadece gidip yerleşmek kaldı o bugün biter zaten. Senden ricam Pelin’e bir şehri gezdirsen hastaneyi falan öğrenmesi gerekiyor malum.” Ben anlık oluşan garip duyguyla ben gezdiririm demiştim ama ben bugün uykusuzluktan bayılacaktım yani. Yavaştan başım dönmeye başlamıştı zaten eğer bugün gezdirmemi söylerse sıçmış üstüne de sıvamış olurdum. Bir dakika lan! Ben niye öyle garip bir duygu yaşamıştım? Korkarım kıskançlık gibi bir şeydi ama ben niye öyle hissetmiştim?
Ne halt ettiğimi yeni fark ederken aynı anda Ali albaya cevap verdim. “Bugün mü?” Adama mesafe deyip kıskanmış mıydım ben? Yoksa şizofren miydim? İkincisi olduğuna inanmak istiyordum. “Bugün değil yarın gezdirirsin.” Başımı sallayarak onu onayladım ama şöyle bir sorun vardı başımın dönmesi artmıştı halsizliğim artmıştı kolumu kaldıracak halim yoktu. O sırada Uraz’ın dibimde olduğunu kolumu tuttuğunu ve kulağıma fısıldadığını hissettim. “Umay bayılacaksın eve git.” Uraz biliyordu tabi ki uykusuzluktan bayılacağımı ama eve gitmek için bir bahanem yoktu yapılacak işler vardı ve albayın bana garezi varken gitmeme hayatta izin vermezdi. Başımı sallayarak onu onayladığımda timin Ali albayla goygoyu bitmişti. “Şimdilik gidiyorum yarından itibaren her gün görüşeceğiz zaten. Sizi kendi emrime alacağım.” Sevinçten havaya uçabilirdim kimse tutamazdı uçardım valla. Aldığım en güzel haberlerden birisi olabilirdi Ali albay, Sevde Hanım ve Pelin arabaya binip askeriyeden uzaklaşırken herkes işine başına dağıldı.
Odama geldiğimde kendimi koltuğuma bıraktım gerçekten bayılmak üzereydim evet Ayberk ile çok verimli bir uyku çekmiştim ama çok kısıtlı bir süreydi. Neredeyse iki saat falandı ve ben en az yirmi beş, otuz gündür uyumamıştım doğal olarak yetmemişti. Odamın kapısı açık kalmıştı başım öyle bir dönmüştü ki kapıyı bile kapatamamıştım odamın kapısı tıklatıldığında gelen heybetli be oydu. Önümü doğru düzgün göremesem de onu hep tanırdım karşımda durduğunda bir şey belli etmemeye çalıştım.
“Deli yürek sen iyi misin? Bugün fazla yorgun gibisin.” Gibisi az kalırdı yorgundum bayılacak dereceydim ve uzun zamandır yapmadığım hatta neredeyse hiç yapmadığım bir şeyi yaptım. “Senden bir şey isteyebilir miyim Ayberk?” Bir şey istemek. Kimseden bir şey istemezdim ben, isteyemezdim. Annem ve babam...yani onlar varken onlardan isterdim ama onlar gittikten sonra her işimi kendim halletmiş kimseden hiçbir şey istememiştim. Ama ondan istedim. Neden bilmiyorum ama bunu yapmıştım sanki yardım isteyebileceğim tek kişi oymuş gibi.
“Elbette.” Verdiği cevapla düşüncelerimi kenara ittim ve ondan saklamayarak gerçekleri açıkladım. Ben kendimi bir tek ondan saklamadım. “Neredeyse otuz güne yakın uykusuzum ve şu anda bayılmak üzereyim eve gitmem gerekiyor ama albay izin vermeyecektir. Benim için izin alır mısın?” Ayberk anlık sessiz kaldığında çıkan sesi telaşlıydı.
“Deli yürek iyi misin sen? Bugün gelmemeliydin. Tabi ki izin alırım ama iyisin değil mi?” Yani sadece uykusuzdum iyiydim pek bir sıkıntım yoktu. “Telaşlanma ben iyiyim biraz uykusuzum sadece. Aslında gün sonuna kadar dayanırım sandım ama sanırım sandığımdan daha fazla yorulmuşum. Ve teşekkür ederim.” Uykusuzluktan başım ağrıyordu ama alışıktım sorun değildi.
“Dayanmak zorunda değilsin ve teşekküre gerek yok birbirimize o kadar yabancı olmadığımızı düşünüyorum. Bekle hemen geliyorum.” Bir şey söyleyemeden gitti bayılmamak için kendimi dinç tutmaya çalışırken sırıttığımın farkında değildim. Silkelendiğimde kendime geldim ve telefondan Uraz’a mesaj attım. Ve şunu deneyimlemiş oldum başın dönerken mesaj atmak zor oluyormuş. Çok lazım bir bilgiydi hayat kurtarırdı.
Eve gidiyorum işleri sana kilitliyorum biraderim.
Mesajıma cevabı gecikmedi.
URAZ
Kitle birader.
Gelen cevaba güldüğümde telefonu masanın üstüne koydum gözlerimi kapattığımda beynime patlayan silah sesleri duydum. Anında gözlerimi açtığımda ruhumun sızladığını hissettim hatta tam olarak sızı da değil sanki ruhum acıyordu. Bunları kafadan uzaklaştıran ise sivil kıyafetleri ile odama giren heybetli beydi. Kendisi Ayberk’ti. “Gidiyoruz deli yürek.” Boş boş baktım uykulu uykulu bakmışta olabilirim. “Sen nereye gidiyorsun?” Masamın üstünden arabamın anahtarını aldı. “Gezmeye çıkayım dedim.” Kaşlarım havalandığında aklıma Pelin’in gezdirme teklifi gelince anlık bir dinç oldum gibi.
“Kimle?” Kıkırdadığını duydum ama bende görüntü net olmadığında güzel gamzesiniz göremedim. “Seninle.” Biz gezmeye mi gidiyorduk? Yalnız bende görüntü yoktu şu an ama yarın gidebilirdik. “Hmm nereye gidiyoruz?” Kafam şu an güzel gibiydi tekrar kıkırtısını duydum.
“Sarhoş gibisin deli yürek kalk hadi bayılmadan eve gidelim.” Yani o kadar uykusuzluktan sonra biraz sarhoş gibi oluyordum tam bir rezillikti ama bu adama rezil olmayı pek dert etmiyordum. Sanki bu adam olunca rezillik olmuyor gibiydi ya da benim kafam çok güzeldi. “Sizin eve mi gidiyoruz?” Ayberk kahkaha attığında gülüşünü duymak içimdeki sıkıntıları silmişti ama gamzesini görememek canımı sıkıyordu.
“İstersen bizim eve gidebiliriz.” Ne münasebetti? Benim evim vardı yani o kirayı ben boşa mı ödüyorum? “Ne münasebet? Benim evime gidelim.” Başım felaket döndüğünde görüntü yoktu yani vardı ama hiçbir şey belli olmuyordu. Oturduğum yerden kalktığımda ne kadar berbat durumda olduğumu belli etmeyerek odadan çıktım. Ayberk arkamdan odayı kapatıp kilitlemişti bana yetişip yanıma geldiğinde zorlukla yürüyordum.
Yolcu koltuğuna bindiğimde o da sürücü koltuğuna bindi o arabayı çalıştırırken ben torpidoyu açmaya çalışıyordum. En nihayetinde açtığımda ağrı kesiciyi çıkardım kapının arasındaki suya uzandığımda suyu elimden aldı. “Ne yapıyorsun?” Felaket şekilde başım ağrıyordu bu ağrıyla uyumam mümkün değildi bayılsam bile ağrıyla uyanırdım bu yüzden ilaç içmem gerekiyordu. “Başım ağrıyor ilaç içeceğim.”
“Sabah kahvaltı yaptın mı?” Neden sorduğunu şu anlayabilecek bir durumda değildim ama sorusuna cevap verdim. “Hayır.”
“Gün içinde bir şey yedin mi?” Başım felaket dönüyordu yani artık hiçbir görüntüyü ayırt edemiyordum. “Hayır.”
“Ve ilaç mı içeceksin? Amacın ne kendini zehirlemek filan mı? Önce bir şeyler ye.” Başımı koltuğa yasladığımda neredeyse bayılmak üzereydim ve ben bir şeyler yiyene kadar çoktan bayılmış olurdum.
“O zamana kadar çoktan bayılmış olurum.” İstemeyerek de olsa suyu bana uzattı ilacı zorlukla içerken sesini duydum. “Bir dahakine ilaç içmeden önce bir şeyler ye sen sağlığını önemsemiyor olabilirsin ama önemseyenler var.” Sesini daha kısık duyuyordum.Önemseyen vardı bizimkiler önemserdi filan ama ben umursamıyordum halime bakılırsa zaten pek de umursanacak bir yanı yoktu.
Başımı geriye attığımda gözlerim kapandı Ayberk’in sesini duymadığım da bayılmıştım.
*********
A.G.
Böyle olması hiç hoşuma gitmiyordu başımı yolcu koltuğuna çevirdiğimde güzelliği bu sefer beni gülümsetmiyordu. Otuz gün uykusuz kalmıştı ve bayılmıştı üstelik bu döngü çocukluğundan beri devam ediyordu. Ve böyle olması hiç hoşuma gitmiyordu ilaç içmeden hiçbir şey yemiyordu gerçi normalde hiçbir şey yemiyordu. Kendini hiç önemsemiyordu kendi için canının kıymeti yoktu ama benim için en kıymetli şeylerden biriydi. Yanında olmama izin verse o kendine bakmasa bile ben ona bakacaktım ama yanında olmama da izin vermiyordu. Onu suçlamıyordum çünkü yaşadıkları dile bile zordu kendini tamamen kapatıyordu acılarından kurtulmak için duygularını yok ediyordu. Ama buna rağmen acıları devam ediyordu ve ben hiçbir şey yapamadıkça deliriyordum.
Evin önüne geldiğimizde arabadan indim ve yolcu koltuğuna ilerleyip kapısını açtım bunu yaptığım için beni sonra dövebilirdi ama mecburdum. Onu kucağıma alıp kapıyı ayağımla kapattım arabayı kilitlediğimde binaya ilerledim. Evin kapısını açmakta biraz zorlansam da içeriye girdim deli yüreğin odasının neresi olduğunu biliyordum bu yüzden direkt odasına ilerleyip yatağına yavaşça bıraktım. Üstündeki deri ceketi çıkardım ve ayağındaki postalları çıkardım ben zaten kapıda çıkarmıştım yorganı üstüne örtüp odadan çıktım salondan geçerken sehpanın üstündeki resim defterini gördüm yapacağım şey hiç doğru değildi ama yapacaktım.
Postallarını kapının kenarına bırakıp tekrar sehpanın yanına ilerledim koltuğa oturduğumda resim defterini açtım ve gördüğüm çizimle dudaklarım aralandı. Sayfaları çevirirken şaşkınlığım her geçen an daha fazla artıyordu.
Deli yürek beni mi çizmişti?
Her seferinde farklı bir şekilde farklı bir açıdan çizmişti ve hepsini de o kadar güzel çizmişti ki. İnsan sevdiği, hoşuna giden şeylerin resimlerini çizerdi.
Beni seviyor muydu yani?
Yok canım. Sevmezdi neden sevsin ki? Ama beni çizmesi de aklıma düşen bir soru işaret oldu benim kokumla uyuması, beni çizmesi, açıklama yapması...derin bir nefes aldığımda defteri kapatıp eskisi gibi yerine koydum. Aklımda soru işaretleri vardı onun yüzünden ve bu soru işaretlerinin cevabı oydu. Ondaydı.
Oturduğum yerden kalktığımda kapının kenarında çıkardığım postallarımı giydim ve kapıyı ardımdan kapatarak evden çıktım.
********
Askeriyenin arka bahçesinde en köşedeki bankta oturan Eda ve Akınalp için hava güzeldi. Ne de olsa Göktürk komutan şu an askeriyede değildi. “Hayırdın sen bir rahatsın şu anada abim gelip bizi görse ne olacak?” Eda’nın sorusu ile sırıttı Akınalp çok sevgili komutanı burada değildi ki. Eda’nın siyah saçlarının bir tutamıyla oynarken bakışlarını Eda’nın gözlerine çevirdi. “Komutanım burada değil yavrum.” Eda’nın kalbi yavrum kelimesi ile hızlandığında kaşları havalandı.
“Öyle mi? Nerede abim? Ben askeriyeye diye gönderiyorum ne yapıyor bu?” Akınalp kahkaha attığında Eda boş boş ona baktı gülünecek ne vardı şu an? “Ne gülüyorsun ciddiyim, nerede abim?” Akınalp sırıtmaya devam etti valla komutanı askeriyeye geliyordu ama deli yürek ile de uğraşıyor gibiydi ne yaptığını kimse bilmiyordu. “En son...” Akınalp eğlenen ifadesini ciddiye bindirip cümlesine devam etti. “Askeriye güzelinin arabasına biniyordu ama arabayı kullanan oydu.” Eda boş boş baktı hiçbir şey anlamıyordu!
“Askeriye güzeli?” Sorgulayan sesinin altında bir tehdit belirtisi vardı ve Akınalp kıskandığını anlayınca sırıtışı genişledi. “Yüzbaşı Umay herkes geldiği günden beri güzelliğini konuşuyor artık ona deli yürek yerine askeriye güzeli diyoruz.” Eda’nın içine bir su serpildiğinde sırıttı yalan yoktu Umay gerçekten güzel bir kadındı. “Ha iyi.” Sonra Akınalp’in cümlesinin tamamı zihninde yankılanınca gözlerini kocaman açarak Akınalp’e döndü. “Ne yapıyorlardı?” Akınalp Eda’nın yüz ifadesine güldüğünde fırsattan faydalanarak yüzlerini biraz yaklaştırdı.
“Birlikte askeriye güzelinin arabasına biniyorlardı ama arabayı kullanan komutanımdı.” Eda’nın dudakları duydukları ile şaşkınlıkla aralandı şaşırmıştı ama mutlu da olmuştu yani. Abisine söylemese bile onu ve Umay’ı çok yakıştırıyordu, Umay zaten güzel ve çok iyi bir kızdı e iki deli de birbirlerini bulmuş olurlardı. “Abim ve Umay, Umay’ın arabasına bindiler ve arabayı kullanan Umay’dı öyle mi?” Eda doğru duyup duymadığını anlamak için tekrar sordu. Akınalp sırıtırken başını sallayarak onu onayladı.
“Öyle doğru duydun.” Eda güldüğünde sırıtarak oturduğu banka sırtını yasladı. “Vay be abime bak sen. Gerçi ben biliyordum bu ikisinin olacağını.” Akınalp şaşkınlıkla sevdiği kadına baktı. “Biliyordum derken? Yani bir şüphe var ama olduklarından emin değilim. Yüzbaşı Umay’ın namını herkes duymuştur zaafı asla olmadı. Olacağını da sanmıyorum.” Eda bakışlarını Akınalp’e çevirdi bununla ne alakası vardı ki? “Ne alakası var?”
“Biz askerler için zaaflarımız vatan ve sevdiklerimizdir ama Yüzbaşı Umay’ın zaafları yok ve olsun da istemiyor bildiğim kadarıyla. Yani aşka bulaşacağını sanmıyorum.” Eda öğrendiği bilgilerle kaşları havalandı ama aklına takılan başka bir şey vardı. Oturdukları bankta aralarında olan minik boşluğu kapatıp yüzünü Akınalp’in yüzüne yaklaştırdı ve sırıtarak sordu. “Ben senin zaafın mıyım yani?” Eda’nın ani yakınlığı ile yutkundu Akınalp kalbi hızla attığında dibinde duran güzelliğe baktı.
“Zaafımsın.” Eda’nın duyduğu cevap ile sırıtışı genişlerken uzanıp Akınalp’in yanağına bir öpücük kondurdu. “Asker değilim ama sende benim zaafımsın.” Akınalp’in kalbi Eda’nın sözleri ile daha fazla hızlandı gülümseyerek Eda’ya baktığında bu kadının nasıl bu kadar zaafı olduğunu bilmiyordu ama şikayetçi de değildi. Ona aşık olmak hayatında aldığı en mantıklı karardı.
Akınalp, Eda’nın yüzüne dökülen bir tutam saçını kulağının arkasına itti. “Beni kendine böyle aşık etmeye devam edersen gidip abine aşkımı ilan etmek zorunda kalabilirim.” Eda güldüğünde Akınalp’te gülümsedi ama o sevdiği kadın gülümsediği için gülümsedi. “Bunun sonucunda abim seni vurabilir.” Eda gülerken Akınalp gülümsemeye devam etti. Vurabilir değil vururdu. Net vururdu. Sen nasıl benim kardeşime aşık oluyorsun lan diyerek kalbini delebilirdi. Yapardı.
“Ama korkma korurum ben seni.” Eda’nın sözleri üzerine Akınalp uzanıp alnına bir öpücük kondurdu. Asker olan oydu korumak onun göreviydi ama bu küçük hanımın kendisini korumasına izin verebilirdi. Kolunu Eda’nın omzuna attığında Eda başını göğsüne yasladı hızlı kalp atışlarını duyduğunda huzurla gülümsedi. “Akınalp.” Eda Akınalp’e seslendiği sırada Akınalp Eda’nın saçlarını okşuyordu. “Bebeğim.” Diyerek cevap verdiğinde Eda derin bir nefes verdi.
“Biz aşkımızı böyle gizli saklı mı yaşayacağız? Yanlış anlama senin için her şeye katlanabilirim ama abime yakalanırsak senin başına bir iş gelecek diye korkuyorum.” Eda konuşmasını bitirdiğinde başını göğsünden kaldırmadan bakışlarını Akınalp’e çevirdi. Akınalp onun alttan, endişeli bakışlarını görünce sıcak bir şekilde gülümsedi yakışıklı adamdı gülmekte yakışıyordu.
“Merak etme yavrum ben halledeceğim sadece biraz zaman vermen lazım.” Akınalp Ayberk’e her şeyi anlatmayı düşünüyordu ama doğru zamanı bekliyordu. Bunun için ona her türlü cezayı verebilirdi aşkı için her şeye katlanırdı. “Al tüm ömrüm senin olsun.” Eda’nın cevabı ile Akınalp’in kalbi hızlanmaya devam etti ve uzanıp sevdiği kadının saçlarının arasına bir öpücük kondurdu.
********
Pençe timi hangarda oturuyordu Uraz ve Umay hariç herkes buradaydı Umay baygındı, Uraz ise kendisine kalan işleri yapıyordu. “Atakan hadi iyisin gelmiş seninki.” Oğuz’un Atakan’a bulaşması ile hepsi güldü Atakan’da durumlar ise tam tersiydi yüzü asıktı sıkıntılı bir nefes verdi, masanın üstünde birleştirdiği elleri ile oynuyordu. Atakan’ın yanında koltukta arkasına yaslanmış olan Sare Atakan’ın mutsuzluğunu fark ettiğinde elini omzuna koydu destek verircesine.
“Ne oldu?” Sare’nin sorusu ile bakışları Sare’ye döndü Atakan’ın. “Komutanım beni hiç sevmedi hiç de sevmeyecek uzakta olması benim için daha iyiydi unutmam daha kolaydı. Ama şimdi...tam yanımdayken beni fazla zorlayacak.” Atakan’ın sözleri ile derin bir sessizlik oldu bu sessizliği bölüp ortamdaki kasveti dağıtan ise Turgut oldu. “Şişt oğlum bildiğim çok güzel bir mekan var hallederiz oğlum aşk acısı yeterince çektin.” Atakan güldüğünde Kutay’da ortamı daha fazla neşelendirmek ve Atakan’ın acı çekmesini engellemek için lafa atladı. Birbirlerini ne acısı çektiklerini bilecek kadar yakın, acı çekmelerini engelleyecek kadar seviyorlardı.
“Lan onu bunu bırakın da ne dicem Umay komutanım neden eve Göktürk komutan ile gitti?” Sare göz devirdi bu soruya ne ima etmeye çalıştıklarını gayet iyi biliyordu. Ve kendisi de bundan şüpheleniyordu yani. Cevap veren Göktuğ oldu. “Belki de aralarında güzel bir arkadaşlık var komutanım.” Turgut anında her zamanki gibi çömez olduğu için Göktuğ ile uğraştı. “Sen sus aşık.” Göktuğ sırıttığında diğerleri de güldü ama Göktuğ’un cevabına gelen sağlam cevap Oğuz’dandı. “Bok arkadaşlık sen hangi arkadaşını evine götürdün? Hem de arabayı o kullanırken?” Oğuz’un cevabına herkes güldüğünde Göktuğ masum bir cevap verdi. Aslında arkadaşlık olmadığını biliyordu ama komutanına karşı bir sevgisi vardı aslında hepsinin birbirine karşı ayrı bir sevgisi vardı. Ama komutanını korudu.
“Benim evim yok ki komutanım.” Göktuğ’un cevabının üzerine ortamda anlık bir sessizlik oldu gelen cevap yine Oğuz’dandı. “Sen sus aşık.” Göktuğ hariç hepsi gülerken Atakan kendi acısını unutup ortamın eğlencesine karışarak sordu. “Harbi lan ne var acaba ikisinin arasında hayır yani ben çözemedim çünkü. Bir çok samimi oluyorlar bir düşman gibi davranıyorlar nasıl bir ilişki var aralarında onu çözemedim ben.” Hepsi başını salladı çünkü hiçbiri aralarında ne olduğunu bilmiyorlardı, çözemiyorlardı. “Sanki biz çözebiliyoruz ben böyle dengesiz bir ilişki daha önce görmedim.” Kutay’ın sözlerinden sonra kısa bir sessizlik oldu ve hapsinin aklına aynı şey geldiği için hepsinin bakışları yavaşça konudan uzak sessizce oturan Sare’ye döndü.
Sare üstünde olan bakışları fark etse de çaktırmadan elinde tuttuğu minik papatya ile uğraşmaya devam etti. Hepsi aynı anda yavaşça sırıttığında Turgut boğazını temizledi ve Oğuz konuştu. “Komutanım.” Sare bakışlarını yine onlara çevirmedi bunların ne soracaklarını biliyordu çünkü ama sorularının cevabı onda yoktu. “Hmm.” Sare onaylayan bir mırıltı çıkarırken elindeki papatya ile uğraşmaya devam etti. “Acaba diyorum aynı evde kaldığınızdan birkaç bir şey biliyor olabilir misiniz?” Sare ters bakışlarını hepsinin üstünde gezdirdi.
“Bilmiyorum.” Sare yalan söylemeyi tercih etmezdi gerçekten de bilmiyordu zaten diğerleri de bunu bildikleri için bir şey söylemediler. Ama Turgut ve Kutay’ın üstünde bir şaşkınlık dalgası vardı. “Nasıl yani? Ben bunun giydiği dona kadar biliyorum siz nasıl bilmiyorsunuz?” Turgut’un sözlerine Sare göz devirdi.
“Biz kadınlar siz erkekler gibi değiliz, özel alanlara saygımız var.” Sare’nin cevabı ile Turgut ve Kutay bakıştılar bu sefer isyan eden Kutay oldu. “Sen niye benim özelime tecavüz ediyorsun lan?” Turgut ters bakışlarını Kutay’a yönlendirdi. “Sende benimkine ediyorsun ben bir şey diyor muyum?” Turgut’un rütbesi Kutay’ın rütbesinden daha üstündü ama bu rütbeyi umursamadan hep iki dost olarak konuşuyorlardı.
“Komutanıma diyorsunuz mesela sen anlat Oğuz Beren ne yapıyormuş?” Oğuz’un boşluğuna denk geldi ve rahat, sırıtarak bir cevap verdi. “Eğitim yapıyor şu an.” Ortamda sessizlik olduğunda yan yana oturan Göktuğ ve Atakan’ın kaşları aynı anda havaya kalktı. Tam karşılarında yan yana oturan Turgut ve Kutay’ın ise dudakları aynı anda büküldü Sare sırıttığında Oğuz ortamdaki sessizlikten ne yaptığını anlayınca gözleri kocaman açıldı. Anında evirdi lafı. “Az önce yanından geldim oradan biliyorum yoksa nereden bileceğim değil mi?” Oğuz’un panik yaptığı her halinden belli olurken Sare’nin sırıtışı genişledi.
“Ha Beren’in yanındaydın yani.” Oğuz başıyla onayladığında Sare anladım dercesine başını salladı. Oğuz kendisine inanmadıklarını fark edince ters bakışlarını Sare hariç hepsinin üzerinde gezdirdi. Sare'ye ters bakmaya yüreği yemiyordu zira gözlerini çıkartıp eline verebilirdi gerek yoktu. “Saçma sapan düşünmeyin lan eğitim sahasından geçerken gördüm.” Hepsi farklı bir yüz ifadesi yaptığında tek tek cevap verdiler.
“Öyledir tabi ki komutanım.” Turgut’tu ama zerre inanmamıştı. “Tabi komutanım bilmez miyiz sizi?” Kutay cevap verirken aklında düğün senaryosunu bile kurmuştu. “Sizin öyle şeylerle işiniz olmaz komutanım tabi ki inanıyoruz size.” Atakan’da zerre inanmamıştı. “Yani komutanım tabi ki inanıyoruz size siz yapmazsınız öyle şeyler ne işiniz olcak hem değil mi?” Göktuğ aklında ilk kim düğün yapar diye düşünüyordu Oğuz komutanından önce yapabilirdi.
Oğuz inanmadıklarını biliyordu ama bir şey çaktırmadan masaya koyduğu beresini eline aldı ve hangardan çıktı. Diğerleri ise konuşmalarına devam etti.
*********
Gözlerimi araladığımda etraf hala karanlıktı anlık zaman algımı yitirdiğimde yatakta telefonumu aradım komodinin üstünden telefonumu alıp saate baktığımda on bire geldiğini gördüğümde telefonu yatağa koydum. Panik yapmıyordum çünkü Ayberk benim için iki günlük bir izin almıştı bayıldığımda kış uykusuna yatacağımı bildiği için günlük bir izin istemişti. Hakkını ödeyemezdim. Arabada bayılmıştım sanırım yarım yamalak hatırlıyordum beni eve getirme zahmetine sokmuştum onu. Acaba bir kahve ile mi teşekkür etmeliyim?
Yatağımdan kalktığımda kapalı olan perdeyi açtım gözüme güneş ışığı vurduğunda gözlerimi kıstım, dışarıya kısa bir bakış attığımda aklıma gelen şey ile sırıttım. Ali albay artık buradaydı. Ve bizi kendi emrine alacaktı. Daha mutlu olacağım bir haber olamazdı, yani olabilirdi ama bu haber de mutlu edici bir haberdi. Arkamı dönüp odadan çıkacağım sırada telefonumun ekranın açık olduğunu ve bildirimi gördüm. Telefonumu sessize almıştı sanırım çünkü ben en olur ne olmaz diye sessize almazdım. İlerleyip telefonumu elime aldığımda gelen mesaj bildirimi ondandı mesajı açtım.
Ne zaman görürsün mesajımı bilmiyorum ama bugün askeriyeye gelmek yerine dinlenmelisin deli yürek.
Mesaj bir dakika önce gönderilmişti mesajına gülümsediğimde hemen cevap yazdım.
Teşekkür ederim Ayberk. Her şey için.
Mesajımı atıp telefonumu kapatacaktım ama çevrimiçi olduğunu görünce bekledim yazdığı görünce ise sırıttım.
Teşekkür etmene gerek yok deli yürek. O kadar yabancı değiliz.
Mesajı okuyunca kalbim göğüs kafesime vurmaya başlayınca kaşlarım havalandı kendinden emin sözleri başıma bela olabilirdi. Ne yazacağımı bilemediğim için ve gereksiz yere fazla heyecanlandığım için konuyu değiştirdim.
Yeterince dinlendim askeriyeye geleceğim.
Son mesajımı görememişti çünkü ben mesajı yazarken çevrimiçi olmayı bırakmıştı büyük ihtimalle acil bir işi çıkmıştı. Telefonu yatağın üstüne attığında dolaptan kıyafetlerimi alarak duşa girmek için banyoya yöneldim.
Hazırlığımı tamamladığımda son ke aynadan kendime baktım altıma yeşil bir kargo pantolon giymiştim üstüne ise siyah bir kazak giymiştim. Klasik deri ceketimle kombinimi tamamlamıştım saçlarım ise açıktı. Yüzüme baktığımda makyaj yapma ihtiyacı duymadım göz altlarım gayet iyiydi tenim canlıydı dudaklarım ise kırmızıya yakın her zaman ki rengindeydi. Uyku iyi gelmişti şu an daha dinçtim artık otuz kırk gün uykusuz kalmaya hazırdım.
Yatağın üstünden telefonumu aldım ve odadan çıktım kapının yanındaki komodinden evin ve arabanın anahtarını alıp postallarımı giymeye başladım. Arabaya bindiğimde aklıma dün geldi, bana söyledikleri...benim için endişeli olan sesi...
Bir dahakine ilaç içmeden önce bir şeyler ye, sen sağlığını önemsemiyor olabilirsin ama önemseyenler var.
Gülümsediğimi dikiz aynasıyla göz göze geldiğimde fark ettim anında sırıtışımı düzelttiğimde arabayı çalıştırdım. Kendine gel Umay! Profesyonellik! Derin bir nefes verdiğimde şarkı açarak yola koyuldum.
Askeriyede yürürken hedefim Ali albayın odasıydı odanın önünde durduğumda kapıyı tıklattım ve içeriden izin gelmesini bekledim. “Gel.” Ali albayın tok sesini duyduğumda kapıyı açıp içeri girdim, kapıyı arkamdan kapattığımda masasının karşısında durup asker selamımı verdim. “Rahat yüzbaşım.” Rahata geçtiğimde eliyle masasının önündeki koltuğu işaret ettiğinde geçip oturdum, bakışlarımı ona çevirdiğimde bir asker olarak konuştum.
“Komutanım bizi emrinize almanız için gerekli olan belgeleri hazırladım.” Ali albay başıyla onayladı beni. “Evet yüzbaşım elime geldi bugün içerisinde sizi emrime almış olacağım.” Başımla onu onayladığımda oturduğum yerden kalktım ve tekrar asker selamı verdim. Ali albay bir baş hareketi ile selamımı aldığında odadan çıktım. Babam olabilirdi ama askeriye de komutanımdı ve beni bile bazen ürkütüyordu ciddi, ifadesizdi hepimiz gibi. Ama garip bir şekilde sanki ters bir şey yapamayacağını hissettiriyordu. Merdivenlerden aşağıya inerken sıradaki hedefim Ayberk’in odasıydı, yabancı değildik ama teşekkür etmeliydim. Koridordun başına geldiğimde gördüğüm görüntü ile adımlarım duraksadı.
Pelin.
Ve Ayberk.
Koridorun ortasında duruyorlardı Ayberk her zamanki gibi güzel gözleri ile uyumlu olan yeşilleri içerisindeydi. Pelin’in üstünde ise bana kargoyla gelen elbiseye Çok benzeyen bir elbise vardı. Karşı karşıya duruyorlardı ama fazla yakınlardı Pelin’in eli Ayberk’in kolundaydı. Ve gülüyordu. Ayberk'e baktığımda onunda gülümsediğini gördüm ve sağ ayağımla geriye doğru bir adım attım.
En son ailem gözümün önünde ölürken sağ ayağımla geriye doğru bir adım atmıştım.
O günden sonra bir daha asla geri adım atmamaya karar vermiştim ama yine o günkü gibi aynı şekilde geriye doğru bir adım atmıştım. Canım yanmıştı. Kalbim sanki duruyor gibi her zaman yükselen ritmi bu sefer yavaş yavaş düştü. Boğazıma bir yumru oturduğunda yutkunamadım. Karşımdaki görüntüye bakarken bu kadar canımın yanması, itiraf etmek istemediğim ama hissettiğim o duygu canımı yaktı.
Ve onda yeşilleri ile denk düştüm.
O güzel yeşilleri bana bakarken ben ona bakıyordum ama gözlerim daha farklıydı. Garip bir şey vardı benim canım yandığında gözlerimdeki mavi çizgiler belirginleşir gri ile denk düşerdi. Ve benim gözlerimin şu an mavi çizgilerinin belirginleştiğini biliyorum.
Daha fazla o güzel gözlerine bakamadığım için arkamda duran merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Hızla aşağıya inerken kalbimin ritimleri daha da ağırlaşmıştı.
Hangara geldiğimde içeri girip arkamdan büyük dev kapıyı kapattım, depo gibi olan hangara karanlık çöktüğünde kenardaki şartel ile hangarı aydınlattım. Koskoca hangar da yalnız başıma kalırken volta atmaya başladım çünkü gözlerim sızlamaya başlamıştı. Başımdaki bereyi ortadaki büyük masaya bıraktığımda ellerimi masaya yaslayıp başımı eğdim, ama yerimde duramadım ve tekrar volta atmaya başladım.
Hangarda bir bildirim sesi duyulduğunda telefonumu cebimden çıkardım ekranda onun ismini görünce telefonu masanın üstüne koydum. Hayır hissetmemeliyim diyordum ama hissediyorum. Kıskançlık. Kıskanmıştım dün de bugün de. Canımın yanması da bundandı itiraf etmek istemiyordum ama korkak bir kadın olmayı bırakmalıydım. Kendime bir şeyleri itiraf etmeliydim. Tıpkı seneler önce olduğu gibi. Cesur olmalıydım.
O bana aşık değildi, Kasatura yanılmıştı ben haklı çıkmıştım.
Ben ona aşık mıydım? Bilmiyorum. Daha önce hiç aşık olmadım.
Ama o adam ile bir yabancı olmalıydım diğer türlüsü yakardı bizi.
İlerleyip masanın üstüne koyduğum telefonumu elime aldım ve çenemi dik tutarak mesajını açtım.
Kardeşin onu gezdirmem konusunda fazla ısrarcı ve yakın davranışları beni fazlasıyla rahatsız ediyor bir çözüm önerin var mı?
Alayla güldüm bana açıklama mı yapıyordu? Gerek yoktu çünkü artık yabancı olma vakti gelmişti.
Bu benim ya da vatanın problemi değil, beni ilgilendirmez ikiniz arasındaki mesele. Ve teşekkür ederim yanına o yüzden geliyordum.
Mesajımı gönderdiğimde telefonumu cebime attım masanın üstüne bıraktığım beremi elime aldım, elimdeki bereye bakarken görevim geldi aklıma.
Ben askerdim ve burası askeriyeydi. Saçma sapan duyguları yaşayacağımız bir yer değil.
Ben askerdim. Ve tek görevim şanlı al bayrağın mavi gökte dalgalanmasını sağlamak, bu cennet vatanını korumaktı. O yüzden görevime odaklanmalı saçma sapan işlerle uğraşmamalıydım.
Beremi taktığımda hangarın şartelini kapattım ve kapıyı açarak oradan çıktım komutanlık binasına giderken boş alanda bana doğru gelen bir heybet vardı. Yanından geçip gitmek gibi niyetlerim vardı ama tam yan yana dururken kolumu tuttu. Başımı omzuma çevirdiğimde bakışlarımı sevdiğim yeşillerine çevirdim ama o konuşmadan ben konuştum. “Davranışlarına dikkat et yüzbaşı.” Kolumu elinden kurtardığımda sert ve keskin bakışlarım onun yeşillerindeydi. “Yanlış anladığın için bana böyle davranamazsın her insan bir kere dinlenmeyi hak eder.” Yanlış ya da doğru kimin umrundaydı? Bu adam hayatıma girdiğinden beri zaten kötü olan dengemi tamamen alt üst etmişti. Ve etmeye de devam ediyordu, buna artık izin vermeyeceğim.
“Yanlış ya da doğru beni ilgilendirmez yüzbaşı ayrıca senin ilişkilerin sebebiyle sana böyle davranacak değilim. Ben zaten böyle davranıyordum arkadaş olabiliriz dedim kabul etmedin o zaman yabancı olarak kal.” Derin bir nefes verdi yeşillerinde gördüğüm ifade kararsızlıktı. Sanki ne yapacağına karar veremiyormuş gibiydi. Ama o bakışı bir anda silindi ve bana döndü, yeşillerinde artık büyük bir kararlılık vardı.
“İki seçeneğin var deli yürek ya bana izin verirsin ve yanında olurum, ya da kararını verirsin ve hayatın boyunca yüzümde gördüğün tek ifade ifadesizliğim olur. Kararını ver ya en yakının olurum ya da bir yabancı.” Cevap vermek için dudaklarımı aralamıştım ki çekip gitti. Hem kararını ver diyordu hem de gidiyordu! Vereceğim karar belliydi. Burada film çekmiyorduk herkes görevini bilmeliydi.
Burada askerdik ve görevimiz bu vazifeyi layığı ile yerine getirmekti ve bunu yapacağım. Tam ilerleyecekken yine durmak zorunda kaldım çünkü bu sefer gelen Pelin’di. Tam arşımda durduğunda her zaman ki gibi güzel gülümsemesini bana sundu. Bende her zaman ki gibi ifadesiz yüzümü.
“Yüzbaşıdan bana şehri gezdirmesini istedim ama sert ve kesin bir şekilde reddetti umarım dediğin gibi sevdiği yoktur.” İfadesiz kaldım çünkü bu konular hiç benlik şeyler değildi. “Ama sen beni gezdirirsin değil mi canım kardeşim?” Kardeşim dediğinde yutkundum ve gözlerimi sıkıca kapattım.
Hamile olduğu için şişman olan karnı ile elini karnına atmış korkuyla bana bakan annem canlandı gözümün önünde. Ve o sırada iki el silah patladı ses zihnimin duvarlarında yankılandığında, annem karnına isabet eden kurşunla saniyeler içinde yere yığıldı. Nefesim kesildi. Gözlerimi açtığımda boğazımda duran yumru büyümüştü canımı yakarken Pelin’in neşeli sesini duydum. “Ne o aşkım daldın gittin? Yoksa gözünün önünde şehir mi canlandı?” Pelin benim hayat hikayemi bilmiyordu, Pelin benim hakkımda neredeyse hiçbir şey bilmiyordu. Kalbim sıkıştığında derin nefesler aldım. Her zamanki ifadesiz yüzüm ile ona baktım.
“Askeriyenin dışında arabanın önünde bekle beni geliyorum.” Yanından geçip bir adım atmıştım ki sesini duydum. “Harbi odunsun ya, kızım gülümse biraz dünya nefret ettiğin kadar kötü bir yer değil.” Alay eder sesi ile adımlarım duraksadı, bende alayla güldüm sırtım ona dönük olduğu için bunu görmedi.
Dünya senin gördüğün gibi toz pembe değil prenses.
Ama bunu bilmesine gerek yoktu, umarım hiçbir zamanda öğrenmek zorunda kalmazdı. Ona dönmeden ilerlemeye devam ettim. Pelin ile öyle ponçik iki kardeş gibi büyümemiştik o bir prensesti ben ise bir serseriydim. O tatlı güler yüzlü bir çocuk olmuştu her zaman her insanla anlaşabilirdi, arkadaş çevresi hep çoktu, canı yandığında oturur ağlardı, hiçbir kavgaya karışmazdı.
Ben ise tam tersiydim.
Tatlı güler yüzlü bir çocuk hiç olmamıştım çünkü ben zaten çocukken büyümüştüm. Ben doğru düzgün çocuk olamamıştım. Ben herkesle anlaşamazdım kimse de bana tahammül edemezdi zaten, arkadaş çevrem hiç olmazdı çünkü konuşmaz, hep susardım. Canım yandığında oturup ağlamazdım, kanasam bile ayakta dururdum çünkü beni canım yandığında etrafımdan kurşunlar geçiyordu. Kavga edecek pek insan olmazdı etrafımda ama girdiğim kavgalarda sonumun karakolluktu gerçi karşı tarafınki hastanelikti. Benim sessizliğim, suskunluğum, ifadesizliğim herkeseydi. Pelin’e hiç gülmemiştim ben onunla genelde konuşmazdım o gelir benimle konuşurdu. Ali albaya bile böyleydim ben suskun, ifadesiz. Pelin’in kavgaları nadir olurdu ve o kavgalarda hayatını hep ben kurtarırdım o yüzden bana kardeşi derdi. Ama ben sadece Pençe timine kardeşim derdim işte böyle büyümüştük aynı evde, ama farklı dünyalarda.
Kantine indiğimde Pençe timini gördüm, kantindeki herkes ayağa kalktığında ben Pençe timinin başında durdum ve bakışlarımı Sare’ye çevirdim. “Sare beş dakika içinde benim arabamda ol.” Sare’nin emredersiniz komutanım demesini dinlemeden kantinden çıktım.
Arabanın önüne geldiğimde kaputa yaslanmış olan Pelin’i gördüm arabayı açtığımda pozisyonunu bozmadan bana döndü. “Gidiyor muyuz?” Saate baktığımda tam arkamda duran adım sesleri ile bakışlarımı arkaya çevirdim. Sare sivil kıyafetleri ile karşımdaydı onu da çağırmıştım çünkü Sare ve Pelin anlaşıyorlardı.
Sare için dünya toz pembe değildi belki ama yine de o dünyasını güzelleştirmenin bir yolunu bulabiliyordu, neşeli bir kadındı anlaşıyorlardı. “Pelin’e şehri gezdireceğiz.” Sare’ye bakarken söylediklerimle Sare sırıttı.
“Eda’yı da çağırayım mı? Lütfen çok iyi olur.” Eda gelince üçlü kombinasyonla her türlü belaya bulaşabilirdik ama Sare’yi kıracak değildim. Çünkü şu an bir kız çocuğu gibi masum bir mutluluğu vardı bunu bölmeyecektim. “Çağır.” Düz sesimle gülümsedi ve minik çantasından telefonunu çıkarıp hemen mesaj yazmaya başladı. Ben sürücü koltuğuna oturup kapıyı kapattığımda Sare ve Pelin’in sarıldıklarını gördüm.
Sarılmaları bittiğinde gülüşerek arabaya bindiler Pelin yolcu koltuğuna otururken Sare arkaya oturdu. “Eda’ya mesaj attım hemen iki sokak ilerideymiş oradan alırız.” Sare’nin sözleri ile dudağımın kenarı belli belirsiz yukarı kıvrıldı. Akınalp için geliyordu. Kızı da yolundan etmiş olacaktık ama abisi şu anda pek havasında değildi yakalanma ihtimali sonucunda kan çıkabilirdi.
Arabayı durdurduğumda arka koltuğa Eda bindi ve devam ettim AVM’ye gitme kararı almıştık sonra Pelin’in çalıştığı hastaneye gidecektik. Eda, Sare ve Pelin neşeyle gülüşürken ben sessizliğimi korudum. “Umay iyi misin?” Eda’nın sesi ile bakışlarımı dikiz aynasından ona çevirdim göz göze geldiğimizde sıcak bir şekilde gülümsedi. “İyiyim.” Dedim neden sorduğunu anlamayarak, peki öyle olsun der gibi bir baş hareketi yaptı ama daha fazla sorgulamadım.
AVM’ye girdiğimizde maratonumuz başlıyordu dileğim sessiz sakin bir gün olmasıydı, yürüyen merdivenlerden üçü önde giderken ben bir merdiven arkalarındaydım. Birinci kata çıktığımızda gördükleri ilk giyim mağazasına girdiler mağazada dolaşırken bende mecburen peşlerinden girdim. Her an bir reyon devrilebilirdi. Mağazada dolaşırken onlara yardımcı olmak için gelen erkek çalışanı kesiyordu Sare ve Pelin. Yakışıklı ve genç adamın başı beladaydı ama ondan önce başı belada olan bendim, bizimkileri bir belaya bulaşmadan o mağazadan çıkardığımda bir makyaj mağazasına girdiler.
Ben ise bu sefer dışarıda beklemeyi tercih ettim kolona yaslanmış etrafı izliyordum o sırada mağazadan çıkıp gelen Eda’yı gördüm. Yanıma geldiğinde benim gibi kolona yaslandı ve kollarını göğsünde bağladı. “Lafın uzatılmasını sevmezsin o yüzden direkt soracağım, neyin var?” Sorusundan sonra bakışlarını bana çevirdi ben de ona. Lafın uzatılmasını sevmediğimi ona söylememiştim ama o bunu anlamıştı.
“Bir şey yok Eda.” Düz bir sesle söylediklerime göz devirdi. “Bak Umay sessizsin, pek konuşup kendinden bahsetmezsin ama ben çok iyi bir gözlemciyimdir. En siz bordo bereliler kadar. Neyin var söyle bana, kimseye söylemeyeceğimi biliyorsun.” Biliyordum. Aslında bir şeyim yoktu sadece hayatım boyunca olduğum kadın olmuştum ama Eda bu yanımla yeni tanışıyordu. “Bu aslında hayatım boyunca olduğum kişi yani yeni tanışıyoruz Eda.” Eda söylediklerime güldü ve yönünü bana çevirdi. “Hayır biz aslında tanıştık Umay, ben asıl senle tanıştım. Bu olduğun kişi sadece senin oluşturduğun bir duvar, o duvarı bana örme ama örsen bile benden kurtulamazsın. Başına belayım kızım.” Başımı olumsuz anlamda sallayarak güldüm abisin kardeşi her haltı da anlamasa olmuyordu. Bakışlarımı ona çevirdiğimde sıcak bir şekilde gülümsedim.
“Örmem o duvarı sana, ayrıca senin gibi yedi tane bela var başımda sekizincisi olursun fena mı?” Sözlerimle güldüğünde bende gülümsedim o yedi kişi Pençe timiydi ama sanırım artık bir sekizinci vardı. “Birinci olmak isterdim ama sekizinci de fena değil.” İkimizde güldük sonra ise sessiz kaldık, bu sessizliği bozan ben oldum.
“Akınalp ile nasıl gidiyor?” Sorum ile sırıttı Eda. “Abim izin verse dört dörtlük ama izin vermediği için dört üçlük.” Anladım dercesine başımı salladım Ayberk’i anlıyorum kardeşini korumaya çalışıyordu. Askere gönül emanet edilmezdi çünkü bizim yarım saat sonramız bile belli değildi. Bunları şu an ona söyleyip moralini bozmak istemedim ama en yakın zamanda bu konu hakkında moralini bozacaktım.
Çünkü gerçekleri bilmeliydi. Gittiği yolun sonu belli değildi bazı şeyleri anlamalıydı. Ama bunun zamanı şu an değildi. “Sen niye yanımdasın? Makyaj ilgini çekmiyor mu?” Eda bana bakarken sırıttı. “Maalesef çekiyor, biz senin gibi doğal güzel değiliz ama başıma bela almadan eve dönmek istiyorum. Abime yaranmam lazım.” Son cümlesine güldüğümde benimle birlikte güldü, kesinlikle mükemmel bir yaranma yoluydu. Benim için ise sıkıcı bir gün olacaktı.
********
Arkadaşlarrr yine güzel bir bölümle geldim Ali albayın tayin alıp sürpriz yapmasını bekliyor muydunuz? Evet yeni karakterler katıldı aramıza. Bu bölümde hem Eda ve Akınalp'in ilişkisini okumuş olduk onlar hakkında neler düşünüyorsunuz? Ayberk ve Umay arasındaki ilişkinin de kaderinin nasıl olacağını merak edeceğimiz bir bölüm. Ayrıca Umay'ın Ali albayı babası gibi gördüğünü de öğrenmiş olduk bence güzel bir bölümdü sizin düşüncelerinizi de öğrenmek isterim. O zaman ben yorumları sizlere bırakıyorum beni takip etmeyi ve oy vererek destek olmayı unutmayın biliyorsunuz ki destekleriniz ve düşünceleriniz benim için önemli. Öpüldünüzzzz>>>>>
Pelin'i bu şekilde düşünebilirsiniz.
**********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.83k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |