16. Bölüm
Ravzanur Aygün / PENÇE / 15.BÖLÜM

15.BÖLÜM

Ravzanur Aygün
ravzanur_

Kaçacak yerin kalmadı bakma, ölüm yağarken tam buradan.

                                                                                                                         ***    

Yine uykusuz geçen bir günün sabahındaydık. Geceleri uyuyamadığım için vücudum daha fazla yorgun düşüyordu, o bombadan sonra vücudum çok fazla hasar aldığı için uykusuz geçen gecelere dayanıklılığım azalıyordu. Dinlenmem gerekiyordu ama ben bunu yapamıyordum ve yine uykusuzluktan bayılacak gibiydim. Aman ne güzel.

Zaten Eda sabahın erken saatinde okula gittiğinden benim de yataktan kalkasım yoktu. Eda olsaydı zorla beni kaldırıp kahvaltı yaptıracaktı ama onun yokluğundan faydalanan üşengeçliğim olmuştu. Gerçi zaten bir şey yiyesim de yoktu çünkü Kartal henüz evine dönmemişti.

Hiçbir şey yapasımda yoktu ama yapmam da gerekiyordu yoksa kafamın içinde dönen düşünceler cidden delirmeme sebep olabilirdi. Yani tamam çoktan delirmiştim ama bunu raporlu bir şekilde kanıtlamak istemiyorum. Derin bir nefes aldığımda vücudumun sızladığını hissettim ama bugün kontrole bile gidemeyecektim. Aldığım hasar büyük olduğundan her gün hastaneye zorla götürülüp kontrol oluyordum ama Eda okulda olduğu için bunu da yapmayacaktım. Sanırım yanımda biri olmasa yaşamak gibi bir çabam olmayacaktı. Telefonuma uzandığımda saatin on bire geldiğini gördüm bakışlarım boş boş odada dolaşırken ne yapacağımı düşünüyordum. Askeriyeye gidersem yüzden doksan dokuz ihtimalle Ali albaydan git dinlen adı altında sağlam bir fırça yiyip kovulacaktım. Ama yapacak pek bir şeyim de varmış gibi görünmüyordu hayatım o kadar sıradanlaşmıştı ki yapacak hiçbir şeyim yoktu. Genelde ya görevde olurdum, ya da askeriyede ama ikisi de olmayınca bende olmuyordum.

En sonunda yerimde rahat duramadığımda uyuşuk hareketlerle yataktan kalktım ve su içmek için mutfağa gittim. Ama gördüğüm görüntü yüzümde minik bir tebessüme sebep oldu. Masanın üstüne kurulu bir kahvaltı sofrası vardı ve sofraya konulmuş bir not, notu elime aldığımda okumaya başladım.

Yokluğumdan faydalanabileceğini sanıyorsan çok yanılıyorsun bu kahvaltıyı yapacaksın. Öptüm : )

Başımı olumsuz anlamda salladığımda sırıttım gerçekten inanılmaz bir baş belasıydı ama şikayet de etmiyordum. Bakışlarım kahvaltı masasında dolaşırken hiç iştahımın olmadığını fark ettim yemek isterdim ama gerçekten istemiyordum. Bir bardak su alıp içerken bakışlarım masada dolaştı yiyemeyeceğim için toplamam gerekiyordu.

Sofrayı toplamış sonra ise bir duş alıp hazırlanmıştım bir şeylerle gerçekten uğraşmam gerekiyordu yoksa ben kafamdaki düşüncelerle delirirdim. Ali albaydan fırça yiyecek olsam da şansımı denemek için askeriyeye gitme kararı almıştım. Anahtarlarımı aldıktan sonra evden çıkmak için kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm kişi ile kalbimin ritmi yine bozuldu.

Kartal eve dönmüştü.

O tam kapıyı tıklatmak üzereyken ben açmıştım kapıyı. İkimiz de konuşmadan sadece baştan aşağıya birbirimizi süzdük, ben yarası var mı diye o ise iyi oldum mu diye. En sonunda grilerim yeşillerine denk düştüğünde varlığını unuttuğum kalbim bir darbe yedi.

Bana bakarken göz bebekleri büyümüştü.

O yeşilleri cidden sonumu getirecekti ben kendimi toplamaya çalıştıkça bir darbe daha yiyordum ve bunları toplamak hiç de kolay olmuyordu. “Ayberk.” Sesimi sert çıkarmak istemiştim yine o soğuk tavrımı takınacaktım çünkü ama sesim bunu itiraz edercesine yumuşak çıkmıştı. Benim yumuşak sesimle anında gülümseyip o gamzesini gözler önüne sererken başını omzuna yatırdı.

“Deli yürek.” Onun sesi benimkinden daha sevecen ve daha yumuşaktı ve o gözlerle bana bakmamalıydı. Hak etmiyordum. Kollarımı boynuna dolayıp sarılmak istedim ona, yüzümü boynuna saklamak kokusunu içime çekip nefes aldığımı hissetmek istedim. Ama yapamadım. Olmadı kalkmadı kolum. Ben yine kendi hislerimi görmezden geldim ben yine ondan kaçtım çünkü benim zaafım olamazdı. “Ne işin var burada?” Bu sefer çıkan sesimin soğukluğu benim bile kanımı dondurmuştu. Ama ben aslında bunu söylemek istemiyordum iyi misin demek istiyordum.

Canımı acıtan ise onun canının acımasıydı. Ve canının acımasına sebep olan ben olduğum için daha fazla canım yandı. Yüzündeki tebessümü hafifçe silikleşti, gitmedi ama gamzeleri kayboldu. Yeşil gözlerinde gördüğüm duygunun adını tarif edemezdim ama ne kadar berbat hissettirdiğini ben bilirdim. “Seni görmeye geldim. Daha iyi olup olmadığını merak ettim.” Ses tonu hala yumuşaktı az önceki gibi neşeli değildi ama hala yumuşaktı.1

Sözleri kalbimi öyle acıtıyordu ki sanki o kadar acıya ev sahipliği yapan kalbim onun acısını kaldıramıyordu bir tek. Ama yine de indirmedim gardımı, yapamadım. Evin kapısını kapatırken aramızdaki mesafe azalmıştı sırtımı kapıya yasladığımda uzun boyu yüzünden çenemi kaldırıp ona baktım ve o soğuk tonumla konuştum.

“Beni merak etmene gerek yok bunu artık anlamalısın. Ayrıca iyi olup olmadığım seni ilgilendirmiyor.” Benim sözlerim ile ağırlaşan nefesini fark ettiğimde boğazıma bir yumru oturdu yutkunamadım. Başını eğip bana bakarken o yumuşak ama geride acı barındıran bir sesle fısıldadı. “Senin iyi olup olmadığın en çok beni ilgilendiriyor. Neden biliyor musun? Çünkü canının bendeki kıymeti tahmin edemeyeceğin kadar büyük.” Sözleri yüzünden oturup ağlayabilirdim, ağlamaktan nefret ederdim ama oturup ağlamak istiyordum.2

Onun için kıymetliydim ama bunu hak etmiyordum. O bunun farkında değildi.

“O zaman o kıymeti yok et Göktürk çünkü bu sana zarar verir.” Sert ve soğuk sesimle konuşurken daha fazla o yeşillerine bakamayacağım için yanından çekip gitmek istedim. Yanından geçip apartman koridorunda merdivenlere ilerleyecekken arkamda duran onun kalın ve tok sesiyle söyledikleriydi adımlarımı durduran.

“Söylese Umay neden bana bakarken göz bebeklerin büyüyor?” Sözleri ile şok etkisi yaşadım. Ona bakarken göz bebeklerim mi büyüyor? Ne kadar duvarlarımı örsem de ele vermiştim kendimi ama yine de gardımı indirmedim. “Yorgunluktan hayal mi görüyorsun yüzbaşı?” Soğuk bir sesle sorduğum cevabını beklemediğim bir soruydu tekrar adım attığımda yine sözleri durdurdu adımlarımı. “Korkaksın.” Tırnaklarımı avucuma geçirdiğimde bakışlarım tam karşımdaydı.

Evet ben bir korkaktım. Ben zaafım olmasın diye duygularını yok edip kalbini öldüren bir korkaktım.

Gözlerimin dolduğunu hissetmeye başladığımda anında gözlerimi kırpıştırarak bunu yok ettim ve arkamı dönerek ona baktım. Sırtını evin kapısına yaslamış kollarını göğsünde kavuşturmuştu, alnına dökülen tutamları insanda dokunma isteği uyandırırken yakışıklı yüzünde mimik oynamıyordu. “Evet ben bir korkağım. Var mı bir diyeceğin?” Soğuk ve umursamaz çıkan sesimle kaşları havalandı yeşillerine bariz bir şekilde oturan şaşkınlığın sebebini biliyordum. Korkak olduğumu kabul etmeme şaşırmış olmalıydı. Ama ben korkak olduğum daha üç yaşındayken elimdeki silahı düşmana çevirip tetiği çekmediğimde kabullenmiştim.

“Bir korkak olduğunu kabul mu ediyorsun?” Şaşkın sesine karşılık kan dondurucu bir soğuklukla hafifçe sırıttım. “Evet kabul ediyorum. Var mı korkak olmama bir diyeceğin?” Sözlerim üzerine dudakları aralandığında bir şey söyleyemedi ya söyleyecek bir şeyi yoktu ya da söylemek istemedi.

Ve bu duygusal anımızı bölen tam yanımdaki dairenin kapısının açılması ve komşum olan yaşlı teyzenin kapıya çıkıp boş gözlerle ikimize bakmasıydı. Üçümüz birbirimize anlamsız bakışlar atarken en sonunda sıkılan ben oldum. Şu ana gerçekten havamda değildim hızlıca merdivenlerden inip kendimi arabama attım. Derin nefesler alıp verirken yanağımda ıslaklık hissettiğimde dikiz aynasından gözlerimden akan yaşları gördüm.

Aman ne güzel askeriyeye de gidemeyecektim artık.

Ben ağladığımda bu çok belli olurdu tek bir gözyaşı bile akıtsam gözlerim ve burnum saatlerce ağlamışım gibi kızarırdı. Bu tiple askeriyeye gidemezdim ama önce bu ağlama işine son vermeliydim.

Ama olmuyordu.

Gidip ona sarılmak içimde ne varsa hepsini anlatmak istiyordum ama yapamıyordum, yapamazdım. Uraz'ın bana sessiz kaldığı o andaydım sanki. Kaybolmuştum. Ne yapacağımı bilmiyordum, bir çıkmazdaydım.

                                  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Metehan kendinden emin adımlarıyla askeriye içerisinde ilerliyordu yeni görevden gelmişti, yorgundu ama görmek istediği birisi vardı. Eğitim sahasında olduğunu biliyordu, adımları sahaya ulaştığında eğitimini bitiren Pençe timini gördü. Hepsi bir tarafa dağılırken o bu tarafa doğru geliyordu. Gözlerinde dikkatlice tüm vücudunu taradı iyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu, bir sorun olmadığını anladığında gözlerinde görülen rahatlamış bakış Metehan’ın dudaklarının usulca yukarıya kıvrılmasına sebep oldu.

Sare gelip tam karşısında dikildiğinde uzun boyu yüzünden çenesini havaya kaldırarak bakıyordu Metehan’a. Asker selamı verirken Metehan başıyla selamını aldığında sırıtarak konuştu. “Nasılsın teğmenim?” Sare’nin sesinde memnuniyetsiz bir ton vardı ama gözlerindeki bakış ve dudaklarındaki silik gülümseme bunun tam aksini söylüyordu.

“Sağ olun komutanım.” Sare’nin resmi tavrı sanki onu sadece bir komutan olarak görüyormuş gibi görmesine kıkırdadı Metehan. “Rütbede değiliz. Umay nasıl?” Metehan’ın sesi bu sözleri söylerken ciddi çıkmıştı aslında bu Sare ile konuşmak için bahanesiydi, yoksa o delilin gayet iyi olacağını tahmin edebiliyordu.

“Gayet iyi komutanım.” Metehan yanılmamıştı anlaşılan Sare’nin sözlerini başını sallayarak onayladı. Konuşacak başka bir şeyi yoktu ki zaten derdi uzun uzun konuşmak değildi sadece geri döndüğünü ve iyi olduğunu göstermek istemişti. Neden bilmiyordu ama Sare’nin onu merak ettiğini düşünmüştü ve bu yüzden kendini göstermişti. Ve aslında haklıydı çünkü Sare olmaması gereken bir şekilde o görevdeyken günlerini onu merak ederek geçirmişti. “Hiç şaşırmadım o deli her türlü ayakta durur. O zaman sonra görüşürüz teğmenim.” Metehan sırıtarak Sare’ye bakıyordu Sare’de yakışıklı yüzüne mükemmel oturan gülümsemesine bakarak sırıttı.

“Görüşeceğiz komutanım.” Metehan’ın kaşları havalandığına öyle olsun dercesine bir baş hareketi yaptığında Sare’ye göz kırpıp arkasını dönerek ilerlemeye başladı. Sare bu küçük jestle şaşırırken şaşırdığı bir diğer nokta bu kadar küçük ve sıradan bir hareketin kalbini hızlandırmasıydı.

                                           

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

**********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eda okulun geniş bahçesinde çıkış kapısına doğru hızlı adımlarla yürüyordu çünkü kapının dışında onu bekleyen biri vardı. Akınalp. Önce abisi okula gelmişti onun iyi olduğunu görünce içi rahatlamıştı şimdi ise sıra sevdiği adamdaydı. Özlemişti onu ve iyi olduğunu bilmeye ihtiyacı vardı. Eda içindeki özlem ve heyecanla hızlı bir şekilde yürüyüp bahçe kapısından çıktığı anda karşısında gördüğü heybetli beden ile gülümsedi.

Koşarak sarılmak istedi, kollarına atlamak istedi ama bundan önce baştan aşağıya onu süzdü. Bir yarası olup olmadığını anlamaya çalışıyordu bunu asker yakını olan herkes bilirdi; siz özlemle koşarak kollarına atladığınızda aslında görünmeyen bir yerindeki yaranın acımasına sebep olabilirdiniz. Eda’nın bakışlarını gören Akınalp sıcak bir şekilde gülümsedi ve kollarını iki yana açtı.

“Merak etme öğretmen hanım yaram yok.” Eda bu sözleri duyuca anında kocaman sırıttı ve koşarak sevdiği adamın kollarına atladı. Kollarını Akınalp2in boynuna doladığında Akınalp’in kolları da onun beline dolandı ve onu havaya kaldırarak kendi etrafında döndürdü. Eda bu ani havalanma ile küçük bir çığlık attığında Akınalp’e daha sıkı tutundu.

“Akınalp!” Eda uyaran ses tonuna rağmen kahkaha atıyordu ve bunu seviyordu Akınalp. Eda’nın neşesini seviyordu ve bunun sönmesine asla izin vermeyecekti. En sonunda Akınalp durduğunda Eda’yı yere indirirken sıkıca ona sarıldı ve saçlarına öpücükler kondurdu. “Ne Akınalp? Ne kadar özledim kızım haberin var mı senin?” Akınalp’in sitemkar sesi ile kıkırdadı Eda o da özlemişti.

“Bende özledim. Çok.” “Akınalp uzun boyu yüzünden eğilerek ona bakarken yüzünü yüzüne yaklaştırırken mırıldandı. “Çok mu?” Eda onun ne istediğini fark edince sırıttı ve aynı ses tonuyla o da fısıldadı.

“Tahmin edemeyeceğin kadar.” Akınalp gülümsediğinde gözleri Eda’nın sırıtışındaydı uzanıp alnına bir öpücük kondurup geri çekildi. Seviyordu ve son nefesine kadar sevecekti.

                                             

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

       

 

 

**********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Oğuz askeriyenin çıkışında beklerken pusu kurup beklediği biri vardı. Bunu söylemek hiç hoşuna gitmiyordu ama özlemişti ve görmesi lazımdı, yoksa tüm neşesi kaçmış gibi bir haftadır gergin bir şekilde etrafta dolaşıyordu.

Beren görevden geldiği için yorgundu niyeti eve gitmek ve uyumaktı, ama bunu engelleyen askeriye kapısından çıkarken karşısına çıkıp ona çarpmasına sebep olan Oğuz’du. Oğuz sırıtarak ona bakarken Beren’in kaşları çatıldı ellerini Oğuz’un kaslı göğsüne koyup onu ittiğinde Oğuz bir adım geri sendeledi. Aslında sendelemedi sadece Beren’in istediğini yapmasına izin verdi. “Ne yapıyorsun be manyak?” Oğuz Beren’in bu sözlerinin üzerine daha geniş sırıttı, zaten az önce kendisi itmesinden bir yarasının olmadığını anlamıştı. Yarası nerede olursa olsun böyle hareketler canını yakardı ve gözlemlediği kadarıyla yarası yoktu. Bu Oğuz’u rahatlatmıştı.

“İyiyim sen?” Oğuz’un pişkin cevabına göz devirdi Beren ve memnuniyetsiz bir sesle konuştu. “Burada pusu atmandan bahsediyorum. Ne oldu yollarımı mı gözlüyordun?” Aslında tam olarak bunu yapıyordu yollarını gözlemekle kalmamış pusu atma girişiminde bile bulunmuştu, ama tabi ki bunu söylemedi. “Sorma öldüm hasretinden.” Oğuz’un dalga geçer esiyle başını olumlu anlamda salladı Beren ve o da aynı ses tonuyla karşılık verdi.

“Bu kadar belli etme lütfen egomu okşuyorsun.” Başını olumsuz anlamda sallarken kıkırdadı Oğuz açıkçası hoşuna gidiyordu onunla uğraşmak. “Egolarının okşanacak yeri mi var? Arşa çıkmışlar resmen.” Oğuz hem alaycı hem eleştirel bir sesle konuşurken göz devirdi Beren aslında öyle birisi değildi ve bunu ikisi de biliyordu.

“Aynen öyle yetersiz kalıyorsun o yüzden. Ayrıca çekil yolumdan yorgunum eve gideceğim.” Oğuz sırıtırken Beren’in hemen çaprazına geçerek ona yol açtı ve başını hafifçe öne eğdi. “Emret.” Oğuz’un bu hareketiyle Beren’in kaşları havalandı ama bilmiyordu ki Oğuz bir tek ona tüm yolları açıyordu.

                                          

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

**********

 

 

 

 

 

 

 

 

Askeriyeye girdiğimde kendimden emin adımlarla bahçede masada oturan bizimkilerin yanına ilerliyordum. Bizimkilerin yanına ulaştığımda onlar ayağa kalkarken ben oturamadım çünkü bizim yanımıza gelen bir Ali albay vardı. Sorgular bakışları benim üzerimdeyken yutkundum. Gazamız mübarek olsun. “Ne işin var burada evlat?” Sert sesi selamı okuyacağını söylüyordu ama yapacak bir şey yoktu. Bu askeriye, bu adamlar, bu meslek benim hayatımdı gidecek başka yerim yoktu. Dönüp dolaşıp geleceğim yer yine al şanlı bayrağın altı olacaktı. “Mesleğimi icra etmeye geldim.” Benim kendimden emin sesimle kaşları çatıldı ellerini arkasında birleştirirken tek kaşı havalandı.

“Sen raporlu değil misin yüzbaşı?” Rapor kimin umrundaydı? Zaten kokusu olmadan uyuyamadığım bir bey vardı derdim başımdan aşkındı, rapor umrumda bile değildi. Ben tam cevap vermek için ağzımı açmıştım ki konuşarak bana engel oldu. “Evine git ve dinlen yüzbaşı, yaralı bir adama ihtiyacı yok bu vatanın.”

“Bana iyi gelen tek şey mesleğim komutanım.” Sözlerimle aslında pekala demesini bekledim ama elbette demedi, herkes aslında Albay Bozkurt’un deli yüreğe tolerans geçtiğini sanıyordu. Ama hayır, Bozkurt bana da dünyanın en sert komutanıydı.

“Önemli olan sana iyi gelen değil, önemli olan senin bu mesleğe iyi gelmen. Yaralı bir adam bu mesleğe fayda sağlayamaz. Evine git ve dinlen yüzbaşı.” Benim bir şey dememi beklemeden arkasını dönüp gitti.

Ama ben aslında çok yaralıydım.

Bakışlarım bizimkilere döndüğünde onlar gülümserken benim keyfim kaçtığından yanlarına oturmadan dönüp askeriyeden çıktım.

İşte bu yüzden yok ediyordum duygularımı. Çünkü eğer benim duygularım gün yüzüne çıkarsa yaralarım da ortaya çıkardı ve ben kan kaybında ölecek kadar kanıyordum. Benim yaralarım hiç iyileşmemişti hala kanıyordu. Ben onları iyileştirmeye çalışmamıştım çünkü ben kendi yaralarımı sarmayı bilmiyordum, ben yaralarımı yok etmeyi öğrenmiştim. Ve bunu yapmaya devam etmeliydim duygularımı öldürmeye devam etmeliydim. Çünkü benim duygularım herkese zarardı bu yüzden asla gün yüzüne çıkmamalılardı.

Eve girdiğimde direkt odama yönelip yatağıma yattım vücudumun dinlenmeye ihtiyacı olduğundan uyumam gerekiyordu. Ve bayılmaya yakın olduğumu bildiğimden yatağıma uzanım gözlerimi kapattım, kabusla uyanacağımı bilerek.

                                        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gece sobanın başında babamın kucağında oturmuş anlattığı masalı dinliyordum. Sırtımı onun göğsüne yaslamıştım o ise saçlarımla oynuyordu, annem babamın yanında oturmuş meyve soyuyordu bize. Bizim karşımızdaki eski ahşap küçük beşikte üstü örtülmüş uyuyan minik bir bebek vardı. O bebek benim kardeşimdi.

Babam masalını anlatmaya devam ederken beşikte hareketlenme olup da tiz bir ağlama sesi duyulduğunda kardeşimin ağladığını anladım. Heyecanla babamın kucağından kalkıp beşiğin yanına gittim, beşiği sallayıp kardeşimi uyutacaktım ama ben beşiğin başına gidince beşik kana bulandı.

Kardeşim beşikten bir anda kaybolurken geride sadece bit kan gölü kaldı.

Korkarak çığlık attığımda arkama döndüğümde anne ve babamın da vücudunun tamamen kan gölü olduğunu gördüm. İkisinin yüzünde de gülümseme vardı ve gözleri açıktı. Bu beni daha çok korkuttuğunda avazım çıktığı kadar büyük bir çığlık atıp eski olan evimizin ahşap kapısını hızla açıp kendimi dışarı attım.

Dışarı çıktığımda karşımda gördüğüm heybetli bir beden vardı.

O yeşilleri nerede görsem tanırdım.

Minik bir çocuktum ama onu tanıyordum. O bana o güzel gülümsemesi ile bakarken ben konuştum yardım istedim olanları anlattım ama ben bile duyamadım kendi sesimi. “Sen bir katilsin.” Onun sesinden duyduğum sözlerle donup kaldığımda ağlayarak başımı olumsuz anlamda salladım. İnkar etmek istedim ama sesim bile beni terk etmişti sanki katil olduğumu bilir gibi.

“Elindeki silaha bak, onları sen öldürdün.” Gülümseyerek yumuşak bir sesle söylüyordu bunları ama ben hıçkırarak ağlıyordum ve hiçbir şey yapamıyordum. Bakışlarım elime döndüğünde minik elimde çok büyük duran silaha baktım. Ama az önce yoktu.

Kardeşimi de ben mi öldürdüm?

Onları ben mi öldürdüm?

Ben bir katildim.

Bakışlarım tekrar ona çevrildiğinde ağlayışım şiddetleniyordu her geçen saniye. “Kendi ailenin katilisin sen.” Ağlayarak başımı olumsuz anlamda salladım sesim çıkmıyordu sadece böyle inkar edebiliyordum. Bakışlarımdan anlasın istedim, hareketlerimden anlasın istedim.

Ama o bu sefer beni anlamadı.

Yeşilin en güzel tonu o gözler bu sefer bana kördü.

Yeşil gözlerinde duygu yoktu o müptelası olduğum gözlerinde bir duygu kırıntısı ararken kalbimi durduracak bir şey oldu. Onun şakağından giren kurşun, fışkıran kan ve o heybetli bedenin gözlerimin önünde yere yığılışı. Sanki vücudumdan tüm güç çekilmiş gibi bende dizlerimin üzerine sertçe düştüm.

O yığıldı ve bende onunla beraber yığıldım.

O öldü ve bende onunla beraber ruhuma veda ettim.

İçim çıkar gibi ağlarken birkaç adım ileride ki yere yığılmış bedenine bana bakan yüzüne baktım. Yüzündeki tebessüm hiç eksilmemişti gözleri ise açık kalmış ve ruhsuzca bana bakıyordu. Sözleri kulaklarımda yankılanmaya devam ederken başımı yıldızsız, bulutlu gökyüzüne kaldırdım ve avazım çıktığı kadar haykırdım. Ama kendi sesimi yine duyamadım.

Ağlayışım iyice şiddetlenince nefessiz kaldım.

Yattığım yerden hışımla doğrulduğumda göğsüm hızla inip kalkarken aniden odamın kapısı açılırken ne olduğunu anlayamadığımda yatakta geri çekildim. Gelen kişinin o yeşil gözlerin sahibi olduğunu fark edince yine bir kabus gördüğümü anladım.

Ama sözleri hala kafamın içinde yankılanmaya devam ediyordu.

“Deli yürek?” Ayberk telaşlı sesi ile konuşurken hızla gelip yatağın kenarına oturduğunda ben hala kabusun etkisindeydim. Hızlı nefesler alıyordum kafamın içinde sözleri yankılanmaya devam ederken dizlerimin üzerine oturup kollarımı bir anda boynuna doladım. Gitmesine izin vermek istemiyordum.

Ben ailemin katiliydim.

Onun katili olmayı da kaldıramazdım.

Tüm gücümle, sıkıca sarıldım ona. Ayberk anlık hiçbir şey yapmadığında sonrada kolları yatıştırıcı bir şekilde belime dolandı, tutuşu sıkı ama yatıştırıcıydı. Ve o da bana sarıldı.

Biz birbirimize ilk kez o an sarıldık.

Yüzümü boynuna saklayıp kokusunu içime çektiğimde o kalın, tok ama yatıştırıcı sesini duydum. “Buradayım güzelim. Sadece bir kabustu.” Elleriyle sırtımı sıvazlarken yanaklarımdaki ıslaklıktan anladım ağladığımı. Ona sanki mümkünmüş gibi daha sıkı sarılırken kokusunu içime çekmeye devam ettim. Kokusu burnuma dolarken kafamın içinde yankılanan o sesi sustu. Nefes alışverişlerim düzene girerken sarılışım gevşedi.

Kabusun etkisinden çıkınca ne yaptığımı fark edip anında sarılmayı bıraktım ve geri çekildim. Ani sarılışım ve ani geri çekilmemle şaşırarak bana baktı. Sabah ona tüm soğukluğumla davranıp şimdi sarılmıştım. Cidden dengesizdim ve onun da dengelerini bozuyordum. O an durumu açıklamaya çalışıyordum ama hem vücudum hem de sesim titriyordu.

“Özür dilerim ben anlık kabusun etkisiyle elimde olmadan sarıldım.” Sözlerimi duyunca yeşilin tonu koyulaştı sanki o yeşil gözlerine derin bir öfke oturdu. Çenemi tuttuğunda çenemi hafifçe havaya kaldırıp ona bakmama sebep oldu ve o sert ses tonuyla konuştu. “Ben tek bir temasın için yanıp tutuşurken sen sarıldığın için özür mü diliyorsun?” Sözleri kalbimi hızlandırıyordu ama ben hala ağlıyordum.

Çünkü korkuyordum.

Ben onu kaybetme korkusu ile yüzleşmiştim kabusumda ve sadece kabus olmasına rağmen bende onunla beraber öldüm.

Ben onu kaybetmekten deli gibi korkuyordum.

Yeşil gözlerine bakarken konuşamıyordum kabusun bende bıraktığı hasar devam ediyordu hala etkisini sürdürüyordu. “Ben senin dengelerini bozdum, sarılmamalıydım ama bilerek olmadı-” Ben hala kendimi açıklama derdindeyken beni susturan yüzünü yüzüme yaklaştırmasıydı. Yüzlerimiz arasında santimler varken sıcak nefesini tenimde hissedebiliyordum ve bu zaten hızla atan kalbime hiç yardımcı olmuyordu. Hala ağlamam ise yarı bir konuydu! Gözyaşlarım akmaya devam ediyordu benden izinsizce.

“Başlatma dengesine, umurumda mı kızım? Umurumda mı sanıyorsun dengelerimi bozman? İstediğini yap zerre umurumda değil.” Sert sesi şüpheye yer bırakmıyordu yeşil gözlerine bakarken gözyaşlarım daha fazla akıyordu.

Akan gözyaşlarımı görünce gözlerindeki yakıcı öfke alevlendi ama o öfkenin yanına gelip çaresizlik oturdu. Sanki ağlamamdan nefret ediyor ama elinden bir şey gelmiyor gibiydi. “Ağlama. Ağlama gerçekten deliriyorum. Sen ağlayınca elimden bir şey gelmiyor, hiçbir şey yapamıyorum lütfen ağlama. O güzel gözlerine bir tek hüzün yakışmıyor be kadın.” Kalbim ritmini şaşırmıştı uzanıp ona sarılmak istiyordum ama bu duygusal halime hakim oldum.

Yapamazdım.

Ben kabusumda bile onun katili olmuşken gerçekte bu ihtimal beni öldürürdü.

“Ağlamıyorum.” Dedim gözyaşlarımı silerek ama inat eder gibi yerine yenileri aktı. Tekrar silmek için uzanacakken beni şaşırtan baş parmağıyla sanki kırılacak bir şeye dokunurmuş gibi nazik bir dokunuşla gözyaşlarımı silmesiydi. Hala bu kadar yakınımda olması da cabasıydı.

“Sarılayım mı? Sakinleşmen için.” Yüzü bu kadar yakınımdayken ve bu masum ses tonuyla sorduğunda kalbim acıdı. Çünkü kabul etmeyecektim. Başımı olumsuz anlamda salladığımda hala çenemi tutan elinden yatakta geriye doğru kayarak kurtuldum. Aramızda oluşan o boşluk içimi üşüttü. Yeşillerinde gördüğüm o bakış ise kalbimin bin parçaya bölünme sebebiydi.

“Ne işin var burada?” Ben soru sorarken bakışlarımı ondan çekmiştim çünkü o bakışını görmeye dayanamıyordum. “Eda eşyalarını almaya geldi. Yanında artık Sare kalacakmış.” Eda’ya evin anahtarını vermiştim sıkıntı çekmesin diye ondan girebilmeleri normaldi. Başımı anladım dercesine salladığımda kalbimin ritmini şaşırtan uzanıp elimi nazikçe tutan büyük damarlı eliydi. Şu an o damarlarına odaklanamayacak kadar beter durumdaydım. Bu hareketi ile bakışlarım ona döndüğünde gülümsedi.

“Yanında kalayım mı deli yürek? Hala yaralısın en azından daha hızlı iyileşmen için.” Başımı olumsuz anlamda salladığımda elimi elinden çektim. “Ömrümün sonuna kadar senin kokunla uyuyacak değilim. Ayrıca bunca yıllık hayatımda gördüğüm ilk kabus değil.” Sözlerim sertti ama sesim titriyordu.

Ama bunca yıllık hayatımda gördüğüm en kötü kabustu.

Çünkü ben bu kabusumda onu da kaybetmiştim.

Ama bunu bilmeyecekti. Onun kabusumda bana katilsin dediğini hiçbir zaman bilmeyecekti.

Yeşillerine bakamıyordum ama onun bakışları üzerimdeydi. Ben ona bakmayıp üstüne hiçbir şey söylemediğimde ayağa kalktı, heybetli bedeni önümde dikilirken o kalın ve tok sesinin kırılgan bir şekilde duymak en büyük yüktü bana. “Yine bir şey olursa yanındayım. Her zaman.” Bu sözleri söyledikten sonra odadan çıktı heybetli bedeni ve sonrasında ise dış kapının açılıp kapanma sesini duydum. Ve ardından onu sildiği gözyaşlarım tekrar yüzüme hücum etti.2

                                       

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

                                                                                                                                               A.G.  

Nefret ediyorum. Deli yüreği o şekilde görmekten nefret ediyorum. O güzel gözlerinde görmeyi sevmediğim tek şeydi gözyaşları. Tek damla gözyaşına savaş başlatıp savaş bitirebilirdim ama buna elbette izin vermezdi. Hiçbir şeye izin vermiyordu. Ne yanında olmama ne ona iyi gelmeme ne de yaralarını sarmama izin vermiyordu. Sert duvarlarını, katı kurallarını yıkmaya çalışıyorum ama nafile olmuyor.

Ben ona yaklaştıkça o kendini geri çekiyor ve ben sadece gözümün önünde acı çekmesini izleyebiliyorum. Ve bu beni daha fazla delirtiyor.

Biliyorum zaafı olsun istemiyor hatta bu yüzden yok sayıyor kalbini, bu yüzden öldürmeye çalışıyor duygularını ama bu hiçbir fayda sağlamıyordu.

Deli yüreğin bilmediği bir şey vardı, bazı zaaflar iyileştirirdi.

“Abi Umay...” Yan tarafımda yolcu koltuğunda oturan kardeşimin sesini duyduğumda düşüncelerimi askıya aldım. Diyecek bir şey bulamıyor olmalıydı ki cümlesi yarım kalmıştı. Eda Umay’ın çığlığını duymuş ve bana sarıldığı anı görmüştü Umay’ın hikayesini bilmediğinden şaşırmıştı. Ben anlatmamıştım ama belli ki Umay’da anlatmamıştı çünkü eğer Eda sorsaydı Umay anlatırdı biliyordum. Eda’da sormamış olmalıydı.

Eda'ya bir şey yok o iyi demek istiyordum ama diyemiyordum çünkü biliyordum kötüydü. Dışarıya bunu asla yansıtmıyordu ama ben onun bir bakışından anlardım ve bu yüzden artık bakışlarını da benden saklıyordu. Ama yine de nafileydi çünkü ben acısını kalbimde hissediyordum, Umay bilmezdi ama onun canı acıdığında benim kalbim acırdı. Ve son zamanlarda kalbimdeki ağrı bir türlü geçmiyordu.

“Umay iyi mi?” Eda’nın sorusu ile boğazıma bir yumru oturduğunda yutkundum, değildi. Bakışlarım yoldan ayrılmazken ne diyeceğimi bilmediğim için maalesef yalan söyledim. “Bilmiyorum abim.” Gerçekleri bilmek yakıyordu canımı. Özellikle söylediği sözler delirtiyordu beni.

Senin dengelerini bozuyorum.

Siktiğimin dengesi umrumda bile değildi ona feda edebilirdim her şeyi isterse kırsın, parçalasın, bozsun. Zerre umrumda değildi çünkü biliyordum isteyerek yapmıyordu, çünkü biliyordum en çok kırılan oydu. Ve ben yaralarını saramıyordum.

Özür dilerim.

Bana sarıldığı için özür dilemesi ayrı bir delirme sebebimdi ben onun yakınlığı için yanıp tutuşuyordum ve o özür diliyordu. Gerçekten saçmalıktı. Ama o an bir şeyi fark ettim.

Ben bu kadına nasıl bu kadar bağlanmıştım?

Ben her şeyi uğruna feda edebilecek kadar ne zaman sevmiştim bu kadını?

Sorularımın cevabı yoktu ki cevapların da önemi yoktu artık bazı şeyler bariz belliydi.

Ama şimdi daha mühim sorunlarım vardı, onun duvarlarını yıkmam gerekiyordu. Ona zaafların zayıflık değil de güçte olabileceğini göstermem gerekiyordu ama nasıl yapacağımı bilmiyorum. Çünkü ben ona bir adım attıkça o iki adım geri atıyordu.

Mesela şu an ne yapıyordu?

Uyumadığını biliyorum, yemek yemediğine de eminim. Ne yapıyordu şu an?

Aklıma gelen ihtimaller beni iyice delirtirken, ondan uzak kalmak beni mahvederken parmaklarım direksiyonu daha sıkı kavradı. Parmak uçlarım beyazlaşıncaya kadar direksiyonu sıkarken tutuşumu gevşetmeme sebep olan benim büyük elimin üzerinde duran canım kardeşimin minik destek verici eliydi.

“Seni delirten her neyse sakin ol abi. Çünkü sen her seferinde bir yolunu bulursun, bulamazsan senin için ben bulurum.” Bakışlarım ellerimizden kardeşime çevrildiğinde minik bir tebessüm gönderdim ona. Abisini gülü. Kardeşliğimiz kelimelerle tarif edilemezdi ama birimizin tıkandığı yerde diğerimiz girerdi devreye. Ve her ne kadar kabul etmek istemesem de bu küçük hanım da abisine benzemiş en az benim kadar deli olmuştu. Ve her zaman bir yol bulurdu.

“Biliyorum abim.” Yumuşak sesimle gülümsediğinde ben daha çok gülümsedim kardeşimin güzelliğini görünce aklıma o lavuk geldiği için ayrı deliriyordum. Akınalp ve Eda’nın bir ilişkisi olduğunu elbette biliyordum benden gizleyebileceklerini düşünmeleri komikti. Bu konuyu askıya almıştım sonra halledecektim, halletmem gereken mevzu öncelikle deli yürekti. Bu iki kaçak biraz bekleyebilirdi.

Arabaya tekrar sessizlik çökerken benim düşüncelere dalmamı engelleyen evin önüne gelmiş olmamızdı. Eda arabadan inerken ben inmedim yolcu kapısının başında dikilirken doğal olarak sorguladı. “Sen gelmiyor musun?”

“Metehan’ın yanına gideceğim abim bekleme beni.” Umay’ın evinden çıkar çıkmaz mesaj atmıştım Metehan’a çünkü içimi dökmem gerekiyordu ve dökebileceğim tek dostum ise oydu. Eda başını sallayıp arka koltuktan eşyalarını alıp kapıyı kapattığında onu eve girmesini bekledim. En o kaçırıldığından beri gözüm sürekli üstündeydi, güvende olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. Eda eve girip kapıyı kapattığında bende arabayı sürdüm.

Bankta oturan Metehan’ı gördüğümde bende gidip bir hışımla yanına oturdum cebimden sigaramı ve çakmağımı çıkarıp bir sigara yaktım. “Hayırdır lan niye delirdin yine?” Metehan çoktan sigarasını yakmış bana dönmüş bakıyordu bende sigaramı yaktığımda bakışlarım etrafta gezindi. “Deli yürek.” Nereden başlayacağımı, nasıl anlatacağımı bilmiyordum çünkü ilk defa yaşadığım duygulardı. Daha önceden aşık olmuştum ama bu hissettiğim aşktan daha başka bir şeydi.

“Ne olmuş deli yüreğe?” Metehan’ın sesi endişeli çıkmıştı yarası yüzünden bir şey olduğunu düşünmüş olmalıydı. Ama mevzu daha derin, daha başkaydı. “Sadece deli yüreğe değil bana da oldu.” Sigaramdan bir nefes çekerken Metehan’ın sırıttığını sesinden anlayabiliyordum.

“Allah Allah, ne olmuş size?” Ters bakışlarımı ona çevirdiğimde yanılmadığımı anladım gülüyordu it.

“Ne bileyim lan? Bilmediğim için gelip sana söylüyorum.” Yükselen sesimle kaşları havalanırken sırıtışı daha da genişledi. “Sakin ol Göktürk demedim bir şey. Anlat bakalım ne oldu?” Hala sırıtıyor olması sinirlerimi bozsa da sigaramdan bir nefes çekerken nasıl anlatacağımı düşünüyordum. Hayır anlatamıyordum da ne boktan bir şeydi bu böyle? Anlatamayacağımı fark ettiğimde her zamanki gibi bodoslama dalmayı tercih ettim.

“Benim deli yüreğe karşı hislerim var.” Sözlerimin üzerine sakin geceyi bölen Metehan’ın kahkahasıydı. Ne halta gülüyordu bu it? Komik miydi? Ölümcül bakışlarımı ona gönderirken o gözlerimin içine baka baka sırıttı. “Aklı başında kadınlardan hoşlandığını sanıyordum.” Metehan gülmeye devam ederken benim yüzümde mimik oynamıyordu.3

Öyle değilmiş bunu fark etmiş olmuştuk. Ayrıca bana benim gibi bir deli lazımdı. Hatta benden daha delisi lazımdı. Kısacası bana o lazımdı diğer kişilerle ilgilenmiyordum.

“Hoşlantı değil.” Benim sözlerimle gülmeyi kesti ama yüzünde hala bir sırıtış vardı, dağıtacaktım şimdi o suratını. Sigaramdan bir nefes çekerken o da havamda olmadığımı fark ettiğinde sırıtışı soldu. “Aşk o zaman.” Metehan’ın sözlerine başımı olumsuz anlamda salladım, daha önceden aşık olmuştum aşk olsaydı bilirdim. Değildi.

“Değil, aşk olsaydı anlardım.” Benim sözlerimin üstüne derin bir sessizlik oldu ama bu sessizlik bana hiç iyi gelmiyordu. Çünkü kalbimin hala ağrıdığını fark ediyordum ve bu da onun canının acıdığını anlamama sebep oluyordu. Ve canının yanması da delirmeme sebepti. “Nasıl bir şey?” Metehan2ın sorusu ile derin bir nefes aldım, anlatamayacağım kadar farklı bir şeydi.

“Çok farklı bir şey anlatamayacağım kadar yoğun hislerim var. O yanımda olunca kalbim ritmini şaşırıyor, bana tek bir teması ile ateşe verilmiş barut gibi yanıyordum. Sadece yakınlığı da değil, uzaktan attığı tek bir bakış bile kalbimin ritmini bozuyor. Onun canı yandığında benim de yanıyor, onun canı yandığında kalbim ağrıyor Metehan. Yüzüne maskesini takıp her şeyi benden gizlese bile anlayabiliyorum onu. Sanki ruhum ruhuna aitmiş gibi hissediyorum. Seviyorum Metehan, uğruna gözümü kırpmadan canımı feda edebilecek kadar çok seviyorum onu.” Ben sustuğumda aramıza gelip sessizlik oturdu. Metehan’ın bakışları yüzümdeyken bende bakışlarımı onun yüzüne çevirdim, ikimiz de sigaramızdan bir nefes çekerken Metehan usulca sırıttı. Kim bilir yine neye sırıtıyordu?

“Geçmiş olsun kardeşim. Sevdaya düşmüşsün.” Metehan’ın sözleri ile kalbim heyecandan ritmini şaşırdı. Ona sevdalı olma düşüncesi bile kalbimi böyle hızlandırmamalıydı.

Ona olan hislerimin ne olduğunu anlayamamamın sebebi de buydu, duygularım aşk değildi. Aşk bir hevesti ve geçmişti, ama ona olan hislerim hiç de geçecek gibi durmuyordu. Geçmesini isteyen de yoktu zaten, ben son nefesime kadar severdim onu. Gıkım çıkarsa namerttim.

“Kara sevda.” Dedim sigaramdan son nefesi çekip yere atarken Metehan’ın kaşları çatılırken benim bakışlarım etrafta dolaştı yine. Kara sevdaydı benimki çünkü o beni sevmeyecek, sevse bile bana gelmeyecekti ben ona gittiğimde ise kalbinin de ruhunun da kapılarını bana asla açmayacaktı.

“Ne?” Metehan’ın anlamaz sesi ile buruk bir tebessüm oturdu dudaklarım ve yine istemsizce buruk bir sesle konuştum. “Benimki kara sevda Metehan, çünkü biliyorum kalbinin kapılarını asla açmayacak.” Beni şaşırtan Metehan’ın kendinden emin sesi ile söyledikleriydi.

“Kır o zaman. Sen zaten açamadığım her kapıyı kırmıyor musun?” Sözlerine anında kaşlarım çatılırken içimden bir öfke yükseldiğini ve damarlarımda akan kanın ısındığını hissettim. Kalbinin kapısını kırarak ona zarar verecek değildim, o kapıyı bana açarsa girerdim açmazsa kırmak haddim değildi.

Ölürdüm de ona zarar vermezdim.

Ölümcül bakışlarımı Metehan’a gönderirken sesimden akan duygular hayra alamet değildi. “Saçmalama Metehan, ona zarar verecek bir şeyi ölürüm de yapmam. Saçma salak fikirlerini kendine sakla.” Yükselen sesimle kaşları havalanırken ben önüme döndüm ona zarar gelme ihtimali bile beni delirtirken buna sebep olanın ben olmam mümkün değildi.

“Doğru söylüyorsun da ne yapacaksın o zaman? Oturup burada kara sevda diye Müslüm açıp rakı sofrası mı kuracaksın.” Ben sessiz kalıp ne yapacağımı düşünürken bu sefer Metehan’ın öfkeli sesini duydum. “Kendine gel Göktürk bunları yapacak değilsin herhalde. Sana gelmiyorsa sen ona gideceksin ama oturup burada bir korkak gibi yenilgiyi kabullenemezsin. Kim olduğunu hatırlatayım mı sana?” Metehan’ın korkak demesiyle aklıma sabah olan anımız düştü.

Onu öfkelendirmek için ona korkak demiştim ama beklemediğim bir şey yaparak korkak olduğunu söylemişti.

Korkak değildi, hiç de olmamıştı.

Duygularını yok etmeye çalışacak kadar cesurdu ki bu her yiğidin harcı değildi. Bir katil olduğunu düşünüyordu, benim dengelerimi bozduğunu da söylemişti. Aslında bunlar etrafa zarar verdiğini sandığı için duygularını yok ettiğinin bir göstergesiydi. Bu korkaklık değildi, kimseye zarar vermemek için kendi duygularını öldürmek korkaklık olamazdı.

Daldığım düşüncelerden beni uzaklaştıran Metehan’ın sesiydi. “Efendim?” Ne söylediğini dinlemediğim için alık alık ona bakarken o hem şaşkınca hem de öfkeyle bana bakıyordu. “Sevdaya düştüğün belli mal olmuşsun diyorum.” Gözlerimi devirdiğimde o tekrar konuştu. “Kendine gel diyorum oğlum sana gelmiyorsa sen ona git diyorum, duvarlarını yık, kurallarını yok et diyorum.” Denemediğimi mi sanıyordu?

“Denemedim mi sanıyorsun? Ben ona bir adım gitsem o iki adım geri gidiyor, ben ne zaman duvarlarına hasar verip yıkmaya çalışsam daha sert, daha büyük duvarlar örüyor. Kurallarını ne zaman yok saysam bana hatırlatıp kendini geri çekiyor.” Ben hızlı hızlı konuşup sustuktan sonra hızlı nefesler aldığımı fark ettiğimde sakinleşmeye çalıştım.

“Ne yani birkaç kere denedin ve olmadı diye pes mi edeceksin?” Metehan’ın sorusuyla sustum vazgeçmek gibi bir niyetim yoktu, sadece ne yapacağımı bilmiyordum.

“Hayır.” Dedim kararlı bir sesle ardından devam ettim. “Sadece ne yapacağımı bilmiyorum, vazgeçmeyeceğim. Onu incitmeyeceğim, kırmayacağım ama sonuna kadar gideceğim.” Metehan başı ile beni onaylarken elini destek verircesine omzuma koydu ve sıktı.

“Ha şöyle kendine gel. Sonuna kadar gitmeye devam et çünkü o duvarlar Çin Seddi bile olsa bir gün yıkılır.” Başımı sallayarak onu onayladığımda bir sigara bana uzattığında aldım.

Ama sonuç olarak o güzel gözlerinden o hüzün dolu bakışı silecektim.

Vazgeçmeyecektim, sevecektim, son nefesime kadar.

Ya duvarlarını yıkardım ve bu sevda ikimizin olurdu.

Ya da o duvarlar asla yıkılmazdı ve bu benim kara sevdam olurdu.

                                       

 

 

 

 

 

 

 

 

 

**********

Arkadaşlarrr evet yine güzel bir bölümle karşınızdayım bu bölümde yine Umay'ın bir kabusu okuduk, diğer karakterlerin arasında geçen diyalogları okuduk ve Ayberk'ten bir sevda itirafı aldık siz neler düşünüyorsunuz? Umay'ın Ayberk'i kaybetme korkusu ile yüzleştiğini okuduk sizce Umay hattında durumlar ne? Aslında benim çok konuşacak bir şeyim yok daha çok sizin düşüncelerinizi merak ediyorum. 2

Ve bir fikrim var bunu sizinle paylaşmak istedim ara ara pano mesajı şeklinde kitabın gelecek bölümlerinden alıntılar paylaşsam mı diye düşünüyorum siz ne dersiniz?

Evet dediğim gibi benim çok fazla konuşacağım bir şey yok o yüzden ben yorumları sizlere bırakıyorum oy vermeyi ve beni takip etmeyi unutmayın lütfen. Öpüldünüzzzz>>>>

***********

Bölüm : 02.02.2025 20:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...