

Her gün aynı kaldırımda kaybediyorum kendimi, boş vermişim hayatımı sevdiklerimi düşünmekten. Düşünemiyordum canımı yakan ton yüküyle derdimi.
***
Babam şehit düşmüştü.
Gözlerimin önünde.
İkinci defa.
Bir insan belki bir yaradan iki kere vurulmazdı ama ben aynı yaradan anı şekilde iki kere vuruldum.
Ben iki kere babamı kaybettim.
Ben iki kere iki baba kaybettim.
En çok da ona bunca zaman boyunca baba dememiş olmak acıtıyordu canımı, aslında her şey acıtıyordu canımı. Kanının ellerime bulaşması, benim kollarımın arasında şehit düşmesi, yokluğu acıtıyordu işte. Ve ben bu acıyı hiçbir şekilde tarif edemiyordum, kelimler kifayetsizdi acım karşısında. Şu ana kadar çektiğim işkencelerden daha ağır desem? Bunun yanında bile fazla basit kalıyordu. Kalbime kırk tane hançer saplanmış gibi desem? Fiziksel acı bunun yanında sinek ısırığı bile değildi. Anlatamıyordum işte acımı zaten kendini ifade edebilen bir insan da değildim. Hiçbir konuda da iyi değildim zaten, koruyamamıştım mesela. Ben hiçbir zaman koruyamamıştım sevdiklerimi ve korumaya çalıştıkça daha çok kaybetmiştim.
Ben babamı korumak için yediğim kurşunla anneliğimi kaybettim.
Ve babamı da koruyamadım.
Hangisinin acısını çekecektim? Cenaze törenine gidemediğim babamın mı? Yoksa kaybettiğim anneliğimin mi? İkisinin acısı aynı anda nasıl kaldıracaktım? İçimdeki acının bir sonu yoktu asla dinmeyecekti içimdeki yangınlar ve her geçen gün beni biraz daha öldürecekti.
Ve ben her geçen gün ölerek yaşamaya devam edecektim.
Ne yapacağımı bilmiyordum, ağlamak mı istiyordum? Bayılana kadar ağlamak istiyordum ama gözümden akacak bir damla yaş kalmamıştı. Pes etmek mi istiyorum? Böyle bir lüksüm yoktu, hiç olmamıştı.
Gözlerimi açtığımda hayat beni bir savaşın içine sokmuş ve o savaşta pes etme şansı bile vermemişti.
Ve ben o savaşın içinde yıkılma şansım olmadan her seferinde biraz daha kaybetmeye devam ediyorum.
“Yalnız kalmak istiyorum.” Bakışlarım beyaz tavandayken Ayberk’in yanımdan gitmesini istiyordum ama hayır aslında en çok ona ihtiyacım vardı. Ama önemli olan hiçbir zaman benim ihtiyaçlarım değildi. “Her şeyi iste benden ama bu isteğini ölmediğim sürece yerine getirmeyeceğim deli yürek.” Net ve keskin sözlerine rağmen bakışlarımı ona çevirmedim donuk bakışlarım tavanda kalmaya devam etti. Ama gitmek zorundaydı, bizi ölümden önce ayıran şeyler vardı artık.
Bizim bir geleceğimiz yoktu artık.
Çünkü ben anne olamayacaktım.
Ben ona bir çocuk veremeyecektim.
Bir ailemiz olmayacaktı.
O yüzden artık gitmesi gerekiyordu benden. Evet yeterince acım yokmuş gibi bir de onun gidişi bırakacaktı bende büyük bir hasar. Ama kaldığı sürece de ben kendimle beraber onu dibe çekecektim o yüzden gitmeliydi artık. Bakışlarımı ona çevirdiğimde duygusuz bakışlarım onun üstündeydi.
“Git artık Ayberk, benden artık git. Sonsuza dek.” Sözlerimle şaşırmadı sanki biliyordu bunları söyleyeceğimi o yüzden tepkisinde şaşkınlık değil, netlik ve kesinlik vardı. “Senden gitmeyeceğim, asla.” Bunu bana yapmamalıydı, kaldıkça ikimiz de acı çekecektik.
“Ben senden gidiyorum.” Dediğimde buna da şaşırmadı. “Benden gitmene de izin vermiyorum.” Duygusuzluğum devam etti, yüzümde mimik oynamazken bir robottan farksızdım. “Senden izin almıyorum. Git.”
Giderse ölürdüm, kalırsa ölürdük.
“Ben gitmiyorum, sende hiçbir yere gitmiyorsun.” Kalmakta ne diye bu kadar inat ediyordu? Artık bir anne bile olamayacak bir kadında neydi bu inat? “Ben gidiyorum.” Ondan gitmek mümkün müydü? Daha önce deneyip de yapamadığım için zaafım olmamış mıydı zaten? Ama bu sefer durum farklıydı.
Bu sefer gelecekte bir biz yoktuk.
Sonrasında pişman olacaktı, olmasa bile içinde bir ukde kalacaktı. Çocuğu olmayacaktı çünkü ve bunun henüz farkında değildi.
“Ölüm değilse bizi ayıran, yazık olmuş.” Bu sözü bana söylediğinde içimdeki yangınlara rağmen duvar gibi kaldım. “Bize yazık olmasına izin vermeyeceğim.” Bize çoktan yazık olmuştu biz çoktan bir aile kaybetmiştik bu gerçeği henüz kabullenemiyor olmalıydı. “Bize çoktan yazık oldu.” Dediğimde başını olumsuz anlamda salladı ve yanımda kaldı ama aslında gitmeliydi. Ben daha acılarıma tepki bile veremiyorken onunla bunun tartışmasını yapıyordum.
Tekrar git demek için dudaklarımı aralamıştım ki oturduğu yerden ayağa kalktı üzerime eğilip anlıma uzun bir öpücük bıraktı ve geri çekildi. “Senden gitmiyorum, kapının önündeyim.” Dedikten sonra çıkıp gittiğinde bakışlarım arkasından kapattığı kapıda kaldı.
Derin bir nefes aldığımda kendime gelmeye bir tepki vermeye çalıştığım sırada kapı tıklatılıp açıldı içeriye giren kişi ise hiç beklemediğim biriydi.
Pelin.
Şu an burada olmasını beklemiyordum ama yatağım ucunda dikiliyordu, bana bakan gözleri ağlamaktan şişmiş ve öfkeliydi.
“Neden babamı korumadın?” Bana söylediği ilk şey bu olmuştu ve gözlerinde öfke sesine de yansımıştı. Ama beni yaralayan bu değildi çünkü biliyordum onlar Ankara’ya taşındığından beri aramız iyi olmamıştı ve içinde biriktirdiği bir öfke vardı. Ve canı o kadar çok yanıyordu ki bu öfkeyi artık dışarı atıyordu.
Aslında sadece fazla acı çekiyordu.
Benim acıtan şey ise bu değildi.
Babamı neden korumadın?
Babamı.
Bizim değil, onundu.
Benim değil, onun babasıydı.
Buydu canımı yakan. “Denedim.” Korumayı canım pahasına denemiştim ama maalesef becerememiştim yine.
“Ama beceremedin.” Beni suçluyordu bunun benim canımı yakması gerekirdi belki ama yakmıyordu. Karşımda bir çocuk vardı çünkü bana göre, acısını bu şekilde bastırmaya çalışıyordu. Öfke kusarak.
Pelin böyle büyük bir acıyla ilk defa yüz yüze geliyordu ama ben zaten o acının içinde doğmuştum.
Prenses dünyanın toz pembe olmadığını öğreniyordu.
Bunu bu şekilde öğrenmesini istemezdim ama hayat bunu size acısız bir şekilde öğretmezdi.
“Albay kapının önüne geldiğinde şehit haberi sana ait olsun istedim.” Bunu biliyordum.
“Onun yerine senin toprağın altında olmanı tercih ederdim.” Bildiğim şeyleri bana anlatıyordu ve bu söylediklerinin hiçbiri canımı yakmıyordu, canım zaten yanabileceğinden daha fazla yanıyordu.
Yeni bir acıya yerim yoktu.
“Biliyorum.” Tepkime karşılık öfkesini kusmaya devam etti, bende izin verdim. “Ne o? Bana hayat hikayeni anlatıp ajitasyon yapmayacak mısın? Neydi hayat hikayen söylesene? Benim kadar acı çektin mi mesela?” Benim hayat hikayem hakkında hiçbir şey bilmiyordu ama küçümseyemeyeceği ve öne sürdüğü acısından daha çok acı çekmiştim.
O bu acıyı ilk kez yaşıyordu.
Ama ben ikinci kez yaşıyordum.
Aramızdaki fark buydu.
“Hayır hayat hikayemi anlatıp sana ajitasyon yapmayacağım.” Bunu bilmesine gerek yoktu ailemin katili olduğumu ajitasyonla insanlara anlatacak biri değilim, hiç olmadım. “Ne o? Herkesten sakladığın hayat hikayende hiç acı çekmedin mi?” Alaycı sesinden ben aslında ne istediğini biliyordum, bu zaman dek hep merak ediyordu bunu ve hiç cevap alamamıştı benden. Onun kadar acı çekmediğimi duyup öfkesini tatmin etmek istiyordu. Ama bilmediği bir şey vardı.
Ne olursa olsun hiçbir şey acısı hafifletmeyecek, unutturmayacaktı.
“Bizim köyümüz terör bölgesindeydi ve ben üç yaşındayken köyümüz teröristler tarafından baskına uğradı. Annem hamileydi o zaman teröristler elime bir tabanca verip annemi ve babamı karşıma koyup birini seç ve öldür dediler. Birisini öldürsem de zaten diğerini yaşatmayacaklardı çünkü eylemlerinin amacı sivil halkı öldürmekti. Bende zaten ikisinden birini seçemedim ve ikisini de gözümün önünde öldürdüler ve o sırada askerlerimiz bizi kurtarmaya geldi, o gelen timin içinde Ali albay da vardı. O olaydan sonra bir yıl yetimhane de kaldım ve sonrasında Ali albay beni evlatlık aldı.” Duygusuz bir sesle anlattığım hikayeme karşılık dudakları her cümlemde şaşkınlıktan daha çok aralandı. “Yani senin çektiğin acıyı ben ikinci kez çekiyorum.” Sessiz kaldı ilk önce ne söyleyeceğini bilemiyor olmalıydı sonrasında bu söylediklerimin hiçbirine yorum yapmadan son sözlerini söyledi.
“Yine de babam yerine senin ölmeni isterdim.” Ve bunları söyledikten sonra çıktı odadan bense arkasından kapattığı kapıya bakarak kendi kendime mırıldandım. “Şehitler ölmez.”
*********
A.G.
Kabul etmiyorum. Ve asla da etmeyecektim. Ondan gitmemi benden isteyemezdi, istememeliydi. Ne düşündüğünü gayet iyi biliyordum çocuğu olmayacağı için aile kuramayacağımızı düşünüyordu ama aslında benim ailem oydu. Varlığı zaten bana bir aileydi, çocuğumuzun olup olmaması bu gerçeği değiştirmeyecekti. İleride çocuk isteğinin içimde ukde kalacağını düşünüyordu ama çok yanılıyordu ben ne istediğimi gayet iyi bilecek bir olgunluğa çoktan gelmiştim.
Onu istiyorum.
O.
Sadece o.
Ama o bunun farkında değildi ki zaten iyi bir durumda da değildi, henüz hala şoktaydı fark etmese de. Bu yüzden acılarına tepki veremiyordu ama şoktan çıktıktan sonra en ağır şekilde verecekti bu tepkiyi. Bunu biliyordum.
Çünkü onu biliyordum.
Sadece biraz zamana ve kendine gelmeye ihtiyacı vardı ama bu süreçte onu yalnız bırakmayacaktım çünkü kesinlikle yalnız kalmaya ihtiyacı yoktu.
Odanın kapısı açıldığında Pelin dışarı çıktıktan sonra bana son bir bakış attım gittiğinde tepki vermedim o da acı çekiyordu anlıyordum ama ona tepki veremiyordum. Uraz oturduğu yerden kalktığında kapıyı tıklatmadan içeriye girdi sabahtan beri içeriye girmek için fırsat kolluyordu ama önce ben, sonra da Pelin’in girmesiyle bu fırsatı elde edememişti. Ve artık tahammül edemiyor gibiydi. O içeri girdiğinde Pençe timinin bakışları ona döndü aslında hepsi girmek istiyordu ama ne diyeceklerini ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Buna hepimiz dahildik artık o kadar karışmıştı ki hiçbirimiz ne yapacağımızı bilemiyorduk. Hepimiz dağılmıştık.
Bakışlarım bankta oturan Akınalp ve Eda’ya döndüğünde Eda’nın Akınalp’in omzunda uyuduğunu gördüm. Saat gece yarısında geliyordu ve Eda’da ağlamaktan bitap düşmüştü artık. Şimdi bu ikisi ile uğraşmayı erteleyeceğim bir dönemdeydim, cebimden arabanın anahtarını çıkardığımda Akınalp’e attım o da havada yakaladı. Anlaması gerektiğini anladığı için onunla göz teması bile kurmadım o Eda’yı kucağına aldığında çıkışa doğru ilerledi. Her ne kadar birbirlerinden uzak durmalarını istesem de Akınalp’e kardeşimi güvenle emanet ederdim, biliyordum çünkü o çocuğu. Ama emanet etmem bir şeyi değiştirmezdi hala birlikte olmaları taraftarı değildim.
Uraz çıktıktan neredeyse yarım saat sonra saat gecenin ikisi gibi deli yüreğin odasından bir çığlık sesi duyunca içeriye daldım. Tam o sırada odanın ortasında cam bir vazo kırıldığında bakışlarım ona döndü, kriz geçiriyordu.
Şoku atlatmıştı ve tepki vermeye başlamıştı.
En ağır şekilde.
Ona engel olmayacaktım isterse hastaneyi yıkabilirdi ama kendine zarar vereceği anda anında müdahale edecektim o yüzden geriye çekilip duvara yaslandım. Ve ona izin verdim. Sedyenin yanındaki komodini devirdiğinde çığlık attı ve bu canımı yaktığında gözlerimi kapatma isteğime engel oldum.
Acı dolu çığlıkları beni de öldürüyordu.
Şu anda aslında hayatımın en ağır işkencesini çekiyorum.
Sevdiğim kadın acı içinde ve ben bunu izlemek zorundayım.
Akan her damla gözyaşında, attığı her acı dolu çığlıkta ben öldüm ve her seferinde bir daha ölmek için tekrar dirildim.
Sedyenin çaprazındaki sandalyeyi devirirken gözlerinden yeni yaşlar aktığında kalbim sıkıştı.
O sırada kapı kolunun hareket ettiğinde uzanıp kapıyı kilitledim her kim olursa olsun deli yürek bu halde onu kimsenin görmesini istemezdi.
“Ayberk aç kapıyı doktor geldi, sakinleştirici vuracaklar.” Hayır sakinleştirmemeleri gerekiyordu izin vermeleri gerekiyordu acısını yaşamasına izin verilmeliydi. “ Hayır Metehan sakinleştirici falan vurulmayacak.” Sırtımı kapıya yasladığımda deli yürek bu sefer sedyeyi devirdi ve acı dolu bir çığlık attı.
Onun çığlığı ile kalbim sıkıştığında nefesim kesildiğinde gözlerimi kapatamadım bile.
Gözlerimi kapattığımda kendine zarar verirse ölürdüm.
Bakışlarım karnı ile yüzü arasında gidip geliyordu bir yandan karnındaki dikişleri patlattı mı diye kontrol ediyordum.
Devrilen sedyeyi tekmeleyerek onu kırdığında gözlerinden akan her yeni yaşta öldüm. En sonunda devirecek bir şey kalmayınca ve onun da devirecek gücü kalmadığında odanın ortasında durdu. Düşeceğini bildiğim için yaslandığım yerden doğruldum ve yanına gittim, dizlerinde güç kalmayıp yere deşeceği sırada tuttum onu ve yavaşça yere oturduk beraber. Yan yana otururken onu kendime çekip başını göğsüme yasladığımda nazikçe saçlarını okşadım.
“Bir anne bile olamayacak bir kadındaki ne bu inadın?” Zayıf ve güçsüz çıkan sesi bile canımı öyle bir yakıyordu ki. “İnat değil deli yürek, sevgi.” Gözyaşları tişörtümü ıslatırken o zayıf sesiyle konuşmaya devam etti. “Neden? Neden bu kadar yaralı biri?” Kendisi biri olarak görmeyi bıraksa iyi edecekti zira birinden daha fazla şey ifade ediyordu benim için.
Her şeyim olmak gibi şeyler.
“Sen biri diyebileceğim kadar yabancı ve sıradan değilsin, ayrıca yaraların seni sevmeme engel değil. Sararım ben yaralarını ya beraber iyileşiriz ya da beraber kanarız.”
Sustu. Aslında o da bunu istiyordu ama kendi isteklerini değil sevdiklerinin hayatını öncelik yapıyordu. Bencil olmalıydı artık. “Bana ilk kez adımla ormanda bayıldığımda hitap ettin biliyor musun?” Gözyaşları akamaya devam ederken güçsüz sesiyle söyledikleriyle donup kaldım.
Ona hep lakapla hitap etmiştim ve adını sadece o a söylemiştim. Yeni fark ediyordum.
“Adımı en güzel senden duydum, acı da olsa.” Bu sözleriyle benzine kibrit çaktığında gözlerimi sıkıca kapattım, canım acıdı. Yaptığım büyük aptallıktı. Bakışlarımı ona çevirdiğimde o da dolu dolu gözlerini bana çevirdi.
Mavi çizgileri benimle göz göze geldiği anda belirginleşti.
“Umay.” Dedim bir tutam saçını geriye doğru tararken. “Umay’ım.” Olabildiğinde yumuşak bir sesle adını söylediğimde zaten akan gözyaşları daha hızlı aktı, gözyaşları dursun siye her şeyimi feda edebilirim. “Özür dilerim bunu hiç fark etmemiştim.” Alnına bir öpücük kondurup geri çekildiğimde gözyaşları durmadı bende durması için bir şey yapmadım. Evet yapmak istiyordum ama öyle bir işkenceydi ki yapamadım.
İçindeki her şeyi serbest bırakmalıydı.
“Senden gitmeyeceğim, sende benden gitmeyeceksin.” Bu sefer reddetmedi bu söylediklerimi ama kabul de etmedi, sıkını yoktu kabul edene kadar deneyemeye devam edecektim. Çocuğumuz olmadan da aslında aile olabileceğimizi, bir yuva kurabileceğimizi gösterecektim.
*********
A.G.
Ertesi gün biraz daha sakindi bizim için dün gece deli yürek kriz geçirmiş en sonunda göğsümde baygın kalmıştı. Ertesi gün uyandığında ise MİT’ten bir ekip gelmişti, Ali albayın yarım kalan projesini tamamlamak için. İçeriye sadece tek bir adam girmişti ve deli yüreğin dostu olduğundan yalnız kalmalarına izin verdim. Yoksa zaten artık projeden de haberim olduğundan deli yüreğin güvenliğini sağlamak için bende kalırdım.
Ben odanın kapısının önünde otururken kapının kenarında bekleyen MİT ekibinden iki kişi vardı ve diğer herkes. Ali albayın cenaze töreninden geldiklerinden beri Eda ve Akınalp hariç hiç kimse gitmemişti ve gitmeyi de düşünmüyorlardı, Cemre bile bulduğu ilk fırsatta buraya geliyordu. Hepimiz onun yanında olmak istiyorduk ama o inatla hepimizi reddediyordu ama şansına küsecekti, bu sefer biz daha inatçıydık.
Neredeyse bir saatlik bir süreden sonra MİT ekibi gittiğinde odaya ben girecekken bana Metehan engel oldu, bakışlarım omzuma koyduğu eline döndü sonra ise gözlerine. Benim yerime odaya Pençe timi girdiğinde ben sırtımı tekrar duvara yasladım, onlara izin vermeyi unutuyordum.
********
“Performansından düşmüşsün senden hastaneyi yıkmanı beklerdim.” Uraz’ın sözleriyle bakışlarımı ona çevirdiğimde ifadesi gayet ciddi görünüyordu ama ben bu şakalara gülecek durumda değildim. O yüzden tepkisiz kaldığımda bakışlarım yine tavana döndü ve odada yine bir sessizlik olduğunda bu sefer sessizliği bozan Turgut oldu. “Komutanım valla ağzımıza sıçana kadar eğitim yaptırmanızı tercih ederim.” Bunları yapmaya artık gücüm yoktu.
“Kaybınızın büyüklüğünü anlıyoruz komutanım çünkü hepimiz zaten aynı yaranın farklı çocuklarıyız. Ama bize acı çektiğimizde hep beraber sırtlanmayı, en dibe batıp oradan beraber çıkmayı siz öğrettiniz. Şimdi de beraber battık ve beraber çıkacağız.” Sare’nin sözlerine katkıda bulunan Uraz oldu.
“Yani öyle tavana bakınca bir bok olmuyor diyor.” Sinirden güldüğümde bakışlarım ona döndü cidden şu adamın kafasından istiyordum herkese lazımdı bence.
“Sare komutanım haklı komutanım.” Kutay’da onu desteklediğinde hepsiyle tek tek göz göze geldim ve o an tekrar fark ettim ailemi. Ama yine eksikti ailem.
Göktuğ yoktu mesela.
Mutlu olmak bile zehirdi artık bu yüzden çünkü mutlu olduğumuzda bile aslında efkarlıydık. Dolmayı bekleyen gözlerimi kırpıştırarak gelecek olan gözyaşlarımı engelledim. Bir şey demedim, diyemedim. Sustum ve hepimiz sustuk. Ve kalbimde varlıklarını hissettim, bu odada olan adamlar sussa bile varlıklarını kalbimde hissettim. Ruhumda hissettim.
Yavaş yavaş ölen ruhumda hissettim onları.
Yine destek oluyorlardı bana, yine yanımdalardı.
Ölen ruhumda ve kalbimde yine varlardı.
Ne kadar sustu bilmiyorum, birbirimizi kalbimizde ne kadar hissettik. Ama sustuğumuz o sürede aslında yaralarımdan akan kanların biraz daha azaldığını hissettim, o odada sustuğumuz o sürede ruhum ölümünü durdurdu. Ve onlar en sonunda dışarıya çıktığında yine boş odada tek kaldım ve ruhum durdurduğu ölümünü devam ettirdi.
Gözlerim dolduğunda gözlerimin önünde o anlar tekrar tekrar bir film gibi oynadı.
Üç yaşındayken ailemin katili olurken o anları uzaktan izledim ve sonra da babamın gözlerimin önünde son nefesini verişini izledim uzaktan. Ardından da asla olmayacak çocuğum görüntüleri geçti gözümün önünden, hep bir erkek çocuğu geçiyordu bu görüntülerde. Kaçıncı kez izleyişimdi bu görüntüleri? Bilmiyorum.
Görüntüler işkence verici bir yavaşlıkla gözümün önünde akmaya devam ederken, kalbim sıkışmaya devam ederken ben soğuk terler dökmeye başladım. Çektiğim acı içime sığmadığında yattığım yerden kalktım ayağa kalktığımda ailemin, Ali albayın, Göktuğ’un ve doğmamış çocuğumun halüsinasyonunu gördüğümde bir adım geri attım. Karşımda durmuş bana bakarlarken onların gerçek olmadığını biliyorum, onlar gerçek değil.
İçimdeki acı kalbimi sıkıştırırken ve içime sığmazken gördüğüm halüsinasyonlardan kurtulmak için elime gelen ilk şeyi fırlattım o halüsinasyonlara. Bu hiçbir etki etmezken üstüne bir de onların sesi kulaklarımda yankılandığında acıyla çığlık attım. Henüz daha kendimi tamamen kaybetmemişken içeriye giren ve bir köşede beni izleyen Ayberk’i gördüğümde gözyaşlarım daha da hızlı aktı.
Beni bu şekilde görmesinden nefret ediyorum.
Kulaklarımdaki sesler daha da yükseldi.
Sesler birbirine karışırken Ayberk olmasına rağmen halüsinasyonlar gitmediğinde ve bana daha çok acı verdiğinde bu sefer sedyeyi devirdim. Sesler kulaklarımda acı verici bir şekilde yankılanmaya devam ettiğinde acı bir çığlık attım artık sussunlar diye. Ama susmadı sesler, ne de görüntüler kayboldu. Artık dayanamadığımda olduğum yere çöküp kulaklarımı sıkıca kapattım ve gözlerimi. Görüntüler gözlerim kapalıyken de devam ettiğinde sesler ne kulağımı kapatmama ne de çığlık atmama rağmen susmadı.
Vücudum titrerken soğuk terler dökmeye devam ettim ve gözyaşları döktüm. O sırada Ayberk’in varlığını yanımda hissettiğimde o yavaş ve nazikçe sertçe kulaklarıma bastırdığım ellerimi tutarak avuçlarının içine aldığında refleksle gözlerimi açıp ona baktım ve o güzel yeşilleri ile denk düştüm. Birkaç dakika sadece birbirimize baktığımızda ona bakarken halüsinasyonları görmediğimi fark ettim.
O varken halüsinasyonlar yoktu.
Kulaklarımdaki tüm sesler sustuğunda sadece onun sesini duymayı beklediğimi fark ettim.
O varken sesler yoktu.
Acıdan sıkışan kalbimin attığını hissettim.
O varken yaşam vardı.
Fark ettiğim şeylerle dudaklarım şaşkınlıkla aralandığında o gamzelerini gözlerimin önüne sererek gülümsedi.
Kalbimde varlığını hissettim o an.
Ve içinde o var diye sıkışmayı reddetti kalbim.
Hiçbir şey demedi bana, sadece sustu benim yaptığım gibi konuşarak değil susarak anlaştı benimle. Kalbimde varlığını hissettirerek verilebilecek en iyi teselliyi verdi bana. Ben ise fark ettiklerimle hala şaşkınlıkla, akan gözyaşlarımla ona bakakaldım.
Bu adam benim acılarımın ilacı oldu.
Nasıl bu kadar sevdim? Nasıl bu kadar benliğime girdi? Bilmiyorum.
Beni nazikçe ve yavaşça kendinde çektiğinde başımı göğsüne yasladı kokusu burnuma dolduğunda kan kokan anılarım yok oldu. Bir şey diyemedim o da demedi sadece ona kendimi ona bıraktım, kendim, tamamen ona teslim ettim bana ilaç olsun diye.
Acılarımı dindirsin diye.
Ve dindirdi. Gözyaşlarım akmaya devam etse de kalbim acısa da acımı mümkün olabilecek en aza indirdi.
*******
Bir hafta sonra...
Bir hafta, üç saat, kırk iki saniye. Babamın ölümünün üstünden tam olarak bir hafta geçti. İşkence gibi tam bir hafta geçti ve benim hala ilk günkü gibi taze ve acıydı, dinmiyordu dinmeyecekti de biliyordum. Bu acıyla yaşamayı öğrenecektim başka şansım yoktu, hiç de olmamıştı zaten. Hastanede kaldığım süreç boyunca sürekli krizler geçirmiş, sürekli halüsinasyonlar görmüş, sesler duymuştum artık gerçekten tam bir deli olduğuma inandığım anda da bir çift yeşil ile denk düşmüştüm.
Ve o yeşiller benim acılarımı susturmuştu. İlk seferinde anlamalıydım bunu.
O sürede doktorlar bana sakinleştirici, psikolojik ilaçlar vermek istese de buna o engel olmuştu acımı sonuna kadar çekmeme izin vermişti çünkü ben böyle yapardım. Herkes bana umutsuz bakışlar atarken aşk dolu gözlerle bana bakarak, varlığını kalbimde hissettirerek benimle beraber yere çökmüştü ve benimle beraber kalkmıştı. Ama hala anlaşamadığımız bir konu vardı.
Gitmek.
Gitmeliydi.
Bende kalırsa bir çocuğu olmayacaktı.
Onu bundan mahrum etmeye hakkın yoktu.
Ama o inatla bizi birbirimize bağlı tutuyordu, istediğim sensin bir çocuk değil deyip duruyordu, bu konuda hala anlaşamıyorduk ve anlaşabilecek gibi de görünmüyorduk.
O zaten bunu umursamıyordu bile tek derdi beni eski halime getirebilmekti çünkü hastanedeyken bir an bile buradan çıkmak istemiyorum dememiş eve geldiğimde de askerliğime geri dönmek istiyorum dememiştim. Beni eski halime çevirmeye çalışıyordu ama ruhum ölümün kıyısında dolaşırken bu fazla zordu.
“Yataktan çıkmayı düşünüyorum musun Umay’ım?” Ve bir de Umay’ım deyişi vardı artık hastane odasında ona bunu söylediğimden beri daha çok adımla hitap ediyordu bana hem hoşuma gidiyor hem de bir burukluk bırakıyordu bende. Bakışlarım ona döndüğünde her zamanki gibi içimi ısıtan gülümsemesini bana sunduğunda bende gülümsedim. Ama gülüşümde bir hayat yoktu.
Yattığım yerden kalktığımda banyoya ilerleyip yüzümü yıkayıp kendime geldikten sonra mutfağa ilerledim. Yemek masasına oturduğumda hiçbir şey yemek istemesem de çatalı elime alıp yemeye başladım, bir robottan farkın yoktu.
Ruhum acıyordu.
Canım acıyordu.
Ve geçmeyecekti.
Kaybettiklerimin acısı ruhumu öldürmeye devam ederken ben robotlaşıyordum, hayatın renkleri yoktu artık. Önceden soluktu renklerim ama yine de vardı şimdi ise renklerim yoktu. Ayberk'in bakışlarını üzerimde hissetsem de ona bakmadan yemeğimi yemeye devam ettim, yediğim şeylerin tadını alamıyordum bile.
“Yaran nasıl?” Ayberk’in tereddütlü sesiyle bakışlarım karnıma kaydı nasıl olduğunun ne önemi vardı? Benim için yoktu. Belki anne olmak gibi hayallerim yoktu ama olmamak da canımı yakıyordu. “İyi.” Karnımdaki yara neredeyse tamamen iyileşiyordu zaten ama iyileşmese bile beni öldüren hiçbir zaman fiziksel acılarım olmamıştı.
“Yarından itibaren raporun bitiyor ama istersen bir süre daha rapor alabilirsin.” Gerek yoktu ki en kısa sürede başlamak iyi olacaktı çünkü almam gereken bir intikam vardı. Ben bizi kurtarmaya geldiklerinde o it geberttiklerini sanıyordum ama bu böyle olmamıştı, ben yaralandığım için acilen oradan ayrılmak zorunda kalmışlardı yani Ali albayın intikamı alınmamıştı.
Ve o intikamı ben alacaktım.
Bunu aslında en başında söyleselerdi yas tutmak yerine gidip intikam alırdım ama maalesef böyle olmuştu.
Ama er ya da geç o intikam alınırdı ve alınacaktı. İçimde yükselen öfke beni ayakta tutmaya devam eden en önemli şeylerden biriydi ve bu öfkeyi sonuna kadar kullanacaktım. “Bugün için güzel planlarım var.” Ayberk konuşmaya devam ederken ben başımı olumlu anlamda sallayarak kabul ettim. “Yaparız.” Dedim sesimin canlı çıkmasına gayret ederek ama sesim de ruhsuzdu içimde sadece öfke ve acı varken sesim de ne kadar zorlasam da canlı çıkmıyordu. Ve gün boyu ruhsuzluğumu saklamam gerekecekti, benim için yorucu bir gün olacakmış gibi geliyordu.
*********
Arkadaşlarrr yeni bölümle geldim yine bu sefer ricalarınız üstüne erken yayınladım bölümü ama diğerlerinde aynı saatte yayınlanmaya devam edecek bilginize. Duygusal bölümlerimizden bir tanesiydi bu bölümde sakindik diyemeyeceğim çünkü pek olamadık maalesef Umay'ın kaybettikleri için çektiği acıları okuduk. Ama umarım siz hiçbiriniz sevdiğiniz hiçbir insanı kaybetmezsiniz. Lafı daha fazla uzatmayıp yorumları sizlere bırakıyorum, oy vermeyi ve ailemin bir parçası olmayı unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>
*********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.83k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |