

Sesi nerede Gökbörü’nün? Göçü nerede bozkırların? Kaldır nerede sancağımız? Dalgalansın bayrağımız.
***
Romantik bir sabaha başlayamayacaktım bugün çünkü daha sabah olmamıştı benimde sabaha kalacak vaktim yoktu. Gecenin bir saatinde uyanmıştım Uraz’dan gelen mesajla ve delirmiştim. Uraz askeriyedeymiş gece orada ne işi olduğundan çok söyledikleri beni alakadar etmişti, Ali albay da gecenin bir saatinde oradaydı. Olabilirdi buraya kadar sıkıntı yoktu ama Uraz ters bir şeyler sezmişti.
Sonrasında ise Ali albayın odasına girmişti ve sonrasında gelip her şeyi bana anlatmıştı ki o da delirmemiş değildi.
Ali albayın peşinde bir it vardı.
Bunu bize söylememişti, ne zamandır peşinde bir it vardı onu da bilmiyordum ama o konuya sonra delirecektim. Ali albay askeri konuda yeni bir fikir bulmuştu belirli askerler seçilecek en ağır şekilde eğitileceklerdi, o askerler sadece dağda değil tim olarak MİT görevi de yapacaktı. Yani aslında hem bir bordo bereli tim olacaktı hem de bir MİT ekibi olacaktı. Aslında fikir bu kadar da değildi daha derin ve kapsamlıydı bende son gelişmelerden haberdar olamamıştım ama kesinlikle zor ve güzel bir fikirdi. Kolay gibi görünebilirdi ama fazlasıyla zordu. İkisi de ince işçilik gerektiriyordu ve en küçük bir hata da her şeyi patlatabilirdin ki anlaşılan fikir patlamıştı. Nasıl olduğu hakkında zerre fikrim yoktu o da ayrı delirme konusuydu içimizde bir hain varsa yedi ceddiyle birlikte elimde kalacaktı zira.
Bu itler bu planı öğrenmişler ve bununla alakası olan herkesi yok etme çabasına girmişlerdi, listede ise üç kişi vardı.
Birincisi fikrin sahibi Ali albay.
İkincisi en iyi MİT ekiplerini yöneten başkandı.
Üçüncüsü de bendim.
Ali albay sadece bana bu fikirden bahsetmişti ve bende yakından ilgilenmiştim ve her konuda destek çıkmıştım. Yani Göktuğ şehit olana kadar sadece taslak olan bu fikir için bunu yapıyordum. Ama Ali albay boş durmayıp bu fikri daha da genişletmişti ve peşine düşen itten de haberi vardı.
Ve bunu bana söylememişti.
Göktuğ şehit olmuştu ve bu yüzden asla renk vermemişti ama her ne olursa olsun bunu bana söylemeliydi, onu da kaybedemezdim. O olmazdı, babam olmazdı. Bu sonra delirmem gereken bir konuydu önceliğim bu itin planlarını öğrenip durdurabilmekti ve ondan önce Ali albayın güvenliğini sağlamaktı. Bir ordu yığabilirdim onu korumak için ve gerekirse de yapacaktım.
Askeriyeye geldiğimde arabadan inip askeriyeye girdim ve komutanlığa ilerledim odamın yolunu tuttuğumda Uraz çoktan odamda beni bekliyordu. Kapıyı kapatıp içeriye girdiğimde masama oturup ona baktım bana detay vermesini bekliyordum ki bir plan oluşturmalıydım. “Öncelikle delirme.” Artık çoktan geçmişti yani.
“Uraz bana detay ver.” Ben düz çıkan sesimin altında yatan yangınları ve fırtınaları ikimiz de biliyorduk. “Bende doğru düzgün bir şey bilmiyorum ki, sadece Ali albayın yanında fazladan asker ile dolaşacağını ve kırmızı listede aranan bir itin peşinde olduğunu öğrendim.” Uraz planı öğrenmemişti, bilmiyordu sebebini. “Kim?” O iti bulup soyunu kurutmak boynumun borcuydu artık. “Adı Abbas.” Bu it hakkında araştırma yapacaktım ama önce başka bir şey var mı öğrenmeliyim. “Başka bir şey gördün mü?” Başını olumlu anlamda salladı. “Bir plan için çalışma yapıyor gibiydi, birçok evrak vardı.” Planı görmüştü ama Uraz kurcalamamış olmalıydı kurcalamazdı yani biliyordum. “Başka?” Ben masanın üstündeki bilgisayarı açarken onun sözleri ile gri gözlerim ona döndü.
“Sen ve bir kişi için daha koruma emri çıkarmış.”
Bu yaşlı kurt kendinden önce bizi koruyordu anlaşılan, ama asıl koruması gereken kişi kendisiydi çünkü o it bizim değil onun peşindeydi. Eğer planın sahibi ortadan kaldırırsa planın devam etmeyeceğini, sonsuza dek kaybolacağını düşünüyor olmalıydı. Yoksa beni öldürmek için birçok fırsatı olmuştu, tehlikede olan biz değil oydu. “Tamam sen bunları bildiğimizi-” Uraz sözümün devamını dinlemeden çıkıp gitti elbette söylemeyecekti ama yine de benim canımı da önemsediğinden Ali albaya söyleme diyecektim. Bu şekilde de söylemeyeceğini belli etmişti sağ olsun.
Ben ise bu iti araştıracaktım.
Ama önce korumama gereken birisi vardı. Tamam koruma konusunda pek de iyi değildim ama babam dediğim adamı korumak zorundaydım, başka lüksüm yoktu. Bu sefer katil olmayacaktım, bu sefer koruyacaktım. Bir hışımla odamdan çıktıktan sonra daha şafak yeni sökerken ben Ali albayın evinin yolunu tuttum.
Ali albayın evine geldiğimde evin etrafını, etraftaki sokakları, hatta tüm mahalleyi iyice kontrol etmiştim ben bunları yaparken güneş gökyüzünde yerini almıştı. Birazdan Ali albay evden çıkacaktı ve tabi ki evden çıkmadan ben onun karşısına çıkacaktım, şu saatsen sonra başına deli bir belaydım. O iti yok edene kadar da öyle kalacaktım şansına küsebilirdi. O iti yok etme fikrini ise Ali albaya söyleyecektim o benden bir şey saklamıştı, bende ondan saklarsam işler iyice boka saracaktı. Zaten bir şeyi yapacağım dediğimde beni durduramayacağını bildiğinden sorun değildi.
Ben bahçeye girdiğimde bahçeden çıkmak üzere olan Ali albay ile karşı karşıya geldik o bu tesadüfle gülümsedi ama bende durumlar aynı değildi. Zira gülmek şöyle dursun mimik bile oynatmıyordum. “Niye delirdin sen?” Canım Ali albay tanıyordu tabi belasını iki saniyede anlamıştı delirdiğimi, ben ağzımı açmıştım ki evden çıkan Pelin’i görünce sustum. O yanımıza gelirken ben sessiz kaldım.
“Babam ben çıkıyorum.” Pelin neşeli sesiyle Ali albayın yanağında öpüp beni görmezden gelip yanımdan geçip giderken yutkundum. İçimde kanayan yaralar olabilirdi ama sırası da değildi. “Askeriye de konuşalım komutanım.” Ben geçip arabama binerken Ali albayın makam arabasına binmesini bekledim her türlü yanında olup onu koruyacaktım. Ali albay makam arabasına bindiğinde bende yanlarında giderek ve etrafı kontrol ederek belli bir güvenlik sağlamaya çalıştım.
Ali albayın odasına geldiğimizde Ali albay koltuğuna oturup kollarını masaya dayayıp bana bakarken ben ayakta dikiliyordum. “O iti öldüreceğim.” Başkaları belki neden bana söylemedin diyebilirdi, hakkında çıkan arama emrini sorabilirdi. Ama benim önceliğim bunlar değildi, önceliğim Ali albaydı. Önce onun güvende olduğundan emin olmalıydım gerisi sonraydı ki gerisin de de bir şey yoktu. Ben ailemden birini, timimden askerimi toprağa vermiştim elbette gelip söylemezdi, her ne kadar söylemesini istesem de. “Hiçbir şey yapmayıp etrafındaki insanları koruyacaksın deli yürek yoksa bu savaşta çok kişiyi kaybedersin.” Etrafımdakileri elbette koruyacaktım ve buna o da dahildi.
“Herkesin koruma tarzı farklıdır.” Direkt o iti öldürüp sorunu kökten çözecektim en iyisi bu olacaktı, bu da benim tarzımdı.
“Hiçbir şey yapmayacaksın, kendini ve etrafındakileri koruyacaksın. Bu bir emirdir.” Ali albay sert sesiyle konuşurken artık ne bana karşı yumuşak olan o adamdı, ne de bana istediğimi yapmama izin veren bir komutandı. O şu an herkese olduğu bana da sert ve katı kurallı o Bozkurttu. Ama unuttuğu bir şey vardı, soy adını taşımasam da bende bir bozkurttum.
Hiçbir şey demeden odadan çıktığımda Ali albayın arkamdan seslenen sesini duydum emrini almadığım için beni durduracaktı. Ben odama geldiğimde o it hakkında araştırma yapacak ve harekete geçecektim. Emir umurumda bile değildi, artık bu işi deli yürek usulü çözecektim.
O it hakkında gereken tüm bilgileri toplamıştım elime düşmüştü artık. Abbas adında bu it kırklı yaşlarının ortasındaydı, bu zamana kadar örgüt için çalışmıştı ki büyük eylemlerde adı geçiyordu, her seferinde Türk askerinin elinden kurtulmayı bir şekilde başarmıştı bu yüzden hala aranıyordu. Ama bu sefer benim elimden kurtulamayacaktı. Asla belli bir bölgede durmuyor sürekli konum değiştiriyordu bu sebeple de yakalanması zor oluyordu, sabit bir istihbarat alamıyorduk. Ama ne kadar zeki görünse de kendini ele vermişti bir yerde, sürekli uğradığı bir bölge vardı. Ve uğradığı zamanlarda bir düzen içerisindeydi bu yüzden onu geçirebileceğim tek nokta buydu. Pençeme düşecekti ama bir sorunum vardı.
Bu bölgeye geldiği zaman diliminde değildik ve yine aynı süre içerisinde geleceğini varsayarsak henüz bir hafta gibi bir süre vardı önümde. O süre içerisinde başta Ali albay olmak üzere çevresindeki ve çevremdeki tüm insanları korumam gerekiyordu, bu sefer hata yapamazdım. Her an, her saniye Ali albayın yanında olacaktım ama aynı zamanda diğerlerini de korumam gerekiyordu. Önümdeki bir hafta gerçekten canımı sıkıyordu şimdi gidip o iti bulup öldürebilirdim ama beklemek zorundaydım ve beklemekten nefret ederdim.
Askeriye de Ali albayın peşinde dolaşıyorum, o a bunun farkında ama hiçbir şey söylemiyor. Aslında benim Ali albayın peşinde dolaşmam onun işine yarıyordu çünkü gözünün önünde olmuş oluyordum, yani ne halt ettiğimi en azından görüyordu. Ali albayın makam arabasını zırhlı olarak değiştirme talebinde bulunmuştum ve elbette ki değiştirilmişti, istediğimi alırım. Ali albay eğitim sahasında durmuş askerleri incelerken bende onun birkaç adım gerisinde duruyordum, her an müdahale edebilmek için yakın duruyordum.
Arkamdan gelen adım seslerini duyduğumda adımların hızından bile benimkine ait olduğunu biliyorum, heybeti tam yanımda durduğunda bakışlarımı ona çevirmedim. Sanki bakışlarımı Ali albayın üstünden ayırsam zarar görecekmiş hissi vardı üstümde bu sebeple bakmadım onun yeşillerine, ama o bana bakıyordu biliyorum. “Bu sefer nereyi yakacaksın bozkurt?” Kalın ve tok sesi kulaklarıma dolarken benim yine bir haltlar yiyeceğimi anlamasına şaşırmıyordum, bakışlarımı Ali albayın sırtından çekmezken konuştum ama sesimde bile bir katliam vardı. “Yakmam gereken yeri.” Ona hiçbir şeyden bahsedemezdim elbette biliyordum ona her şeyi anlatsam ağzını bıçak açmayacağını, biliyordum devlet sırrını saklamayı bildiğini. Ama Ali albay söylemediyse bir bildiği vardı ve ben onun bilgisine güvenirdim. Ali albayın canının ne denli tehlikede olduğunu söyleyemezdim, neden yakacağımı söyleyemezdim o da bunu anlamış olmalıydı zorlamadı bu sebeple. Başını eğip o derin sesi ile kulağıma fısıldadığında kalbim bu durumda bile ritmini şaşırdı.
“Sadece istediğin anda yanında olduğumu bil deli yürek.” O geri çekilip yanımdan ayrılırken benim kalbim ritmini hala düzeltememişti. Biliyordum yanımda olduğumu, eğer ona ihtiyacım olduğunu söylesem hiç düşünmeden gelecekti peşimden biliyordum. Varlığını, desteğini bile bilmek abana daha fazla güç katıyordu.
Düşüncelerimden sıyrılmama sebep olan Ali albayın eğitim sahasından ayrılıp komutanlığa ilerlemesiydi, bende peşinden ilerledim.
**********
“Komutanımız bugün niye Ali albayın yanından hiç ayrılmıyor?” Atakan’ın sorusu ile tüm bakışlar ona döndü bu sorunun cevabını hiçbiri bilmiyordu, bir kişi hariç. Pençe timi hangarda oturmuş eğitim sonrası dinlenirken merak ettikleri bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyorlardı. Sorunun cevabını Uraz biliyordu ama o da ağzını bile açmazdı, üstüne vazife değildi bilmiyormuş gibi davranırdı. “Bu işte bir bokluk var.” Oğuz’un sözlerini hepsi başıyla onayladı çünkü deli yüreği ilk defa bu şekilde görmüşlerdi. “Burnuma hiç iyi kokular gelmiyor herkes kendine dikkat etsin.” Sare’nin emrini aldıklarında bir sessizlik çöktü ortama normalde boş sohbetleri eksik olmazdı ama şu an konuşacak bir şeyleri yok gibiydi. Göktuğ şehit olduktan sonra bu hep böyle oluyordu, bir anda sessizleşiyorlar, koşacak konuları kalmıyordu.
“Ben acıktım.” Ortamdaki sessizliği bölen Kutay’ın sözleri oldu hepsinin ters bakışları Kutay’a döndüğünde konuşan Turgut oldu. “Sen hep açsın zaten, ben senin tok olduğunu hiç görmedim.” Kutay itiraz etmek için ağzını açmıştı ki bir şey diyemeden ağzını kapatmak zorunda kaldı, aç olması onun suçu muydu şimdi? Tüm bakışları Kutay’ın üstünden ayıran hangara giren deli yürek oldu, hepsi ayağa kalkarken o ellerini arkada bağlayıp time baktı.
“Göreve gidiyorsunuz.”
Hepsinin aynı anda kaşları çatıldı göreve gitmek değildi kaşlarını çattıkları, sorun gidiyorsunuz demesiydi. “Gidiyorsunuz derken komutanım? Siz gelmiyor musunuz?” Sare hepsinin sesi olurken deli yüreğin sert bakışları Sare’ye döndü ve düz bir sesle konuştu. “Hayır, siz gidiyorsunuz.”
“Neden komutanım?” Oğuz’un sorusu ile bakışlarını Oğuz’a çevirdi deli yürek. “Öyle olması gerekiyor, ben gelmiyorum siz gidiyorsunuz ve eksiksiz geleceksiniz. Çizik dahi görmek istemiyorum sizi nasıl gönderiyorsam o şekilde geri geleceksiniz, kendinizi riske atmayacaksınız. Anlaşıldı mı Pençe?” Timden çıkan ses emredersiniz değil Turgut’tan çıkan bir diğer soru oldu. “Ama komutanım-” Turgut sözlerini tamamlayamadan deli yüreğin gür sesi doldurdu hangarı.
“Emir mi sorguluyorsun asker!” Turgut saniyesinde gür bir sesle cevap verdi. “Asla komutanım!” Deli yüreğin bakışları tüm timin üstünde dolaşırken tekrar konuştu. “Söylediklerim anlaşıldı mı Pençe?” Hepsinin kafasında dönen birçok soru olsa da emir üstüne laf söyleyemeyecekleri için emri aldılar. “Emredersiniz komutanım.”
“Harekat odasına gidip görev detaylarını öğrenin ve göreve çıkın.” Deli yüreğin sözleri ile hepsi hangardan çıkarken o orada kaldı.
Komutanlığa ilerleyen timinin arkasından bakarken derin bir nefes aldı doğru mu yapıyordu emin değildi ama aklına başka çare de gelmiyordu. Timinin ilerek bir göreve göndermiş ve kendisi gitmemişti, timini göreve gönderirse onları koruyabilirdi çünkü. Timini en iyi şekilde eğitmişti bu adamların en iyi olduğu konuydu zaten dağda it avlamak, özellikle yeni şehit verdikleri için hepsi birbirini daha iyi koruyacaktı. Birbirlerine zarar gelmesine izin vermeyeceklerdi ve dağda daha güvende olacaklardı ama burada olmayacaktı. Timi burada kalırsa koruma ihtimali çok daha düşüyordu, Ali albayın her an yanında olup hem de diğerlerini koruyamazdı. Zaten korumayı da beceremiyordu.
Göreve gitmemek için rapor almayı başarabilmişti o gitmeyecekti ama bir gözü hep timinin üstünde olacaktı, operasyon yönetimini de devralmıştı. Her şeyden haberi olacaktı ve eğer operasyonda bir sıkıntı çıkarsa her şeye rağmen SİHA bile çıkaracaktı. Doğru muydu yaptığı emin değildi ama başka çaresi de yoktu.
*********
İki gün olmuştu, bizimkileri göreve göndereli tam olarak iki gün olmuştu. Durumları iyiydi bunu bilmek içimi rahatlatıyordu ama her an her şey olabileceğini bilmek de canımı sıkıyordu, dileğim sağlam gelmeleriydi.
Önümdeki sokağın köşesinde duran adamı gördüğümde koltukta dikleştim ve adamı incelemeye başladım. Ben arabanın içinde olduğumdan ve camlar filmli olduğundan beni göremiyordu ama ben onu görebiliyordum, elinde sigara ile duvara yaslanmış bekliyordu. Daha güneş tam doğmadığı için gölgelerin arasında kalmıştı bu sebeple yüzünü göremiyordum ama Ali albayın evine baktığını biliyordum, yönü eve dönüktü.
Tehlikeyi sezdiğim için refleks olarak elim belimdeki silahı kavradığında harekete geçmeden bekledim. Bunun olmasının imkanı yoktu gece çıkıp Ali albayın evinin etrafındaki sokakları, mahalleleri kontrol etmiştim ve her yere adam koymuştum. Şüpheli bir şahsın evin hemen çaprazında olacak kadar yakın olma ihtimali yoktu, olmamalıydı. Adam sigarasını yere atarken onun önünde siyah bir Mercedes durdu, müdahale etmek için silahımı belimden çıkarıp arabadan ineceğim sırada bekleyen adam arabaya binip gitti. Arabanın plakasını alamadan gittiğinde öfkeyle direksiyona vurdum telefonu elime alıp tüm adamlara haber verdim onlar yakalamaları için.
Adamlar o arabayı ne yakalayabilmişler, ne de plakasını alabilmişlerdi bu da ayrı bir sıkıntı sebebiydi. Güneş doğmuş, saat sabah sekize vurmuştu arabada oturmuş hem etrafı inceliyor hem de Ali albayın çıkmasını bekliyordum. Ali albay bana beni koru evlat tamam ama eve gel dediğinde kabul etmemiştim burası senin evin diyerek beni ikna etmeye çalışsa da çabası boşa çıkmıştı. Dışarıda etrafı inceliyor gelen geçen herkesi görebiliyordum, evdeyken bir faydam dokunmazdı. Ali albay benim dışarıda kalmamdan mutsuz olduğundan bana karşı huysuzluğu üstündeydi ama yapacak bir şey yoktu, görevim onu korumaktı. Ali albay bahçeden çıktığında ben arabadan inecektim ki o direkt zırhlı makam arabasına bindi, benden tarafa bile bakmamıştı. Huysuz kurt!
Zırhlı araba hareket ettiğinde ben tam yanında ilerliyordum ali albay arkada ve sağ tarafta oturuyordu bu sebeple bende sağ taraftaydım. Ne olur ne olmaz diye bu taraftan gidiyordum bir şey olacaksa önde ben vardım, önce beni geçmesi gerekiyordu.
Dört şeritli yola çıktığımızda yolda fazla araba yoktu saat sekiz buçuk civarıydı normalde trafik olması gerekiyordu ama bu sefer yoktu. İçimde garip bir his uyandığında bakışlarım etrafta dolaşmaya başladı, Ali albayın canının tehlikede olduğunu öğrendiğimden belli içimdeki hisler hiç iyi olmamıştı ama bu sefer farklıydı. Ve hislerim beni yanıltmazdı.
Bakışlarım etrafta dolaşırken her şey normal görünüyordu ama hislerim öyle demiyordu.
Elim belimdeki silaha gittiğinde kilidini açıp tetikte bekledim, her şey normal görünürken bu hareketim yüzünden paranoyak olduğum düşünülebilirdi ama hislerim yanıltmazdı. Tek elimle direksiyonu kavrarken diğer elimde silah vardı arabadaki dijital ekrandan arkamızdan gelen adamları aradım. Ali albayın yanında tek başına ben vardım ama geride gizliden onu koruyan bir konvoy vardı önde ve arkada eğitimli askerlerin bulunduğu arabalar vardı. Aramam yanıtsız kaldığında içimdeki his körüklenirken tekrar aradım ama birimlere ulaşamadım.
Bu işte bir bokluk vardı Ali albayın şoförünü arayıp daha hızlı kullanmasını söylediğimde ikimizde hızlandık. Arabanın camları filmli olsa da Ali albayın bakışlarının üstümde olduğunu biliyordum o da bir şeyleri sezmişti. Aklıma gelen ilk çare olarak arabadaki ekrandan Ayberk’i aradığım sırada daha çalmadan önümüze kırılan araba ile ani fren yaptım. Emniyet kemerim olmadığından savrulsam da hızla kendimi topladığımda arabadan indim, önümüzde iki tane araba dururken arabadan inen adamların sayısı sekizdi.
Hepsinin elindeki silahlarla ateş etmeye başladığında onlardan önce ateşe ben başladım. Arabanın kapısını siper olarak kullanıyordum ama zaten saklanmıyordum tek bir kurşun alnımın ortasında delik açabilirdi ama buna izin vermeden önce korumam gereken biri vardı. Tereddüt etmeden tekte herkesi indirirken dördünü indirmiştim Ali albayın şoförü de arabadan inmiş çatışırken, saklanmasına rağmen alnında bir delik açılırken ben son kurşunlarıma yaklaşıyordum.
“Deli yürek! Koru kendini!” Ali albayın gür sesi ile bakışımı saniyelik çevirdiğimde camı açtığını gördüm ve aynı saniyelerde kulağımın dibinden bir kurşun geçti. Dişlerimi sıktığımda önüme dönüp ateş etmeye devam ederken gür sesimle konuştum. “Komutanım kapatın camı!” Ali albay bana tekrar ettirmeden camı kapatırken kalmıştı iki ve benimde iki kurşunum vardı, ıskalama ihtimalim yoktu. Saklanmıyordum durmuş o itlerin kafalarını çıkarmalarını bekliyordum ama görünürde hiçbir şey yoktu.
Bu fırsattan istifade edip Ali albayı gönderebilirdim ama çok riskliydi, yolda tek başına her türlü şey olabilirdi. Ama en azından burada ben vardım, ne olursa olsun izin vermezdim zarar gelmesine o yüzden yanımda kalmalıydı. Böyle anlarda verdiğimiz kararlar çok pahalıya maal olurdu ve ben doğru kararı mı vermiştim emin değildim. Arkadan asfaltta hızla gelen arabaların sesini duyduğumda yere çöküp kapının arkasına saklandım, Ali albay hala arabanın içerisindeydi. Zırhlı olması onun için daha güvenli kılıyordu ama her türlü açıktaydı ve tehlikedeydi.
Arkada dört tane araba durdu.
Arabamın arka kapısını açıp iki kapı arasında kendime siper oluşturdum ama bakışlarım sürekli Ali albayın üstündeydi. O arka koltukta otururken eğilmiş zırh delinirse gelecek kurşunlardan korunma ihtimali sağlamıştı ama tehlikenin göbeğindeydik.
Ve benim sadece iki kurşunum vardı.
Başımı yan tarafa çevirdiğimde Ali albayın arabasının arka tekerleğinde yanıp sönen kırmızı ışığı görünce siperden anında çıktım. Tekerleğin arasındaki cihazı almaya çalışırken koluma isabet eden kurşun ile yanma hissi oluşurken bunu umursamadan cihazı alıp çıkardım. Ali albayın arabasında bomba vardı elimdeki cihazı karşı tarafa fırlatırken arkamdan gelen adım seslerini duysam da hiçbir şey yapmadım. Ön tarafta kalan iki bana doğru geliyorlardı, gelsinlerdi. Kendi ayaklarıyla ecellerine geliyorlardı.
Adımlar yaklaştığında ve tam arkamda bir bedenin varlığını hissettiğimde ensemdeki soğukluğun namlunun ucu olduğunu biliyordum. Elimdeki tabancayı yere yavaşça bıraktığımda aynı saniyeler içerisinde çevik bir şekilde arkamı dönüp silahı tuttum ve arkamda ayakta duran adamın bacak arasına sert bir tekme attım. Onun silahını kavradığımda ayakta olan diğer adamın alnında bir delik açtım ve dönüp yerde yatanı vurdum. Elimdeki silahın kurşununa baktığımda şansıma sövdüm.
Iskalama şansım yoktu, tek atarsam temizlerdim.
Vakit kaybetmeden önüme döndüğümde bize çok yaklaşmış olan itleri temizlemeye başladım. Diğerleri arabaların arkasına siper olurken bende siperden onlara ateş ediyordum ve henüz ıskalamamıştım. Onlara dikkat ederek Ali albayın kapısını açtım. “Komutanım hemen inin.” Ali albay indiğinde o öndeki arabaların arkasına geçti elinde tabancası vardı yaşlı kurt orada kalabilirdi. Onu arabadan indirme sebebim bir itin elinde görmüş olduğum bombaydı, Ali albay uzakta kalırken bende yavaşça geri ekilmeye başladım. O saniyelerden bomba patladı.
Kendimi korumaya çalıştığımda geri savrulmuştum yerde uzanırken başımı asfalta vurduğum için inanılmaz bir ağrı vardı. Bomba yakınımda patlamıştı, bayılmış olmam gerekiyordu ama buna lüksüm yoktu. Bu sefer babamı koruyacaktım, belki üç yaşındayken başaramamıştım ama bu sefer başaracaktım.
Beynim vücudumu zorlarken görüşüm bulanık, sesler uğultu, beynimde o rahatsız edici ses ve vücudumda büyük bir hasar varken ayaklandım. Elime silahı aldığımda görüşüm bulanıktı, sesler bir uğultuydu ama buna rağmen ayakta kalmaya devam ettim. Önümdeki zırhlı makam aracı yanarken ben geri çekilmedim, asıl ateş bendim.
İtler yaklaşırken onları vurmaya başladım başım dönüyordu ve bulanık görüyordum ama yine de ıskalayamazdım. Gelenleri tek tek temizlediğimde geride kaç kişi kalmıştı bilmiyordum ama sesler uğultudan normale dönmeye başlıyordu. Ama başım hala fazla dönüyor ve görüşüm bir türlü düzelmiyordu, başımı çarpmamın etkisi ile görüşümün düzelmiyor olma ihtimali çok yüksekti. “Evlat! İyi misin!” Ali albayın sesi kulaklarıma dolduğunda konuştum. “İyiyim komutanım, sakın kıpırdamayın!” Görüşüm düzelmeyecekti belliydi beynimdeki ses de susmayacaktı bu yüzden vücudumu zorlayarak yanan arabanın etrafından diğer tarafa geçtim. Yanımdaki araba yanarken benim hedefim karşımdaki dört arabanın arkasındakilerdi, yere yüz üstü uzandığımda arabanın altındaki boşluktan kaç kişi olduklarına baktım.
Yedi kişi kalmışlardı.
Yerden kalktığımda sessizce eğilerek arabalara doğru ilerledim bulanık görmem ve başımın dönmesi yüzünden sürekli yönüm kayıyordu ama ilerlemeye devam ettim. Aldığım hasar yüzünden düşecek gibi oluyordum ama ayakta kalmaya devam ettim, mecburdum. Arabaların yanına gittiğimde beni henüz fark etmemişleri yan şekilde duran arabaların önünde ben, arka tarafında onlar vardı. Ben arka tarafa ilerlediğimde durdum, başımı çevirsem göreceklerdi ve şansım yok denecek kadar azdı. Her şeye rağmen aynı saniyeler içerisinde yedi kişiyi vurmak zorundaydım, gözlerimi kırpıştırmama rağmen görüşüm bulanık kalmaya, başım dönmeye devam etti. Silahı kaldırmakta bile zorlanınca süremin azaldığını anladım ama önce bunları temizlemeliydim.
Başımı çevirdiğimde hepsinin bakışları bana dönerken onlar silahlarını bana çeviremeden ben en yakınımdakinden başlayarak hepsini saniyeler içerisinde vurdum. Başardım. Artık gücüm kalmadığında, beynim artık vücudumu zorlayamadığında silah ellerimden düşerken bedenimde yere yığıldı. Yerde yan yatarken kan kusmaya başladığımda hissettiğim acı iflasın eşiğinde olan bedenimin habercisiydi. Ali albayın sesini artık duyamadığımda, görüşüm daha da bulanıklaşırken, gözlerim kapandı.
*********
A.G.
Gaz pedalına sonuna kadar asılırken tekrar aradım onu ama yine açmadı! Deli yürek beni aramış daha bir kere çaldığında kapanmıştı sonrasında ben defalarca kez aramama rağmen açmamıştı. Arabasının sinyalini bulduğumda anında üstümü bile değiştirmeden askeri kıyafetlerle yola çıkmıştım.
Kalbim hızla atarken, nefes alışverişlerim hızlıydı beynimi ve kalbimi kaplayan kaybetme korkusu beni delirtirken mümkünmüş gibi daha çok bastım gaza. İki siyah jeepin yan durmuş olduğunu görünce ani fren yapıp arabadan indim, arabaların önüne geçtiğimde deli yüreğin kurşunlarla dolu arabasını görünce tüm dünya üzerime çöktü. Boğazım düğümlenirken nefeslerim daha da hızlandı delik deşik olmuş arabasına bakarken üstüme tüm dünya çökmüş gibi ağırlaştı bedenim.
Onun arabasının yanında yanan araba Ali albaya ait olmalıydı yerde yatan leşlerin arasından arabaların yanına ilerlediğimde arkada kalan dört arabayı daha gördüm. Hızla oraya ilerlediğimde Ali albayın sesini duyup arka tarafa geçtiğimde işte o an üzerime dünya çökse bile kaldırırdım ama bu görüntüyü kaldıramazdım. Kalbime kayalar çökmüş gibi sıkışmaya başladığında nefeslerim daha da hızlandı Ali albayın yanına çöktüğümde şoktan konuşamıyordum.
Güzelim yerde kanlar içerisinde yatıyordu.
Başını dikkat ederek kaldırdım ve kucağıma koyduğumda askeri kıyafetim kana bulandı, başında da yarası vardı. Elim titreyerek nabzını kontrol ettiğimde çok yavaştı hayır bunu bana yapmazdı, yapmamalıydı.
Yüzüne dökülen saçlarına bile kan bulaşmıştı, saçlarını nazikçe geriye çekerken kolundaki kurşun yarasını gördüm. Çok yara almıştı, çok kan kaybediyordu. Üstümdeki askeri ceketi çıkarıp kolundaki yarayı kapattığımda bakışlarım Ali albaya döndü ve onda da aynı şeyi gördüm.
Kaybetme korkusu.
En sonunda konuşmayı akıl edebildiğimde titremeyen sesim titredi o an. “Komutanım ne oldu?” Ne olduğu belliydi, sormak istediğim nasıl olduğuydu ve o da bunu anlamıştı. “Önümüzü kestiler diğer adamlarımızı da şehit etmiş olmalılar.” Bakışları kucağımdaki deli yüreğe dönünce yutkundu.
“Çok fazla yara aldı Göktürk, bomba patladı hemen müdahale edilmesi gerekiyor.” Ali albay iyiydi, tek bir çizik bile almamıştı bu iyi bir durumdu ama...benim güzelim iyi değildi ve bu en kötü durumdu. Yüreğimde dönen acı, beynimde dönen ihtimaller ve kalbimde dönen ağrılar vardı. Siren sesleri duyulduğunda ambulans ve polis arabaları gelip yanımızda durdu. Sağlıkçılar sedyeyle gelip Umay’ı sedyeye koyduğunda bende onlarla beraber ambulansa bindim. Ali albay zaten polislere emanetti.
Hastaneye geldiğimizde sedyeyi sürerken bakışların onun yüzünden bir an dahi ayrılmadı, gözlerini açmasını istedim ama kirpiği bile kıpırdamadı.
Ameliyathanenin önüne geldiğimizde ben orada kalırken onu sedye ile içeriye taşıdılar, otomatik kapı benim üzerime kapanırken ben bankın üstüne çöktüm. Boğazımdaki düğüm yutkunmaya çalıştığımda canımı yaktı, heybetim taşıyamadı bu acıyı. Birçok acıyı taşıyabilirdim belki ama onun saçının teline zarar gelince benim öyle bir canım yanıyordu ki, işte bu acıyı kaldıramıyordum. Kalbim üstünde kayalar varmışçasına sıkışmaya devam ederken ben bakışlarımı o ameliyathane kapısından çekemedim. Titreyen elim cebime gittiğinde telefonumu çıkarıp Metehan’a bir mesaj attım.
“Göktürk.” Metehan’ın telaşlı sesini duyduğumda başımı kaldırdım o ise yanıma oturdu. “İyi mi?” Henüz bir haber vermemişlerdi, yarım saattir ameliyattaydı ama ses seda yoktu, bakışlarımdan anlaması gerekeni anlamıştı. Sessiz kaldı o da çünkü o da ne diyeceğini bilemiyor olmalıydı, ben başımı tekrar önüme eğdiğimde elini omzumda hissetim. Destek verircesine omzumu sıktığında derin bir nefes verdim, nefeslerim artık hızlı değildi sanki son nefeslerimi veriyormuşum gibi yavaştı.
Kalbimdeki ağrı tarif edilemezdi, yetmiyormuş gibi sıkışıyordu. Boğazımdaki düğüm canımı yakıyordu beynimde dönen kaybetme korkusu beni delirtiyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Bunu ona yapanların eceli olacaktım ama önce o.
Önce o iyileşmeliydi. Tablolara konu olabilecek o güzel gözlerini açmalıydı ve iyi olduğunu göstermeliydi, sonrasında başlayacaktı yıkımım. Delirmiştim artık ve fırtına öncesi sessizliğe ev sahipliği yapıyordum, yok edecektim ona zarar veren her şeyi. Ama sadece onun iyileştiğini görmem önceliğimdi.
Altı buçuk saat. Tam olarak altı buçuk saattir ameliyat devam ediyordu ve ben artık kafayı sıyırmak üzereydim, bana kalırsa bir asır geçmişti. Ali albay, ben ve Metehan bekliyorduk saatlerdir ameliyathanenin önünde ve hala devam eden sessizlik beni daha fazla delirtiyordu. Ameliyathanenin kapısı açıldığında doktorun çıktığını görünce hepimiz ayaklandık. “Durumu ne doktor hanım?” Metehan’ın sorusu ile doktor düz bir ses ve ifadeyle konuşmaya başladı.
“Zorlu bir ameliyattı fazla hasar almış. Yoğun bakımda kalacak duruma göre süresine bakacağız. Organlarında ve vücudunda ciddi hasarlar var ama tedavi ile bunları halledebiliriz dayanıklılığına bakarsak düşündüğümüzden daha kısa sürede iyileşebilir. Kafasından aldığı darbe büyük bir hasara yol açmamış ama arada baş dönmesine sebep olabilir. Geçmiş olsun.” Yoğun bakımda kalacaktı ve bu ne kadar sürecek bilmiyordum bu ise beni daha fazla delirtiyordu.
Doktor gittikten sonra ameliyathaneden sedye ile çıkarılan deli yüreği gördüğümde yutkunmaya çalıştım ama boğazımdaki düğüm buna izin vermedi. Kalbim sıkışmaya devam ederken canımın ne kadar yandığının bir tarifi yoktu.
Yoğun bakımın önündeki bankta otururken kalbimde ağrı, beynimde dönen sorular vardı. Ali albay deli yüreğin yaralandığını kimseye söylemememiz gerektiğini belirtmiş ve emir vermişti, neden? Bu işin altında bir şey vardı biliyordum. Deli yürek yakacaktı ama neden, nasıl, ne zaman yapacağını bana söylememişti bir nedeni vardır, bir bildiği vardır diyerek asla zorlamamıştım. Ama şimdi de Ali albay onun yaralandığını saklamamızı istiyordu ve olayın aslını asla söylemiyordu. İyi bir komutandı söylemiyorsa bir nedeni vardır diyebilirdim ama o deli yüreğe zarar gelene kadardı.
Benim güzelime zarar gelene kadardı.
Bu olay her neyse öğrenmek zorundaydım ve bunu da yapacaktım, yapacağım elbette doğru değildi. Vatanıma zararı olur mu diye düşünmekten burada kafayı yiyecektim artık ama öğrenecektim, vatanımı da deli yüreği de koruyacaktım. Bilmeden koruyamazdım.
“Bilinen değil, bilinmeyendir asıl tehlikeli olan Göktürk.”
Cahit albay bana bunu söylerdi hep bildiğin şeyden zarar gelmesini engelleyebilirsin ama bilinmezlik öldürür demişti. Olayın aslını öğrenecektim bu yüzden bilmeden koruyamazdım çünkü.
Günü bitirmiştik ve saat ona dayanırken yoğun bakımın önünde sadece ben ve Metehan vardık. Eda’ya görev çıktı yalanını söylemek zorunda kalmıştım çünkü burada kaldığımı söyleyemezdim, Metehan’ın ise birine haber verme ihtiyacı yoktu. Aklımdaki düşüncelere yenilip gidip öğrenecektim ama bu yoğun bakım odasının önünden de ayrılamıyordum. Ya ben gittikten sonra bir terslik olursa? Ya ben gittikten sonra gözlerini açarsa ve ilk beni göremezse? Bu ihtimaller yüzünden yerimden bile kıpırdayamıyordum.
Bakışlarımı karşımda duvara yaslanmış olan Metehan’a çevirdiğimde hissetmiş olmalı ki aynı anda o da bakışlarını bana çevirdi. “Benim dışarı çıkmam lazım bir şey olursa ararsın.” Metehan’ın gözleri kısıldığında başıyla onayladı beni, ayağa kalkıp giderken arkamdan seslenmesi ile durup bakışlarımı ona çevirdim.
“İhtiyacın olduğunda ara Göktürk.” Bir halt yiyeceğimi anlamasına şaşırmıyordum her seferinde anlardı ve desteğini esirgemezdi. Ne halt yersem yiyeyim her seferinde yine tam yanımda durmuştu. Başımla onu onayladığımda önüme dönüp ilerledim.
Hastaneden çıkıp arabaya bindiğimde arabayı çalıştırırken aklım tabi ki onda kalmıştı ama bunu yapmam gerekiyordu. Askeriyenin yolunu tuttuğumda bir gözüm sürekli telefondaydı, belki bir şey olurda Metehan arar diye bir gözüm hep oradaydı.
Askeriyeye geldiğimde üniformamı çoktan çıkardığım için askerlerin arasında büyük bir tezat oluşturuyordum, üniformamı giymeden direkt komutanlığa girdim. İşim kısa sürer diye düşünüyordum. Ali albayın kapısının önüne geldiğimde kapıda kimsenin olmamasından odasında olmadığı anlaşılıyordu, komutanların odasının bulunduğu bir kat olduğunda koridorda da kimse yoktu. Koridordaki kameraları da bir şekilde halledecektim ben Ali albayın odasının kapısı açmayı denediğimde tabi ki kilitliydi.
Ben tam belimden dikkatlice bıçağımı çıkaracakken koridordaki bir odasının kapısının açılması ile elimi sakince belimden çekerken geri çekildim. Başımı çevirdiğimde tuğgeneral ile göz göze geldiğimde o ne yaptığımı anlamak istercesine bana bakıyordu, yanıma geldiğinde asker selamı verip hazır ola geçtim. “Bu saatte burada ne yapıyorsun yüzbaşı?” Sakinliğimden ödün vermeden konuştum. “Ali albayın odasından almam gereken bir dosya var.” Tuğgeneralin kaşları çatılırken bir şeylerden şüphelendiği belliydi ama ne olursa olsun o dosyayı alacaktım. “Bu saatte gelmeni gerektirecek kadar önemli bir dosya mı? Üstelik sen raporlu değil miydin?” Deli yüreğin yanında kalacağım için Ali albay bana rapor vermişti bu sebeple raporlu gözüküyordum. “Raporlu olmama rağmen gelmemi gerektirecek kadar önemli bir dosya.” Diyerek iki sorusunu da cevapladığımda tuğgeneral tam başka bir şey söyleyecekti ki beni kurtaran yanımıza gelen Cahit albay olmuştu.
“Komutanım konuşmamız gereken bir konu var.” Tuğgeneral beni boş verip Cahit albay ile odasına geri döndüğünde ne kadar şüphelense de beni bildiğinden umursamamayı seçmişti, işime gelecekti. Tekrar Ali albayın kapısına yöneldiğimde sırt kaslarımı gererek kapının önünde bir duvar ördüm ve kameraların görüş açısını kapattım, bıçağımı kameralara yakalanmadan çıkardığımda kapıyı onunla açtım.
İçeriye girdiğimde her şey normal gözükürken arkamdan kapıyı kapattığımda bıçağımı belime soktum. Şimdi ki sıkıntım Ali albayın odasındaki kameraydı ama onu da çıktıktan sonra halledecektim o yüzden elimi çabuk tutmalıydım. Ali albayın masasına ilerlediğimde direkt olarak dosyalarını koyduğu dolabı açtım ve dosyaların arkasına gizlenmiş kasayı ortaya çıkardım. Bu kasadan Cahit albayda kullanıyordu bu sebeple aşinaydım.
Şifreyi bilmiyordum ki yanlış girersem kasa uyarı verecekti bu yüzden tek deneme hakkım vardı ama bununla uğraşmayacaktım. Belimden bıçağı çıkardığımda demir kasanın şifre tuşlarının olduğu kısmı söktüm, kasanın sökülebilir tek parçası oydu. Orayı söktüğümde parçayı yerinden çıkardım kabloların arasındaki boşluktan içerideki dosyaları alacaktım. Telefonumun fenerini yaktığımda içerideki dosyalara göz gezdirdim ve gözüme çarpanı almak için elimi boşluktan içeriye soktum, biraz zorlansam da dosyayı yuvarlayarak çıkardım o delikten. Dosyayı açıp okumaya başladığımda bir plan olduğunu gördüğümde fazla üstünde durmadım, bir plan elbette vardı ama beni sadece zarar verecek kısmı ilgilendiriyordu.
Planı da okumuştum rahat duramayıp yalan yok Ali albayın fikri güzeldi, özel bir tim ve bu timden daha fazla oluşturmak. Askeri alanda yeni bir bölüm açıyor gibiydi adam ama konumuz bu değildi. Konumuz hakkında koruma emri çıkan üç kişiydi ve bu üç kişiden birisi deli yürekti.
Şimdi taşlar yerine oturmuştu deli yürek Ali albayı korumak için iki gündür onun peşinden ayrılmıyordu ve onu koruduğu için bu haldeydi. Koruma emrine ve uygulamasına rağmen deli yürek zarar görmüş, Ali albay ise büyük bir riskin ucundan dönmüştü. Ve bu tehlikenin sebebi de yazıyordu.
Tek bir terörist yapıyordu bunları ama onu çalıştıran sahipleri vardı bu artık MİT’in de alanına giriyordu. Ama bizim alanımıza giren o itti ve ben o itin yedi ceddini sikecektim. O it hakkında gereken bilgilere kendim ulaşabilirdim öğreneceğimi öğrenmiştim, dosyayı aldığım gibi geri yerine koyduğumda yerinden çıkardığım tuş parçasını geri yerine taktım. Dosyaları tekrar aynı şekilde koyup kasayı gizlediğimde dikkat ederek odadan çıktım, yine aynı şekilde bıçakla odanın kapısını kilitlediğimde dikkatlice oradan ayrıldım.
Güvenlik odasına girdiğimde kameraları izlemek için büyük ekranın karşısında oturan asker ayaklandığında asker selamı verdi. Başımla selamını aldığımda bir şeye bakacağımı söyleyerek koltuğa oturdum. Asker hiçbir şeyi fark etmemiş olmalıydı ki bu benim için iyiydi onun gözünün önünde elbette silemezdim ama benden izin almasını bekliyordum, tahminim bu yöndeydi. Ve yanılmadım. “Komutanım izninizle iki dakika dışarıda sigara içip gelebilir miyim?” İşte beklediğim buydu, dışarı çıkma fırsatı çok olmuyordu diğer asker molada olmalıydı ki tek bu vardı. Başımla onu onayladığımda o dışarı çıkarken ben hızlıca kamera kayıtlarına girerek gereken yerleri sildim, her şey yolundaydı.
Asker içeriye girdiğinde bende dışarı çıktım daha fazla oyalanmadan askeriyeden de çıktım.
Oyalanmadan hastaneye geri döndüm ki zaten aklım hep buradaydı, ondan bir adım bile gidemiyordum. Hastanede koruma emrinden dolayı sivil polisler vardı ama bu yine de içimi rahat ettirmiyordu, devletimin polisine elbette güveniyordum ama ben yanında değilsem benim için o da güvende değildi. Yoğun bakım odasının olduğu kattaki tek hasta oydu o kat tamamen boşaltılmış ve gereken önlemler alınmıştı. Bizim kata geldiğimde yoğun bakım odasının önüne geldiğimde bankta oturmuş camdan deli yüreği izleyen bir adet Metehan ile karşılaştım, gidip yanına oturduğumda onun bakışları bana dönmedi ki bende zaten onu izlemeye başladım.
Teni soluktu, kırmızı olan dudakları şu an beyazdı, tüm rengi çekilmiş gibiydi. Oksijen maskesi ile düzenli nefesler alırken yanında duran EKG cihazındaki yavaş ritimler sabitti. “İlla sormam mı gerekiyor?” Metehan’ın bıkkın sorusu ile derin bir nefes verdim, şimdi ne halt edeceğimi soruyordu. Onu incelemeye devam ederken bende bunu düşünmeye çalışıyordum ama henüz neyi nasıl yapacağım hakkında net bir planım yoktu.
“Bir plan var yapılmış, sadece üç kişi biliyor ve onlardan birisi deli yürek. Üç kişi hakkında da koruma emri var ama odak noktası deli yürek değil.” Metehan elbette bunları kimseye söylemeyeceği için rahattım. Planı sadece üç kişi bildiğine göre söylemedikleri için bir bildikleri vardı o yüzden bizi ilgilendirmezdi, bizi ilgilendiren kısım oydu. “Odak noktaları Ali albay bu yüzden de deli yürek iki gündür onun peşinden ayrılmıyor ve onu korurken bu hale geldi.” Metehan geriye kalan parçaları kendi kafasında birleştirirken ben başımı olumlu anlamda salladım. “Ne yapıyoruz o zaman?” Bekliyoruz, şimdilik. Önce deli yüreğin uyanması gerekiyordu, iyi olduğunu görmem gerekiyordu. Sonrasında zaten o iti ortadan kaldıracaktım ama önceliğim oydu.
“Uyanmasını bekleyeceğiz, o zamana kadar da gereken tüm bilgileri toplayacağız, planı kuracağız uyandığında ve iyi olduğundan emin olduğumuzda harekete geçeceğiz.” Bakışlarımı Metehan’a çevirdiğimde o da bakışlarını bana çevirdi. “Uyandığında ve iyi olduğunda iyileşene kadar kime emanet edeceğiz?” Onu emanet edecek kadar güvenebileceğim kişi sayısı sınırlıydı, eğer Uraz burada olsaydı gözü kapalı ona emanet ederdim. Ama maalesef değildi.
“Beren.” Onu emanet edebileceğim en iyi kişi Beren’di, askeri yeteneklerinde şüphem yoktu üstelik kadın olması deli yüreğe yardımcı olması konusunda fayda sağlardı ve sır tutmasını iyi bilirdi Beren. Yarası yok değildi onunda, biliyordu sır tutmayı. “Dinsizin hakkından imansız gelir, onun hakkından anca sen gelirsin.”
Metehan’ın sözleri ile dudağımın köşesi yukarı kıvrıldığında o da sırıttı ama haklıydı bir yerde. Onu tutmak elbette kolay olmayacaktı ama Beren bunu başarabilir diye umuyordum, Beren tanıdığım en manipülatif insanlardan biriydi. Deli yüreği manipüle etmek çok zordu ama başaracağını ummaktan başka çarem de yoktu, bir şekilde onu durdurmalıydı. “Sadece kısa bir süre, işimiz uzun sürmeyecek.” Metehan başıyla onayladığında aslında onu emanet edebileceğim kişi Metehan’dı ama rahat durmayacağını ve benimle geleceğini biliyordum.
“Sen burada kalacaksın.” Metehan’ın bakışları bana döndüğünde benim ona olan bakışlarım kesin ve sertti, denemekten zarar gelmezdi. Onu burada kalmaya ikna etmem gerekiyordu Beren ve o deli yüreğin yanında kalmalıydılar. “Bana bak tim komutanı bende burada bir yüzbaşıyım ve senden emir almıyorum.” Sesinde hafif eğlenceli bir ton olsa da o da ciddiydi ve bende ikna etmek için son kozumu oynadım.
“Emir almıyorsun bu da bir emir değil zaten ama burada kal Metehan. Kimseye güvenip de onu bırakıp gidemem biliyorsun, onu emanet edebileceğim tek kişi sensin. O benim canım ve ben canımı sadece sana emanet edebilirim Metehan.” Metehan belli etmezdi ama yufka yürekliydi, yufka yüreğine ihtiyacım vardı.
Bu söylediklerimin sonuna kadar arkasındaydım canımı emanet edecek kadar güvendiğim tek insandı bu hayatta. Metehan birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra bana ters bakışlar attı. “Bana bak sağ salim geri gelmezsen mezarının başında Azrail gibi dikilirim.” Beni şaşırtarak burada kalmayı kabullenince ve etkili tehdidine sırıttım. Benim sırıtışıma memnuniyetsiz bakışlar attıktan sonra ikimizde bakışlarımızı yine ona çevirdik.
*********
A.G.
İki gün sonra...
Dört gün.
Deli yürek yoğun bakımda yatalı tam olarak dört gün olmuştu.
Dört gün bana bir asır gibi geliyordu, zaman geçmiyor yüreğimdeki ağrı dinmiyordu. Dört gün boyunca değişen pek bir şey olmamıştı durumu hala stabildi doktor artık uyanmasını beklediğini söylemişti. Bunu söylerken gözlerinde umutsuzluğun tohumunu görsem de umursamamaya çalıştım. Ama artık uyanmalıydı evet aldığı hasar fazlaydı aslında bu kadar erken kalkması anormaldi. Ama onun için normal olan buydu bağışıklılığına göre uyanması gerekiyordu.
Uyanmaması bir terslik olduğunu gösteriyordu ki, dört gün içinde durumunun hiç değişmemesi de bu tersliğe ek oluyordu. Bunları ve doğurabileceği ihtimalleri düşündükçe deliriyor ve kalbim daha çok sıkışıyordu. Artık o güzel gözlerini açmalıydı.
Camdan onu izlerken önüme uzatılan bir su şişesini aldım ama içmedim, yanımda duran Metehan konuştu. “Hiçbir şey yemek, içmek istemiyorsun ama en azından hani hayatta kalabilmek için su mu içsen?” Metehan’ın mala anlatıyormuşçasına bana söylediği sözlerle isteksizce sudan bir yudum aldım, dört gündür sadece su içmiş başka bir şey ağzıma sürmemiştim. Boğazımdaki düğüm, kalbimdeki ağrı izin vermedi.
Ayrıca açlığımı hissetmeyecek kadar beter bir durumdaydım derdim şu an o değildi, derdim gözlerini açmasıydı. “Uyanacak.” Metehan’ın kendinden emin sözleri içimi rahatlatmaya yetmiyordu, ihtimaller beynimi ele geçirmiş durumdaydı. “Sen vurulduğunda ve yoğun bakımda kaldığında kalbin durdu ve atışların geri gelmedi. Hepimiz yıkıldık, ben bile duramadım ayakta yere düştüm ama o kaldı.” Metehan konuşurken bakışlarımı ona çevirdiğimde o deli yüreğe bakarak anlatmaya devam etti, bana bundan ilk kez bahsediyordu. “Hepimiz yıkıldığımızda ayakta kalan tek oydu, ağladı ama yine de ayakta kalıp sana bakmaya devam etti. Gözlerinde umutla sana bakmaya devam etti ve sen uyandın, biliyordu uyanacağını ve uyandın.” O yoğun bakım ünitesindeyken olmalıydı o gördüğüm rüya ve kalbimde hissettiğim o duygu, oydu aslında beni ayağa kaldıran. Herkes yıkılmıştı belki ama o ayakta kalmış ve beni de ayakta tutmuştu, biri gelip bana böyle bir şey söylese salak olduğunu düşünürdüm ama bu olmuştu. Beni ayağa kaldırmıştı aslında.
Kalbi kalbime bağlıydı.
Kalbim kalbine bağlıydı.
Bu bağ vermişti aslında o gücü bana o tekrar atmasını sağlamıştı ve bunu fark etmek bile ona olan duygularımın daha da güçlenmesine sebep oldu. Metehan'ın kendinden emin bakışları bana döndüğünde işaret parmağını kalbime yasladı. “Seni yaşatan aranızdaki bağdı, oydu. Şimdi sen dön bak kalbine, ya yaşatırsın ya da yıkılırsın.” Metehan yanımdan çekip giderken ben orada öylece kaldım, onun sözleri tekrar etti beynimde ve kulaklarımda yankılandı.
Ya yaşatırsın ya da yıkılırsın.
Yıkılmak gibi bir lüksüm yoktu elbette yaşatacaktım onu.
Şimdi sen dön bak kalbine...
Ben bunu hiç yapmamıştım dört gündür kalbim ağrıyordu onun acısı, ihtimaller öldürüyordu beni. Ama dönüp kalbime ne hissedip hissetmediğime hiç bakmamıştım, sadece kalbim ağrıyordu bunu biliyordum. Ama şimdi dönüp baktım ve kalbimin sesini dinledim.
Uyanacak, uyandır.
Uyanacak diyordu kalbim ama ben bunu nasıl başaracaktım? Böyle şeyler sadece filmlerde olmaz mıydı? Fantastik bir evrende miydik? Bunların hiçbiri değildi ve onu uyandıracağım söyleniyordu. O bunu başarmıştı evet ama o kadar imkansız geliyordu ki kulağa. Belki imkansızdı, belki fantastik geliyordu kulağa ama olacaktı.
Gözlerimi kapattığımda hissetmeye çalıştım, kalbini hissetmeye çalıştım. O an acı yüklendi bünyeme, yaralı olan kalbindendi bu gelen acı. Gayret hissettim o an, savaşa devam edebilmek, ayağa kalkabilmek için olan bir gayret.
Ve hissettirmek istedim, yaraların kapandığını ve acının azaldığını. Hissettirmeye çalıştım gücü, ayağa kalabileceğini, savaşa devam edebileceğini o gücü hissettirmek istedim. İçindeki güç uyansın, tükendiyse bile bendeki gücü kendinde hissetsin istedim. Kendimi hissettirmek istedim, varlığımı, burada olduğumu hissetsin istedim.
Gözlerimi açtığımda içimde dönen duygular farklıydı, hissettiklerim çok farklıydı ama bu EKG cihazındaki kalp ritimlerine etki etmedi mesela. Bir tepki vermedi bana, açmadı o güzel gözlerini. Kalbimi kalbinde hissetsin istemiştim ama başarabilmiş miydim? Bu soruma gelen cevap ondan oldu.
Uzun kirpikleri yavaşça birbirinden ayrılırken gözleri aralandı yavaşça. Düşük omuzlarım anında dikleşirken yanlış görüp görmediğimi sorguladım, hayır yanlış görmüyordum gerçekten gözlerini açıyordu. Yüzümde inanamıyormuş gibi bir gülümseme belirdiğinde sanki biliyormuş gibi başı direkt bana doğru döndü. Yorgun grileri ile karşılaştığımda gülümsemem genişledi onun yüzünde de minik bir tebessüm oluştuğunda güldüm. Bu gerçekten olmuştu, imkansızdı belki ama olmuştu.
Onu uyandıran ben olmuştum.
Kalplerimiz birbirine bağlıydı.
Ne ara böyle tutulmuştuk birbirimize, ne ara böyle bağlanmıştık bilmiyordum ama bu bağ ikimizi de hayata döndürmeyi başarmıştı.
İkimizde birbirimizin hayata dönmesine sebep olmuştuk.
Yaşatmıştık ikimizde.
Deli yüreği normal odaya almışlardı o uyandıktan sonra ve artık az da olsa rahatlayabilmiştim. Doktorlar odadan çıktıktan sonra baş başa kaldığımızda yapmak istediğim ona sarılmak, kokusunu içime çekmekti ama elbette bunu yapamazdım. Yüzünü işgal eden bir tutam saçını nazikçe geriye taradıktan sonra eğilip alnına uzun bir öpücük kondurdum, geriye çekildiğimde yatağın kenarına oturdum. Bir elini avcuma hapsetmişken bakışlarımı grilerinden hiç çekmedin. “Dört gün içerisinde dört yaş geçirdim.” Benim sözlerimle yüzünde muzır bir sırıtış belirdi.
“Kim derdi ki koskoca Göktürk böyle korksun?” Şakaya vuruyordu işi ama aslında ikimizde ciddiydik. “Koskoca Göktürk sana deli divane olmuş, seni kaybedecek diye kormuş çok mu?” Kaşları havalandığında gülümsedi, gülümsedim.
“İyi misin deli yürek?” Sorumun üstüne düşünmedi bile anında cevap verdi. “Ben gayet iyiyim.” Değildi, kendini iyi olduğuna inandırmaya çalışıyordu ve işin aslı bunu başarıyordu da. Beynini yönetmeyi çok iyi başarıyordu ve şu an ayağa bile kalkabilirdi istese ama elbette buna müsaade etmeyeceğim. Ona bakmaya devam ettikçe derin bir nefes aldı, sessiz kaldı bir süre sonra konuştu.
“Bakma bana öyle iyi olmak zorundayım yatıp dinlenmeye vakim yok.”
Zorunda değildi, hayatı boyunca hep ayakta durmak ve iyi olmak zorunda kalmıştı ama artık değildi.
Ben varım.
“Zorunda falan değilsin, artık ben varım.”
“Zorundayım Ayberk her şekilde bu savaşa devam etmek zorundayım.” Bu konuyu daha fazla konuşmak istemiyordum, yani şu an değildi. Başımı omzuma yatırıp ona baktığımda grilerindeki mavi çizgiler belirginleşti ve bu da benim kalbimin hızlanmasına sebep oldu. “Uyuyalım mı?” Şu an sadece uyuması ve dinlenmesi gerekiyordu geriye kalan şeylerin önemi yoktu benim için. Tam itiraz etmek için ağzını açmıştı ki ben konuşarak susmasına sebep oldum.
“Geride kalan hiçbir şey önemli değil ama için rahat etsin diye söylüyorum Pençe’de, Ali albay da gayet iyi.” O derin bir nefes aldığında zorlansa da belli etmemeye çalışarak sedyede yana kaydı, bana bir boşluk açtığında geçip yanına oturdum. Başını göğsüme yasladığında bende elimle nazikçe saçlarıyla oynadım.
*********
A.G.
Doktorlar içeride deli yürek ile ilgilenirken ben odanın dışında Beren’i bekliyordum ki beni daha fazla bekletmeden geldi.
Beren karşımda durup asker selamı verdiğinde bir baş hareketiyle selamını aldığımda ilk konuşan o oldu. “Komutanım ne oldu?” Beren neden hastanede olduğumuzu bile bilmiyordu onu arayıp sadece hastaneye gelmesini söylemiştim, gözlerindeki merak ve endişe de hiçbir şey bilmediğinin bir kanıtıydı. “Bu konuştuklarımız aramızda kalacak.” Beren başını olumlu anlamda salladığında ben konuşmaya devam ettim.
“Deli yürek yaralandı dört gündür yoğun bakımdaydı dün çıktı. Peşinde itler var hakkında koruma emri çıkarılmış, ben bir süreliğine ortalıkta olmayacağım ve o süre içinde onu emanet edebileceğim tek kişi sensin.” Benim konuşmaya devam ettikçe şaşkınlığı artıyordu kafasında birçok soru birikmişti ama yine de hiçbir şey sormadı. “Emredersiniz komutanım, gözünüz arkada kalmasın.” İşte bu yüzden tercih ettiğim adam da Beren’di, sorgulamaması gereken şeyi bilir ve sormazdı. Görevini de sonuna kadar layığıyla yerine getirirdi.
Doktor odadan çıktıktan sonra ben konuşmuş ve durumunu öğrenmiştim, hayati tehlikesi yoktu ama aldığı hasar büyüktü. Yatıp dinlenmesi gerekiyordu ve bunu da zorla da olsa yapmak zorundaydı. Aklım elbette her şeye rağmen onda kalacaktı ama doktorun olumlu konuşmaları da içimi az da olsa rahatlatmıştı.
Şimdi ise deli yüreğin yanına gidip birkaç gün ortalıkta olmayacağımı söylemem gerekiyordu, sonrasında benim devrim başlayacaktı. İzin isteyerek odaya girdim kapıyı ardımdan kapatırken bakışlarım grilerinin üstündeydi. Gülümseyerek yanına gidip oturduğumda gözlerinde yine o bozkurt bakışı vardı. “Deli yürek.” Elini tutup elinin üstüne baş parmağımla desenler çizerken bakışlarımız kopmuyordu. “Göktürk?” Bir şey diyeceğimi anında anladığında bende lafı uzatmak istemedim.
“Birkaç gün ortalıklarda olmayacağım benim için endişelenmene gerek yok. Ve senin de yanında Beren ve Metehan kalacak.” Bakışlarında bir değişiklik olmadı büyük ihtimalle özel bir göreve gideceğimi düşünüyordu bu işime yarardı. “Bana geri gel Göktürk.” Gülümsediğimde avcuma hapsettiğim elini dudaklarıma götürdüm ve elinin tersine nazik bir öpücük bıraktım. Oturduğum yerden kalktığımda alnına bir öpücük kondurdum hafifçe geriye çekildiğimde göz göze geldik. “Ben yokken lütfen sadece dinlen ve iyileşmene bak.” Geri çekildiğimde sırıttım. “Ama o ikisine kök söktürebilirsin.” Başını olumsuz anlamda sallayarak güldüğünde o güzel gülüşüne son bir kez bakıp odadan çıktım.
Kapıda bekleyen Beren ve Metehan yanıma geldiklerinde konuştum. “Sadece dinlenmesi gerekiyor, size kök söktürür.” Metehan’ın yüzündeki biliyoruz ifadesi benim sözlerime yeterli bir cevap olduğunda yanlarından geçip gidiyordum ki sesleri ile durdum. “Sadece bir sözünüze bakar komutanım.” Beren’in sözlerinin üstüne Metehan’ın sözleri eklenirken benim sırtım onlara dönüktü. “Biliyorsun Göktürk.” Biliyorum, o buradaydı ve deli yüreğin yanındaydı, biliyorum tek bir lafımla anında yanıma gelecekti. Onlara bakmadan ilerledim ve hastaneden çıktım.
*********
Arkadaşlarrr ben geldim evet direkt bölüme geçmek istiyorum çünkü heyecanlıyım en başından söylemem gerekirse bundan sonra hareketliyiz kemerlerinizi bağladığınızda emin olun, bölüme geçecek olursak akıllarda bu fikri neden şu an, bir anda öğreniyoruz? Sorusu oluşabilir bu soruyu cevaplayayım; şöyle ki bu ilk başta sadece bir fikir olduğundan çok fazla üstünde durulmaz ama eyleme geçmeye başladığında olaylar patlar burada da bunun bir örneğini görüyoruz. Aslında yine çok fazla konuşmak bana düşmez ben yorumları sizlere bırakıyorum, oy vermeyi ve ailemizin bir parçası olmayın unutmayın. Öpüldünüzzzzz>>>>
*********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.83k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |