14. Bölüm
Ravzanur Aygün / PENÇE / 13.BÖLÜM

13.BÖLÜM

Ravzanur Aygün
ravzanur_

Yanıyor uzun marlboro’m ey, sessizce dağları izliyorum.

                                                                                                                               *** 

                                                                                                                                A.G.  

Saat gecenin dördüydü ve ben hala uyuyamadım. Eda benim göğsümde uyuya kalmıştı onu yatağına yatırıp kendimi yatağıma atmıştım ama uyuyamıyordum. Çünkü ne zaman gözlerimi kapatsam gördüğüm bir çift gri zihnimi yoruyor, onu düşünmeme sebep oluyor ve uykularımı kaçırıyordu. Kaç gecedir böyleydim bilmiyorum ama bu sefer farklıydı içimde bir sıkıntı, kalbimde bir ağırlık vardı. Bakışlarım tavanda dolaşırken telefonumun çalması ile bakışlarımı komodinin üstündeki telefonuma çevirdim. Arayan Metehan’dı telefonu alıp aramayı yanıtladığımda ilk konuşan kişi oydu.

“Birader Pençe timi görevden dönmüş ama...” Cümlesini yarım bırakırken kaşlarım çatıldı Pençe timinin göreve gittiğini söylemişti ama neydi? O amanın devamı bana hiç iyi hissettirmiyordu.

“Ama? Söylesene oğlum ne lafı dolandırıyorsun.” Sitemimle derin bir nefes verdiğini duydum kaşlarım çatılırken yattığım yerden doğrulup oturur pozisyona geçtim. “Umay ağır yaralı.” Duyduğum sözlerle zaman benim için akmayı bıraktı kalbimde ki ağırlığa boğazıma oturan yumru da eklendiğinde kalakaldım.

Evden aceleyle çıkarken sanki koskoca dünyaya sığamıyor gibiyim. Metehan'ın söylediklerinden sonra hangi hastanede olduklarını öğrenip Eda’ya bir not bırakıp kendimi dışarı atmıştım. Arabayı hızla sürerken içimden dualar ediyordum ve kendimi avutmaya çalışıyordum.

Hastaneye koşarak girerken girişteki danışmada durdum ve hemşire kadınla konuştum. “Buraya çok yakın bir zamanda bir asker getirildi nerede?” Kadının itiraz edeceğini anladığımda cüzdanımdan kartımı çıkarıp gösterdiğimde benim de bir asker olduğumu anladı. “Dokuzuncu kat, ameliyathane.” Yutkunmaya çalışıp boğazımdaki yumru canımı sıktığında koşarak merdivenlere yöneldim. Asansör bekleyecek durumda değildim merdivenleri üçer beşer çıkmaya başladım.

Ameliyathanenin önüne geldiğimde Pençe timini gördüm hepsi bir tarafa dağılmıştı üzerlerinde hala görev kıyafetleri vardı. Ve Ali albay buradaydı benimle birlikte herkesin bakışları bana dönerken benim bakışlarım Uraz’a döndü.

“Durumu ne?” Korkusuz bir adam değilim sevdiklerime zarar gelmesinden deli gibi korkarım. Ve ben şu an deli gibi korkuyorum. Kalbim korkuyla çarparken Uraz’ın gözlerinde gördüğüm ifade bana hiç yardımcı olmuyordu. “Ağır yaralı ameliyata yeni girdi bizde bekliyoruz komutanım.” Boğazımda ki yumru her yutkunmaya çalıştığımda canımı yakıyordu kalbim korkuyla çarptığından göğsüm nefes nefese hızla inip kalkıyordu. Geçip sırtımı duvara yasladığımda koca bedenimde ki tüm güç tükenmiş gibi hissediyordum.

Eziyetle dolu geçmek bilmeyen dört saatin sonrasında ameliyathanenin kapıları açıldığında hepimiz çıkan doktorun başına üşüştük. “Durumu ne doktor hanım?” Ali albay hepimize tercüman olurken doktor gülümsedi.

“Gerçekten güçlü bir kadın vücudunda aldığı hasarlar biraz fazla maalesef yani ciddi hasarlar ama tabi ki tedavi ile iyileşebilir. Ameliyatı başarı ile atlattı ama kendisini bir süre misafir edeceğiz. Birazdan normal odaya alacağız ama kendine gelmesi uzun sürebilir.” Doktorun sözleri ile dört saatin sonunda bir nefes aldım sanki dört saattir nefes almıyormuş gibiydim.

“Çok şükür.” Turgut’a sonuna kadar katılırken Ali albay Pençe timine dönerken kulaklarım onlarda bakışlarım ameliyathanenin kapısındaydı.

“Çocuklar duydunuz Umay iyi hadi sizde gidin de bir üstünüzü filan değiştirin.” Helikopterle direkt buraya inmiş olmalılardı. “Komutanımızı bırakıp hiçbir yere gitmiyoruz.” Oğuz’un sözleri ile Ali albay onları ikna etme çabasına girerken ameliyathanenin kapıları açıldı. Sedyede deli yürek çıkarılırken onu görmemle derin bir nefes aldım tam önümden geçerken bakışlarım onun üstündeydi. Rengi bembeyaz olmuştu, dudakları kurumuştu. Ama kendine gelecekti biliyorum o güzel gözlerini açtığında yine eski haline dönecekti.

Umay normal odaya alınmıştı ama uyanması nerdeyse bir saati almıştı ve Pençe timi hala aynı şekilde burada duruyorlardı. Belli ki inatlarını komutanlarından almışlardı uyanmadan gitmiyoruz demiş ve gitmemişlerdi. Doktor Umay’ın odasından çıktığında bize gülümsedi.

“Umay Hanım uyandı içeri girip görebilirsiniz ama lütfen yormayın dediğim gibi hasarları fazla konuşurken bile zorluk çekecektir büyük ihtimalle.” Ama ben bunu istemiyordum. Onun acı çekme ihtimali garip bir şekilde beni deli ediyordu tüm acılarını ondan almak istiyordum ama gücüm yetmiyordu. Biz odaya girdiğimizde Umay albayı gördüğünde ayaklanmaya çalıştı ama acılı bir inleme çıkararak başı tekrar yastığa düştü.

Ve onun canı yandığında benim kalbim acıdı.

“Rahatsız olma evlat.” Ali albayın babacan tavrı ile Umay kalkmayı tekrar denemedi ama nefes alırken bile canı yanıyor gibiydi. “Harbi mucizesin be kızım. Kurtulman resmen mucizeydi ve tüm mucizeleri topluyorsun.” Uraz’ın sözleri ile güldüğünde canının yanması ile yüzünü buruşturduğunda benimde kalbim acıdı. Ama Uraz’a sonuna kadar hak veriyordum ne olduğunu o ameliyattayken bana anlatmışlardı ve gerçekten bir mucizeydi. Bu şekilde şehit düşenler bilirdim ben ama o yine mucize olmayı başarmıştı.

“Ne o? Ameliyattayken değerimi filan mı anladınız?” Umay dalga geçerken kaşlarımı çatmamak için kendimi tuttum. O her zaman değerliydi bunu anlamak için bizi bu denli korkutmasına zerre gerek yoktu, bizde de kalp vardı.

“Boş boş konuşma kızım.” Uraz’ın terslemesi ile sırıttı şu durumda bile dalga geçebiliyordu cidden inanılmaz bir kadındı. “Şu durumda ile tartışamazsınız. Umay iyi misin evlat?” Ali albayın sitemine hak verirken Umay onu onaylarcasına başını salladı. “Ayıp ediyorsunuz komutanım ne zaman kötü olduğumu gördünüz? Turp gibiyim hatta taburcu bile olabilirim.” Hastaneyi sevmediğini biliyordum ama cidden yuh yani!

“Az daha abart yeni göreve gönderelim.” Kendimi tutamayıp söylediğim sözlere herkes gülerken Umay ters bakışlarını bana çevirdi. “Olur.” Dediğinde şok içinde ona baktım cidden deliydi. Zır deliydi hem de. Bıraksak göreve gidecekti ama neyse ki biz akıllıydık da göndermiyorduk.

“Neyse ne yormayın kızı. Umay’da uyandığına göre hepiniz eve gidiyorsunuz ve Umay dinleniyor.” Ali albayın sözlerini başımı sallayarak onaylarken Uraz’ın sözleri sessizliği böldü. “Ben refakatçi olarak kalacağım.” Yoo ben kalacağım. Yeni görevden gelmişti yorgundu ayrıca benim kalmam daha iyi olurdu.

“Ben refakatçi olacağım.” Sözlerimle Uraz’ın sert bakışları bana döndü Umay’ın etrafında olmamdan hoşlanmadığını fark etmiştim ama umrumda değildi. Ona en iyi bakabilecek kişi bendim çünkü uyumalıydı ve Umay sadece benim kokumla uyuyabiliyordu. Dinlenmeliydi ve bunu sağlayabilecek kişi bendim.

“Gerek yok komutanım ben kalırım.” Uraz’ın sert sesine karşılık benim de sinilerim tepem çıktığından benim de sesim sert çıktı. “Gerek olup olmadığını sormadım ben kalacağım konu kapanmıştır.” Uraz’ın bakışları daha da sertleşirken bende aynı şekilde karşılık verdim. Benden hoşlanmayabilirdi, sevmeyebilirdi saygı duyardım ama Umay’ın yanında ben kalacaktım. Ve ilk darbeyi o an yedim.

“Uraz kalsın.”

Umay’ın sözleri ile donup kaldığımda içimde garip bir kırgınlık hissettim dinlenmemeyi göze alarak beni istemiyordu. Beni istemiyordu. Canımı yakan beni istememesi miydi? Uraz bilmiş gözlerle bana bakarken bakışlarım yavaşça Umay’a döndü. “Onlar yorgun gidip dinlensinler ki benim kalmam daha uygun olur. Daha rahat dinlenirsin.” Dinlenirsin derken kokumla uyumasını kastediyordum ve bunu anlayarak ifadesiz gözlerle bana baktı.

Hayır ben o mucize olan güzel gözlerinde bana bakarken ifadesizlik istemiyorum.

“Uraz kalsın.” İfadesiz sesi bir darbe daha yememe sebep olsa da pes etmedim beni istemiyorsa ondan uzak dururdum. Ama şu an değil dinlenmeliydi, kendine iyi bakmalıydı ve bunları ben yapacaktım. “Uraz falan kalmıyor ben kalıyorum.” Net ve keskin sesim ile bakışlarında hiçbir şey değişmedi tam Uraz konuşacakken tekrar konuştum. “Bu bir emirdir.” Ama ne o ne de Uraz dinlemedi.

“Ben senden emir almıyorum ve benim askerimde benim verdiğim emre uyacak.” Ortamdaki gerginlik artarken tekrar ağzımı açmıştım ki konuşan Ali albay oldu. “Göktürk kalsın sizde gidin dinlenin.” Ali albay bana destek verdiğinde rahatladım madem benim emirlerim geçmiyordu onun emirleri geçerdi.

“Ben gayet dincim zaten kısa bir görevdi ben refakatçi olarak kalacağım. Bu konuda da bütün emirleri çiğniyorum.” Uraz’ın sözleri ile sinirden dişlerimi sıktım hadi o dingil kalacağım diye inat ediyordu ama sen Umay? Umay bensiz uyuyamayacağını biliyordu buna rağmen reddedemezdi.

“Çiğnediğin emirlerin cezası olarak burada kalamazsın teğmen.” Sert bakışlarım ve net sesim ile Uraz’a bakıyordum. Bu bir emir değildi cezaydı ve buna karşı çıkma hakkı yoktu ha çıkarsa paşa paşa bunun cezasını da çekerdi. “Bence en iyisi ben kalayım.” Sare’nin ortama dalışı ile sinirden duvarları yumruklama isteği içime doldu bir tane yetmiyor çünkü iki tane olun. Umay'ın uyku ilaçları ile uyuyabileceğini bilsem elbette kalmaz giderdim ama o özel eğitimli bir askerdi.

Narkozda bile etki etmesi için yüksek dozda kullanılıyordu kimyasallara karşı çok dayanıklıydı ve o ilaçlar ona etki etmeyecekti.

“Ben kalıyorum bu bir emirdim emrimin üstüne söz söyleyen varsa cezasını çekecek.” Sert ve net sesimle Sare tekrar konuşacaktı ki gelen ses Umay’ın cılız, güçsüz sesiydi. “Yeter artık burada sizin kavganızı dinleyecek durumda değilim Göktürk kalsın konu kapansın artık.” Bakışlarım Umay’a döndüğünde yüzünü buruşturduğunu ve kasıldığını gördüm.

İşte narkozun etkisi hemen geçtiği için acıları hissetmeye başlamıştı ve canının acıması canımı yakıyordu.

Yapılan itirazlar ve tartışmalar sonucunda en nihayet benim kalmamla konu kapanmış ve herkes gitmişti. Umay’a ağrı kesici veren hemşire odadan çıktıktan sonra hemen yanına ilerledim. “İyi misin deli yürek?” İfadesiz bakışları bana döndü ve mavi çizgilerinde gördüğüm buz gibi soğuk içime işlerken soğuk sesiyle konuştu. “Neden istemediğim halde yanımdasın yüzbaşı?” Bir darbe daha yerken yaşadığım kırgınlığı anlatacak kelimem de cümlem de yoktu ama onun sorusuna verecek cevabım vardı.

Senin iyiliğin için, sana yardım etmek için. Senin için.

“Senin kokunla uyudum diye her şeyde yanımda filan mı olacaksın? Senden önce de ağır yaralar aldım merak etme.” Soğuk sesi beni kırarken heybetimin ve gücümün yetersiz kaldığı bir andı. Belki heybetli, güçlüydüm ama kalbim ondan gelene karşı savunmasızdı. Ve bu canımı tarif edemeyeceğim kadar yakıyordu.

“Artık ben varım.” Sözlerime göz devirirken yüzünde ve gözlerinde tek bir ifade yoktu buna tahammül edebilirdim ama sözlerine edemiyordum. “Yoksun biz bir hiç olmayı seçtik unuttuysan hatırlatayım.” Unutmamıştım. Ama ondan uzak durmanın ne kadar zor olduğu hakkında bir fikri var mıydı? Geceleri uykumu kaçırırken, canı yandığında canım yakarken hiç olmak ne kadar zordu biliyor muydu? Dileğim bilmemesiydi bu acıyı ben biliyorum artık ama o bilmesin. O daha fazla acı çekmesin.

“Unutmadım sadece yardımcı oluyorum.”

“Yardımına ihtiyacım yok.”

Buz gibi soğuk sesi sözleri ile birleşip ben kırarken bunu belli etmedim. O beni kırk parçaya böldü ama bunu bilmedi.

                                     

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

 

 

Kendimden nefret etmek için çok geçerli sebeplerim vardı ama artık çok geçerli bir sebep daha eklenmişti. Onu kırmıştım ve kendimden öyle nefret etmiştim ki. Bencildim kendimi düşündüğüm için onu kendimden uzak tutmak istediğim için onu kırdım. Kendimden nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmemiştim bu hayatta. Onun güzel kalbini kıracak kadar kötü kalpli bir insandım.

“İyileşene kadar bana tahammül etmek zorundasın maalesef o yüzden şimdi bu konuları konuşmak yerine uyuyup dinlenmelisin.” Bu kadar iyi olması canımı yakıyordu. Sırf ben uyuyamayacağım diye burada kalmıştı ve ben bencillik yapıyordum.

Ve evet o olmadan uyuyamazdım.

Daha önce de ağır yaralar almış ve ağır uyku ilaçları kullanmıştım bu yüzden artık uyku ilaçları da etki etmiyordu. Ağrı kesici gibi hiçbir ilaç etki etmediği için yaralarım uzun vadede ve acılı bir şekilde iyileşiyordu. Üstelik bu dönemde uyumadığım için iyileşme sürecini uzatıyordu.

O resmen yaralarıma ilaç olmuştu.

Ama ben o ilacı parçalamıştım.

Derin bir nefes verdiğimde işaret parmağı ile masumca yatağı işaret etti. “Gelebilir miyim?” Ağlamak istiyorum. Onu kırdığım her saniye için duvarları yumruklamak, etrafı yakıp yıkmak istiyorum. Sesi o kadar masum çıkmıştı ki, kendimi berbat hissetmeme sebep oluyordu. Ayrıca onu kırdığımı fark edebiliyordum sözlerimle gözlerinde oluşan o ifade, sesindeki masumiyet ve kırgınlık. Çektiğim acı fiziksel değil ruhendi.

Fiziksel olarak ağır olan yaralarım zerre umrumda değildi. Hiçbir yara onu kırmak kadar acı vermiyordu.

Başımla onu onayladığımda yatakta en dibe kaydım ama çektiğim acı haddinden fazlaydı. Vücudum her hücresi acıyordu felaket bir acı vardı ama tepkisiz kaldım. Yanıma oturduğunda ağlamamak için o kadar çok kasıyordum ki kendimi ve vücudumu kastıkça acı dörde beşe katlanıyordu.

Kolunu başımın altından geçirirken bende başımı onun göğsüne yasladım kokusu burnuma dolduğu anda gözlerim huzurla kapandı. Yakınlığı ile kalbim hızla çarptı ama aynı zamanda ona söylediklerim yüzünden ağırlık vardı kalbimde. Kokusu uyandığımdan beri ilk defa nefes almışım gibi hissettirdiğinde ağlamamak için dişlerimi var gücümle sıktım.

“Kendini kasma deli yürek ağrı kesici aldın ama kendini kasarsan acın artar.” İyiliği ağlama isteğimi körüklüyordu bana bu kadar iyi davranmamalıydı, zerre hak etmiyordum. Aslında biraz da bundandı ondan uzak duruşum. Ben fazla yaralıydım, fazla yaralayandım. Benden daha iyisini hak ediyordu. Vücudumu gevşek bıraktığımda yine o nazik, sevecen sesi kulaklarıma doldu.

“Bana yakın olmaktan çekinme deli yürek.” Nasıl da tanıyordu beni. Ona söylediklerimden sonra çekindiğimden kokusuna sokulamıyordum ve bunu biliyordu. Ben kendimi anlatmadan beni anlıyordu. Yapmamalıydı şu zamana kadar katil olmuş birçok şey yapmıştım bir de onun kalbini kırmak fazla gelirdi bana.

Kokusu beni uykunun kollarına sürüklerken yavaşça gevşeyen bedenim ile sıktığımın farkında bile değildim.

                                    

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

                                                                                                                                                     A.G. 

Umay’ın kollarımın arasında olması kalbimin ritmini değiştirmişti ve hala da düzelmemişti, sanırım ciddi bir sorundu. Ama şu an vakti değildi Umay neredeyse beş saattir uyuyordu ama artık uyandırmam gerekliydi çünkü yemek yemesi lazımdı.

Ve canımı sıkan durum benden çekinmesiydi. Benden çekinmesini istemiyordum beni kırıp, parçalayabilirdi sorun değildi ama çekinmesi hiç hoşuma gitmiyordu. Bakışlarım onun güzel yüzündeydi acaba ne kadar güzel olduğunun farkında mıydı? Cidden fazla güzeldi can sıkıcı bir durumdu. Elim saçlarının arasında nazikçe dolaşırken seslendim.

“Deli yürek.” Uykusu hafifti homurdandı ama uyumaya devam etti yüz ifadesi ve tatlılığı beni güldürdü. Parmaklarımın saçlarının arasında dolaşmaya devam etmesi onu daha da mayıştırıyor gibiydi.

“Deli yürek kalk hadi yemek yedikten sonra tekrar yatarsın.” Tekrar homurdandığında gözlerini yavaşça araladı ve güzel gözleri görüş açıma girdi. “Günaydın.” Gülümseyerek ona bakarken huysuz bakışları etrafta dolaştı.

“Ne oldu?” Parmaklarım hala saçlarının arasında dolaşıyordu ona bakarken yüzümde bir gülümseme vardı. “Yemek yiyeceksin o yüzden uyandırdım.” Geriye çekildiğinde canının acıması ile yüzünü buruşturduğunda benim de kalbim acıdı. Acılarını ondan almamın gerçekten bir yolunu bulmam lazımdı. “O italyan şeflerin elinden çıkmış leziz yemekleri yemek istemiyorum.” Huysuz sesine kahkaha attığımda huysuz bakışları bana çevrildi.

Yeni uyandığından uyku mahmurluğu vardı üstünde hafif sarhoş gibiydi ve şu an ki tatlılığı beni bitirdi. Hayatımda gördüğüm en tatlı ve güzel şeylerden biriydi şu an. Bu güzel anı bölen Bizans kalesine dayanan Osman Bey gibi açılan kapıydı. Elim anında belimdeki silaha giderken söylendim. “Ne oluyor lan?” Giren kişilerin Pelin ve Eda olduğunu gördüğümde cidden mi der gibi ikisine bakıyordum ama ikisi de beni takmadan Umay’a ilerledi.

Umay'ın gözleri ise kocaman açılmış ikisine bakıyordu büyük ihtimalle içinden sövüyordu. “Kızım baskına mı geliyorsunuz? İnsan bir kapıyı filan çalar medeniyet öğrenin azıcık.” Eda ve Pelin bana ters ters bakıyordu ama ters bakışlarım sadece Eda’nın üstündeydi. Pelin ile yanlış anlaşılmamızın üstüne ona bakmıyordum bile.

“Sence konumuz bu mu abi?”

“Evet.” Benim yerime cevap veren Umay’dı. “Yani ben böyle baskın yapmadım hayatımda.” Umay’ın sitemkar sesine sırıtırken Pelin söze girdi.

“Sen burada ağır yaralısın ve dert edindiğin şey bu mu?” Boş boş Pelin’e baktı Umay şu bakışlarına gülmemek elde değildi. “Evet? İlk ağır yaram değil ama böyle bir baskın ilk yani.” Eda elindeki çantayı kenara koyup Azrail gibi tepemde dikilmeye başladı. “Abi müsade etsen de bir hasta ziyaretimi mi gerçekleştirsem?” Yataktan kalktığımda ona bakmak için başımı eğmek zorunda kaldım.

“Hasta ziyaretinin kısası makbüldür unutma abim.” Eda göz devirdiğinde elinin tersi ile beni kenara itip yatağa oturdu ve Umay’ın elini tuttu. “Çok korktum sana bir şey olacak diye. İyi misin?” Umay’ın gözlerinde gördüğüm ifade yüzümde buruk bir tebessümün oluşmasına sebep oldu. Umay ve Eda arasında garip bir bağ vardı ve bu bağ Umay’a çok iyi geliyordu. Eda'ya da çok iyi geliyordu Eda kıskançtı beni kimseyle paylaşmazdı. Küçükken de şimdide yanıma yaklaşan her kızı benden uzaklaştırırdı ama şimdi bana yakınlaştırdığı kişi ise Umay’dı.

“Ayıp ediyorsun ne zaman kötü olduğumu gördün? Turp gibiyim ben, hatta taburcu bile olabilirim ama bırakmıyorlar.” Umay’ın inanarak söylediği sözlere göz devirdim aldığı hasardan haberi var mıydı?

“Yok sen iyileşene kadar burada kal ben bakacağım sana zaten.” Eda’nın sözleri üzerine Umay’ın gözleri kısıldı. “Ben bebek miyim neyime bakacaksın? Ben kendime bakabilirim.” Kesin bakardı hepimiz ikna olduk şu an. Eda ve ben aynı anda cevap verdik.

“Aynen.” Pelin’in bakışlarının üstümde olduğunu bilsem de benim bakışlarım bana ters bakışlar atan Umay’ın üzerindeydi. “Ben kendime bakamaz mıyım ne demeye çalışıyorsunuz siz?” Bakabilirdi tabi ama yapmıyordu. Ve ben neden yapmadığını biliyordum. Yaşamak için bir çabası yoktu, mutlu olmak için bir çabası yoktu ve bunun sebebi yaşadıklarıydı.

“Bakabilirsin ama yapmıyorsun o yüzden biz bakarız sana.” Eda’nın sözlerinin üstüne bir şey demedi ama Eda konuşmaya devam etti. “Sana bir tane çanta hazırladım içinde kıyafet falan filan var ve sana yemek getirdim.” Yemek sözünü duyunca Umay’ın gözlerinin parlayışı görülmeye değerdi. O güzel gözlerinde gördüğüm parıltıya bakarken gülümsediğimi sonradan fark ettim. Onun bakışları ise bana döndü ve ben gözlerindeki cümlesini okudum.

Yiyebilir miyim?

Hastane yemeklerini yemesi daha doğruydu çünkü onun iyileşmesine ve sağlığına göre yapılıyordu, ama bu bakışına ölçülü bir şekilde izin verebilirdim.

Gözlerimi kapatıp açarak ona onay verdiğimde gözlerinde gördüğüm ifade ve gülümseyiş şekli benim de gülümsememe neden oldu. Gülüşü uğruna birçok şey feda edecek kadar güzeldi. Bakışlarım en başından beri gülüşüne takılıyordu zaten ama bu kadar güzel olması cidden haksızlıktı. “Teşekkür ederim.” Eda, Umay’ın teşekkürüne gülümsediğinde Pelin söze girdi.

“Sıra bende artık.” Eda güldüğünde Umay’a göz kırparak yataktan kalktı onun yerine ise Pelin oturdu. “Nazar filan mı değdi acaba sana?” Pelin’in ilk sözlerine Umay yüzünü buruşturdu. “Batıl inançlarını kendine sakla.” Pelin’de Umay’ı taklit ederek yüzünü buruşturdu.

“Neyse şanslısın ki artık buradayım her gün yanına gelip gününü güzelleştireceğim.” Umay başını olumsuz anlamda sallarken dudaklarının kenarında minik bir sırıtış vardı. “Başıma bir bela daha aldım yani? Aman ne güzel.” Huysuzlansa da sesi tam tersini iddia ediyordu Umay’ı artık çözmüştüm. Seviyordu ama bunu belli edemiyordu, aslında ediyordu ama bunu huysuzlanarak yapıyordu ve bana kalırsa fazla tatlıydı.

“Demi? Benim gibi güzel bir bela tekrar hayatına girdi.” Pelin kendi sözlerine gülerken Umay’ın sırıtışı hafifçe genişledi bende gülümsemesine gülümsedim.

“Çok iyi.” Umay huysuzluğuna devam ederken tam Eda yine yanına gidecekti ki ben araya girdim. “Hasta ziyaretinin kısası makbuldür.” Canım kardeşimin adımları duraksayıp bana ters ters bakarken Pelin’in bakışları bana çevrilip bana sordu. “Sen bizi kovuyor musun?” Sesinde farklı bir ton vardı niyetini zaten açıkça belli ediyordu ve bu beni rahatsız ediyordu. Onun bana baktığı gözle ben ona bakmıyordum, hatta hiçbir şekilde ona bakmıyordum.

“Hayır ama deli yüreğin dinlenmesi gerek.” Bakışlarım Eda’nın üstündeyken vermiştim bu cevabı Eda’nın bakışları da benim üzerimdeydi ve anladığım kadarıyla o da olayları anlamıştı. “Doğru hadi biz gidelim yarın geliriz.” Eda Pelin’in kolundan tutup dışarıya sürüklerken Pelin tam önümde durup bakışlarını bana dikti. “Sende bir değişiklik var Ayberk fark etmedim sanma.” İfadesiz bakışlarımı ona diktim.

“Bende bir değişiklik yok.” Ona ters davranmamdan niyetimin onun gibi olmadığını elbette anlıyordu ama yine de vazgeçmiyordu. Pelin bir şey söyleyecekken Eda onu dışarıya sürüklediğinde odada Umay ile baş başa kaldık. İkimizden de ses çıkmadığında ilerleyip Eda’nın getirdiği çantadan saklama kabında olan yemekleri çıkardım. Yaprak sarma, börek ve kek kesinlikle güzel seçimdi, Umay’ın karşısına oturduğumda o güzel gözlerinde yine ifadesizlik gördüm. “Ben yemek istemiyorum.” Sözleri üzerine kaşlarım çatıldı öyle bir dünya yoktu iyileşmek için mecbur yiyecekti. “Yok öyle bir dünya taburcu olmak istiyorsan yiyip iyileşeceksin.” Gözlerinde ifadesizlik olabilirdi ama ben onu anlamaktan vazgeçmeyecektim, gözlerinden değilse bile kalbini hissederek anlayacaktım onu. Ve hissettiğim kadarıyla o güzel kalbinde hüzün vardı ve ben bunu istemiyordum.

Umay yemeğini yedikten sonra tekrar uyumuştu çünkü ağrılarının geçmesinin en iyi yolu buydu. Metehan gelmişti Umay uyuyor diye kapının önünde konuşmak için Umay’ı yatakta bırakıp sessizce dışarı çıktım.

                                            

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

 

 

 

Köydeydim her zaman ki gibi arkadaşlarımla koşturup gülüyordum, mutluydum. Her şey yolunda ve çok güzeldi oyunlar oynuyordum, gülüyor, eğleniyordum hava sanki bu güzel güne güzellik katmak için güneşli ve bulutsuzdu.

Ama bir anda hava karardı bulutsuz mavi gökyüzünü kara bulutlar sararken etrafımda ki her şey yavaşça silindi. Karanlık bir boşluğun içinde kaldığımda karşımda beliren iki sima vardı.

Annem ve babam.

Karanlık yavaş yavaş aydınlanıp beni o geceye götürürken değişen sadece mekandı. Annem ve babam yüzünde tebessümle bana bakıyordu annemin bir eli karnındaydı. Hamileydi kardeşim olacaktı. İkisi de gülümseyerek bana bakarken babam konuştu.

“Güzel kızım.” Ben hiçbir tepki veremedim sanki o an yaşanıyordu ve ben seyirci gibi dışarıdan izliyordum. “Kızım bak kardeşin olacak.” Bu sefer konuşan annemdi ama ben konuşamadım, elimde bir ağırlık hissettiğimde bakışlarımı elime çevirdim. Ve elimdeki tabancayı gördüm.

“Ama sen bizi öldürdün kızım.” Babamın sesine karşılık gözümden yaşlar akmaya başladığında itiraz edercesine başımı olumsuz anlamda salladım. “Bizi öldürdün kızım.” Annemin sözleri ile hıçkırarak ağlamak istedim ama konuşmayı başaramadım. “Sen kardeşini de bizi de öldürdün kızım.” Annemin sözlerini haykırarak itiraz etmek, ben yapmadım demek istiyordum ama diyemedim.

Çünkü biliyorum ben yaptım.

Ben öldürdüm.

“Ben öldürdüm.” En nihayetinde söyleyebildiklerim bu olmuştu hıçkırarak ağlarken söyleyebildiğim tek şey buydu. Ama annem ve babam hala bana gülümseyerek bakıyorlardı.

Sanki ben onları öldürmemişim gibi. Sanki onları öldürmemden şikayetçi değillermiş gibi.

Ben ailemin katiliydim.

Ben bir katildim.

“Sen elini kana bulamadan bizi öldürdün kızım.” Babamın sözlerinin üzerine artık nefessiz kalacak derecede ağlarken elimdeki silah ağırlaştı, silahı bırakmaya çalıştım ama bırakamadım. Tüm vücudum titremeye başladığında hıçkırıklarımın arasından yine “Ben öldürdüm.” dedim. Annem ve babam hala bana gülümseyerek bakarken benim elimdeki silah ağırlaşırken iki el ateş sesi duyuldu.

Annem ve babam vurulduğunda sadece yara aldığı yer değil tüm vücutları kana bulanıp yere yığıldıklarında avazım çıktığı kadar acı dolu bir çığlık attım. Vücudum kaldırmadığında bende sertçe dizlerimin üstüne düştüm avuç içlerimi yere yaslayıp sarsılarak ağlamaya devam ettim. Nefessiz kalacak derecede ağlarken ellerimi kaldırıp avuç içlerime baktım. Kan yoktu ama avuç içlerimde ailemin ölümünü tekrar tekrar izledim.

“Ben öldürdüm.” Ağlarken söyleyebildiklerim sadece buydu inkar edercesine başımı olumsuz anlamda sallıyordum ama sözlerim tam tersiydi. “Ben yaptım, ben öldürdüm.”

Avuç içlerimde izlemeye devam ederken en sonunda ağlamaktan nefes alamadım...

Hızla yattığım yerden doğrulduğumda bakışlarımı anında avuç içlerime çevirdim. Odayı aydınlatan tek şey camdan sızan dolunayın ışığı iken avuç içlerimde anne ve babamın gülümseyen yüzlerini gördüm. Yanağımda hissettiğim ıslaklıkla ağladığımı anladım oturduğum yerde hafifçe ileri geri sallanmaya başladığımda fısıldadım.

“Ben öldürdüm.” Avuç içlerimde bana bakan ailemin yüzü ve seslerini duymak bana hiç iyi gelmiyordu. Hıçkırarak ağlarken ileri geri sallanıyordum ve fısıldıyordum. “Ben öldürdüm, ben sebep oldum.” Bir tür kriz geçiriyordum bunun bilincindeydim ama krize engel olacak kadar bilinçli değildim. Hıçkırıklarım artıp ağlayışım beni nefessiz bırakırken kapının açılma sesini duydum.

“Deli yürek!” Ayberk’in sesi kulaklarıma dolarken elimi boğazıma atıp nefes almaya çalıştım. Ayberk yatağın kenarına otururken ben ileri geri sallanmaya devam ediyordum ama nefes alamıyordum ağlamaktan. Elimle boğazımı daha fazla sıktığımda elime sarılan büyük eli beni boğazımı sıkmaktan kurtardı. “Deli yürek! Kendine gel!” Kesik nefeslerimin arasından fısıldamaya devam ettim.

“Ben sebep oldum. Ben öldürdüm.”

İleri geri sallanmaya devam ederken ağlamaktan sürekli nefesim kesiliyordu, Ayberk beni ensemden tutup kendine çektiğinde benim alnım onun omzuna yaslandı. Parmakları saçlarımın arasında dolaşmaya başladığında kokusu burnuma doldu.

“Buradayım güzelim. Sen bir şey yapmadın, sakin ol.” Güzelim demesi şu anda takılacağım bir şey değildi. Kokusu beni sakinleştirmeye başladığında aynı şeyleri fısıldamaya devam ettim. “Ben öldürdüm. Kendi ailemi öldürdüm.” Parmakları saçlarımı okşamaya devam ederken saçlarımın arasına bir öpücük kondurdu ve yatıştırıcı sesi ile fısıldadı. “Sen hiçbir şey yapmadın.” Kokusu ağlayışım daha da sakinleşmesine sebep oldu.

“Ben yaptım.” Ben fısıldarken o da beni yatıştırıp söylediklerimin tam aksini söylüyordu ama gerçek belliydi. Ben ailesinin katili biriydim. “Sen yapmadın.” Kokusu ağlayışımı yavaş yavaş iç çekişlere çevirirken zihnim olayları ayırt etmeye başladı.

Kabus görmüştüm ve kriz geçirmiştim. İşte ben bu yüzden uyumuyordum bayıldığımda bile bu kabusları görerek uyanıyordum ben. Bu yüzden haramdı uykular bana, bu krizlere devam edersem delirirdim çünkü.

Sakinleştiğimde artık sadece iç çekişlerim vardı başımı Ayberk’in omzundan kaldırdığımda içimde bir öfke peyda oldu. Beni uyutup gitmişti, giderse elbette kabus görürdüm. Dolunayın ışığı yakışıklı yüzünü aydınlatıp yeşilin en güzel tonu gözlerindeki endişeyi ve korkuyu açığa vuruyordu. “Ne diye beni uyutup gidiyorsun?!” İçimdeki öfkeyi tutamayıp açığa çıktığında ona bağırdım.

“Neden ben uyurken gidiyorsun?! Eğer gitmeseydin bu kabusları görmeyecektim! Bana iyi geldiğini sanıyordum bana zarar verdin! Ailenin katili olduğunu rüyalarında görmek nasıl bir şey biliyor musun sen?! Ben neden uyumuyorum sanıyorsun?! Bu kabusları görüp delirmemek için uyumuyorum! Güvenmiyorum artık sana!” Hala krizin etkisindeydim içimdeki duygular sadece bana değil herkese zarar veriyordu. İşte bu yüzden herkesten uzak durmak zorundaydım, bu yüzden kimse beni sevmemeli, herkes benden uzak durmalıydı.

Ben zarardan vermekten başka hiçbir şey yapmıyordum. Kimseye zarar veremezdim.

“Özür dilerim. Gerçekten özür dilerim ben böyle olabileceğini hiç tahmin etmedim.” Ayberk’in özrüne alayla güldüğümde yeşillerinde bariz bir suçluluk duygusu vardı. Ben kendi kötülüğümü ona da bulaştırmıştım.

“Beni yalnız bırak.”

“Güzelim-”

“Beni yalnız bırak!” Sesimi yükselttiğinde tereddütte kalıp en sonunda odadan çıktı. Benim midem bulanmaya başladığında ayağa kalkmaya çalıştım ama vücuduma bağlanan kablolar bana engel oldu. Üstümdeki tüm kabloları koparıp atarken hiçbir şey hissetmiyordum, ayağa kalkıp kendimi banyoya attığımda kusmaya başladım.

Ağzımı çalkaladıktan sonra aynaya baktığımda aynada anne ve babamın siması belirdiğinde korkuyla bir adım geri attım. Ellerimi saçlarıma geçirip yere çöktüğümde derin nefesler alarak gelecek olan krizi engellemeye çalıştım.

En nihayetinde kendime geldiğimde banyodan çıkıp kendimi yatağa attım odanın kapısı tıklatılıp Ayberk içeriye girdiğinde gözümden bir damla yaş aktı. Krizlerim yüzünden ona patlamıştım.

Nefret ediyorum. Onu kırmaktan nefret ediyorum. Onu kırdığım için kendimden nefret ediyorum.

Yanımdan gittiği için saçma sapan onu suçlamıştım Ayberk yatağın kenarına oturduğunda ondan önce ben konuştum. “Özür dilerim. Gerçekten özür dilerim saçma sapan seni suçladım, sana bağırdım hakkım yoktu. İsteyerek yapmadım o an kriz geçiriyordum tetikteydim.” Özür dilerken bakışlarım yerdeydi, yüzüne bakacak yüzüm yoktu.

Ama o beklemediğim bir şey yaptım yatağın kenarına yasladığım elimin üstüne koydu elini ve nazikçe okşadı. “Sorun değil özür dilemene gerek yok. Özür dilemesi gereken benim seni tek bırakmamalıydım. Ama şunu unutma senin bir suçun yok, bu hikayenin en masumu sensin.” Değilim. Bu hikayenin en suçlusuydum ben. Ve en masumu oydu.

“Git Ayberk, zarar vermekten başka hiçbir şey yapmayacağım uykusuzluk zerre umrumda değil ama git. Duygularım sadece bana değil, etrafımdaki herkese zarar veriyor.” Gitmeliydi, gitmeli ve kendini benden kurtarmalıydı. Ben duygularımı en derine gömmüş kalbimi öldürmüştüm ama bunları tekrar dirilten oydu. Farkında değildi ama bu yaptığı ikimize de zarar veriyordu, o yüzden olamazdık zaten. Elimin üstünde duran eli, bu sefer elimi tuttu ve destek verircesine sıktı.

“Zarar filan vermiyorsun ama versen de gitmeyeceğim. Ne olursa olsun kabul etmesen de istediğin zaman yanında olacağım.” Gözümden bir damla yaş daha aktı yapmamalıydı bunu işte. Benim gibi bir kötüye bu kadar iyi davranmamalıydı hak etmiyordum, hele onu zerre hak etmiyordum.

“Yapma.” Söyleyebildiğim tek şey bu olmuştu söylemek istediğim çok şey vardı ama kelimem yoktu, ifade edemiyordum kendimi. Bu yüzden o güzel yeşillerine baktım ve beni anlamasını istedim.

Ve anladı. Yine beni anladı.

“Bana zarar gelmesi umrumda değil ne olduğu umrumda değil ne dersen de vazgeçmeyeceğim. Ne dersen de yanında olmaya devam edeceğim her zaman ve her şeye rağmen.” Gözümden bir damla yaş daha aktı. Bu adam bana ceza olarak mı? Yoksa ödül olarak mı gönderilmişti? Ama ben ikisini de hak etmeyen bir insandım.

“Uyumak ister misin?” Masumca sorduğu soruya başımı salladım o kriz tetiklerken sana güvenmiyorum demiştim. Yalandı. Ben ona hep güvenirdim. Başımı sallayarak onu onayladığımda o güzel, sıcak gülümsemesini bir ödül gibi bana sundu. “Ama önce şu koparıp attığın kabloları takalım mı?” Nazik ve yatıştırıcı sesine başımı sallayarak onay verdim o güzel gülümsemesi genişlediğinde gamzesi bir şah eser olarak gözlerimin önüne serildi.

Doktorlar ve hemşirelerin kablo bağlama faslında sonra başımı Ayberk’in göğsüne yaslayarak kokusu ile yine uykuya dalmıştım.

                                   

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

 

 

Sabah yine cehennem olmuştu ikimize çünkü ben benden uzaklaşsın diye, benden nefret etsin diye kalbini kırdım. Kahvaltı yapmıştık ama yediklerimin boğazımda kalmasını dilerdim. Odada hakim olan sessizliği bölen Anadolu kapısına dayanan Alparslan gibi çalınmadan açılan kapıydı. Ayberk'in eli direkt beline giderken ben gelenlerin kim olduğunu bildiğimden rahattım. En başta Eda olmak üzere Pençe timi, Kartal timi ve Pelin. Oda bir anda kalabalık olduğunda yüzümü buruşturdum Uraz gelip yatağın yanına otururken o da yüzünü buruşturmuştu. “Bu da bize verdiğin bir ceza falan mı?” Anlamadığımda kaşlarım çatıldı o ise sessiz sorumu cevapladı.

“Sana zarar gelecek diye korkutup bir ceza mı vermeye çalıştın?” Öyle bir niyetim yoktu aslında üstelik o kızın hain olduğunu öğrenmem de ayrı can sıkıcı bir konuydu. “Hayır.” Uraz’ın kaşları hızla çatıldı.

“Derdin ne senin o zaman manyak? Deli raporu alacağım en sonunda sana!” Uraz’ın sitemi ile herkes susmuştu çünkü kimse komutan olarak benimle böyle konuşmaya cesaret edemezdi. Değil hakaret etmek sesini bile yükseltemezlerdi ama bunu yapabilecek tek kişi Uraz’dı. “Sus Uraz kız zaten hainmiş boş yere bu yerde yatıyorum canımı sıkma benim.” Huysuzlandığımda bıkkın bir nefes aldım hayır sevmiyorum hastaneyi ne yapabilirim.

“İyi aklın başına gelir yat bir süre.” Ters bakışlarımı Uraz’a diktiğimde iyi olduğumdan emin olarak yatağın kenarından kalktı. Tabi herkes her daim sessiz olan Uraz’ın bu haline şaşkındı ama ben alışıktım, bir tek bana susmazdı. “Komutanım.” Turgut’un temkinli sesi ile bakışlarımı ona çevirdim. “İyisiniz değil mi komutanım? Valla ayağa kalkın istediğiniz kadar ceza verin çıtım çıkmayacak.” Turgut bir anda içini dökerken kalbime bir sıcaklık aktı.

Benim için endişelenen bu adamlar benim ailemdi.

Tek kaşımı kaldırdım. “Önceden çıtın mı çıkıyordu?” Sorgular sesim ile yutkunduğunda gülmemek için kendimi tuttum, seviyordum bunlarla uğraşmayı. “Yok canım ne çıkacak arkadaş endişeden ne dediğini bilmiyor komutanım.” Kutay durumu toplamaya çalışırken bir yandan da koluyla Turgut’u dürtüyordu. “Şansınıza küsün turp gibiyim bir süre daha ceza olacağım size.” Sözlerim üzerine hepsi derin bir nefes aldım.

“Şansıma evlilik teklifi edesim geldi şu an.” Atakan’ın sözleri ile kendimi tutamayıp güldüğümde herkes güldü. “En kısa zamanda iyileşip şunları susturur musunuz komutanım?” Sare’nin sözlerine gülümsediğimde Sare de bana gülümsedi. Kızsam da sövsem de seviyordum bunları, atsan atılmaz satsan satılmaz bir şeylerdi seviyordum ama.

“Denerim.” Valla mümkünse bir süre yatmak istiyordum. “Geçmiş olsun deli yürek.” Metehan’ın sözleriyle bakışlarımı ona çevirdim gülümseyerek bana bakarken fazla yakışıklı görünüyordu, sevgilisi olursa fazla şanslı olacaktı. “Sağ ol.” Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. “Yani bu delilik devam edersen pek geçecek gibi durmuyor ama.” Göz devirdiğimde ters ters ona baktım. “Hasta ziyaretinin kısası makbuldür.” Ayberk’in sözlerini tekrar ettiğimi fark edince yutkundum yeşillerini üstümde hissederken Metehan alınmış gibi dudak büzdü.

“Kovuyor musun? Çok ayıp.” Derin bir nefes aldığımda diğerleri de geçmiş olsun dileklerini iletti, Kartal timi odayı terk ettiğinde Pençe timi, Ayberk, Eda, Pelin ve ben kalmıştık. “Komutanım sizin şimdi canınız sıkılıyordur. Hırsız polis oynayalım mı?” Aval aval Oğuz’a bakarken bizimkiler tabi ki direkt kabullendiler ve tabi ki bende kabul ettim. Biz Pençe timiydik yapacak bir şey yoktu her ortamda beraber olduğumuz sürece mutlu olabilirdik. “Oynayalım.”

Evet ciddi ciddi ağır hasarlı iken hastane odasında hırsız polis oynuyorduk. Elimdeki kağıdı açtığımda hırsız yazdığında gördüğümde sövesim geldi ama mimik oynatmadım. Hayır bu halimle nasıl eşya çalacaktım ben acaba? Herkes kağıtları katlayıp kenara koyduğunda gözlerini kapattı. Gülmemek için alt dudağımı dişledim. Eda ve Pelin iki kişilik deri koltukta oturmuş gözlerini kapatmışlardı, dibimdeki sandalyede bütün heybetiyle Ayberk oturuyordu kollarını göğsünde bağlamış, gözlerini kapatmıştı.

Onu haddinden fazla izlediğimi fark edince bakışlarımı diğerlerine çevirdim. Uraz sırtını duvara yaslamış gözlerini kapatmıştı, Sare deri koltuğun kol yaslama kısmına yaslanmış gözlerini kapatmıştı. Ama diğerleri...hepsi yüzünü duvara dönmüş alınlarını duvara yaslamış gözleri kapalı duruyorlardı. Ceza almış küçük çocuklar gibi duruyorlardı ama çocuk olamayacak kadar heybetlilerdi. Gülmek istememe sebep oluyorlardı.

Ben yatakta uzandığımdan ayağa kalkmaya çalışırsam anında kendimi ele verirdim ama bunu yapmayacaktım elbette. Hemen yanımdaki komodinin üstünde Ayberk’in saati vardı, saklayabileceğim bir şeydi o yüzden mecburi alacaktım. Ses çıkarmadan pahalı saatini alıp kolumun içine sakladım ve gözlerimi kapattım.

Herkes gözlerini açtığında hepimizin gözleri etrafta dolaştı neyin alındığını bulmaya çalışıyorduk. “Saatim.” Ayberk’in söyleyişi o kadar bıkkındı ki kendisi oyuna Eda tarafından şantajla dahil edilmişti de. Herkesin bakışları birbirinin üstünde dolaşmaya başladı. “Polis kim?” Soruma gelen acı cevap Ayberk’tendi. “Benim.” Aman ne güzel.

“Bul bakalım o zaman.” Sözlerimin üstüne sırıttı bakışları diğerlerinin üstünde gezinmedi. “Hırsız sensin deli yürek.” Gözlerim kocaman açıldı hayır tamam bordo berelisin anladık da bende bordo bereliyim. Ben bu kadar kolay yakalanmış olamam! “Kimse saati alma girişiminde bulunmaz zaten çok uzaktalar.” Kaşlarım havalandığında olayı çevirmeye çalışıyordum. “Buradan mı anladın yani?” Sorumun üstüne gülümsemesi genişledi ve ona çok yakışan gamzesi gözler önüne serildi. “Hayır biliyorum seni.”

Biliyorum seni.

Kalbimin hızlanan ritmine sövdüğümde sözlerine bir tepki vermek yerine saati yerine bırakarak hırsız olduğumu belli ettim. “Komutanım siz bu kadar kolay yakalanamazsınız.” Pençe timinin hepsi bir ağızdan söylemişti bu sözleri ama yanılıyorlardı.

Ben herkese kazansam da bu adama kaybettim.

Beni bilen bir adamı yenemezdim.

Oyun tekrar başlatılmıştı düzen yine aynıydı elimdeki kağıdı açıp ikinci kez hırsız çıkınca mimik oynatmamak zordu. Kağıtları katlayıp kenara koyduğumuzda herkes gözlerini kapattı bakışlarım etraftaki en ince detayı incelerken elime takıldı. Serum da bir eşyaydı sonuçta. Elimdeki iğnenin tıpasını alacaktım ama o an bir darbe yedi kalbim.

Tam elimin üstündeki tıpayı alacaktım ki elimin kaplayan büyük eli durdum. Bakışlarım yeşilin en güzel tonu ile denk düştüğünde bu sefer gözlerinde ki sessiz cümleyi okuyan bendim.

Kendine zarar verecek hiçbir şey yapma.

Kalbimin ritmi hızla zirveye çıkarken cümlesi kalbime bir darbe indirdi. Büyük elini elimin üstünden çektiğinde bende elimi tıpanın üstünden çektim. O arkasına yaslanıp gözlerini kapatırken ne kadar yakışıklı olduğunu izledim. Sonrasında ise komodinin üstünde duran bozuk parayı aldım önemli olan ne aldığımı değil beni bulmalarıydı.

Herkes gözlerini açtığında Turgut konuştu “Polis benim şefkatli kollarıma gelin yoksa ben bulurum.” Hepimiz sırıttığımızda Turgut hemen yanında ki Kutay’a dönüp sorgular bakış attı. “Sen misin lan o hırsız?” Kutay bıkkın bakışlar attı.

“He benim.” Turgut göz devirdiğinde bakışları Uraz’a döndü ve sırıttı. “Komutanım.” Uraz ölümcül bir bakış attığında anında önüne döndü Uraz’da benim tarafımdan zorla oyuna dahil edilmişti de. “Hırsızı sorarak mı bulacaksın nasıl bordo berelisin sen?” Eda’nın isyanına en başta ben olmak üzere hepimiz kafamızı salladık. “Bak abim tek atışta buldu.” Abin derin mevzu Eda karıştırma onu.

“O farklı kızım.” Turgut Eda’yı geçiştirirken bir çift yeşilin üstümde olduğunun farkındaydım.

Kahkahalarla dolu bir gün yaşanmıştı gülüp eğlenmiştik ve bu çocuklar yine bana aile olmuş, kalbimin ısınmasına sebep olmuştu.

                                      

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

**********

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir hafta sonra...

Nihayet taburcu olabilmiştim ve evime kavuşmuştum aslında Eda bana onların evinde kalmayı teklif etmişti ama elbette ki kabul etmedim. Ama Ayberk gözünün önünde olmadığım sürece başıma bekçi olarak Eda’yı dikmiş ve bana bakmasını söylemişti. Ama kendisi göreve gitmek zorunda kalmıştı ve o göreve gidince zaten hüzünlü olan ruhuma daha büyük bir hüzün çökmüştü.

Salonda otururken bakışlarım sehpanın üstündeki resim defterindeydi Ayberk farkında değildi ama bana bir dünya vermişti. Ben dünyamı çizmeyi öğrenmiştim. Bakışlarım dalıp giderken aklımda bin türlü düşünce kalbimde tek bir düşünce yaşanırken Eda’nın sesini duydum. “Umay.” Bakışlarımı daldığım noktadan yan koltukta oturan ona çevirdim. “Efendim?”

Eda’nın bakışlarında bir memnuniyetsizlik vardı. “İyi misin? Dalıp gidiyorsun sürekli, bir şey varsa bana anlatabilirsin biliyorsun değil mi?” Yüzüme zorla bir gülümseme yerleştirebildim Eda çok iyi niyetliydi ama ben daha kendime anlatamıyordum derdimi.

“Bir şey yok, iyiyim merak etme.” Değildim. Eda uyumak için beni bekliyordu ama bilmediği bir şey vardı.

Ben abisin kokusu olmadan uyuyamazdım.

“Eda sen git yat hadi hem okula da gideceksin.” Eda tam itiraz edecekken başımı omzuma yatırdığımda oturduğu yerden kalkıp Sare’nin odasında kalmaya gitti. Benim için uzun bir gece daha başlamıştı düşünceler zihnimi işgal ediyordu ve hepsi de canımı sıkıyordu. Bana iyi gelecek olanı bildiğimden oturduğum yerden kalkıp askıdan şişme montumu alıp üstüme geçirdim. Evin ve arabanın da anahtarını alıp evden çıktım.

Ali albayın evine geldiğimde içimde büyük bir kararsızlık vardı geri de dönebilirdim şu an. Ama yine de bahçeye girdiğimde kapılarını tıklattım havalar da soğumaya başlamıştı. Gerginlikten havaları düşünecek konuma gelmiştim kapı açıldığında çıkan Sevda Hanım’dı. “Umay?” Sesi endişeliydi yara aldığımı tabi ki de biliyordu yüzüme silik bir tebessüm kondurdum.

“Ali albay nerede acaba?” Yani selam vermeden Ali albayı sormam elbette hoş değildi ama onun bende yeri belliydi. Sevda Hanım annem değildi ama Ali albay benim ikinci babamdı, babamı kaybettiğim o gün bana gönderilmiş hediye gibiydi. “Bahçede.” Başımla onaylayıp bahçeye ilerledim bahçede yan yana duran iki sandalyeden birinde oturduğunu gördüm. Yanında ki boş sandalyeyi dolduracaktım yanına ilerlediğimde beni görünce yüzüne sıcak bir tebessüm yayıldı her zaman olduğu gibi. “Komutanım.” Dediğim sırada bende gülümsedim o ise eliyle yanında ki sandalyeyi gösterdi. “Otursana evlat.” Sandalyeye oturduğumda bakışlarımı ona çevirdim beni inceleyerek iyi olup olmadığımı teyit ediyordu.

“Gecenin bir saati geldim ama umarım rahatsız etmiyorumdur.” Fazlasıyla ettiğimin farkındaydım ama yine de çekingen bir sesle söylemeden edememiştim. “Saçmalama evlat dedim sana burası senin evin.” Sözlerine gülümsediğimde bakışlarımı gökyüzüne çevirdim yıldızlarla dolu gökyüzüne bakarken nasıl söyleyeceğimi bilmediğimden içimden geldiği gibi söyledim. “Bir şey sorabilir miyim?” Ali albayın sevecen sesini duydum soruma karşılık.

“Sor tabi.”

“Bir insana zarar gelince bizim de kalbimiz acırsa bu duygunun adı ne oluyor?” Zerre öğrenmek istemiyordum çünkü biliyordum olacakları ama yine de bir kez olsun korkaklık etmeyi bırakıp duygularımla yüzleşmek istemiştim. “O kişiyi görünce kalbimiz hızlanıyor mu?” Bakışlarım gökyüzündeyken Ali albayın sorusu ile yutkundum ve başımı sallayarak onu onayladım. “Evet.” Bakışlarımı ona çevirdim.

“Bu duygu aşk mı oluyor?” Sıcak bir şekilde gülümsedi. “Bu duygu aşk oluyor ama sende fazlası var gibi.” Sözleri ile gözlerim kocaman açıldığında inkar etmek istedim ama edemedim. Çok fazlası vardı bende başıma bela olan, bir süre sessiz kaldım. “Seni biliyorum evlat zaafın olsun istemiyorsun ama ya o zaaf senin merhemin olursa?” Sorusuna karşılık sessiz kaldım o zaaf bana merhem olurdu ama ben ona yara olmaktan başka bir şey yapamazdım.

“O bana merhem olurda ben ona yara olurum sadece.” Bakışlarımı Ali albaya çevirdiğimde gülümseyerek baktığını gördüm. “Sen kimseye yara olamazsın evlat.” Oldum bile.

“Ama aslı sorunun cevabına gelecek olursak senin ki sevda kızım.” Kaşlarım havalandı. “Aşk ve sevda arasında ki fark ne?” Aşk ile alaka seviyem bu kadardı.

“Aşk hevesin geçene, sevda nefesin bitene kadardır.” Aman ne güzel. Bir ayrıca bence ben o kadar sevdalı filan değildim abartıyordum büyük ihtimalle. Adamın kokusu olmadan uyuyamıyorsun Umay. Diyen iç sesimi susturdum, susmalıydı.

                                             

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

Arkadaşlarrr yeni bölümle geldim evet bu akşam bir işim olduğundan bölüm erken geldi bundan sonraki bölümler aynı saatte gelmeye devam edecek. Bölüme gelecek olursak bu bölümde Umay'ın kabuslarını öğrenmiş olduk, onu uyutmayan kabusları. Ayberk ve Umay arasındaki ilişkiyi de biraz görmüş olduk bakalım bundan sonra nasıl ilerleyecek sizin düşünceleriniz neler? Lütfen benimle paylaşın. O zaman ben yorumları sizlere bırakıyorum beni takip etmeyi unutmayın diğer türlü yaptığım duyurulardan haberiniz olmuyor, oy vermeyi unutmayın. Öpüldünüzzzzz>>>>

***********

                          

Bölüm : 26.01.2025 18:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...