

Asil millete, bayrağa, vatana göz diken olursa kan kustur.
***
Yatakta tavanı izlerken düşünceler beni delirtmek üzereydi. Bir haftadır Eda bende kaldığından bende salonda değil kendi odamdaydım, odamı kıyafet dolabı haricinde neredeyse hiç kullanmıyordum. Ama Eda uyumadığımı görürse endişelenir diye odama geliyordum. Ve evet uyuyamıyordum, Kartal timi göreve gideli bir hafta olmuştu, bu sürede yani neredeyse iyileşmiştim. Gerçi bana kalırsa ben turp gibiydim ama doktor hiç de öyle demiyordu, bir iki ağrı kimin umrundaydı? En azından benim umrumda değildi.
Geceleri uyuyamadığımdan resim defterini odama getirmiştim ama ne zaman resim defterini elime alsam, Ali albayın sözleri geliyordu aklıma.
Bu duygu aşk oluyor ama sende fazlası var gibi.
Hiç de yoktu, olmamalıydı.
Aşk hevesin geçene, sevda nefesin bitene kadardır.
Benim ki heves bile olamazdı.
Seni biliyorum evlat zaafın olsun istemiyorsun ama ya o zaaf senin merhemin olursa?
İşte bunu inkar edemiyordum bana merhem olduğu kesindi ama zaaf olmamalıydı. Derdim zaafımın benim askerliğime engel olmasını geçmişti artık, derdim benim ona zarar vermemdi. Ben kendi ailesinin katili biriydim birine bir faydam olması elbette mümkün değildi. Faydamın olmaması gibi zararım olurdu ve oluyordu.
Onun kalbini kırdım.
Zaafım olamazdı hem onun için hem benim için en iyisi bu olacaktı.
Bu yüzden resim defterini de elime almamıştım ve doğal olarak hiçbir şeyle uğraşmadığımda bir haftayı düşünmekten kafayı yiyerek geçirmiştim. Üstelik Eda beni neşelendirmeye çalışsa da onun da keyfinin olmadığının farkındaydım. Çünkü o iki kişiyi bekliyordu hem abisini hem de sevdiğini. Buna rağmen benimle ilgileniyordu ve neşelendirmeye çalışıyordu.
Cidden abi kardeş bu ikisinin benim kalbime zoru neydi?
“Umay!” Eda’nın içeriden seslenmesini duyduğumda tam efendim diye seslenecektim ki kapı tıklatıldı, içeri girmesine onay verdiğimde tüm neşesi ile odaya daldı. Perdesi kapalı odam resmen neşesiyle aydınlanmış gibiydi bu kadar neşeyi nereden buluyor anlamıyorum ki! “Efendim?” Sorgular sesime karşılık bir kız kardeş edasıyla ağırlığını bir bacağına verip kollarını göğsünde bağladı. “Günaydın uykucu ama güneş açtı, kahvaltı yapmamız gerekiyor.” Uykucu? Acaba geceleri uyumayıp arada sigara içtiğimi bilse dayak yer miyim? Büyük ihtimalle yerim. Gidip benim odamdaki perdeleri açıp güneşi resmen odama doldurduğunda yüzümü buruşturdum. En güneş alan odayı bilerek Sare’ye verdim ama yine nasıl bu kadar güneş alabiliyor! Hayattaki şans seviyem bu kadardı.
“Bak hala yatıyor ya kalk hadi biraz enerji ya!” Ciyaklaması ile yüzümü buruşturdum benim enerji sadece operasyonlarda çalışırdı onun dışında tembel hayvan gibiydim. “Kalkıyorum.” Ellerimi teslim olur gibi havaya kaldırırken yattığım yerden doğruldum ben doğrulurken odadan çıkarken seslendi.
“Masa da bekliyorum.” Oturur pozisyona geldiğimde öyle oturdum yatakta gerçekten kalkasım yoktu, ben yemek yemeden de bir hafta yaşardım beni burada bırakabilirlerdi. Bıkkın bir nefes verdiğimde kalkıp banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım ve mutfağa gittim. Eda geldiğinden beri sağ olsun kahvaltı da bir kuş sütü eksikti, normalde kahvaltı yapmaya bile üşenirdim. Masaya oturduğumda Eda ikimizin de çayını doldurduktan sonra kahvaltı yapmaya başladık. Kahvaltının ortasındayken Eda’nın bakışlarını üzerimde hissettiğimde bakışlarımı karşımda oturan ona çevirdim. O bakışların bir şey isteyeceğini ve benim hiç hoşuma gitmeyecek bakış olduğunu bildiğimden o zahmet etmeden direkt cevap verdim. “Hayır.” Yemeğime dönecektim ki Eda’nın sızlanmasını duydum.
“Ya önce bir dinleseydin keşke.” Ben yine hayır diyecekken ellerini çenesine koyup sırıtarak anlatmaya başladı. İstediğini yapacaktı yani istesen de istemesen de onu yapacaktı, bu süre içinde bunu öğrenmiştim. Aynı abisi! İlla yapacak yani kendi dediğini. “Bak biz tüm kızları toplayıp bugün kız kıza vakit geçirelim diyoruz. Pelin, Sare, sen, ben ve henüz tanışmadığım Buse gelecek. Hem tanışmış olurum hem de beraber eğleniriz. Çok güzel bir grup olmadık mı ya!” Neşeli bakışlarına karşılık şokla ona baktım. Sorma dünyanın en iyi gurubuyuz yani bir araya gelirsek dünyayı yakma ihtimalimiz var, o kadar iyi bir grubuz. Hayır daha önce yakmışlığım ama bu sefer polislerin elinden bizi Ali albay bile alamaz yani.
“Aynen üç kişiyken bela mıknatısıydık böyle cümbür cemaatte dünyanın sonunu getiririz değil mi?” Benim sözlerimle birkaç saniye durdu biz Pelin’e Ankara’yı gezdirirken başımıza gelmeyen kalmamıştı. Herhalde onlar gözünün önünden geçti ama bu saniyeler sürdü.
“Bir şey olmaz merak etme hadi ya lütfen, kıracak mısın beni?” Elleri hala çenesindeyken masum masum göz kırpıştırdı bak bakayım bende bu numaralara kanacak göz var mı aslanım? “Kesinlikle hayır.” Eda üzgün bir surat yaptığında bakışları daha masum hale geldi artık o masum bakışlara kanmazdım. “Gelirsen sana iki tim arasındaki bildiğim istihbaratları veririm.”
“Tamam hadi gidelim.” Beni nasıl ikna edeceğini biliyordu yani lafım yoktu, Eda güldüğünde ellerini çırptı. “Tamam o zaman hazırlanıyoruz hemen, şimdi.” Başımı salladığımda kahvaltım zaten bittiğinden toplamaya yardım edecekken Eda beni mutfaktan kovdu. Kendi evimdeki mutfağımdan kovuldum.
Neyse işime gelirdi bu yüzden dolabımdan kıyafetlerimi çıkarıp banyoya ilerledim aldığım hasar falan filan nedeniyle istediğim gibi de duş alamıyordum! Ilık suda alma mecburiyetim vardı o yüzden bir haftadır bir soğuk suyla adam akıllı kendime gelememiştim. İyileşir iyileşmez kendimi buzlu göle atmak gibi fikirlerim vardı ama şimdilik idare edecektim.
Altıma siyah bir pantolon onun üstüne ise uyumlu bir tonda yeşil sweatshirt giymiştim, saçlarımı ise açık bırakmıştım. Anahtarlarımı ve cüzdanımı da cebime attıktan sonra odadan çıktım salonun ortasında ise Eda duruyordu. Siyah bir kot pantolon üstüne ise beyaz bir bluz giymişti elinde de bit kadar siyah bir çanta vardı. Biri bana şu çantaların amacını açıklayabilir mi? Hiçbir şey sığmıyorsa ben neden taşıyorum onu? Ama yalan yok güzel olmuştu kumral saçlarını da dalgalı yapıp omuzlarına dökmüştü. Ben ise öyle dümdüz açık bırakmıştım öyle çok büyük bir özenti göstermezdim giydiklerime. Güzel olmak gibi bir niyetim de yoktu hiç var olmamayı dilediğimden dikkat çekmeyi sevmezdim. Ben Eda’nın güzelliğini bildiğim için bakışlarımda bir beğeni vardı ama onun bakışlarında bariz bir şok dalgası vardı.
“Güzel olmuşsun.”
“Ciddi olamazsın.” Gayet ciddiydim güzel olmuştu ama onun bakışları giydiklerimde dolaşıyordu bunu bana cevap olarak söylemediğinin farkına varmış oldum. “Umay sen bu kadar güzelken bana bu şekilde giyindiğini söyleyemezsin.” Yani bence rahat ve idealdi ama içimde bir boklar olacağına dair hisler vardı.
“Yürü seni hazırlamaya gidiyoruz.” Kolumdan tutup Sare’nin odasına sürüklerken şok içinde ona baktım odaya girdiğimizde dolabı açtığında üstümdeki şoku atıp konuşabildim.
“Saçmalama Eda ben gayet iyiyim böyle.” Dolabıma birkaç saniye baktıktan sonra ağzı bir karış açık bana döndü, ne vardı yani dolabımda sadece siyah ve yeşil renkleri varsa? Derdi renkten çok sadece tişört pantolon olmasından da olabilirdi, kararsızdım şu an. “Umay sen cidden şaka yapıyorsun.” Yo ben gayet ciddiydim sessiz kaldığımda o da ciddi olduğumu anladı.
“Senin kadar güzel olsam böyle giyinmezdim!” Arkasını dönüp tekrar dolabımı karıştırmaya koyuldu ben ise o karıştırırken konuştum. “Benden daha güzelsin.” Sözlerimle gülümsediğini sesinde hissettim. “Teşekkür ederim ama sen kendinin farkında değilsin.” Yani bence onlar fazla abartıyorlardı Eda dolabımı kurcalarken isimsiz gelen çiçekli elbiseyi eline alınca gözlerim kocaman açıldı, mantıklı bir açıklamam yoktu.
“Bak sonunda güzel bir şey bulabildim.” Eda katlı olan elbiseyi açtığında arasında o isimsiz not düştü Eda onu almadan ben hızla uzanıp onu aldım. Ve notu arkama saklarken konuştum. “Onu giymeyeceğim.” Eda benim sözlerim üzerine kaşlarını çattı.
“Ne demek giymeyeceğim? Al giy şunu bak çok yakışır sana.” Başımı olumsuz anlamda salladım şu an giymek istemiyordum Eda tekrar zorlayacakken kendimi arkamdaki yatağıma attım ve oturdum. “Bence bu konuyu kapatalım çünkü onu giymeyeceğim. Ya böyle gelirim ya da tek gidersiniz.” Giymeyecektim neden bilmiyorum ama giyesim yoktu şu an inadım inattı ayrıca. “Sana inanamıyorum.” Olabilirdi ama ben onlar gibi süslü şeyler giymeyi bırakalı uzun yıllar olmuştu onlar giyebilirdi ama bana karışmasınlar. Sözlerine omuz silktiğimde elbiseyi tekrar katlayıp rafa koydu ve odadan söylenerek çıktığında bende elimdeki kağıdı kenara köşeye bir yere koydum.
Arabayla giderken nihayet son durağımıza gelebilmiştik malum tüm prensesleri olduğu yerden almıştık. En son Buse’yi se almıştık şimdi ise yine bir AVM’ye gidiyorduk hayır neden yani? Bizim bir fantezimiz filan mıydı anlamıyorum ki. Otoparka girdiğimde her yerin dolu olması can sıkıcı bir durumdu yer aramak için otoparkta dolaşmaya başladım.
Yarım saat. Tam olarak yarım saattir otoparkta yer bulmak için dolaşıyordum en sonunda sinirden AVM’ye arabayla dalacaktım ama tutuyordum kendimi. “Yarım saat oldu resmen.” Pelin’in şikayeti ile burnumdan soludum hayır ne yapalım yani? Biz de farkındayız yarım saat olduğundan. “Gün bitti.” Buse’nin şikayeti ile bakışlarım bu sefer dikiz aynasından ona döndü, zaten sinirlerim tepemdeydi en sonunda patlayacaktım yeminle. İçimden sabır çekerken bu sefer ki şikayet Eda’dan geldi “İki yıl sonra filan herhalde gideriz.” yok sabırlıydım ben.
“İki yıl kısmından şüpheliyim.” Sare’den gelen şikayetle kaşlarım havalandı ve en sonunda dayanamadım tabi. “Sıkıldıysanız inin prensesler.” Ters sesimle hepsinin bakışları bana dönerken ilk konuşan Pelin’di. “Tabi ki prensesiz ayrıca herhalde sıkıldık bari AVM’nin kapısına çekte inelim.” Ha bir de kapının önünde duracaktık hanımefendi için, zaten yarım saattir sinirden kriz geçiriyordum çıldırtacaklardı beni.
“Olur prenses başka isteğin?” Pelin sırıttığında arabayı duvara sokmak gibi efsane fikirlerim vardı. “Olursa söylerim.” Sesli bir la havle çektiğimde ileride bir arabaya binildiğini ve arabanın çalıştığını görünce anında hızla oraya sürdüm. Adam çıkacaktı ve direkt ben girecektim adam arabayı çalıştırırken ona alan açarak tam dibinde bekledim. Adam çıktığında tam ben girecektim karşı taraftan bir arabanın kafasını gördüm. Ben daha çok girmiştim ama adam abana arabanın içinden el kol hareketi yapıyordu.
Kime hareket yapıyordu lan o?
Camı açtığında kolunu camdan uzatıp yine hareket yapmaya başladığında bende camı açtım, dayı elimde kalacaktı. “Nereye geliyorsun bayan? Görmüyor musun önce ben girdim!” Ben bunu döverdim, elimde kalırdı.
Ben önce girmiştim ki ben ondan daha çok girmiştim bakılınca alanımı işgal eden oydu. Zaten yarım saattir yer arıyordum burayı kimseye yar etmezdim ben, ya benimdi ya da kara toprağın. “Dayı görmüyor musun ben daha çok girmişim ayrıca ilk ben girdim bas geri!” Adam camdan el kol hareketi yaparken bende kolumu dışarı çıkardım. “Ayrıca indir o elini!” Gaza hafif yüklendiğimde biraz daha girdim ve onun eski arabasıyla santimler kala durdum.
“Hop hop nereye geliyorsun! Asıl sen bas geri! Bak bayansın diye bir şey demiyorum bas geri! İlk ben girdim!” Kibarlığım buraya kadardı. “Ulan nereye ilk sen girdin görmüyor musun ben daha çok girmişim. Ayrıca bana bak inersem o laflarını sana yuttururum!” Kaşınıyordu, gel beni kaşı diyordu inecektim şimdi bayansın diyeymiş! Ben bir gösterecektim ona bayanı görecekti.
“Ne diyor ya bu?” Pelin’in atarının üstüne gelen atar Eda’dandı. “Harbi ya ne sanıyor bu kendini?”
“Yok bu benim elimde kalır.” Sare’ye sonuna kadar katılıyordum ama beni en çok şaşırtan Buse’ydi. “Hayvan herife bak ya ben bunu mahvederim.” Tam adama sövecektim ama şok ve boş bakışlar içinde arkada oturan Buse’ye döndüm.
“Ulan sen avukatsın bari sen yapma.” Sonra diğerlerine döndüm. “Oğlum sizin beni durdurmanız lazım lan siz niye atarlanıyorsunuz?” Niye başımızın beladan çıkmadığı anlaşılmış olmuştu ulan avukatımız bile kavgaya benden önce giriyordu tabi başımız beladan çıkmazdı! “Gel yuttur lan lafları bayan git işine bak benim canımı sıkma! Bas geri!” Delirmiştim artık! Adamın el kol hareketi ve lafları ile gaza hafif bastığımda o da arabasına çarpmayayım diye geri bastı. Sırıttığımda ben ileri basarken adam hem geri basıyor hem de söyleniyordu. “Lan manyak ne yapıyorsun sen!” Delirtmişti beni yapacak bir şey yoktu geri gitmezse çarpardım arabasına valla kendi arabamın hasarı bile umrumda değildi. Valla delirdim!
Asam baktı ben durmuyorum geliyorum küfretmeye başladı ben ise sırıtıyordum, tertemiz sıyırmıştım hadi bakiyim. En sonunda ben tamamen yerleştiğimde adam arabasından indi arabasında bir tek o vardı, dayı tek başına AVM’nin tozunu attırmaya gelmişti herhalde. Ama şansına küssün birazdan toz olacaktı, el frenini çekip kontağı kapattığımda arabadan indim. Adam üstüme üstüme yürürken gelmesini bekledim.
“Sen ne yaptığını sanıyorsun manyak! Bak bayansın falan elimde kalırsın!” Adam küfür ederken ben sweatshirtimin kollarını sıvadım boynumu çıtlattığımda sırıttım. Neredeyse iki haftadır eğitim bile yapmadan yatıyordum ve şansına küssün onun hıncını bu dayıdan çıkaracaktım. Bismillah.
Adam küfür ederken en sağlam yumruğumu suratına geçirdiğimde tam ikinci yumruğu atacakken adamı karşımda göremedim. Bakışlarım yere döndüğünde yerde yatan dayıyı gördüm, saçlarım açık olduğundan önüme geldiği için düştüğünü görmemiştim. Ama daha çok ölmüş gibiydi. Hadi be! Daha başlamadım ama!
Ortam sessizleştiğinde dayıdan ses seda çıkmıyordu hayır kıpırdamıyordu da birkaç saniye bir sessizlik oldu. “Öldü mü?” Pelin’in korku dolu sesine karşılık eğlenen ses Sare’den gelmişti. “O yumruktan canlı çıkması mümkün değildi.” Harbi şaka maka öldü mü lan bu? Başımı omzumun üstünden arkaya çevirdiğimde hepsinin arabadan inmiş öyle durduklarını gördüm.
“Pelin gel bak bakiyim öldü mü lan bu.” Pelin’in gözlerinde korku varken bende hüzün vardı hayır ama yani ilk yumruktan da ölmezsin be dayı! Gerçi dayı olduğunu düşününce ve yaşını hesaba katınca biraz ölmüş olabilirdi. “Niye ben?” Pelin’in korku dolu ve isyankar sesiyle boş boş baktım az önce atar gider yaparken iyiyidi.
“Doktor ben miyim?” Benim sesimle Pelin yine isyan etti. “Ben halk diliyle estetik doktoruyum biliyorsun değil mi?”
“Yani bir nabız kontrol etmeyi bilmiyor musun?” Benim boş sesime karşılık yüzünde saçma garip bir ifadeyle adamın yanına ilerlerken Buse’nin sesini duydum. “Merak etmeyin ben en iyi avukat olarak sizi kurtarırım.” Hayırlı avukat. Cidden artık tepki vermeyi bırakmıştım Pelin adamın nabzına bakıp sonra tekrar ayağa kalkıp bana baktı. “Yaşıyor ama bayılmış.” Tüh be! Daha içimdekini atamamıştım! Yüzümü buruşturduğumda arkamı dönüp bizimkilere baktım.
“E gidelim o zaman hadi, zaten dövemedim içimde kaldı.” Bir Allah’ın kulu da bu adamı burada bırakıp nereye gidiyoruz demez miydi? Demediler. Hepsi önden AVM kapısına ilerlerken bende peşlerinden ilerledim. Yumruk içimi soğutmaya yetmemişti ne güzel dövecektim of ya!
AVM’ye girdiğimizde giriş katta işe yarar pek bir şey olmadığından direkt birinci kata çıkmak için yürüyen merdivenlere bindik. En önde ben, bir alt basamakta Eda ile Pelin, bir altta ise Buse ve Sare vardı ve onların arkasında duran bir dayının onlarla tartıştığını gördüm. Lan gireli daha iki saniye oldu! AVM de ses çoktu ama Allah’tan kulaklarım iyiydi. “Bayan yol verin geçelim ya.” Bu dayıların bayan kelimesine bir takıntısı filan mı vardı? Hayır bir de bu dayı az öncekine benziyordu şahsen onun yerine bunu dövebilirdim.
“Ya dayı bu merdivenin amacı sen hareket etmeden yukarı çık diye var. Şu an kızmaya hakkınız yok sizin.” Buse aynı anda hem kibar olup hem nasıl kaba olabilir diye sorgulamayacaktım, Sare’nin dayıya olan ölümcül bakışlarına da bir şey deyip demek arasında kalmıştım. Gerçi sivil dövmemiz yasakken az önce yaptığım düşünülürse pek de sözümün ciddiyeti olacağını sanmıyordum. “Ya bayan belki acelem var yol versene.” Bu üst basamaktan oraya da güzel uçulurdu yani zaten hıncımı da alamamıştım, uçsa mıydım acaba?
“Dayı yürü git işine.” Sare’nin sözleri ile dayı tam bir şey diyecekti ki birinci kata çıkmıştık hepimiz merdivenden indiğimizde en sonunda yan yana dizilip ölümcül bakışlarla dayıyı izledik. Dayı ise bize ters bakışlar atarak önümüzden geçip gitti ama tam bir dakika içinde. Az önce acelem var diyen dayı üç adımı tam olarak bir dakika içerisinde attı. Saydım. Ciddi ciddi saydım ve üç adımını bir dakika içinde attı, bizim amacımız ters bakışlarla dayıya bakmaktı ama yarım dakikanın sonunda ters bakışlarımıza bıkkın nefeslerimiz eklendi. Yok ben başka ülkede yaşayamam, canım milletim.
Biz dayının yanından geçip giderken ters bakışlar atmayı ihmal etmedik benim gözlerim etrafta dolaşırken bir anda koluma giren Eda tarafından bir mağazaya sürüklendim.
Bir saat. Tam olarak bir saattir makyaj malzemelerinin satıldığı mağazada mal gibi bizimkileri bekliyordum. Ulan ben bir saatte tüm AVM’yi dolaşırdım ne halt ediyorsunuz! Hayır tüm ürünleri filan mı deniyorsunuz anlamadım ki! Bir de ben mağazanın bir köşesinde güvenlik görevlisi gibi dikildiğimden beni buranın çalışanı zanneden teyzelerde oldu! Altını çiziyorum atmışından yaş alan teyzelerdi, teyzelerde yaş bitmiş iş bitmemişti anlaşılan. Özellikle bir teyzenin dudağında gördüğüm kırmızı ruj ile kendimi mezara atmamak için zor durdum. Teyzenin gözleri görmüyordu herhalde diyeceğim ama o kadar cırtlak bir rengi görmemesi için insanın kör olması gerekirdi. Renk körleri bile görürdü onun cırtlaklığını yani.
Bir buçuk saatin sonunda bizimkileri kasada gördüğümde şükür namazı kılmak için mescide gidecektim az daha. Zahmet olmuştu yatıya kalsalardı keşke bizimkiler ödeyip çıktıktan sonra bana doğru gelirken gözlerinde korku vardı. Artık nasıl bakıyorsam adımları bir ileri iki geri gidiyordu ama haklıydım. Bizimkiler tam karşımda durduklarında hiçbiri ağzını açamıyordu ben sessizce ölümcül bakışlarımı gönderdikten sonra arkamı dönüp mağazadan çıktım.
Biz mağazadan çıkıp ilerlerken az önce merdivenlerde kavga ettiğimiz dayının yanından geçtik. Adam resmen bir buçuk saatte yirmi adım filan atmıştı. Dayı bu kadar hızlı olma ya.
Bir kıyafet mağazasına girdiğimizde Eda koluma girmiş ve benim tarzımı düzeltecek diye bizi kırk saattir aynı reyonun önünde bekletiyordu. Bir kere benim tarzım gayet mükemmeldi isteseydim farklı giyinirdim zaten. “Bu olur.” Eda’nın üzerime tuttuğu croba baktım yeşilin güzel bir tonuydu ve modeli de hoşuma gitmişti. Köprücük kemiklerimi açıkta bırakacak şekilde dikdörtgen bir yakası vardı. Karın kısmı ise üçgen şeklinde uzanıyordu kolları kısa ama pileliydi, üstünde ise gümüş renginde düğmeleri vardı. Dışarıdan bakınca sade ve şık görünüyordu, aslında hoşuma da gitmişti, elime aldığımda Eda’nın yüzündeki zafer gülümsemesi Alparslan’ın Anadolu’nun kapılarını açtığında bile olmadığına eminim.
“Hoşuma gitti deneyeceğim.” Eda çocuk gibi olduğu yerde hafifçe zıplayıp ellerini çırptı ve beni giyinme kabinine doğru itti. “Git dene hadi çok merak ettim.” Sırıtırken başımı olumsuz anlamda sallarken giyinme kabinine ilerledim, üstümdeki kıyafeti çıkarıp onu giydiğimde boy aynasından kendime baktım. Kaşlarım havalandığında kendimi beğenmiş olmanın şaşkınlığını yaşıyordum ama güzel olmuştu, crop fiziğimi ön plana çıkarmıştı ve daha güzel göstermişti üstelik renkte yakışmıştı. Yeşil rengi görünce aklıma artık o geliyordu. Gözleri yüzünden gördüğüm her yeşilde onun gözlerini arıyordum, ne diyorum ben ya? Kendime gelip bu düşüncelerden kurtulduğumda kabinden çıktığımda Eda kollarını bağlamış beni bekliyordu. Beni gördüğü anda ise şaşkınlıkla öylece bana bakakaldı, ne? Olmamış mı? “Taş gibi olmuşsun.” Eda’nın kendine geldiğinde söylediği sözleri ile sırıttım bir an yakışmadı mı diye düşünmüştüm.
“Bende beğendim.” Sözlerimle yüzüne tekrar o zafer gülümsemesi kondu bunu görmemle kıkırdadığımda Pelin’in sesini duydum. “Vaov.” Başımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde Pelin, Sare ve Buse’nin kola kola girmiş durup beni süzdüklerini gördüm. İkinci tepki Pelin’in yanındaki Sare’den geldi. “Komutanım.” Diyebilmişti sadece ama ben yüzündeki o ifadeden demek istediğini anlayabilmiştim, son tepki ise Sare’nin yanındaki Buse’den geldi. “Bu güzelliğini saklamak için mi böyle giyinmiyordun?” Cidden abartıyorlardı artık görende dünya güzeli sanacaktı beni, az daha abartsalar o da olacaktı yani. Sözlerine göz devirdiğimde bıkkın bir sesle konuştum.
“Abartmasanız mı? Altı üstü bir tane crop giydim niye gelinlkik giymişim gibi davranıyorsunuz?” Benim sesimle kol kola girmiş üçlüden ses çıkmazken çıkan ses Eda’ya aitti. “Onu da giyersin.” Gözlerim kocaman açıldığında bakışlarım ona döndü cidden bu kız kimsenin söylemediği her şeyi direkt söylüyordu. Diğer üçlü bunu söylememişlerdi çünkü kızacağımı biliyorlardı ama Eda bunu bilse bile söylemekten çekinmiyordu. Ama bu kızmayacağım anlamına gelmezdi cidden saçma sapan konuşmayı bırakmalıydı. “Saçmalama istersen.” Ters sesimle omuz silkti cidden şu rahatlıktan istiyordum.
Birkaç bir şey alıp mağazadan çıktığımızda hedefimiz bir üst kattı ama yürüyen merdivenlerin dibinde karşılaştığımız üçlüyle kaşlarım havalandı. Kutay, Turgut ve Göktuğ. Bunların burada ne işi vardı diye sormak istemiyordum ama ellerindeki poşetlere bakılırsa onlar da alışveriş yapıyorlardı. “Komutanlarım.” Turgut’un sesi ile tek kaşım havalandı ama soru Sare’den oldu.
“Ne işiniz var burada?” Cevap Kutay’dan geldi. “Alışveriş filan yapacaktık komutanım ama size katılabiliriz.” Bu dingillerin yanında başımı belaya sokup da rezil olursam kendimi bir yerlerden atardım. Bu konuşmadan çok alakasız olarak Göktuğ’un kısık sesi duyuldu, Buse’ye sırıtarak bakıyordu.
“Kadere bak yine denk geldik.” Buse gülmemek için dişlerini dudağına geçirdiğinde biz hepimiz durmuş ona bakıyorduk. Ayıptı ama yanında sevdiği olan vardı olmayan vardı cidden ayıptı. Göktuğ’un bakışları Buse’den ayrılıp bize döndüğünde öksürerek kendini topladı. “Özür dilerim komutanlarım.”
Derin bir nefes verdiğimde bir şey demeden yürüyen merdivenlere bindim ve diğerleri de benim peşimden bindi. Önümde o yavaş dayıyı gördüğümde boş boş baktım biz tüm AVM boyunca böyle karşılaşacak mıydık? Aklıma gelen fikirle sırıttığımda sırıtışı sildim ve ciddi bir ifadeyle dayıya seslendim. “Dayı yol versene merdivenleri kaplamışsın yukarı çıkamıyoruz.” İntikam vaktiydi. Dayı arkasını dönüp bana baktığında garibimin gözünde problemi olmalı ki beni tanımadı. “Bu yürüyen merdiven kendi gidiyor zaten sen nereye çıkıyorsun?” O zaman bir önceki sefer niye burnumuzdan getirdin lan! Umarım yaşlanınca bende böyle olmazdım, eğer olursam biri beni vursun.
“Belki acelem var yukarı çıkacağım yolu kapatıyorsun.” Duyduğum kahkaha seslerinin bizimkilere ait olduğunu anlamamak elde değildi, şahsen o kadar bağırarak gülmeye de gerek yoktu. Ama onların gülüşlerini duyunca bana da bir gülme isteği geldiğinde yanağımın içini ısırdım, dayı bana laf söylerken ben gülmemek için kendimi tutuyordum. En sonunda yürüyen merdivenler bittiğinde Turgut, Kutay ve Göktuğ anlamaz gözlerle bize bakarken kıkırdadım.
“Umay amaç neydi?” Pelin’in gülmekten gözünden yaş gelirken otuz iki diş sırıttım. “İntikam.” Dediğimde hepsi tekrar kahkaha attı öyleydi intikamımı elbette alacaktım. “Mevzu ne?” Turgut’un sorusu ile bizimkiler daha çok gülmeye başladığında ben başımı olumsuz anlamda sallayarak ilerledim. Bizimkiler peşimden gelirken Buse’nin sesi ile hepimiz durduk. “Göktuğ bana ayıcık al.” Bakışlarımı ne halt ettiklerine bakmak için ikiliye çevirdiğimde gördüğüm görüntüye boş boş baktım. Buse heybetli Göktuğ’un göğsüne sokulmuş ona cilve yapıyordu Göktuğ’un hızla inip kalkan göğsünden bir boklar döneceği anlaşılmıştı.
AVM’de kenara koyulmuş oyuncağa yöneldi Göktuğ Buse çocuk gibi sırıtırken ardından ilerledi bizde mecburen arkalarından. Göktuğ elini cebine attığında bakışları makineye yaslanmış dururken dibinde olduğumdan bana döndü. “Komutanım bende bozuk yok sizde var mı?” Bende de yoktu ki ben genelde para taşımazdım işlerimi karttan hallediyordum, başımı olumsuz anlamda salladığımda cebinden çıkardığı iki yüzlüğü Turgut’a uzattı. “Komutanım size zahmet iki dakika şunu bozdurabilir misiniz?” Kaşlarım havalandığında Turgut’un küfreder gibi sesi ile sırıttım. “Sen hayırdır lan? Karşında komutanın var it.” Olaya Buse el attı. “Bozdurursan sana yaprak sarma yaparım.” Yemeği duyunca Turgut’un gözleri parlarken Kutay parayı elinden alıp gidip bozdurup geldi. Yemek deyince her haltı yapabilirlerdi.
Göktuğ’un elindeki elli tane bir liralara bir bakış attım bir kere de alabilirdi yani. Göktuğ ilk denemesini yaptığında oyuncağı bile alamadı.
Kırk dokuz. Kırk dokuzuncu denemeyi de beceremediklerinde Kutay’ın isyanını duydum. “Anasını şimdi ama.” Kaşlarım havalandığında anında söylediğini fark edip özür dilediğinde son bir lirayı Göktuğ’un elinden aldım. Parayı makineye attığımda kolu ile oyuncağın kafasından tuttuğumda yavaşça boşluğa denk getirdim. Beyaz minik ayıcığı hazneden alıp Buse’ye uzattığımda hepsine umutsuz vaka bakışı attım. Yapmaları gereken tek şey buydu ama hepsi, altını çiziyorum hepsi denemiş ama becerememişlerdi.
Buse beni yanağımda öpüp sırıttığında gözlerim kocaman açılırken kalakaldım ortama ölüm sessizliği çöktüğünde bakışlarım Buse’nin üstündeydi. “Teşekkür ederim.” Bana sırıttığında mümkünmüş gibi gözlerim daha da açıldı, bana cilve yapmasına mı yoksa beni öpmesine mi şaşırmalıydım? “Yengeyi mezarda bulabilirsin.” Kutay’ın Göktuğ’un kulağına fısıldadığını aramızdaki ölüm sessizliği nedeniyle hepimiz duymuştuk.
“Ne halt ediyorsun?” Bakışlarım Buse’deyken sesimin ters çıkmasına engel olamamıştım, bu hayatta beni en son öpen kişi babam olmuştu o da üç yaşındaykendi. O zamandan beri kimse öpmemişti ki herkesten uzak dururdum ama şimdi yıllar sonra beni öpen Buse’ydi. Evet Buse’ydi! Hayır üzülemiyordum da! Dramımı bozuyordu!
Öpmesi beni rahatsız hissettirmemişti ama içimdeki o kız çocuğunu uyandırıyordu en son öpen kişi babam olduğu için kimseye öptürmemiştim belki de. Aklıma o an düştüğünde sertçe yutkundum işte bu yüzden herkesten uzak duruyordum, insanların normal yaşantısındaki hareketleri bile benim bir yarama denk geliyordu. O anı aklımdan kovduktan sonra kendime geldim bu anları unutmam gerekiyordu. “Şey yanağında pembe bir dudak izi var.” Benim soruma gelen Buse’nin cevabı ile uzanıp yanağımı sildiğimde Buse hariç herkes tetikte bekliyordu. Biliyorlardı çünkü bir anda patlardım saatli bombadan farkım yoktu.
“Bana bak sevgilin orada git onu öp, cilve yap her ne boksa işte! Beni niye öpüyorsun kızım!” Patladığımda Buse Göktuğ’a baktı sonra yüzünü buruşturup bana döndü. “O alamadı ne yapayım?” Göktuğ’un yüzündeki ifade gülmek istememe sebep oluyordu. “Şimdi o mu oluk?” Buse ona burun kıvırıp bana cilveli bir şekilde göz kırptıktan sonra en önden yürümeye başladı. Ben Eda ile göz göze geldiğimde yüzümde artık nasıl bir ifade varsa kahkaha attı.
Turgut, Kutay ve Göktuğ belaya girmek için hazır bekliyordu sanki biz yeterince bela mıknatısı değilmişiz gibi onları da kendimize alet etmiştik. Göktuğ Buse’yi restorandaki çalışandan kıskandığı için AVM’den çıkmak durumuna kalmıştık, çıkarken ise Buse’yi benden kıskandığı için benden dayak yemişti. Dudağındaki patlağı da artık Buse öperdi. Söylene söylene arabamızın olduğu yere geldiğimizde Göktuğ, Kutay ve Turgut yanımızda değillerdi onlar nasıl geldiyse geri gidecekti. Ama daha mühim sorunlarımız vardı zira arabamın tepesinde bekleyen iki polis ve o dayı vardı, şansa bak ki ölmemişti. Arabanın yanına gittiğimizde dayı beni görür görmez artık nasıl bir kin beslediyse parmağını gözüme sokacak derecede beni gösterdi polislere. “İşte bu amirim bu manyak!” Bağırması ile yüzümü buruşturdum manyak olduğumu bildiğim için tepki vermedim.
“Hanımefendi beyefendinin söylediğine göre onun park alanını işgal etmiş ve onu darp etmişsiniz.” Polis memuru sakin bir sesle konuşurken bende sakince dinledim ama duyduğum yalanlarla sinirlerim yükselemeye başladı. “Bu yüzden size ceza yazacağız.” Yok ya, tamam yumruk attık da o da hak etti yani. “Bakın polis bey isterseniz kameralardan da bakabilirsiniz ama burada park yeri işgal edilen benim. En çok ben girmeme rağmen dayı aman beyefendi gelip park yerimi işgal etti. Sonrasında ise bağırdı, küfürler etti ve en sonunda arabasından çıkıp yanıma geldi. Bende yumruk attım o kadar. Yani ikimizde suçluyuz.” Ceza yersek ben bunu bu sefer döverdim, elimden de kimse alamazdı. Hayır zaten sivil dövmem yasaktı ama kaşınıyordu yani. Polis dönüp dayıya ters bir bakış attığında sırıttım.
*********
Kendimi salondaki koltuğa attığımda hala hasarlı olduğumu unutmuştum vücuduma yayılan acıyla dişlerimi sıktım ama ses çıkarmadım. Eda’nın arkası dönüp olduğu için görmemişti şansıma yoksa önce güzel bir fırça yer sonra iyi olduğumdan emin olana kadar burnumdan getirirdi. Eda ayakkabılarını çıkarıp salona geldi ve oda kendini koltuğa attı. “Biz niye böyle belayı mıknatıs gibi çekiyoruz anlamıyorum ki. Hayır bunu bile bile niye bir araya geliyoruz?” Eda kıkırdadığında bakışları bana döndü ve o an fark ettim Eda’nın gözleri kahverengiydi. Onun gözleri gibi yeşilin her tonunu barındırmıyordu, açık kahveydi gözleri.
“Eğlendik ama.” Eda’nın sözlerine aynen der gibi bir mırıltı çıkardığımda güldü. “Sen kalk git yat hadi zaten yarın okulun var.” Sözlerimle ayağa kalktığında asker selamı verdi selamına karşılık verdiğimde gülerek odaya ilerledi. Ben koltukta daha fazla yayılırken aklıma gelen düşünce nasıl olduğuyla ilgiliydi, yara almış mıydı? Çatışmada mıydı şu an? İyi miydi?
Derin bir nefes verdiğimde zaten uyuyamayacağımı bildiğim için bir şeylerle uğraşmam gerekiyordu ve benim içimi rahatlatacak şey Uraz’dı. Derdimi anlatabileceğim tek kişi oydu çünkü yani ben anlatmasan bile anlayacak tek kişi oydu. Sanki hissetmiş gibi telefonuma onu mesaj bildirimi düştü.
Uraz
Aşağıdayım.
Tek kelimeyle yaşayabilen bir insandı ama en azından o da bir şeydi bana kalsa ömrümün sonuna kadar sessiz kalırdım da bana kalmıyordu işte. Eda’ya fark ettirmeden evden çıktığımda Uraz’ın kapının önündeki arabamın kaputuna yaslanmış sigara içtiğini gördüm. Yanına ilerleyip bende kaputa yaslanırken o asker olarak hazır ola geçti. “Rahat.” Tekrar eski pozisyonuna geldiğinde bir sigara ve çakmak uzattı alıp yaktığımda ikimiz de sessizdik.
Ben içimdeki her şeyi anlatmak Uraz’dan bana yol göstermesini istiyordum ama ben daha kendime anlatamıyordum ki. “Uraz.” İçimdeki isleri ona anlatmalıydım gerçi bunun için biraz geç kalmış da olabilirdim. Bakışları bana döndüğünde gözlerinde anlatmam gerektiğini söyleyen bir ifade vardı bir şey anlatacağımı biliyordu. “Zaafım olursa, hepimiz zaafı olursa ne olur?” Sorduğum soru ile dumanı üfleyip önüne döndü.
“Zaafımız olursa canımız yanar Umay, çünkü bizim görevimiz şanlı al bayrağı, savaşlarla alınmış bu vatan toprağını ve bu milleti korumak. Biz ya ölür ya öldürürüz ama eğer zaafımız olursa işler değişir. Çünkü ölen ne biz ne de düşman olur, ölen bizim zaafımız olur. Bizi zayıf noktalarımızdan vurmak için an kolluyorlar ki bunun örnekleri görmedik mi biz Umay? Biz vatanı için ailesini feda eden albay görmedik mi? Biz kızı kaçırıldığında kızını değil vatanını seçen adam görmedik mi?” Sessiz kaldım çünkü söyleyebileceğim bir şey yoktu, haklıydı ben sessiz kalırken o devam etti konuşmaya.
“Biz bu acıyı kaldıramayız Umay biz vatanımızı seçeriz ama sevdiğimizin feda oluşunu kaldıramayız. Şu ana kadar çektiğimiz acılara baksana hangimiz bir yıkım daha kaldırabilir? Göktuğ kaldırabilir mi? Sare? Sen? Hiçbirimiz kaldıramayız Umay.” Sigaradan derin bir nefes çektim içime haklıydı kaldıramazdık bir acı daha bizim zaten hayatımızın her alanında bir acı vardı. Gece başımızı yastığa koyduğumuzda bizi rahat bırakmayan kabuslar, bizi bırakmayan acılarımız vardı.
“Ya aşık olursak?” Sorumla ortama sessizlik çöktü aslında sormak istediğim bu değildi. Ya sevdaya düşersek? Uraz sessiz kalırken sigarasını bitirip ikinciye geçerken ben sorumun cevabını bekliyordum ama o söylemek istediğimi anladı. “Sevdaya düştün değil mi?” Sorusu ile yutkundum sigaramdan son bir nefes çektikten sonra yere atıp ikinciye geçtim. Bu soruyu kendime hiç sormak istememiştim cevabını ise bulmak istememiştim. “Bilmiyorum.”
“Biliyorsun Umay sadece inkar etmeye çalışıyorsun ama boşuna uğraşma eninde sonunda kabul edersin. Ya uzak kalırsın ve bu kara sevda olur ikinizi yakar.” Uraz daha önce sevdaya düşmüştü ve sonu mutsuz bitmişti bu yüzden beni bu işlerden korumak için elinden geleni yapıyordu, ama yine de olmamıştı. Biliyordum cevabı evet ve inkar ediyordum doğru ama nereye kadar inkar edebilirdim emin değildim. Aklıma takılan ise ikinci seçenekti. “Ya da?”
“Ya da yanında kalırsın ama bu sevdanın sonu mutlu mu olur mutsuz mu bilemezsin.” Bilinmezlikleri sevmezdim ama kara sevda da yakardı, beni yakması dert değildi yanardım ben. Ama ikinizi de demişti derdim onu yakmamasıydı.
“Ne yapacağım Uraz?” Sessiz kaldı. Eğer uzak kal derse yanardık ama yanında kal derse bir bilinmezliğe sürüklerdi beni bu yüzden sessiz kaldı. Her soruma cevap veren, ne yapacağım dediğimde hep yol gösteren Uraz bu kez sessiz kaldı.
********
Pelin büyük salona geldiğinde babasını şöminenin yanındaki koltukta oturmuş kitap okurken buldu. Gülümseyerek babasının yanına gidip koltuğa oturduğunda babasının bakışları kitaptan ayrıldı ve kızının tatlı yüzünü görünce gülümsedi. Kitabını kenara koyduğunda kızına döndü ve Pelin konuştu. “Bölmedim değil mi?” Gülümsedi Ali kızına ve karısına olan sevgisi dillere destandı. “Bölmedin kızım.” Pelin gülümsediğinde derin bir nefes aldı anlatmak, söylemek istediği bir şey vardı ama nasıl yapacağını bilmiyordu. “Baba şu yüzbaşı göreve mi gitmiş ya? Eda söyledi bugün.” Pelin oyunculuğunun berbatlığını fark ettiğinde yüzünü buruşturdu Ali ne bunu görünce kıkırdadı.
“Görevde kızım.” Pelin onaylarcasına başını salladığında gerginlik ve stresten ne yapacağını bilemediğinde en sonunda pat diye söyledi. “Ben bu yüzbaşıya aşık oldum galiba.” Ali duyduklarıyla birkaç saniye kaldı bakışları bir noktaya daldığında aklına birçok düşünce vardı.
Kızı Ayberk’e aşıktı.
İki kızı da Ayberk’i seviyordu.
Ali Umay’ın Ayberk’i sevdiğini fark etmişti çünkü tanırdı o gir gözleri, herkese kasırga olan gri gözleri bir ona sakin kalırdı. Grilerinin arasındaki mavi çizgiler herkes hırçın bir denizken sadece ona dingin kalırdı. Yanlarında çok kalmasına gerek yoktu Ali’nin Umay’ın bakışından bile anlardı hissettiklerini, bilirdi o küçük kız çocuğunu.
Şimdi ise iki kızı da bir adama aşıktı, biri öz, diğeri üvey kızıydı. Pelin ilk defa gelip ona baba ben aşık oldum demişti, Umay ise ilk defa gelip ona aşk hakkında sorular sormuştu. Ne yapacağını ne hissedeceğini bilmiyordu Ali, çünkü bu hikayede bir üzülen olacaktı ama üzülen hangisi olursa olsun Ali’de üzülecekti. İkisinin de mutlu olmasını isterdi ama anlaşılan biri üzülecekti.
Pelin hala küçük bir kız çocuğu gibiydi neşeli, masum hala çocuktu.
Umay ise içinde yaralı bir çocuk taşıyan olgun bir kadındı. Neşesi pek olmazdı sadece huzuru olurdu arada sırada, masumdu ama kendisini bir suçlu olarak görüyordu. Savaşçıydı. Umay’ı tanımlayan kelime buydu.
Savaşçı.
Çünkü Umay hayatı boyunca hep bir şeylerle savaşmıştı ailesini kaybettiğinde başlamıştı bu savaş. Acıları ile savaşmıştı, vatanı için düşmanlarla savaşmıştı ama en önemlisi ayakta durabilmek için kendisiyle, duygularıyla, kalbiyle savaşmıştı.
Şimdi ise yeni bir savaş başlayacaktı ve bu savaşta iki kızı da savaşçıydı.
***********
Arkadaşlarrr yeni bölümle geldim evet yazarken yine eğlendiğim bir bölümdü ileride sizin de istediğiniz gibi Kartal ve Pençe timlerinin beraber sahnesini okuyacağız. Günün sorusuna gelecek olursak siz Pelin ve Umay arasında neler olacağını düşünüyorsunuz? Sizce Ali albay bu durumda ne yapacak? Ayberk'in tepkisi ne olacak? Düşüncelerinizi çok merak ediyorummm lütfen benimle paylaşın. Bir sonraki bölümlerde olaylar daha fazla kızışacak her an her şey olabilir o yüzden hazırlıklı olun jrnvkljmr. O zaman ben yorumları size bırakıyorum oy vermeyi ve beni takip etmeyi unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>>>
************
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.83k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |