25. Bölüm
Ravzanur Aygün / PENÇE / 24.BÖLÜM

24.BÖLÜM

Ravzanur Aygün
ravzanur_

Sakın ola arkamızdan kimse öldü demesin, ölümsüzlüğü tattı çünkü isimsiz kahramanlar.

                                                                                                                       *** 

Başımdaki ağrıyla yüzümü buruşturarak gözlerimi yavaşça araladım ilk önce onun yeşilleri ile denk düştüğümde gülümsedi. Ama ben istesem de gülümseyemedim çünkü yüreğim hala acıyordu. Ne zaman uyumuştum bilmiyordum ama başımdaki ağrı iyi ağladığımı gösteriyordu. “Günaydın.” Ayberk’in her zamanki huzurlu sesi yoktu, onun sesinde de bir hüzün vardı. “Günaydın.” Öyle bir söylemiştim uyandığım güne küfreder gibiydim ki öyleydi. İçimde kaynayan bir öfke vardı ama biz Göktuğ’u şehit edenleri zaten öldürmüştük orada. İntikam da alamıyordum ve içimde kaynayan bana zarar veriyordu.

Bakışlarım yine bir noktaya dalmışken Ayberk’in seslenmesi ile bakışlarımı ona çevirdim. “Biliyorum mümkün değil ama yine de kafanı dağıtmamızın bir yolu var mı?” Yoktu. Nereye baksam gözlerim bir noktaya dalıyor ve o noktada Göktuğ ile onlar tüm anılar oynuyordu.

Ya da ben gerçekten bir tımarhane kaçkınına dönüşüyordum.

“Deliriyorum galiba baktığım her yerde Göktuğ’u görüyor gibiyim.” Ayberk nazikçe saçlarımla oynarken alnıma bir öpücük bıraktı. “Zaten delisin ama bu acısı taze olduğundan oluyor.” Deli olduğumu onaylayarak içime büyük su serpmişti gerçekten sağ olsun. “Bu acı hiç geçmeyecek, şu anda bir göreve gitmek isterdim diğer türlü kafam dağılacakmış gibi durmuyor.” Savaş, çatışma, silah sesleri zihnimdeki sesleri bastırmaya zor yetiyordu.

“Eğitim yapalım o zaman bakalım güzel gözlerin gördüğü kadar keskin mi?” Onunla en son eğitim adı altında birbirimizin kemiklerini kırdığımız aklıma gelince sırıttım. Nereden nereye gelmiştik. “Beni sonuna kadar zorla.” Bu bir meydan okuma değil, istekti. Beni sonuna kadar zorlamalıydı belki o zaman bu acıyı geri plana atmamı sağlayabilirdi, unutmak mümkün değildi ama geri plana atmak istiyorum. Başarılı olur muydum emin değildim ama denemekten zarar gelmezdi sonuçta. “İçindeki tüm cevherleri ortaya çıkaracağımdan emin olabilirsin deli yürek.” Dudağımda yarım bir gülüş belirdiğinde o da gülümsedi.

Yattığı yerden kalktığında ben hala yatmaya devam edince dönüp bana baktı. “Ne o yüzbaşı? Şimdiden yoruldun mu?” Meydan okuyarak beni gaza getirmeye çalışıyordu ama benim hiçbir şey yapasım da yoktu. “İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyor.” Ayberk’in yüzü de benim suratsızlığımla düşerken ben derin bir nefes verdim. “Biliyorum deli yürek ama hayatına devam etmek zorundasın.” Haklıydı ne kadar acıtsa da hayatıma devam etmek zorundaydım ve en zorlarından biri de buydu.

Her şeye rağmen devam etmek.

Tüm suratsızlığımla yataktan kalktığım sırada telefonum çalınca komodinin üstünde duran telefonu elime aldım, aramanın Eda’dan olduğunu görünce aramayı yanıtladım. “Umay?” Eda’nın nasıl olduğumu kontrol edercesine çıkan temkinli sesinden sorusuna cevap verdim. “İyiyim Eda.” Değildim ama bunu söylemek alışkanlığımdı.

Hangimizin değildi ki? Hangimiz bu yalanı söylemiyorduk? Hangimiz içimizde yangınlar olsa da iyiyim demiyorduk? Hepimiz diyorduk. Herkesin ortak, en büyük yalanıydı bu.

“Şey bir şey diyeceğim sana.” Eda’nın sesinden bir bokluk olduğunu anlayınca kendimi gelecek olan şeye hazırladım. “Dinliyorum.” Eda’nın tarafında birkaç saniyelik bir sessizlik olduktan sonra konuştu. “Buse artık Muğla’da yaşayacakmış tayinini oraya istemiş ve temelli olarak orada kalacakmış.” Şaşırmamıştım bunun olmasını bekliyordum Göktuğ ve Buse birbirini çok seviyordu ve birbirlerine fazla bağlıydılar. Buse’de onun mezarına her gün gidecekti bunu da biliyordum onun için zor olacaktı ama alışacaktı bu acıya.

Her şeye rağmen hayatına devam edecekti.

Buse içinde fazlası ile zordu yani empati yapınca bile acısının büyüklüğünü fark ediyordum. Ayberk’e zarar gelme ihtimali bile beni delirtiyordu eğer Göktuğ’un yerinde o olsaydı...düşünmek bile istemiyorum. “Nasıl daha iyi hissedecekse öyle olsun.” Eda onaylayan mırıltılar çıkardıktan ve iyi olmaya çalışıp baş sağlığı diledikten sonra kapattı. Vatan sağ olsun.

Yemek masasında oturmuş Ayberk ile karşılıklı yemek yiyorduk, normalde o karşımda olduğu için bile sırıtabilirdim ama şu an yüzümde mimik oynamıyordu. Ayberk kırılan yemek masam yerine gitmiş güzel bir masa almıştı ama buna bile tepki veremiyordum, gerçi ne zaman aldığını bile sormamıştım. Çatalımda duran zeytin ile bakıyordum ama aslında bakışlarım yine bir noktaya dalmıştı, beni bu noktadan uyandıran ise onun kalın sesini duymamdı. “Deli yürek.” Onaylayan bir mırıltı çıkarırken bakışlarımı ona çevirdim.

“Eğer yemek yemezsen çabuk yorulursun.” Üstümdeki efkardan kurtulmaya çalışarak zeytini ağzıma attığımda masada duran sucuklu yumurtayı yeni görmüştüm. Ekmeğimi alıp yumurtaya bandığımda o da nihayet bir şeyler yediğim için mutluydu. Yumurta lezzetli olduğundan kaşlarım havalanırken o sırıttı.

Beyim marifetliydi.

Eğitim sahasında dururken Ayberk sırıtarak bana bakıyordu. Yemeğimizi bitirdikten sonra askeriyeye gelmiş ve eğitim sahasına gelmiştik şu anda ise parkurun önündeydim. “Hazır mısın deli yürek? Yani ben yapamam diyorsan tabi.” Bu hali bana ilk tanıştığımız anları hatırlatınca dudağımın köşesi hafifçe yukarı kıvrıldı. “Beni kendinle karıştırma yüzbaşı.” İlk zamanlardaki gibi onunla atıştığımda sırıttı, hoşuna gidiyordu. “Tüm parkuru bir dakika içerisinde tamamlayacaksın.” Kolaydı. Yani normal bir insana göre zordu ama ben özel olarak ağır eğitimler aldığımdan kolaydı.

O kronometreyi başlattığında bende hızla koşmaya başladım ilk engele geldiğimde yere yatıp telin altında sürünmeye başladım. Kalktığımda yerdeki çuvalların ikisini alıp koşmaya başladım, kaslarım zorlanırken ben kendimi sonuna kadar zorladım. Belirli noktaya geldiğimde çuvalları bırakıp engellerin altından ve üstünden geçtim, tırmanma duvarına geldiğimde hızla tırmandım. Duvardan indiğimde belimden silahımı çıkarıp tek dizimin üstüne çöktüğümde saçımdaki toka koptuğunda saçlarım omuzlarıma döküldü.

Otuz metre uzaktaki üç hedefi tam ortasından vurduğumda geldiğim yolu geri döndüm. Başladığım noktaya geri geldiğimde Ayberk kronometreyi durdururken ben derin nefesler alıyordum. “Elli beş saniye.” Kaşları havalanarak söylediği sözlerle sırıttım yerdeki su şişemi aldığımda kapağını açıp içtim, şişeyi yere koyduğumda Ayberk bana sırıtarak bakıyordu. “Güzel gözlerinin keskinliğini ölçeceğiz.” Her seferinde güzel gözlerin demesi ayrı bir etkilenme konusuydu.

Atış eğitiminin olduğu sahanın başında dururken o da bir öğretmenmişçesine başımda dikiliyordu. “On ve on beş metre sana kolay geleceği için otuz ve atmış metreden atış yapacaksın.” Otuz zor değildi ama altmış hafif zorlayabilirdi otuz metrede dururken siperin arkasında tek dizimin üstüne çöktüm. Silahımı doğrulttuğumda yan yana duran dört hedefi peş peşe on ikiden vurdum. Sonrasında atmış metreye geçip siperin arkasında diz çöktüm ve dört hedefi peş peşe ateş ettiğimde üçünü on ikiden vurdum. Siperin arkasından çıktığımda Ayberk ile karşı karşıya geldiğimde sırıttı. “Gözlerin göründüğü kadar keskin ve güzel deli yürek.” Kalbime garezi vardı sürekli göğsüme vurmasına sebep olmasının başka açıklaması olamazdı.

“Senin gözlerin kadar güzel olmasa da.”

Askeriyede olduğumuzdan mesafesini koruyordu ama bu sözlerimle eğilip o derin sesi ile konuştu. “Keşke güzelliğini bir de benim gözümden görebilseydin, o zaman böyle konuşmaya cesaret edemezdin.” Kalbim göğsüme vurduğunda gülümsedim. Kendimi onun gözünden görmek isterdim. Dövüş eğitimleri yaptığımız hangardaydık ama bu sefer karşımdaki Ayberk değildi, Uraz ile birbirimizin etrafında dönerken konuşuyorduk. “Acılarımı dindirme yöntemimiz aynı ha?” Dudaklarının köşesinde bir sırıtış onadı ama anında soldu ve hamle yaptı, savurduğu yumruğundan eğilerek kurtuldum. Bu sefer ben bir hamle yaptığımda o benim yumruğumdan geri çekilerek kurtuldu, durmayıp ona bir tekme attığımda geri sendeledi.

Uraz ile birbirimizi eğitim adı altında dövdükten sonra hangara gelmiştik ve tüm tim hangardaydı, tabi Göktuğ hariç. Ortamda nerdeyse on beş dakikadır sessizlik hakimken dayanamayıp konuşan yine Turgut olmuştu. “Çok dağıldık.” Haklıydı dağılmıştık ve sorun şu nasıl toparlanacağımızı bilmiyorduk çünkü biz hiçbir zaman yaralarımızı sarmamıştık. Biz hep yaraları geri plana atıp kapatmıştık, yaralarımızı nasıl saracağımızı hiç öğrenmemiştik biz. Ve şimdi de ne yapacağımızı bilmiyorduk. İnsanlar abarttığımızı düşünebilirdi ama birbirimizin ailesi olan biz için büyük bir acıydı.

“Dağılmak falan yok kendinize gelin evet Göktuğ artık şehit ama dağılmak falan yok, bizim öyle bir lüksümüz yok. Biz askeriz yas tutup, dağılamayız aynı şekilde görevimizi icra etmek zorundayız.” Bizim yas tutup, depresyona girmek gibi lükslerimiz yoktu biz işimize odaklanmak zorundaydık, hepimiz de bunu biliyorduk. Herkes sessiz kalırken ben daha fazla bir şey diyemedim zaten ne desem de boştu.

Hangara bir asker gelip karşımda asker selamı verdikten sonra konuştu. “Komutanım Ali albay sizi çağırıyor, görev var.” Evet işte bundan bahsediyordum tam olarak, ne üzülmeye ne de dağılmaya vaktimiz de şansımız da yoktu.

Harekat odasına gitmeden önce Ayberk’in odasına girdiğimde beni gördüğü anda gamzesini bana sunarak gülümsedi, gülümsedim. Ben içeriye girip kapıyı kapattığımda o da ayağa kalkarak yanıma geldi ben kollarımı boynuna dolayıp başımı boynuna gömdüm ve aynı anda aynı şeyi söyledik. “Görev.” Geri çekilip ona baktığımda o da bana baktı, ikimizin de görevi vardı. “Bana geri gel deli yürek.” Dudaklarını alnıma bastırdığında bende gözlerimi kapattım. “Denerim. Sende dene.” O da bana geri gelmeliydi. Geri çekildiğinde gülümsediğinde istemeyerek ondan ayrıldım ve odadan çıkıp harekat odasına ilerledim, önce biz gidecektik hemen ardımızdan onlar.

Hep beraber odaya girdiğimizde Ali albayın karşısında asker selamı verdikten sonra oturduk. Ali albay bize bakarken bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi, o da askerini kaybetmişti.

Ve ben onu şimdi anladım.

Bu zamana kadar kim bilir kaç askerini kaybetmişti, nasıl sinesine çekmişti?

Ben daha tek bir askerimi şehit vermeye katlanamazken o nasıl başarmıştı bunu?

Aklımdaki düşünceleri susturduğum sırada Ali albay konuşmaya başladı. “Velid kırmızı listede aranan teröristlerden biri aldığımız istihbarata göre farklı bir bölgeye geçecek, o bölgeyi ona yar etmeyeceğiz.” İçimde kaynayan öfke ile elimi yumruk yaptığımda sakin kalmaya çalıştım ama zordu. Konum bilgilerini aldıktan sonra ayağa kalktığımızda asker selamı verip çıktık harekat odasından. Bu kadardı, Ali albay bize karışmazdı gidin öldürün derdi ve ne yapacağımızı bize bırakırdı. Şimdi ise ortalığı fena halde yakacaktım.

Biz hangardan çıkarken Kartal timinin girdiğini gördüm yeşiller ile denk düştüğümde yüzümde maske olmasına rağmen gülümsedim, gülümsedi. Önüme dönüp helikoptere koştuğumda ardımdan bizimkiler geldi ve havalandı.

Helikopterden halatla indikten sonra güvenlik çemberini oluşturduk herkes indiğinde ise haritayı kontrol edip en önde ben olmak üzere ilerlemeye başladık. Bu sefer hiç kimseden ses çıkmıyordu, hiç kimse boş sohbet yapmıyordu hepimiz fırtına öncesi sessizliği yaşıyorduk.

Neredeyse bir saatlik bir yolun sonucunda onları gördük, dağda saklanmış mola vermişlerdi ama pek de saklanamamışlardı, zira ben görüyordum. Biz konumlandığımız sırada içimden hepsini deşmek geçiyordu ama telsizi elime alıp onların frekansına girdim. “Ya kendiniz teslim olursunuz ya da biz sizi alırız.” Diyerek uzatmadan bir uyarı geçtim hepsi silahlarını ellerine alırken teslim olmayacaklarını bildiğim için uzatmadan ilk ateşi ederek işaret verdim. Ele başları olan iti alnının ortasından vurduğumda tim ateşe başladı, ben bir başka iti hedef aldığımda vurdum. Başka bir iti daha vurduğumda onlara ateş etme fırsatı bile vermiyorduk, tek bir kurşunumuz bile boşa gitmiyordu.

İtlerin hepsini dakikalar içerisinde temizlediğimizde etrafın temiz olduğundan emin olduktan sonra dikkatlice onların yanına ilerledik. Atakan ve Kutay yaşayan olup olmadığını kontrol ederken bakışlarım Atakan’ın yaklaştığı ite döndüğünde gözlerim açıldı.

Tuzak.

“Atakan dur!” Benim gür çıkan sesimle iti sırt üstü çevirecek olan Atakan’ın eli havada kaldı bakışları bana dönerken ben hızla ona ilerleyip onu geri çektim. “Komutanım?” Oğuz’un sorgulayan sesini duyarken kalbimin hızlı atışlarını da duyabiliyordum az önce bir askerimi daha kaybetme korkusu ile yüzleşmiştim. Bu sefer buna izin vermeyecektim. “Tuzak var.” Dediğimde herkes sessiz kaldı bu it kendini tuzaklamıştı böyle şerefsizdiler, ölecekleri zaman bombanın üstüne yatıp kendilerini tuzaklıyorlardı. İtin bacağına halat bağladığımda hepsini geri çektim oradan uzaklaştıktan sonra halatı çektiğimde it üzerinden kalktığı için bomba patlamıştı. Derin bir nefes verirken az önce yüzleştiğim kaybetme korkusu yüzünden kalbim hala hızla atıyordu.

Helikopterin bizi alacağı alanda beklerken Turgut’un sesi doldu kulaklarıma. “Bu görev beni kesmedi.” Beni de kesmemişti ben her yeri yakıp yıkmak içimdeki öfkeyi kusmak istiyordum ama olmamıştı. Bizim görevimiz bize göre fazla basit kalmıştı peki onların görevi nasıldı? Onu düşünmeden edemiyordum aklıma bin bir türlü şey geliyordu ve daha yeni dostlarımdan birini kaybetmişken içimde büyüyen kaybetme korkusu vardı. Şu anda iyi miydi? Yarası mı vardı? Ne durumdaydı? Bir çatışmada mıydı?

Sadece merak etmekle kalıyordum ama asıl merak ettiğim, bana geri gelecek mi? Kaldıramazdım. Eğer geri gelmezse kaldıramazdım çünkü zaten bir sürü acıya ev sahipliği yapıyordum onun acısını kaldıramazdım. Her seferinde bir acı daha kaldıramam dediğimde üstüme daha büyük bir acı biniyordu dileğim artık binmemesiydi. Aklıma gelen düşüncelerden kurtulmak istiyordum ama başarısızdım her seferinde yine dönüp dolaşıp o korkuya çıkıyordu sonuçlarım. Helikopterin gelmesi ile düşüncelerimden sıyrılmak zorunda kaldım, helikoptere bindiğimizde havalandığımızda düşünceler yine zihnimi işgal etti.

                                             

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

                                                                                                                          A.G.  

Helikopterden indiğimizde güvenlik çemberi oluşturup haritayı kontrol edip son bir kez planın üstünden geçmiştik şimdi ise dikkatlice ilerliyorduk. Görevimiz bu itlerin kamplarını patlatmaktı gideceğimiz kamp eğitim yapılan bir kamp değildi, eğitimleri yapılmış itleri daha iyi eğitmek için yapılan bir kamptı. Bizim görevimizde bu kamptaki herkesi öldürüp kampı başlarına yıkmaktı ve bu görevi duyunca aklıma ilk bir çift gri hare düşmüştü. Bozkurt gözlerinde dönen ateşi bildiğimden bu görevin tam ona göre olduğunu biliyordum, yakmayı da severdi kendisi.

Kendisi gibi bir şeyleri de yakmayı seviyordu ateş gibi kadındı ve her yeri de ateşe vermekten çekinmiyordu. Bu sefer yakma işi bize düşmüştü.

Aklımdan hiç çıkmaması delirtici bir durumdu düşünmeme gereken görevdi ama ben onu düşünmekten başka bir şey düşünemiyordum. Zaten acıları varken üstüne binen yeni acısı için de bir şey yapamıyor olmak beni daha fazla delirtiyordu. Aklıma onunla ilgili düşünceler dolmaya devam ederken ben bu düşünceleri dağıtmak adına timin boş sohbetine kulak kabarttım. “Pençe timinin de morali bozuk kafa dağıtacak bir şeyler mi yapsak?” Ege’nin sözlerine cevap olarak herkes onaylayan sesler çıkardı, nasıl olmuştu bilmiyorduk ama Pençe timine fazla ısınmıştık. Yani haddinden fazla ısınmış olabilirdik zira ben timin komutanına deli divane olmuştum benden farksız olmayanlarda vardı ama şimdilik susuyordum.

Benim yakışıklı puşt olan biraderim görevden döner dönmez Sare’nin yanına gidiyordu, sırıtışından bile ben her şeyi anlıyordum ama o henüz anlamayı becerememiş durumdaydı. Beren ise ayrı bir konuydu ona olan saygımız sonsuzdu zira saygı duyulacak bir kadındı. O da şansa bak ki sürekli askeriyede Oğuz ile karşılaşıyordu, büyük tesadüftü.

“Ne yapacağız?” Günay’ın sorusu ile hepimiz sessizliğe büründük.

Ne yaparsak yapalım neşeleri yerine gelmeyecek gibiydi.

“Az kaldı bunları sonra düşünün herkes hızını yavaşlatsın, tetikte olun bölgelerine giriyoruz. Günay keskin nişancıları kontrol et ve kendine bir yer bul, geriye kalanlar kampın etrafına konumlansın.” Metehan’ın sözleri ile silahımı doğrulttuğumda dürbünden etrafı kontrol ederek ilerlemeye devam ettim. Genel komuta bende olabilirdi o da benim kadar iyi bir yüzbaşıydı ve bende tabi ki onu dinliyordum.

Günay etrafını kontrol ederek bizden ayrılırken kampı gördüğümde bende elimle diğerlerine işaret verdiğimde tek tek dağıldık. Kampın etrafına dağıldığımızda ben bir kayanın arkasına uzandığımda konumumu almıştım, buradan görüş açım genişti ve olanak sağlıyordu. Dürbünden kampı izlemeye başladığımda telsizden seslerini duymaya başladım. “Hazırım.” Beren’in ardından Doğan’ın sesi geldi. “Hazırım.” Onun ardında diğerlerinin sesi de geldiğinde hepsi konumlanmıştı ama Günay’dan ses yoktu.

Bizden önce ayrılmıştı ama hala ses vermemişti bu aslında endişelenme sebebiydi ama ben endişelenmiyordum, o Günay’dı. Her şekilde kendi başının çaresine bakardı ama yine de merak etmeden edemiyordum.

“Komutanım yedi tane keskin nişancıları var, kampın etrafına konumlandırmışlar.” Günay’ın sesi telsizden kulağıma dolarken o devam ettiğinde sesinde sırıttığı belliydi. “Artık yok.” Dudağımın köşesi yukarıya kıvrıldı, demiştim dikkat etmesi gereken Günay değildi. Yedi keskin nişancıyı ne ara bulup ne ara öldürdüğü hakkında bir fikrim yoktu. “Hazırım.” Günay’da konumlandığında ciddileşip işime döndüm dürbünden kampı incelemeye devam ederken telsize konuştum.

“Arka tarafta yirmi it var.” Bizim eğitim sahamız gibi toplanmış silah eğitimi yapıyorlardı amma pek de iyi bir eğitim değildi. “Ön tarafta on it var kenar, köşe ile birlikte yirmi beş toplamda kırk beş it var.” Beren’den gelen bilgi ile sayıyı netleştirdik ama direkt saldırmayacaktık. “Metehan ve Emir dikkatlice içeriye sızıp patlatmak için her şeyi hazırlayın, patlama işaret olacak patlamadan sonra herkes ateşe başlayacak. Kimse sağ çıkmayacak Kartal.” Herkesten aynı anda aynı sözler duyuldu.

“Emredersiniz komutanım.” Metehan ve Emir içeriye girerken biz tetikte bekleyeceğiz bir açığa çıkma durumda önceliğimiz onları korumak olarak yine kimseyi sağ bırakmayacağız. Kulağıma kartal sesi dolduğunda tepemizde uçtuğunu bilerek sırıttım.

Av vaktiydi.

Metehan ve Emir içeriye sızdıklarında biz tetikte bekliyorduk onlar işlerini halledene kadar ben etrafı inceledim. Kampı iki dağın arasına kurarak gizlediklerini sanıyorlardı aptallıktı, iki dağın arasındayken eğer iki dağdan da sıkıştırılırlarsa kaçacak yerleri yoktu. Dağların birbirine çok yakın olması ve büyük olması onları bölgede gizliyordu evet ama koordinatlarını bulmak bizim için zor olmamıştı ve şimdi avucumuzun içine düşmüşlerdi.

Metehan ve Emir’in kamptan çıktığını gördüğümde hazır olmalarını bekledim. “Hazırız.” Onay geldiğinde dürbünden bakarken parmağımı tetiğe yasladım. “Patladıktan sonra ateş serbest. Patlatın.” Benim emrimle saniyeler içinde karşımda duran dört kulübe ve bir karargah patladı, kampın yarısı havaya uçarken yaşayanlar canını kurtarma derdine düştü. Gördüğüm ateş bile bana onu hatırlatıyordu, ateşin kendisiydi. Kaçanlardan birini nişan aldığımda tetiğe bastığımda yere serildi, ardından bir diğerini nişan alıp vurdum. Dakikalar içerisinde hepsini vururken kampın dışına kaçmaya çalışanları da Günay indirmişti.

“Hareket eden var mı Günay?” Metehan’ın sorusuna cevap verdi Günay. “Yok komutanım.” Günay zaten olduğu yerde kalacağı için biz dikkat ederek yavaşça kampın içine girmeye başladık, kampın içine girdiğimizde yaşayan var mı yok mu diye bir kontrol ettik. Yoktu, olamazdı da zaten.

Görevi başarıyla tamamladıktan sonra helikopterin bizi alacağı noktaya gelmiştik yolda gelirken karargahı arayıp Kartal’ın eve döneceğini bildirmiştik. Helikopter geldiğinde bindim, hepimiz bindikten sonra havalandık.

                                           

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Pençe timinde kimsenin neşesi yoktu hiçbirinin morali yerinde değildi olması da beklenemezdi. Sare askeriyenin bahçesinde otururken zaten bozuk olan moralinin üstüne kendine sinirleniyordu, şu an burada oturup ne halt ediyordu? Kendi kendine aynı soruyu sorup her seferinde aynı sonuca çıkınca sinirleniyordu.

Beklediği biri vardı.

Kendisi de görevden gelmiş olmasına rağmen görevden gelecek olan Kartal timini bekliyordu. Sadece hepsinin sağlam geldiğini görecekti emin olacaktı sonra ise onlara görünmeden gidecekti, yapmak istediği buydu. Bir helikopter sesi duyunca oturduğu yerde dikleşti bu bugünkü üçüncü helikopter sesiydi, bu sefer onlar olmasını umuyordu. Hangarın önüne iniş yapan helikopteri uzaktan izlerken Kartal timinin hangarının önüne iniş yaptığını görünce içinde bir rahatlama belirdi.

Tek sıra halinde tüm tim eksiksiz indiğinde biraz daha rahatlamıştı üstelerinde askeri kıyafetleri, yüzlerinde maskeleri olduğundan onları sadece figür olarak görmüştü. Görünüşe göre iyi görünüyorlardı ama emin olmak istiyordu bu yüzden bekledi. Pençe ve Kartal timlerinin hangarları yan yanaydı kendi hangarlarının duvarına yaslanmış onları beklemeye koyuldu.

Beklerken bir sigara yakmış, yarısına kadar gelmişti Sare. Sırtını yasladığı duvardan doğrulmasının sesi hangardan çıkanlardı herkes tek tek çıkmaya başlamıştı, Ayberk zaten onlardan dakikalar önce çıkmıştı. Ama bir kişi yoktu. Asıl aradığı kişi yoktu. Sigarası parmaklarının arasında kalırken sırtını duvardan ayırmış hangarı izliyordu, kalbine bir korku düşerken o bekliyordu. Beklemeye öyle dalmıştı ki arkasında dibine kadar gelen heybetli bedeni bile hissedememişti. “Teğmenim.” Aradığı kişinin o kalın tok sesi kulaklarını dolarken aniden arkasına döndü Sare ve Metehan ile denk düştü.

Gözleri ilk önce hiçbir şeyi umursamadan onun vücudunu taramıştı, görünürde bir yara olmadığını görünce rahatladı ama yüzünde gördüğü çizik bile canının sıkılmasına sebep olmuştu. Bunu fark ettiğinde kaşları çatıldı Sare’nin, onun ne diye canı sıkılıyordu? Hem ona neydi ki? Üstelik sadece bir çizikti daha kötülerini görmüşken bu neden canını sıkıyordu? Sare bu sorulara cevap bulamadığında kaşları daha fazla çatıldı, saçmalıktı.

Sare’nin çatılan kaşlarını gören Metehan’ın dudakları usulca yukarıya doğru kıvrıldı, bu haliyle bile güzeldi. “Burada ne arıyorsun teğmenim?” Metehan onu helikopterden inip hangara girerken görmüşü, göz ucuyla baktığında orada olduğunu görünce gülümsemiş kalbi hızlanmıştı. Onu beklediğini düşünmüş ve emin olmak için herkes hangardan çıkarken o çıkmamıştı ve arka kapıdan çıkmıştı. Hala orada durup hangarı izlediğini görünce onu beklediğinden emin olmuştu ve bunu bilmek kalbinin çarpmasına sebep olmuştu. Şimdi başını eğmiş bu güzel kadına bakarken kalbi çarpmaya devam ediyordu, dudaklarında ise silinmez bir sırıtış vardı.

“Sigara içiyorum komutanım.” Sare elindeki sigarayı aralarında kaldırdığında sigaraya bakmadı Metehan, aslında sigara için burada olmadığını biliyordu. Çünkü onlar içeriye girerken sigara yoktu elinde, beklerken yakmış olmalıydı. “Görevden dönmemiş miydin? Neden hala buradasın?” Sare’nin bahanesi hazırdı Umay ve Göktürk komutanı evde yalnız bıraktım bahanesi vardı, bu bahane içinde o ikisine sonra teşekkür edebilirdi.

“Umay ve Göktürk komutan evde yalnız kalsın diye buradayım, gitmek istemedim komutanım.” Sare resmi bir sesle konuştuğunu sanıyordu ama yanılıyordu herkese düz ve duygusuz çıkan sesi Metehan’a karşı duygulu ve düz çıkmıyordu. Ve bunu fark etmişti Metehan. Dudaklarında ki sırıtışı silinmezken elini yanlarında duran duvara yasladığında Sare’nin üstüne eğildi. Sare anlık panikle geri çekilirken yönleri değişmiş Sare’nin sırtı suvara yaslanmıştı ve Sare’yi duvar ile kendisi arasında sıkıştırmıştı Metehan. Sare başını kaldırıp Metehan’a bakarken Metehan başını eğmiş Sare’ye bakıyordu, Metehan’ın sırıtışı hala silinmezken daha fazla eğilip Sare’nin kulağına fısıldadı. “Berbat bir yalancısın teğmenim.” Metehan geri çekilmedi ona çok yakın olduğundan onun kokusu alabiliyordu ve bunun için geri çekilmedi. Hoşuna gidiyordu, ayrılmak istemedi.

Sare’nin kalbi bu yakınlıkla hızla atarken gerçeklerin açığa çıkma düşüncesi ile yutkundu. “Ne yalanı komutanım?” Sare olayı kurtarmak için aptala yatmayı tercih etmişti ama Metehan buna zerre inanmayıp üstüne sırıtışı genişlemişti. “Aptalı oynayamayacak kadar zeki bir kadınsın teğmenim.” Kulağına aynı sesle fısıldarken sırıtışı genişlemişti Metehan’ın. Sare’nin parmaklarının arasında duran sigarayı parmaklarının arasına alırken oluşan teması da seviyordu. Bu ikisinin de kalbinin hızlanmasına sebep oldu. Metehan, Sare’den aldığı yarıya kadar gelmiş sigarayı dudaklarına yasladı.

Aralarında olan boşluk ve Metehan’ın gerilemesine rağmen ikisinin de kalbi hızla atıyordu. Sare onun yakınlığını aradığında, onun uzak kalmasını istemediğinde kendine kızdı, saçma sapan şeyler istiyordu. Metehan sigara dumanını içine çekerken başka hiçbir şey söylemeden gittiğinde Sare orada kalakalmıştı. Kalbi hızla atıyordu buna sinirliydi ama ona olan atışını da seviyordu, delirmelik bir durumdu. Sare derin bir nefes alıp kendine gelmeye çalıştı ama kalbi ona inat hızını yavaşlatmadan atmaya devam etti.

                                         

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Oğuz sırtını askeriyenin çıkışındaki duvara yaslamış, tek ayağını da duvara yaslamış bekliyordu. Şafak söküyordu ama o hala beklemeye devam ediyordu ve o gelene kadar da beklemeye devam edecekti. Ve en sonunda beklediği olduğunda Beren askeriyeden çıktığında anında sırıtarak onun önüne çıktı. Beren başını kaldırıp Oğuz’un sırıtan yüzünü baktığında istemsizce onun yüzünde de silik bir tebessüm oluştu. Önceden bu adamı görmek bile sinirini bozuyorken şu an hoşuna gidiyordu.

“Ne o? Beni bekliyordun?” Beren dalga geçerek bunları söylerken onun inkar etmesini bekliyordu ama öyle olmadı. “Tabi ki seni bekliyorum başka kimi bekleyeceğim?” Oğuz sırıtışı genişlerken söylemişti bunları. O inkar etmiyordu içinde bu kadına karşı beslediği hisleri vardı ve bunun peşinde koşuyordu. Önceden olsa timde zaaf kuralı olduğu için bu duygularını görmezden gelirdi ama deli yürek bir zaaf edinerek hepsini bu kuraldan kurtarmıştı. Timin ona kızdığını, haksızlık ettiğini falan düşünüyorsa yanılıyordu zira Oğuz’un çok işine gelmişti.

Beren, Oğuz’dan böyle bir yanıt beklemiyordu bu yüzden şaşırmıştı. Onu bekliyor olması neden onun kalbini bu kadar hızlandırmıştı bilmiyordu ama şikayetçi miydi emin değildi, böyle duygulara yabancıydı Beren. “Neden beni bekliyorsun?” Beren bu sorunun cevabını aslında biliyordu ama yine de istemsizce dökülmüştü bu soru dudaklarından. Aslında kalbi daha fazla hızlanmak için yer arıyordu.

Oğuz’un sırıtışı genişlerken bir adım atıp aralarında zaten az olan mesafeyi daha fazla azalttı. “İyi olduğunu görmek için bekliyorum. İyisin değil mi? Yaran yok değil mi?” Oğuz onu incelemiş ve görünürde yarası olmadığı için rahatlamıştı ama yine de rahat olmayan bir yanı vardı. Beren'di bu, güçlü kadındı acısını çok iyi gizleyebiliyordu, onun bu yönüne de hayrandı ama acısını hiçbir zaman onda gizlemesini istemiyordu.

Oğuz’un endişeli çıkan sesi ile biraz daha hızlandı Beren’in kalbi, onun için endişelenen bir kalp vardı. Ve haberi yoktu ama onunla beraber hızla atan bir kalp vardı.

“İyiyim, yaram yok.” Oğuz’un içine su serpildiğinde sırıtışı genişledi, daha fazla konuşmak, onunla daha fazla vakit geçirmek istedi ama bunu yapmadı. Görevden geldiği için yorgun olduğunu biliyordu bu sebeple kenara çekilerek yolunu açtı Beren’in. “O zaman daha fazla tutmayayım seni, yorulmuşsundur iyice dinlenmelisin.” Onunla kalmak istedi Beren çünkü onun yanındayken unutuyordu her şeyi, unutuyordu yorgunluğunu. Yolunu açmasın istedi çünkü eğer yolunu açarsa giderdi Beren biliyordu bunu. O yüzden Oğuz onun yolunun ortasında dursun istedi biliyordu bencilce, fazla istekleri vardı ama o kalamıyordu.

“Beni istediğin kadar tut senin yanındayken kötü olan tüm duygular beni terk ediyor.” Beren bombayı attıktan sonra saçlarını savura savura giderken Oğuz arkasından bakakalmıştı. Savrulan saçlarına bile hayranlık beslediğini fark edince asıl bombanın kalbinde patladığını anladı.

                                           

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

**********

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kapıyı iki kere tıklattı Akınalp geldiği ev ona yabancı değildi artık. Sevdiğini kadını görmek istediğinde hep onun yaşadığı eve geliyordu çünkü artık komutanı burada kalmıyordu. Ona defalarca söylemesine rağmen duygularına hakim olamamış gidip sevdiği kadını öpmüştü ve aralarında yasak bir aşk başlamıştı.

Her ne kadar kendini tutmaya çalışsa da becerememişti Akınalp ve şimdi ise komutanı hem ona hem de kardeşine kızgındı. Ve komutanının inadı da inattı yani bilirdi Akınalp kolay kolay onlarla barışmayacağını.

Kapı açıldığında Eda’nın gülümseyen yüzü ile karşılaştı Akınalp ve tüm vücudunu süzen bakışlarıyla. “ Yaram yok.” Akınalp’in sözleri ile Eda rahat bir nefes aldı ve sonrasında ona kavuştuğunda boynuna atladı. Abisini bile karşısına almıştı bu adam için, yani haddinden fazla seviyordu. “Özledim.” Eda cilveli bir şekilde konuşurken Akınalp’in kolları Eda’ya sarılırken gülümsedi, o özlemişti. “Bende özledim küçük hanım, tahmininden fazla.” Akınalp başını Eda’nın boynuna gömüp kokusu içine çekti, gerçekten çok özlemişti.

Geri çekildiklerinde içeriye girdiler büyük salona geçtiklerinde yan yana oturdular ve ilk konuşan Eda oldu. “Pençe timi için bir şey yapamaz mıyız Akınalp?” Eda’nın sesi üzgün çıkmıştı çünkü Göktuğ’un şehit olmasına o da üzülmüştü ve ondan daha çok üzülen Pençe timi için ne yapabileceğini bilmiyordu. Pençe timi bu kadar üzülmüşken Buse’nin halini düşünemiyordu bile.

Zaten Buse’nin onlardan uzakta olması da onu üzüyordu yanında olsaydı destek olabilirdi en azından.

Buse, Göktuğ’un şehit haberinden sonra yıkılmıştı ve buna şahit olmuştu, Buse güçlü kadındı ayakta duruyordu ama içinde yıkılmıştı. Telefonda konuşurken de görmüştü artık o eski neşeli sesi yoktu, yaşayan bir ölü ile konuşuyormuş gibi hissediyordu.

Hal böyleyken bir şeyler yapmak istiyor ama ne yapacağını bilemiyordu. “Hep beraber bir organizasyon bulmalıyız, başımızı beladan çıkaramadığımızdan onlara da uğraşacak bir şeyler olur.” Akınalp doğru söylüyordu ama nasıl bir organizasyon bulacaklarını bilmiyorlardı, beraber bir piknik? Olmazdı. Ya da bir gezi? Kabul etmezlerdi, biliyordu. Ne yapacaklarını da bilemiyorlardı ve bu daha zordu eli kolu bağlı beklemek istemiyorlardı. Akınalp derin bir nefes aldığında Eda’nın saçlarına bir öpücük kondurdu ve kokusunu soludu, ona iyi geliyordu. Eda’nın kalp atışları hızlanırken hafif bir tebessüm oluştu yüzünde, böyle bir süreçte ona iyi gelmeyi başarıyordu.

“Umay’ın yanına gitmek istiyorum ama abim yanında.” Eda her fırsatta Umay’ın yanına gitmek istiyordu ama Ayberk yanında olduğundan onları yalnız bırakıyordu. Biraz daha fırsat bulamazsa ikisini yalnız bırakmaktan vazgeçecekti. “Umay komutanın yanına kimse yaklaşamıyor ki, kabuğuna çekildi.” Akınalp’in sözleri ile somurttu Eda bunun olacağını biliyordu ve istemiyordu. Umay zaten sessiz ve kendi kabuğunda olan bir insandı daha fazla içine kapanmasını istemiyordu. İçinde taşıdığı bir sürü acı olduğunu biliyordu Eda, ona basitçe anlattığı geçmişinde bile büyük bir acı, anlatmadığı kim bilir hangi acıları vardı. Ve her acıda biraz daha kapanıyordu içine ama Eda bu sefer buna izin vermeyecekti.

Umay’a kalbi fazla ısınmış, onu tanımadığı zaman bile çok sevip güvenmişti ve şimdi ise onun böyle olmasına izin vermeyecekti. “Sen yorgun musun? Aç mısın?” Eda bir anda aklına gelen sorular ile Akınalp’e döndü, aklındaki düşüncelerden sormayı unutmuştu. Akınalp usulca gülümsedi aç değildi yemeye keyfi de yoktu zaten ama yorgundu ve uyumak ihtiyacıydı. “Aç değilim ama sana sarılarak uyumaya hayır demem.” Eda gülümsediğinde Akınalp’in elinden tutarak odasına götürdü, onun da uyumaya ihtiyacı vardı.

                                         

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

Arkadaşlarrr yeni bölümle yine karşınızdayım yine duygusal ağırlıklı bir bölümdü ve diğer karakterlerinde hayatından biraz okuduğumuz bölümlerdi aslında çok fazla şey konuşabilirim ama uzatmadan bölümü sizlerle buluşturmak istiyorum, sakin ilerlediğimiz bölümlerdeyiz ama hep ne derim bilirsiniz; her an her şey olabilir, hazırlıklı olun. Daha fazla uzatmadan yorumları sizlere bırakıyorum, oy vermeyi ve ailemize katılmayı unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>2

**********

 

 

 

 

Bölüm : 26.03.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...