

Yığılıp kalacak aciz bedenin üstünde fistanınla öleceksin, yanlış ırkın sabrını denedin Türk’ün gücünü göreceksin.
***
Önümdeki dosyaları incelerken rahat bir nefes alıyordum en nihayetinde raporum bitebilmişti. Sadece küçük ağrılarım vardı bana kalırsa umrumda bile değildi ama onun dışında bir sorunum kalmamıştı. Yani fiziksel açıdan.
Askeriyede olmak, mesleğimi yapmak bana gerçekten iyi geliyordu ve kafamı dağıtıyordu. Tıpta yeri yoktu ama Ayyıldız iyileştirirdi.
Odamın duvarına çerçeveyle astığım şanlı al bayrağa bastığımda gülümsedim, bakmasını bilmeyenler için sadece bir kumaş parçasının üstüne çizilmiş bir hilal ve yıldızdan ibaretti. Bakmasını bilenler için ise yaşanmışlıktı; kan kırmızı zemine karışan yiğitlerin kanları vardı, gökyüzünü süsleyen hilal ve yıldız vardı orada. Bakmasını bilenlere ilaçtı bu bayrak. Beni bu hayatta iyileştiren tek şey ise buydu.
Boş kaldığım anda pusu kurmuş zihnimi işgal etmeyi bekleyen düşünceler yavaşça sızdı zihnime. Bunları engellemem gerekiyordu ama zaten gün içinde yapmam gereken tüm işleri mola vermeden yapmıştım. Ofladığımda ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu, birinin en acilinden bana yol göstermesi gerekiyordu.
Oturduğum yerden kalktığımda kapıyı açıp odadan çıktım koridorda yürürken hedefim bahçeye çıkıp biraz temiz hava almaktı. Ben merdivenlerden inerken yukarıya çıkan Pelin’i gördüm. Her zaman ki gibi güzel gülümsemesi yüzündeydi etrafa neşe saçarken beni görünce daha geniş gülümsedi. “Komutanım nasılsınız?” Neşeli sesine karşılık gülümsemek isterdim ama maalesef zorlasam da olmuyordu, sorusuna iyiyim der gibi bir baş hareketi yaptıktan sonra ben sordum düz çıkan sesimle.
“Hayırdır ne işin var burada?” Sözlerime göz devirirken kollarını göğsünde bağladı, üstündeki çiçekli elbiseyle askeriyede resmen parlıyordu. “Sağ ol bende iyiyim.” Tepkisiz kaldığımda ofladı ve bıkkın bıkkın cevap verdi.
“Sana neden geldiğime dair hesap vermek zorunda değilim.” Yanımdan geçip giderken ben merdivenlerde kaldım. Pelin böyle yapmazdı hiç, eğer sakladığı bir şey yoksa. Bana genelde asi ya da ters davranmazdı ama söylemek istemediği benden sakladığı bir şey olduğunda dünyanın en ters insanı olabilirdi. Ne saklıyorsun Pelin?
Omzumun üstünden arkama baktığımda ne sakladığını görmek bu hayatta en çok canımı yakan şeydi.
Koridorda salına salına yürüyüp kapısını tıklatarak girdiği oda Ali albaya değil, Ayberk’e aitti. Odaya girip kapıyı kapattığında içimde yankılanan kırılma sesi kalbime de aitti, ruhuma da.
Böylesi daha iyiydi. Bizden olmayacağı belliydi zaten bu yüzden belki de böylesi daha iyiydi. Mantığım bunları söylerken bedenimi yöneten kalbimdi, çünkü önüme dönüp gidemiyordum. Mantığımı dinlemeliydim ama kalbim ayaklarımı kitlemiş, gitmeme izin vermiyordu. En sonunda kendimi topladığımda önüme dönerek merdivenlerden indim ve bahçeye çıktım.
Arka bahçedeki bankta otururken sigaramdan bir nefes çektim, çok fazla sigara içen bir insan değildim ama son zamanlarda elimden düşmeyen bir zehirdi. Benim yanıma oturan heybetli bedenin Metehan’a ait olduğunu biliyordum ben ses çıkarmadan sigaramı içmeye devam ederken bakışları yüzümde geziniyordu. “Naber askeriye güzeli?” Sorusuna göz devirdiğimde sırıttığını hissettim.
Bir de bu mevzu vardı, askeriye güzeli. Bana takılan lakap buydu burada sinirlendiğim nokta ise şuydu; biz burada vatanı koruyorduk, milleti koruyorduk, bayrağı koruyorduk bu dingiller ise güzelliğe bakıyordu hala. Benden yüksek ve benimle aynı rütbede olanlar hep bu şekilde hitap ediyordu artık bana, ulan şunu söyleyen birini elime geçirsem ümüğünü sıkacaktım.
“İyiyim.” Dediğimde inanmayan sesini duydum.
“Hayır, yalancısın.” Kaşlarım çatılırken bakışlarımı Metehan’ın yakışıklı yüzüne çevirdim, tek kaşımı kaldırdığımda yüz ifadesi gayet ciddiydi. “Yalancı?” Sorgular sesimde bir tehdit ibaresi vardı ama aldırış etmedi.
“Evet, bu kadar performanstan düşerken iyiyim yalanı olmuyor.” Yüzümü buruşturduğumda haklı olduğunu biliyordum, son zamanlarda cidden performansımda büyük bir düşüş vardı. “Kötüyüm o zaman.” Diyerek doğruyu söyledim yani malum yalanda da başarılı olamamıştım. Benim sözlerimin üzerine Metehan’ın sözlerini duyduğumda sinirlerim tepeme çıktı. “Biliyorum.”
“Niye soruyorsun lan o zaman?” Ters ters ona bakarken kaşları havalandı, patlatacaktım şimdi o kaşını delirtiyorlardı adamı! “Sakin ol askeriye güzeli, sebebini sormaya geldim.” Bal gibi de biliyordu sebebini, Ayberk ve Metehan’ın dostluğunun ne derecede övüldüğünü biliyordum birbirlerinin her bokunu biliyorlardı. Doğal olarak benim birçok haltımı biliyordu. “Oğlum sen benimle dalga mı geçiyorsun?” Metehan bana boş bakışlar atarken ben sigaramı içiyordum, bir sigara içeyim demiştim onu da burnumdan getirmişlerdi sağ olsunlar. “Ne alaka?”
“Niye üzgün olduğumun gayet farkındasın amacın ne senin? Bak hiç doğru zamanımda değilim elimde kalırsın.” Regl olduğumdan her an herkesi öldürebilirdim normalde saatli bombaysam regl döneminde dinamittim. Yani geçmiş olsundu. “Lan tamam sakin ol manyak.” Metehan benim sakin olduğumdan emin olmaya çalışırken ben önüme döndüm. Zaten sürekli ruh halim değişiyordu bir de bununla uğraşıyordum, ama en azından yanıma gelerek kafamı dağıtmayı başarabilmişti.
Zaten derdim başımdan aşkındı fenaydım bu aralar gelmiş bir de benimle uğraşıyordu. “Bir şey sormak istiyorum ama öldürmeyeceksen.” Onun bakışları benim üzerimdeyken ben ona bakmadım. “Söz veremem.” Benim sözlerimle derin bir nefes aldığında bir süre sessiz kaldı, nasıl soracağını düşünüyor olmalıydı bu da demek ki kızacağım bir şey söyleyecekti. Ben kendimi hazırlarken sesini duydum.
“Eğer timinden herhangi biri aşık olursa ne yaparsın?” Olan vardı zaten, Göktuğ. O zaten ayrı meseleydi henüz o konuya el atma fırsatım olmamıştı en kısa zamanda ilgilenecektim. Açıkçası aşık olanı öldürmüyordum ama zaafları olamazdı, bunu timi kurarken de söylemiştim eğer zaafınız olursa sizi başka bir time transfer ederim demiştim. Hepsi olmayacağını söylemişti bana şimdi ise Göktuğ’un sevgilisi vardı. Test edecektim eğer zaafıysa timden ayrılacaktı ama aramızda yeri her zaman aynı olacaktı.
“O sevgi zaaf haline gelmediği sürece hiçbir şey yapmam.” Kararlı bakışlarımı ona çevirdiğimde kaşları havalandı. “Peki ya zaafı olursa?” Bu adam şimdi niye böyle sorular soruyordu? Belki de timde sevgilisi olan tek kişi Göktuğ değildi, bilemezdim. “Zaafı olursa başka bir time transfer edilir ama aramızdaki yeri hep kalır.” Ben bu soruları neden sorduğunu düşünürken o ise anladım der gibi bir baş hareketi yaptı, ulan ben anladım ama! Aramıza kısa bir sessizlik çöktükten sonra tekrar konuştu.
“Zaaflar güce dönüştürülebilir biliyorsun değil mi?” Sorusu ile alayla güldüm, hayır zaaflar hiçbir zaman güç olmazdı zaaflar güçsüzlüktü. “Öyle bir şey yok bu insanların zaaflarını haklı çıkarmak için söylediği bir şey. Öyle olsaydı herkes zaafını güce dönüştürürdü, zaaf güç değil büyük bir güçsüzlüktür.” Benim düz ve kararlı sesim karşısında bakışlarını bana çevirdiğinde bende bakışlarımı ona çevirdim.
“Sevgi her zaman zaaf olur, ama zaaflar her zaman güçsüzlük olmaz.”
“Zaaflar her zaman güçsüzlüktür.” Onunla inatlaşmaya devam ediyordum çünkü haklı olan bendim biliyorum. Ve ona katıldığım tek nokta ise sevgi her zaman zaaf olurdu. Bizim olamazdı, eğer bizimkilerde varsa da yok etmelilerdi.
“Haklı olduğum için seninle inatlaşma gereksinimi duymayacağım.” Metehan’ın kendini beğenmiş ve kendinden emin sesine karşılık göz devirdim. “Haklı olmanı isterdim, ama haklı olan benim.” Benim sözlerimle kaşları havalanırken dudağının kenarı hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı, ne soracağını biliyorum.
“Neden haklı çıkmamı isterdin?” Beklediğim soru gelince bu sefer hafifçe sırıtan bendim, bakışlarım etrafta dolaşırken derin bir nefes alıp dürüstçe cevap verdim. “Belki de sevdiklerim vardır.” Benim sözlerimle sırıtışının genişlediğini biliyorum çünkü aslında yanıma neden geldiğini de en başından beri tahmin ediyorum, emin oldum. Büyük ihtimalle Ayberk’e karşı ne hissettiğimi anlamak için ağzımı yoklamaya gelmişti, ama nafileydi zaaflar kesin çizgimdi. Ayrıca ben daha hislerimi kendime anlatamıyordum, gerçi bunu Uraz’a anlatmıştım ama o ayrıydı. Uraz can dostumdu kendime anlatamasam bile ona gider anlatırdım o da her şeyi direkt yüzüme söylerdi. Sadece bu sefer susmuştu ve Uraz sustuysa bende susmaya karar vermiştim. Çünkü Uraz susuyorsa bildiğini söylemiyor demektir ve ben o işe bulaşmazdım. Uraz'ın sözlerini dinlerdim çünkü benden büyüktü ve benden daha çok yaşanmışlığı vardı.
“Kim bu sevdiklerin?” Metehan’dan beklediğim soru gelirken oturduğum yerden kalktım omzumun üstünden ona baktım. “O da bana kalsın Aslankara.” Göz kırptığımda tepkisine bakmadan önüme dönerek tekrar karargaha ilerledim Göktuğ meselesi ile ilgilenmem gerekiyordu. Merdivenlerden çıkarken yine Pelin ile karşılaşmam ne tür bir şanstı bilmiyordum. Pelin beni görünce gülümsediğinde ben gülemedim, gülemeyecek kadar dibe battım çünkü. Pelin hiçbir şey söylemeden yanımdan geçip giderken içimdeki o sesi susturarak işime odaklanarak merdivenlerden çıkmaya devam ettim.
Koridorda sadece kapının başında dikilen komutan postaları dışında hiç kimse yoktu alt katta birçok asker dolaşsa da benim odamın olduğu koridor sakindi. Hedefim odama gitmekti ama beni durduran beni kolumdan çekip yanımdaki boş odaya çekilmem ve ardından kapının kapatılmasıydı. Hiçbir şey yapmamıştım bu ani yaşananlara, çünkü biliyordum kim olduğunu. Kokusu malumdu.
Sırtım duvara yaslanırken onun eli belimde duruyordu, heybetli bedeni ile aramızdaki mesafeyi tamamen kapatırken yüzü yüzümden santimler ötedeydi. Yakınlığı kalbimi bu denli hızlandırmamalıydı, kalbim ritmini şaşırırken grilerim yeşillerine denk düştü. Yeşilleri sanki daha koyu bir ton almış gibiydi, harelerinde dönen yangınlar aklıma birçok şeyi getiriyordu.
“Yüzbaşı?” Düz ve sorgular çıkan sesimle fısıldarken ona baktım az önce zaaf konuşması yapmışken şimdi gardımı indiremezdim. “Yüzbaşı batsın, deliriyorum artık.” Onun sesi beni aksime özlemle doluydu sesinde hissettiğim hafif çaresizlik bile canımı yaktı. Çaresizliği ilk defa duymuştum sesinde ve bir daha asla duymak istemiyordum.
“Delirdiğini fark edebiliyorum.” Sert çıkan ses tonumla kaşlarımı çattım hemen benden uzaklaşmalıydı çünkü lanet kalbim ritimlerini fena halde şaşırmıştı. Yeşil gözleri benim gözlerime kilitlenmişken onun nefesleri daha hızlıydı sanki bu seferde o benim onu anlamamı istiyor gibiydi. Ama ben onu zaten en başından anlıyordum sadece bunu bilmiyordu. “Sen delirttin beni, ne hale geldim görmüyor musun deli yürek?” Görüyorum. En baştaki o sert, alaycı, deli Göktürk yoktu karşımda ve onun bu değişiminin sebebinin ben olduğumu da biliyorum. Ama bende değişmiştim ve bunun sebebi oydu, yok ettiğim kalbimi tekrar ortaya çıkaran oydu.
“Ben mi delirttim? Zaten deliydin yüzbaşı.” Sesim hislerimin aksine sert ve soğuktu, sözlerim söylemek istediklerimin aksine yaralayıcıydı. “Deliydim ve artık zır deliyim senin yüzünden. Gerçekten görmüyor olamazsın değil mi? Anlamıyor olamazsın.” Elbette olamazdım, gayet iyi anlıyordum onu. Ama anlamamam daha iyiydi ikimiz içinde bu yüzden acımdan kavrulsam da yine de susacaktım, bunu öğreneli uzun zaman olmuştu.
“Neyden bahsettiğin hakkında bir fikrim yok ama mesafeni korusan iyi edersin yüzbaşı.” Pelin onun odasından çıkarken gayet mutlu görünüyordu ama anlaşılan bu Ayberk için geçerli değildi. Kimin kime karşı ne hissettiğini anlamamak imkansızdı zaten ama yine de üstümde bir kıskançlık vardı. Benim sözlerimin üstüne dudakları şaşkınlıkla aralandı, onu anlamadığımı sandığı içindi bu şaşkınlığı. O beni her şekilde anlarken, benim onu anlamadığımı sanıyordu.
Hayır, ne olursa olsun anlarım.
Ama bunu bilmeyecekti.
“Uzak mı durayım?” Kırgın çıkan sesini duyduğumda kendimden nefret ettim, bu adamda sevmediğim tek şeydi kırgınlık. İçim yandı, ama belli etmedim. “Sence başarabiliyor muyum senden uzak durmayı? Gerçekten görmüyor musun beni deli yürek? Anlamıyor musun beni?” Sesindeki kırgınlık sonum olacaktı. Bu hayatta canımı yakan bin bir türlü şey vardı ama hiçbiri onun sesindeki kırgınlık kadar yakmamıştı canımı. Hayır anlıyorum seni demek istedim, görüyorum demek istedim ama sustum bakışlarımda bile hiçbir değişiklik olmazken içimde bir yangın vardı. Bu adam hem kalbimi ortaya çıkarmıştı hem de o sesiyle ruhumu da kalbimi de yakmıştı. O kalın ve tok sesine yakışmayan tek şey kırgınlıktı ve o sesiyle bir yangın başlatmıştı bende, sadece onun söndürebileceği.
“Uzak durmayı başarsan iyi edersin.” Sesimin soğukluğu benim bile içimi üşütürken onun gözlerinde gördüğüm her an daha fazla büyüyen hayal kırıklığı ve kırgınlık tarifsiz bir acıydı. İçimde dönen yangınları bilmeyecekti ama onun kırıldığı her an ben bir kez daha ölecektim.
“İstediğin bu mu? Senden uzak durmam mı?” Hayır, yanımdan bir santim bile uzaklaşma. İç sesimin aksine başımı olumlu anlamda salladım. “Evet bunu en başında da söylemiştim.” Yeşil harelerinde dönen yangınlarda ben yanıyordum sanki, o benim grilerime bakarken bir duygu kırıntısı arıyordu ama bulamıyordu. Oysa tüm duygularım onaydı.
Sessiz kaldı birkaç saniye konuşmak istedi ama yapamadı sonra ise tekrar konuştu. “En başında da söyledin ve ben bunu başaramadım, yine aynı şeyi istiyorsun benden. Yapamıyorum, anlasana.” Anladım. Ama o bilmedi. En başından beri o başarabilmişti ne de ben başarabilmiştim uzak durmayı. Bir şekilde birbirimize çekiliyorduk ve buna ikimiz de engel olamıyorduk. “Yapmayı öğren o zaman bu bir bahane değil, bilmem anlatabiliyor muyum?” Sert ve soğuk sesimle harelerindeki kırgınlık daha fazla arttı. Şu zamana kadar en ağır işkencelere maruz kalmıştım ama benim için en çok acıtan ve en ağır işkence buydu.
“Seviyorum, bilmem anlatabiliyor muyum?” Sözleri ile kalbim ritmini daha fazla şaşırıp göğsüme vururken sustum. Seviyor musun?
Seviyorum.
Demişti bu tek bir kelime bile benim dünyam olabilirdi ama olmamalıydı, birçok erkekten sana aşığım cümlesini işitmiştim. Onlar bende hiçbir şeye sebep olmazken bu adamın tek bir kelimesi benim dünyam oluyordu. Olmamalıydı. Yapmamalıydı. “Seviyor musun?” Sesim yine sert çıkmıştı çünkü olması gereken buydu, o bana iyi gelirdi ama ben ona iyi gelemezdim. O benim zaafım olurdu ve bir zaaf edinemezdim.
Sevgi her zaman zaafa dönüşür.
Bu yüzden yok ettiğim kalbim ortaya çıkmamalıydı, tekrar yok etmeliydim ama yeşilleri bana böyle bakarken hiçbir şey yapamazdım. Benim sorumla yeşillerindeki kırgınlık kenara çekilmiş yerini büyük bir sevgi almıştı. Büyümüş göz bebekleri ve bana büyük bir sevgiyle bakan gözleri sonumu getirebilirdi, çünkü ben yeşillerine aynı şekilde karşılık veremezdim.
“Seviyorum deli yürek, tahmin edebileceğinden daha fazla. Oturup sana olan sevgimi saatlerce anlatırım sana ama sadece bir kelimeyle anlatacağım. Sevdamsın deli yürek, son nefesime kadar, canımdan bile çok sevdiğim insansın sen. Nasıl olduğu, ne zaman olduğu umrumda değil seviyorum. Seni seviyorum. Anlatabiliyor muyum?” Kalbim tahmin edemeyeceğim kadar hızlı atıyordu, sözleri sanki kanayan yaralarıma yapılan pansuman gibiydi. Sevgi dolu tek bir bakışı için ne kadar çok şey feda edebileceğimi fark ettiğimde yutkundum.
Ama ben buna rağmen hiçbir tepki veremedim, yapamadım. Çünkü ne yapacağımı bilmiyordum, kaybolmuştum ve yolumu bulamıyordum. Ve yine nefret ederek, sevgiyle bakan gözlerine soğuklukla mimik oynatmadan baktım. Yüzümü yüzüne yaklaştırırken işaret parmağımı kalbinin üstüne koyduğumda bile adrenalin almış gibi attığını hissettim.
“Kalbindeki sevgiyi öldür o zaman Göktürk. Çünkü benim sevgiyle işim olmaz.” Harelerinde dönen hayal kırıklığı beni öldürürken daha fazla bakamadım güzel gözlerine. Benim sözlerimle belimdeki elinin tutuşu gevşerken heybetli bedeni ile bedenim arasında bir mesafe açıldı, en ağır soğukları görmüştüm ama hiçbiri şu ana aramızda oluşan minik boşluk kadar üşütmedi beni. Gevşeyen tutuşundan kolayca kurtularak odadan çıktım ve kapıyı kapattım, ama aralık bırakmak istiyordum.
Çünkü benim kapım ona açık olmak istiyordu.
Kalbimin kapılarını ardına kadar dayamak istiyordum onun için ama yapamazdım. Kendi odama girip kapıyı kapattığımda kendimi koltuğuma bıraktım ama içimde hala kırılma sesleri vardı. Bu sesler kalbime, hem de ruhuma aitti.
İşler iyice çıkmaza giriyordu çünkü ne ben tekrar kalbimi yok edebiliyordum ne de ona gidebiliyordum. Duygularım öldüremeyeceğim kadar güçlüydü, adımlarım ise mantığıma itaat edecek kadar inatçıydı ve ben ortada sıkışmıştım.
Zaaflar güce dönüştürülebilir.
Metehan’ın sözleri zihnimde dönerken gerçekten artık raporlu bir zır deli olabilirdim, çünkü bu durum beni gerçekten delirtiyordu. Ne yapacağımı düşünerek bile kafayı yiyebilirdim ki çoktan yemiştim. Ben ne halt edeceğimi düşünürken odamın kapısı tıklatıldığında kafam dağılacağı için şükrederek ses verdim. “Gir.” Heybetli bedeniyle Uraz odaya girdiğinde masamın karşısında durup asker selamı verdi.
“Komutanım.” Bir baş hareketiyle selamını anladığımda söyleyeceklerini dinledim. “Görev var, Ali albay bizi harekat odasına çağırıyor komutanım.” Ali albay kadar hayırlı bir adam yoktu hayatımda, bilmeden sağ olsun yine hayatımı kurtarmıştı. Oturduğum yerden kalktığımda Uraz’ın yanından geçip gidecekken tam yan yana geldiğimizde sözleri ile adımlarım durdu. “Rütbede miyiz?” Bakışlarım açık kapıdan koridorda dolaşırken derin bir nefes verdim, şu an iyi misin sorusuna verecek cevabım kimseyi mutlu etmeyecekti. O yüzden gerek yoktu.
“Evet.” Yanından geçip gittiğimde o da peşimden odamın kapısını kapatarak gelmeye başladı, harekat odasına giderken hiç bu kadar şükredeceğim aklıma gelmezdi.
Harekat odasında masada otururken tüm Pençe timinin bakışları Ali albaydaydı, albay masanın en başında otururken önümüze bir fotoğraf bıraktı. Vesikalık fotoğraftaki adamın sakalları uzundu pis sakalları, kirli yüzü ve çirkin suratı bakınca bile insanın midesini bulandırıyordu. Kırklı yaşlarının ortasında olmalıydı, biz fotoğrafı incelerken Ali albay konuştu. “Bu itin adı Sadi, kırmızı listede aranan teröristlerden biri. Aldığımız istihbarata göre Kuzey Irak’ta bir bölgede ikamet ediyor şu an ve o adamda bize ait bir şey var.” Albayın son cümlesi dikkatimi çektiğinde bakışlarımı ona çevirdim ve daha dikkatle dinlemeye koyuldum, o sırada albay elindeki USB havaya kaldırdı. “O itte bazı bilgiler var, normalde bu MİT’in göreviydi ama sonrasında bize verildi. O itteki bilgileri alın ve leşini bozkurtlara yem edin.” Hepimiz aynı anda oturduğumuz yerden kalkıp asker selamı verdik ve hep bir ağızdan konuştuk. “Emredersiniz komutanım.” Ali albay başını sallayarak selamımızı aldığında biz hazırlanmak için odadan çıktık.
Hangarda hazırlanırken son hazırlıklarımı tamamlayıp timle beraber hangardan çıktık. Bizi bekleyen helikoptere doğru tek sıra halinde koşarken Ali albayın bakışlarının bizim üstümüzde olduğunun farkındaydım. Helikoptere bindiğimizde helikopter havalanırken Pençe tabi ki susmaz, boş sohbete başladılar.
*********
A.G.
Bir odada yangıların arasına hapsolmuş gibiydim etrafımdaki alevler beni yavaş yavaş acı vererek yakıyordu. Duygusal olarak çektiğim acılarım elbette vardı ama hiçbiri bu kadar ağır gelmemişti bana, heybetli bedenimin altında yatan kalbim birçok şeyi kaldırmıştı da bunu kaldıramamıştı. Sevdam için sonuna kadar gitme kararı almıştım ve en sonunda dayanamayarak gidip ona hislerimi itiraf etmiştim. Ve o bana duygularımı öldürmem gerektiğini söylemişti ama bunu istesem de yapamıyordum. Ona soğuk ve sert bir asker olan yüzümle davranmam çok sürmemişti çünkü yine bir şekilde ona yumuşamıştım. Herkese kayadan farksız olup ona pamuk olmam ise ayrı bir meseleydi.
Aslında bir anda söylememe şaşırmamıştı del, yürek gerçi bir anda söylemek ise yine delirmemle olmuştu. Pelin odama geldiğinde benimle sohbet etmeye çalışmıştı buraya kadar sakinliğimi koruyabilmiştim ama beni delirten Umay hakkında olan sözleriydi. Gelirken Umay’a gülümsediğini ve onun hiç gülmediğinden bahsetmişti, Umay’ın duygusuz olduğundan bahsettiği anda bende tüm devreler yanmıştı. O an aklıma düştüğünde yüzümü buruşturdum.
“Umay’ın hikayesini biliyor musun ki onun hakkında böyle konuşuyorsun?” Sert çıkan sesimle duygusuzca Pelin’e baktım, onun gözlerindeki duyguların aksine ben buz gibi soğuktum.
“Bilmiyorum ama bu bile ne kadar duygusuz olduğunu göstermiyor mu? Hikayesini bana bile anlatmadı. Ayrıca bana söylüyorsun da sen biliyor musun hikayesini?” Pelin’in sözleriyle elimde tuttuğum kalemi sıktığımda kalemden bir kırılma sesi gelirken Pelin korkmadı ya da çekinmedi, ama çekinse iyi ederdi.
“Biliyorum.” Pelin’in gözlerinde dönen kıskançlığı gördüğümde tepkisizdim. “Biliyorum ve bu yüzden onun duygusuz olmadığını da biliyorum, ama sen bilip bilmeden konuşmasan iyi edersin.”
Aramızda geçen diyaloğu düşünmek bile delirtiyordu beni. Umay duygusuz değildi, hiç olmamıştı sadece onları saklamayı çok iyi başarıyordu. Duygularını saklıyordu çünkü hem kendine hem de başkasına zarar verdiğini düşünüyordu ama fark etmediği bir nokta vardı, asıl saklamak zarar veriyordu ortaya çıkarsa bütün sorunlar çözülecekti.
Yani Pelin’in benim deli damarıma basması ile gidip bir anda ona hislerimi itiraf etmiştim ve tabi ki reddedilmişti. Bu canımı çok fazla yakıyordu ama fark ettiğim bir nokta da kalbimi hızlandırıyordu. Ben Umay’a yaklaştığım anda nabzı hızlanmıştı ve hislerimi itiraf ettiğimde boğazında atan nabzını resmen görmüştüm. Büyüyen göz bebekleri de cabasıydı.
Ona aldığım resim defterine sadece beni çizdiğini de düşünürsek seviyor olma ihtimali ağır basıyordu ama bunu istemiyordu. Sevmek istemiyordu çünkü zaafı olsun istemiyordu, ama bilmediği şey de zaaflar güce dönüştürülebilirdi.
Benim de zaaflarım vardı, sevdiklerim. Eda'nın kaçırıldığını eğer ben öğrenmiş olsaydım delirirdim evet çünkü zaafımdı, ama bu deliliği kullanarak her yeri yakar yıkardım ve kardeşimi sağ salim alırdım çünkü o zaaf bana güç verirdi. Umay bunu görmüyordu zaafların zayıflık olduğuna inanıyordu ve katır inatlı güzelim dönmüyordu da bildiğinden.
Metehan gidip onunla konuşmuştu ve sonuç olarak yine de zaafların zayıflık olduğunu söylemiş hatta katı kurallarından birini daha öğrenmiştik.
Eğer timden birinin zaafı olursa başka bir time transfer edilir.
Aralarında yeri hep olsa da zaafı olunca en başarılı adamların olduğu timdeki adamları bile gözden çıkarabiliyordu. Körü körüne gidiyordu ve bizim söylediklerimizi görmeyi reddediyordu, aramızdaki tek engel zaaftı.
Aslında farkında değildi ama ben çoktan onun zaafı olmuştum.
Bunu o bilmiyordu ama ben biliyordum, sevgi her zaman zaafa dönüşürdü ve o beni çoktan zaafına dönüştürmüştü. Sadece bunu fark etmiyordu ve o fark ederken büyük ihtimalle benim başım fena halde bela da olacaktı. Çünkü insan elindekinin kıymetini gidince fark ederdi. Kardeşim benim için çok kıymetliydi ama o kaçırılınca bile ne kadar kıymetli olduğunu tekrar anlamış olmuştum. Umay’da onun zaafı olduğumu fark ederken başım bela da olacaktı muhtemeldi.
Zaten çektiğim sevda acısı yetmiyormuş gibi Pençe timi bir de göreve gitmişti, en zor şeylerden biriydi asker yolu gözlemek. Küçükken bende gözlerdim oradan biliyordum ama şimdi böyle olunca hele ki özleminden ölüp bittiğin birisi olunca daha zordu beklemek. Ben bunu yeni öğreniyordum.
*********
Tek katlı evde kimsenin olmadığından emin olduktan sonra küçük salona geçip oturduk, çantalarımızı kenara bırakırken bende planın üstünden geçtim. “Şu anda Kuzey Irak’tayız aradığımız terörist pis itin teki, her gecesini pavyonlarda geçiriyor. Sürekli yer değiştiriyor bu yüzden yüksek ihtimalle o USB’yi üstünde taşıyor. Biz bu gece burada kalacağız burası terörist yuvası ama o it henüz bu bölgeye gelmedi. Yarın geleceği bilgisi var elimizde o it buraya geldiğinde sivil halktanmış gibi davranacağız. Bu sefer bir MİT operasyonu gibi sessiz ve temiz halledeceğiz. Bu sefer ses çıkarmak yok Pençe anlaşıldı mı?” Hepsinin yüzü son cümlemle somurtmaya başladı, işerine gelmemişti sessiz kalmak.
“Ama komutanım ses çıkarmadan olmaz yani keyif olmaz, hem o teröristler kim olduğumuzu görsünler.” Turgut’un sözler ile sinirlerim fırladı derdi keyfinin ses çıkarmak istemesiydi ama kalabalık bir bölgede çıkardığı en küçük ses bir sivilin canına maal olabilirdi. Karşımdaki koltukta otururken gözlerim gözlerine kenetlenirken öne eğildim, dirseklerimi dizlerime yaslarken konuştum.
“Senin keyfin istiyor diye çıkardığın en küçük ses kaç masumun canına sebep olur düşünüyor musun Asteğmen?” Turgut düşündüğünde anında sustu. “Özür dilerim komutanım.” Bu konuda fazla sinirleniyordum, masum insanlara zarar gelmesi kırmızı çizgimdi. Çünkü savaşta her zaman kaybeden masumlar olurdu ve ben daha üç yaşımdayken kaybetmiştim. Başka kimsenin de kaybetmesini istemiyordum.
*********
Gece o evde kalmıştık gündüz etrafı dolaşıp bir keşif yapmıştık biz keşif yaparken o it gelmişti ve onu takip edip yerini öğrenmiştik. Bu akşam yine gece mekanlarında takılacağı belliydi bulunduğumuz bölge kasaba gibi bir yerdi, çok kalabalık olmasına rağmen sadece tek bir tane gece mekanı vardı. Bu da alanı daralttığı için işimizi kolaylaştırmıştı. Şimdi ise o mekana gidecektik normal sivil halk gibi gidecektik ve ona yaklaşacaktık. Kendi askeri kıyafetlerimi bu evde bırakacaktık ve bu bölgede olan güvenilir adamlarımızdan birini başına dikecektik. Eski evin küçük salonundayken time bir bakış attım hazır olup olmadıklarını anlamak için, hepsi sıradan giyinmişlerdi ama heybetleri her türlü dikkat çekiyordu. Özellikle Uraz ve Göktuğ, ikisi de maşallah iki metre, heybetli oldukları için ve üstüne yakışıklı da oldukları için çok dikkat çekiyorlardı. Bunu görmezden gelmeye çalışarak time bir baş hareketi yaptığımda evden çıktım onlarda peşimden çıktı. Biz çıkarken adamlarımızdan biri eve girdi, biz ise bize zaten yakın olan mekana doğru ilerledik.
Aramızda eksik bir kişi vardı o da Sare’ydi. Sare mekandaki dansçı ve şarkıcı gibi sahneye çıkacak o itin dikkatini çekip yanına gidecekti. Ona yaklaştığı sırada USB’yi almaya çalışacaktı ama USB üzerinde bile olmayabilirdi. Tahminlerimiz bizi yanıltabilirdi ama bu çok düşük bir ihtimaldi, hataya yer vermezdim. Sare’nin rolü ise aramızda en zor olanıydı çünkü o ite yaklaşmak bile büyük bir nefrete ve tiksinme duygusuna sebep veriyordu.
Bu role Sare’yi seçmemizin sebebi ise tam bir cilve kadını olmasıydı, bu işi o yapabilirdi ancak. Çünkü bende o cilve yoktu varsa da benim haberim yoktu.
Sare o itin dikkatini kolayca çekebilirdi güzel bir kadındı da yani her türlü en uygun kişi Sare’ydi.
Biz mekana gelip en dikkat çekmeyen bir köşeye gidip masaya kurulduk gözlerim etrafta dolaşırken hedefini buldu. Ama mide bulandırıcıydı. O it yanına üç kadını almış hepsiyle bir şeyler yaparken Oğuz’un nefret dolu sesi doldu kulaklarıma. “Pis herif, ben seveceğim onu.” Seveceğim kısmında hafifçe sırıttığımda Turgut’un sesi duyuldu. “Komutanım siz severseniz bize kalmaz.” Muhabbet iğrenç bir hal aldığında ters bakışlarımı Turgut’a çevirdiğimde yüzündeki sırıtışı anında soldu. “Son zamanlarda çok gözüme batıyorsun Asteğmen.”
“Özür dilerim komutanım.” Önüme döndüğümde bakışlarım sürekli o itin üstündeydi, bakmak midemi bulandırıyordu ama mecburen onu gözetlemek zorundaydım. USB’yi neresinde sakladığını bulmam gerekiyordu ama giydiği paçavrada saklayabileceği tek şey cebiydi ve orada saklayacak kadar salak değillerdi.
“Komutanım üstünde değil galiba.” Göktuğ’un sözleri kulağıma dolarken benim odak noktam o itti, tüm hareketlerini incelerken boynundaki zincir gözüme takıldı. Bir kolye olmalıydı ve kolyenin ucunda her ne varsa giydiği paçavranın içinde kalıyordu göremiyordum. Ama büyük ihtimalle o kolyedeydi USB çünkü bu itler öyle kolye filan takmazdı.
“Dikkatli bak çömez.” Benim komutumun üstüne Göktuğ daha iyi bakmaya başladı, bulabilirdi sadece dikkat etmesi gerekiyordu. “Komutanım, kolye.” Göktuğ yarım saniye içerisinde bulduğunda dudağımın köşesi yukarıya doğru kıvrıldı, işte benim askerim. “Aynen öyle.” O kolye de olduğundan emindim ki değilse bile o kolye yine dikkat çeken bir durumdu, ama emindim ve yanılmazdım.
Sare sahneye çıktığında itin iğrençliklerini midem kaldırmadığından bakışlarımı Sare’ye diktim. Üstünde kırmızı bir elbise vardı göğüs dekoltesi derindi bacağında yırtmacı olan askılı bir elbiseydi, yüzündeki makyajı ile fazla iddialı ve güzel görünüyordu. Sare mikrofonu eline alırken müzik giriş yapmıştı bakışlarımız kesiştiğinde bakışlarımla onay verdiğimde şarkıya giriş yaptı. Sesi güzel bir kadındı.
Ama ters giden bir şeyler vardı çünkü Sare itin dikkatini çekememişti Sare her ne kadar ona cilve yapsa da itin zerre dikkatini çekmiyordu. Sare şarkıyı ona ithaf eder gibi ona bakarak, sırıtarak, göz kırparak söylüyordu ama o it umursamıyordu. Yanındaki kadınlarla oynaşmaya devam ederken ne kadar sıçtığımızı fark ettim. Hepimizin kulağında olan gizli kulaklığa dokunup konuştum.
“Sare itin dikkatini çekmen lazım, kolyesine ulaşman bizim için yeterli olacak.” Sare beni duyuyordu ama cevap veremezdi biz ise pür dikkat dikkatini çekmesini bekliyorduk. Zira Sare’nin de sinirlendiğinin farkındaydım çünkü böyle bir pisliğin dikkatini çekmeye çalışmak, üstüne başaramamak onu öfkelendiriyordu. Öfkeyle yanlış bir hareket yapmamalıydı.
“Komutanım şimdi ne yapacağız?” Atakan’ın sorusu ile beynimdeki çarkalar dönmeye başladı ama boşaydı. Cidden şimdi ne halt edecektik? bu işi sessizce halletmemiz gerekiyordu ve o ite yaklaşmalıydık. Aslında garson gibi yaklaşmayı deneyebilirdik ama kolyesine ulaşmak imkansızdı. Yeni bir çözüme ihtiyacımız vardı, biz itin USB’yi nerede sakladığını bilmediğimiz için sadece ona yaklaşmak için iki plan yapmıştık.
Birincisi Sare onun dikkatini çekerek ona yaklaşacaktı.
İkincisi birimiz garson kılığında ona yaklaşacaktık.
Ama ikinci plan batmıştı çünkü garson kılığında yaklaşsak bile kolyeyi alamazdık, çünkü tepesinde koruma gibi bekleyen teröristler yolumuza taş koyacaktı. Elimizde sadece birinci plan kalıyordu o da başarısız olmuştu.
“Siz çıkın sahneye komutanım.” Uraz’ın sözleri ile gözlerim şokla kocaman açılırken hızla bakışlarımı yanımda oturan ona çevirdim. Hepimiz şoka uğrarken aynı anda aynı soruyu sorduk. “Ne?”
Hepimiz şaşkınlıkla Uraz’a bakıyorduk ama o çok rahattı, hayır nereden geliyor bu rahatlık? Ayrıca ben mi çıkayım sahneye? Ulan becerebilseydim zaten görevi ben alırdım bu adam iyi miydi? “Siz çıkın komutanım, Sare dikkatini çekmedi ama belki siz çekebilirsiniz.” Boş boş Uraz’a baktım, Sare’nin düşüremediğini ben nasıl düşürecektim? Hayır Sare tam bir cilve kadınıydı ben hiç değildim o bile beceremediyse ben ne halt edecektim?
Bakışlarım sahneye kayarken Sare’nin itin gözlerinin içine baka baka kıvırttığını görünce yutkundum, yok birader ben bu işte yoktum. Git öldür deseler iki dakikamı alırdı ama yok yani ben o işlerden çok uzaktım. Sare’nin şu an yaptığı cilveye ben bile düşerdim ama düşüremezdim olmazdı yani. “Uraz bunu kime sorduğunun farkındasın değil mi?” Dişil enerjim diplerdeydi ve Uraz bunu gayet iyi görebilirdi ne halt etmeye ben gidiyordum?
“Farkındayım ama sizin güzelliğiniz ve Sare’nin güzelliği farklı hanginizin dikkat çekeceğini bilmeyiz.” Düşününce çok mantıklıydı ama benim açımdan çok saçma bir durumdu, ben dikkat çekmeyi becerdiğim tek konu yakıp yıkmaktı.
Her zamanki gibi sadece zarar verirdim ben.
“İtin ne zaman gideceğini bilemeyiz süremiz kısıtlı.” Oğuz’un içime su serpen sözleriyle derin bir nefes verdim biri bana bunun kabus olduğunu söylemeliydi. Ama yapacak bir şeyde yoktu, söz konusu vatansa gerisi teferruattı. Yapacaktım. Oturduğum yerden kalktığımda kimsenin dikkatini çekmeden sahne arkasına ilerledim.
Üstüme yeşil elbise tam olarak bana uymuştu, göğüs dekoltesi vardı ve belirgin köprücük kemiklerimi ortaya çıkarıyordu. Bacağında derin bir yırtmacı vardı, vücudumu tamamen sararak fiziğimi daha da ortaya çıkarıyordu, yaptığım makyaj ise tam olarak onu tamamlamıştı. Daha önce de bu şekilde görevlerim olmuştu ama onlar MİT göreviydi ve benim bir süredir MİT görevlerine gitmediğimden gerçekten dişil enerjim yerlerdeydi. Açık bıraktığım saçlarımı omuzlarımdan sarkıttığımda ben hazırdım, o itin dikkatini çekemezsem önce o iti sonra da gidip Uraz’ı öldürecektim.
Sare kulise geldiğinde öfkesi gözlerinden belliydi ama beni görünce olduğu yerde kaldı bakışları beni süzerken kaşları yavaşça havalandı. “Komutanım?” Sorgular sesine karşılık cevap verdim. “Belki itin dikkatini ben çekebilirim diye denemeye karar verdik.” Son bir kez aynadan kendime baktığımda Sare’nin tepkisini beklemeden odadan çıktım. Benim sesim Sare’nin sesi kadar güzel olmadığından playback yapacaktım, sahneye çıktığımda ise saçma sapan işler yapan itin dikkati bana döndü.
Beni gördüğünde kaşları havalanırken yanındaki kadınları kenara itip bana bakarak içkisini yudumlamaya başladı. Müzik başlarken onun bakışları beni süzdüğünde sırıtırken kaşarı havalandı. O sırıtışı soldurmazsam bana Umay demesinler.
Şarkı başladığında ben sadece dudaklarımı oynatarak şarkıyı söylüyormuş gibi yaptım itin bakışları bendeyken bana göz kırptığında sırıttım. Bunu yapmak zerre hoşuma gitmiyordu ama mecbur cilve yapacaktım yani. İt ile göz temasını bozmazken o bana kadeh kaldırdığında sırıtışım genişledi ve kenardaki masadan bir içki alıp bende ona kaldırdığımda o itin pis sırıtışı genişledi. Göz kırptığımda içkiden büyük bir yudum aldığımda, votka içtiğimi fark ettim. İçmeyi pek sevmezdim ama içecek olursam tercihim viski olurdu.
Sahnede şarkı söylüyormuş gibi yaparken hareket ediyordum ve ederken de kıvırtıyordum. Şu hareketlerimden dolayı bizim timle göz göze gelemiyordum çünkü Pençe timi daha önce komutanlarını hiç bu şekilde görmemişlerdi. İtin bakışları benim vücudumda dolaşırken gırtlağına çökmemek için zor duruyordum. Şarkıyı ona bakarak ve kıvırtarak devam ettirirken pis sırıtışı genişledi, elimdeki votkayı ona kaldırdığımda teklediğimde kaşları havalanırken sırıtışı genişledi. Mal herif onun için sarhoş olacağımı filan zannediyordu.
Ama aldığım en ağır eğitimlerde buna dayanıklılığı da geliştirmiştim. Pençe timinin kendi ağır eğitimlerinde uyuşturucu, alkol gibi maddeleri ağır dozda kullanmıştık ve dayanıklılığımız vardı.
İtin pis sırıtışı ve pis yüzü midemi bulandırırken sahneye çıktığımdan beri ilk defa bakışlarımı bizimkilerin olduğu masaya çevirdim. Bizimkilerle göz göze geldiğimde beklediğim manzara bu değildi. Hepsi ağzı bir karış açık durmuş bana bakıyorlardı, Sare’de dahil olmak üzere timin hepsi bana kitlenmişti. Turgut’un konuşmaya çalışıp konuşamadığında ben bakışlarımı onlardan ayırdım, yani bu kadar şaşırmaları normaldi. Daha önce kıvırttığımı görmediklerinden, beni sert bir komutan olarak bildiklerinden daha da normaldi. Ama benim karizmamın çizilmesi hiç hoş değildi, sırf bu yüzden bile bu iti öldürebilirdim. Gitti karizma.
Ben şarkıyı devam ettirirken o ite bakıp göz kırpıyordum, kıvırtıyordum, ona kadeh kaldırıyordum ve şarkıyı ona söyler gibi şarkıyı söylüyordum. O itin tüm ilgisini çekebilmeyi başarmam ise ayrı bir olaydı. Boşalttığım kadehi masaya bıraktığımda masada ki dört kadehi de boşaltmıştım ki zaten şarkıda bitmişti, sahneden inmeden o ite sırıtarak göz kırptığımda tekrar kulise ilerledim.
Kulise geldiğimde aynanın karşısındaki koltuğa oturduğumda o itin gelmesini bekledim, birkaç dakika sonra kapı tıklatılmadan açıldığında gelen o itti. Görgüsüz it elimde kalacaktı. Kapıyı arkasından kapatırken ben oturduğum yerden kalktığımda sırıtarak ona doğru yürüdüm. O sırıtarak bana bakarken ben tam dibine geldiğimde durdum, parmaklarımı kirli yüzünde gezdirirken kulaklığımdan Uraz’ın sesini duydum. “Komutanım ne durumdasınız?” Her an birini öldürebilecek bir durumdaydım ama bunu söyleyemedim tabi ki. Parmaklarımı yüzünden boynuna doğru indirirken it sırıtıyordu onun pis eli benim elbisemin derin yırtmacından açıkta kalan bacağımı kavradığında öğürme hissi vücudumu kapladı.
Bu hareketine sırıttığımda parmaklarım boynundaki kolyenin zincirinde dolaştığında kolyede küçük bir kutunun takılı olduğunu gördüm. Üstüne çizilen şekillerle dikdörtgen bir metal gibi görünüyordu ama aslında kutuydu. Kolyenin ucundaki kutuyu kavradığımda sertçe çektiğimde kolyenin zinciri koparken kolye elimde kaldı. İt şaşırırken ben anında geri çekildiğimde o da üstüme yürürken öfkeyle bağırdı. “Ne yapıyorsun sen?!” O farsça konuşuyordu benim üstüme doğru gelip kolyeyi almaya çalıştığında bileğini büktüm ve sırtına yaslayarak acı ile inlemesine sebep oldum. Bileğine baskı uygulayıp kırdığımda, koluna baskı uygulayıp kolunu kırdım, acı ile bağırdığında farsça konuştum.
“Bize ait olanı alıyorum seni de ait olduğun yere göndereceğim. Cehenneme.” Masanın üstündeki hançeri elime aldığımda şah damarına yaslayıp çektiğimde kanlar fışkırırken yere yığıldı. Ben odadan hızla çıkarken kulağımdaki kulaklığa konuştum. “Pençe mekanı terk edin, görev tamam.” Hepsi emri aldığında arka kapıdan dışarı çıktığımda bizimkilerle bizim olduğumuz eve giden sokakta buluştuk. Benim üstümde hala o elbise vardı ayağımdaki topuklularla koşmak zor olsa da fazla dert edinmedim.
Bizimkilerle yan yana hızla yürürken Kutay’ın sesini duydum. “Komutanım bir şey söyleyeceğim ama topuğuma sıkmayacaksanız.” Boş sokakta yürürken etrafımı kontrol ediyordum bizim kaldığımız eve yaklaşırken cevap verdim. “Ne söyleyeceğine bağlı.” Bizim kaldığımız eve geldiğimizde biz içeri girerken adamımız dışarı çıktı, salona geldiğimizde bizimkilere baktığımda hepsinin bana kitlendiğini gördüm.
“Komutanım yanlış anlamayın. Afetsiniz.” Kutay’ın sözleriyle kaşlarım havalanırken bu sefer konuşan Turgut’tu. “Komutanım bu güzellikle dünya sıralamasına girermişsiniz.” Abartıyorlardı, öyle büyük bir güzelliğim yoktu, bu sefer konuşan Oğuz’du. “Komutanım yani biz cilveli olanı Sare komutanım sanardık siz neymişsiniz ya.” O konulara girmesek daha iyi olurdu bence bunların susmayacağını bildiğim için ben konuştum.
“Pençe toplanın eve gidiyoruz şafağa karşı helikopter gelecek, helikopterin ineceği yere gideceğiz hadi.” Bakışlarım Uraz’ın bakışlarıyla denk düştüğünde dudağındaki minik sırıtış, sinirlerimi bozduğunda bende gülerken üzerimi değiştirmeye gittim.
*********
Helikopterden tek sıra halinde halinde inerken bizi bekleyen bir Ali albay vardı, gözlerindeki gururlu bakış her şeyi açıklıyordu. Hepimiz karşısında ip gibi dizildiğimizde bakışları hepimizin üstünde dolaştı ve en sonunda konuştu. “Aferin çocuklar.” Elimdeki USB’yi Ali albayın avucuna koyduğumda geri çekildim hepimiz asker selamı verip kıyafetlerimizi çıkarmak için hangara doğru ilerledik.
Hangara doğru yürürken en önde ben vardım ama timin arkamda yaptığı boş konuşmaları duyuyordum. “Oğlum ben hala şoktayım komutanımız neydi lan öyle?” Turgut’un sözlerine başımı olumsuz anlamda sallayarak sırıttığımda etrafta dolaşan bakışlarım yeşillere denk düştü.
Hangarların önündeki banklardan birine oturmuş Metehan ve Ayberk vardı, Ayberk’in bakışları üstümde dolaşıyordu. Yaram var mı diye kontrol ediyordu bakışları bir şey bulamayınca tekrar grilerime dönerken bana olan bakışlarında sevgi, özlem ve kırgınlık vardı. Benim bakışlarımda ise hiçbir şey yoktu buz gibi soğuk, kaya gibi sertti bakışlarım olması gereken buydu çünkü. Fazla göz teması kurmadan önüme dönerken hangara ilerledim.
Askeriyenin bahçesinde çıkışa doğru gitmek hedefimdi bahçede ilerlerken bankların birinde tek başına oturmuş sigara içen Ayberk’i gördüğümde adımlarım durdu. Gitmek istedim ama onu incelemekten adım atamadım, yan profilden bile fazla yakışıklı olması can sıkıcı bir durumdu. Başını çevirse direkt benimle göz göze gelecekti ama onun bakışları boşluğa dalmış gibiydi. Bende önüme dönüp ilerlemek için bir adım atmıştım ki onun oturduğu yerden kalktığını gördüm. Bakışlarım onun tepesinde duran sokak lambasına kaydı.
Askeriyenin içinde sokak lambaları vardı gece askeriyede çok adam olmazdı ama yine de etrafın aydınlık olması gerektiğinden vardı. Ve onun altında durduğu sokak lambası sallanıyordu lambanın düşeceğini fark ettim. Ona zarar geleceği düşüncesi ile tüm benliğimi bir korku kapladığında hızla ona doğru koşmaya başladım, onun kaşları ne yaptığımı anlamayarak çatılırken ben daha hızlı koştum. Lamba sallanırken ben onun üstüne atlayıp onu kenara çekerken lamba gürültüyle yere düştü.
Onu yere düşürmüş bende üstüne düşmüştüm daha doğrusu üstünde kalıp ona siper olmaya çalışmıştım ama benim heybetin onu kapatmaya yetmemişti. Neyse ki buna gerek kalmadan kurtarmıştım ama ne halt ediyordu bu adam?! Bordo bereli değil miydi? Nasıl fark etmezdi tepesinde sallanan lambayı?! Ya bir şey olsaydı?!
Bakışlarımı ona çevirdiğimde hala üstünde olduğumu ve yüzlerimizin ne kadar yakın olduğunu fark ettim, onun eli benim belimde duruyor ve benim düşmemi engelliyordu. Onun göğsü hızla inip kalkarken benim nefesim kesilmişti yakınlığıyla.
Sinirle üstünden kalktığımda elimi uzatıp onu da kaldırdım o ayağa kalktığında ise sinirle konuştum. “Nasıl bordo berelisin sen?! Üstünde sallanan lambayı fark edemiyor musun yüzbaşı?!” Yeşilleri benim yüzümde gezinirken benim kalbim hala korkuyla göğsüme vuruyordu.
Ona zarar gelme ihtimali beni delirtiyordu.
“Son zamanlarda dalgınım.” Bana açıklama yaparken ciddi misin der gibi ona baktım, şaka yapıyor olmalıydı. “Ulan manyak dalgınsın diye hiçbir şeye dikkat etmeyecek misin sen?” Kaşları havalanırken ne yaptığımı fark ederek yutkundum bunu açığa çıkarmamam gerekiyordu.
“Önemli mi?” Elbette önemli. Ne anlatıyordu bu? Kalbim öyle bir atıyordu ki yaşadığım korkunun haddi hesabı yoktu gelmiş bana önemli mi diyordu. Dayaklıktı.
“Saçma sapan işler yapmasan iyi edersin yüzbaşı, kendine gel.” Sert çıkan sesimle sinirle arkamı dönüp hızlı adımlarla askeriyeden çıkarak arabama bindim. Başımı koltuğa yaslarken göğsüm hızla inip kalkıyordu, korkusuz değildim ama bu kadar korkacağım da aklıma gelmezdi. Derin nefesler alırken kendime gelmeye çalıştım, kendime geldiğimde ise arabayı çalıştırdım.
Eve geldiğimde kendimi koltuğa atamadan kapı çalındığında oflayarak kapıya yöneldiğimde gelenin Eda olduğunu gördüm. Şaşırmıyordum artık çünkü sorgulamayı bırakmıştım kapıyı açıp içeri giderek kendimi koltuğa attım. Hiç keyfim yoktu şu an çünkü tüm benliğimi ele geçiren korku hala hüküm sürüyordu.
Eda içeriye girdiğinde sessizce gelip yanıma oturdu, normalde neşesiyle aydınlatırdı evi ama şimdi gelip sessizce yanıma oturmuştu. Aramızda sessizlik oluşurken konuşmadım söyleyecek bir şeyim de yoktu zaten ama sessizliği bölen Eda olmuştu. “Umay bir şey sormak istiyorum yani böyle bir anda sormam ne kadar doğru bilmiyorum. Ama hayat hikayen ne Umay?” Eda’nın bu soruyu bir gün soracağını biliyordum hatta daha erken sormasını bekliyordum bu yüzden şaşırmamıştım. Normalde anlatırken sigara yakardım ama bu sefer yakmadım çünkü Eda sigara içmiyordu. Doğal olarak bu onu rahatsız edebilirdi ki onun rahatsız olduğu bir şeyi yapmazdım.
“Bunu sorarken çekinmene gerek yok.” Hayat hikayemi anlatınca ne tepki verirdi bilemiyordum ama çekinmesi gereken bir soru değildi. “Çanakkale’de doğdum ama Şırnak’ın bir köyünde büyüdüm köyümüzde teröristlerin çok olduğu bölgelerden birindeydi. Ben üç yaşındayken köye geldiler herkesi meydana toplarlarken babam annemin ve benim kaçmamı sağlamaya çalıştı ama başarısız oldu. Teröristlerin amacı köylülere zarar vererek eylem yapmaktı bu yüzden keyiflerine göre herkesin önünde insanları öldürdüler. Annemi ve babamı kaldırdılar annem ise hamileydi, altı aylık erkek kardeşim olacaktı. Beni de kaldırıp annemin ve babamın karşısına geçirdiler elime bir tabanca verdiler ama daha onu kaldıracak gücüm bile yoktu. Bana anneni ya da babanı vur dediler ama ben yapamadım, babam onu öldürmem için yalvardı ama ben yine de yapamadım. Eğer birini seçseydim diğerinin kurtulma ihtimali vardı çünkü askerler gelmişti kurtarmak için. Ama ben yapmadığım için teröristlerin ele başı ikisini de öldürdü ve o öldürdükten sonra askerler teröristleri indirmeye başladılar. Eğer oyalanmadan birini seçseydim yaşayacaklardı ama ben yapamadım ve annemi, babamı, altı aylık kardeşimin katili oldum.” Düz bir sesle anlattığım bu hikaye benim kabuslarımdı, Eda şaşkınlıkla bana bakarken ben sanki sıradan bir olayı anlatırmış gibi anlatmaya devam ettim.
“Bizi kurtarmaya gelen askerlerin kurtulanlara yardım etti ama benim kimsem olmadığından yetimhaneye verildim. Gelen askerlerin arasında Ali albay da vardı kurtarılırken de ilgilenmişti benimle, dört yaşına kadar kaldığım yetimhaneden o aldı beni. Evlatlık olarak.” İçimde yangınlar kopsa da sustum, içim parçalansa da mimik oynatmadım.
Bakışlarımı Eda’ya çevirdiğimde gözlerinde acıma yoktu, korku yoktu, sevgi vardı gözlerinde ama ben bunu hak etmiyordum. Abi kardeş bana hak sevgiyi vermeye ant içmişlerdi sanki. “Umay...” Eda bir şey söylemediğinde omuz silktim söylenecek çok da bir şey yoktu zaten. “Abinin kokusu olmadan uyuyamıyorum garip bir şekilde bana iyi geliyor ama merak etme abin ile aramda bir şey yok. Olamazda zaten.” Yalan. Abinle aramda o kadar çok şey var ki.
“Umay bu yaşadıkların hiç kolay şeyler değil, ben Pelin’in senin üvey kardeşin olduğunu bilmiyordum. Ama bunun için asla kendini suçlama sen daha küçük bir çocuktun ve hiçbiri senin suçun değildi.” Tam olarak benim suçumdu ama bunu ona söylemedim. “Ayrıca biliyor musun ben çok kıskanç bir insanımdır özellikle abimi çok kıskanırım. Çünkü bana göre mükemmel bir adam, hani vardır ya bir kızın ilk aşkı ya babasıdır ya abisi diye işte benim ilk aşkım abimdi. Hala da öyle. O yüzden onu hep kendime saklamak isterim, kimseyle paylaşmam bu yüzden onu tüm sevgililerinden ayırdım. Yani iki tane oldu ama yine de onlardan ayırdım. Ama Umay ben abimi sadece seninle paylaşırım.” Son cümlesi ile kaşlarım havalanırken bakışlarım ona döndü.
“Neden?” Benim soruma gülümsedi. “Çünkü onu sadece sen hak ediyorsun sanki birbiriniz için yaratılmış gibisiniz. Tam olarak ateş ve barut gibisiniz ve birbirinizi tamamlıyorsunuz, ayrıca abimi güvenerek emanet edeceğim tek kişi sensin. Senden kimseye zarar gelmez Umay.” Sözlerine buruk bir şekilde gülümsedim.
Benden herkese zarar gelir.
Abine de en çok zararı ben verdim.
Korkaklık etmedim ve bunu yüzüne de söyledim. “Abine en çok zararı ben verdim Eda ve en çok benden zarar gelir. Abini hak etmiyorum, bence abini en çok benimle paylaşmamalısın.” Birisi bana, bize engel olmalıydı çünkü biz yapamıyorduk, Eda benim sözlerime gülümsedi. “Abimi kırmış olabilirsin evet ama bunun sebebi sadece suçluluk duygusu Umay. Ayrıca o deliyi sadece sen yola getirebilirsin dinsizin hakkından imansız gelir.” Sön cümlesini söylerken bana göz kırptığında sırıttım.
“Bugün de imansız olduk iyi mi.” Ben konuştuğumda kahkaha attığında benim sırıtışım aklıma düşen bir çift yeşil hare ile yavaşça soldu. “Ne olursa olsun abimi sana vereceğim.” Kaşlarım çatıldığında dönüp ona bakarken şüpheli bir şekilde tek kaşımı kaldırdım. “Abini başıma bela mı edeceksin?” Eda kahkaha atarken başıyla onayladı sorumu.
Böyle belaya can kurban.
“Aynen öyle.” Eda eğlenirken benim yüzümde bir sırıtış vardı şahsen bir bela mıknatısı olarak beladan hoşlanmazdım ama böyle bir bela için her şeye tamamdım. Neler düşündüğümü fark edince yutkundum.
Ona zarar gelecek diye deliriyordum.
Onun için her şeyi feda edebilirdim.
Onu görünce bile kalbim ritmini şaşırıyordu.
Her ne kadar zorlasam da itiraf etmek istemesem de artık görülmeyecek gibi değildi. Ve en sonunda duygularımı kendime itiraf etmeyi başardım çünkü Ali albayın dediği gibi aşktan fazlası vardı bende.
Sevdaya düşmüştüm.
Ve Göktürk ise çoktan benim zaafım olmuştu.
**********
Arkadaşlarrr yeni bölümle geldim evet bu bölüm bence güzel bir bölümdü Ayberk'ten aşk itirafı aldığımız bir bölümdü ve Umay'ın zaaflarını fark ettiği bir bölümdü siz bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu bölümde Eda ve Umay'ın Ayberk hakkında konuşmalarına da dahil olduk siz Eda'nın Umay'a olan sevgisi ve güveni hakkında neler düşünüyorsunuz? Peki sizce Umay bundan sonra nasıl bir yol izleyecek? Düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın o zaman daha fazla konuşmak bana düşmez ben yorumları size bırakıyorum beni takip etmeyi ve oy vermeyi unutmayın lütfen. Öpüldünüzzzz>>>>
************
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.69k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |