13. Bölüm
Ravzanur Aygün / PENÇE / 12.BÖLÜM

12.BÖLÜM

Ravzanur Aygün
ravzanur_

Çatışma alevlenir yüzünü kanla yıkarsın, son Türk canını verir anca devlet kurarsın.

                                                                                                                                             ***  

“...Ne mutlu Türk’üm diyene

Ne mutlu Türk’üm diyene

Ezan dinmez, bayrak inmez

Şehitler ölmez, vatan bölünmez.”

Askeriyenin eğitim sahasında koşarken her zaman olduğu gibi bu sözleri söylüyorduk. Günde beş kilometre koşuyorduk ve bu sözleri söylüyorduk. Koşumuz bittiğinde hepimiz durduk ben en önde onlar benim arkamda kalıyordu. Arkama dönüp diğerlerine baktığımda hepsi ayaktaydı geçmiş olsun, günlük eğitim bitti.

Bugün yine boş, rahat bir gün olmayacaktı çünkü Ali albayın evine hoş geldine gidecektik, tüm Pençe timi olarak. Ve bundan önce gitmeden bir hediye almamız gerecekti Ali albay öyle hediye filan sevmezdi. O yüzden ben tatlı alıp gidelim demiştim, ama tabi ki canım timim komutanlarını örnek alıyor olsa gerek beni dinlememişlerdi. Kızacaktım ama sonra benimde kimseyi dinlemediğim aklıma gelince susuyorum.

Bizimkiler kim bilir ne alacaklardı ama umarım abartmazlardı, her şeyi yapabilirlerdi. “Bana bakın abartmayın hediye işini.” Soluklanırken söylediklerimle Sare ve Uraz hariç hepsi sırıttı. Uraz, Sare ve ben tatlı almadan yanaydık hediye işi diğer dingillerden çıkmıştı.

“Yok komutanım daha ne alacağımıza karar vermedik zaten.” Bunu söyleyen Turgut’tu kaşlarım havalandığında sırıtışını bozdum sözlerimle. “Turgut sen ben fakirim demiyor muydun? Hayırdır hediyeler filan?” Turgut ve Kutay kahkaha attığında ne olduğunu anlamadığım için kaşlarım çatıldı. “Biz ödemeyeceğiz ki komutanım, Oğuz komutanım ödeyecek.” Oğuz? Bakışlarım Oğuz’a döndüğünde çenesini sıktığı kasılan çene kaslarından belli oluyordu.

“Oğuz sen hediye yerine kendine bir araba filan mı alsan?” Oğuz’un bakışları bana çevrildi. “Bunlar başımdayken ne mümkün?” Bunlardan kastı Turgut ve Kutay’dı şantaj yapmış olma ihtimalleri çok yüksekti ama şu an sorgulamayacaktım.

“Her neyse Sare, Uraz ve ben buradan geçeceğiz sizde gelirsiniz.” Tam önüme dönüp gidecekken Göktuğ’un sözleri beni engelledi. “Komutanım bende sizle gelebilir miyim?” Neden der gibi kaşlarım havalandığında Kutay’dan geldi cevap. “Arkadaşta tatlıdan yanaymış komutanım.” Küçümser gibi söyledikleriyle göz devirdim çünkü mantıklı olan oydu! Sinirlenmiyorum. “Aslında almak isterim komutanım ama benim kartım patladı.” Göktuğ’un açıklamasıyla çok makul bir soru yönelttim. “Nasıl becerdin?”

“Ben değil avukat hanım patlattı.” Cevabına hep birlikte güldük ben ise başımı sallayarak onu onayladım. “Sen alma bir şey olmaz.” arkamı dönüp üstümü değiştirmek için hangara doğru yöneldim.

Ben hangardan çıkarken bizimkiler daha yeni giriyordu ben çıkmadan Uraz kolumdan tuttu, diğerleri içeriye girerken konuştu. “Neyin var Umay?” Çok şeyim vardı içimde her şey vardı. Ve ben ne yapacağımı bilmiyordum kayıptım şu an. Ayrıca bu adamın ciğerimi bilmesi de hiç hoş değildi.

“Ne ara komutanına Umay diye hitap eder oldun teğmen?” Çenemi havaya kaldırıp ona bakarken belli belirsiz bir tebessüm vardı yüzünde. “Komutan olmayı bıraktığından beri.” Sözleri üzerine anlamadığımdan kaşlarım çatıldı sonra ise tek kaşım havalandı. Sorumu anladığında cevapladı.

“Seni en iyi ben biliyorum Umay, bir süredir farkında olmadan çok değiştin. İçinde birçok şey yaşıyorsun ama dışarıya yansıtmamaya çalışıyorsun. Bu oyunculuklarına herkes inanabilir ama ben inanmam.” Ofladığımda her şeyi Uraz’a anlatmak bana bir fikir vermesini istedim ama kendi içime dönüp baktığımda bunun o kadar da mümkün olmadığını görüyorum. Çünkü fazla karmaşık. Ben çok karışmıştım. Kaybolmuştum. Her neyse bilmiyorum ama bir şey olmuştu ve ben bile daha neyin ne olduğunu çözemiyordum.

“Askeriyedeyiz teğmenim burada sen asker, ben komutanım.” Başını salladığında boyu uzun olduğundan eğilerek konuştu. “Ben asker, siz komutan olmadığınızda görüşeceğiz komutanım.” Uraz başka bir şey demeden hangara girerken ben birkaç saniye kaldım ama kendimi topladım.

Odama giderken koridorda karşılaştığım manzara ile adımlarım bıçak değmiş gibi kesildi. Ayberk’in odası alt katta olduğu halde bu koridorda olması farklı bir konuydu ama yanında duran Pelin çok ayrı bir konuydu.

Ayberk’in ifadesiz yüzü ama gözlerinde ki hoşnutsuzluk ifadesi, Pelin’in gülümsemeleri ve cilvesi. Hayır yani neden benim odamın önünde? Koskoca askeriye de yer mi kalmadı? İçimde bir sinir hissettiğimde saçma sapan duyguları bastırarak yanlarına ilerledim. Tepelerinde dikilirken demek isterdim ama malum Ayberk’in boyu iki metre olduğundan yanında dikilebiliyordum anca. Yanlarında dikilirken ikisinin de bakışları bana döndü, Ayberk’in gözlerindeki ifade değişikliğine tanık olurken Pelin beni görünce gülümsedi. “Naber Umay?”

İfadesiz bakışlarımı yeşillerden ona çevirdim. “Burası bir askeriye ona göre davranmalısın.” Sözlerime yüzünü buruşturdu hanımefendi resmiyet pek sevmezdi. “Huysuz.” Bana söylendikten sonra tekrar Ayberk’e dönüp bir şey söyleyecekti ki kendimden bile beklemeyerek ben lafa atladım. Bakışlarım yeşillerindeyken çenemi hafifçe havaya kaldırdım. “Yüzbaşım benim odamın önünde dikilmenizin bir sebebi var mı?” Her seferinde olan soğuk sesimin aksine daha sıradan çıkmıştı sesim. Ayrıca ben niye lafa atladım şu an? Sözlerime anında pişman olurken Pelin’in sesini duydum.

“Yüzbaşım mı? Neden sahiplenme eki var?” Bir sebebi yoktu öyle içimden geldi şu an ben ağzımı açmışken bu sefer lafa atlayan Ayberk’ti. Herkes birbirinin lafına atlamak zorunda mı acaba? “Deli yürek bana hep öyle seslenir.” Hadi ya benim hiç haberim olmadı. Tamam önceden yüzbaşım demişimdir ama her seferinde bir sahiplenme eki getirmedim yani. Pelin’in kaşları havalanırken sesinde kıskançlık vardı. “Neden?”

Ayberk’in yeşilleri bana dönerken dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı ve yoğun bakışları benim üzerimdeyken cevap verdi. “Belki de sahiplenmek istiyordur.” Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken sırıtışı daha da genişledi. “Yok öyle bir şey tabi, o sahiplenme eki öylesineydi her şeye anlam yüklememek lazım.” Bakışlarım yeşillerindeyken yüzünde duran sırıtışı ona kızmama engel oluyordu. Hayır yani güzeldi ne yapabilirim? Güzel kızamıyorum.

“Evet insanların işleri var tutmayalım sen ne için gelmiştin yüzbaşım?” Ayberk tekrar yüzbaşım dememle sırıtırken o kalın, tok sesiyle konuştu. “Bunu odanda konuşabilir miyiz? Yüzbaşım.” Özellikle sahiplenme ekini bastıra bastıra söylediğinde Pelin’e bir baş hareketiyle görüşürüz der gibi selam verip odama girdim. Arkamdan Ayberk girip kapıyı kapatırken bakışlarım onun üzerindeydi.

“Evet, dinliyorum yüzbaşı?” Sorgular sesimle boş bakışlarını üstüme dikti. “Neyi?” Sorusu ile boş boş baktım. “Hani odaya neden yanıma gelmek istediğini konuşmak için girdik ya.” Diyerek küçük bir hatırlatma yaptığımda yüzünde beliren aydınlanma ifadesinin bana çok tatlı gelmesi akıl karı değildi. Cidden dengelerimi bozuyordu.

“Pelin’in davranışları hakkında konuşacaktım.” Yalan söylediğini anladığımda kaşlarım havalandı. “O zaman bunu git Pelin’le konuş kızın davranışlarını ben mi yönetiyorum?” Pelin’in onu dışarıda beklediğini biliyorum sonuç olarak gidip onunla konuşabilirdi. “Tamam.” Odadan çıktığında mal gibi arkasından baktım. Tamam mı? Adam kabul edip çıktı resmen!

Sinirlerim bozulduğunda en nihayetinde yerimde duramayıp odadan çıktım. Tamam nedir ya! Öküz! Dağ ayısı! Hayır bahanen tutmadı diye insan çıkıp gider mi ya! İnsan başka bir bahane bulmayı dener! Hayvan herif!

Sinirle komutanlıktan çıkarken bahçede oturan bizimkilerin sesini duydum. “Komutanım nereye gidiyorsunuz?” Dingiller askeriye ortasında bağırıyorlardı sert bakışlarımı ona çevirdiğimde tüm bahçenin bize baktığını fark ettim. Daha çok sinirlenirken bende sinirle onlara bağırdım. “Ne bağırıyorsunuz lan askeriye ortasında dingiller! Ben sizin öyle bağırabileceğiniz arkadaşınız mıyım lan! Cezalısınız bu akşam bu askeriye tertemiz olacak, tek bir toz tanesi görürsem kırk kere temizletirim size burayı!” Şu zamana kadar içimde tuttuğum siniri bizimkilerden çıkarmama rağmen tam olarak rahatlayamamıştım.

Eve geldiğimde kendimi her zaman ki gibi koltuğa attım bir sigara yakarken bakışlarım boş salonda dolaşıyordu. Sigara dumanını izlerken ne halt edeceğimi bulmaya çalışıyordum içimde garip hisler vardı ve artık kendimi kandıramıyorum. Kafamda bin bir düşünce vardı ve ben hiçbirine yetişemiyorum. Kendime çeki düzen vermeye çalıştıkça iyice bozuluyorum. Aslında bir süredir aklımda tayin alıp gitme fikri vardı hem Ali albayı da özlediğim için kürkçü dükkanına geri dönmeyi düşünüyordum. Ama Ali albay tayin alıp buraya gelince yine dengeler bozulmuştu. Onun buraya bizim için geldiğini biliyordum ama benim buradan gitmem lazımdı. Ama bu sefer sanki Ali albaydan kaçıyormuşum gibi görünecek, istediğim kesinlikle bu değil.

Ama burada kalmaya devam edersem her şey daha farklı olacaktı hissediyorum ve maalesef altıncı hissim beni hiç yanıltmadı. Sigara dumanını içime çekip ciğerlerimi zehirledim.

Kalacaktım.

Sigarayı küllüğe bastırıp oflayarak başımı geriye doğru attım eskiden olduğu gibi duygularımı bastırdığım yok saydığım hayatıma geri dönmek istiyorum. Ben bunu altı yaşındayken yapmıştım kabus görmemek için uyumadığım o gece, kalbimi öldürmüştüm. O doğum günümde öldürmüştüm kendimi.

Ve şimdi hayata dönüyormuş gibiyim.

Duygularımı tekrar hissetmek kalbimin sesini tekrar duymak bir işkenceydi. Evet altı yaşından sonra o görüntüler oynamaya devam etmişti ama bu sadece ruhumu her geçen gün biraz daha öldürmüştü. Ama şimdi hem kalbim acıyordu hem de ruhum biraz daha ölüyordu.

Ben bir ailenin katili olmuştum.

Ben kendi ailemin katiliydim.

İşte kalbimi bu yüzden öldürmek zorundaydım çünkü her gece farklı şekilde gördüğüm kabuslar, suçluluk duygusuyla beni öldüren kalbimdi. Duygular olmayınca suçluluk duygusu biraz daha azalıyor gibiydi.

Kalbim benim ölümümdü.

Ve şimdi kalbim tekrar atmaya başlıyordu onu tekrar yok etmeye çalışsam da olmuyordu. Ve bunun bir kötü yanı daha vardı. O görüntüler gözümün önüne en olmadık anlarda geliyordu ve ben donup kalıyordum. O gün olduğu gibi.

Kalbim o görüntüleri gözümün önüne getiriyordu ve ben dışarıdan o görüntüleri izliyordum. İşte bu anlarda ölü gibi görünüyordum görevde olmaması gerekiyordu. Bu yüzden ben kendimi yok etmek zorundaydım. Görevde donup kalamazdım ben bir askerdim. Hata yapamazdım. Derin bir nefes aldığımda aldığım nefes ciğerlerime yetmedi. Oturduğum yerden kalkıp gidip odamdan kıyafetlerimi aldım ve soğuk bir duşa girdim.

Duştan çıktığımda saat altıya geliyordu evin ve arabanın anahtarını alarak evden çıktım. Tatlıcıdan iki kilo baklava aldıktan sonra arabaya bindim. İki kilo bizimkileri anca doyururdu.

Ali albayın evinin önüne geldiğimde Oğuz’un arabasından inen bizim timi gördüm. Turgut’un elindeki büyük çanta gibi olan hediye paketine boş boş baktım. Allah’ın delileri. Kim bilir ne aldılar. Bakışlarım onların üstünde dolaşırken hepsi hazır ol da bekliyordu. Sabah ki cezadan sonra adama benzemişlerdi.

“Komutanım.” Turgut’un temkinli sesi ile ters bakışlarımı ona yönlendirdim söyleyeceği şeyden vazgeçmiş gibi panikle yanımızda duran büyük evi gösterdi. “Önden buyurun diyecektim.” Önden ilerlediğimde onlar arkamda kalıp beni görmezlerken sırıttım. Bunlarla uğraşmaktan zevk alıyordum kızıyordum, sövüyordum ama seviyordum bunları.

Evin kapısının önünde dururken derin bir nefes aldım ve zili çaldım, kapıyı her zaman ki neşesi ile Pelin açtı. O bize gülümserken ben yine ifadesizdim öyle olmalıydım, diğer türlüsü beni yakardı. “Hoş geldiniz.” Pelin coşkuyla şakırken içeri geçmemiz için kapıyı ardına kadar açtı. İçeri girdiğimde kapıda bizi karşılayan Sevde Hanım ve Ali albay vardı. Elimdeki baklava kutusunu Sevde Hanıma uzatırken o benim aksime gülümsedi.

“Hoş geldiniz zahmet etmişsiniz hiç gerek yoktu.” Kibar ve zarif bir kadındı bana her zaman çok iyi davranmıştı ama ben altı yaşından sonra kimseye bir tepki vermemiştim. “Yok canım ne zahmeti.” Deme kibarlığında bulunduktan sonra bakışlarım Ali albaya döndü.

Ne kadar özlediğimi fark ettiğimde gözlerim dolacak gibi oldu ama kendimi tuttum. İkimiz de birbirimize bakarken babam gibi sıcacık gülümsedi. “Kendi evine hoş geldine gelen tek insan olabilirsin evlat.” Sözleri ile içimde garip bir his oluştu, sanki o kız çocuğu ölmemiş gibi içimde sevinen bir kız çocuğu varmış gibiydi. Bana kollarını açtığında gülümsedim ve gidip ona sarıldım. Kollarının arası sevgi ve güven vaat ederken dolmaya çalışan gözlerimi engelledim. Geri çekildiğimde o sıcak gülümsemesi ile bana bakıyordu.

“Geç hadi Pelin sana odanı gösterir hem.” Boş boş baktım. Odam mı? Bakışlarımdan anlamış olacak ki gülümsemesi genişledi. “Burası senin de evin Umay, sende bizim ailemizin bir parçasısın. Kalmasan bile her zaman senin bir odan olacak kalmak istediğinde kapı açık biliyorsun. Ama kalmak istemesen bile her zaman bir evin olduğunu bil evlat.” Ne sevap işledim de bu adam karşıma çıktı bilmiyorum ama iyi ki çıktı. Gözlerimin dolmasını engellesem de içimde mutluluktan ağlayan bir kız çocuğu vardı.

Pelin kolumu tutup duygusal sahnemizi bölerken neşeli sesi ile şakıdı. “Hadi Umay gel göstereyim, ben dekore ettim senin odanı. Bakalım beğenecek misin hadi.” Pelin’e şüpheli bir bakış attım. “Lütfen bana çiçekli, böcekli, pembeli bir oda olmadığını söyle.” Sözlerim üzerine herkes gülüyordu ama tek gülmeyen bendim. Yapabilirdi! Ben çiçekli, böcekli, pembeli bir odaya hazır değildim. Kabus gibiydi.

“Kesinlikle öyle yaptım hem için açılır.” Ya sorma çok açıldı şu an. Pelin’in kolumdan tutup beni yukarı kata sürüklemesine izin verdim. Merdivenlerden çıkarken şüpheli bir sesle konuştum. “Cidden pembeli bir oda mı tasarladın?” Kahkaha attığında kendimi her şeye hazırladım. Karşılıklı iki odadan sol tarafta olan odanın kapı kulpunu tuttuğunda neşeyle bana döndü. “Hazır mısın?” Değilim. Hiç değilim. Lütfen geri dönelim.

“Hayır.” Cevabımla güldü. “Güzel.” Değil diye çığlık atmak istiyordum ki kapıyı açtığında dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Pelin’in bakışları üstümdeydi ama benim bakışlarım gördüğüm manzaradaydı. Pembeli, çiçekli, böcekli bir oda değildi. Duvarlar açık gri rengindeydi. Duvarın kenarında tek kişilik bir yatak vardı yatak başlığından nevresimine kadar koyu yeşil renkteydi. Yatağın hemen yanında bir pencere ve pencerenin altında siyah deri bir koltuk vardı. Yatağın çaprazında siyah bir dolap vardı ve yanında bir çalışma masası.

Sade ve şık bir odaydı tam olarak benim zevklerime göre hazırlanmış bir odaydı. Şaşkınlığımı üstümden atarken bakışlarım Pelin’e döndü. “Sen mi dekore ettin hepsini?” Gururla gülümsedi ve başını sallayarak beni onayladı. “Tabi ki. Yani bence pembe bir oda daha iyi olurdu ama seni bildiğim için bunu hazırladım.”

“Kendi odan pembe değil mi?” Diye sorduğumda kahkaha attı. “Başka ne olacaktı?” Yani evet Pelin’den başka bir şey bekleyemezdim malum pembe aşığı bir insandı. Ben ise yeşil. “Güzel olmuş, teşekkür ederim.” Pelin gülümserken aşağıdan bize seslenmeleri ile aşağıya indik. Büyük salona giriş yaptığımda hepsi kurulmuştu ve Turgut’un elindeki büyük hediyeyi Sevde Hanım’a uzattığını gördüm. Bizi burada rezil ederlerse askeriyeyi bir daha temizlemek zorunda kalacaklardı. Sevde Hanım hediyeyi alırken gülümsedi.

“Ne gerek vardı çocuklar zahmet etmişsiniz.” Hepsi sırıtırken Kutay lafa atladı. “Yok canım ne zahmeti.” Sevde Hanım hediyeyi açarken bakışlarımı Uraz’a çevirdim ama kaşlarını yukarıya kaldırdığında içinde ne olduğunu bilmediğini anladım. Sevde Hanım hediyeyi açtığında şaşkın bakışlarım hediyenin üstüneydi. Cidden yapmış olamazlar diyecektim ama olabilirlerdi ve yapmışlardı. Nevresim takımı almak nereden akıllarına geldi diye sormayacaktım. Çiçek ve böcek desenli pembe bir nevresim takımı neden aldılar diye de sormak istemiyorum.

Pelin anında süt görmüş kedi gibi nevresim takımına ilerlerken benim bakışlarım time döndü. Nevresim takımı? Neden? Yeni gelin evine gider gibi nevresim takımı neden?

“Çok güzel.” Pelin’in sözlerine yüzümü buruşturdum kesinlikle güzel değildi. Üç yaşındayken bile böyle pembeli şeyleri sevmemiştim cidden neresi güzeldi bunun? Hayır yani insan neden üstüne yattığı şeyin üstünde çiçek ve böcek deseni severdi hala anlamış değilim.

“Nevresim takımı mı aldınız?” Ali albayın şaşkın sesine sonuna kadar katılıyorum. “Aklımıza daha güzel bir hediye gelmedi komutanım.” Benim geldi ama! Şöyle en kalitelisinden bir ceza gibi nasıl ama? “Bunu ben kullanıcam.” Pelin anında sahiplenirken ben hala neden gelin evine gelir gibi nevresim aldıklarını sorguluyordum. “Evlat orada dikilmeye devam mı edeceksin?” Ali albayın yumuşak sesi ile anında iki kişilik koltukta oturan Uraz’ın yanına gittim. Kendisi benim alanımın yarısından fazlasını işgal edecek kadar heybetliydi. Pelin hediyeyi alıp yukarı götürürken Sevde Hanım, Ali albayın yanına oturup bize döndü. “Eee nasılsınız çocuklar?” Çok iyi. Mükemmeliz böyle.

“İyiyiz çok şükür sizi sormalı.” Sare konuşarak hepimizi kurtarırken Ali albay sırıtarak konuştu. Ben o sırıtışı biliyorum oğlum, geliyor bişiler. “Hayat nasıl gidiyor çocuklar?” Gitmiyor komutanım. Ama bu sefer lafa atlayan Göktuğ’du. “Çok güzel gidiyor komutanım.” İzin çıkarsa düğün yapacaksın tabi güzel gider hayat.

“Arkadaş düğün yapma yolunda emin adımlarla ilerliyor da komutanım, o yüzden hayat güzel geliyor arkadaşa.” Oğuz’un sözleri üzerine Ali albayın bakışları Göktuğ’a döndü. “Öyle mi? Niye söylemiyorsun oğlum? Hayırlı olsun.” Göktuğ gülümsediğinde heyecanla konuştu. “Aslında sizi Umay komutanım eve davet ettiğinde tanıştırmayı düşünüyordum komutanım ve sağ olun.” Öyle bir niyetim vardı evet.

“Bizi eve mi davet edeceksin Umay?” Oklar bana döndüğünde anında lafı çevirdim. “Yoo ev zaten sizin yani beraber otururuz diye şey yaptım.” Son iki kelimeye kadar mükemmel gidiyordum. Ali albay gülümsediğinde ortamdaki sessizliği dağıtan yine Ali albaydı. “Eee deli yürek nasıl gidiyor delilik?” Herkes gülerken ben yerdeki halının desenlerini inceledim. Cahit albayın bana delilik konusunda çektirdiklerinden bahsediyorlardı. “İyi gidiyor ama prime dönemim değil tabi ki.” Dediğimde herkes güldü daha kaliteli dönemlerim olmuştu tabi. Ama artık Ali albayın emrinde olduğumuza göre eski performansıma geri dönebilirdim. “Acıktık değil mi?” Sevde Hanım sorusuyla oturduğu yerden kalktığında onun ardından ben ve Sare’de aynı anda yağa kalktık. Sevde Hanım bana sonra Sare’ye en sonunda oturan Pelin’e baktı.

“Siz niye kalktınız?” Sevde Hanım’ın bize olan sorusuna Sare cevap verdi. “Sofrayı kurmaya yardım edeceğiz.” Sevde Hanım’ın kaşları çatıldı. “Siz misafirsiniz oturun.” Sonra bakışları Pelin’e döndü. “Kızım sende zahmet edip bana yardım et.” Sare ve ben hala ayakta dururken Pelin oturmaya devam etti. “Sare ve Umay ediyor işte misafir mi onlar?” Evet hani bende bu evin kızıydım?

“Evet kalk ve bana yardım et.” Pelin oturduğu yerden kalkarken Sevde Hanım bize bakış attı. “Siz oturun.” Sare pekala diyerek yerine otururken ben Sevde Hanım’a baktım.

“Ben misafir miyim? Misafirlerinize özel oda hazırladığınızı bilmiyordum.” Sevde Hanım kalakaldığında sırıttım. Benim yüzümdeki vatan gülüşünü gören herkes kahkaha atarken gülmeyen tek kişi Sevde Hanım’dı. “Zekanı bir silah olarak kullanman çok yanlış Umay’cım.” Tepki vermediğimde başını olumsuz anlamda sallayarak mutfağa ilerlerken Sare’ye çevirdim bakışlarımı kaşlarımı naber der gibi kaldırıp sırıttığımda herkes kahkaha atarken bende Sevde Hanım ve Pelin’in peşinden mutfağa ilerledim.

Sofrayı kurmaya yardım ederken aynı zamanda salondakilerin sohbetine de kulak veriyordum. En nihayetinde güzel bir sofra kurduğumuzda diğerlerini de çağırıp sofraya oturduk.

Önümüzdeki çorbaları içerken aynı zamanda sohbet ediyorduk. “Göktuğ’um şu tuzu uzatır mısın?” Oğuz’un sözleri ile biz kahkaha atarken Bozkurt ailesi bize anlamayan gözlerle bakıyordu, Göktuğ tuzu uzatırken içten içe kuduruyordu ama dışa yansıtmadığını biliyorduk. “Buyurun komutanım.” Oğuz tuzu alıp kenara koyduğunda daha çok güldük kullanmayacağı halde sırf gıcıklığına yapmıştı. Sudan bir yudum alıp kendime gelirken dönüp bize anlamayan gözlerle bakan Ali albaya bir açıklama yaptım.

“Buse Göktuğ’a, Göktuğ’um diyor da komutanım Oğuz’da ondan şey yapıyor.” Benim son iki kelimelerle alıp veremediğim bir şey vardı ama ne bilmiyorum. Henüz çözemedim. Bozkurt ailesi de ayıp olmasın diye bıyık altından güldü valla biz kahkahalarla gülerdik Pençe timi arasında böyle ayıplar olmazdı. Aileydik sonuçta. “Şikayetin var mı Göktuğ’um?” Oğuz’un sözlerine yine kahkaha attığımızda Göktuğ memnuniyetsiz bir sesle mırıldandım.

“Ne haddime komutanım.” Göktuğ’u koruyan ama aynı zamanda eğlenen ses Ali albaya aitti. “Niye dalga geçiyorsunuz çocukla? Sizde yok diye kıskanıyor musunuz?” Oğuz tam kaşığı ağzına götürüyordu ki dondu kaldı. Kritik soruydu bu yüzden masada sessizlik oluştu.

Ve Oğuz sırıttı. “Bizde de olur komutanım neden kıskanalım?” Kaşlarım havalandığında bakışlarımı Oğuz’a çevirdim. Cidden cesur adamlardı aşık olsalar hiç çekinmeden herkese söyler herkese ne kadar sevdiklerini gösterirlerdi. Timdeki herkes öyleydi.

Ben hariç.

“O zaman Göktuğ’da sonra sana düğün yapalım Oğuz.” Nadiren konuşan Uraz’ın sesiydi ve o sırada su içen Oğuz öksürmeye başladı. Heyecandan su genzine kaçtı herhalde. Oğuz öksürmeyi bırakıp kendine geldiğinde anlık birkaç saniye masada bir noktaya daldı ama hemen kendine geldi. “Bakarız komutanım.” Dediğinde kaşlarım havalandı ama içten içe gülümsüyordum umarım zaafları olmadan sevebilir ve iyileşirlerdi. Sevgi iyileştirirdi.

“Biz yokken epey gelişmeler olmuş desene.” Ali albayın sesine karşılık herkes bir eh sesi çıkardı ben hariç. Çünkü ben gittikçe geriye sarıyordum büyük bir düşüşteydim şu an ve acilen kendime gelmem gerekiyordu.

Kahkahalarla dolu güzel bir akşam yemeğiydi, sıcak bir aile tablosuydu ta ki Ali albayın telefonu çalana dek. Masada sessizlik oluştuğunda Ali albay dinledi, dinledi ve yanıt verdi. “Geliyoruz.” Görev vardı.

Hepimiz bunu anlamıştık soruyu soran ise Sevde Hanım’dı. “Ne olmuş Ali?” Ali albay Sevde Hanım’ın elini tuttu ve sıktı sonra ise sorusunun yanıtı olarak bize döndü ama biz zaten toplanıyorduk. “Görev var bende askeriyede olacağım.” Biz ayaklanmışken Ali albayda ayaklandı kapıya doğru ilerlediğimizde Sevde Hanım daha yeni başladığımız yemekleri bitiremediğimiz için üzülüyordu.

Ama biz askerdik.

Gecemiz, gündüzümüz olmazdı başka evlerde sıcak aile sofrasında yemekler yensin diye biz yarım bırakıyorduk. Bırakacaktık. Bu vatan uğruna, gökte dalgalanan şanlı bayrak uğruna, bu millet uğruna biz savaşmak zorundaydık. Hep savaşmıştık, hep de savaşacaktık.

Kapıdan çıkarken Pelin’in sesini duydum. “Sağ salim geri gelin.” Denerdik. Söz veremezdik denerdik. Ali albay arabasına binerken bizimkiler benim ve Oğuz arabasına bindi ve askeriyeye doğru yol aldık.

Harekat odasına girdiğimizde Ali albayı görmek iyi gelmişti, bize masayı gösterdiğinde geçip oturduk ve onu dinlemeye başladık. Haritadan sınır dışında ki bir bölgeyi gösterdi. “Bu bölgede bir mülteci kampı var MİT orada bir operasyon yapacaktı ama bir şeyler ters gitti ve biz oraya SİHA gönderemiyoruz. Burası otuz kişinin bulunduğu küçük bir mülteci kampı ama kampta tehlikeli silahlar var. İtler dikkat çekmemek için eylem yapacakları malzemeleri bu kampa götürmüşler. Ve bu kampta bizim iki istihbaratçımız var arkadaşlar. Bu kampın içindeler sabaha doğru eylem yapılacak ve bizim vaktimiz çok kısıtlı.” Yönünü haritadan bizlere doğru çevirdi bakışları hepimizin üstünde dolaştı. “Gidin ve orayı alt üst edin Pençe timi. Oradan o iki istihbaratçımızı ve kendinizi sağ salim çıkarın yeter. Artık nasıl bir delilik yapacağınız size kalmış. Siz hariç oradan ne o eylem için kullanacakları malzemeler ne de o itler sağ çıkacak. Anlaşıldı mı Pençe?” İşte bize bu lazımdı Cahit albay değil artık Ali albay vardı. Bu da ses çıkarmak demekti. Ali albay bize delilik yaptığımız için kızar ama yine de delilik yapın derdi. Çünkü bilirdi bir bozkurt asla dizginlemezdi.

Hepimiz oturduğumuz yerden kalktığımızda hep bir ağızdan konuştuk. “Emredersiniz komutanım.”

“Göreyim sizi çocuklar.” Ali albaya asker selamı verip harekat odasından çıkıp hazırlanmak için hangara doğru ilerledik.

Yan yana hangarlar vardı ve önü bir helikopter pistiydi bizim hangarın önünde ise bizi bekleyen bir helikopter vardı. En önde ben olmak üzere tek sıra halinde hafif bir tempoyla koşarak helikoptere bindik, helikopter havalanırken hepimiz sessizdik. Hepimizin içinde bir bozkurt vardı ve o bozkurt bu gece büyük ses çıkaracaktı.

Helikopterden inmiştik ağaçlık bir alandaydık ben ve Uraz diz çökmüş elimizdeki haritadan konumumuzu ve gideceğimiz konumla aramızdaki mesafeye bakıyorduk. Pençe timi ise daire şeklinde etrafımızı sarmış her yönden gelecek tehlike için tetikte duruyorlardı. Onlarda tek dizinin üstüne çökmüş güvenliği sağlıyorlardı. Gideceğimiz yere bir saat uzaklıktaydık ve acele etmemiz gerekiyordu. Yarım saatte oraya giderdik. Ne de olsa imkansızı başarmak bizim işimizdi.

Kampın bir kilometre uzağında duruyorduk Kutay ise kampın neredeyse dibinde kendini kamufile etmişti. Bize kalsa oraya dalar hepsini temizler çıkardık ama önce iki istihbaratçımızı bulmalıydık bu yüzden içeriye sızmamız gerekecekti. Daire şeklinde duruyorduk ama aynı zamanda tetikteydik, bakışlarımı Uraz’a çevirdim. “Uraz sen ve ben içeriye gireceğiz iki istihbaratçımızın güvenliğini sağladıktan sonra bizden gelen işaretle Pençe timi temizliğe başlayacak.” Uraz başını sallarken diğerlerine döndüm ve aynı zamanda Kutay’da duysun diye telsize doğru konuştum.

“Kutay sen oradan hareket etmeyeceksin ve bizden işaret gelince bizimkilere haber vereceksin. Diğerleri işaret gelince işaret gelince temizliğe başlayacak kimse de çizik istemiyorum.” Herkesten aynı ses yükseldi. “Emredersiniz komutanım.”

Sırıttım. “Hadi biraz ses çıkaralım Pençe.”

Herkes sırıtırken Uraz ve ben kampa doğru ilerledik kampın etrafında duran teröristler vardı. Kamp bir dağın eteğine kurulmuştu dağ biraz engebeliydi bu şekilde kendilerini güvenceye almaya çalışmışlardı. Ama bozkurtlar dağları severdi, düzlük bize göre değildi.

Biz dağa konumlanmıştık bunlar arkada dağ olduğu için kendilerini güvence de sanıp ön tarafa güvenliği daha çok sağlamışlardı. Biz ise iki tane terörist yakalayıp onların kılığına girecektik. “Komutanım güneydoğu yönünde bir tane keskin nişancı var onu alabilirsiniz isterseniz.” Kutay’ın sesi ile sırıttım ve Uraz’a döndüm.

“İster misin Uraz?” Uraz sırıttı ve cık sesi çıkardı. “Yok ben keskin nişancı istemiyorum aşağıya inip şöyle beğendiğim bir tanesini alacağım.” Güldüğümde başımı olumlu anlamda salladım. “İyi git seç bakalım.” Kutay’da keskin nişancının konumunu aldığımda hızlı bir şekilde engebeli dağın arkasına geçip tepeye doğru tırmandım.

İt en tepeye kurulmuştu her yeri görebilmek için ben ise arkasından gelip işini bitirecektim. En tepeye yaklaştığımda gölgeden bile daha sessiz bir hale büründüm en tepeye çıktığımda hemen alttaki kayanın arkasına kurulmuş ağır silahlı keskin nişancıyı gördüm. O silahları sizin götünüze montelemek bizim uzmanlık alanımızdı. Elimdeki G3 silahı yanımdaki kayaya yasladım bıçağımı çıkartırken sessizdim. Aramızda iki adımlık mesafe olmasına rağmen beni fark edememişti bıçağımı elimde tutarken bir adım daha attım. Hala fark etmemişti bordo bereli olmak bunu gerektirirdi dibinde olsan bile seni fark etmeyecekti. Başını dürbünden kaldırdığı anda hızla bir adım daha atıp kafasını tutup bıçağı şah damarına yaslayıp kesitim. Saniyeleri içinde gerçekleşmişti. Kan fışkırırken onu yere yatırdım ve kanın üstüne değmesini engelledim.

Üstümdeki pis paçavradan nefret etsem de mecburdum dağın eteğinde duran kampa doğru ilerlediğimde Uraz’ın kenarda bir kayanın arkasında beni beklediğini gördüm. Dağdan inip onun yanına geldiğimde bakışlarını bana çevirdi ilk konuşan ben oldum. “İçeriye gireceğiz biri kadın biri erkek iki kişi var onları bulup çıkacağız.” Uraz sırıttığında başını salladı.

Biz Pençe timiyle herhangi bir şekilde iletişime geçemiyorduk çünkü telsizlerimiz bizim yeleklerimize bağlıydı. Ve biz şu an kendi kıyafetimizi giymiyorduk. Yani şu an dört kişi içeride kalmış olacaktık Uraz ile birbirimize bir bakış attıktan sonra ikimiz de yavaşça yerlerimizden hareketlendik. İkimizin de elinde bir keleş vardı yüzümüzü de kapattığımızda dikkat çekmeden kampın içine karıştık.

Gece olduğu için etraf sakindi küçük küçük kulübeler vardı. Uraz’a bir bakış attığımda beni anladı. O dışarıda kalacaktı ben ise kulübelere girecektim. Uraz diğer tarafa doğru gittiğinde bende kulübelerden birisine girdim. Sanırım karargah gibi kullandıkları kulübeye girmiştim kulübede dikkat çekmeden dolaşıyordum. Ama bir an önce onları bulmalıydık çünkü eylem için kısa bir süre içinde malzemeler çıkacaktı.

Kulübenin nerdeyse her tarafını dolaşmıştım son koridorda dolaşırken gördüğüm sert, keskin bakışlar ile şaşırdım ama yüzüme mimik oynamadı.

O iki istihbaratçıdan biri Kasatura mıydı?

O bana doğru ben ona doğru ilerliyordum koridor boşken tam yanından geçerken dışarıya çıkmasını işaret ettim. O da bu itlerin kılığına girmişti o yüzden serbestti. Diğer olarak kadın istihbaratçımız kalmıştı ki onun da Kasatura’nın ekibinden olduğuna adım gibi emindim. Bu yüzden bizde dışarı çıkmalı burayı yok etmeliydik.

Koridorda dışarı çıkmak için ilerlerken yüzünü örtmeyen bir teröristin bana seslenmesi ile durdum.

O arkamda kalıyordu bu yüzden yüzümü görmüyordu ama her an iki kaşının ortasında bir delik açabilirdim. “Heval malzemeler ne durumda?” İmha etmek için hazır bekliyorlar seni de koyalım mı aralarına? İçimdeki nefrete ve öfkeye sahip çıkarak ona doğru döndüm ve sesimi değiştirerek konuştum. “Her şey hazır heval.” Terörist kadın olduğumu fark ettiğinde beni baştan aşağıya süzdü gözlerinde iğrenç bir memnuniyet gördüğümde kemiklerini kırmamak için kendimi zor tuttum.

“Sen benimle bir gel hele.” Önden yürüyüp giderken peşinden gitmek yerine hızlıca çıkışa doğru ilerledim. Bunun yanında kalırsan kan kokutacaktım çünkü. Arkamdan seslediğini duysam da daha da hızlanarak buradan çıkmayı planlıyordum ama beni durduran şey koluma isabet eden kurşundu.

Kolumda yanma hissi başladığında soğukkanlılığımı koruyarak arkama döndüm. O terörist ve yanında duran itler silahlarını bana doğrultmuşlardı. Kimin keleşinden çıktı biliyorum ama o keleşi onlara monteleyecektim. Kolumdaki acıya rağmen tepkisiz kalarak onlara baktım.

“Sana diyorum heval nasıl beni dinlemezsin?” O yüzü açık it bana doğru yürürken bakışlarımdan dolayı olduğu yerde durdu. Gözlerimde bir katliam vardı. Bakışlarım ona sabitlenmişti, bakışlarımdan nasıl korktuysa donup kalmıştı.

Korksa iyi ederdi. Zira ben acımasız biriydim.

“Kimsin sen hele aç yüzünü.” Olduğu yerden geri adım atarak itlerinin arkasına saklandı ve ben gözümü kırpmadan her hareketini izledim. Bu ise onu daha fazla korkutmuş olmalıydı. Yüzümü görebilirdi ama yüzümü gören teröristler şu anda ölüydü. Hiçbir şey söylememden daha çok korkmuş olmalı ki sesini daha da yükselterek konuştu.

“Sana diyorum heval aç yüzünü.” Başımı yavaşça omzuma doğru yatırdım şu anda içimde vahşi bir kurt vardı. Biz askerlerde bir süre sonra bu oluyordu gördüğümüz eğitimler ve girdiğimiz çatışmalar bizi vahşileştiriyordu. Normal bir insandık sivil hayatta ama şu an olduğu gibi bir anda vahşi bir kurt gibi oluyorduk. Başımı yavaşça omzuma yatırmamdan daha çok korkmuştu.

“Dilsiz misin? Cevap versene aç yüzünü.” Yanındaki iki ite güveniyordu ama tüh ne yazık ki birazdan onlar olmayacaktı. Elimdeki keleşi dar koridorun duvarına yaslarken hala bana sesleniyordu. Onlara doğru bir adım attığımda o geri adım attı ama diğer iki it kıpırdamadı.

Şansa bak ki benim bıçağım elimdeydi.

Bir adım daha attığımda o bir adım daha geri attı diğer iki itle ise aramızda bir adımlık mesafe vardı. Keleşlerin ucu dibimdeydi.

“Ne yapıyorsun sen? Deli misin?” Evet. Zır deliyim. Sakin dururken elimdeki bıçağı sağ taraftaki teröristin şah damarına saplayıp çıkardığımda diğer it daha keleşini bana doğru çeviremeden bıçağı onun da şah damarına sapladım. Kanlar fışkırırken bıçağı şah damarından çıkardığımda o it elindeki tabancayı bana doğrulttuğu sırada bıçağımı boynuna fırlattım. O yere düşüp Azrail ile cebelleşirken ilerleyip eğilip bıçağımı boynundan çıkarırken arkamda bir ses duyduğumda anında arkama döndüm.

Gördüğüm kişi ise Uraz’dı. Yerde iki it vardı benim öldürdüğüm ve bir it vardı postallarımın dibinde, Uraz’ın öldürdüğü. Arkamı kollamıştı. Yüzünü kapatan paçavranın altından sırıttığını biliyorum çünkü bende sırıtıyorum. “Kimsede çizik istemiyorum lafı senin için geçerli değil galiba.” Kolumdaki kurşun canımı yakarken Uraz’a bakıp sırıtmaya devam ettim. “Aynen öyle.” Dediğimde güldü. Kolumu hareket ettirdikçe kurşun kolumun içinde hareket ediyor ve canımı daha fazla yakıyordu. Sorun değildi daha beter acılar görmüştüm çerezlikti benim için. Ama o kurşun orada kalmaya devam ederse kolumu kaybetmeme sebep olabilirdi.

Duvara yasladığım keleşi alırken Uraz önden ilerledi ben ise onun peşinde ilerledim. Uraz dikkat çekmeden dağa doğru ilerlerken biraz tırmandıktan sonra bir kayanın arkasına geldik.

Kampta ise büyük bir kargaşa başladı çünkü bir kayanın arkasına saklandığımız anda Pençe timi keklik avlar gibi temizlik yapmaya başladılar. Kayanın arkasında Kasatura ve bir kadın vardı diğer istihbaratçıydı. Kayaya yaslandığım sırada Uraz benim yaramı kontrol ederken yüzümdeki paçavrayı sertçe çıkarıp Kasatura’ya döndüm ve sanki vurulan ben değilmişim gibi otuz iki diş sırıttım. “Bu iki oldu Kasatura ikidir hayatını kurtarıyorum.” Başını olumsuz anlamda sallayarak güldüğünde bende gülecekken Uraz’ın yarama baskı yapması ile dişlerimi sıktım.

Bıçağını çıkardığında kurşunu çıkaracağını anladım. O sırada Kasatura’nın sesini duyduğumda bakışlarımı ona çevirdim. “Daha çok yara alıyormuşsun gibi geldi Bozkurt.” Göz devirdiğimde yarama değen soğuk bıçak ile dişlerimi sıktım. Uraz bıçak ile kolumdaki kurşunu çıkarırken dişlerimi sıktım ama ses çıkarmadım. Uraz kurşunu çıkardığında derin bir nefes aldım ter dökmüştüm, koluma turnike yaptıktan sonra Kasatura’ya dönüp cevabımı verdim. “Sen buna yara mı diyorsun Kasatura?” Güldüğünde bakışlarım kampa döndü gördüğüm manzara ise yerde yatan ölülerdi.

Pençe timi sağ olsun tertemiz etmişlerdi Uraz bana üzerinde zippo çakmak uzattı. Sırıttığında sırıttım. Çakmağı alıp açtım ve kamp alanına attım.

Ve kulakları çınlatan büyük bir patlama gerçekleşti, tüm silahlar, tüm bombalar, tüm kulübeler her şey bir anda patladı. Önümüzde oluşan patlamaya sırıtarak bakarken Kasatura’nın sesini duydum.

“Yara konusunu bilmem ama güzel havai fişekmiş.” Güldüğümde ona baktım. “Ne sandın.” Diyerek göz kırptığımda kahkaha attı. Kayanın arkasından çıkıp bizim ilk bulunduğumuz konuma ilerledik. Pençe timi bizi beklerken hepsi sırıtıyordu e tabi en nihayetinde güzel bir temizlik yapmıştık tabi sırıtırlardı. Atakan kolumdaki yarayı görünce yüzündeki sırıtışı silindi.

“Komutanım iyi misiniz?” Başımı olumlu anlamda salladığımda benim yerime cevap veren Kasatura’ydı. “Komutanınız buna yara demiyormuş rahat olun.” Bakışlarımı ona çevirdiğimde nasıl baktıysam güldü benim derdim ise üstümdekilerden kurtulmaktı.

Boş arazide helikopterin gelmesini bekliyorduk en nihayetinde kendi kıyafetlerime kavuştuğumda rahat bir nefes almıştım. Helikopteri beklerken tetikte etrafı gözetliyorduk ama duyduğum sesle olduğum yerde kaldım.

Saatli bir bombanın aktif olduğu anda çıkardığı ses gibi bir ses çok yakınımdan gelmişti. Bakışlarımı yanımda duran Kasatura’ya çevirdiğimde o da bana baktı.

O da duymuştu.

Biz burada Kasatura, ben ve diğer istihbaratçı olarak üç kişi duruyorduk diğerleri ise bizden daha ileride duruyorlardı. Kasatura ve benim bakışlarımız diğer istihbaratçıya dönerken aklımızdan bin bir türlü şey geçiyordu. İstihbaratçı da bize bakıyordu.

Ses ondan gelmişti.

Üstündeki terörist kıyafetlerine bakarken üstündeki eski gömleği açtığında karın kısmına bağlanmış bombayı gördüm. Bu koca bombayı fark etmemiş olamazdı.

Hain miydi?

Bakışlarım bombanın üstünde yazan dakikaya kaydığında gözlerim kocaman açıldı. 40 saniye.

40 saniyeden geriye doğru sayarken elimdeki silahı yere atıp hemen kızın üstündeki bombayı söktüm. Koşarak bombayı bizimkilerden uzaklaştırırken ileriye doğru fırlattım ama geç kaldım. Bomba havadayken patladı. Sonrası ise benim için karanlıktı.

                                

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                           

 

 

 

********

                                                                                                                                             A.G. 

Salonda koltukta otururken bakışlarım televizyonda açık olan romantik filmdeydi. İzlemiyordum ama canım kardeşim üzülmesin diye izliyormuş gibi yapabilirdim. Sorun şu ki kalbimde garip bir sancı vardı birkaç dakikadır. Eda filmi açıp sonrasında odasına gitmişti o gittiğinde girmişti ağrı. Ondan mıydı bilmiyordum ama garip bir şekilde beni huzursuz ediyordu. Eda salona girdiğinde bakışlarım ona döndü.

Gülümsediğimde kolumu kaldırıp ona baktım. “Gel buraya abisinin gülü.” Yüzündeki ifadesizlik dağıldığında anında sırıttı ve gelip yanıma oturdu. Kolumun altına girerken başını göğsüme yasladı ben ise kolumu ona doladım ve başına minik bir öpücük kondurdum. Kızıyordum, sövüyordum ama bu kız benim tatlı belamdı. “Abim.” Dediğinde gülümsedim ne zaman Eda’ya böyle yakın olsam aklıma karılması ve ona yaşattıklarım geliyordu. Ama bu konuyu konuşup halletmiştik başına minik bir öpücük daha kondurdum.

“Söyle abim.” Dediğimde kolunu karnıma dolayarak bana salladı benim kolum ise onun sırtına dolanmıştı elim omzunu nazikçe okşadı. “Bir şey sorucam ama bana kızma tamam mı?” Ben bunu biliyordum ne zaman böyle dese kızacağım bir şey soruyordu ve ben kızamıyordum. Hayır söylerken sesi öyle masum öyle çocuksu çıkıyordu ki kıyamıyordum kızmaya.

“Kızmam abim söyle.” Birkaç saniye sessiz kaldı sonra ise o masum ve meraklı sesi geldi kulağıma. “Umay’ı seviyor musun?” Sorduğu soru ile donup kaldım. Beklemiyordum. Seviyor muyum? Bunu kendime daha önce hiç itiraf etmemiştim ama bunu kendime böyle itiraf edeceğim aklıma gelmezdi. Umay...çok farklıydı, çok derin bir mevzuydu benim için.

“Bilmiyorum Eda.” Sözlerim üzerine başını kaldırıp abana baktı kahve gözlerinde hafif bir mutluluk vardı sanırım bu sevmiyorum demediğim içindi. Eda, deli yüreği hep sevmişti onu ilk o kafede görmüştü ve o an bile abi bak ne kadar güzel bir kadın demişti. Eda aslında beni kıskanırdı yanıma gelen kızları yanımdan kaçırırdı. Bana diyordu ama o da beni kıskanıyordu ama deli yüreği bana göstermişti. Sonrasında deli yüreği tanıması, deli yüreğin onun hayatını kurtarması Eda’nın onu ok sevmesine sebep olmuştu. Aralarında garip bir bağ vardı bunu görüyorum.

“Kızmayacaksan fikrimi söylerim.” Masum bakışlarla bana bakarken ona sıcacık gülümsedim atsan atılmaz satsan satılmaz tatlı, masum bir şeydi nasıl kızabilirdim ben buna? Hayır bir de benden bir parçaydı sanki. “Kızmam abim bunu söylemene gerek yok.” Gülümsediğinde uzanıp yanağıma bir öpücük kondurdu gülümsediğimde bana baktı.

“Bence seviyorsun. Umay hayatımıza girdikten sonra bir farklısın sanki ayrıca sen görmüyorsun ben görüyorum Umay’a bakarken gözlerin parlıyor resmen. Sizi pek yan yana görmedim ama bence seviyorsun.” Bende bizi pek yan yana görmedim.

Yan yana olduğumuz anlar sayılabilecek kadardı ama o anlar bile benim için hayatımın en farklı anları olmuştu. Eda haklı olabilirdi. Ama olmasa daha iyiydi. Çünkü deli yürek kendini benden uzat tutma konusunda kararlıydı ve o istemediği sürece ne olursa olsun ondan uzak duracaktım. Kendi hayatıma dönmeye çalıştıkça aklıma gelmesi ayrı bir konuydu. “Abi.” Daldığım yerden gözlerimi ayırıp ona baktım.

“Sende Umay’ı sevdiğini anlayacaksın.” Başımı bilemem dercesine salladım o da biliyorum der gibi sallayıp tekrar göğsüme yattı. Kolum tekrar ona dolanırken tam düşüncelere dalacakken beni engelleyen kalbime giren keskin sancıydı. Az önce de sancı girmişti ama bu sefer giren sancı keskindi.

                                          

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*******

Arkadaşlarrr yeni bölümle geldimm evet birazcık şey bir bölümdü ama güzeldi. Siz ne düşünüyorsunuz? Hain hakkında hisleriniz neler? Sizce Umay'a ne olacak? Düşüncelerinizi bekliyorum. Ben konuşma işini yorumlara yani size bırakıyorum desteklerinizi istiyorum. Oy vermeyi, beni takip etmeyi ve yorumlarda düşüncelerinizi belirtmeyi unutmayın lütfen. Öpüldünüzzzz>>>>

********

  

Bölüm : 22.01.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...