Tekrar doğan cesur yiğit, kaynasın deli Türk kanı.
***
Gözlerimi yavaşça araladığımda üstümdeki uyku ağırlığında kurtulmaya çalıştım ben yavaş yavaş kendime gelirken Ayberk’in hala uyuduğunu gördüğümde gülümsedim. Elimle saçlarını nazikçe okşayıp saçlarının arasına bir öpücük kondurdum, homurdansa da uyanmadı. Onu uyandırmak gibi isteklerim de yoktu dinlemesi gerekiyordu yorgundu bu yüzden sadece saçlarını nazikçe okşamakla yetindim. Aslında şu anda kalkıp o uyurken ona kahvaltı hazırlamak vardı yani en azında o kadarını becerebilirdim o kadar da değildim.
Ama yine de paşamız için üşenmeyecektim kalkıp sofra hazırlayacaktım. Boynuma gömdüğü başını yavaşça yastığa bıraktığımda yataktan kalkmak için hareketlenecektim ki beni belimden tutarak kendine çekti. Hani uyuyordu bu?
“Kabuslar görmüyorum ama uyurken beni bırakma.” Sözleri ile yutkunduğumda birkaç saniye sessiz kaldım. “Tamam da pek uyuyor gibi durmuyorsun şu an paşam.” Başını yine boynuma gömmüş duruyordu kafasını kaldırma zahmetinde değildi. “Uyurum ben.” Anlaşılan kalkmak gibi niyetleri yoktu tekrar uyuyacaktı ki uyuyabilirdi malum onu kaldıran ben olmuştum. “O kadar mı yorgunsun?”
“Hayır burada kalmak o kadar güzel.” Verdiği cevapla kalbim yine rayından çıkarken gülümserken buldum kendimi. “Ha uykun yok yani?” Konuşurken sesinden sırıttığı belli oluyordu. “Burada kalırsam olabilir.” Gülümsediğimde saçlarının arasına bir öpücük kondurdum. “İstediğin kadar kalabilirsin.” Boynuma bir öpücük kondurduktan sonra sessiz kaldı bu da uyuyacağı anlamına geliyordu, ben ise fırsattan istifade ederek saçlarıyla oynadım.
Neredeyse bir buçuk saat geçtikten sonra Ayberk hafifçe kıpırdanıp homurdandı, uyanmıştı. Başını kaldırdığında yarım yamalak açık olan güzel yeşilleriyle denk düştüm ben anında otuz iki diş sırıttığımda güldü. Yeni uykudan uyandığı için sesi daha kalındı ve fazla etkileyiciydi en azından benim açımdan. “Günaydın.” Neşeli sesimle sırıtarak konuştuğumda gülümsedi gözlerini ovuşturup üstündeki uyku ağırlığını atmaya çalıştı. “Günüm aydı şu an.” Gülümsediğimde yattığım yerden kalkıp yatağın başında dikildim. “Günün aydığına göre ben sana kahvaltı hazırlamaya gidiyorum.” Gözleri açılırken kaşları havalandı. “Sen yemek yapmayı bilmiyorsun yavrum.” Yumurta kıramayacak kadar da cahil değildik çok şükür.
“Yumurta kıramayacak kadar cahil değilim.” Kaşları havalanırken güldü benden beklemiyor olmalıydı bu performansı ama işte sevda her şeyi yaptırıyordu adama. Ben odadan çıkıp mutfağa ilerlerken o da banyoya girmişti ben mutfağa girecekken kapının zili çaldığında gidip kapıyı açtım. Bizim tim ile karşılaştığımda onlar bana sırıtarak bakarken ben onlara memnuniyetsiz bakışlar atıyordum. Ben bunlara kahvaltı hazırlamazdım.
“Kapının ağzında dikilmez misin?” Buse selamsız sabahsız içeriye dalarken ben başımı olumsuz anlamda salladım. Hepsi içeriye girip salona kurulduklarında Ayberk banyodan çıkıp salona geldiğinde ayağa kalkıp hazır ola geçtiler. “Rahat.” Benim tim yerine otururken Ayberk durumu hiç garipsemiyordu ama memnuniyetsiz olduğu belliydi. “Komutanım sabahın köründe gelmiş olduk ama size söylememiz gereken bir şey var.” Göktuğ çekingen bir şekilde konuşurken Sare ve Uraz hariç hepsi otuz iki diş sırıtıyordu. Ben ayakta durmuş, kollarımı göğsümde bağlamış dikilirken onlar karşımda oturmuş bana bakıyorlardı.
“Biz evleniyoruz!” Buse’nin ciyaklaması ile ortamda derin bir sessizlik oldu herkes gözünü dikmiş bana bakıp benim tepkimi inceliyordu. “Hayırlı olsun ne zaman istiyoruz?” Herkes benim tepkimle ölüm sessizliğine büründü evet kimsenin zaafı olamaz dedikten sonra evlenmelerine izin vermem sessizliğe sebep oluyordu. Ama artık bu zaaf mevzusu rafa kalkmıştı çünkü timde neredeyse herkesin zaafı vardı, en başta ben olmak üzere.
“Yani size sorduktan sonra annemlere haber vereceğim onlar gelece, üç gün sonra düşünüyoruz.” Göktuğ’un mutlu sesi ile yüzümde mimik oynamasa da içimde silik bir tebessüm vardı. “Git hazırlığını yap o zaman oğlum.” Benden yumuşak bir tepki beklemediklerinden diğerleri henüz tepki veremiyordu, ne diyeceklerini bilemiyor da olabilirlerdi. “Seni almaya geldim beraber alışveriş yapacağız.” Bakışlarım Buse’ye döndüğünde o otuz iki diş sırıttı bana hiç öyle bakmasındı Ayberk ile vakti geçirmek gibi şahane planlarım vardı.
“Ben anlamam beni bulaştırma o işlere ayrıca ben erkek tarafındayım.” Buse’nin gözleri kocaman açıldığında herkes gülerken o şokla bana bakıyordu. “Hangi taraftasın? Kızım kendine gel sen kız tarafısın.” Değildim şahsen ben hiçbir halt yapmayıp sadece istemeye gitmek istiyordum. Ayrıca dam benim timimdendi tabi ki onun tarafındaydım.
“Vazgeçtim taraf tutmuyorum.” Ayberk sırıtırken diğer herkes gülerken Buse gözlerini dikmiş bana bakıyordu. “Ya ne demek tutmuyorum? Ayıp bu yaptığın.” Hiç de ayıp değildi benden ötede istedikleri gibi aşk yaşayabilirlerdi ama beni rahat bırakmalılardı çünkü malum benimde sevdasına düştüğüm bir adam vardı. “Başka söyleyecek bir şeyiniz yoksa kalkın gidin hadi.” Buse’ye verdiğim makul cevaba karşılık Turgut’tan geldi. “Ama kovmanız ayıp komutanım biz ne yaptık?”
“Ya sen nasıl benimle alışverişe gelmezsin?” Buse beni ikna etmeye çabalarken ben boş boş onlara baktım. “Ben Ayberk ile vakit geçirmek gibi planlar yapıyorum o yüzden kendi söküğünüzü kendiniz dikin.” Oğuz kahkaha attığında ben huysuz ifademle ona bakıyordum ama komik miydi yani? Olabilirdi öyle şeyler. Buse bu sefer ses çıkarmamıştı çünkü biliyordu bizim beş dakika sonramız belli değildi bu yüzden vakit geçirmek istiyorduk. Buse’de bunu biliyordu beni en iyi o anlardı çünkü o da asker bekliyordu, bende beklemiştim.
“Aslında ben Ayberk komutanım da bizimle gelir mi diyecektim, gelir misiniz komutanım?” Göktuğ’un masum sorusu ile Ayberk birkaç saniye kalakaldı tabi yeni uyandığı için jeton geç düşüyordu. “Nereye?”
“Takım elbise falan almam lazım gerekli olan diğer şeyler falan Uraz komutanım gelmiyor onun dışında hep beraber gidiyoruz. Sizde bizimle gelir misiniz?” Ayberk birkaç saniye düşündü büyük ihtimalle benim onunla vakit geçirme planlarım olduğundan kararsız kalmıştı ama açıkçası bir planım yoktu. Sadece onunla vakit geçirmek istiyordum bir aktivitem yoktu yani ben oturup saatlerce onu da izleyebilirdim, böyle de güzel aktivitelere sahiptim. Ayberk’in yeşilleri bana döndüğünde gözlerimde bir onay arıyordu ve o onayı verdiğimde yeşilleri Göktuğ’a döndü. “Gelirim.” Göktuğ gülümsediğinde Buse sırıtarak bana baktığında bende güldüm.
“Her türlü o alışverişe geliyorsun hanımefendi.” Buse ayaklandığında ben ona boş bakışlar attım. “Nereye?” O da bana boş bakışlar attı. “Alışverişe gideceğiz ya.”
“Biz daha kahvaltı yapmadık, ben açım.” Uraz’ın hafifçe sırıttığını gördüğümde Ayberk gülüyordu malum kendisine kahvaltı hazırlamak nasip olmamıştı. “Tamam hazırlanın dışarıda yersiniz hadi romantik bir kahvaltı yapmayın verin evleniyorum ben burada.” Buse’nin heyecanına başımı olumsuz anlamda salladığımda yeşilleriyle denk düştüğümde güldü. Kırk yılda bir üşengeçliğimi kenara bırakıp romantiklik yapasım gelmişti ama sanırım bu bana bir işaretti.
“İyi bari bekleseydin de üstümü değiştirseydim.” Tamam öyle çok büyük özen göstermiyordum kıyafetime ama yine de eşofman takımı ile çıkacak kadar değil. “E hadi o zaman.” Buse heyecandan yerinde duramazken ben üstümü değiştirmek için odama ilerledim altıma siyah bir kot üstüme siyah bir badi ve son olarak deri ceket giydim. Saçlarımı açık bıraktığımda anahtarları ve cüzdanı alıp cebime attıktan sonra içeriye girdim.
Ayberk’te kıyafetlerini giydiğinde dışarı çıktığımızda biz arabaya yönelirken diğerleri de Oğuz’un arabasına yönelirken Uraz’da bizim arabaya bindi. Ben sürücü koltuğuna otururken yanımda Buse arkada ise Sare oturuyordu ama Sare’nin yanına Uraz oturunca Buse ve Sare’nin bakışları ona döndü. Uraz bu tür işlere karışmayı sevmediğinden gitmeyecekti. “Beni de şu ileride bırakırsanız çok makbule geçer.” Uraz, Buse ve Sare’ye açıklamaya yaparken ben çoktan yola koyulmuştum.
Uraz'ı istediği yere bıraktıktan sonra Eda, Beren ve Pelin’i alıp alışverişe çıkmıştık dileğim yine başımızı belaya sokmadan alışverişi bitirebilmekti. Çarşıdaki tüm mağazaları gezecektik çünkü hepsi kendisine elbise almayı düşünüyordu benim ise öyle bir niyetim yoktu. Beğendiğim bir şey olursa alırdım onun dışında zaten elbisem olduğundan pek de derdim değildi.
Diğerleri mağazanın içinde gezinirken ben geçip bir köşeye oturmayı tercih ettim biraz üşenmiştim. Bakışlarım etrafta dolaşırken saniyelik Pelin ile göz göze geldiğimizde anında bakışlarını benden ayırdı, yarışta aramızda yaşananlardan sonra birbirimize bakmıyorduk bile. Herkes aramızdaki gerginliği fark etmişti ama aramıza girmek istemediklerinden görmezden geliyorlardı ki en iyisiydi, biz bile birbirimizi görmezden geliyorduk. Nasıl davranacağımızı ikimiz de bilmiyorduk Pelin bana karşı yalnız kaldığımızda kötü, diğer insanların yanında hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Küçükken de aramızda büyük bir samimiyet yoktu evet kardeş gibiydik ama aramızda hep bir mesafe vardı. Pelin’in küçükken de benden haz etmediği zamanlar olurdu ama yine de hiç bana düşmanlık beslememişti. Şimdi ise rakip ya da düşman olarak görüyordu böyle olmasını istemezdim ama mecburen benden de sert bir karşılık alıyordu.
“Umay bu nasıl?” Buse elinde tuttuğu toz pembe elbiseyi bana gösterdiğinde yüzümü buruşturdum. “Nesin sen? Masallardan çıkan prenses mi?” Buse elindeki elbiseye baktığında yüzü düştü ama yapacak bir şey yoktu yani gerçekleri söylerdim ben. “Olmaz mı?” Pek olur gibi gelmiyordu bana kalırsa. “Daha iyisi olabilir.” Buse birkaç saniye düşündükten sonra beni onaylayarak elbiseyi yerine koyduğunda mağazayı dolaşmaya devam etti.
Yarım saat mağazayı dolaştıktan sonra bir şey bulamayınca mağazadan çıkıp başka bir mağazaya girdik. Ben yine kenara geçip oturduğumda onlar yine mağazayı dolaşmaya başladılar, umarım burada da kırk dakika harcamazlar. On beş dakika sonra Buse yeni bir elbise ile kaşıma geldiğinde elbiseye baktım kırmızı renkli dekolteli bir elbiseydi. “Fazla dekolteli düğüne gidiyormuşsun gibi.” Buse elbiseye şöyle bir bakınca fazla ve derin dekolteli olduğunu görünce onaylayarak mağazayı dolaşmaya devam etti. Yarım saat sonra bu mağazaya da veda ettiğimizde diğer mağazaya girdiğimizde ben derin bir nefes verdim.
Sıkılmaya başlıyorum artık. Geçip kenara oturduğumda onlar yine mağazayı dolaşmaya başladılar. Yirmi dakika sonra Pelin’in kasaya ilerlediğini gördüm diğerleri hala mağazayı dolaşmaya devam ediyordu. Pelin her ne aldıysa parasını ödedikten sonra mağazadan çıkıp büyük bir mağazaya girdiğimizde yine aynı düzen devam etti. Kenarda otururken artık sıkıntıdan patlamamak için Ayberk’e mesaj attım.
İki saattir mağaza geziyoruz ve hala hiçbir şey almadılar, sıkıntıdan patlayacağım.
İsyan mesajımı gönderdiğim sırada Buse’nin bu sefer elbiseyi giyerek karşımda durduğunu gördüm, yeşil bir elbise giymişti ona da fazla yakışmıştı. Elbise askılıydı derin bir dekoltesi de yoktu ama kumaşının parlak olması bunu da düğüne gider gibi gösteriyordu. “Cık.” Dediğimde Buse geri dönüp giderken ondan mesaj gelmişti.
Seni yanıma almalıydım, hepimiz takım elbiselerimizi aldık şimdi yüzük almaya gidiyoruz. Ayrıca sen yemek yedin mi?
Evet onu sadece bir kalp ile kaydetmiştim çünkü öldürdüğüm kalbimi ortaya çıkaran oydu, kalbim ortaya çıkarmış üstüne de oraya bir imparatorluk kurmuştu. Kimine göre basit, bana göre anlamlı bir kaydediş şekliydi. Bir şeyler atıştırmıştım doymamıştım ama idare edebilirdim tabi ayrıca gerçekten beni yanına almalıydı. Onlar ne güzel takım elbiseyi almış yüzük almaya gidiyorlardı biz hiçbir şey beğenemiyorduk. Takım elbise deyince onun takım elbise giydiği gözümde canlanınca sırıttım, fazlasıyla çekici olacağına kalıbımı basardım.
Yedim merak etme, umarım sende yemişsindir.
Mesajı anında görürken hızlı bir cevap yazdı.
Mesajın altına takım elbiseli boydan bir fotoğraf attığında sırıtışım genişledi, kalbim ritmini şaşırırken ben fotoğrafı inceliyordum. Yakışıklıydı, karizmatikti, çekiciydi, başıma belaydı. Takım elbisenin ceketi omuzlarını daha ortaya çıkarmıştı alnına düşen saç tutamları ise onu bir şaheser yapıyordu.
Böyle şeyleri bana habersiz atmamalısın zira içinde imparatorluk kurduğun bir kalbim var.
Ben mesajı gönderdikten sonra Buse karşıma geldiğinde giydiği elbiseye baktım siyah bir elbiseydi kumaşı bu sefer parlak değildi. Askılıydı ve dekoltesi fazla dekoltesi yoktu aslında güzel de durmuştu ama sanki olmayan bir şey var gibiydi. “Cık.” Onaylamaz bir ses çıkardığımda Buse tekrar geri dönerken ben onun mesajına baktım.
Kalbim ritmini daha fazla bozarken hemen cevap verdim.
Mesajı görmemişti büyük ihtimalle şu an yüzük alıyorlardı bu yüzden telefonu kenara koyduğumda karşıma gelen bu sefer Eda’ydı. Yeşil bir elbise giymişti haki rengiydi, direkt onun yeşilin her tonunu barındıran gözleri aklıma düşünce elbiseye odaklanmaya çalıştım. Vücudunu saran bir elbiseydi, sıfır kollu ve hafif göğüs dekolteliydi ve cuk oturmuştu.
“Mükemmel.” Eda’ya tam olan bir renkti ve duruşu bile tam olmuştu kesinlikle uygundu, Eda gülümsediğinde almaya karar verip üstünü değiştirmeye gitti. Eda gidince karşıma Sare’nin gelmesini beklemiyordum açıkçası ama o da karşımda dikildiğinde ona da şöyle bir baktım. Siyah bir elbise giymişti vücudunu saran askılı bir elbiseydi, göğüs dekoltesi de vardı çok da abartılı olmadığından bence uygundu. Sare’nin mükemmel bir fiziği olduğunda elbiseyi de taşıyabildiği için güzel olmuştu. “Güzel.” Benden onay geldiğinde gülümsediğinde o da çıkarmak için kabinlere ilerledi. Ama ondan sonra Beren’in karşımda dikilmesi en beklemediğim şeydi yani Beren’den beklemiyordum. Ayrıca neden herkes bana geliyordu?
Ona şöyle bir baktığımda kaşlarım havalandı kahverengi vücudunu saran bir elbise giymişti, kumaşı parlak değildi, askılı da değildi omuzlarını açıkta bırakan göğüs dekoltesi olmayan bir elbiseydi. Kahverengi saçlarını da açtığı için çok güzel duruyordu kahverengi tam olarak onun rengiydi. “Mükemmel.” Beren gülümsediğinde o da elbiseyi çıkarmak için kabinlere giderken benimde şöyle bir mağazayı gezesim vardı, ama ben ayaklanmadan Buse karşıma geldiğinde durdum.
Kaşlarım havalanırken onu baştan aşağıya inceledim. Bu sefer beyaz bir elbise giymişti elbise sadeydi, kumaşı parlak değildi boğazını hafif saran sıfır kollu bir elbiseydi. Vücudunu saran bileğinde biten bir elbiseydi dekoltesi falan yoktu ama mükemmel görünüyordu. İşte şimdi her şey olmuş gibiydi aslında bu kıza beyaz çok yakışıyordu. “Tam olarak bu.” Dediğimde Buse derin bir oh çektiğinde güldüm ama gerçekten tam olarak buydu. Buse kabine giderken ben kalkıp mağazayı dolaşmaya başladım reyonlar arasında dolaşırken bir mankenin üstünde gördüğüm koyu yeşil elbise gözüme takıldı. Beren’in elbisesi gibi askılı olmayan, omuzları açıkta bırakan, uzun bir elbiseydi. Parlak bir kumaş değildi, omuzundan aşağıya doğru uzanan bir kumaş vardı modeli biraz farklıydı ve güzel görünüyordu.
Kabin aynasında elbisenin üstümdeki duruşuna bakarken gülümsedim bence güzel olmuştu ama bizimkilere de göstermek istediğimde kabinden çıkıp onların yanına ilerledim. Bu sefer oturan ben değil onlardı, karşılarında dikildiğimde hepsi beni inceledi. “Sevgilin olmasaydı kıskanabilirdim.” Buse’nin yorumuna göz devirdiğimde güldü. “Bari farklı renk alsaydın da fark bu kadar belli olmasaydı.” Eda’nın sözlerine hepimiz güldüğümüzde bu sefer gelen yorum Beren’dendi.
“Ayberk komutanımın zevki güzelmiş.” Ben ve Pelin hariç herkes kahkaha atarken benim bakışlarım Beren’e döndü o bana sırıtarak bakarken diyecek bir şey bulamadığımdan sustum. “Evet güzelmiş gerçekten.” Bakışlarım bu sefer de Sare’ye dönerken onlar gülüyordu bende sırıttığımda elbiseyi çıkarmak için kabinlere yöneldim. Elbiseyi çıkarıp kasaya ilerledim ve elbiseyi aldığımda mağazadan çıktık. “Başka bir şey yok değil mi?” Bana kalırsa yoktu bu akşam da istemeye gelebilirlerdi bence. “Yok eve gidip hazırlıkları falan yapmamız lazım sadece.” Buse’nin onayı ile arabaya bindiğimizde hedefim herkesi eve bırakıp eve gitmekti.
Eve geldiğimde ilk işim üstümü değiştirmek oldu üstüme rahat bir şeyler giyip salona geldiğimde zil çaldı, Ayberk’in geldiğini bilerek mutlulukla kapıya ilerledim. Kapıyı açtığımda yeşillerle denk düştüğümde gülümsedim, gülümsedi. Ayberk içeriye girdiğinde elindeki poşetleri kenara bıraktı direkt bana sarıldığında bende ona sarıldım. “Hoş geldin.” Neşeli çıkan sesime ben şaşırıyordum çünkü neşe ve ben aynı cümle içinde bulunamıyorduk yani benim neşem söneli yıllar olmuştu. Ama onun yanındayken üstümde hep bir enerji, bir neşe vardı bu da onun marifetiydi. “Hoş buldum deli yürek.” Geri çekildiğimizde ikimiz de geçip koltuğa oturduk kolunu omzuma attığında ben konuştum.
“İki gün boyunca Buse’ye yardım etmem gerecek.” Ayberk derin bir nefes verdiğinde memnun olmadığını biliyordum ama bir taraftan da onlar evlendiğinden bir şey diyemiyordu. “Durduk yere ben niye istemeye geliyorum onu anlamadım hayır timindeki adamları kendi farklı versiyonlarında falan mı seçtin? Göktuğ eğer biraz daha kabul etmeseydim şantaj uygulayacaktı gelmem için.” Kahkaha attığımda bakışları yine gülüşüme takıldı ve o da gülümsedi ama gülüyordum burada o kalbimin ritmini bozuyordu, adalet miydi şimdi? “Yani evet kendi farklı versiyonlarımı seçtiğime eminim.” Timde bir tane akıllı olmadığı düşünülürse bu teori kesinlikle doğruydu. “Hayır ben sizin timden değilim bir şey değilim ben niye geliyorum?” İlla timden olması mı gerekiyordu?
“Niye huysuzluk yapıyorsun şu an? Gel işte.” Ben ona ters bakışlar atarken hoşuna giden neydi bilmiyorum ama sırıttı. “İstiyorsan geleceğiz mecbur.” Ters bakışlarımı düzeltip sırıttığımda başımı göğsüne yasladığımda o da saçıma öpücük kondurdu.
Akşam evde oturmuş beklerken Buse telaşı ile hepimizi telaşa sokuyordu birazdan istemeye geleceklerdi anlıyordum ama biraz sakin daha iyi olur gibi düşünüyorum şahsen. Mustafa amca ile ikimiz koltukta oturmuş diğerlerinin telaşını izliyorduk. Mustafa amca Buse’nin babasıydı ve yeni tanışmamıza rağmen çok iyi anlaşmıştık, Mustafa amca ile göz göze geldiğimizde ikimiz de umutsuz vaka der gibi başımızı olumsuz anlamda salladık. “Her şey tamam mı? İyi görünüyor muyum?” Buse salonun ortasında durmuş telaşla konuşurken diğerlerini de telaşa sokmuştu. Beren ve Sare kenarda durmuş Buse’ye bakıyorlardı. “Rahat dur artık bizi de geriyorsun.” Sare’nin sakin sözlerine karşılık Buse aynı telaşlı bakışlarla bize bakmaya devam etti. Hepimiz salonda dururken Buse’nin annesi olan Emine Hanım’da panikle ortada dikiliyordu. Eda ve Pelin ise köşede durmuş Buse gibi telaşla herkese bakıyorlardı, herkes sakin olabilir miydi artık?
Kapı zili çaldığında anlık herkes telaş olurken ben tüm sakinliğimi koruyarak kapıya yöneldim Buse’nin elinden tutup kapıya sürükledim. Kapının önünde durduğumuzda kapıyı açması için işaret verirken herkes arkamıza ip gibi dizilmişti. Buse derin bir nefes alıp kapıyı açtığında Göktuğ, Ahmet amca ve Kübra teyze ile karşılaştık ilk, arkalarında Ali albay ve Sevda Hanım vardı. Arkalarında da bizim tim vardı ama Ali albayın uzun boyu ve heybeti nedeniyle pek göremiyordum, yaşlı kurt hala uzun boylu ve heybetliydi. Göktuğ donakalmış Buse’ye bakıyordu ve sanırım içeriye giremeyecek durumdaydı, Buse gelinlik giyse bayılacaktı herhalde ki hak da verirdim yani. Göktuğ’un babası olan Ahmet amca alttan Göktuğ’u dürttüğünde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım, Ahmet amca ile iyi anlaşırdım ve severdik birbirimizi. Göktuğ kendine gelip içeriye girdiğinde elindeki çiçek buketini Buse’ye uzattı. Buse alırken Göktuğ içeriye geçti Buse rezidansta oturduğu için ayakkabılarını çıkarmalarına gerek kalmıyordu. Onların arkasından Ahmet amca ve Kübra teyze girince bana bakıp sırıttıklarında bende sırıttım onlar Buse’nin ailesi ile tanışırlarken Ali albay ve Sevda Hanım içeriye girdi.
Tüm heybeti ile içeriye girerken sırıtmadan edemedim direkt benimle göz göze gelince o da sırıttı göz kırptığında ise kalbimin teklediğini hissettim. Analar neler doğuruyordu gerçekten. Ardından bizim içeriye girdiğinde Buse kapıyı kapatırken bizde içeriye geçtik. Büyük salonda duran üçlü koltukta Ahmet amca, Kübra teyze ve Göktuğ oturuyordu, ikili koltukta Ali albay ve Sevda Hanım oturuyordu. Diğer üçlü koltukta Mustafa amca ve Emine teyze otururken Buse’yi de ortalarına oturtmuşlardı, tekli koltuklardan birinde tüm heybeti ve yakışıklılığı ile benimki oturuyordu. Diğer tekli koltuğa ise Pelin oturmuştu ama koltuklar en azından birbirine uzaktı bu yüzden umursamamaya çalışıyorum. Ve koyduğumuz sandalyelere tim ve kızlar kurulmuştu ben geçip Ayberk’in koltuğunun yanındaki sandalyeye oturduğumda sırası ile rütbeye göre dizilmiştik sandalyelere. Neden böyle oluyordu bilmiyordum ama böyle şeylerde fark etmeden hep rütbe sırasına göre diziliyorduk bu askeri disiplinden de kaynaklanıyor olabilirdi. Pelin’in bakışlarını Ayberk’e diktiğini gördüğümde tepkisizliğimi korumaya çalışıyordum ama içimde dönen yangınlar hayra alamet değildi, zira burayı ateşe verebilirdim malum yakmayı severdim. Ayberk’te bunu hissetmiş olmalı ki sandalyemin altından tutup beni kendine çekmişti sandalyem onun oturduğu koltuk ile dip dibe durduğunda yutkundum. Bu hareket beni bu kadar çok etkilememeliydi, ama etkiliyordu!
Herkesin bakışları bize döndüğünde herkes anlaması gerekeni anlamıştı.
Herkes önüne dönerken ben kalbim göğsüme vuruyordu göz ucuyla Ayberk’e baktığımda dudağının köşesi hafifçe kıvrıldı. Şu an gözüme aşırı çekici geliyordu böyle şeyler yapmamalıydı.
“Ee sizler nasılsınız?” Ahmet amca sessizliği bozduğunda Mustafa amca zerre ciddiyetinden ödün vermeden konuştu. “İyiyiz sizler nasılsınız?” Mustafa amcayı tanımamış olsam ciddi bir insan olduğunu düşünebilirdim ama tanıyordum. “İyiyiz bizde.” Her istemede olduğu ortama ölüm sessizliği çökmesini ve klasik havalar konuşması yapılmasını beklemek salaklık olurdu, ortada Pençe timi denen bir gerçek vardı.
“Ee efendim siz ne işle uğraşıyordunuz?” Turgut’un Mustafa amcaya yönelttiği soruyu Mustafa amca ciddiyetle cevapladı. “Emekli hakimim.” Turgut anladım dercesine başını salladığında bu sefer Kutay daldı araya. “Siz ev hanımısınız değil mi?” Emine Hanım’a yönelttiği soruyu Emine Hanım başını sallayarak onay verdi. “Evet yavrum.” Kutay tabi ki susmadı. “Elinizden bir gün börek yemek nasip olur inşallah.” Anlık Ali albayla göz göze geldiğimizde ikimizde Kutay’a umutsuz bakışlar attık, işiniz gücünüz yemekti!
“Oğlumuzun kötü alışkanlıkları var mı?” Emine Hanım kızı vermeye niyetli olmalıydı sanırım yok cevabı gelince verdim gitti diyecekti. “Yok canım yoktur bizim oğlanın öyle şeyleri.” Kübra teyzenin cevabı ile tüm tim gülmemek için kendini tutmaya çalışırken ben yanağımın içini ısırdım.
Bu cevaba Buse bile gülmemek için kendini tutmuştu tabi Kübra teyzenin Göktuğ’un sigara içtiğinden haberi yoktu. “Aman iyi.” Emine Hanım’ın cevabı ile gülmemek için yanağımı daha fazla ısırdım. Hepimiz kendimizi tutarken bu sefer Oğuz konuştu. “Sadece Buse’yi mi vereceksiniz?” Bunu Beren’in gözlerinin içine baka baka söylemesi bizim için yeterince açıklayıcıydı, Mustafa amca da anlamış olmalıydı. “Niye? Sen kimi istiyorsun?” Oğuz’un bu soruyu geçiştirmesini falan bekliyor olmalıydı ama söz konusu bizim tim ise her türlü arsızlık mübahtı, Oğuz Beren’in gözlerinin içine baka baka cevap verdi. “En güzelini.” Mustafa amcanın kaşları havalanırken beklemediğim performans Ayberk’ten geldi. “E o zaman bende güzelimi alayım yani.” Bakışlarım ona döndüğümde kalbim göğsüme vuruyordu anlık onunla evlendiğim düşüncesi zihnimin her köşesini işgal ederken istemsizce gülümsedim.
Hayali bile kalbimin ritmini şaşırmasına, gülümsememe sebep oluyordu.
Ayberk'in bakışları bana döndüğünde gülümsedi, öyle güzel gülmemeliydi kalbim tekliyordu. “Ben kahve yapayım.” Buse’ye heyecan fazla gelmiş olmalı ki dayanamayıp kahve işine girmişti onun ardından Sare gittiğinde peşinden Beren gitti. Eda kalkıp gittiğinde Pelin ile ben kalmıştık ve ben Pelin gitmeden gitmeyi düşünmüyordum. O da düşünmüyor olmalıydı ki ikimizde oturuyorduk. Pelin en sonunda dayanamayıp kalkıp gittiğinde bende oturduğum yerden kalkıp mutfağa ilerledim.
Büyük mutfağa girdiğimde Buse’yi kahvenin başında gördüm onların yanına gittiğimde bizimkiler Buse’yi kahveye tuz koyma konusunda ikna etmeye çalışıyorlardı. “Kızım koy ya ne bu kıyamamazlık?” Buse bakışlarını Sare’ye çevirdiğinde başını olumsuz anlamda salladı. “Orta şekerli yap sen bir de beyimize.” Beren’in göz devirerek söylediği sözlere karşılık Buse toz şekerle bakıştığında Eda toz şeker kabını aldı. “Abartma istersen, içine zehir koy da diyebilirdik.” Akınalp’in başı büyük beladaydı zira Eda ona acıyacakmış gibi durmuyordu. “Senden önceki sevgilisi de sarışındı.” Benim sözlerim üstüne Buse anında tuzluğa uzanırken üç yemek kaşığı tuz koyduğunda ben diğerlerine sıçtık bakışı atıyordum. Sadece ikna etmek istemiştim ama anlaşılan biraz fazla ikna etmiştim.
“Öyle ölmez füze at.” Pelin’in yorumuna Buse omuz silkerek cevap verdiğinde artık heyecanlı falan değildi. Eda diğer kahveleri yaparken mutfağa Turgut girince hepimizin bakışları ona döndü ama o direkt Buse’nin yanına giderek yaptığı kahveye baktı. “Ne kadar tuz attın yenge?” İtlik yapmaya gelmişti. “Üç yemek kaşığı.” Buse gururla söylerken Turgut ona ciddi misin bakışı atıyordu. “E bu kadar mı?” Buse’nin gözleri kocaman açılırken yaptığı kahveyi ir şey döker korkusuyla savunmaya çalıştı. “Daha ne olsun? Öldüreyim mi adamı?” Turgut dudak büzerken zaten önü kapalı olan ceketin önünü kapatıyormuş gibi davrandı.
“Hiç yani eski sarışın sevgilisi de ona kıyamıyordu da o geldi bir an aklıma.” Biz birbirimize sıçtık bakışı atarken Beren reflekslerini kullanıp tuzluğu aldı yoksa gerçekten Göktuğ’u kaybedecektik. Ama Buse bu sefer başka bir baharatlığa sarıldığında bir yemek kaşığı toz biber attığında ben yüzümü buruşturdum. Göktuğ eski sarışın yüzünden ölecekti haberi yoktu. “Bana bakın o adam bana dağda lazım ölürse sizi götürüm dağa.” Buse beni umursamadı Turgut zaten bizimle geldiğinden bunu dert edinmiyordu. “Eski sarışın buna baharatlı yemek çok yedirirdi. Kendi elleriyle.” Bu sefer Sare hızla Buse’nin elinden baharatlığı aldığında Buse başka bir baharatlığa sarıldı.1
Bir yemek kaşığı karabiber döktüğünde yüzümü buruşturdum. “Fare zehri hazırlasaydın yine yaşama ihtimali vardı.” Pelin’in yorumu Buse umursamadı gerçi şu an pek de umursayacakmış gibi değildi. “Yarın sabah dörtte eğitim sahasında görüşelim Turgut.” Turgut şokla bana döndü. “Komutanı-”
“Üç oldu.” Turgut ağzını açmadan hüzünlü hüzünlü mutfaktan çıktığında Buse kahveyi fincana döküyordu benim ise sürekli yüzümü buruşturasım geliyordu. Buse kahveyi alıp gittiğinde ardından Pelin aldı bir tepsi ve son tepsiyi de ben aldım.
İçeriye girdiğimde ben bizimkilere servis yapmıştım ve son kahve Ayberk’e denk gelmişti, kahveyi tepsiden alırken dudaklarını kulağıma yaklaştırdı ve derin, kalın sesi ile fısıldadı. “Bir gün damat olarak alma dileğiyle güzelim.” Kahveyi alıp geri çekilirken ben yutkundum kalbim teklerken geçip yerime oturdum. O bana sırıtarak bakarken ben ona bakmıyordum çünkü bakmak bile ritimlerimi bozuyordu ve benim ritimlerim zaten tamamen bozulmuştu şu an. İlk Göktuğ kahveyi dudaklarına götürdüğünde bütün tim ona sırıtarak bakıyorduk, evet az önce ölmesin diye uğraşıp şu an sırıtıyordum.
Göktuğ kahveyi diktiğinde ve yerine koyduğunda öksürmeye başladı yavaş yavaş kızarmaya başladığında ben dudaklarımı birbirine bastırdım. Göktuğ su içerken Mustafa amca keyifle kahvesini höpürdetti Kübra abla korkuyla Göktuğ’a bakarken Göktuğ yavaş yavaş kendine geldi. Buse acımasızca ona bakarken o kızarmış suratıyla ona masum bakışlar atıyordu.
“Evet gelelim sebebi ziyaretimize.” Ahmet amca kahvesinden bir yudum alıp bıraktı. “Efendim çocuklar birbirini görmüş, sevmiş bize de mutluluklarını istemek düşer. Allah’ın emri, peygamberin kavliyle kızınız Buse’yi oğlumuz Göktuğ’a istiyoruz.” Ortamda derin bir sessizlik oldu Mustafa amca kahvesini kenara koyup ciddiyetle konuşmaya başladı. “Şimdi benim bir tane kızım var o yüzden benim için çok kıymetli uzun lafın kısası kızımı üzerse oğlunuzu ölü bilin.” Mustafa amca sağlamdı Göktuğ’u gerçekten vururdu yani. “Öyle bir şey olursa size kalmadan ben hallederim.” Ahmet amca öldürürüm diyemeyeceği için hallederim demişti çünkü Göktuğ’da onların tek göz ağrısıydı. Ama Ahmet amca Göktuğ’un Buse’yi üzmesine de izin vermezdi ki, onlara kalmadan en başta Göktuğ onu üzmezdi biliyordum. “Verdim gitti.” Mustafa amca Buse’yi verdiğinde hepimiz ayaklandık el öpme merasimi başlıyordu.
El öpme merasimi bittikten sonra Sare tepsiyle yüzükleri getirdiğinde Ahmet amca Ali albaya yol verdi. “Buyur bakalım komutan.” Yaşlı kurt alçak gönüllüydü tabi. “Estağfirullah efendim siz varken bana düşmez.” Ahmet amca gülümsediğinde elini Ali albayın koluna koydu Ali albay bir doksan olduğundan yetmiyordu boyu omzuna koymaya. “Bu senin hakkın komutan biz uzaktayız ama sen hep bu çocukların yanında oldun benim evladım istersen senin de evladındır.” Ali albay bizim gibi delilerden oluşan seçme bir timi ister miydi emin değildim gerçi istemese bile benim gibi bir belayı başına almıştı. “İsterim elbette.” Ali albay bizi kabul ettiğinde tepsiden yüzüğü alıp önce Buse’nin parmağına taktığında diğerini de Göktuğ’un parmağına taktı. Tepsiden makası alacaktı ki Sare tepsiyi geri çekerken sırıttı.
“Makas kesmiyor komutanım.” Hepimiz gülerken Ali albayda güldü. “Ahmet amcanın parası cebinde kaldı.” Atakan’ın sözleri ile hepimiz kahkaha attığımızda Ali albayda gülüyordu cebinden dört yüz çıkarıp tepsiye koysa da Sare tepsiyi uzatmadı, Ali albay altı yüz koyduğunda Sare uzatacaktı ama bunu engelleyen Oğuz olmuştu. “Bari bine yuvarlasaydınız komutanım.” Bizim tim resmen bunu bekliyorlardı Ali albay sırıtarak bine tamamladığında Sare tepsiyi uzattı. Ali albay makası eline aldığında iki aşığa bakarak konuştu. “Çok laf söylemez bana düşmez ama bende mutluluğunuz daim olsun diyorum çocuklar. Evlilik güzeldir, bir hayat arkadaşınız olur ama o hayat arkadaşınızın kıymetini bilmeniz gerekir, birbirini üzmeden mutlu bir ömür yaşayın.” Az ve öz adamıydı Ali albay konuştuktan sonra makası kestiğinde biz alkışlarken yine bir el öpme faslı başlamıştı.
Eve girdiğimizde Ayberk direkt olarak belimden tutarak beni kendine çekmişti ben refleksle ellerimi göğsüne koyduğumda üstüme eğildi. “Güzelliğin bir gün sonumu getirecek.” Asıl onun yakışıklılığı benim sonumu getirebilirdi! Çenemi havaya kaldırdığımda onun bakışları renklendirdiğim dudaklarıma kaymıştı. “Getirmez merak etme.” Mümkünmüş gibi beni kedine daha çok çektiğinde vücudu vücuduma baskı yapıyordu. “Ateş olduğunun farkında değilsin değil mi?” Yakınlığı kalbimin teklemesine sebep olurken kollarımı boynuna dolayıp yüzümü yüzüne yaklaştırdığımda o aralık dudaklarından bir nefes verdi. “Benden aşağı kalır yanın var mı sanıyorsun?” Başını eğdiğinde dudaklarımız arasında santimler vardı vücudumu bir ısı dalgası kapladığında ben dudaklarımı birleştirdim. Onu tutkuyla öpmeye başladığımda bunu bekliyormuşçasına dudaklarıma saldırdı. Bir eli belimden tutup beni kendine bastırırken diğer eli yan tarafımda duruyordu. Ben elimi ensesindeki saçların arasına daldırıp başını kendime daha fazla bastırdığımda bir hırıltı çıkardı.
Sırtımı duvara yasladığında vücudunu vücuduma bastırıyordu bir eli elbisenin üstünden bacağımı tutarken diğer eli belimdeydi. Birbirimizi hunharca öperken kalbim son hızında atıyordu. Nefes almak için geri çekildiğimizde onun dudakları boynuma ilerledi, boynuma öpücükler bırakırken benim göğsüm hızla inip kalkıyordu. Dudakları kulağımın yakınında süzülürken o derin sesi ile fısıldadı. “Beni delirtiyorsun ve ben bunu seviyorum.” Zaten son hızda atan kalbime hiç yardımcı olmuyordu ben hızlı nefesler alırken o boynuma öpücükler kondurmaya devam etti.
“Sana karşı koyamıyorum ve bunu delirtiyor.” Sözlerime karşılık kıkırdadığında dudakları boynumdan yukarı çıkarak tekrar dudaklarım üstünde durdu dudağıma kışkırtıcı bir öpücük kondurduktan sonra geri çekildi. Ateşmiş! Ben ateşsem bu da baruttu! Gözleri yeşilin en koyu tonuna bürünmüşken şu an fazla çekici görünüyordu, tam uzanıp dudaklarını öpecektim ki çalan telefon yine romantik anlarımızın katili olmuştu. “Sikeceğim en sonunda!” Ayberk’in isyanına sonuna kadar katılıyordum, bizim diğer insanlar gibi çalan telefonu görmezden gelmek gibi şansımız yoktu çünkü görev gelebilirdi. Çantamdan telefonu çıkardığımda arayanın Ali albay olduğunu görünce hemen aramayı yanıtladım. “Komutanım.”
“Timini topla yüzbaşı, görev var.” Bakışlarım Ayberk’e döndüğünde yutkundum o da anladı görev olduğunu. “Emredersiniz komutanım.” Telefonu kapattığımda bakışlarım Ayberk’e döndüğünde o başını boynuma gömüp kokumu içine çekti, bende aynısını yaptım. “Bana geri gel deli yürek.” Alnıma bir öpücük kondururken gözlerimi kapattım. “Denerim.”
Saat gece yarısını geçerken tüm tim askeriyeye gelmiştik harekat odasına girdiğimizde asker selamına durduk. “Rahat çocuklar.” Ali albayın rahat emri ile rahat geçtiğimizde geçip masaya oturduk, Ali albay açıklama yapmaya başladı.
“Aldığımız istihbara göre kalabalık bir terörist grubu hareket edecekler büyük ihtimalle bir eylem planları var planın ne olduğunu bilmiyoruz. Sadece gidecekleri güzergahı öğrenebildik sizin göreviniz o grubu durdurmak ama bu tehlikeli bir görev çocuklar. Kırk kişilik bir gruptan bahsediyoruz.” Kırk kişilik gruplara pek sık rastlamazdık bu itler eğer böyle kalabalıklarsa demek ki planları büyüktü, ama suya batıracaktık. “Bu grubun başında kırmızı listede aradığımız teröristlerden birisi var tanıdığımız bir terörist, Bedran.” O itin adını duyunca içimde bir öfke dalgası uyandı, o it bizim görevimiz olmadığı halde denk gelmiştik ve yabancı servisler sayesinde paçayı kurtarmıştı.
“O iti ölü alıyoruz değil mi komutanım?” Oğuz’un sorusuna Ali albay başını olumlu anlamda salladığında memnuniyetle gülümsedim. İşte şimdi gerçekten pençemize düşmüştü. “Hepinizi sağlam ve eksiksiz istiyorum. Size güveniyorum çocuklar, göreyim sizi.” Hepimiz ayağa kalktığımızda asker selamı verdik. “Emredersiniz komutanım.” Harekat odasından çıktığımızda hazırlanmak için hangara ilerledik.
Hangardan çıktığımızda son kez Ali albayla göz göze geldiğimde helikoptere doğru koştum helikoptere bindiğimde peşimden bizimkiler bindi. Helikopter havalandığında hepimiz sessizdik, fırtına öncesi sessizlik hakimdi.
Yere indiğimizde güvenlik çemberi oluşturmuştuk Uraz ve ben haritaya bakarken diğerleri tek dizinin üzerine çökmüş tetikte bekliyorlardı. “Bu güzergahtan gidecekler burada açıklıkta kalacakları bir yer var. Burası açık bir arazi olduğundan açıkta kalacaklar onlar çoktan yola çıktılar bu yüzden en hızlı şekilde peşlerinden gidip bu açıklıkta onları yakalamamız gerekiyor.” Uraz başını olumlu anlamda salladığında güzergahtaki dağın eteğini gösterdi. “Eğer hızlı davranırsak burada onları sıkıştırırız.” Başımla onayladığım Uraz haritayı alıp askeri yeleğin cebine sokarken ayağa kalktık. “Pençe vaktimiz kısıtlı en hızlı şekilde gideceğiz.” Ben en önden giderken onlarda tek sıra halinde arkamdan gelmeye başladılar. Yürüyerek onları o kısımda sıkıştıramazdık bu sebeple koşacaktık, sırtımda kırk kilo ile koşmaya başladığımda timde arkamdan geliyordu.
Hiç mola vermeden koşmaya devam ediyorduk gece olduğundan hava büyük ihtimalle eksilerdeydi soğuk hava ve şiddetli esen rüzgarla mücadele diyorduk. Sorun şu ki rüzgar bide doğru esiyordu bu bizim işimizi zorlaştırsa da yavaşlamıyorduk öyle bir lüksümüz de yoktu, zamana karşı yarışıyorduk. O itleri o açıklıkta ya o dağın eteğinde sıkıştıramazsak işimiz bir hayli zorlaşacaktı.
Buna müsaade edemezdik. “Üşüyen var mı Pençe?” Şiddetli rüzgardan birbirimizi bile duyamadığımız için telsize konuşmuştum ve kulağıma gelen ilk şey gülme sesleri olmuştu. “Ayıp oluyor komutanım.” Atakan’ın sesinden sırıttığı belli oluyordu. “Aramızda en sıcak olan Göktuğ komutanım, kendisi hala kırmızı da.” Kutay’ın sözlerine sırıttığımda gülme sesleri doldu kulağıma. “Göktuğ sen gelmeseydin keşke bir hastaneye falan gitseydin.” Turgut’un eğlenen sesine göz devirdim çocuğu ne hale getirmişti.
“Ben çok iyiyim komutanım.” Göktuğ’a acımasız cevap Oğuz’da geldi. “Yiyorsa olma.” Gülme sesleri tekrar kulağıma dolduğunda bunların susmaya niyetleri olmadığını anlayarak müdahale ettim. “Boş konuşmalarınız bitmiştir umarım.” Hepsinin sesi kesildiğinde yine sessizlik kefenini giydik, ama sessiz olmayan bozkurtlar vardı. Uluma sesleri kulağıma dolarken istemsizce dudağımın köşesi usulca yukarı kıvrıldığında koşmaya devam ettik.
Üç saatlik aralıksız bir koşunun ardından sonunda araziye gelebilmiştik ama onlar henüz gelmemişti, dağda hepimiz konumlandığımızda önümüzdeki yolu izlemeye başladık. “Pençe herkes konumlandı mı?” Telsize konuştuğumda hepsinden aynı ses geldi. “Evet.” Güzel şu an biz aslında yoktuk, yani vardık ama görünmezdik. Çok değil on dakika sonra bu açık arazide görüneceklerdi bu yüzden bekleme süremiz bu sefer kısaydı, etrafta kuş uçmazken bozkurtların uluma sesleri hala kulaklarımı dolduruyordu. Üç saattir koştuğumuzdan soğuk pek derdimiz değildi ama şu an olduğumuz yerde durduğumuz için soğuk hafif dertti. Hareket etmediğimizden kan dolaşımımız yavaşlıyordu bu da hareketlerimi kısıtlıyordu bir süre sonra elimizi açıp kapatırken de zorlanacaktık.
On beş dakika sonucunda hala hiçbir hareketlilik olmadığında işkillenmeye başladım, biz geç kalmamıştık peki o zaman bu itler neredeydi? Biz dağdaydık önümüzde ise o yol vardı ama onlar yoktu. “Komutanım.” Uraz’da işkillenmişti ki hiç çıkmayan sesi çıkmıştı, bu işte bir bokluk vardı çünkü yoktular.
Kulağımın dibinden bir kurşun geçtiğinde hareket etmedim dürbünden kurşunun geldiği alanı kontrol ederken kurşunlar üstümüze yağmaya başladı. İtler geleceğimizi biliyorlardı. İki dağın arasındaki boş araziden geçmelerini bekliyorduk ama onlar karşıdaki dağda konumlanmış bizim bulunduğumuz dağa ateş ediyorlardı. Bizi göremedikleri için hiçbir kurşun isabet etmiyordu.
“Pençe geleceğimi öğrenmişler karşıdaki dağdalar hepsini öldürün.” Karşıdaki dağdaki bir iti hedef aldığımda ilk kurşunu sıktım ve ardından hepimiz onların üstüne kurşun yağdırmaya başladık. Gece olduğundan onları görmek zordu üstelik bizim kadar olmasa da onlar da iyi kamufle oluyordu. Gördüğüm bir iti daha vurduğum sırada kafamın üstünden bir kurşun daha geçti bunu umursamayarak bir iti daha vurdum. Boşa giden kurşunlarımız vardı rüzgar onların arkasında bizim önümüzde kaldığından bizim işimizi de zorlaştırıyordu. “Kutay üç yönü.” Sare’nin sesi ile bakışlarımı üç yönüne çevirdiğimde bir itin roket atar ile diz çökmüş benim tarafı nişan aldığını gördüm ve alnından vurulduğunu gördüm. Bu adamlar ağır silahlıydı ve biz onlar kadar ağır silahlı değildik. Bir iti daha vururken tetiği çekmekte yavaş yavaş zorlanmaya başladığımız fark ettim, kan dolaşımım yavaşlıyordu.
Dört saat. Tam olarak dört saat boyunca çatışma hattında kalmıştık ki hala daha öyleydik itleri vuruyorduk ama sanki hiç eksilmiyor gibiydiler. Birazdan şafak sökecekti bu bizim görüş açımızı kolaylaştırırdı ama soğuk bir problemdi zira kan dolaşımım fazla yavaşlamış parmağımı hareket ettirmekte bile zorlanmama sebep oluyordu. “Pençe ne durumdasınız?” Telsize konuştuğumda ilk cevap Oğuz’dan geldi.
“İyiyiz komutanım bir şey olmaz bize.” Hepimiz aynı durumdaydık ama inatla iyiyiz diyorduk fakat durum pek de iç açıcı değildi. Bizim mermilerimiz azalıyordu ama onlar hazırlıklı olduğundan etki etmiyordu, yanımdan bir kurşun daha geçtiğinde derin bir nefes verdim.
Bu iş böyle olmayacaktı çünkü bu itler durmuyordu bitmiyor gibilerdi dört saattir, iş bizim aleyhimize dönüyordu ve mecburen geri çekilmek zorundaydık. Bizim ağır silahlı olduklarından haberimiz yoktu ki sayıları da büyük ihtimalle yanlış bilgiydi çünkü ben saydığım kadarıyla yirmi kişi öldürmüştüm, nasıl kırk kişiydi bunlar? Başka şansımız yoktu şu zamana kadar hiçbir operasyonda geri adım atmamıştım ama bu sefer atmak zorundaydım. Hiçbirini daha fazla tehlikeye atamazdım. “Pençe, geri çekiliyoruz.”
“Ne demek geri çekiliyoruz?” Sare’nin sorusuna cevap veremeden Oğuz’un sesini duydum. “Biz geri adım atmayız komutanım unuttunuz mu?” Ben ağzımı açmıştım ki bu seferde Turgut’un sesini duydum. “Biz neleri devirdik bunların hakkından mı gelemeyeceğiz komutanım?” Beni konuşturmuyorlardı resmen! “Emir ikiletme asker! Geri çekiliyoruz.” Birazdan şafak sökecekti şafak sökmeden izimizi kaybettirecektik ama şu anda hareket etmemiz bile yerimizi belli ederdi. Sakince dikkatlice altına yattığım kayanın arasından çıktığım diğerleri de çıkıyorlardı, dikkat ederek dağdan yukarı tırmanmaya başladık.
Engebeli dağı tırmanmamız yarım saati almıştı yarım saat sonra dağın tepesine geldik, dağın tepesi düz arazi olarak devam ediyordu. Ben koşmaya başladığımda onlar da arkamda koşuyorlardı hiçbirinin memnun olmadığının farkındaydım ama önemli olan onların memnuniyeti değildi.
Evet biz hiç geri adım atmazdık. Evet biz hiçbir görevi tamamlamadan dönmezdik ama bu sefer gerçekten mecburduk. Çünkü iş çıkmaza girmişti, dört saat boyunca çatışmış yine de zarara uğrayan biz olmuştuk; mühimmatımız eksilmişti. O yüzden yapacak bir şey yoktu.
Neredeyse beş saat koşmuştuk uzaklaşabildiğimiz kadar uzaklaşmıştık çünkü o tilerin peşimizden geleceğini biliyorum. Gün doğmuş öğleye de vurmuştu bir köşede durup dinlenirken Kutay’dan uydu telefonunu istedim, bizimkiler fırsattan istifade karınlarını doyururken ben Ali albaya durum bildirimi geçecektim. En azından hedefim buydu. Ama bu itler bizim frekanslarımıza girdiği için ulaşım sağlayamıyordum. Aman ne güzel!
Kendi başımızın çaresine bakacaktık mecburi. “Karargah ile iletişim sağlayamıyorum kendi başımızın çaresine bakacağız.” Hepsi toplanırken bende uydu telefonunu Kutay’a attım o havada kaparken şu anlık bir planım yoktu. Zaten bu itler de arkamızdan gelecekleri için koşmaya devam edecektik, en önde ben olmak üzere yine aynı şekilde koşmaya devam ettik.
Güneş neredeyse batacakken ileride gördüğüm kulübe iler durdum benim ardımdan onlarda dururken ben silahımı kulübeye doğrultup silahın dürbünüyle inceledim. Tahtadan yapılma hasar görmüş bir kulübeydi ortasında olan büyük delikten içerisinde kimse olmadığı görünüyordu.
Kimse olmadığından emin olduktan sonra dikkatlice kulübeye ilerledik kapısı olmayan kulübenin yanına geldiğimizde dikkatlice içeriye girdim. Kulübe çok küçüktü neredeyse bir oda kadardı ve kasalarla doluydu, bir baş hareketi yaptığımda Sare ilerleyip kutulardan birini açtı. Bu kasalar silahlarla doluydu ve hepsi de ağır silahlardı bu itlere ait olmalıydı yapacakları eylem her neyse fazla tehlikeliydi ve biz bunu durdurmak zorundaydık. “Komutanım.” Atakan’ın seslenmesi ile ona döndüğümde kulübenin girişinde durmuş arka tarafa baktığını gördüm, kaşlarım çatılırken yanına gidip arka tarafa baktığımda sesli bir küfür savurdum. “Siktir.” Teröristler yavaş yavaş arkadan geliyorlardı ama bizim burada olduğumuzu bildiği için konumlanıyorlardı. “Komutanım.” Göktuğ’un seslenmesi ile içeri girdiğimde büyük delikten ön tarafa baktığımda yine bir küfür savurdum. “Hassiktir.” Tam olarak altı pikap yavaş yavaş bizde doğru geliyordu ve pikaplar ağzına kadar teröristle doluydu. Bunlar kırk falan değillerdi en az seksen kişi varlardı.
Onlar ağır silahlıydı, bizden fazlaydılar ve bizim mühimmatımız çok az kalmıştı ve şu anda kıskaca alınmıştık. Delikten daha iyi bakabilmek için diz çöktüğümde diğerleri de aynı şeyi yaptı, altı pikap bizden metrelerce ötede durdu. Pikapların birinden bir it indiğinde dürbünden baktığımda Bedran olduğunu gördüm. “Şerefsiz.” İstemsizce ağzımdan çıkan küfürle telsizden onun sesini duydum, bizim frekansımıza girmişti. “Yüzbaşı.” Harfleri uzata uzata söyledikten sonra kahkaha attığında benim yüzümde tek bir mimik oynamıyordu. “Özlemedin mi beni?” Özlemiştim hem de nasıl birazdan da anasını bellemek gibi mühim isteklerim vardı.
“Gel bakalım özlemiş miyim.” O kahkaha atarken ben sabrımın sonuna geliyordum. “Ben geldim zaten.” Hiçbirimizden çıt çıkmazken ben diğerlerine baktım sonra ise önüme döndüm, bu adamlara zarar gelmeden bu işi durdurmalıydım. Hiçbirini şehit veremezdim ama bu eyleme de müsaade edecek değildim. “Bak sana bir torpil geçeyim herkese yapmam bunu.” İt konuşmaya devam ederken ben sinirden çenemi sıktığımda Oğuz’un sesi geldi kulağıma. “Ben bunu öldürürüm.” Hiçbirimiz sakin değilken o it konuşmaya devam etti.
“Normalde hepinizi öldürür kellenizi T.C’ye yollardım ama size torpil; teslim olursanız yaşamanıza izin veririm.” Alayla güldüm. Teslim olacağımızı mı sanıyordu? Çok beklerdi, buradaki herkes şehit olurdu ama kimse teslim olmazdı.
Özel kuvvetler prensipleri, 8. prensip;
Durum ve şartlar ne olursa olsun teslim olmak ve esarete düşmek düşünülemez, şehadet esastır.
Şehadet esastı, şerefimizle şehit olur yine de bu itlerin eline düşmezdik bize bunu öğretmişlerdi. “Çok beklersin.” Benim cevabıma üzülmüş gibi sesler çıkarırken ben göz devirdim, bu iti almadan gitmeyecektim. “İyilik de yaramıyor size yüzbaşı o zaman bende sizin gibi sert oynarım. Beş dakika içinde teslim olmazsanız leşlerinizi bile bulamazlar.” Aklıma Mustafa Kemal’in sözleri düştü.
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
O it gidip bir pikabın kaputuna yaslanıp beklemeye başladığında ben hemen düşünmeye başladım.
“Ulan hep beraber şehit oluyoruz ha, ben çok mutluyum şu an.” Turgut’un sözlerini destekleyen Kutay oldu. “İlk ben şehit olacağım.” Oğuz ona ters ters baktı. “Niye cennetten arsa falan mı satın aldın?” Hepsi güldüğünde ben odaklanmış ne halt edeceğimi bulmaya çalışıyordum zekama en çok ihtiyaç duyduğum anlardan birindeydim şu an. “Şehit olacağız lan, üstümde bir huzur var.” Atakan’ı destekleyen Oğuz olurken ben hala düşünüyordum.
En sonunda bulduğumda bizimkilere döndüm onlar hala şehit olacağız diye konuşurken ben araya girdim. “Saçmalamayı kesin, hiçbirinizi şehit vermeyeceğim. Bu itlere teslim olmuyoruz bir planım var, biraz zor ama vaktimiz de kısıtlı hemen anlatıyorum. Bunlar bizi kıskaca aldığını sanıyor ama biz onları kıskaca alacağız, onlara görünmeden arkalarından dolaşıp onları sıkıştıracağız. Sare ve Oğuz siz arka taraftakileri kıskaca alacaksınız, Turgut ve Kutay siz batı yönünü kıskaca alacaksınız, Atakan ve Göktuğ sizde doğu yönünü kıskaca alacaksınız. Ben ve Uraz burada kalıp onları oyalayacağız siz ise buradaki ağır silahlardan alıp konumlarınıza gideceksiniz. Onların arka tarafları boşta kalacak ama tek birinin bile sağ çıkmasına izin vermeyeceğiz Uraz ve ben burada hem ön tarafa hem de arka tarafa destek sağlayacağız. Hiç kimse çizik dahi almayacak duydunuz mu beni?” Hepsi durmuş bana bakarken ilk konuşan Turgut oldu.
“Zekanıza hayranım komutanım.” Diğerleri gülmeye başladığında ben umursamayıp kasalara yöneldim, kasaları açtığımda hepsi silahları kuşanırken ben vaktimizi hesaplıyordum. Tam olarak iki dakikamız vardı.
Onlar silahları kuşandığında bir dakikamız kalmıştı onlar görünmeden tek tek arka tarafta yukarı doğru sızmaya başladığında kulübede ben ve Uraz kalmıştık. Ben telsizin başına geçerken Uraz diğerlerini kontrol ediyordu eğer fark edilirlerse onları korumak için tetikte bekliyordu. “Bir dakikan kaldı yüzbaşı, hala teslim olmamakta inatçı mısın?” O itin sesini duymak beni öfkelendirse de sakinliğimi korudum. “Sana neden güveneyim?” Diyerek sanki teslim olma düşüncemiz varmış gibi gösterdim bu bize vakit kazandırırdı, çünkü bir timi ele geçirme düşüncesi onları kandırmaya yeterdi. “İsteseydim sizi şimdiye kadar öldürmüştüm ama hala yaşıyorsunuz.” Bizi öldürmeyi denemiş ve becerememişti, beceremeyecekti de. “Bence bizi fırsatın varken öldürmelisin yoksa ne olacağını senin gibiler çok iyi biliyor.” Şu an sözlerim birbirinden çok alakasızdı çünkü oyalamak için aklıma gelen ilk şeyi söylüyordum ve aklıma ilk yedi ceddine sövmek geliyordu. “Sizi hiç anlamıyorum biliyor musun yüzbaşı? Ölümden korkmuyorsunuz, üstüne onu kendinize çağırıyorsunuz.” Damarlarındaki kan deli akınca böyle oluyordu biz korkak değildik, hiç olmamıştık. “Türk kanı var bizde çünkü.” O it benim sözlerime cevap verirken ben Uraz’a döndüm.
“Uraz, çatışma başladığında biz açık hedef olacağız.” Kulübeyi havaya uçurabilirlerdi bunu demeye çalışıyordum ve Uraz’da tabi ki anlamıştı, en tehlikeli kısımda birlikteydik. Onu kendimle beraber en tehlikeli noktada bırakmıştım ama bunu dert edinmiyordum çünkü ne olursa olsun Uraz’ı koruyacaktım.
Önemli olan iki şey var; birincisi vatan, ikincisi yanınızdaki adam. Bu iki şey için ölür ve öldürürsünüz.
Bu iki şey için ölecek ve öldürecektim, kendi canımı hiçe sayacak Uraz’ı koruyacaktım. “Saçmalamayı kes kimseye bir şey olmayacak.” Uraz rütbeyi umursamayıp bana bunları söylerken bende bir şey demedim bu sefer haklıydı, ama yine de ben onu koruyacaktım. “Komutanım yerleştik.” Sare ve Oğuz’dan onay gelirken ben itin sorularına karşı sessizdim.
“Komutanım yerleştik.” Turgut ve Kutay’dan da onay geldi. “Komutanım yerleştik.” Atakan ve Göktuğ’dan da onay geldiğinde bizde yerleştik Uraz arkayı, ben önü koruyacaktım. Uraz arkaya, kulübenin girişine atmıştım çünkü her olası bir patlamada onu dışarıya itip yaşamasını sağlayacaktım. Silahı alıp dürbünden o itin alnının ortasını nişan aldığımda telsizden konuştum. “Bir Türk asla teslim olmaz it.” Sözlerimin üstüne bizim tim telsizine konuştum. “Atışımla ateş serbest.” O iti alnın ortasından vurduğumda tüm itler bir anda hareketlenirken batı yönünden gelen roketle bir pikap patladı, ardından doğu yönünden gelen bir roketle diğer pikapta patladı.
Ben pikabın dışında olan itlerin hepsini tek tek vururken arka tarafta bir kurşun yağmuru mevcuttu Uraz ve ben tek bir kurşunu bile boşa harcamıyorduk çünkü zaten azdı. Batıdan gelen ikinci roketle bir pikap daha patladı, ardından doğudan gelen roketle bir pikap daha patladığında geriye iki pikap kalmıştı. Ben pikabın arkasında bizi patlatmak için bekleyen teröristi alnından vurdum onları burayı patlatmasına izin vermeyecektim. Diğer pikapta roketi atmak için bekleyen teröristi alnında vurduğumda o da gitti, ben bunları vurmaya devam ediyordum ama sayıları yine de çoktu.
Neredeyse yarısını temizlemiştik bir teröristi daha alnında vurduğum sırada Oğuz’un sesini duydum. “Benim bitti.” Oğuz’un tüm mühimmatı bitmişti arka tarafta ne oluyordu bilmiyordum çünkü ben sadece önü görüyordum ama durum pek de iç açıcı değildi. “Benim bitti.” Göktuğ’un sesinin üstüne bir iti daha vurdum, tek tek bitiyorduk ve onlar hala vardı biraz daha dişimizi sıkmamız gerekecekti. Bir iti daha vurduğumda neredeyse on beş kişi kalmışlardı bizimkiler doğudan ve batıdan da temizliyorlardı.
Beş kişi kalırken arkalarına saklandıkları pikaplar yüzünde vuramıyorduk ama bir tanesinin kafasını camdan gördüğümde tetiği çektim, kurşun alnına isabet ederken dört kişi kalmışlardı. Göktuğ, Oğuz ve Turgut bitmişti arka tarafta ne olduğunu ise bilmiyordum. “Komutanım arka temiz.” Sare’nin sesi ile dudaklarım hafifçe yukarı kıvrılırken tetiği çektiğimde üç kişi kalmışlardı, batıdan gelen bir kurşunla iki kişi kaldılar. Uraz tam ön tarafa yöneliyordu ki pikabın üstündeki teröristi gördüğümde anında oturduğum yerden kalktım, Uraz sürükleyerek dışarı çıkıp koştuğumuzda rüzgar sesinden gelen roketi duyduğumda Uraz’ın üstüne atladım. Uraz yerde yatarken bende onun üstüne kapaklanıp ona siper oldum, onun heybetine siper olurken gelen patlamanın sarsıntısına direnip onun üstünden kalkmadım.
Patlama ile kulağım çınlarken başımda büyük bir sızı vardı başın dönerken görüşüm net değildi hayır şu an bayılamazdım. Kaybedecek bir şeyi olmayan beyin vücudu zorlayamazdı, bizimkileri kaybetme ihtimalini beynime soktuğumda beynim vücudumu zorlamaya başladı.
Her şeyin beyinde başlar ve beyinde biterdi.
Kulağım uğuldamaya başladığında görüşüm bulanıklaşarak yavaş yavaş netleşirken sırtım yerle buluştu, üstümde duran gölge ise Uraz’ın heybetine ait olmalıydı. Başımdaki sızı büyürken kulağımdaki uğultular artık net seslere dönüşürken görüşüm yavaş yavaş netleşirken Uraz’ın keskin mavileri ile denk düştüm. “Umay, iyi misin?” Nadiren çıkan endişeli sesi ile sırıttım, tabi ki de iyiydim.
“Başınıza bir süre daha belayım.” Zorlukla konuştuğumda kendini yanıma atıp derin bir nefes verdi, ben vücudumdaki sızılara rağmen yattığım yerde doğrulmaya çalışırken konuştu. “Derdin ne senin geri zekalı?” Beni kaybetme düşüncesi ile bana kızarken ben doğrulmayı başarmıştım biraz ilerimizde duran kulübe yanarken ben sırıttım. Yine başarmıştık. Ben zorlukla ayağa kalkarken kulağımda hala uğuldamalar, gözüme batan bir şey ve vücudumda büyük bir sızı vardı. Uraz’da benimle birlikte ayağa kalktığında telsizden bir ses duydum.
“Komutanım, bir şehidimiz var.”17
Arkadaşlarrr yeni bölümle yine karşınızdayım maalesef bu bölüm sezon finalimizdi, bir süre bölüm gelmeyecek sonrasında kaldığımız yerden devam edeceğiz. Bölüme gelecek olursak Göktuğ ve Buse evleniyorrr kendi çocuklarım evleniyormuş gibi hissettim jsjsjsjs siz çiftimiz hakkında neler düşünüyorsunuz? Evet hararetli bir çatışmanın olduğu bir bölümdü, bir şehidimiz var. Bana fazla laf düşmez ben yorumları sizlere bırakıyorum, oy vermeyi ve ailemize katılmayı unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>7
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
22.67k Okunma |
2.02k Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |