

Yar etmem bot bastığım yeri, benim meskenim dağlardır.
***
Saatler yine geceye dayandığında evde tek başımaydım, aslında Eda onlara gelmem için beni ikna etmeye çalışmıştı ama kabul etmemiştim. Sonra eğer ben gelmiyorsam abisini göndereceğini söylediğinde itiraz etmiştim çünkü kafamı toplamam gerekiyordu. Fazla dağıtmıştım toplamam gerekiyordu ve ben buna bile üşeniyordum.
Bakılınca artık bariz belli olan duygularımı kendime bile inkar edemiyordum, fena halde sevdaya düşmüştüm. Sorun şu ki fark ettiğim bir gerçek vardı; Göktürk benim zaafım olmuştu. Nasıl başarmıştı bilmiyorum ama bunca yıllık hayatımdaki ilk ve tek zaafım olmayı başarmıştı. Bunun için ona sonra bir ödül filan vermem gerekiyordu, odaklanmam gereken nokta bu değildi ama. Nasıl becerdiyse bir şekilde zaafım olmuştu ama önemli olan benim ne yapacağımdı. İki seçeneğim vardı.
Ya ona olan mesafeli tavrımı devam ettirecek onun benim zaafım olduğunu gizleyecektim, kimse bilmeyecekti.
Ya da ona her şeyi itiraf edecek zaafım olduğunu herkes bilecekti.
Ve ben ne yapacağımı bilmiyordum mantığımı dinleyince ulaştığım sonuç birinci seçenekti.
Zaaflar güçsüzlüktür ve sen askersin. Sen güçsüz olamazsın, zaafın olamaz, olduysa bile hiç kimse bilmemeli. Kimse zayıf tarafını görmemeli.
Mantığıma kulak verince hak veriyordum hayatım boyunca da hep mantığını dinleyen bir insandım, ama artık sesini bastıramadığım bir kalbim de vardı ve o da bana ikinci seçeneği sunuyordu.
Şu ana kadar bastırdın duygularını ama görüyorsun o sana merhem oluyor. Ruhunu iyileştiriyor, artık duygularını susturmak yerine bir şans vermelisin, sevmeye ve sevilmeye ihtiyacın var. Her insanın ihtiyacı olduğu gibi.
Bu hayatta birçok zorluk görmüştüm, birçok karar vermek zorunda kalmıştım ama hiçbiri bu kadar zorlamamıştı beni. Ben yeni öğreniyordum; bu hayattaki en zor şey insanın kalbi ve mantığı arasında kalmasıydı. Ve ben tam olarak o zorluktaydım. Ne yapacağımı ise hiç bilmiyordum, aklımda tek bir soru vardı.
Aklım mı, kalbim mi?
Şu zamana kadar yaptığım tek şey kalbimi susturmak olmuştu ama artık mümkün görünmüyordu. Kalbimi dinleyince bir çift eşil hareye ulaşıyordum ve oda beni iyileştiriyordu.
Ama her zaman olduğu gibi aklımı dinlediğimde gözümün önüne geliyordu bu cennet vatanı. Hayatımın şu anına kadar beni başarılı bir asker kılan zaafımın olmamasıydı.
Ben şimdi ne yapacaktım?
Aynı soruyu defalarca kez kendime soruyordum ve hiçbir cevaba ulaşamamak beni delirtiyordu. Belirsizliklerden nefret ederdim. Ne yapacağım diye düşünmekten delirecektim, delirmemek için bir şeylerle uğraşmam gerekiyordu. Oturduğum yerden kalktığımda gidip odamdan resim defterini ve kalemleri aldım. Tekrar salona geldiğimde yere oturup defteri ve kalemleri sehpanın üzerine koydum ve boş bir sayfa açtım. Uğraşacak daha güzel bir eylemim yoktu.
Beni asla rahat bırakmayan o güzel yeşil gözlerini çizecektim, şu saniyeden itibaren şöyle bir karar almıştım; sevdiğim şeyleri çizecektim bu deftere. Ki zaten deftere çizdiğim tek şey, sevdiğim adamdı, şimdi de o güzel gözlerini çizecektim. Kalemi elime alırken onun benim gözlerimi çizdiği resim aklıma düştüğünde defteri karıştırıp o resmi buldum. Resme bakarken gülümsediğimde kanayan bir yaramın daha kapandığını hissettim.
Sanki yaradan geçilmiyormuş ve onunla ilgili her şey benim bir yaramı iyileştiriyormuş gibiydi. Hatta gibisi fazla kalırdı, öyleydi. Benim yaralarımı sarmıştı her seferinde. Benim herkesten gömü saklar gibi sakladığım yaralarımı nasıl görmüştü bilmiyorum ama onları sarmayı başarmıştı. Şu hayatta bana iyi gelen tek şey vardı onun hayatıma girmesi ile iki olmuştu.
Biri şanlı al bayrak ve onun gölgesindeki bu cennet vatanıydı.
Diğeri ise her şeyiyle mükemmel olan o adamdı.
Kalemi elime alıp onun yeşil harelerini çizmeye başladığımda bir müzik bana eşlik ediyordu. Müzik boş evde bir ses yaratırken ben sadece çizimime odaklanmıştım ama sanki çizerken onunla olan anılarım gözümün önünden geçiyordu. İyi kötü birçok an yaşamıştık ve hepsi kulaklarımda yankılanıyor, zihnimde dönüyordu. Düşünceler beni terk ederken zihnimi dolduran tek şey oydu.
Çizimi bitirdiğimde geriye doğru esneyerek uyuşan belimi kütlettim kalemi elimden bırakıp çizdiğim resme baktığımda istemsizce gülümsedim. Güzel olmuştu tabi gerçeği kadar güzel değildi ama güzel olmuştu.
Gerçeğine can fedaydı.
Ama şimdilik bununla yetinecektim en azından ne yapacağıma karar verene kadar ama bu ise en zor şeydi. Çünkü aklımı ya da kalbimi seçmek zor olacaktı, zaten zaafım olmuştu ama bunu saklamak ya da herkese duyurmak vardı. Resim çizmeyi bıraktığım anda tüm düşünceler tekrar zihnimi sararken ofladım. Yerden kalkıp koltuğa oturduğumda zil çaldığında bıkkın bir nefes vererek oturduğum yerden kalkıp kapıyı açtım. Uraz’ın geldiğini gördüğümde kapıyı açık bırakıp içeri geçip koltuğa attım kendimi. Uraz içeriye girdiğinde selam verdiğinde selamını aldığımda o da her zamanki gibi karşıma oturdu.
Yine sessizlik etrafımızı sardığında konuşan ben oldum çünkü kafamı dağıtmak zorundaydım. “Nasılsın Uraz?” Bakışları bana döndüğünde düz bir sesle cevapladı. “Ben iyiyim ama sen değilsin.” Ciğerime kadar bilmesi hiç hoş değildi kan kardeşimdi ama yine de ciğerime kadar bilmesi çok farklıydı.
“Uraz ne yapacağımı bilmiyorum.” Ne yapmam gerektiğini ikimiz de çok iyi biliyorduk çünkü en iyi biz bilirdik zaafların nasıl zayıflık olduğunu. Ama ne yapacağımızı ikimiz de bilmiyorduk çünkü iki türlüsü de yakardı bizi.
Ama madem sonunda yanacaksak yaşamaya değmez miydi?
Madem sonunda yanacaktık hak etmeye değmez miydi?
Aklıma gelen soruların cevabını bulamadığımda tekrar konuşan ben oldum. “İki türlü de yanıyoruz zaten ya uzaklığıyla ya da yakınlığıyla, sonunda yanacaksak yaşamaya değmez mi Uraz?” Benim sorum üstüne Uraz’ın bakışları masanın üstündeki resim defterindeki yeşil harelere kaydı. Onunla beraber benimde bakışlarım deftere kaydığında birkaç dakika sessiz kaldık.
“İki türlü de yanacaksın ama birinde zayıf düşerek birinde ise dimdik durarak Umay.” Birinde vatanın için dik duracaktın diğerinde ise zaafınla zayıf düşecektin. İki ucu boklu çubuktu gerçekten nereden tutsam elimde kalıyordu.
Ofladığımda birkaç dakika sessiz kaldım düşününce bir yol bulamıyor üstüne deliriyordum o zaman kafamı dağıtacaktım. Bir anda aklıma gelen ilk fikirle bakışlarımı resim defterinden kaldırıp ona baktım. “Pikniğe gidelim.” Uraz bana birkaç saniye boş boş baktıktan sonra konuştu.
“Ne yapalım?” Bunu söylediğimde bende inanmıyordum ama yapacak bir şeyim de yoktu bana aktivite lazımdı. Yoksa oturur düşünürüz kafayı bir güzel yerdim.
“Pikniğe gidelim.” Uraz ciddi olup olmadığımı anlamak için bakıyordu ama ciddi olduğumu görünce bakışları daha boş bir hal aldı. “Sebep?” Bu adamı cidden dövecektim hayır ciğerime kadar biliyorsun da bunu niye bilmiyorsun acaba? “Canım sıkıldı, neden olabilir Uraz? Kafamı dağıtacak bir şeyler bulmaya çalışıyorum.” Uraz anladım dercesine kafasını salladığında göz devirdim zerre yardımcı olmuyordu bana. “Gidelim o zaman.” Gidelim de bunu time kim söyleyecekti? Yani böyle bir fikir hiç bizden çıkmamıştı o yüzden söyleme konusu sıkıntılıydı. Bakışlarımı Uraz’a dikip hafifçe gülümsediğimde düz surat ifadesini bozmadan düz bir sesle konuştu.
“Bana hiç öyle bakma hayatta söylemem.” Gözlerimi kırpıştırdığımda tebessümüm hafifçe genişledi, ikna etme çabasındaydım. Düz ifadesini bozmadan bana baktığında söylemeyeceğini anladığım için pes ettiğim sırada çelik kapının açılma sesini duydum. Sesle bakışlarımı kapıya girdiğimde gördüğüm sima beni şaşırtmadı, Sare gelmişti. Sare içeri girip bizi gördüğünde asker selamına durduğunda başımızla aynı anda yaptığımız hareketle Sare yanımıza geldi. Üçlü koltuğa oturduğunda karşı karşıya tekli koltuklarda oturmuş Uraz ve ben bakıştık.
Tabi Uraz efendi biraderi için karizmayı çizdirmediğinde mecburen ben çizdirecektim ama bize gerek kalmadan Sare konuya daldı. “Ne yapıyorsunuz komutanım?” Valla bir şeyler yapmaya çalışıyorduk ama ne kadar başarılı olduğumuz tartışılırdı. Şahsen ben fena sulardaydım ayrıca içimde yanan bir ateş vardı dileğim büyümemesiydi, malum yakmayı seven bir insan olduğumdan büyürse ben bile durduramazdım o yangını. Uraz yine ağzını açma zahmetine girmediğinden ona bir bakış atıp ben cevap verdim.
“Bir şey yapamıyoruz öyle oturuyoruz, sen ne yapıyorsun?” Sare anladım dercesine başını salladığında birkaç saniye sustu, soruma cevap vermedi. Bakışları bir noktaya daldığında yanağının içini dişlediğinde ne haltlar çevirdiğini anlama zahmetine girmek istemedim. Son zamanlarda ben dahil ve Uraz hariç herkes bir haltlar karıştırıyordu, yakında çıkardı demek istemiyordum malum bu gruba bende dahildim.
“Hiç öyle, o değil de benim canım sıkılıyor ya şöyle hep beraber bir aktivite mi yapsak?” Sare’nin ıkına ıkına zorlukla söylediği şeyle kaşlarım havalandı böyle fikirler ondan da hiç çıkmazdı. Anlaşılan o da kafasını dağıtmaya çalışıyordu ama dileğim benimle aynı sebepten olmamasıydı.
“Ne gibi?” Uraz beyefendi zahmet edip konuştuğunda Sare birkaç dakika düşündü malum böyle bir öneriyi hiç ortaya atmadığından bulamıyordu. Şu timde diğerleri olmasa biz mal gibi ortada kalacaktık onu anlamıştım. Sare sosyal bir insandı ama biz değildik ve bu üçlü olarak cidden hiçbir aktivite yapmadan yaşardık. Uraz ve ben zaten üşeniyorduk, Sare desen çok farklı alemlerdeydi sonumuz ise Allah’a emanetti. “Bilmem, belki kış gelmeden bir pikniğe gideriz?” Cidden kafalarımızın bu kadar aynı çalışması normal değildi, gerçi genel olarak normal insanlar değildik ama anormal bir şekilde bile birbirimize bu kadar benzememiz daha da anormaldi. Ben birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra konuştum.
“Olur, gidelim. Yarın olur bence?” Bana kalırsa şu an bile gidebilirdik malum zihnimin her yerini işgal eden bir bey olduğundan her türlü şeyi kabul edebilirdim şu an. “Bence de olur yarın, bizimkilere haber verelim o zaman.” Sare’den onay geldiğinde bende onay verdim o telefonu çıkarıp bizimkileri ararken ben Uraz ile göz göze geldim. Ona bakarken Sare’nin telefonla konuşmasını dinliyordum.
“Oğuz bizimkilere haber ver yarın sabah pikniğe gidiyoruz.” Sare kısa ve öz konuştuktan sonra kapatırken bakışları aklına bir şey gelmiş gibi bana döndüğünde bende ona baktım.
“Buse’yi, Pınar ablayı, Eda’yı ve Pelin’i de çağıralım mı?” Bu soruyu sorarken ciddi olup olmadığını anlamak için ona baktım. Gayet ciddi görünüyordu gerçekten şaka yapıyor olmalıydı, eğer bir araya gelirsek piknik alanını yok edebilecek potansiyele sahiptik. “Sen ciddi misin?” İnanmadığımdan sorumu sesli dile getirdiğimde Sare biraz kıvırmaya çalıştı ama olay dönmedi.
“Yani komutanım Buse zaten Göktuğ’un müstakbel karısı, e Pınar ablayı zaten çok sık göremiyoruz, Eda zaten artık bizden biri gibi, Pelin’de sizin kardeşiniz.” Bunlar sebep değildi ben sorunsuz bir aktivite istiyordum ama bir yerde haklıydı Pınar’ı çok fazla göremiyorduk, Buse zaten mecburen geliyordu, e Eda ise garip bir şekilde benim kardeşim gibi olmuştu. Her neyse yani sonuç olarak her türlü geliyorlardı, her seferinde bu sondu deyip tekrar bir araya gelmeyi kabul etmekte benim salaklığımdı.
“İyi gelsinler söyle.” Sare anında gülümsediğinde ben başımı olumsuz anlamda salladığımda bakışlarımı Uraz’a çevirip şimdiden gelecek olan belayı haber verdim. Kaza geliyorum demezdi belki ama bela geliyordu. “Biz böyle bir araya gelince başımıza gelmeyen bela kalmıyor, yani her şeye hazırlıklı ol.” Uraz sırıttığında kaşlarım çatıldı.
“Senin belaya bulaşmak için birileri ile bir araya gelmene gerek yok ki, bu senin yeteneğin.” Göz devirdiğimde yüz ifademe daha çok sırttı ayrıca alakası yoktu. Ben burada tek başıma masum masum oturup resim çiziyordum benimle alakası yoktu. Sare tek tek arayıp hepsine haber verirken ben Uraz ile bakışmaya devam ettim ama yakışıklı görünce yine direkt onun yüzü aklıma düşüyordu.
Delirmelikti!
*********
Elimdeki piknik sepetleri ile aşağıya indiğimde kapının önünde onun arabasını görünce kalbim göğsüme vurdu. O da mı geliyordu? İhtimalinin bile kalbimi hızlandırmasına sövdüğümde sürücü koltuğunun camı açıldığında Eda’yı görünce rahat bir nefes aldım. Güneş gözlüğü hafifçe indirdiğinde sırıtırken bana bakıp göz kırptığında başımı olumsuz anlamda sallayıp güldüm. Az önce tam olarak yüreğime indirdiğinden haberi var mıydı acaba?
Onun arabasında Eda, Pınar, iki tatlı minik, Buse ve Sare vardı. Sare maşallah önden çıkıp kurulmuştu arka koltuğa ben piknik sepetlerini bizim bagaja koyduğumda benim arabamın hemen arkasındaki kırmızı tofaş ile göz göze geldim. Sürücü koltuğunda ki Oğuz ile bakışırken arabadaki kadronu değişmediğini gördüm. Turgut, Kutay ve Oğuz üçlüsü nedense ayrılamıyorlardı, şahin araba ile daha fazla bakışmak istemediğimden ilerleyip sürücü koltuğuna oturdum. Yolcu koltuğuna tabi ki paşamız Uraz Bey kurulmuştu, arkada ise Göktuğ ve Atakan vardı ben arabayı çalıştırırken Eda arabaya gaz vermeye başladı. Bismillah da bir arabayı çalıştıralım! Sanki kazanabilecekler de yarış sinyalleri veriyorlardı bana.
Ben arabayı park yerinde çıkarırken önüme Eda çıktığında ardına kadar açmış olduğu pencereden ona baktığımda sırıttı ve benim önümden çıktı. Aynı abisi kılıklı! Gıcık hareketleri hık demiş abisinin burnundan düşmüştü gerçekten. Bende onun ardından çıktığımda bir sokak ileride ki ışıklarda yan yana düştük, e şimdi sizi benim elimden kim alacak? Eda arabaya gaz verirken pencereyi açıp güneş gözlüğü hafifçe burnuna düşürüp bana baktı, sonra ise kendini beğenmişlikle gözlüğü yukarı itip pencereyi kapattı. Bak ben uslu duruyorum sonra deli diyorlardı.
Güneş gözlüğümü alıp taktığımda ani bir gaz verdiğimde Eda’nın arabasından birkaç saniye ses gelmedi. Benim yüksek ve ani gazımla şaşırmış olmalıydı ama şansına küssündü çünkü ben çok iyi araba kullanıyorum. Eda daha fazla gaz vermeye başladığında karşılık vermedim, havlayan köpek ısırmaz diye de bir gerçek vardı şimdi. Sarı yandığında saniyeleri içimden sayıp gaza yüklendiğimde yeşil yanar yanmaz geçtim.
Eda’dan önde çıktığımda Atakan telefonunu arabaya bağlamış en havalısından bir müzik açıp sesi sona çekmişti. Hepimiz daha fazla gaza gelirken ben her an daha fazla asılıyordum gaza, makas yaparak trafikte ilerliyordum ama Eda’nın da benden aşağıya kalır yanı yoktu. Tam dibimdeydi araba sürmeyi sevgili abisinden öğrendiği çok belliydi ama abisi bile beni yenememişti, şansına küsecekti bugün.
Eda ile tam yan yana geldiğimde pencereyi açıp bir sigara yaktım sigara olan elimi pencereden dışarı uzattığımda içime çektiğim nefesi onlara bakarak üfledim. Camları kapalıydı ama gördüklerini biliyordum ki gördüklerini Eda’nın gaza asılması ile anlamıştı ama bende asılmıştım. Tek elimle rahat bir şekilde konuşurken diğer üçlü de benden geri kalma zahmetine girmeyip sigaralarını yakmışlardı.
Sigara bitince camdan atıp camları kapattığımda piknik alanına yaklaşırken aynadan Eda’nın başka bir yola saptığını görünce sırıttım. Kestirme kullansalar bile beni yenemeyeceklerdi, ben kaybetmeyi sevmezdim. “Komutanım nereye gittiler?” Gaza daha fazla asılırken Göktuğ’a bakmadan ona cevap verdim. “Korkma sevgilini kaçırmıyorlar.” Atakan kahkaha atarken Uraz sırıttığında bende sırıtmakla yetindim Göktuğ’un yüzü küskün küçük bir çocuğun yüzüne benzediğinde gülümsemem genişledi.
Çocukluklarını yaşayamamış insanlar kaç yaşına gelirse gelsinler o ruhlarında hep yaşardı.
Piknik alanına girdiğimizde drift çekerek park ederken kestirmeden Eda geldi, tam karşıma park ettiğinde sırıttım. “Yalnız komutanım hiç şaşmaz sizinle asla kaybetmiyoruz.” Atakan’ın sözleri ile sırıttığımda dikiz aynasından ona baktım, tabi ki onun da güneş gözlüğü gözlerindeydi. “Çünkü ben kaybetmeyi sevmem.” Göz kırptıktan sonra arabadan indiğimde birkaç saniye sonra diğerleri de indi, Eda ve diğerleri arabadan inerken biz dörtlü olarak onlara sırıtarak bakıyorduk.
Eda'nın suratı ise aynı abisinin suratı gibi turşu suratlı bir hal almıştı kaybedince bile tepkileri aynıydı, kesin ikizdi bunlar. Pınar’ın iki miniği koşarak yanımıza gelirken birisi Göktuğ’un kucağına, diğeri ise Atakan’ın kucağına atladı. Hepsi bizim yanımıza geldiğinde hiçbirinden çıt çıkmamasını bekliyordum ama tabi ki beni yanıltan Pınar’dı. “Dönüşte sizinle gelmeyi düşünüyorum Umay, bunlar hep yeniliyor.” Eda’nın ve diğerlerinin yüz ifadesini gördüğümde kahkaha attığımda Pınar sırıttı.
Bu kadının yeri bende farklıydı.
“Öyle olsun Pınar abla bu muydu bizim hukukumuz?” Eda’nın isyanı ile keyfim yerine gelirken genişçe sırıttım. “Ayrıca bir kere ben kaybetmeyi hiç sevmem.” Buse’nin isyanına sırıtırken araya Sare girdi. “Kesinlikle katılıyorum, olmadı yani saf değiştirdin şu an.” Kaşlarım havalandığında tam Pınar’ı savunmaya geçiyordum ki ortama dalan kırmızı bir şahin vardı, gelip tam benim yanıma park ettiğinde benim arabanın tüm karizması çizildi. Tek başına siyah renkle gayet asil takılan arabamın yanında kırmızı bir şahindi vardı artık.
Bizim üçlü arabadan indiklerinde bizim yanımıza geldiklerinde Kutay güneş gözlüğünü çıkararak sordu. “Kim kazandı? Biz yetişemedik de.” Hepimiz kahkaha attığımızda Oğuz’un suratı düşerken bizi umursamayarak gidip iki minikle oynama kararı aldı.
“Biz kazandık tabi ki.” Göktuğ’u sırıtarak söylediklerine pişman eden Buse olmuştu, Buse’nin bakışlarını görünce Göktuğ yiyeceği tribin büyüklüğünü anladı. Buse tam ona trip atıp gidecekti ki benim sesimle durmak zorunda kaldı. “Evet o zaman kaybedenler ceza olarak eşyaları taşısın.” Arabamın bagajında piknik sepetleri olduğundan arabanın anahtarını Sare’ye doğru attığımda Sare havada yakaladı. Ben Pınar’ın koluna girip ilerleyecekken Eda’nın isyani ile durduk. “Ama o niye taşımıyor? Haksızlık bu!” Sırıtarak omzumun üstünden onlara baktığımda konuştum. “Pınar ayrıcalıklı.”
Onlar isyan ederken Pınar’ın koluna girip piknik alanı bulmaya giderken diğerleri de arkamızdan geliyordu. Biz güzel bir piknik alanı bulduğumuzda üç tane masayı birleştirip oturduğumuzda diğerleri turşu suratla bize doğru geliyordu. Pınar’ın minikleri bizimkilerle oynarken ben Pınar’ın sesi ile bakışlarımı Bona çevirdim. “Ee Umay nasıl gidiyor?” Anlık boş boş baktıktan sonra ne diyeceğimi bilemedim, yani doğruyu söylemek gerekirse gitmiyordu.
“Ne nasıl gidiyor?” Konuyu çevirmeye çalıştığımda salağa yattığımı anladığı için sırıtarak masanın üstünde öne eğildi. “Ayberk nasıl diyorum?” İsmi geçtiği anda kalbim yine ritmini şaşırırken benim yaşadığım şoku belli etmemeye çalışarak salağa yattım. “Bilmem nasılmış?” Pınar’ın sırıtışı genişlerken ben yutkundum, anlamıştı ve ben felaket sıçmıştım.
“Hadi ama Umay birbirinizi sevdiğinizi anlayabiliyorum.” Ulan ben daha yeni anladım sen ne zaman anladın be kadın! “Sen ne zaman anladın? Nasıl anladın?” Sorumlarıma cevap ararken Pınar gururla göğsünü kabarttı. “Geçen piknikte anladım, bir bakışınızdan anlarım ben.” Yetenek falandı galiba ama sorunum bu değildi çok ciddi sorunlarım vardı.
Onu sevdiğimi bilen vardı artık ve ben zaafımı resmen ortaya çıkarmıştım.
Ben ne cevap vereceğimi düşünürken beni bu zahmetten kurtaran Eda’nın piknik sepetini Pınar ile benim arama, masanın tam ortasına koymasıydı. Bizimkiler turşu suratları ile bizi izlerken Göktuğ ortama dalış yaptığında bu sefer onu tripten kurtaramayacaktım. “İzninizle masayı kuracağız.” Buse Göktuğ’a ters bakışlarını atarken aynı zamanda bize de trip atıyordu, bana ne kardeşim ben mi kaybettim yarışı?
“Yardım edeyim mi yavrum?” Göktuğ’un yumuşak sözleri Buse’nin gardına büyük bir darbe indirmişti çünkü bilirdim en olmadık zamanlarda böyle söyleyip kalpleri çeliyorlardı. Ben henüz daha yaşamamıştım ama o yeşilleriyle bana bakması bile gardıma büyük bir darbe olurdu. “Sen anlarsın sanki?” Buse ters davranmaya çalışsa da sırıtmamak için zor duruyordu, Göktuğ Buse’nin gözlerinin içine bakarak tam ortamızdaki sepeti kendine çekerken sırıtarak konuştu. “Bakalım anlıyor muymuşum?” Buse sırıtmamak için yanağının içini dişlerken ben bu ortamda daha fazla duramayacağım için ayaklandım, hayır ben sevdadan kaçtıkça gelip beni buluyordu. Ben kafam dağılsın diye geliyordum baktığım her yerde buram buram aşk kokusu vardı, bu hayatın bana cilvesi falandı.
Turgut, Kutay ve Atakan, Berat ve Kaan ile oynuyorlardı bizim paşa hazretleri ise hamağı kurmuş, hamağa uzanmış, elini başının altına atmış yatıyordu. Şu Uraz’daki rahatlıktan istiyorum diyecektim onu tanımasam ama onun da en az benim kadar yaralı olduğunu biliyordum. Uraz'ın her şeyini biliyorum o da benimkini biliyor ama başkaları bizim hakkımızda bu kadar geniş bilgiye sahip değillerdi.
Benim yetimhanede yaşadıklarımı bilen tek kişi Uraz’dı.
Ali albay bile bilmiyordu o bir yıl içerisinde yaşananları ama Uraz biliyordu bu kadar dostumdu ama şu an ben burada alev alev yanarken keyif çatması da hoş değildi yani. Gidip hamağı bağladığı ağaca yaslanıp dibinde dikildiğimde benim geldiğimi biliyordu ama bilerek bilmiyormuş gibi davranıyordu. Paşamız üşendiğinden komutanı geldiği için kalkıp hazır ola geçmeye üşeniyordu çünkü. “Keyfin yerinde mi teğmenim?” Uraz bıkkın bir nefes verdiğinde gözlerini araladı tepesinde Azrail gibi dikildiğim için göz göze geldiğimizde otuz iki diş sırıttım. Yattığı yerden kalkıp hazır ol da durduğunda bana attığı samimi bakışlar görülmeye değerdi. “Rahat teğmenim.” Sinirden yanağının içini dişleyip sırıtırken bende sırıttım.
“Ne var? Sıkıldım.” Benim ters sesimle hamağa oturup bana baktı. “Ne yapmamı bekliyorsun? Dans mı edeyim?” Anlık hayal ettiğimde kahkaha attım bunu yaparsa cidden eğlenirdim ama yapmayacağını biliyorum. “Olur.” Benim onaylamam ile la havle çektiğinde ikimiz de sessiz kaldık ama bir saniye falan sürdü, çünkü cenabet yine bizi bulmuştu tabi. Kafamı çevirip bizimkilere baktığımda gördüklerime şaşırmayı artık bırakmıştım, şaşıramıyordum artık.
Bu sefer olaya Pınar’ın minikleri de dahildi. Berat ve Kaan bir adım karşılarında duran küçük kıza laf atıyorlardı, kızın yanında dikilen adam da büyük ihtimalle abisiydi. O da bizim Kutay, Turgut ve Atakan ile ağız kavgasına girmişti, kenarda ise Göktuğ bir adamın üstüne yürüyordu. Diğer kenarda olaydan çok uzak bir şekilde masaldaymış gibi olan Eda bir köpeğin başını seviyordu ama o sevmeyi bıraktıktan sonra köpek gidip masada ki piknik sepetinden paketli tavuğu alıp kaçmaya başladığında Eda küçük bir çığlık atıp köpeğin peşine düştü. Ve bu sırada Uraz’ın sesini duydum.
“Tanımıyormuş gibi yapmak en iyisi.” Öyleydi ama biraz daha ayırmazsak felaket bir kavga çıkacaktı, ben oflayarak yaslandığım ağaçtan doğrulup bir adım attığımda Uraz anında peşimden geldi. “Ne oldu?” Bir anda hareketlenmesi ile kaşlarım çatıldığında bana bakmadan yürümeye devam etti. “Sen oraya gidersen daha büyük belaya bulaşacağın için peşinden geliyorum.” Kahkaha attığımda Uraz’ın suratı turşu suratlıydı ama hafifçe sırıtıyordu.
Evet tanıştığımızdan beri bana çocuk bakıcılığı yapıyordu, çünkü içimde öldürdüğüm o kız çocuğu sadece ona diriydi.
Bizimkilerin yanına gittiğimizde konuya daldım. “Ne oluyor burada?” Küçük kızın tepesinde dikilen adam bana ters ters baktığında ters bir şekilde konuştu. “Sen karışma.” Beni mi susturuyordu o? Sinirlerim bir volkan misali yükselirken Uraz’ın eğilip kulağıma fısıldadığını duydum. “Mümkünse öldürme.” Döveceğimi filan düşünüyordu ama ben sakinliğimi koruyarak bizimkilere döndüm. “Ne oluyor burada?”
Benim sorumla hararetli bir şekilde anlatmaya başladı Turgut. “Bu küçük cadı geldi Berat’ın yanağından öptü arkadaşta abisiymiş geldi Berat’ı suçladı sen nasıl öpersin diye, bizde tabi ki savunduk yiğidimizi. Ama arkadaş anlamamakta inat ediyor.” Sonra öfkeyle adama döndü. “Bak bilader diyorum ki senin kardeşin öptü neyini anlamıyorsun sen?” Adam yine aynı şeyi savundu.
“Lan gördüklerime mi inanayım sana mı?” Kutay yükselip adamın üstüne doğru yürürken küçük kız çocuğunun bakışları Berat’taydı. Yere çöktüğümde hepsinin bakışları bana dönerken ben tatlı kız çocuğuna bakarak yumuşak bir sesle konuştum. “Sen mi öptün ablacım?” Kız bana şöyle bir bakış attığında dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken konuştu. “Seni ilgilendirmez.”
Beni? Ulan buranın ağası benim tamam mı? Çok yükselip saçmaladığımı fark edince sakinliğimi korumaya çalıştım ama birazdan buradan bir ceset çıkacaktı. “İnsanlarla böyle konuşman çok ayıp ayrıca bunu bana söylemen lazım, sen mi öptün?” Şu an resmen kim kimi öpmüş diye tartışıyorduk ya ona inanamıyordum. Onun dışındaki hiçbir şeyde sorun yoktu çünkü. “İstediğim gibi konuşurum.” Bana dil çıkardığında bu küçük cadıya şaşkın şaşkın bakarken arkamdan Uraz’ın gülmemek için kendini tutarken çıkardığı sesleri duydum. Benimde sinirden gülesim geldiğinde çöktüğüm yerden kalktım.
“O it öptü.” Kızın abisi Berat’a it dediğinde bende şarteller atmıştı ama benden önce atan başkaları vardı. “Ulan küçük, masum çocuğa it demeye utanmıyor musun göt herif? Hem suçlusunuz hem güçlü! Al cadı kardeşini de git buradan elimde kalacaksın yoksa!” Kutay adamın üstüne yürürken ve olay kızışırken tatlı bir çocuk sesi duyuldu, bakışları aşağıya çevirdiğimde sesin sahibinin Kaan olduğunu fark ettim.
“Abim hiçbir şey yapmadı o öptü.” Kaan bile kıza kinli bakışlar atıyordu, Kaan’ın abisini çok sevdiğini biliyordum kavga etseler de birbirlerini kimseye paylaşmıyorlardı. Bir de yakışıklı çocuklar olmaları bu ikisini fena yapıyordu. “Sen sus bücür.” Abisinin terslemesi ile tam ben araya girecekken olay yine bana kalmadı.
“Ne oldu haklı olunca susturuyorsun değil mi? Bak yürü git yoluna elimde kalacaksın şimdi.” Olayın saçmalığına şaşırmayı bırakmıştım bende sinirleniyordum bu saçmalığa. Atakan’ın yükselmesi ile derin bir nefes verdiğimde işler iyice kızışıyordu, bunu engelleyen ise Uraz olmuştu. “Tamam her neyse kapatın konuyu.” Uraz’ın kalın tok sesiyle herkes sustuğunda ben ağırlığı tek bacağıma vermiş kollarımı göğsümde bağlamış küçük kıza bakıyordum. Geçenlerde Sare küçük çocukla kavga etti diye şaşırıyordum, çok haklıymış. Küçük cadı!
Abisi ile bizimkiler ters ters bakışırken Uraz araya girip bizimkileri geri çevirdiğinde bakışlarımı az ileride ki dörtlüye çevirdiğimde boş boş baktım. Göktuğ adamın yakasını kavramış büyük ihtimalle sövüyordu, Buse ayırmaya çalışıyordu Sare ise durmuş izliyordu. Bu Pençe timi niye böyleydi ben anlamıyordum normal insanlar gibi kavgayı ayırsak olmazdı illa izleyecektik, hoşumuza gidiyordu. Gerçekten tim olarak psikoloğa gitsek dönüşümüz eve değil tımarhaneye olacaktı.
Bu sefer olaya el atmak için onlara ilerlediğimde Uraz yine peşimdeydi, küçük çocuğa kurulduğumu gördükten sonra bana güvenmiyordu muhtemelen. Yanlarına geldiğimizde seslendim. “Göktuğ ne oluyor?” Göktuğ adamın yakasını bıraktığında Sare’nin sırıtışı izlediği çizgi film kapatılmış çocuk gibi soldu, bunu umursamamaya çalıştım. “Buse’ye yürüdü it.” Burnumun kemerini sıktığımda attığım bir bakışla Göktuğ geri adım atacakken Göktuğ suratına bir yumruk yedi adamdan. Ama sarsılmadı bile, en küçüğümüzün heybeti bile bir dağ kadardı, işler miydi bordo bereliye? Yazık olmuştu adama, bu saatten sonra ben bile alamazdım onun elinden, ama beklemediğimiz şey o an gerçekleşti. Adam yüzüne demir gibi bir yumruk yediğinde geriye düştü ama yumruk Göktuğ’dan değil, Oğuz’dandı. İki saattir kayıplara karışmış adam iki saniyede ortaya çıkmıştı.
Bizden elli metre ileride ki polislerle göz göze geldiğimde derin bir nefes aldım, eğer o yemekleri yemeden karakola gitmek zorunda kalırsak hepsini ben dövecektim. Polisler salına salına bize doğru ilerlerken Oğuz ve adam yumruk savaşına girerken Eda’nın çığlığını duyduğumda anında o tarafa döndüm.
Peşinden koşan dört tane köpeği ve Eda’nın elindeki paket tavuğu görünce gülme işini sonraya bıraktım çünkü ona zarar gelmesine izin veremezdim. Eda bana doğru koşarken ben ona doğru ilerledim yerden kalın bir sopa aldığımda Eda benim arkama geçmiş yere oturmuş soluklanmıştı. Fark ettiğim şeyle içimde garip bir his oluştu.
Arkama geçtiği anda bana güvendiğinden kendini bırakmıştı, en başından beri bana çok güveniyordu.
Onu koruyacağımı biliyor, bana güveniyordu.
Ayrıca bizimkilerin heybetinin arkasına saklanmak yerine gelmiş benim arkama saklamıştı, içimde oluşan his ise kardeşlik gibi bir şeydi. Abi kardeş kalbimin içinden geçmeye yemin etmişlerdi sanki.
Köpekler tam karşımda durduğunda sopayı onlara doğru salladığımda geriye çekildiler bene onların üstüne yürüdüğümde ise korkup kaçtılar. Dönüp Eda’ya baktığımda sırıttığını gördüm. “Köpeklerle tavuk kavgasına girmedim de demem artık.” Dediğinde başımı olumsuz anlamda sallayarak sırıttım, şaka gibi kadındı. Ona elimi uzattığımda tutarken onun güç kullanmasına gerek kalmadan ben kolayca onu ayağa kaldırdım.
“Yenisini alırdık dert değildi.” Piknik alanının dışında büyük bir market vardı, bulacağımızdan şüphem yoktu. “Benim olanı kimseye vermem.” Anlık abini bana veriyorsun diyecektim ki pot kırmadan kendimi susturmayı başardım. Ben tam bir şey söyleyecektim ki bakışlarımı yan tarafta dönen kaosa çevirdim.
Polisler bizimkilerin başında dikilmiş sorguya çekiyordu, Oğuz bilerek özel kuvvetler kartını göstermemişti çünkü sivil dövmesinin yasak olduğunu biliyordu. Ben Eda’ya bakıp iyi olduğundan emin olduktan sonra onların yanlarına ilerlediğimde içimdeki koruyucu duygularla polislere çıkıştım. “Acaba şu köpeklere de bir el mi atsanız polis bey? İşiniz güvenliği sağlamak ama hiç de sağlanmıyor.” Olaydan alakasızlığımla polisler bana boş boş bakarken, asıl tüm olaylardan habersiz Pınar daldı aramıza. “Ben sebzeleri yıkadım Umay sen salatalığı yapar mısın?” Bakışlarımı yanımda duran Pınar’a çevirdim bir ona bir sebzelere baktım.
Masada otururken memnuniyetsiz gözlerle etrafa bakıyordum, acıkmıştım çünkü. En güzelin bela gelip bizi bulduktan sonra her şey normale dönmüştü ama beş dakikadır yani her an her şey olabilirdi. Pelin ile karşılıklı otururken sanki bana bir şey demek istiyormuş da söyleyemiyormuş gibi bir hali vardı. Dileğim Ayberk konusunu açmamasıydı çünkü kardeşim olsa da bu konu biraz farklıydı, Ayberk bana ettiği aşk ilanını ona söylemiş miydi bilmiyordum ama içimde ki hisler de ok hayra alamet değildi.
Aramızdaki gerginlik her an daha fazla artarken hamakta uzanan Uraz’a baktım o da hissetmiş gibi bakışlarını bana çevirince yardım isteyen bakışlarla ona bakmaya devam ettim. Neden yardım istediğimi anlamış olacak ki söylene söylene oturduğu yerden kalkıp yanımıza geldi, tüm heybetiyle tepemizde dikildiğinde başımı kaldırıp ona baktım. “Komutanım biraz konuşabilir miyiz?” Bakışlarını sadece benim üstüme dikmiş bakıyordu çünkü Pelin ile birbirlerinden haz edemiyorlardı. Hiç anlaşamamışlardı birbirleri ile bu yüzden muhatap olmuyorlardı. Ben oturduğum yerden kalktığımda bizimkilerden uzaklaşarak yürümeye başladık ikimiz de sessizken benim yine yüzüm düşmüştü.
Çünkü Pelin’in Ayberk’i sevdiği bariz belliydi ve bu işleri iyice karıştırıyordu. Sevdamı bir başkasının ellerine verme ihtimali delirmeme sebep oluyordu.
Bizimkilerden uzakta, bizi göremedikleri bir masaya karşılıklı oturduğumuzda Uraz bir sigara yaktı ve bana da uzattı ama almadım. Sigara bile içmek istemiyordum Uraz sigarasının dumanını üflerken konuştu. “Ne yapacaksın?” Benim ona sorduğum soruyu o bana soruyordu ve bende bilmiyordum. “Bilmiyorum Göktürk çoktan benim zaafım oldu Uraz.” Duydukları onu şaşırtmamıştı beni benden daha iyi tanıdığı için büyük ihtimalle benden önce anlamıştı. Ses çıkarmayınca bende devam ettim.
“Zaafımı belli etmemek istiyorum ama sevdamı bir başkasının eline verme ihtimali...” Bu ihtimalle bile kaşlarım çatıldığında cümlenin devamını getirmek istemedim, sessiz kaldığımda beni şaşırtan Uraz’ın cümleleri olmuştu. “Sen Ayberk’i reddetsen de o başka bir kadına bakmaz, nasıl sen sevdanı içinde yaşayıp yanarsan o da aynı şekilde yanar.” Sözleri kalbimi hızlandırırken aklıma gelen ifade yine de düşen yüzümü düzeltmedi. “Ama mantıken kimse onu sevmeyen birin ömrünün sonuna kadar beklemez. Ayrıca Pelin birçok yönden iyi bir kadın istediği kişi elde etmesi zor olmaz.” Benim sözlerimle dudaklarının kenarında bir tebessüm belirdi bu tebessüm bir sürü yaşanmışlıkla doluydu, hem ona hem bana ait olan.
“Sevda mantık değil kalp işidir o yüzden bu ihtimal dahilinde bile değil, bunun dışında ne yapmayı düşünüyorsun?” Bilmiyordum işte ne yapacağım hakkında zerre fikrim yoktu ofladığımda bakışlarım etrafta gezindi. Buna karar vermek bu kadar zor olmamalıydı, isteklerime boyun eğmek istiyordum ama beni engelleyen bir mantığım vardı. Ben dudaklarımı dişlerken bakışlarım yine Uraz’ın gözlerine döndü bir şey söylesin istedim beni bu çıkmazdan kurtarsın istedim ve bu sefer söyledi.
“Objektif olarak düşünürsek her ne kadar zaaf olsa da bu sevdayı hak ediyorsun çünkü Ayberk seni üzmez Umay. O adam sana sadece merhem olur. Ama benim açımdan bakacak olursak kimse seni hak etmiyor otur oturduğun yerde.” Son cümlesi ile kıskançlığına kahkaha attım bir abi gibi beni koruyordu.
Belki kendi erkek kardeşimin katili olmuştum ama kan bağımın olmadığı bu abimi yaşatmıştım.
Benim için hem abi hem de kardeşti, benim için birçok şey demekti. Ama şu anda odaklanmam gereken farklı şeyler vardı. “Objektif olarak düşünürsek sevdamı yaşamalıyım öyle mi?” Uraz sigarasını içerken sessiz kaldı bir süre sonrasında cevap verdi. “Çoktan zaafın oldu Umay bundan sonra saklasan da bir şey değişmez, ona gelecek her türlü zarar mahveder seni. Bu yüzden sevdanı yaşa ve sevdana sahip çık ne başkalarının eline ver ne de zarar gelmesine izin ver.” Kalbim hızla attığında söylediklerinde haklı olduğunu anladım.
Zaten zaafım olmuştu.
Ben çoktan yenilmiştim.
Uraz'ın ses tonu, söyledikleri ban bir örnekti hem de çünkü onun sevdası yarım kalmıştı, o canı pahasına sevdasını korumuştu ama sevdası onu terk etmişti. Ayberk’in beni terk etmeyeceğinden, sadakatinden ve birçok şeyinden emin olduğu için arkamda duruyordu. Yaşa diyordu ve zaten inanmak için bahane arayan kalbim istediği bahaneyi bulmuştu, mantığım ise hala kafamı bulandırıyordu. Boktan bir şeydi!
Uraz bana söyleyeceğini söylemiş bundan sonrasını bana bırakmıştı sigarasının sonunu içip ayaklandığında bende ayaklandım. Yan yana yürürken ne yapacağım diye kafayı yerken bizimkilerin yanına gelmiştik. Bizimkiler masayı kurmuştu mangalı bile yapmışlardı ve bizi bekliyorlardı ama benim odak noktam orası değildi. Bir çift yeşillerin sahibiydi odak noktam. Burada ne işi vardı?
Onun yeşilleri enim üzerimdeyken benim bakışlarım etrafta geziniyordu özellikle aşk ilanı etmiş bir adamın gözlerine aşık aşık bakıp ona umut veremezdim, hele ki ne yapacağımı bilemiyorken. Bizi aydınlatan Eda olmuştu. “Çok şey kaçırdınız, siz yokken su savaşı yaptık abimde bana yeni kıyafetler getirdi.” Neden burada olduğunu anlamıştım iki dakika bıraktığımızda savaş çıkarmalarına şaşırmıyordum artık. Ben ne diyeceğimi bilemezken Pelin’in Ayberk’e söyledikleri içimde büyük bir depreme sebep oldu. “E madem geldin sende bize katıl.” Senli benli konuşmalarına mı takılsaydım yoksa teklife mi?
Ayberk'in bakışlarını üstümde hissettiğimde korkaklık etmeyi bırakıp bende bakışlarımı ona çevirdim. Yeşilin en güzel tonu gözlerindeki soğukluk benimle göz göze geldiğinde yavaşça dağıldı, yüzündeki sert ifade bana bakarken yok olup yerini dudaklarında oynayan silik bir tebessüme bıraktı. Bu küçük ayrıntılar bile kalbimin ritmini şaşırmasına yetti.
“Evet abi, hadi sende gel.” Eda abisinin elini tutup çocuk gibi hafifçe olduğu yerde zıpladığında Ayberk’in bakışları benden ayrıldı ama ben onun yakışıklı yüzünü izlemeye devam ettim. “Katılırım abim.” Şu an gözüme fazla çekici gelmesi normal miydi? Gerçi bana kalırsa hep çekiciydi. Ama onda beni gülümseten şeylerden biri de buydu; abiliği. Eda’nın belki de en şanslı olduğu konu buydu böyle bir abiye sahip olması büyük bir şanstı.
Eda mutlulukla olduğu yerde zıpladığında Ayberk onun çocuksu haline gülümsedi, hoşuna gidiyordu anlaşılan. “Hadi o zaman etler soğuyacak.” Yan yana birleştirdiğimiz masaya geçtiğimizde Ayberk oturduğu anda Pelin gidip onun yanına oturdu, bunu görünce içimde bir deprem daha yaşandı. Ama Ayberk benimle göz göze geldiğinde gözlerindeki isteksizlik her şeyi açıklıyordu, sesli dile getirmiyordu ama ben bakışlarından anlıyordum. O anlamadığımı sanıyordu ama ben sonuna kadar anlıyordum.
Bende Ayberk’in karşısına oturduğumda Pelin oturduğu yerden içecekleri doldurmaya başladı, Ayberk’in önüne kola koyduğunda uzanıp onu kendi önüme çektim ve ayran dolu bardaklardan birini Ayberk’in önüne koydum. Bakışlarımı Pelin’e çevirdim. “Ayberk gazlı içecek sevmez.” Ardından gülümsediğimde Pelin’de gülümsedi ama ikimizin gülüşü de samimi değildi. Ayberk’in yeşilleri ile denk düştüğümde tek kaşını kaldırdı nereden bildiğimi soruyordu. İyi bir gözlemciydim ve gördüğüm kadarıyla gazlı içecekleri pek tercih etmiyordu.
Diğerleri tabakları hazırlarken Pelin’de onları herkese dağıtıyordu önüme gelen tabağa baktığımda kanat olduğunu gördüm. Bakışlarımı Ayberk’in tabağına çevirdiğimde onda tavuk budu olduğunu gördüm ve Pelin’de de ayısı vardı, Pelin tavuk budu sevdiği için ona da aynısından vermişti ama Ayberk tavuk budunu değil kanat tercih ederdi. Pelin Ayberk’in yanına kurulurken ben Ayberk ile tabaklarımızı değiştirdim.
Pelin bana bakarken sorduğunda bakışlarımı ona çevirdim. “Neden değiştirdin?” Sevmezdi çünkü, ayrıca içimdeki kıskançlık depremleri hiç de hayra alamet değildi. “Ayberk kanat sever çünkü.” Pelin ben sevdiğim için bana kanat vermişti ama ikimiz de aynı şeyi tercih ediyorduk. Pelin bozulmuştu ama belli etmeyerek samimiyetsiz bir şekilde gülümsediğinde Ayberk benim önümdeki tabağı alıp yerine kanat dolu bir tabak koydu.
Bakışlarım ona döndüğünde gamzesini bana sunarak gülümsediğinde bende gülümsedim. Çünkü kararımı vermiştim.
Benim öldürdüğüm ama onun tekrar ortaya çıkardığı kalbimi seçmiştim.
**********
Arkadaşlarrr yeni bölümle geldim evet yine olaylı bir bölümü daha geride bırakmış olduk Umay'ın artık kalbini seçtiğini öğrendik ve size söylemem gerekirse sonraki bölümlerde Umay ile Pelin'in arası daha fazla kızışacak çok farklı şeyler okuyacağız hazırlıklı olun yani. O zaman yorumları sizlere bırakıyorum, beni takip ve oy vermeyi unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>>
**********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.82k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |