

Parçalansa yurt yakası, nerede kalır can ve başı? Uyuma hey, kendine gel ey Turan’ın toprakları.
***
A.G.
Elimdeki bezi deli yüreğin karnında kanayan yarasına bastırırken bakışlarım onun güzel yüzünden ayrılmadı, o güzel gözlerini açıp bana bakmasına çok ihtiyacım var. Helikopterde kimsenin sesi çıkmıyordu ve herkesin bakışları deli yüreğin üstündeydi. Pençe timinin helikopterindeydim onlar doğal olarak deli yüreği kendi helikopterlerine bindirdiklerinde bende buna binmiştim, Ali albay ve Kartal ise diğer helikopterdeydi. Kartal’ın helikopteri askeriyeye, biz hastaneye inecektik.
O itlerin hepsini temizledikten sonra vakit kaybetmeden helikopterlerin bizi alacağı noktaya gelmiştik, helikopteri beklerken ilk müdahaleyi yapmıştık deli yüreğe.
Ali albaya ise artık müdahale yapamıyorduk.
Albay Ali Bozkurt şehit düştü.
Biz ise bunu sadece izleyebilmiştik, elimizden hiçbir şey gelmemişti ve en çok bu sıkıyordu canımı.
Ve deli yürek uyandığında bunu ona nasıl söyleyecektim? En büyük sorunum buydu.
Babasını kaybetmişti, ikinci kez.
Zaten yaralıydı ve artık daha büyük bir yarası vardı ve ben bunu ona nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum, onu ayağa kaldırma kısmı daha kolaydı benim için kaldıramazsam zaten onunla beraber yerde kalacaktım. Ama o güzel gözlerinin içine baka baka baban şehit diyemeyecektim.
Şu an düşünmem gereken oydu bu sebeple bu düşünceleri askıya aldım şu an tek derdim fazla kan kaybetmesiydi. Kaybetme korkusu tüm benliğimi ele geçirmiş durumda.
Yarasından akan kan elime bulanmışken benim bakışlarım bir saniye bile yüzünden ayrılmadı, Sare’de serumu tutarken onun bakışları da deli yüreğin yarasından ayrılmadı. Ortamda ölüm sessizliği varken hepimizin içinde benzer duygular vardı. Ali albayın acısı ve deli yüreğin korkusu ve bu ikisi birleşince bir cehennemden farksız olmuyordu. Ali albay belki Pençe kadar ya da deli yürek kadar yakınım değildi ama sadece şehit olması bile acı çekmeye yeterdi.
En nihayetinde bitmek bilmeyen yolculuk bittiğinde hastanenin tepesine helikopter indiğinde sedye ile bizi bekleyen doktorlar vardı, hemen deli yüreği indirip sedyeye aldığımızda hepimiz doktorların peşinden ilerledik.
********
Makam arabasında giderken Cahit albayın hüzünlü bakışları camdan ayrılmıyordu en sevmediği şeylerden biriydi bu arabaya bu şekilde binmek. Ali albayı severdi, namını duyurmuş bir komutandı gençliğini de bilirdi, tam bir deliydi. Kızı da aynı ona benziyordu. İki albayda nam salmıştı ama biri disiplin ve katı kurallarıyla, diğeri de deliliği ve kural tanımamazlığıyla. Ali albayda yakın arkadaşıydı Cahit albayın her ne kadar birbirlerinin tam zıttı olsalar da, birlikte sırt sırta savaştıkları da olmuştu. Şimdi ise sırt sırta savaştığı adamın şehit haberini ailesine vermek için evine gidiyordu.
İlk kez yapmıyordu bunu ne can dostlarını kaybetmişti ama kaçıncı kez olursa olsun o acıya alışılmıyordu, kaçıncı kez olursa olsun yüreklere düşen acı hep aynıydı. Hiç tanımadığı bir adam şehit düşse de yüreği yanardı, en yakını şehit düştüğünde de yüreği yanardı. Ve o yangınla aile evine gider o şehit haberini vererek daha çok büyürdü o yangın, o ailenin yıkılışını görmek daha da büyütürdü o yangını. Ve buna rağmen tek bir mimik bile oynatma şansları yoktu.
Ali albayın evinin önüne geldiğinde derin bir nefes verdi Cahit albay ve indi arabadan, yaşlılığına rağmen hala heybetliydi ama o heybetinin içinde biriktirdiği ne savaşlar ne acılar vardı.
Büyük bahçeyi geçip kapıya geldiğinde önde o arkasında ise iki askeri ve sağlık çalışanları vardı, Cahit albay kapıyı çaldığında çok geçmeden açıldı kapı. Pelin'in gülen yüzü Cahit albayı ve arkasında duran sağlık çalışanlarını görünce yavaşça soldu eli kalbine gittiğinde gözleri dolmaya başladı, asker kızıydı biliyordu gelecek haberi. “Kim gelmiş kızım?” Sevda Hanım da kızının arkasına gelince o da donup kaldı onun da eli kalbine gittiğinde gözleri dolmaya başladı, anne kız ne kadar da benziyorlardı birbirlerine.
“Kim?” Dedi Sevda Hanım Cahit albaya bakarak Umay mı? Yoksa Ali albay mı? Bunu merak ediyorlardı. “Umay değil mi?” Pelin’in sözleri ile şaşırmadı Cahit albay.
Pelin, Umay’ın olmasını istercesine sormuştu bunu.
Gözden çıkardığı üvey kardeşi oldu.
Pelin ve Umay’ın aynı adama, kendi askerine aşık olduğunu biliyordu Cahit albay ve bu yüzden ikisi arasındaki gerginliği de biliyordu ama ikisinin kardeş gibi büyüdüğünü de. Buna rağmen Pelin, Umay’ı gözden çıkarmıştı geçmişi umursamayarak. Öz babası dururken elbette üvey kardeşini gözden çıkarması normal geliyordu kulağa.
“Albay Ali Bozkurt hain bir tuzakta kanının son damlasına kadar savaşarak kahramanca şehit düştü.” Cahit albayın düz, ifadesiz sesiyle söylediklerine karşılık iki kadının gözyaşları da aynı anda akmaya başladı. İkisi de donup kalmışken sadece gözlerinden yaşlar dökülüyordu Sevda Hanım ayakta duramayıp tutunacak bir yer arayıp da bulamadığında yere yığıldı. Pelin’de olduğu yere çöktü annesine yardım edemeden sağlık çalışanları onlara ilerlemeden son sözlerini söyledi Cahit albay.
“Naaşı memleketine götürülecek.” Son sözlerinden sonra bir daha onlara bakmadan arkasını dönüp gitti Cahit albay, tekrar makam arabasına bindiğinde sızlayan gözlerinden dökülmek isteyen gözyaşlarına izin vermedi.
*********
A.G.
Bu kaçıncı ameliyathanenin önünde bekleyişimdi bilmiyorum ama kaçıncı olursa olsun içimdeki korkunun ve kalbimdeki ağrının hiç değişmediğini biliyorum. Kaybetme korkusu beni yavaş yavaş öldürürken kalbimdeki ağrı sadece ona destek sağlıyordu. Ne kadar sürecekti bu ameliyat bilmiyorum ama benim için asır gibi gelmeye çoktan başladı.
Hepimiz bir yere dağılmış ameliyathanenin önünde bekliyorduk ne kadar bekleyeceğimizi bilmeden. Duyduğum adım sesleri bize doğru yaklaştığında ve yanımda bir beden hissettiğimde ellerimin arasına sakladığım başımı kaldırmadım çünkü gelenlerin kim olduğunu biliyordum, Kartal. Metehan tam tepemde dikilirken elini ben buradayım dercesine omzuma koyup sıktığında ben başımı kaldırmadım.
“Kolay bir ameliyat olmayacağını hepimiz biliyoruz doğal olarak uzun sürecektir, sizde gidin üstünü değiştirin öyle gelin.” Metehan’ın Pençe’ye ve bana söylediği sözlere karşılık hiçbirimiz kıpırdamadık, mecalimiz de yoktu. Onu burada bırakıp elbette hiçbirimiz gitmeyecektik ki zaten üstüne şehidimizin acısı varken gitmeye bile mecalimiz yoktu. “Sizi anlamıyor olabilirim ama gidin ve üstünüzü değiştirin elinizi, yüzünüzü yıkayıp kendinize gelin.”
Hiçbirimizden çıt çıkmazken Metehan devam etti. “Oturup karaları bağlama şansınız yok, hiçbirimizin yok. Biz buradayız zaten o yüzden siz gidiyorsunuz.” Yine hiçbirimizde bir hareketlilik olmadı haklıydı üstümüzü değiştirip, elimizi, yüzümüzü yıkamamız gerekiyordu zaten elimde sevdiğin kadının kanı vardı. Ama şu kapının önünden bir adım gitmeye de ne cesaretim ne de mecalim vardı.
“Bu bir emirdir.” Metehan güzellikle olmayacağını anladığında zorla yapma yoluna başvurduğunda ben başımı kaldırdım ama hiç kimseye bakmadım. Aynı rütbedeydik hatta ben tim komutanı olarak Metehan’dan önce geliyordum ama onun da bana emir verdiği durumlar vardı ve ben o zaman emirlerini dinlerdim. Çünkü Metehan kolay kolay bana emir vermezdi ve eğer veriyorsa bir bildiği olurdu, benim duygularım devreye girdiği noktada o aklını dinlerdi. Bu yüzden de aslında bitmeyen bir dostluğumuz vardı.
“Emri mi ikiletiyorsunuz?” Metehan’ın sert ve keskin sesi ile Pençe timi ve ben hareketlendik oturduğum yerden kalktığımda ona bakmadan koridorda ilerlemeye başladım. Pençe timi bile Metehan’ın emrini dinlerdi çünkü Metehan genelde neşeli ve güler yüzlü olurdu, gülmediği durumlar ise felaketin habercisiydi. Her ne kadar eğlenceli ve güler yüzlü gözükse de sert tarafı bir mahşerdi.
Bu yüzden sert kimliği ile nam salmıştı ve Pençe timi bile dinlerdi o emri.
Hepimiz asansöre bindiğimizde hiçbirimiz birbirimize bakmıyorduk hepimizin bakışları boşluktaydı. Otoparkın katında indiğimizde direkt asansörün önünde bekleyen askeri araca bindik ve sonrasında yola koyulduk.
********
A.G.
Askeriyeye gelip askeri kıyafetlerimizi çıkardıktan sonra tekrar hastaneye dönecektik ama Pençe timinin hangarının önünde dikiliyorduk, hiçbirimiz ne yapacağımızı bilmiyorduk. Pelin ve Sevda Hanım ile karşılaşmıştık askeriyede ve onlar bugün Ali albayın naaşını memlekete götüreceğini, yarın ise öğle namazı ile cenazeyi kaldıracaklarını söylemişlerdi.
Ama deli yürek de hastanede yatıyordu.
Bunu onlara söylediğimizde ikisi de ilk önce susmuş sonra da canımı derinden yakan o cümleyi söylemişlerdi.
“Ameliyatta olduğunu söylüyorsunuz, ne zaman ayağa kalkacağı bile belli değil. O zamana kadar bekleyemeyiz.”
İşte bu sözlerdi işkencelerden daha çok acıtan.
Deli yürek o an ayağa kalkacaktı ama bunu reddetmişlerdi. Pençe timinin de söylemesine rağmen ‘Bir belirsizliği mi bekleyeceğiz?’ demişlerdi. Bir yerde haklı oldukları için ağzımızı bile açamamıştık ameliyatın ne zaman biteceği belli değildi bu doğruydu ama...
Şimdi ise durmuş ne yapacağımızı düşünüyorduk Ali albayın cenazesine gitsek, deli yürek ne olacaktı? Gitmesek Ali albaya saygısızlık olacaktı. Özellikle bu durum Pençe timi için daha da kötüydü bir tarafta komutanları, onları destekleyen adam, diğer tarafta kardeşi vardı. Onlar birbirine aile olmuşlardı ve iki taraftan birini seçmek zorundalardı.
Elbette çok zor bir seçim olacaktı bu yüzden bunu düzeltebilmek için Metehan’ı arayıp her şeyi söylemiştim çünkü bu durumda bize sadece o yardım edebilirdi. Şu anda mantıklı düşünen tek kişi oydu. Ve beni yanıltmadı.
Bir şekilde ameliyat hakkında bilgi edinmeyi başarmıştı zor ve riskli bir ameliyat olduğu için uzun süreceğini ve ameliyat bittikten sonra yoğun bakımda kalma ihtimalinin yüksek olduğunu söylemişti. Yani biz gittiğimizde deli yürek ameliyattan çıksa bile yoğun bakımda olacağında o normal odaya alınmadan önce biz zaten dönmüş olacaktık. Buraya kadar tamamdı.
Ama ya o ameliyattan çıkamazsa?
Bu ihtimali düşünmek bile tarif edemeyeceğim kadar acıya sebep oluyorken gerçekte bu ihtimalin olması da büyük bir sorundu. Riskli bir ameliyattı ve zaten onun vücudunda var olan bir hasar vardı bu da ikiye çıkarıyordu riski. O uyanmadan dönebilirdik evet ama ya o uyanmazsa?
Cenazeye gidip üstüne bir cenaze haberi daha mı alacaktık?
İhtimali bile işkence çektiriyordu bu yüzden ben kalacaktım, gitmeyecektim cenazeye. Ali albayı severdim, saygım da sonsuzdu ama bir yanda sevdiğim kadın vardı ve onu bırakmam ihtimaller dahilinde bile değildi. Ali albayda bunu isterdi bence, ne olursa olsun kızının yanında olmamı isterdi. Belki bu kendimi kandırma şeklimdi ama ne olduğu önemli değildi benim için. Gitmeyecektim, kararım netti.
Sorun Pençe timi için geçerliydi.
“Gidiyor muyuz?” Turgut’un zayıf ve güçsüz çıkan sesine karşılık hepsinin bakışları ona döndü ve o an hiçbirinden çıt çıkmadı. “Gidiyoruz.” Atakan’ın net sesi ile hepsinin bakışları ona döndü. “Cenazesine gittiğimiz adam bizim komutanımız bir yerde baba gibi gördüğümüz adam, üstümüzde emeği var elbette gideceğiz. Ve en çok da komutanımız için gideceğiz o şu an hastanede olduğu için gelemiyor o yüzden biz onun yerinde de gideceğiz. Bunu istemez miydi bizden? Uyandığında ben gidemedim ama siz niye gitmediniz demeyecek mi bize?” Haklıydı. Fazla söze hacet yoktu sonuna kadar haklıydı deli yürek uyandığında zaten bir de cenazesine gidemediği için üzülecekti. Hepsinin gözlerinde bir tereddüt vardı, aslında akıllarındaki soru aynıydı ya gittiklerinde peşlerinden bir şehit haberi daha gelirse? Bunu düşünüyorlardı ama Atakan’ın bakışları netti. Şu an mantıklı düşünebilen tek kişi oydu, onun da canı acıyordu elbette ama yine de sağ duyuyla hareket ediyordu ve takdir ediyorum. Çünkü konu sevdikleri olduğunda ne mantık kalırdı insanda ne sağ duyu ve bu durumda bunları başarabilmek büyük bir şeydi.
Henüz rütbesi yüksek değildi ama ileride en az komutanı kadar nam salacaktı Atakan.
Bunu görebiliyorum. Hepsi Atakan’ın net bakışları ile karşılaştığında gözlerindeki o tereddüt geçmese de gitmeyi kabul ettiler, ben zaten gitmeyecektim. O yüzden onlar askeriyede kalırken ben tekrar hastaneye gitmek için askeriyeden çıktım.
Hastaneye geldiğimde durum yine aynıydı bu içimi rahatlatmalı mıydı emin değilim. Hepsi bir yere dağılmışken en durup onlara baktım, ben gidemiyordum ama timim gidecekti.
Gitmeliydi.
“Kartal hazırlanın Ali albayın cenazesine gideceksiniz.” Hepsinin bakışları bana döndüğünde itiraz etmek istediğinde ağızlarını açamadılar, çünkü bu itiraz edebilecekleri bir konu değildi. Bakışlarım Metehan’a döndü. “Sende gidiyorsun.” Metehan anında itiraz etti.
“Saçma sapan konuşma seninle burada kalacağım.” Bana ters ters bakışlar attığında ben ona ters bakış atacak durumda değildim. “Senin bir sevgilin var Metehan hatırlıyorsun değil mi? Git o kadına destek ol, ayrıca ben gidemiyorum sen beni temsilen de gideceksin kardeşim.” Metehan bir şey diyemediğinde Emir konuştu. “Ben burada sizinle kalacağım komutanım.” Ona baktığımda başımla eyvallah dercesine bir hareket yaptım hepsinin destek olması gereken biri, gitmesi gereken bir komutan vardı. Benim destek olacağım kişi şu anda bıçak altında yatıyordu, Emir’in ise öyle birisi yoktu. O yüzden kalıyorduk ikimiz.
Kartal timi gittiğinde Emir ile ben kaldığımda ikimiz de ameliyathanenin önündeki ikili banka çöktük. Ve işkence dolu saatler başladı benim için kalbimde geçen her saniye artan bir ağrı ve tüm benliğimde her saniye beni delirten bir kaybetme korkusu vardı ve o güzel gözlerini açana kadar bu işkence devam edecekti. Çektiğim işkencelerin en zoru ve en dayanılmazı buydu.
**********
Ertesi gün...
Naaş mezara yerleştirildikten sonra Uraz ve Oğuz aldı küreği ve ilk toprağı attılar, yüzlerinde mimik oynamıyordu bu sırada ama içlerinde tarif edilemeyecek bir acı vardı. Simsiyah kıyafetlerinde göğüslerine yapıştırdıkları siyah beyaz Ali albayın fotoğrafı vardı, baba, komutan dedikleri adamın mezarına toprak atıyorlardı. Canları acıyordu.
İlk Göktuğ’un mezarına atmışları toprak ve hepsi içten içe son olsun diye dualar etmişti.
Ve şimdi Ali albayın mezarına toprak atıyorlardı.
Kuş uçmayan şehitlikteki tek ses Pelin ve Sevda Hanım’ın hıçkırarak olan ağlayışlarıydı, ikisinin de ayakta duracak mecali yoktu. Pelin’in koluna Eda girmişti onu ayakta tutabilmek için, Sevda Hanım’ın koluna ise bir akrabaları girmişti. Bedenleri ayaktaydı belki ama ruhları çoktan bir yıkıma sürüklenmişti çünkü korktukları gelmişti başına.
Pelin aşık olduğu babasını kaybetmişti. Sürekli ayrı olsalar da babasına aşıktı Pelin, her şeyden çok severdi onu. Böyle neşeli olmasının, böyle başarılı olmasının sebebi de onu hep seven hep destekleyen babasıydı. Ona olan sevgisi o kadar büyüktü ki ölümü konduramıyordu.
Ama şimdi o çok sevdiği, prensesi olduğu babasının mezarına toprak atılmasını izliyordu.
Ve söyeleyebildiği tek şey vardı; Vatan sağ olsun.
Sevda Hanım’ın durumu da ondan farksın değildi. Aşık olduğu adamın mezarında durmak öyle bir yüktü ki omuzlarına, çok görmezdi belki sevdiği adamı. Sürekli görevlerde olurdu, yıl dönümlerinde yanında olmazdı ama sevgisi yetiyordu ona, binlerce yaşanmışlık vardı her ne kadar sürekli uzakta olsa da. Ve şimdi o yaşanmışlıkların üstüne toprak atılıyordu. Söyleyebildiği tek şey ise; Vatan sağ olsun.
Uraz ve Oğuz bırakınca Turgut ve Kutay aldı küreği.
Sare durmuş üstüne toprak atılan mezarı izlerken gözünden akan yaşları silme zahmetine bile girmedi. Komutanlarıydı bu mezarda yatan adam ama hepsine de babalık yapmıştı bir yerde ve şimdi sadece toprağa karışıyordu. Acısı çok büyüktü ama tarif edemiyordu. Göktuğ’un dinmeyen acısının üstüne bir de Ali albayın acısı binmişti üstelik geride de deli yürek yatıyordu. Hem acıyordu canları hem de geride kaybetmekten korktukları bir kardeşleri vardı. Kalpleri acıyı en derinden hissederken beyinleri sürekli deli yüreğin ameliyatta olduğu gerçeğini göz önüne sürüyordu. Metehan’ın eli Sare’nin belindeyken yapabildiği tek şey varlığını ve yaslanacağı birinin olduğunu belli edebilmekti onun dışında bu acıya elinden hiçbir gelmiyordu. Tek bir şey; Vatan sağ olsun.
Ama varlığını bilmek bile Sare için büyük bir şeydi.
Oğuz’un bakışları da üstüne toprak atılan mezardan ayrılmazken o da karmakarışıktı. Kalbinde komutanları, baba dedikleri adamın acısı akıllarında ise deli yüreğin ne durumda olduğu vardı. Göktuğ’un acısan yüklenen acı onların canını daha yakıyordu.
Elbette şehit olmalarından gurur duyuyorlardı, onlarınki sadece yokluklarının acısıydı.
Vatan sağ olsun.
Bu acıyı hafifletmiyordu ama sevdiklerinin yanında olduğunu bilmek iyileştiriyordu onları. Beren’in varlığını, desteğini kalbinde hissediyordu Oğuz ve bu acısını hafifletmese de iyi geliyordu bir yerde.
Turgut ve Kutay küreği bıraktığında Atakan ve Ege aldı küreği. Turgut ve Kutay geri çekildiklerinde birbirlerine kısa bir an baktılar ve bu bakışla hissettiler, konuştular. Onlar hep yalnızdı, onlar iki beden tek yürekti, onların dostluğu böyleydi. En kötü anlarda birbirlerine destek olan sadece onlar vardı. Ve yine bir bakışla destek oldular birbirlerine, bir bakışla yanındayım, buradayım dediler birbirlerine. Ve yine bir bakışla söylediler aynı şeyi.
Vatan sağ olsun.
Atakan ve Ege bıraktığında bu sefer Metehan ve Doğan aldı küreği.
Atakan geriye çekildiğinde bakışları saniyelik Pelin’e değdi ama bu sefer kalbinde hisleri yoktu. Pelin’e aşıktı Atakan bir süre ona aşık olmuştu söylemişti bunu Pelin’e ama bir karşılık alamamıştı. Ve kalbi en sonunda öldürmüştü bu aşkı, heybetli bedeninde taşıdığı onca acıya bir de bu fazla gelmiş öldürmüştü bu aşkı. Ona bakınca artık nabzı hızlanmıyordu aklına Nazım Hikmet’in şiirinden bir dörtlük geliyordu sadece.
“Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim,
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de artık herkes gibisin.”
Atakan bu düşüncelerden uzaklaştı ki zaten artık düşünecek de değildi, düşünmesi gereken bir kardeşi, acısını en derinden hissettiği bir komutanı vardı. Tarifsiz bir acıydı o yüzden söyleyebildikleri tek şeyi söyledi içten içe.
Vatan sağ olsun.
Mezarın başına dikilen al sancağa çevrildi bütün gözler esen rüzgarla nazlı nazlı dalgalandı şanlı bayrak.
Bu şehitlikte yatan binlerce can sırf bu bayrak böyle güzel dalgalansın diye yatıyordu, geride bırakılan her insan onlar nefes alabilsin diye bırakılıyordu. Hepsinin binlerce hikayesi, binlerce yarım kalmışlığı vardı ama onlar başka hikayeler yarım kalmasın diye giriyorlardı o toprağa. Her mezarın başında dalgalanan al sancağa karışmış kanlar vardı hilal ve yıldız uğruna feda edilen binler vardı.
Haberlerde kırk beş saniyede anlatılırdı bunlar ama o kırk beş saniyeden fazlası vardı, artık toprağın altında. Ama bu bayrak dalgalansın diye, bu vatanın bir karış toprağı var olsun diye, Türk milleti yaşasın diye ölen binler vardı.
Kimisi kırkını geçmiş bir albaydı, kimisi yirmisini geçmiş çocuktu. Ama hepsi bu vatanın evladıydı ve hepsi bu vatanın evlatları yaşasın diye yatıyorlardı bu toprağın altında.
Ve bu böyle olmaya da devam edecekti yarım kalacaktı hikayeler, yarım bırakılacaktı geride kalanlar ama hepsi bu vatan, bu bayrak için olacaktı. Ve her seferinde aynı şey söylenecekti.
Vatan sağ olsun.
********
A.G.
Uzun süren ameliyat en sonunda bittiğinde hemşireler çıktıktan sonra doktor çıkınca ayaklandık, doktorun karşısında durduğumuzda o açıklama yaptı. “Riskli ve uzun bir ameliyattı ama başarıyla tamamlandı.” Derin bir nefes verdiğimde yüzümdeki rahatlamış tebessümü solduran doktorun sonradan söyledikleri oldu. “Ama aldığı kurşun rahmine denk geldiği ve fazla hasar verdiği için bir daha çocuk sahibi olamayacak.” Ne? Ben mi yanlış duymuştum? Ben yanlış duymuştum, öyle olsun istiyorum. Ama yanlış duymadığımı bana kanıtlayan Emir’in bana dönen şaşkın bakışlarıydı.
“Maalesef bu ihtimal yüzde iki bile değil, üzgünüm. Geçmiş olsun.” Doktor ve yanındaki hemşireleri geçip giderken ben öylece doktorun bıraktığı boşluğa bakıyordum, beynim henüz bu gerçeği algılayamıyordu. Sedyeyle deli yürek ameliyathaneden çıkarılırken içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim.
Hiç anne olamayacak.
O sedye ile götürülürken benim donuk bakışlarım onun bıraktığı boşluktaydı Emir elini destek verircesine omzuma koyduğunda ben hala algılamaya çalışıyordum. Ama beynim durmuş gibi bu gerçeği algılayamıyordu ya da algılamak istemiyordu. Ama en sonunda bu gerçeği kabullendiğimde arkamdaki banka çöktüm.
Donuk bakışlarım boşluktayken ne düşüneceğimi bilmiyordum ama düşünebildiğim tek şey yine o oldu. Uyandığında bunu öğrenince ne olacaktı? Babasının şehit düşmesi yetmiyormuş gibi bir de anne olamayacağını öğrenecekti.
Ve ben bunları ona nasıl söyleyecektim?
Yutkunduğumda boğazımdaki düğüm canımı yakarken hissettiğim hisler çok karışıktı.
Sevdiğim kadın anne olamayacaktı.
Bu konuda ne hissetmem gerekiyordu bilmiyordum ama tek hissedebildiğim o yaşadığı için sevinebilmekti.
Emir bana bir su şişesi uzattığında almadığımda şişenin kapağını açıp bana uzattığında mecburen aldım, soğuk su boğazımdan geçerken bana hiçbir etki etmediğinde ikinci yudumu almadan bıraktım. Adım sesleri duysam da bakışlarım boşluktan ayrılmadı, ayıramadım.
“Umay ne durumda?” Uraz’ın sesini duyduğumda bakışlarımı zorlukla boşluktan ayırdığımda herkesin bakışları üstümdeydi. Kartal, Pençe, Eda herkes buradaydı hepsi bana bakıyordu ve bildiğim gerçeği söylemek o kadar zordu ki. “Göktürk.” Metehan halimden bir şey olduğunu anlamış olacak ki tereddütlü ve uyaran ses tonuyla bana seslendiğinde ben bir anda söyledim. “Ameliyattan az önce çıktı başarılı geçti ama karnına aldığı kurşun rahmine denk gelmiş ve zarar vermiş. Bir daha anne olamayacak.” Derin bir sessizlik olduğunda hiç kimse tepki veremedi ben bile hala tepki veremiyordum. “Ne?” Eda hepimizin iç sesi olduğunda sorusu cevapsız kaldı, cevabı olan bir soru değildi. Herkes donmuş kalmışken en sonunda tepki verebildiklerinde Oğuz sırtını duvara yasladı ayakta duramadığı için. Sare olduğu yere çöktüğünde Metehan’da yere çöküp ona sarıldı. Turgut ve Kutay bize arkalarını döndüğünde Atakan’da kendini duvara yasladı.
Ayakta kalan tek kişi Uraz oldu ve konuşabilen tek kişi de o.
“Uyandı mı?” Bilmiyordum, öyle bir şoka girmiştim ki daha hangi odaya gittiğini bile bilmiyordum. Bunu fark edince oturduğum yerden kalktığımda Uraz’ın sorusunu cevaplamadan ilerlediğimde o da peşimden geldi.
Deli yüreğin odasının önünde dururken herkes bir tarafa yığılmıştı, herkes sessizdi, kimse ne tepki vereceğini bilmiyordu. Artık ona nasıl söyleyeceğimi değil, ne tepki vereceğini düşünüyordum. Doktor odadan çıktığında bize kısa bir açıklama yaptı. “Birazdan uyanır ama odaya sadece tek bir kişi girebilir. Geçmiş olsun.” Doktor geçip gittiğinde biz Uraz ile aynı anda öne atıldık.
Bakışlarımız birbirine döndüğünde ikimizin de bakışları netti ikimiz de girmek istiyorduk. “Çekil Göktürk.” Uraz öne atıldığında kapı kulpunu tutarak ona engel oldum. “Onun yanında olmama izin ver Uraz, sen her zaman onun yanındasın ve bunu biliyor. Ama benim onun yanında olmam lazım.” Sesim emir niteliğinde değil, rica niteliğinde çıkmıştı ve sert bakışları düzelmese de geriye doğru bir adım atarak bana izin verdi. Gözlerimde teşekkür eden bir ifade belirdikten sonra kapıyı açıp içeriye girdiğimde kapıyı ardımdan kapattım. O hala gözlerini açmamışken ben gidip sedyenin çaprazındaki sandalyeye oturduğumda elini avuç içime alarak elinin tersini baş parmağımla nazikçe okşadım.
Varlığımı hissedecekti biliyorum.
Neredeyse beş dakika sonra gözlerini açtığında ilk başta kendine gelmeye çalıştı nerede olduğunu algıladıktan sonra bakışları bana döndü. Ama bakışları öyle bir hal almıştı ki, tanıdığım kadın değil gibiydi.
Ruhu bedeninden çekip alınmış gibiydi bakışları.
Ruhsuz.
Cansız.
“Yetişemedim değil mi?” Söylediği tek şey bu olmuştu ve neyden bahsettiğini biliyorum.
Evet babanın cenaze törenine yetişemedin deli yürek.
Bunu sesli dile getirmek bana bile ağır geldiğinden sadece aşımla onaylayabildim, bakışlarımı ise onun yüzünden ayırmadım. Hiçbir şey yapmadı, gözünden tek damla yaş bile dökülmedi. Başını çevirdiğinde bakışları tavana döndü ama hiçbir şey yapmıyordu ve bu beni daha da tedirgin ediyordu ve söylemem gereken başka bir şey de vardı. Artık bir şeylerin zamanının olmadığı bir dönemdeydik o yüzden şu an söyleyecektim. Belki bir anda fazla acı yüklemek daha tehlikeliydi ama acıyı zamana yayacak kadar ne zamanımız ne de lüksümüz vardı.
“Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum güzelim ama söylemem gerekiyor. Karnına aldığın kurşun rahmine zarar vermiş, anne olamayacaksın.” Başını bana çevirdiğinde dudakları şokla aralandı.
********
Arkadaşlarrrr yeni bölümle geldim yine bu bölüm bende yara bırakan bölümlerden bir tanesiydi. Bu vatan uğruna şehit olan birini yazmak bile bu kadar hasar veriyorken onlardan birinin bir yakını olsaydım? Düşüncesi gerçekten büyük hasar bırakıyor ama bunun da olması gerekiyor. Bu millet yaşasın diye, bu vatan var olsun diye, şanlı bayrak dalgalansın diye canlarından vazgeçmesi gerekiyor bazılarının ve geçiyor, belki bir gün bu geçenler biz olacağız belki olamayacağız. Ama unutmamayı bileceğiz hep bu vatan için şehit olan binleri söylenecek çok şey var aslında ama ne kadar konuşursak konuşalım en sonunda derin bir nefes çekip hep aynı cümleyi söyleyeceğiz.
Vatan sağ olsun.
Daha fazla konuşmak bana düşmez yorumlar sizin, oy vermeyi ve ailemizin bir parçası olmayı unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>
**********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.83k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |