

Bizim ilde doğan olur, baz olur, kara taşa pençe vursa iz olur.
***
Bu iş böyle olmayacaktı işler iyice uzuyordu Uraz iti konuşturmuştu ama o itin yerini tam olarak öğrenememiştik. Babasına yerini söylemeyen askerine de söylemezdi tabi ama en son görüştükleri biliyorduk ve bu bize hiçbir şey kazandırmıyordu. Bize onun tam yeri lazımdı yoksa diğer türlü boşa kürek çekecektik. Eve geri dönmek gibi bir niyetimiz ise asla yoktu biz hiçbir görevi tamamlamadan eve dönmemiştik ve yine dönmeyi düşünmüyorduk ama ne yapacağımız hakkında bir fikrimiz de yoktu. Bir şekilde o iti bulmamız gerekiyordu bizde ele başları olan bu it ile onlara ulaşmak istemiştik ama Uraz konuştururken onun Azraili olmuştu. Elini attıkları ellerinde kalıyordu bu adamların, hiçbirinin ayarı yoktu. Hala köyün yakınında dururken hepimiz sessizdik ne halt edeceğimizi düşünüyorduk.
“Biri şu itle temasa geçsin yem atacağız önüne.” Aklıma gelen fikirle aramızdaki sessizliği bıçak gibi keserken hepsinin bakışları bana döndü. Ele başlarının üstünden çıkan tuşlu telefon ile o itle temasa geçip kendimi ona yem etmeyi düşünüyordum. “Ne?” Atakan’ın sorusu ile hiçbirinin anlamadığını fark ettiğimden aklımdaki fikri açıkladım. “Şunun üstünden çıkan telefonla o itle temasa geçeceğiz komutan yakaladık deyip kendimi yem edeceğim o da bize gelecek. Bizde onu alacağız.” Benim kendimi yem etme fikrime karşı çıktıklarında canım timimi dövmemek için kendimi zor tuttum. Ulan derdiniz bu mu!
Onlar itiraz ederken tuşlu telefonu alıp kayıtlı olan tek numarayı aradığımda ilk konuşan ben değil o it oldu. “Ah bekle güzel haberi verme ben görmeye geliyorum o Türklerin o zavallı hallerini görmek istiyorum. Bakalım yine oradan çıkmamak için direnebilecekler mi?” Kahkaha attığında garip garip telefona baktım niye garip konuşuyordu bu? Psikopat derken bu garip şeyden mi bahsediyorlardı? Ben insan olduğundan şüpheleniyordum şu an. Ayrıca o it kimdi de Türklerin zavallı olduğunu görecekti? Tarih bilgisi yoktu anlaşılan tarih hiçbir zaman zavallı olduğumuzu yazmamıştı, yazmayacaktı da. Kendi ayaklarıyla Azrailin kucağına gelecekti. “Emredersiniz.” Sesimi değiştirip söylediklerimle kahkaha atarken bende sırıttım. Bakışlarımı bizimkilere çevirdiğimde sırıtışım genişledi. “Anlaşılan gitmemize gerek kalmadı avımız bize kendi ayaklarıyla geliyor.” Anlamadıkları için kaşları çatılırken sırıtan tek kişi Uraz’dı telefon konuşmasını duymuş olmalıydı.
Köyün çıkışında pikapların geleceği yönde otururken dışarıdan asıl psikopat olan biz gibi görünüyorduk. Ama güzel bir karşılama yapmazsak olmazdı değil mi? “Komutanım geliyorlar.” Kutay’ın onayı ile tan atarken aynı tuşlu telefondan onu aradım ama bu sefer kendi sesimle konuştum. “Bozkurtların gece ava çıktığını ve güneş doğduğunda ise avlanmadıklarını biliyor muydun?” Birazdan güneş doğacaktı tahmini yarım saat vardı. Şimdiden onu arayıp Azrail’ine geldiğini söylemem gerekiyordu ona kaçma şansıda veriyordum ama yanında getirdiği üç pikaba güveniyor olmalıydı.
“Sen kimsin?” Kim olduğumu gayet iyi anlamıştı ama elbette anlamamazlıktan geliyordu devam edebilirdi. Pikaplar görüş açımıza girdiğinde kasasındaki adamlar anında tetiğe geçti biz ayakta dikilmiş onları bekliyorduk. Böyle açıkta beklememiz saçma gelebilirdi ama onlar bizi vurmadan zaten öleceklerini biliyorduk. “Kadın asker ha? Bu Türkler gerçekten çok çılgın.” Eğlenen sesini duyduğumda usulca sırıttım daha ne çılgınlıklarımız vardı.
“Siz ise Azrail’inizin kucağına gelecek kadar aptalsınız.” Benim sözlerimle kahkaha attı pikaplar bize doğru gelirken bende sırıttım. “Sence o kadar aptal mıyım? Yanımda getirdiklerim sizden daha fazla ama ben yine önlemimi aldım. Ha bu arada söylemiş miydim uçan şeyleri çok severim.” Bir helikopter sesi duyulduğunda kahkaha attı. “Komutanım bu it savaş helikopteri getirmiş.” Göktuğ’un sözleri ile sırıttım güzel onu da alırdık. İt kahkaha atmaya devam ederken telefonu kulağımdan uzaklaştırıp telsizden Kutay’a seslendim. “Kutay bizim helikopter ne zaman gelecek?” Ali albay bize biraz sövmüş hatta helikopter göndermiyorum demiş sonradan helikopterin yola çıktığını bize bildirmişti. Planımız tıkır tıkır işliyordu hesaba katmadığım tek şey helikopterdi onu da ben indirirdim dert değildi. Daha önce bir tane indirmişliğim vardı.
Pikaplar bize doğru yaklaşırken ben gözlerimi kısarak daha fazla yaklaşmalarını bekledim, biraz daha. Onlar yaklaşırken ben telefonu tekrar kulağım getirdim ve konuştum. “Bende uçan şeyleri çok severim.” Ve bom. Pikapların ikisini kurduğumuz bomba sistemi ile havaya uçarken bir tanesi hasar gördü hasar görenin içinde o vardı. Diğer pikaplar havada uçup yanarken onun olduğu pikap takla atmış, dumanlar çıkarmaya başlamıştı. Havadaki savaş helikopteri bizi hedef alırken gelen gürültünün ve ateş sesinin ardında bizden uzak bir bölgeye düştü. Bizim birkaç metre ilerimize bizim helikopter inerken sırıttım.
Uçan şeyleri de düşen şeyleri de severdim.
Atakan ve Göktuğ gidip o pikaptan iti çıkarıp getirirken baygın olduğunu gördüm bu daha iyiydi onun kulak tırmalayan kahkahalarının sesini duymak iyi gelmiyordu zaten. Biz onu alıp gidecektik geriye kalanları ile ise helikopterle buraya gelen tim ilgilenecekti. Tim komutanına bir baş hareketi ile selam verdiğimde o da selamımı aldı onlar güvenliği sağlamak için etrafa dağılırken bizde o itle beraber helikoptere bindik. Helikopterin kapısı kapanınca havalanırken sırıtışımı bozan Turgut’un sözleri olmuştu. “Komutanım! Kutay’ı unuttuk!” Kutay hala köyün diğer ucunda konumlanmış durduğunu hatırlayınca birkaç saniye sessiz kaldım.
Kutay'ı unutmuştuk.
Ciddili yaşanmıştı bu şu an.
Ama helikopter havalanmıştı geri indiremezdim sonuçta. “Diğer timle beraber gelsin.” Benim sözümün üstüne helikopterin içinde bir kahkaha tufanı koptuğunda bende gülmemek için yanağımın içini ısırdım. Şu an gülüyordum ama Ali albaya Kutay’ı unuttuğumu nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum. Ama komikti yani. “Komutanım kirayı tek başıma ödeyemem!” Helikopterin içinde olduğumuzdan ekstradan bağırıyordu ama bu kira mevzusu fenaydı. Herkes kahkaha atarken ben burnumun kemerini sıkarak gülmemeye çalıştım. “Kredi çek Turgut!” Oğuz’un önerisi ile kahkahalar daha da artarken kendimi tutmaya çalışıyordum. “Emredersiniz komutanım!” Turgut cevabı ile artık kendimi tutmak için ekstra çaba sarf ederken gülmemeye çalıştım. Ama gerçekten Kutay’ı unuttuğumuza inanamıyordum ciddi ciddi yaşanmıştı. En başarılı timdik sözde ama daha birbirimizi unutuyorduk, bu acemiliği başka biri yapsa çok dalga geçerdim ama şu an yaşanınca gerçekten komikti yani. Ama kimsenin aklına gelmemişti yani Kutay bile kendi kendini unutmuş olabilirdi bu durumda ben masumdum. Biz kahkaha atarken o it uyandığında önce bir etrafa baktı sonra bana baktı ve sırıttı ama asıl sırıtan bendim.
“Lan it sen uçan şeyleri seversin bak uçuyoruz.” Dediğimde herkes kahkaha atmaya başladığında itin sırıtışı soldu kaşları çatılırken nerede olduğunu yeni anlamış gibiydi. “Neredeyim ben?” Bakışları etrafta dolaşırken ben sırıttım şu an havadaydık ama sorusunun cevabı farklıydık. “T.C.’nin sevgi dolu kollarına düştün hadi yine iyisin.” Gerçekten öyleydi bizim ülkemiz yine merhametli bir ülkeydi de bu iti öldürmeyecekti bana kalsa konuşturup gebertmek lazımdı. Ama işte güzel memleketim yine kıymıyordu bu şerefsizlere. İt ayağa kalkmaya çalıştığında bizimkiler onu bağlarken bir yandan da kahkaha atıyorlardı. Kutay’ın unutulma mevzusuna bir süre güleceklerdi anlaşılan.
*********
Helikopter yere indiğinde bizde indik karşıda bizi bekleyen Ali albayın karşısında ip gibi dizildiğimizde bizi öldürecekmiş gibi bakan gözleri üzerimizdeydi. Göktuğ ve Atakan’ın tuttuğu iti gelip iki asker alırken benim bakışlarım etrafta dolaştı bir çift yeşil hare ile denk düştüğümde içimde beliren özlem inanılır gibi değildi. Onun gözlerinde gördüğüm özlemde kalbimin ritmini yine bozarken ben bakışlarımı mecburi olarak Ali albaya çevirdim. Onun gözlerinde ilk defa korkuyu gördüğümde yutkundum.
“Kutay nerede?” Büyük ihtimalle Kutay’ın şehit olduğunu sanıyordu gözlerindeki korku da bu sebeptendi. Seviyordum bu adamı ama o birazdan beni sevmeyecekti. “Diğer tim ile beraber gelecek.” Unuttuk demeye götüm yemiyordu tabi ama Ali albay malum soruyu sordu. “Neden?” Bu soruya verecek makul bir cevabım yoktu e o yüzden unuttum diyecektim mecburi. “Unuttuk.” Diğerleri gülmemek için kendini tutarken çıkardıkları seslerle benimde gülesim geldi, yanağımın içini ısırırken Ali albayın bakışları hiç de hayra alamet değildi. “Ne yaptınız?”
“Unuttuk.” Ali albay onunla dalga geçtiğimizi falan düşünüyor olabilirdi ama onunla dalga geçmek hiçbir yiğidin harcı değildi. Gayet ciddiydik gerçekten unutmuştuk onu. “Gerçekten Kutay’ı unuttunuz mu?” Ali albay inanamayarak bize bakarken sesindeki şaşkın ton sonra güleceğim bir şeydi. “Evet.” Utanmaz bir insan olup her seferinde unuttuk dediğimde Ali albay daha da şoka girdi. “Nasıl becerdiniz?” Bu soruyu korkarak sormuştu alacağı cevaptan korkuyor olmalıydı bende onun bana vereceği cevaptan korkuyordum zira zaten bana sinirli olduğundan her şeyi yapabilirdi.
“O bizden birkaç metre uzakta etrafı gözlüyordu o sırada olaylar gelişti biz helikoptere bindik o orada kaldı.” Pikapları patlattık, savaş helikopteri düştü ortalık savaş alanına döndü diyemedim tabi. Ali albay bunları bizden söke söke öğrenirdi tabi ama yine şimdilik susmak daha iyiydi malum önce duyduklarını sindirmeliydi. “Ben şimdi gidip Kutay ile iletişime geçeceğim sizde gidin dinlenin kafanızı toplayın, kendinize gelin bu konuyu konuşacağız.” Büyük sıçmıştık önce onu dinlemediğimiz için bizi mahvedecek sonra Kutay mevzusundan dolayı mahvedecekti. Uydu telefonu Kutay’da olduğundan karargahtan iletişime geçecekti neyse ki öyle bir şansımız vardı. “Komutanım bende gelebilir miyim? Kira meselemiz varda.” Turgut Ali albayın peşine takılırken gülmemek için zor durdum, ikonik adamlardı gerçekten.
Hangardan çıktığımda hedefim Ayberk’ti üstümde askeri kıyafetler olduğundan dolayı koşarak ona sarılamamıştım malum üstümde kırk kilo vardı. Şimdi ise doya doya sarılmak gibi niyetlerim vardı onun odasının önüne geldiğimde kapıyı tıklatıp içeriye girdim ne olur ne olmaz diye kapıyı kilitledim. Beni görünce oturduğu yerden kalkıp bana doğru gelirken ben iki adımda koşup boynuna atladım. Kollarımı boynuna dolarken onun kolları da belime dolanırken beni havaya kaldırdı. Tabi iki metre adamdı zorluk çekmiyordu.
Başını boynuma gömüp kokumu içime çekerken ben gülümsedim. “Özledim.” Dedim sadece özlemiştim çünkü çok fazlaydı ama tarif edemiyordum, özlemiştim bilmeliydi. “Hasret tüketti.” Dediğinde ona daha sıkı sarıldım bırakmak istemiyordum bana kalırsa saatlerce ona sarılabilirdim. Ama pek de öyle bir şansım yoktu başımı kaldırıp ona bakarken gülümsedi.
“Ayrıca senin emir dinlememezliğin yüzünden korkudan geberdim.” Ali albayın eve dönün dediğinde dönmememizden bahsediyordu büyük ihtimalle Ali albayı darlamış ve her şeyi öğrenmişti. Beni hala havada tutarken ben onun yeşillerine masum masum bakıp kendimi affettirme çabasına girdim. Sanırım bundan sonra bu olayı çok sık yaşayacaktık çünkü ne o ne de ben asla akıllanmayan iki deliydik. Tam da birbirimizi bulmuştuk.
“Pençe hiçbir görevi tamamlamadan geri dönmez.” Masum bakışlarım eşliğinde kendimi affettirmeye çalışırken güldü belli ki kıyamıyordu kızmaya. “Kıyamıyorum.” Diyerek düşüncelerimi onayladığında kıkırdadım uzanıp yanağına minik bir öpücük kondurduğumda gülümsedi, anında gardını indirdi. “Şimdi eve gidiyoruz ve sen dinleniyorsun deli yürek.” Hayır demezdim tabi ki kokusu ile uyumak alçal gönüllülük yapamayacağım bir konuydu. “Kesinlikle kabul ediyorum.” Dediğimde kıkırdadı en sonunda beni yere indirmek aklına geldiğinde ayaklarım yere değdi. Masanın üstünden telefonunu alırken aklına bir şey gelmiş gibi sırıttı ama bana söylemedi.
Onun arabasına bindiğimizde o sürücü bende yolcu koltuğundaydım o arabayı çalıştırıp sürerken bakışları bana döndüğünde sırıttı. “Gerçekten Kutay’ı unuttunuz mu?” Sende mi der gibi bir bakış attığımda en sonunda kendini tutamayıp kahkaha attı, hayır güzel de gülüyordu kıyamıyordum kızmaya. Ama yine de ayıptı niye gülüyordu? “Emin ol Kutay da kendini unuttu buna adım kadar eminim.” Daha çok kahkaha attığında ben gülmemek için kendimi zor tuttum kendi askerimi unutmuştum gülmemem gerekiyordu ama bana komik gelen nadir şeylerdendi. “Ne o? Kendi askerini unutacak kadar acemi misin yüzbaşı diye dalga geçmeyecek misin benimle?” Bakışları bana dönerken gülmeye devam etti o güzel gamzesine şükretmeliydi.
“Acemi olduğunu fark etmen güzel.” Dediğinde göz devirdim seviyordum ama gıcık da olmuyor değildim şu an. “Seninle görüşeceğiz yüzbaşı yazdım bunu bir kenara.” Benim sözlerime daha çok gülerken ben bakışlarımı cama çevirdim ama bende sırıtıyordum. “Gülmemek için kendini tutma, gülüşünü seviyorum beni bundan mahrum etmeye hakkın yok.” Sözleri ile zaten normalden daha hızlı atan kalbim yine rotasını şaşırdı. Ama romantikliği çok sürmedi çünkü Kutay’ı unutmamıza gülmeye devam etti bende kendimi tutamayıp gülmeye başladığımda daha çok güldü. “Hadi ben askerimi unuttum ama bir insan kendini nasıl unutabilir ya?” Benim isyanımla burnunun kemerini sıkarak gülmeye devam ettiğinde bende güldüm.
Ama gerçekten bir insan kendini unutamazdı, insan telsizden komutanım beni unuttunuz falan derdi adam bile kendini unutmuştu.
Ayberk tüm yol boyunca durup durup buna gülmüştü ama gülüşü de güzeldi bir şey diyemiyordum. Benimle dalga geçmiş sonra da Kutay kendini unuttuğu için Kutay ile dalga geçmişti ama ben bunu yola getirmesini bilirdim. Benim eve geldiğimizde arabadan bizim kata çıkıp evin kapısını açtığımda içeriye girdik. Benim dileğim duş alıp uyumaktı Ayberk’e döndüğümde bu dileğimi sesli dile getirdim. “Ben bir duş alacağım.” Yeşil gözleri bana döndüğünde gözlerindeki muzır ifade sırıtışına da yansımıştı. “Bende geleyim mi?” Üstümde bir sıcaklık dalgası geldiğinde aklıma gelen şeylerden anında uzaklaştım. “Uslu dur Göktürk!” Aklıma gelen şeyleri yok etmeye çalışırken odama yönelip kıyafetlerimi aldım ama onun gülüşünü de duymuyor değildim. Bugün ona iyi eğlence çıkmıştı kıyafetlerimi alıp banyoya girerken ona bakmamıştım dışarıdan tipim nasıl görünüyordu bilmiyordum ama bu yine onu güldürmüştü. Gülebilirdi, izin vereceğim tek insan oydu.
Ben duştan çıktığımda aldığım güzel kokularla acıktığımı fark ettim kokuları takip ederek mutfağa gittiğimde gördüğüm görüntü gerçekten etkileyiciydi. Ayberk benim mutfağımda yemek yapıyordu. Sırtı bana dönük olduğundan görmüyordu ama benim açımdan fazla çekici görünüyordu, kaslı sırtı gerçekten çok dikkat çekiyordu. Ayberk'in yemek yapabildiğini öğrenmek ondan daha fazla etkilenmeme sebep olmuştu, aldığım kokulara bakılırsa gayet de güzel yemek yapıyordu. “Orada durup beni izlemek yerine yanıma gelmelisin.” Beni fark edeceğini elbette biliyordum ama yine bu açıdan olan çekici görüntüsünü bırakmak da istemiyordum. Yanına ilerleyip tezgaha yaslandığımda yakışıklı yüzünü görünce hafifçe sırıttım, kollarım göğsümde bağlarken o ocağın önünde yemeği karıştırmakla meşguldü.
Ocağın altını kısıp tencerenin kapağını kapattığında sırıtarak bana doğru ilerledi, ellerini iki yanımdan tezgaha yaslayıp beni kendi ile tezgah arasına hapsettiğinde başımı kaldırıp ona baktım. O başını eğip bana bakarken bu kadar yakışıklı olması benim kalbime zarardı, adil değildi. “Saçlarınla ne alıp veremediğin var?” Parmakları sanki kırılacak değerli bir şeye dokunur gibi kurutmadığım nemli saçlarıma dokunduğunda kalbim bir darbe daha yedi. Ben bile kendime bu kadar nazik davranmazdım. Gerçi ben kendime hiç nazik davranmazdım. “Saçlarımla alıp veremediğim bir şey yok.” Neyden bahsettiğini anlamadığımdan kaşlarım çatılmıştı.
“O zaman neden hiç kurutmuyorsun?” Parmakları nazikçe saçlarımda dolaştığında içimde kanayan bir yaranın daha kanamayı yavaşça bıraktı.
Tek bir dokunuşu ile bir yaramı daha kapattı.
“Üşeniyorum.” Romantik anımızı bölen cevabımla güldü, gülüşü de çok güzeldi ben saymıyorum adil değil. Ocaktaki yemeklere göz attığında uzanıp nazikçe elimi tuttu, sadece elimi tutması ile kalbim hızlanamazdı. Ama bir bakışıyla bile hızlanan kalbim için bu dokunuş bile fazlaydı, bir gün bu adam yüzünden ecelimle değil de kalp krizinden ölecektim. “O zaman ben kuruturum.” Elimden tutup beni peşinden sürüklerken banyoya girdik sıcak suyla banyo yaptığımdan ayna buhar olmuştu. Aklıma gelen fikirle aynayı silmeden parmağımla aynaya bir yazı yazdım. Ayberk kalp Umay yazmış etrafına da yıldız ve kalp çizmiştim pekala fazla çocukça bir hareketti. O saç kurutma makinesi ile elinde beklerken benim bu çocuksu hareketime yüz buruşturmak yerine gülümsemişti. “Fazla çocuksu bir hareketti.” Ben kendi yaptığım harekete yüz buruşturduğumda yazıyı silmek için uzanacağım sırada o benden önce davrandı.
Aynaya seni seviyorum yazıp kalp çizdiğinde güldüm ben onun yazısına gülerken o bana bakıp güldü, aynadan bunu fark ettiğimde kalbimin ritmi biraz daha şaştı. “İçindeki çocuğu saklama deli yürek, en azından benden saklama. Çünkü ben seni her halinde çok seviyorum ister olgun bir kadın ol, istersen küçük bir çocuk sana olan sevgim değişmez. Ve içindeki çocuğu hapsetmeyi bırak, bırak özgür kalsın.” Sözleri yüreğime bir darbe daha oldu onun bu güzel sevgisi kalbime çok fazlaydı. Çocukluğumu yaşayamamış içimdeki çocuğu öldürmüştüm ama onun yanında ortaya çıkıyordu ve o bunu seviyordu. Gülümsediğimde gülümsedi. “Seni seviyorum Ayberk, tarif edemem ama her şeyden çok sevdiğimi bil.” Kelimelerle yeterince ifade edemiyordum belki ama ona baktım bakışlarımdan onu ne kadar sevdiğimi görsün istedim ve gördü.
Ona bakarken gri gözlerimdeki mavi çizgiler daha da belirgin bir hal alınca gülümsedi belki kelimelerle aram iyi değildi ama gözlerime baktığında bile anlardı. O arkamda dururken uzanıp saçlarımın arasına bir öpücük kondurduğunda bir yaramın daha kanı durdu. Saç kurutma makinesini çalıştırıp saçlarımı kurutmaya başladı ama o kadar nazik davranıyordu ki. Saçlarıma değerli ve kırılgan bir şeymiş gibi davranıyordu ama saçlarımda çok şey yaşamıştı. Ben ailemin katili olduğum zamandan beri saçlarımı hep düzenli olarak kesmiştim her zaman omzuma dökülürdü daha uzun olmazdı.
Saçlarım her zaman ailemin katili olduğum o gün olduğu uzunlukta olurdu.
Ayrıca hiç de nazik davranmazdım saçlarıma tararken bile karışınca sertçe tarar yolunmasına sebep olurdum. Kendime olan öfkemi bu şekilde çıkarmaya çalışıyordum üstümdeki suçluluk duygusunu bu şekilde atmaya çalışıyordum. Yaralarıma da nazik davranmazdım ben yaralarımı sarmakla da uğraşmazdım ve bu üstümdeki suçluluk duygusunu azaltmıyordu.
Ayberk saçlarımı kurutup taramaya başladığında o kadar nazik tarıyordu ki canımı asla acıtmıyor saçımın tek bir telinin yolunmasına bile izin vermiyordu. Bu detay neredeyse ağlamama sebep olacaktı neden bilmiyordum ama ağlamak istememe sebep oluyordu. İçimdeki sevgisiz kız çocuğuna fazla gelmişti belki de bu sevgi. Ya da bir katil için fazla güzeldi bu sevgi. Beni ağlamaya iten her neydi bilmiyordum ama gerçekten büyük bir ağlama isteğine sebep oluyordu ve ben ağlamaktan nefret ederdim.
Ayberk saçlarımı taramayı bitirdiğinde tarağı kenara koydu aynadaki buhar silinmiş yazılarımız gitmişti aynadan bizi izlerken arkadan bana sarılması beklemediğim bir şeydi. Kolları karnımın üstünden bana dolanırken dudaklarını saçlarıma yasladı kokumu içine çekmesi kalbim için çok fazlaydı. İçimde bir yara daha kanamayı bırakırken ben kendimi onun heybetli bedenine bıraktım.
Sırtımı onun kaslı göğsüne yaslarken o bana daha sıkı sarıldı kolları güven ve sevgi doluydu, öyle ki yaralarımı iyileştiriyordu. Hem iyileştiriyor hem de ağlamama sebep oluyordu o sırada aklıma Uraz’ın sözleri düştü.
Sevgisiz büyüyen her çocuk sevgiyi tattığında duygusallaşır Umay.
Ben sevgiyi onda tatmıştım bu yüzdendi ben hem iyileştirmesi hem de ağlatması. “Ayberk.” Sesim cılız ve titrek çıkmıştı musluklarım açılmak üzereydi saçlarıma öpücükler kondurdu. “Ölürüm sana.” Verdiği cevap gözlerimin dolmasına sebep olurken gözlerimi kırpıştırdım ve yok ettim. Hayır ağlamayacaktım.
Ellerimi onun belime dolanmış ellerinin üstüne koydum bende ölürüm sana demek istedim ama ağlamaya öyle müsaittim ki ağzımı açamadım. Ve o da bana bakmıyordu bakmalıydı, ben konuşamıyordum gözlerimden anlamalıydı. Ama yine anlıyormuş gibiydi bana bakmasa bile beni anlıyormuş gibi bir hali vardı. Başını kaldırıp aynadan göz göze geldiğimizde gülümsedi görmüştü. Sevgimi gördüğünde gülümsemişti sarılmayı yavaşça bıraktığında elimi tuttu. Beni yine peşinden sürükleyip mutfağa götürürken ben hayran hayran arkasından ona bakıyordum.
Bu adamı hak edecek ne yapmıştım?
Mutfağa girdiğimizde beni masaya oturtup yemeklerin başına geçtiğinde bebek gibi bana bakmasına güldüm. “Bu yemeklerden zehirlenme ihtimalimiz var mı yüzbaşı?” Diye dalga geçtiğimde gülüğünü duydum sırtı bana dönük olduğundan şu an kaslı sırtı ile bakışıyordum. Dalga geçiyordum ama elinden zehir olsa yerdim öyle bir gönül kaptırmıştım bu adama. “Yeteneklerimi kıskanıyorsun yüzbaşı.” Diye dalga geçtiğinde güldüm aslında öğrensem bende güzel yapabilirdim ama öğrenmemiştim. Ben hep annemden öğrenmek isterdim onun katili olduktan o istek bana bir daha hiç gelmemişti. Hiç öğrenmek istememiş ve öğrenmemiştim bu da benim için bir yaraydı. Ama gerçekten onun yeteneklerini kıskanabilirdim. “Tabi canım.” Omzunun üstünden sırıtarak bana baktığında etkilenmem normal değildi ama zaten normal bir insan olmadığımdan çok da umursamadım.
“Canın?” Güldüğümde güldü o yemeklerle ilgilenirken aklıma gelen şey ile telefonuma uzandım bir şarkı açarken konuştum. “Bu şarkı benden sana gelsin canım.” Az önce dalgasına söylemişti ama bu sefer içen söylemiştim, bilmiyordu belki ama canımdı, canımdan değerliydi. Şarkının sesini yükselttiğimde telefonu masaya koyup müzik eşliğinde onu izlemeye başladım. Şu saniyeden itibaren favori aktivitelerimden biri olabilirdi.
“Bir istiridyenin kıymetli incisini sakladığı gibi, saklarım seni
Bir bahar dalının narin tomurcuklarını sakındığı gibi, korurum seni...”
Şarkı aramızdaki tek ses olurken onun yüz ifadesini göremiyordum ama benim yüzümde gerçek bir gülümseme, gözlerimde hayranlık ve sevgi vardı.
“...Ben seni çok sevdim
Ben seni çok sevdim
Belki zordur anlaması sessizliğimden
Ben seni çok sevdim
Ben seni çok sevdim
Sen oku kelimeleri gözlerimden...”
Tam olarak benden ona gidecek bir şarkıydı şarkının ağır ritmi farklı bir hava katarken omzunun üstünden bana gamzesini sunup işine döndüğünde gülümsemem genişledi. Şarkı aramızda devam ederken ben onu izlemeye devam ettim aklımdaki bütün sesleri susturuyordu ve sadece huzur vadediyordu. Benim ilacımdı, huzurumdu, güvenimdi, her şeyimdi. Bir insanın bir insanı böyle sevmesi akıl karı değildi, böylesine bir sevgi bana fazlaydı.
Ben seni çok sevdim be adam.
Tabağı önüme koyarken ters bakışlarım onun üstündeydi evet iki dakika önce romantiklik yapıp iki dakika sonra ters bakışlar atıyordum. Ama hak ediyordu şimdi. Yemekler hazır olunca masayı kurmasına yardım etmek istemiştim katır inatlı elimi sürmeme izin vermemişti. Otur oturduğun yerde yorgunsun diyordu, bırak yardım edeyim diyordum yok diyordu. Öyle biraz katır inadına sövmüş de olabilirdim azıcık şimdi ise ters bakışlarıma sırıtıyordu hoşuna gidiyordu resmen.
Ama her şeyi unutmamı sağlayacak bir şey vardı önümde, karnıyarık. En sevdiğim yemek olurdu kendisi ve Ayberk’te bunu bildiği için üşenmeden yapmıştı, yerdim bu adamı. Ama ondan önce karnıyarığı yemek tercihimdi üstünden buhar çıkarken ve güzel kokusu burnuma dolarken ben soğuması için bekliyordum. Bu kadar sıcakken ağzım yanar, yediğim yemekten de keyif alamazdım. “En sevdiğim yemeği nereden biliyorsun?” Zaman geçsin diye Ayberk’e sorduğum soru ile gülümsedi. “Eda söyledi.” Gözlerimi kısarak ona baktım Eda’nın da maşallahı vardı yani istihbaratçı olacakken yanlışlıkla öğretmen filan olmuştu galiba.
“Abi kardeş gerçekten zayıf noktalarıma oynuyorsunuz, ayıp.” Eda’da karnıyarık yapmıştı bende kaldığı süre içerisinde ve yediğim en güzel yemek de olabilirdi. Ayberk güldüğünde bende sırıttım ama haklı olduğumu ikimizde biliyorduk. Abi kardeş gerçekten zayıf noktalarıma oynamış bana aile olmuşlardı. Ama canıma minnetti, olabilirlerdi. “Şikayetçi misin?” Ayberk’in sorusu ile ayıp bir şey söylemiş gibi ona baktım. “Asla.” Sırıtırken bende artık soğuyan yemeğime daldım, evet bildiğiniz daldım çünkü kibarlıkla uğraşamayacak kadar açtım.
Yemeğimizi yedikten sonra Ayberk sofrayı toplamış bende bulaşıkları yıkamıştım beyimiz lütfedip bulaşıkları yıkamama izin vermişti. Yıkadıktan sonra benim odama geçmiştik tabi ki Ayberk olmadan uyuyamadığım için oda mecburen benimle kalacaktı. Aslında ben uyuduktan gidebileceğini kabuslarımın dert olmadığını söylemiştim ama cevap olarak bana ‘Uyu güzelim’ deyince susmuştum. Göğsüne daha çok sokulduğumda o da bana daha sıkı sarıldı, kokusu burnuma dolarken ben onun göğsüne saklanarak uykuya daldım.
********
Gece nedensizce uyanmış ve sonrasında tekrar uykuya dalmıştım şimdi ise gözlerimi araladığımda beklediğim bana hayranlıkla bakan bir çift yeşil değildi. Tamam benim gibi hayvan gibi uyumasını elbette beklemiyordum ama görünüşe göre bu hayran bakışlarını her gördüğümde kalbim ritmini değiştirecekti. “Ayberk.” Uykulu sesimle fısıldadığımda gülümsedi gamzesi gözler önüne serildiğinde bende uyku mahmurluğunun el verdiğince gülümsedim. “Günaydın uyuyan güzel.” Ne kadar uyumuştum bilmiyordum ama sanki hayatımdaki tüm uykuları bir anda uyumuş gibiydim. Haddinden fazla dinlenmiştim ki hala kendime gelemiyordum, gözlerimi ovuşturup kendime gelmeye çalıştım. “Ne kadar uyudum ben?” Kış uykusuna yattın derse inanırdım, ama dileğim o kadar uyumuş olmamaktı bir kutup ayısı olmak istemiyordum.
“Dünden beri, bir saat vermem gerecek olursa 16 saattir uyuyorsun neredeyse öğle oldu.” Gözlerim kocaman açılırken o sırıttı şaka mı yapıyordu? Bakışlarıma verdiği cevaba bakılırsa yapmıyordu. “Ciddiyim.” Bir kutup ayısı ile kapışırdım. “Neden uyandırmadın? Çok uyumuşum.” Önceden anca beş saat falan baygın yatabiliyordum ve o bana neredeyse bir ay yetiyordu ve ben şu an üç aylık uykumu almıştım.
Bu adam başıma fena belaydı.
“Çok güzeldin kıyamadım hem yorgundun zaten.” O şekilde gülerse beni ikna ederdi ki çoktan ikna olmuştum. Perdeleri bile açmamıştı uyanacağımı bildiği için. Ne yapacaktım ben bu adamla? “Yine de çok uyumuşum.” Yatakta zaten göğsüne sokulmuş dururken belimdeki eli mümkünmüş gibi beni kendine daha çok çekti. “Uyu ne olacak? Şahsen ben gayet mutluyum.” Güldüğümde sırıttı tabi mutlu olurdu resmen 16 saat boyunca göğsüne sokulup uyumuştum. Yüzümü yüzüne hafifçe yaklaştırdığı anda nefesi kesildi, sertçe yutkunduğunda gördüğüm ademelması felaketim olabilirdi. Bu adam benim etkilendiğim her şeyi üstünde toplamak zorunda mıydı? Damardan etkilenirdim navigasyon gibi kola sahipti, ademelmasından etkilenirdim o zaten farklı bir konuydu.
Dudaklarım aralanırken onun bakışlarının benim üstümde olduğunu biliyordum ama benim etkilenmiş bakışlarım onun ademelmasının üstündeydi. İçimdeki isteğe karşı koyamadığımda uzanıp ademelmasına minik bir öpücük kondurdum ama geri çekilmedim. Dudaklarım ademelmasına yaslıyken tekrar yutkunduğunda tekrar bir öpücük kondurdum. “Kalbime zorun ne?” Diyene bak, ben miydim zoru olan? Asıl onun benim kalbime soru vardı her özelliğiyle, varlığıyla bile beni heyecanlandırması normal değildi. Asıl zoru olan kesinlikle oydu. Geri çekildiğimde ona bakarken aralık dudaklarının arasından bir nefes verdi. “Niye zorum olsun kalbine? Etkilendim sadece.” Açık açık söylüyordum hayvan gibi etkilenmiştim.
Sırıttığına başını eğip yüzünü yüzüme yaklaştırdı, yatakta bile adam başını eğip bakıyordu bana! Hayır ben kısa değildim o fazla uzundu haddinden fazla uzundu ve işin garip tarafı yakışıyordu. Bu adam her şey yakışıyordu resmen! Kalbime zarardı! “Şeref duydum.” Kalın ve tok sesi ile sözleri birleşince kalbimin ritmi fena halde bozuluyordu zira deli gibi çarpıyordu şu an. Uzanıp alnıma bir öpücük kondurup geri çekildi başını biraz daha eğip yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırdığı sırada telefonum çalmaya başladı. Okkalı bir küfür savurduğunda ben gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım uzanıp komodinin üstünden telefonumu aldığımda arayanın Eda olduğunu gördüm, aramayı yanıtlarken Ayberk’in huysuz bakışlarını gördüğümde gözüme o kadar tatlı gelmişti uzanıp yanağına bir öpücük kondurmak zorunda kalmıştım.
“Efendim Eda?” Eda ismini duyunca Ayberk göz devirdiğinde ben gülmemeye çalışıyordum göz devirmesi onu çok sevdiği gerçeğini saklayamıyordu maalesef. “O dağ ayısına söyle neden telefonlarımı cevaplamadığı hakkında sorguya çekeceğim. Ayrıca size geliyoruz herhangi bir romantizm üstünde sizi basmak istemediğimiz için önceden arayıp haber veriyorum. Böyle yüce gönüllü bir insanım değerimi bilin ayrıca sizin dış kapının şifresi neydi?” Sağ olsun kapıya geldiğinde önceden haber verme yüce gönüllülüğünü göstermişti ama daha ciddi sorularım vardı. “Niye çoğul konuşuyorsun? Kim var yanında?” Bu sorunun cevabından çok korkuyordum ama mecburen sormak zorunda kalmıştım Ayberk’in kaşları çatıldığında ikimizin de memnun olmadığını anladım. “Biz işte, bizim bela mıknatısı ekip kızlar olarak geliyoruz ve kapıyı açar mısınız lütfen?” Telefonu yüzüme kapattığında bakışlarım Ayberk’e döndüğü anda o benden önce konuştu. “Duymak istemiyorum.” Ama mecburiydi zira kapıda bekleyen bela mıknatısı bir ekip vardı, eksik elemanda bendim. “Eda bizim ekiple şu an kapının önünde.” Ayberk tuttuğu takım gol pozisyonunu kaçırmış bir tepki verirken güldüm.
Yataktan kalktığımda kapıyı açmaya gidecekken bileğimden tutup çekmesi ile kendimi onun üstünde buldum. Uyku mahmuruyken dengemi koruyamazdım ama. “Boş ver kapıda kalsınlar açmayalım ne gerek var?” Tam olarak yüzlerimizin bu kadar yakın olması hiç de hayra alamet değildi, kalp krizi geçirme ihtimalim vardı. Zil alacaklı gibi çalınmaya başladığında bakıştık. “Sanırım mümkün değil.” Onun üstünden kalktığımda odadan çıkıp kapıyı açmak için ilerledim hem bina kapısını hem de daire kapısını açtım.
Banyoya ilerleyip elimi yüzümü yıkayıp çıktığımda ters bakışlar eşliğinde içeriye giren efsane ekibimizi gördüm, Eda direkt bana bakarken sinirle konuştu. “Nerede o dağ ayısı? Hesap vakti.” Tüm heybetiyle Ayberk salona girdiğinde ben ona hayran hayran bakıyordum zira dağınık bir tiple bile bu kadar yakışıklı olması kalbime büyük adaletsizlikti. “Abinle düzgün konuş yer cücesi.” Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım sanırım ailedeki tüm uzun boy genlerini Ayberk kendisine almıştı. “Kavak ağacı olmak marifet sanki. Her neyse çık git evden.” Eda Ayberk’i evden kovarken Ayberk’in tepkisine gülmemek için dudaklarımı dişledim.
“Aslında kalabilir bize ne zararı olacak ki?” Pelin’in sesiyle keyfim kaçmıştı ona karşı bir kardeşlik sevgim vardı ve bu değişmezdi. Ama deli gibi aşık olduğum, sevdaya düştüğüm adamı da kimseye yedirmezdim. “Olay ne ben onu öğrenebilir miyim acaba?” Ayberk’in sorusuna cevap Buse’den geldi. “Kızlar günü yapacağız yani erkeklerin işi yok.” Buse haklıydı kızlar gününde işi neydi? Kızlar gününde hem de. Kızlar yani. Çoğul. Kıskanç bir insan olmadığımı sanıyordum ki şu andan itibaren bu mükemmel karardan vazgeçmiş bulunmaktaydım.
“Aslında şey de yapabiliriz timdekileri de çağırırız böyle hep birlikte güzel bir aktivite olur ne dersiniz?” Pelin Ayberk’in kalmasını istediği için söylüyordu ve benim sabrım tükenmişti. “Kızlar günü iyi fikirmiş ayrıca bizim dingillerle uğraşamam.” Onun fikrini kestirip attığımda bana bakmadı aramızda elle tutulur bir gerginlik vardı. “Evet kızlar günü diye geldik bozmuyoruz.” Eda’da hak verdiğinde onun bakışları Pelin’in üstündeydi Pelin ise hiç kimseyi umursamadan Ayberk’e bakıyordu. Ayberk ona asla bakmasa da bu kıskanmam için engel değildi. Ayberk cebinden cüzdanını çıkarıp kartını Eda’ya uzattı. “Bir şey lazımsa alırsın ve mümkünse başınızı belaya sokmayın.” Pelin onun kalmayacağını anlayınca hafif bir yüzü düşse de kendini anında toparladı. Ayberk yanıma gelip elini belime atarken beni kendine çekti ve alnıma bir öpücük kondurdu. Açık açık kimin olduğunu söylüyordu, Pelin fark ettirmemeye çalışsa da bozulduğunun farkındaydım. Ayberk geri çekilirken o kalbime zarar kalın sesiyle konuştu.
“Bir sorun olursa ara güzelim ayrıca lütfen başınızı belaya sokmayın çok rica ediyorum.” Bakışlarımı yeşillerine çevirdiğimde bana olan bakışı kalbimin ritmini yine bozmuştu, ona bakarken sırıttım. “Deneriz.” Denerdik ama başaramayacağımızın bizde farkındaydık o da. Ayberk diğer hiç kimseye bakmadan son bir kez bana bakıp evden çıktı, böyle olmasını istemezdim ama sevdiğimi yar etmeyecektim. O benimdi. Gayet de benimdi. Vermiyordum.
“E hadi o zaman işlere girişiyoruz.” Sare’nin konuşması ile Buse, Sare ve Eda mutfağa ilerlediğinde Pelin ve ben kalmıştık. Pelin benden iki adım ileride sırtı bana dönük dururken bakışları bana asla değmiyordu ama benim bakışlarım ona kilitlenmişti. Ellerini yanında yumruk yaptığını gördüğümde kaşlarım havalandı, her neye öfkeliydi bilmiyordum ama bunun bizim aramızda ki kardeşliğe zarar versin istemezdim. Pelin mutfağa ilerlediğinde bende derin bir nefes vererek odama ilerledim, odamı toplayacaktım. Odamı topladıktan sonra evin temizliğini üstlenmiştim, ben evin temizliğini bitirirken mutfaktan güzel kokular geliyordu.
Mutfağa ilerlediğimde masanın üstünde gördüklerimle kaşlarım havalandı ortadaki yaprak sarmaya el uzatacağım sırada Pelin’in sesi ile durdum. “Bence hepsini bitirmeden bizi beklemelisin.” Sadece tadına bakacaktım ama şu saatten sonra bak dese de bakmazdım, belki kimine göre boşa gurur yapıyordum ama bende böyleydim. “Tüm yemekler hazır şimdi gidip en güzel elbiselerimi giyiyoruz.” Buse’nin sözleri ile tepkisiz kaldım bunlardan her şeyi beklerdim süslenmeye şaşırmayacaktım. “Beni bulaştırmayın üşeniyorum.” Benim sözlerimle hepsi hadi ama der gibi bir ifade yaptığında tepkisizliğime devam ettim. Üşeniyorum ne yapayım? Ayrıca süslenmenin amacı neydi?
“Ya biz diyoruz ki hani bizim timleri filan çağırırız böyle evde bir parti filan veririz o yüzden gidip hazırlanıyorsun.”
Buna nasıl ikna olmuşlardı bilmiyordum ama bunu yapmamalılardı zira benim partim değil, bana zehir olurdu ve hiç de öyle bir niyetim yoktu. Ben tam ağzımı açtığım sırada Eda beni kolumdan tuttu ve sürükleyerek odama getirdi kapıyı kapatıp kilitledi ve bana döndü. “Bu fikirden bende hoşnut değilim ama demokrasiyle beraber kabul edildi.” Eda’da anlammış olmalıydı Pelin mevzusunu abisine olan bakışlarını anlaması zor değildi. Yatağa oturduğumda benim yüzümdeki ifadeden onda da vardı. Büyük ihtimalle Sare ve Buse olayı anlamadıkları için bu fikri kabul etmişlerdi. “Madem demokrasiyle kabul edildi o zaman partinin en güzeli olmak bize düştü.” Ayağa kalktığım sırada Eda sırıttı. “Aynen öyle göreyim seni.” Eda bana göz kırpıp odadan çıktığında güldüm dolabıma yönelip aldığım ama hiç giymediğim bordo elbiseyi çıkardım.
Bordo rengi elbisenin bir göğüs dekoltesi vardı belirgin köprücük kemiklerimi mükemmel bir şekilde ortaya çıkarırken taktığım ay yıldızlı kolye de onu çok güzel tamamlamıştı. Sırtımın yarısına kadar dekoltesi vardı ve ipleri vardı minin bir elbiseydi dizlerimin üstünde geliyordu ama yanlarında minik bir bacak dekoltesi vardı. Açık bıraktığım dalgalı saçlarım omuzlarıma dökülürken perçemlerim güzellik sağlıyordu. Hafif bir makyaj yapmış, altına hiç giymediğim siyah topuklularımı giymiştim. Odadan çıktığımda salonda koltukta oturan mükemmel baş belası grubumuzun tüm bakışları bana dönmüştü. Sare şok içinde bana bakıyordu beni bu şekilde görüşü ikinciydi ve ciddi şok geçiriyordu, yani sadece pantolon ve tişört giyen bir insanı böyle bir şekilde görmek onu birazcık şaşırtmış olabilirdi tabi. Buse’nin kaşları havalanmıştı Pelin ise bana baştan aşağıya bir göz gezdirmiş sonrasında ise bakışlarını benden ayırmıştı. Eda hayran bakışlarıyla ayağa kalktığında benim bakışlarım onun üstünde dolaştı. Beyaz parlak mini elbisesi gerçekten ona çok yakışmıştı sadece göğüs dekoltesi vardı ama derindi bunun dışında birkaç detayı daha vardı, dışarıdan sade ve şık durmuştu ama Eda yaptığı doğal makyajı ile gerçekten bunu çok güzel tamamlamıştı. O yanıma gelip elimden tutup beni kendi etrafımda döndürdüğünde alışkın değildim ama bir şey de demedim.
“Manken olacakken kaydırma falan mı yaptın sen?” Sorduğu soruya sırıtarak göz devirdim ama o gayet ciddi duruyordu, ayrıca kaydırma da yapmamıştım bizim gönlümüz doğuştan al bayrağa kaymıştı zaten. “Çok...güzel olmuşsun gerçekten.” Eda’nın sözlerine gülümsediğimde Buse ayağa kalktı ve bende tabi ki onu inceledim. Lacivert parlak bir elbise tercih etmişti elbisesi bileğine kadar gelen uzun bir elbiseydi ama bacak dekoltesi derindi, göğüs dekoltesi vardı ama sırt dekoltesi tamamen sırtını açıkta bırakacak kadar derindi. Yaptığı koyu temalı makyaj ile düzleştirdiği saçları onu mükemmel bir şekilde tamamlamıştı. Kıyamam Göktuğ’u kalpten götürebilirdi ama dilleğim olmamasıydı zira devlete lazım bir askerdi. Buse yanıma gelip elimden tutup bir de o beni kendi etrafımda döndürdü. Bir kere neye yetmiyordu? “Mankenliği bırak güzelliğe bak, dünya güzeli olacak sır olmaya mı karar verdin?” Yani güzelliğimi dünyaya göstermek gibi niyetlerim yoktu onun yerine al bayrağın güzelliğini korumayı tercih etmiştim evet. Bakışlarım Sare’ye döndüğünde ağzı bir karış açık hala şokunu yaşıyordu zar zor şoku atlattığında ayağa kalktı.
Parlak bir siyah tercih etmişti niye herkes parlak tercih ediyor diye sormayacaktım çünkü bende parlak bir bordo tercih etmiştim. Onun elbisesi bileğinin biraz üstünde bitiyordu iki yandan da bacak dekoltesi vardı, hem göğüs hem de sırt dekoltesi derindi. Yaptığı makyaj ve dağınık topuzu ona fena bir güzellik katmıştı. Yanıma gelip elimden tutup bir tur da o beni kendi etrafımda döndürdüğünde artık kendimi tutamadım. “Mevlana’ya döndüm sayenizde.” Eda ve Buse kıkırdadığında Sare bir adım geri atıp bana baktı.
“Komutanım biz güzel olduğunuzu biliyorduk da bu kadarı da adaletsizlik yani. Rabbim güzellik dağıtırken kaç kereye sıraya girdiniz?” Ben güldüğümde o gayet ciddi duruyordu.
Pelin oturduğu yerden kalkmadı onun üstünde de kırmızı bir elbise vardı. Benzer renkleri tercih etmiştik ama ben bordo seçerek koyu bir ton seçmiştim onun göğüs ve sırt dekoltesi benimkinden derindi saçlarını hafif dalgalandırmış makyajı ile tamamlamıştı. Gerçekten güzeldi bunu ona hiç söylememiştim belki ama çok güzeldi, ki o da bunun farkındaydı. “Çok güzel olmuşsun.” Pelin’in sesinin ve yüzündeki gülümsemenin sahte olduğunu bir tek ben biliyordum şu an. Diğerleri onu benim kadar iyi tanımazdı ama ben gülümsemesinin sahteliğine kadar onu çok iyi tanırdım. “Eyvallah.” Diyerek cevap verdiğimde ona kaba gelmiş olmalıydı ki yüzünü buruşturdu ama bizde böyleydi yapacak bir şey yoktu.
“Neyse biz şöyle bir müzik açıp kurtlarımı dökelim de acıkalım.” Eda’nın sözlerine yüzümü buruşturan ben oldum tamam buraya kadar ikna olmuştum ama daha fazlası mümkün değildi. Zira ortaya geçip de oynayamazdım bu yüzden gidip koltuğa oturduğumda Pelin ayağa kalkıyordu. “Ben hayatta oynamam bu kadarına ikna olduğuma şükredin.” Hiçbiri bir şey söylemedi çünkü katır inadımı biliyorlardı, oynamazdım ki bana neydi. Disko topu gibi renkli küçük bir bluetooth almışlardı hem disko gibi renk sağlıyor hem de büyük bir ses ortaya çıkarıyordu. Yaşlı komşumdan dayak yersem bende bunları döverdim.
Pop şarkısı açıp kurtlarını dökmeye başladıklarında benim onları izlemem ne kadar doğruydu bilemiyordum ama yapacak başka bir aktivitem de yoktu.
Neredeyse yarım saate yakın dans ettiklerinde onları izleyerek ben yorulmuştum ama nihayetinde onlar da yorulduklarında yemekleri getirme zahmetine girmiştik. Hepimizin elinde altın gününe gelmiş gibi bir tabak vardı ve yiyorduk. Cidden partinin vizyon seviyesine gülsem mi? Üzülsem mi? Kararsızdım. Neyse ki yemekler güzeldi benim tek odak noktam yemekti şu an. Valla yemek güzel olursa ben bitene kadar yiyecek bir hayvanlığa sahiptim ki ikinci tabağımı yiyor bulunmaktaydım.
Ben tabağımın yarısına gelirken kapı çaldığında kapıya en yakın oturan Pelin ayaklandı, gidip kapıyı açtığında Ayberk ile karşı karşıya gelmesiyle elimdeki tabağı yavaşça sehpanın üstüne koydum. İşlerin rengi değişirdi. Ayberk bakışlarını Pelin’in üstünde hiç gezdirmemişti ve direkt yeşilleri beni aramıştı bulunca ise içeri adım attı. Bulamasa girmeyecekti galiba. Onun arkasından Metehan girdiğinde onun bakışları da direkt olarak Sare ile buluştu, bundan ne anlama gerekiyordu bilmiyordum ama sonraya bırakacağım bir konuydu. Onun arkasından Pençe ve Kartal timi eve girdi ama Allah’tan salonum büyüktü. Gerçekten ileri görüşlü bir insandım.
Ayberk’in bakışları üstümde dolaştığında yutkundu gelip yanıma oturduğunda gözlerini benden alamıyordu. Sırıtarak ona baktığımda konuştum. “Ne o? Gözlerini benden alamıyor gibisin.” Sırıttığında birkaç saniye konuşmadı, konuşamamış da olabilirdi yani beni ilk defa böyle gördüğünden çok normal bulurdum. “Sonumu getirecek kadar güzelken nasıl gözlerimi senden almamı bekliyorsun?” Sırıttığımda tam bir şey söyleyecektim ki Kutay’ın sesini duyduğumda ayakta durmuş bana ters ters bakan Kutay’ı gördüm. “Komutanım beni özlediniz mi?” İma dolu sesine ve sorusuna karşılık ciddi bir sesle cevap verdim. “Hayır.” Zaten geldiğimden beri kutup ayısı gibi devrilmiş yatıyordum nereye özleyecektim?
Herkes güldüğünde Kartal timinin de olayı bilmesine şaşırmadım. Pınar ve minik ikizlerde aramızdaydı tabi, Pınar’ın güzelliği de farklı bir boyuttu. Bakışlarım efsanevi ortamımızda dolaşırken Göktuğ’un bakışlarını Buse’den ayıramadığını gördüm. Akınalp’te Ayberk’i kontrol ederek Eda’ya bakıyor, göz kırpıyordu. Ayberk’in yoğun bakışlarını üstümde toplayıp onlara da alan sağladığım için teşekkür etmelerine gerek yoktu. Atakan’ın bakışları Pelin’in üstündeydi ama Pelin’in bakışları ise sürekli olarak Ayberk’e kayıyordu.
Metehan bakışlarını Sare’den ayırmıyordu Oğuz’un bakışları ise Kartal timi ile birlikte ortama girmiş olan Beren’in üstündeydi. Zira mor parlak elbisesi ve diğer tüm detaylarıyla gerçekten parlıyordu. Tanıdığım tüm kadınlar bu kadar güzel olmak zorunda mıydı? Bakışlarım tekrar yanımda oturan Ayberk’e döndüğünde yeşillerindeki bakışı görünce sırıttım, yalan yok fena halde hoşuma gidiyordu. “Ee yüzbaşım? Neler yapıyorsun görüşmeyeli?” Eğlenen sesimle güldü sahiplik eki kullanmam hoşuna gidiyor gibiydi. “Yani güzelliğin aklımı başımdan aldığını pek hatırlamıyorum.” Sırıttığımda o da sırıttı. Pekala bu sözü bile beni tavlayabilirdi.
Ortamda herkes kendi halinde takılırken bir anda Pelin ayaklanınca tüm bakışlar ona döndü Ayberk’in bakışları hariç. Onun yeşilleri bir saniye bile benim üstümden ayrılmıyordu. “Ee yediklerimizi eritelim değil mi? Malum fiziğimiz önemli.” Pelin’in kum saati bir fiziği vardı ve fazla güzeldi bir müzik açtığında bizimkiler tabi durmadı kalktı. Beren dahil herkes salonun ortasına geçerken Ayberk’in bakışları da Eda’ya döndü. Bakışları Eda ve Akınalp arasında gidiyordu sanırım derdi çok farklıydı. Pınar dahil herkes oynarken Pelin’in bizim önümüzde daha doğrusu Ayberk’in tam önünde olması hiç de hoş değildi. Eda ise Ayberk’e en uzak köşede Ayberk’in göremeyeceği kör bir noktadaydı ve şansa bak ki kör nokta kesin Akınalp’e çıkıyordu. Ayberk Eda’yı ve Akınalp’i göremeye çalışıyordu ama önümüzde Pelin vardı.
Ben kıskançlıktan kudurduğumda dudaklarımı dişledim kim ne derse desin deli gibi kıskanıyordum. Hayır bir de güzeldi yani Pelin, fiziği güzeldi kendi güzeldi, dans eğitimi almış gibi de kıvırtıyordu. Ve ben burada kudurmak üzereydim. Sare ve Beren bile sert, tepkisiz olmalarına rağmen ortada kıvırtıyorlardı. Bende en sonunda kıskançlıktan kudurduğumda ayağa kalktım.
İki tabak yemiştim, eritmem lazımdı.
Herkes şok yaşarken ben bunu umursamayarak dans etmeye başladım. Tabi bu şok sadece erkekler için geçerliydi zira kızlar Pınar dahil kimse garipsememişti. Sare görev mecburiyetinden gördüğünden hazırlıklıydı ki onun da Metehan’ın önünde dans ediyor olması çok farklı bir konuydu. Ben zaten direkt Ayberk’in önünde durduğumda Pelin ile karşı karşıya geldik, bunu beklemiyor olmalıydı. Ama beklenen şeyleri yapmak da pek huyum değildi. Gözlerimizle birbirimize savaş açarken ikimizde Ayberk’in önünde kıvırtıyorduk, bakışlarım Ayberk’e kaydığında yoğun bakışlarının üstümde olduğunu gördüm. Ademelması hareketlendiğinde sertçe yutkunduğunu gördüm, dudakları aralanmış beni izlerken Eda’yı unutmuş gibiydi.
Bu iki genç aşığın hayatını ben kurtarıyordum resmen. Teşekküre gerek yoktu.
Ama Ayberk ciddi bir şok geçiriyordu zira kalp krizi de geçirmiş olabilirdi. Malum beni böle görüşü ilkti ve aslında bu bir yandan da hoşuma giden bir detaydı. Çünkü en başından beri benim sadece doğal halimi görmüş kendim gibi davrandığıma şahit olmuştu ve beni o şekilde sevmişti. Beni ben olduğum için sevmişti. Bu halimden de şikayetçi görünmüyordu ama.
Şokunu yavaş yavaş üstünden atarken biz hala dans etmeye devam ediyorduk Pelin ile karşı karşıya, Ayberk’in önünde. Ve Ayberk’in bakışları bir saniye bile benim üstümden ayrılmıyor, Pelin’e göz ucuyla bile bakmıyordu. Kenarda Doğan Pınar’ı kıskandığı için küçük bir arbede yaşanıyordu, aynı şekilde Göktuğ’da Buse’yi kıskandığı için bir arbede vardı ama bizim derdimiz bambaşkaydı. Ayberk’e bakıp göz kırptığımda birazcık zorlamış olmalıyım ki bileğimden tuttuğu gibi beni kendine çekti. Ama şansına bu sefer uyku mahmuru değildim.
Bir elimi onun arkasına koltuğa yaslamıştım düşmemek için ve üstüne eğilmiş bulunmuştum. Yüzlerimiz arasında santimler varken herkesin durup bize baktığını biliyordum, aralanmış dudaklarının arasından verdiği nefes tenime çarpıyordu. “Sana bu kadar güzel olmanı kaldırabileceğimi düşündüren ne?” Sesinin derinliği nedeniyle şu an kucağına düşebilirdim ama kendimi tuttum. O sesi ciddili sonumu getirecekti. “Bir anda böyle bir güzellikle karşıma çıkarken amacın bana kalp krizi geçirtmek miydi?” Alıştıra alıştıra yapılacak bir yanı yoktu ama tabi biraz pat diye karşısına çıkmış olabilirdim. “Ben bile şoka uğradım.” Kutay’ın sesi romantik anımı böldüğünde onun yeşilleri gözlerimden zerre ayrılmıyordu. Benimde geri adım atmaya niyetim yoktu.
Bu dünyada benim olan çok şey yoktu ama o benimdi. Ve paylaşmak ya da geri adım atmak gibi niyetimde hiç yoktu.
“Kalp krizi mi geçirdin? Hala yaşıyorsun.” Ses tonum belki birazcık baştan çıkarıcı olabilirdi. “Kalp krizi geçirdim. Ayrıca kıskançlıktan kuduruyorum bilmem farkında mısın?” O muydu kıskançlıktan kuduran? Ben neydim o zaman? Düşünüyormuş gibi yaptığımda kaşlarımı havaya kaldırdım. “Değilim.” Müzik arkada devam etmesine rağmen herkes durmuş film izler gibi bizi izliyordu ama bende onlar da alışacaktı. “Ayrıca bölme yüzbaşım çünkü ben iki tabak yedim ve gerçekten eritmem lazım.” Yüzümü yüzüne yaklaştırdığımda nefesi kesildiğinde sırıttım. Nasıl oluyormuş ha? Ha? Sürekli bana ani hareketler yapıyordu ne oldu? Ne oldu?
Geri çekildiğimde herkesin şok dolu bakışları üstümdeydi, bir kişi hariç.
Uraz.
Şaşırmayan tek kişi oydu ki benim ciğerimi bildiğinden bu halime de şaşırmamış olmalıydı. Tahmin ediyor olmalıydı herkes şokla bakarken hafifçe sırıtan tek kişi oydu.
Dans etmemiz bittiğine hepimiz yerimize oturmuştuk Pelin her ne kadar çabalasa da Ayberk bir kere bile bakmamıştı ona. Üstelik beni kucağına çektiği o anda üstünde tuz biber olmuştu, bana hava hoştu ama. Yanında otururken bakışlarını cidden benden ayıramıyordu, hoşuma gidiyordu. Bakışlarım ona dönerken herkes yine kendi dünyasında takılmaya başladığında o üstüme eğildi ve yine o derin sesiyle fısıldadı. “Şanlı al bayrak kadar güzelsin deli yürek.” İşte bu iltifat beni bitirirdi. Şu an hayvan gibi etkilenmiştim. Al bayrak kadar güzel bulması benim kalbimin ritmi için hayırlı değildi.
Kulağıma eğildiğinde dudakları kulağımın dibindeydi neredeyse kulağıma sürtünecekti, üstelik sıcak nefesi de cabasıydı. “Yani uğruna öleceğim kadar güzel ve mükemmelsin.” Derin sesinin kulağım dibinde olması ile derin bir nefes verdim, pekala etkilendiğimi belli etmemem gerekiyordu. Ama çok etkileniştim şu an! Geri çekildiğinde yoğun bakışlarıyla denk düştüm.
“Hmm, etkilenmiş olabilirim.” Olabilirim dediğime bakamamalıydı ben felaket etkilenmiştim. Ayberk gülümsedi ama gülümsemesi gamzesini ortaya serecek kadar değildi ve bu benim için şu an güzeldi. Çünkü gamzesini kıskanabilirdim ve o bunu tahmin ediyor olmalıydı ki gamzesini ortaya sermiyordu. “Şeref duyarım.” Gerçekten kalbime garezi vardı sözleri, bakışları, varlığı her şey heyecanlanmam yeterli bir sebepti.
***********
Arkadaşlarrr yine güzel bir bölümle geldim eğlenerek yazdığım bölümlerden bir tanesiydi. Kutay'ın unutulması hakkında ne düşünüyorsunuz? Peki Pelin ve Umay arasındaki ilişki nasıl ilerleyecek? Ben fazla konuşmadan size sezon finali hakkında bilgi verip gideceğim sezon finalimiz yakın arayı fazla açmayacağım. Şimdilik bu kadar o zaman ben lafı daha fazla uzatmadan yorumları sizlere bırakıyorum, oy vermeyi ve beni takip etmeyi unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>
************
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.83k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |