24. Bölüm
Ravzanur Aygün / PENÇE / 23.BÖLÜM

23.BÖLÜM

Ravzanur Aygün
ravzanur_

İnsan uyur beşikte; mezarda yatmak için. Kahramanlar can verir; yurdu yaşatmak için.

                                                                                                                  *** 

Dizlerimin bağı çözülürken tüm vücudum titriyordu tüm sesler sustuğunda kulaklarımda ve zihnimde tekrar eden tek bir cümle vardı.

Komutanım, bir şehidimiz var.

Şakaydı değil mi? Doğru değildi değil mi? Kalbim sanki son nefeslerini veriyormuş gibi atışlarını yavaşlatırken boğazıma bir yumru oturdu. İçimde büyüyen korku ve acı katlanılmaz bir seviyedeydi. Ben donup kalırken Atakan’ın titreyen sesi doldu tekrardan kulaklarıma. “Komutanım, Göktuğ şehit oldu.” Yutkunmaya çalıştığımda boğazımdaki yumru canımı yakarken kalbim ritimlerini yavaşlatmaya devam ederken ben yavaşça dizlerimin üstüne çöktüm. Ellerimi ileride yanan kulübenin atışı ile ısınmış toprağa bastırırken hala duyduklarımı algılamaya çalışıyordum. Tüm algılarım kapanmış gibiydi, ya da beynim bu gerçeği reddediyordu.4

Göktuğ şehit mi olmuştu?

Beynim bu gerçeği algılayamazken kalbim bunu sindiremiyordu vücudumdaki tüm güç çekilmiş gibiydi, vücudumdaki sızıları hissetmezken yüreğimde dönen yangınlar bu zamana kadar çektiğim tüm işkencelerden daha fazla acıtıyordu. Sanki beni canlı canlı kesiyorlar gibi hissettiren bir acı tüm yüreğimi kaplarken hiçbir şey diyemiyordum. Bir şey demek için dudaklarımı aralasam da sanki sesim çıkmıyordu. Hiç kimseden tek bir ses çıkmazken ben ne diyeceğimi bilmiyordum, daha doğrusu bir şeyde diyemiyordum.

Gözümden yaş akmıyordu, ağlayamıyordum. Yerde otururken arkamda duran Göktuğ’un naaşına bakamıyordum, yüzüm yoktu bakmaya. Ali albaya haber vermiştik ve o bana daha fazla acı çektirerek bu haberi sen vereceksin yüzbaşı demişti. Buse’nin gözlerinin içine baka baka Göktuğ şehit oldu nasıl diyecektim? Daha kendim sindirememişken, yüreğim dağlanırken bunu ona nasıl söyleyecektim? Helikopter geldiğinde oturduğum yerden kalktım bizimkiler Göktuğ’un naaşını helikoptere koyarken yutkunmak istedim ama hala boğazımda olan yumru canımı yaktı. Hepimiz helikoptere bindiğimizde kimse boş konuşma yapmıyordu hepimiz derin bir sessizlik içerisindeydik, biz kardeşimizi kaybetmiştik.

Bu tim birbirinin ailesi olmuştu içimizdeki acıları, boşlukları birbirimizle sarmıştık ve şimdi ruhumuzda derin bir yara daha vardı.

Biz bir kardeş, bu vatan bir şehit vermişti.

Ben ise başaramamıştım.

Eylemi durdurmuştum belki ama ben yine ailemi korumayı başaramamıştım. Onları tehlikeye atmış ve yine katil olmuştum, yine korumayı becerememiştim. Yine.

                                             

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*******

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Karargaha geri döndüğümüzde ilk işim resmi askeri kıyafetimi giyip Buse’ye ve Göktuğ’un ailesini haberi vermeye gitmek olmuştu.

İçim yanıyordu.

İçim yanıyordu ama ben dik durmak zorundaydım. İçim yanıyordu ama ben tepkisiz kalmak zorundaydım. Ama içim yanıyordu ben bir kardeş daha kaybetmiştim, içim acıyordu. Makam arabası rezidansın önünde durduğunda arkamızdaki ambulans da durdu.

İşte bu kadar acıydı.

Buse’nin ailesi Göktuğ’un ailesini misafir etmek istemişti ve şimdi bunu söylemek... şapkayı kafama taktığımda rezidansa girdim Buse’nin katına çıktığımda onun dairesine giden adımlarım aslında geri gitmek için çabalıyordu. Dairenin önüne geldiğimde yanımda duran iki subay ve arkamızda duran iki sağlık çalışanı vardı. Kapının ziline bastığım sırada genzim sızlıyordu, içimdeki yangınlar büyüyordu. Kapı açılırken ilk karşılaştığım Buse’nin gülümseyen yüzüydü onun karşılaştığı ise yüzünde mimik oynamayan ben. Onun gülüşü yavaşça solarken omuzları yavaşça düştü, gözlerine büyük bir korku peyda olurken ben onun aksine dimdik duruyordum.

Ama ben aslında dizlerimin üstüne çökmüş ağlıyordum.

“Umay?” Buse’nin sesi titreyerek çıkarken arkasından Ahmet amca ve Kübra teyze görününce genzim sızladı. Mustafa amca ve Emine Hanım’da görüş açıma girdiğinde kanayan içimin aksine düz bir sesle o acı haberi verdim.

“Astsubay Kıdemli Üstçavuş Göktuğ Demiray girdiği çatışma sonunda kahramanca şehit düştü.” Sonuna kadar dayanmıştı benim kardeşim hiç sesi çıkmamıştı, göğsünden vurulmuş lakin tek kelime etmemişti. Bizi de tehlikeye atar diye. Benim verdiğim acı haber üzerine Buse’nin gözleri dolarken başını olumsuz anlamda salladı.

Ahmet amca ile göz göze geldiğimde gözlerinin yavaşça doluşuna şahit olmak genzimi daha çok yaktı, onun yaşlılığına rağmen dik duran omuzları yavaşça dolarken ağlamamak için çenesini sıktığı belliydi. “Yalan söylüyorsun, şaka yapıyorsun değil mi?” Buse sanki gerçekten şaka yapıyormuşuz gibi güldüğünde dişlerimi sıktım. Değildi, kahretsin ki şaka değildi.

“Oğlum.” Kübra teyzenin titreyen sesi kalbimi bin parçaya bölerken ben tepkisiz kaldım, zorundaydım. “Ahmet oğlumuz şehit diyor.” Kübra teyzenin çaresiz sesi canımı daha fazla yakarken Buse yakama yapıştı, yanımdaki subaylar müdahale edecekken elimle onları durdurdum. “Yalan söylüyorsun! Şehit olmadı! Yalan söylüyorsun!” Buse’nin sesi yeri göğü inletirken göğsüme vurması değil, bu hali benim canımı acıtıyordu. Mustafa amca ve Emine Hanım eliyle ağzını kapatmış ne yapacaklarını bilemezken Ahmet amca donmuş bana bakıyordu, gözleri dolu dolu olmuştu. Kübra Hanım eyere çöktüğünde dişlerimi daha fazla sıktım ben dik durmak ve tepkisiz kalmak zorundaydım ve en zoru da buydu.

Ben bu haberi verirken aslında ruhum bir yaş daha büyüdü.

“Umay yalan de!” Buse gözyaşlarıyla bana bakarken ben ona ifadesizce bakıyordum ama aslında içim yanıyordu. “Lütfen, lütfen yalan de.” Buse’nin bağırışları fısıltıya döndüğünde dizlerinde güç kalmazken yavaşça yere çöktü, ben hareket edemezken sağlık çalışanları Buse’ye ve Kübra teyzeye ilerledi. Kübra teyze dizlerinin üstüne çökmüş ağıt yakarken Buse’nin acı bir çığlık attı, Buse’nin çığlığı tüm rezidansı uyandırırken benim yüreğimin daha fazla yanmasına sebep oldu.

“Naaşı bugün memleketine taşınacak sizin içinde bir araba ayarlanacak.” Son sözlerim bunlar olmuştu arkamı dönüp giderken genzim sızlıyordu. Ahmet amca ve Kübra teyze memleketten oğullarını evlendirmek için gelmişlerdi ama oğullarının naaşı ile geri döneceklerdi.

Makam arabasının arka koltuğuna bindiğimde kafamdaki şapkayı çıkardım genzim sızlıyordu, yüreğim dağlanıyordu ama ben ağlayamazdım, dik durmak zorundaydım.

Askeriyeye geldiğimde bizimkiler de resmi üniformayı giymiş bekliyorlardı buna Ali albay da dahildi. Göktuğ’un naaşının gideceği uçakla gidecektik ay yıldızlı tabut ile beraber gidecektik. Bizim hangarın önüne geldiğimde Ali albay ile karşı karşıya geldim, gözlerinde bana karşı bir nefret ya da öfke yoktu ama olmalıydı. Bu timin komutanı bendim, bu adamların sorumlusu bendim ve şimdi bir şehidimiz vardı, eksiksiz geleceğiz demiş ama bir kişi eksik gelmiştik buna rağmen gözlerinde bana karşı hiçbir şey yoktu. Sadece yas vardı gözlerinde.

                                            

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dün akşam gelmiştik Muğla’ya, Göktuğ’un memleketi Muğla’ydı. Onların evine gittiğimizde ay yıldız asılmıştı balkona, şimdi ise tabutunu örtüyordu. Cenaze namazı öğlen vaktiyle kılınmıştı şimdi ise şehitliğe gidecektik.

Başımda siyah bir şal vardı, omuzlarım dikti ama için kan ağlıyordu. Kübra teyze ayakta duramayacak durumdaydı Ahmet amca ona yardım ediyordu, en zoru da onların da. En ağır acı da onlara yüklenmişti. Gözlerinden sakındıkları tek evlatları daha gençliğinin baharında şehit düşmüştü, tek evlatları da yoktu artık. Onları istesem de anlayamazdım ay yıldızlı tabuta bakmak bile beni mahvederken onların durumu nasıldı? Benden daha çok acıyordu canları anlayamazdım ne kadar acıdığını.

Uzakta da olsa varlığını bildikleri bir evlatları vardı ama artık o evlat bu vatan uğruna, ay yıldız uğruna, uğruna savaştığı toprağın altına girmişti.

Göktuğ Demiray şehadet şerbetini içmiş, kahramanca şehit olmuştu. Vazifesini layığı ile yerine getirmiş dinlenmeye çekilmişti, bize ise kapanmayan bir yara bırakmıştı.

Bizim neşeli Göktuğ’umuz aramızda değildi artık, bizim artık uğraşacak bir çömezimiz yoktu. Bizim artık bir kardeşimiz yoktu. Tarif edilemez bir acıydı.

Ay yıldıza sarılı tabutu bizim tim sırtlandığında önlerinde giden subay elinde Göktuğ’un gülümsediği bir fotoğraf vardı. Göktuğ her zaman gülerdi bizi de güldürürdü ama artık sessizdi. Sessizlik hiç bu kadar canımı yakmamıştı.

Şehitliğe geldiğimizde bir şehitliğin mermer taşında yazan yazı gözüme takılınca boğazımdaki yumru canımı daha fazla yaktı.

BİR HİLAL UĞRUNA YARAB, NE GÜNEŞLER BATIYOR.

İçimdeki yara daha fazla kanadı bir hilal uğruna binlerce şehit yatıyordu burada. Tüm mezarların başına dikilmiş al sancak sanki yeni bir şehit aldığın biliyormuşçasına dalgalanıyordu. Normalde güneşli gösteren hava bütün sertliği ile rüzgarını estiriyor kara bulutlarını topluyordu, gökte uçan kartal bile sessizdi bugün. Gök bile bu al sancağın yeni bir şehit aldığını biliyormuşçasına gürlüyordu, bugün gökyüzü bile yastaydı. Her mezarın başındaki ay yıldız dalgalanıyor kırmızısına bir canın kanını daha kattığını biliyordu, bir vatan evladının kanı daha bu al sancağa karıştı.

Herkes sessizdi Kübra teyze ağıt yakmıyordu, Buse ise avazı çıktığı kadar çığlık atmıyordu ama sanki hepimizin acısını dile getirircesine gök gürlüyordu. Mezarın başına geldiğimizde ay yıldızlı tabuttan Göktuğ’un naaşını çıkarıp toprağa koydular tüm vücudum acıdan kasılırken omuz yavaşça düştü. Dik duramıyordum artık, yapamıyordum. Ben bir kardeşimi kaybetmiştim, ben sırtımı yaslayıp savaştığım adamı kaybetmiştim. Ağlamak istiyordum, bağırmak çağırmak dünyayı ateşe vermek istiyordum, dik durmak istemiyordum. Duramıyordum da zaten.

Hiçbirimiz duramıyorduk omuzları hep dik olan Pençe timinin omuzları düşüktü hiçbirimiz mimik oynatmıyorduk ama içimizde dönen yangınları da biz bilirdik. Tahtaları da yerleştirdiklerinde Uraz küreği eline aldığında benim diğer küreği almaya ne cesaretim, ne de gücüm vardı. Oğuz diğer küreği aldığında Uraz ilk toprağı attığında Kübra teyzenin çaresiz sesi ile gözlerimi kapattım. “Oğlum.” Kübra teyze ağlamaya başladığında ağlamamak için dişlerimi sıktım.

“Canım oğlum, biricik evladım.”

Kübra teyze benim içimi daha çok dağlıyordu ama onun acısı benden de büyüktü. Uraz’ın yakasına taktığı siyah beyaz olan Göktuğ’un fotoğrafına baktığımda vücudum daha fazla kasıldı.

Kardeşim.

Çömez.

Boğazımdaki yumru canımı yakarken ben onun naaşının üstüne toprak atılmasını izliyordum. Uraz ve Oğuz’dan sonra Turgut ve Kutay aldı küreği ama Kutay’ın eli titriyordu.

Ben Kutay’ın elinin titrediğine ilk o an şahit oldum.

Keskin nişancının eli titremezdi.

Ama Kutay’ın eli o küreği tutarken titriyordu.

Kutay titreyen eli ile o toprağı attığında bir yangın daha başladı içimde. “Oğlum, güzel evladım.” Kübra teyzenin sözleri zihnimin her köşesinde yankılanırken ben sadece mezara bakıyordum, çünkü ne onlara ne de Buse’ye bakacak yüzüm yoktu. Her toprak atıldığında sanki mümkünmüş gibi daha fazla kasıldı vücudum.

Gök gürlemeye devam ederken kara bulutlar üstümüzde dolaşmaya devam ederken rüzgar daha sert esti. “Göktuğ, güzel yavrum benim.” Kübra teyze mezarın başında oturmuş ağlamaya devam ederken Buse’de gidip onun yanına oturdu, Kübra teyzenin elini tuttuğunda Kübra teyze başını Buse’nin göğüne yasladı. Buse’de ağlıyordu, onun da canı acıyordu, ama yine de dik durmaya çalışıyordu. Lakin ağlamaktan şişmiş ve kızarmış gözleri, ruhu çekilmiş gibi duran vücudu ve düşük omuzları ile çok da başarılı değildi. Dönüp onlara bakma cesaretim yoktu, onları görüyordum ama gözlerimi onlara çevirmeye yüzüm yoktu.

Birinin tek evladı, diğerinin evleneceği adam vardı bu toprağın altında nasıl bakacaktım yüzlerine? Ben başımı çevirip de kimin ne halde olduğuna bakmıyorum çünkü kilitlenmiş Göktuğ’un mezarına bakıyorum. Ona bakmaya da yüzüm yok aslında. Turgut ve Kutay’dan sonra Atakan ve Ali albay aldı küreği onlar toprak atmaya devam ederken yanımda duran heybetli bedenin kime ait olduğunu bilmiyordum, önemi de yoktu şu an. Turgut mezarın başına uğrunca ne canlar feda ettiğimiz al sancağı dikti. Diker dikmez tüm şanı ile dalgalanmaya başladı ay yıldız, gök gürlemeye devam ettiğinde rüzgar daha sert esti.

Fatiha okuduktan sonra herkes yavaş yavaş şehitlikten çıkarken ben hala donmuş gibi aynı şekilde durmuş mezara bakıyordum. Burada Göktuğ yatıyordu.

Bir şey demek istiyordum içimde yangınları söylemek istiyordum biri beni duysun istiyordum ama kimse beni duymadı ve ben hiçbir şey söyleyemedim. Ne söyleyebilirdim ki? Ne diyebilirdim? Tarifi var mıydı bu acının?

“Göktuğ’um.” Buse’nin fısıltı gibi çıkan sesiyle dişlerimi sıktım artık dalga geçmiyordum ve artık hiçbirimiz gülmüyorduk. Göktuğ’um diye kimse dalga geçmiyordu çünkü artık komik değildi.

“Oğlum.” Son darbeyi vuran ise titreyen sesi ile Ahmet amca olmuştu, ağlıyordu. Ben Ahmet amcanın ağladığına ve sesinin titrediğine ilk o an şahit oldum, onun titreyen sesi zihnimin tüm duvarlarında yankılanırken ben dönüp ona bakamadım.

Hiçbirimiz hareket etmiyorduk Pençe timi olarak sadece durmuş Göktuğ’un mezarına bakıyorduk, hiçbirimizin söyleyecek bir şeyi yoktu. Hiçbirimiz ağzımızı açamıyorduk içimizde olan yas dışarı taşamıyordu.

Göktuğ’un mezarının başında dalgalanan al sancak, gürleyen gök ve sertçe esen rüzgar bile bizim yasımızı körüklüyordu.

Bileğime sarılan elin sahibine dönüp bakamıyordum çünkü bakışlarımı o mezarın başındaki yazıdan ayıramıyordum.

Göktuğ Demiray.

Bizim Göktuğ’umuz buradaydı, kabullenmesi zor şaka gibi gelen ama acı gerçek buydu. Sindirilemeyen o acı gerçek buydu, akşam kırmızı bültende sadece kırk saniye ayrılacak o acı gerçek buydu.

Bir şehit vardı.

Adının bile söylenmediği o bir şehit kaç kişinin yüreğini dağlıyordu? Sadece kırk saniyede söylenen sözler bu kadar basit miydi? Bu kadar kolay mıydı?

Değildi.

Bileğime sarılan elin sahibi beni sürüklerken ben bakışlarım hala donuktu. Donuk bakışlarım bütün şehit mezarlarının üstünde gezindi. Kolay değildi. Burada yatan binlerce can vardı.

Kimisi Göktuğ gibi anasının kınalı kuzusuydu, kimi daha evlenme hayalindeydi, kiminin çocuğu vardı daha ölümün ne olduğunu bilmeyen. Hepsi bu vatanın bir karış toprağı uğruna, bu millet yaşasın diye, bu kan kırmızı zemin üstündeki ay yıldız uğruna burada yatıyordu.

Hepsinin hikayesi farklıydı ama hepsinin yattığı yer aynıydı.

Hepsinin bekleyeni farklıydı ama hepsinin mezarının başına dikilen ay yıldız aynıydı.

Hepsi farklılardı ama hepsinin bıraktığı acı büyüktü.

Şehitlikten çıkarken gördüğüm yazı ile o üç kelimeyi kendi kendime kaçıncı kez tekrar ettiğimi bilmiyordum.

Vatan sağ olsun.

                                          

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Akşama doğru tekrar Ankara’ya dönmüştük askeri kıyafetleri çıkarıp hepimiz bir köşeye dağılmıştık, hepimiz acımızı birbirimizden gizliyorduk; birbirimizi daha fazla kanatmayalım diye.

Eve girdiğimde Ayberk’te benimle birlikte girmişti aslında o da gelmişti oraya o da toprak atmıştı benim şehidimin üstüne, o bileğime sarılıp getirmişti beni ama benim gözüm acıdan hiçbir şeyi görmemişti. Salonun ortasında dikilirken görevden geldiğimden beri ilk defa dönüp onun yeşillerine baktım ve bakar bakmaz dolmaya başladı gözlerim, genzim sızlarken boğazımdaki yumru daha çok canımı yaktı. Ben acımı ondan saklayamıyorum. Omuzlarım düştüğünde dolu dolu gözlerle ona bakarken onun da gözleri hafif suluydu, onun da gözleri doluydu ama kendini tutuyordu. Beni kendine çekip sarıldığında gözyaşlarım yüzüme akın etti kollarımı zorlukla kaldırıp onun beline doladığımda o beni kendine daha fazla bastırdı.

Sessiz göz yaşlarım hıçkırıklı ağlamaya dönüşürken ben titreyen sesimle zorlukla fısıldadım. “Göktuğ...” O bana daha fazla sarıldı. “Ayberk, Göktuğ...” Hıçkırıklarım haykırış dönerken ayakta daha fazla duramadım ve sertçe dizlerimin üstüne düştüm, o da benimle beraber çöktü. Ben başımı göğsüne yaslayıp ağlamaya devam ederken o fısıldadı. “Biliyorum deli yürek.” Hayır bilmiyordu. Çektiğim acıyı bilmiyordu, içim nasıl yandığını, benim bir kardeşimi daha kaybettiğimi bilmiyordu. “İçim yanıyor, içim...” İçim yanıyordu ama ben ağlamaktan konuşamıyordum, yere sert bir yumruk attığımda elimi avcuna hapsetti. Başım göğsüne yaslıyken hıçkırarak ağlamaya devam ettim. “İçim yanıyor...” Hiçbir cümlemin devamını getiremiyordum çünkü ağlamaktan zar zor nefes alıyordum, çektiğim acının haddi hesabı yoktu. Tarifi de.

                                             

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

********

                                                                                                                          A.G.  

Kabullenmesi zordu, çok zordu ve acıydı. Birkaç hafta önce sevdiği kızı istemeye gittiğimiz adamın bugün mezarına toprak atmıştık. Gerçekten zordu. Benim için bile fazla zordu aldığım bir şehit haberi bile yakardı yüreğimi ve şimdi yüreğimi yakan bir de sevdiğim kadın vardı.

Onda en sevmediğim şey hüzündü ve o şu an göğsüme yaslanmış hıçkırarak ağlıyordu.

Onu anlayamazdım elbette ama acıdığını biliyordum. Sanırım onu anlamak istemediğim tek konu buydu çünkü eğer ben kendi timimden bir şehit verseydim ne yapardım bilmiyordum.

İçi yanıyordu biliyordum ama elimden bir şey gelmiyordu en nefret ettiğim şeyde buydu, onun tek damla gözyaşı için yeri göğü yıkardım ama onun gözyaşları hep çaresizdi.

“Nefes al deli yürek.” Öyle bir ağlıyordu ki cümlelerini devam ettiremiyor, zor nefes alıyordu ve bunu beni korkutuyordu. Üstelik bu hali benim de gözlerimin dolmasına sebep oluyordu, her ne kadar çok büyük bir samimiyetimiz olmasa da Göktuğ’un şehit düşmesi benim de canımı yakıyordu.

Elimle sırtını sıvazlarken o neredeyse aralıksız bir saattir hıçkırarak ağlıyordu gözyaşları tükense bile ağlıyordu, saçlarına öpücükler kondururken benimde gözümden bir damla yaş süzüldü.

                                      

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sare kapının önünde tereddütle duruyordu ne işi vardı şu an burada? Ama bunu sorgulayacak durumda değildi ki, daha fazla düşünmedi sadece acısını dindirmek istedi ve kapıyı tıklattı. Demir kapı açıldığında Metehan ile göz göze geldi ama ikisi de gülmüyordu, Metehan bile dalga geçmiyordu. Metehan başını yavaşça omzuna yatırıp buruk bir gülümsemeyle Sare’ye baktığında Sare kendini daha fazla tutamadı, gözyaşları akmaya başladığında kapıda dikilmeye devam etti.

Metehan Sare’nin elini tutup onu içeriye çektiğinde ardından demir kapıyı kapattı. Holü geçip salona geldiklerinde Metehan dönüp arkasında sürüklediği Sare’ye baktı, biliyordu gözyaşlarının sebebini. Sare’nin saçları hafif dağılmıştı hep dik duran omuzları düşük, hep dik bakan gözleri hüzünlüydü. Sare bir anda parmaklarını üstünde uzanıp kollarını Metehan’ın boynuna doladı Metehan ise hiç şaşırmadan sanki ait olduğu yer onun kollarıymış gibi Sare’ye sıkıca sarıldı. “Çok acıyor komutanım.” Sare’nin çaresiz sesi ile dişlerini sıktı Metehan onun hep sert çıkan sesini özledi o an.

“Komutanın falan değilim.” Metehan hep rütbeyi kullanarak Sare ile uğraşıyordu fakat bu sefer rütbeyi önemsemiyordu, umurunda değildi. “Adımla hitap et bana şu an komutanın değilim.” Metehan Sare’nin sırtını sıvazlarken gözlerinin dolmasını engellemeye çalışıyordu büyük bir samimiyeti olmasa da Göktuğ şehit olmuştu. Ve bu onun da canını yakıyordu, üstüne Sare’nin bu hali acının tuzu oluyordu. “Koruyamadık onu Metehan, en masumumuzdu.” Sare çektiği acıyı tarif etmeye çalışıyordu ama edemiyordu bu zamana kadar çok acı çekmişti ama bu farklıydı. Kardeşini kaybetmişti ve elinden hiçbir şey gelmemişti, onu korumak istemişti ama bunu hiçbiri yapamamıştı.

Göktuğ aralarında en neşeli olandı, ailesinin kınalı kuzusuydu, evlilik hayali vardı ama şimdi uğruna savaştığı toprağın altındaydı. Ve bunu kabullenmek, sindirmek hiç kolay değildi. “Biliyorum canımın içi, biliyorum.” Sare Metehan’ın sözlerine bile heyecanlanacak durumda değildi ama yine de bu onun başka bir yarasını onarmaya yetmişti.

Metehan Sare’nin gözyaşlarına hiçbir şey yapamıyordu ve çaresizlik bu hayatta en nefret ettiği duyguydu, şimdi ise buram buram o duyguyu yaşıyordu. Sare’ye karşı içinde garip davranışlar sergileyen bir kalbi vardı bu ayrı bir konuydu. Sare daha fazla bir şey söylemek istemedi, söyleyemedi de zaten yoktu tarifi acısının. Ama ayakta duracak gücü de yoktu Metehan bunu bildiğinden yatak odasına sürükledi onu çift kişilik yatağa yattıklarında Sare’yi kollarına çekti. Sessizce ağlıyordu Sare ama tüm vücudu titriyordu, Sare’nin en savunmasız anıydı belki de ve Metehan buna şahit oluyordu.

Sare ilk defa Metehan’a bir acısını göstermişti ve Metehan o acıyı dindirmek için elinde geleni yapıyordu, nafileydi. Kendi gözleri bile doluyordu giden vatan evladına onlar ne yapacaktı? Annesi, babası ne yapacaktı? Ya sevdiği? Onun bile gözleri dolarken onların acısı nasıldı? Göktuğ şehitlik mertebesine erişmiş ama geride büyük bir acı bırakmıştı. Söylenebilecek ise tek bir şey vardı.

Vatan sağ olsun.

Şimdi bu acıyla ne yapacaklardı? Sare onun göğsüne sığınmışken, o görmezken bir damla göz yaşı süzüldü gözlerinden. Sare ise sessizce ağlamaya devam etti onun içinde de yangınlar vardı ama o bağırıp çağıramıyordu, sessizdi. Belki de küçüklüğünden mirastı ona bu sessizlik ama istese de bağıra çağıra ağlayamıyordu, içindeki yangını dışarı atamıyor kendini daha fazla yakıyordu.

Metehan nazikçe Sare’nin saçlarını okşadı burnunu saçlarına saklayıp kokusunu içine çekti. Onun tüm yaralarını sarmak istiyordu ama istese de kapatamıyordu yaralarını, belki de kapatıyordu ama o bunu bilmiyordu. Sare Metehan’ın dokunuşları ile daha fazla gözyaşı döktü, Metehan’ın dokunuşları ona iyi geliyordu ama ilk kez tattığı şefkat ve sevgi gözyaşlarına sebep oluyordu. Metehan’ın kaslı göğsüne daha fazla sokuldu Sare orada saklandı, sanki acısı hafifleyecekmiş gibi.

                                              

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Beren askeriyenin arka bahçesindeki banklarda yanına yaklaşan heybetli gölgeye çevirdi bakışlarını, Oğuz’du. Oğuz sessizce Beren’in yanına oturduğunda ne yapacağını bilmiyordu, onun yanına neden geldiğini bile bilmiyordu. Böyle büyük bir acısı varken neden sürekli didiştiği kadının yanına gelmişti? Sorusunun cevabını kendi de bilmiyordu zihni ona kalkıp gitmesi gerektiğini haykırırken vücudu ona inatla kaskatı durup hareket etmiyordu. Ve kasılan vücudunu gevşemesine sebep olan Beren’in elini tutması olmuştu. Bakışları dizinde duran elini tutan Beren’in eline kaydı sonra ise bakışları ona çevrildiğinde her seferinde onu tersleyip didiştiği kadın bu sefer ona buruk bir gülümseme sundu. “Biliyorum seni anlayamam ama, vatan sağ olsun.” Defalarca kez duyduğu o üç kelimeyi o da defalarca kez kendi kendine söylemişti.

Vatan sağ olsun.

Üç kelimeydi söyledikleri, acılarını bu üç kelimenin arkasına saklıyorlardı ama heybetli bedenlerinin kaldıramadığı kadar büyüktü acıları.

Ama yine de vatan sağ olsun.

Oğuz burukça gülümsemek istedi ama yapamadı keskin kahveleri dolmaya başladığında içinden bir küfür savurdu ama artık tutamıyordu kendini. Ve beklemediği, kalbini hızlandıran hareket Beren’den geldi. Beren onu kolundan tutup kendi göğsüne çekince başını Beren’in göğsüne yasladı fark ettiği şey ise hızla atan tek kalp onunki değildi. Beren’in sol tarafına denk gelmişti ve onunda kalbi göğsüne vuruyordu.

Ve artık kendini tutamadı, heybetli bedeninde sakladığı acı gözyaşlarına sebep olurken nadiren titreyen sesi ile konuştu. “Çok acıyor.” Beren Oğuz’un sözleri ile dolan gözlerini tutmaya çalıştı onun acısını anlayamazdı belki ama onun da canı acımıştı. Bu dalgalanan ay yıldız bir vatan evladının daha örtüsü olmuştu. Beren kendinden beklemediği hareketle elini Oğuz’un saçlarının arasına daldırıp onun saçları ile oynamaya başladı. Beyni ile değil, kalbi ile hareket ediyordu şu an.

Oğuz’un acısını dindirmek istiyordu, her seferinde didiştiği, gıcık olduğu bu adamın acısında ona neydi? Ama istiyordu onun acısını dindirmek istiyordu. Onun her seferinde sırıtan yüzünü görmek istiyordu ama şu an o adam göğsünde sessiz gözyaşlarını döküyordu. Ve onunda gözyaşlarına sebep oluyordu zaten şehit haberi ile tüm askeriyenin yüreğinde bir burukluk olmuştu şimdi onun canı daha fazla acıyordu. Şu an her ne hissediyorsa ona fazlasıyla yabancı ve garip geliyordu ama hislerini de susturamıyordu.

Beren, Oğuz’un saçlarını okşarken Oğuz sessiz gözyaşlarını döktü, şehit verdiği kardeşinin acısını dindirmek istiyordu.

                                        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Her seferinde açık olan televizyon bugün kapalıydı, ev her zamanki gibi dağınıktı her yer her yerdeydi. Ortadaki sehpanın üstünde pizza kutuları, içecek şişeleri vardı yerde battaniye, kıyafetler vardı ve her seferinde konuşan o iki kardeş o gün sustular. Her seferinde gülüp eğlenen o iki dost o gün ağladılar, Turgut o gün ağzını açıp tek kelime etmedi ve Kutay’ın tetiği çeken sağ eli hala titremeye devam ediyordu. L koltukta oturmuştu ikisi de ama gözlerini çevirip de birbirlerine bakmıyorlardı ikisi de yastaydı bugün.

Göktuğ şehit düşmüştü.

Onlar bir kardeş kaybetmişti.

Sigara bile içmek istemiyorlardı sadece acıları dinsin istiyorlardı ama o da dinmeyen bir yangındı. “Artık dalga geçeceğimiz bir çömezimiz yok mu şimdi?” Kutay’ın sorusu ile her seferinde sırıtış olan Turgut’un yüzünde gözyaşı peyda oldu. “Var tabi ki, canımız sıkıldıkça çıkar gideriz Muğla’ya.” Şehitler ölmezdi, ölmemişti kardeşleri ama artık yanlarında da değildi. “Gideriz demi lan?” Kutay’ın sorusunu başıyla onayladı Turgut. “Elbette gideceğiz oğlum bırakır mıyız bizim çömezi orada.” Bırakmazlardı ne olursa olsun onu ziyaret edeceklerdi.

Ciğerleri yanıyordu ikisinin de ikisi de ağlıyordu ama birbirlerinden saklamıyorlardı bunu.

Belki aralarında kan bağı yoktu ama kardeşten öteydiler, birbirlerinden başka kimsesi yoktu bu iki adamın. Acılarını da birbirlerinden gizlemezlerdi, birbirlerine sırtlarını dayıyorlardı hiçbir şeyi gizlemezlerdi birbirlerinden. Bu acıda gizlenebilecek gibi değildi zaten, ay yıldızlı tabutu omuzlarında taşımışlar, o mezara toprak atmışlardı. Birlikte şehit oluruz diye sevinmişlerdi tek şehit Göktuğ olmuş arkada da büyük bir acı bırakmıştı sevdiklerine. Kutay sehpanın üstünde duran sigara kutusundan bir sigara alıp yaktı ardından arkadaşına uzattı, Turgut isteksizce aldığında o da bir sigara yaktı. Ve ikisinin dudaklarından aynı anda aynı kelimeler döküldü.

“Vatan sağ olsun.”

                                        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Askeriyenin bahçesinin en köşesinde tek başına oturuyordu Atakan içinde dönen acıyı çekiyordu sessizce. Göktuğ’u vermişti bugün kara toprağa canı yanıyordu, heybetinin altında dönen büyük acılar vardı. Göktuğ ile ayrı bir dostluğu vardı arasında şimdi ise o dostu şehitti.

Ay yıldız uğruna beraber savaştı adam şehit olmuştu ve o koruyamamıştı, ona yakın olan O’ydu oysa. Ondan sadece biraz uzaktaydı ama o onun vurulduğunu bile görmemişti, tüm sesler sustuğunda ve çatışma sona erdiğinde sırtını kayaya yaslamıştı. Gülmüştü yine paçayı sıyırdık diye ve arkadaşına seslenmişti ama ondan ses gelmemişti, o anı tekrar tekrar hatırlamak daha fazla acı veriyordu Atakan’a.

Göktuğ’dan ses alamayınca yanına gitmişti gördüğü şey ise göğsünden vurulmuş, yüzünde silik bir tebessüm olan dostu olmuştu. İlk başta şaka yapıyor sanmıştı, hayır aslında öyle sanmamıştı öyle olmasını istemişti. Göktuğ böyle şaka yapmazdı bilirdi ama o an şaka olsun istemişti, olmamıştı. Onu sarsmış, gözlerini açması için çabalamıştı ama Göktuğ nefes almayı bırakmıştı. Defalarca kayaya yumruk atmıştı Atakan o yüzden de eklemlerinde kırık vardı, sarılıydı eli ama umurunda değildi.

Göktuğ’un naaşının başında ilk gözyaşını dökmüştü Atakan ve sonra titreyen sesi ile, suçluluk duygusu ile haber vermişti timdekilere. Şimdi ise o bir gözyaşının devamını döküyordu.

Sigarasından bir nefes daha çekerken gözünün önünden gitmiyordu o an. Acaba onu koruyabilir miydim? Düşüncesi onu mahvederken aldığı nefesi bıraktı Atakan.

Annesinin yakarışlarını, babasının sessiz gözyaşlarını, Buse’nin ölü gibi halini unutamıyordu. Nasıl unutacaktı ki? Unutabilir bir acı değildi. İnsanlar sadece bir şehit varmış derdi, vah vah eder geçerdi ama bazıları geçemiyordu. İnsanlar birbirini öldürürken, her türlü pisliği yaparken onlar yaşasın diye kara toprağa giren vatan evlatları vardı. Geçilmiyordu.

Atakan'ın acısını hafifletecek kimsesi yoktu, kimseye sığınmazdı o tüm acısını sinesine çeker kimse bilmezdi. Bu acıyı da sinesine çekiyordu ama heybeti bu acıyı kaldıramıyordu, her acıyı yutmuştu da bir bu acı da boğazına yumrular dizilmişti. Unutmak mümkün değildi, unutmak istemiyordu da. İnsanlar şu an şehitlikte yatan yüzlerce şehidi hatırlamazdı ama o unutmayacaktı. Acı çekecek yine de şehidini, bu vatanın şehitlerini unutmayacaktı. Sigarasından son nefesini çekip yere atarken gözyaşlarını sildi, ayağa kalkıp postalı ile sigarasının üstüne basıp söndürürken dudakların tek bir cümle döküldü.

Vatan sağ olsun.

                                                                                                                         

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

Arkadaşlarrrr yeni bölümle yine karşınızdayım umarım özlemişsinizdir ben özledim çünkü, evet sezon finalimiz bitti en nihayetinde kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bölüme gelecek olursak duygusal bir bölümdü yazarken sanki o anı yaşıyormuş gibi hissettim ve gerçekten tarifi olmayacak bir histi, aslında duygusal konuşmak da değil amacım ama biz burada sadece okuyoruz ya da yazıyoruz ama gerçek hayatta bu vatan yaşasın, bu bayrak dalgalansın diye canından vazgeçen binler var. Biz bilmiyoruz isimsiz kahramanları varlıklarını bilmediğimiz için aslında hissetmiyoruz yokluklarını ama yakınları, aileleri onların varlığını bilenler en derinden hissediyorlar yokluklarını şehitler ölmez diyoruz demeye de devam edeceğiz ama en çok acıyı çeken ile onu hiç tanımayanın söylediği şey yine aynı oluyor; Vatan sağ olsun. bu konu hakkında konuşulacak, söylenecek çok şey var aslında ama daha fazla uzatmak istemiyorum.

Arkadaşlar ramazandayız ve iftar dolayısıyla bölümü erken yayınlıyorum ramazan boyunca da böyle olabilir ama ramazandan sonra yine saat sekizde gelmeye devam edecek bölümlerimiz, o zaman daha fazla konuşmak bana düşmez yorumları sizlere bırakıyorum, duygularınızı ve düşüncelerinizi merak ediyorum benim için çok önemli bunu unutmayın, oy vermeyi ve ailemize katılmayı unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>

*********

 

 

 

 

 

 

 

                   

 

Bölüm : 23.03.2025 19:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...