

Yiğitleri uyku tutmayan günlerde, yüreklerini cesaretlendiren, savaşlara güç veren, görüp geçirmiş dombra.
***
Günün yorgunluğu ile yine Ayberk’in göğsünde uyuyakalmış ve sabahı etmiştim, sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra artık iznimiz bittiği için çıkmak için hazırlık yapmaya başladık. Tüm her şey hazır olduğunda valizleri Ayberk arabaya taşırken ben ve Eda kapının önünde ailesiyle vedalaşıyorduk. Eda önce babasının sonra annesinin elini öptükten sonra sarılıp vedalaştılar ben onları buruk bir tebessümle izlerken, Eda geriye çekilince gidip ben öptüm ellerini ve sarıldım. Önce Yaşar amcaya sarıldım ve geriye çekildiğimizde ikimizde gülümsedik. “Kendine dikkat et kızım.” Başımı sallayıp gülümsediğimde hem mutlu hem hüzünlüydüm her seferinde olduğu gibi.
Sonra Ayşe teyzeye sarıldım ve geriye çekildiğimde o elindeki küçük kutudan çıkardığı kolyeyi bana uzattı, şaşkınlıktan dudaklarım aralanırken ona baktım. “Bu kolyeyi bana annem vermişti ve bana da sende bu kolyeyi hak eden birine ver demişti.” Ayşe teyze konuşurken ben şaşkınlık ve mutluluk karışımı ile kolyeye baktım. Gümüş kolyenin zinciri ince ama sağlamdı ve ucunda ise bir ayyıldız vardı, çok zarif ve çok güzel bir kolyeydi. “Bu kolye artık senin kızım ve sende bu kolyeyi hak eden birine ver.” Ayşe teyze kolyeyi boynuma takmak için hareketlendiğinde eğilip takabilmesi için ona yardımcı oldum, saçlarımı omzumun üstünde topladığımda o kolyeyi taktı. Geriye çekildiğinde gülümseyerek bana baktığında bende gülümsedim. “Teşekkür ederim.” Ayşe teyze kollarımı destek verircesine tuttuktan sonra geri çekildi ve bende geri çekildiğimde Ayberk’in heybetli bedeni girdi aramıza.
Ayberk’te vedalaştığında en sonunda arabaya bindik ve son kez onlara baktığımızda Ayberk arabayı sürdü. Benim yüzümde istemsizce minik bir tebessüm varken arabanın tamamen onun kokusu ile doluyken derin bir nefes alıp ciğerlerimi onun kokusuyla doldurdum ve minik tebessümüm genişledi. Ayberk’in elini yine dizimde hissettiğimde bakışlarımı ona çevirdim ve gamzelerini gözlerimin önüne sererek bana baktığını gördüm. Birgün bir adamın gamzelerine bile bu kadar çok aşık olacağımı söyleseler deli olduklarını düşünür, ruh ve sinir hastalıklarını arardım ama bu çoktan yaşanmıştı. Elimi Ayberk’in elinin üstüne koydum gülümseyerek o ise elimi büyük elinin içinde hapsetti ve başparmağı ile nazikçe cildimde desenler çizdi. Dönüp yola odaklandığında Eda arkadan iki koltuğun arasına uzanarak telefonunu arabaya bağladı ve müzik açtı. “Romantik anınızı bölüyorum ama,” Kıkırdadığımda Eda sırıttı müziğin sesini yükseltirken benim enerjimi de yükselmişti, yüksek sesle pop müzik çalmaya başladığında Eda ve ben bağıra çağıra şarkıya eşlik ettik.
Ayberk’te hayranlıkla ikimizi izledi.
Ben onun gibi bir adama sahip olduğum için, Eda da böyle bir abiye sahip olduğu için çok şanslıydık.
Bir süre tüm enerjimizle şarkı söyledikten sonra susmuş kendi halimizde takılıp, muhabbet etmiştik. Sonrasında ise sürücü koltuğuna ben geçmiş Ayberk ise yolcu koltuğuna geçmişti, bir önceki seferde hep Ayberk kullanmıştı bu sefer ise yolun yarısında ben yarısında o kullanacaktı. Ben sürücü koltuğunda oturmuş arabayı sürerken neredeyse yolumuzun yarısına gelmiştik, Eda arkada uyurken Ayberk’te yolcu koltuğunda uyumuştu. Eda’yı rahatsız etmemeye dikkat ederek yolcu koltuğunu yatırdığımda Ayberk o şekilde uyumaya dikkat etti ve bende üstüne bir battaniye örttüm.
Gözüm yoldayken göz ucuyla Ayberk’e baktığımda o saniyelik bakışta bile tekrar ona aşık olmadan edemedim. İkindi vaktine doğru geldiğimizde güneş yavaş yavaş alçalırken onun yüzünü aydınlatıyordu ve çok güzel bir fotoğraf gibi gösteriyordu. Eğer arabayı sürmüyor olsaydım kesinlikle bu anın resmini çizerdim ama şu an araba sürmekle meşguldüm.
Neredeyse gece yarısına geldiğimizde Ayberk ve Eda uyanmıştı ve mola verme kararı alıp bir dinlenme tesisine girdik. Durduğumda üçümüzde arabadan indiğimizde onlar ihtiyaçlarını gidermek için uykulu uykulu tesise girerlerken ben arabanın kaputuna yaslanıp kollarımı göğsümde bağladım. Ayberk gelmediğimi fark edince olduğu yerde durup bana baktı. “Gelmiyor musun?” Yeni uykudan uyandığı için sesi olduğundan daha kalın ve derin çıktığında kalbim yine ritimlerini şaşırdı. “Benim ihtiyacım yok sizi bekleyeceğim.” Başıyla onayladığında içeriye girdi ben ise beklemeye başladım bakışlarımı gökyüzüne çevirdiğimde elim kolyeme gitti. Ayyıldızı parmaklarımın arasında tutarken bana güç verdiğini hissettim.
Neredeyse beş dakika geçtiğinde bir ağlama sesi duyduğumda bakışlarımı sesin olduğu yöne, omzumun üstünden arkaya baktım. Küçük, tatlı bir erkek çocuğu gördüğümde ve ağladığını gördüğünde yaslandığım yerden doğrulup ona doğru ilerledim, yanına geldiğimde dizlerimin üstüne çöktüm. “Merhaba.” Temkinli bir sesle gülümseyerek ona baktığımda o akan gözyaşlarını sildi hemen ama yenileri aktı. “Adın ne senin?” Yine gözyaşlarını sildiğinde o da temkinli bir sesle benimle konuştu. “Yiğit.” Gülümsediğimde rahatlatıcı ve güven veren bir sesle konuştum. “Memnun oldum Yiğit, bende Umay. Neden ağlıyorsun?” Akan gözyaşlarını silmeye devam ederken burnunu çekti, çok tatlı bir çocuktu. “Annemi kaybettim.” Korktuğu sesinden bile belli olurken temkinli bir şekilde ellerinden tuttum. “Nerede kaybettin anneni?” Bu dinlenme tesisine otobüslerde geliyordu ve bir sürü otobüs vardı, hangisine ait olduğunu öğrenmem lazımdı.
Eliyle bir yeri gösterdiğinde bakışlarımı gösterdiği yere çevirdim ve bir otobüsün arkasını işaret ettiğini gördüm, annesi ön taraflarda olmalıydı. Tam bakışlarımı tekrar Yiğit’e çevirecekken bir kadını gördüğümde bakışlarım onun üstünde kaldı, kadın ağlıyordu ve telaşlıydı. Bizi gördüğü anda bize doğru koştuğunda yakınlaştıkça Yiğit ile aralarında olan benzerlikten dolayı onun annesi olduğuna emin oldum. Kadın yanımıza geldiğinde Yiğit ona sarıldığında kadın da ona sarıldı ve sonrasında bana baktı.
“Bende sizi bulmaya gelecektim ama gerek kalmadı.” Kadın gülümsediğinde yüzündeki minnettar gülümseme benim de gülümsememe sebep oldu. “Teşekkür ederim, umarım sizde evladınızı kaybetme korkusu ve acısı yaşamazsınız.” Donup kaldığımda sadece başımla eyvallah der gibi bir hareket yapabildim, kadın bir kez daha teşekkür ettikten sonra yanımızdan ayrılırken ben yumruklarımı sıktım ağlamamak için.
Ben o acıyı çoktan tattım.
Umarım siz ve başka hiç kimse tatmaz.
Kadına karşı söyleyemediklerimi iç sesim söylerken ben derin bir nefes aldım ve kalbimdeki acıyı bastırmaya çalışmadan arkamı döndüğümde yeşilin en güzel tonuyla denk düştüm. Dudaklarında buruk bir tebessümle bana bakarken yine kendimi kötü hissettim.
Beni ailesiyle tanıştırmıştı ve belki de evlenme teklifi edecekti ama bir çocuğumuz olmayacaktı.
Benim hayatım içinde bir mucize barındırmayacak kadar karanlıktı.
Gitmek istedim, gitsin istedim. O baba olamayacaktı benim yüzümden bu yüzden gitsin istedim, anne olamayacaktım ve bir çocuğumuz olmayacaktım bu yüzden gitsin istedim.
Giderse ölürdüm ama, kalırsa ölürdük.
Ben ölmeyi kabul ettim zaten ama ona zarar gelme ihtimalini bile kabul etmem.
Ama o bile bile benim karanlık hayatımda kaldı, her şeye rağmen.
“Gitmeyeceğim, ne olursa olsun.” Sanki iç sesimi okumuş gibi söylediği sözlerle sızlayan gözlerimi kontrol ettim ve bana doğru yaklaşırken olduğum yerde kaldım. “Aklımı mı okuyorsun?” Yanıma geldiğinde arabanın kaputuna yaslandığında bende gidip yanına yaslandım.
“Hayır, biliyorum seni.” Kalbim yine ritmini şaşırırken ben bakışlarımı gökyüzüne çevirip derin bir nefes aldım. “Neden? Neden bu karanlık hayatımda benimle birlikte ölüyorsun? Etrafımdaki herkesi tek tek kaybediyorum, daha hayatıma girmemiş insanları bile. Neden hala yanımdasın Göktürk?” Bakışları bana döndüğünde benim bakışlarım da ona döndü ve yine aşık olduğum gamzelerini gözlerimin önüne serdi. “Seni seviyorum deli yürek seninle öleceğimi bile bile yanında kalacak kadar. Sana beni kaybetmeyeceğinin garantisini veremem, sende bana veremezsin ama kaybedecek olsan bile yanındayım. Son nefesimi verene kadar da hatta son nefesimi versem bile yanındayım.” Yaslandığı yerden doğrulduğunda karşıma geçti eli belime dolanırken diğer eli kalbimin üstünde durdu ve kalbim ritimlerini daha da bozdu.
“Kalbindeyim deli yürek,” Benim elimi tutup kalbinin üstüne koydu kalbi avucumun içinde hızla atarken benim kalbim ritimlerini daha da bozdu. “Ve kalbimdesin.” Yeşilleri bana böyle güzel bakarken ondan bir adım uzağa bile gidemedim. “Son nefesimi versem de bu değişmeyecek.” Alnıma bir öpücük kondururken ben gözlerimi huzurla kapattım, kalbi avucumun içinde hızla çarparken “Son nefesimi versem de değişmeyecek.” dedim onun gibi. Geri çekildiğinde gamzelerini gözlerimin önüne sererken bende gülümsedim ve varlığı için tekrar şükrettim.
“Gidelim mi artık?” Başlattığı romantik anımızı böldüğümde kıkırdarken başımı olumlu anlamda salladım. O beklemediğim bir şey yapıp eğilip kalın, derin sesi ile kulağıma fısıldarken kalbim artık haddini aşmıştı. “Hep gül böyle, gülmek en çok sana yakışıyor.” Kalbime indirmeye yemini mi vardı? Onun gibi yaklaşıp kulağına fısıldadım. “Hep yanımda kal böyle, varlığın en çok benim varlığıma yakışıyor.” Hafifçe geriye çekildiğimde aralanan dudaklarını gördüğümde sırıttım ve dudağının köşesine tüy gibi bir öpücük bırakıp geri çekildim. Arkamı dönüp arabaya ilerleyip yolcu koltuğuna bindiğimde dikiz aynasından hala olduğu yerde kaldığını görünce sırıttım.
Kendisi benim kalbime indiriyorsa bende onun kalbine indirebilirdim değil mi?
Birkaç saniye sonra kendine gelip yolcu koltuğuna bindiğinde bakışları birkaç saniye üstümde oyalansa da ona bakmadım o da hemen arabayı çalıştırdı zaten. Saat gece yarsını geçtiği için Eda zaten uyuyordu ona bakınca benim de uykum geldiğinde başımı cama yaslayıp gözlerimi kapattım. Araba onun kokusu ile doluyken derin bir nefes alıp ciğerlerimi onun kokusuyla doldurdum ve tekrar yaşadığımı hissettim.
**********
A.G.
Umay’ın uyuduğundan emin olunca koltuğu arkada uyuyan kardeşimi rahatsız etmemeye dikkat ederek yatırdım, üstüne bir battaniye örttüğümde anlık ona bakıp sonra tekrar yola dönmek zorunda kaldım. Onu saatlerce izleyebilecekken yola bakıyor olmak canımı sıkıyordu ama yola odaklanmak zorundaydım çünkü bu arada canımdan daha kıymetli iki can taşıyorum. Normalde olduğundan biraz daha düşük hızda gidiyordum normalde gaza asılırdım ama bu sefer yavaş gidiyordum. Aşk nelere kadirdi.
Tüm yolculuğumuz bir onlara bir de yola bakmamla geçti en sonunda sabah olduğunda onlar uyanırken biz çoktan Ankara’ya girmiştik. “Günaydın.” Dedim ikisi de gözlerini ovuşturup kendilerine gelmeye çalışırken. “Günaydın.” İkisi de uykulu bir sesle mırıldanırken ben gülümsemeden edemedim, sesleri bile beni gülümsetecek kadar çok seviyordum ikisini de. “Abi.” Eda’nın uykulu ayrıca nazlı çıkan sesiyle gülümsedim, çocukluğundan beri nazını çekiyordum ve gayet de hoşuma gidiyordu. “Söyle abim.” Dikiz aynasından ona baktığımda gülümsedi nazını çekmem hoşuna gidiyordu, giderdi tabi. “Geldik mi?” Bakışlarımı mecburiyetten yola çevirirken başımla onayladım. “Geldik güzelim.” İlk önce Eda’yı eve bırakacaktık ama ben orada kalmayacaktım çünkü her ne kadar benim minik kız kardeşim olsa da artık bir kadındı ve bir sevgilisi vardı. O itin anında damlayacağını bildiğim için eve girip kendimi germeyecektim yoksa farklı bir gerebilirdim zira her gün içimden geçiriyordum ama malum bana dağda lazımdı.
Bizim evin önüne geldiğimizde Eda’nın valizlerini bagajdan indirdiğimde durup masum bir çocuk gibi bana baktı. “Sen neden gelmiyorsun?” Kavga ettiğimiz günden beri bizim evde kalmamıştım bu konuda söylediklerimin hala arkasındaydım ama evde kalmıyor olmamın sebebi bu değildi elbette. Ben olmadan uyuyamayan bir kadına deli divane olduğumdan dolayı onun evinde kalıyordum. “Baktığım tek bebek artık sen değilsin abim.” Sırıtarak burnunun ucuna minik bir fiske vurduğumda kıkırdadı, o benim minik bebeğimdi bu değişmeyecekti ve artık bir bebeğim daha vardı.
Umay’ım da benim minik bebeğimdi. Korku salan, namıyla herkesi titreten güçlü bir savaşçı olmasına rağmen o da benim minik bebeğimdi. Bu bende böyleydi ve değişmeyecekti. “İyi sen git diğer bebeğinle ilgilen.” Eda bana sahte bir trip atarak saçlarını savurarak eve girdiğinde arkasından gülmekle yetindim. Umay’ı gerçekten kıskanmadığını elbette biliyorum ve zaten kıskanmadığı tek kadın da Umay olmuştu. O eve girince her ne kadar aklım yine onda kalsa o itin yanına geleceğini bildiğim için tekrar arabaya bindim.
Akınalp onun yanında olduğu sürece endişem daha da az oluyordu yani itiraf etmesem de o ite güveniyordum ama ne zaman ne olacağı belli değildi ve bir anda gelen ayyıldıza sarılmış tabutu ile kardeşimi mahvedebilirdi. Bu yüzden askere gönül emanet edilmezdi işte.
Bu düşüncelerden kurtulup arabayı çalıştırıp Umay’ın evine sürdüm arabayı. Eve geldiğimizde valizleri eve çıkardık ilk önce Umay duşa girerken ben salonda oturup bir sigara yaktım, bakışlarım evin içinde dolaşırken gözüm sehpanın üzerinde duran resim defterine kaydı. Ona aldığım resim defterini yanından ayırmıyordu ve içinde ne olduğunu çok merak ediyorum, aslında sadece birkaç sayfasını biliyorum ama devamını bilmiyorum ve merakımı körüklüyor. Belki bir gün bana resim defterini gösterirdi ama o zamana kadar içimdeki bu merakla yaşayacaktım ve bu bana zevk veriyordu. Onu merak etmeyi bile seviyorum.
Umay duştan çıktığında bakışlarım yine kurutmadığı saçlarına kaydığında istemsizce gülümsedim, saçlarını kurutmayı sevmiyordu ama ıslak kalırsa hasta olacaktı. O yüzden bu görevi ben üstlenmiştim ve saçlarını ben kurutuyordum bu yüzden sigaramı küllükte söndürüp gidip kurutma makinesi ve tarak ile geldim salona. Koltuğa yan bir şekilde oturduğunda bende arkasına oturdum, önce havluyla saçlarının ıslaklığını alırken onun güzel sesi doldurdu kulaklarımı. “Hiç bıkmayacak mısın?” Gülümsediğimde görmese de başımı olumsuz anlamda salladım. “Ne mümkün?” O ve onunla ilgili herhangi bir şeyden bıkacağımı düşünüyorsa fena halde yanılıyordu, öyle bir ihtimal yoktu.
Saçlarını kuruttuktan sonra tarayıp bende duşa girdim sıcak suyla bedenim gevşerken hızlı bir şekilde duşumu bitirip çıktım. Salona geldiğimde onu göremeyince mutfaktan gelen kokularla mutfağa ilerledim, kahvaltı sofrasını görünce kaşlarım etkilenmiş bir şekilde kalktı. Yemek yapmayı da öğrenmişti artık.
“Bana hayran hayran bakmayı bırakıp sofraya oturmaya ne dersin yüzbaşı?” Onunla ilk tanıştığımız zamanlardaki gibi benimle dalga geçince sırıttım.
“Hayran hayran baktığımı nereden biliyorsun deli yürek?” Onun yaptığı gibi onunla dalga geçerken geçip sofraya oturdum bu oyunumuz bize ilk zamanlardaki hallerimizi hatırlatınca istemsizce gülümsedim. “Ben bilirim.”
“Sen her şeyi bilirsin zaten yüzbaşım.” Omzunun üstünden gözlerini kısarak bana baktığında sırıttım, göz kırptığımsa ise o gülümsedi ve bakışlarım yine o güzel gülümsemesine kaydı.
En sonunda çayları getirip bardaklara doldururken bana bakarak cilveyle sırıttığında yutkundum, benim üzerimde olan etkisini biliyordu ve uğraşmak hoşuna gidiyordu. Benim ise kalbime kriz geçirtmeye yemin etmiş gibiydi. Geçip karşıma oturduğunda kahvaltı etmeye başlamıştık ki romantik anımız elbette bölünmüştü ve bunun sebebi çalan zil oldu. Umay kalkıp kapıyı açarken ben huysuz bir şekilde ağzımdaki ekmeği çiğnedim, ne günah işledim bilmiyorum ama en acilinden büyük bir tövbe edeceğim. Yoksa uzun süren bir romantik anımız olmayacak.
Ben çayımı yudumladığımda içeriye girenleri görünce o da boğazımda kaldı. “Komutanım, günaydın.” Neşeyle içeriye giren Kartal ve Pençe timini gördüğümde ters ters onlara baktım, bu ibneler yüzünden romantik anlarımız sürekli bölünüyordu bir gün elimde kalacaklar.
“Ne işiniz var lan sabahın köründe burada?” Tamam belki sabahın körü olmayabilirdi ama sabahtı ve ben sabah kahvaltımı bunlarla yapmak istemiyorum. “Bizde sizi çok özledik komutanım.” Günay’a ölümcül bakışlar gönderdiğimde sustu, mantıklı bir karardı. “Komutanım valla döndüğünüzü öğrendik dedik hemen gelip özlem giderelim.” Turgut bize bakarak konuşurken Kutay’da başını sallayarak sessizce onu onaylıyordu.
“Görüşmeyeli sadece üç gün oldu biliyorsunuz değil mi?” Umay’ımın çok makul sorusu ile asla makul olmayan bir cevap verdiler. “Çok uzun işte.” Gerçekten mi der gibi olan bakışlarımı onlara gönderirken bakışlarım buraya zorla getirildiği yüz ifadesinden haykıran Uraz’a kaydı, o da bana baktığında ikimiz de birbirimize seni anlıyorum bakışları attık. “Umay abla!” Doğan’ın iki çocuğu bağıra bağıra koşup Umay’a sarıldıklarında gülümsedim. “Siz daha yeni mi kahvaltı yapıyorsunuz?” Cemre’nin sorusu ile bakışlarım ona döndü. “Yeni geldik o yüzden yeni yapıyoruz kusura bakmayın.” Benim huysuzluğuma göz devirdi. “Eda da yeni geldi o nasıl yaptı kahvaltısını?” Bakışlarım canım kardeşimin yanında, dibinde, birbirine temas ettiği şekilde duran dangalağa kaydığında ölümcül bakışlarımı ona gönderdim, o korkuyla yutkunurken ben istifimi bozmadım.
“Bilmem, yaptırana sormak lazım.” Benim tehlike saçan sesimle birlikte Akınalp ecel terleri dökmeye başladığında içimden zevkle sırıttım, burnundan getirecektim. Herkes gülmemek için kendini tutarken ben kahvaltıma devam ettim. “Çok misafirperversin.” Pınar abla kahvaltı masasına otururken bana bakarak imalı sesle konuşurken başımla onu onayladım. “Bende öyle düşünüyorum bu kadar misafirperverlik fazla bundan sonra daha az misafirperver olmayı düşünüyorum.” Umay’ım benim sözlerimle kıkırdadığında bakışlarımı ona çevirdiğimde gülümsedim, gülüşünü çok seviyorum.
“Siz düşünmeyin bence komutanım.” Bakışlarımı Doğan’a çevirdiğimde bakışlarım masadaki bıçak ve Doğan arasında gidip geldiğinde o da bıçağa baktığımı görünce yutkundu. “Şu iki çocuğuna dua et Doğan.” Doğan gidip iki çocuğunu da öptüğünde herkes gülerken ben kahvaltıma devam ettim. “Birlikte vakit geçirmeyeli çok oldu pikniğe gidelim diyoruz komutanım.” Atakan herkese bakıp sonra Umay ve bana bakarak konuştuğunda omuz silkerek ilk cevabı ben verdim. “Gidin o zaman.” Şayet ben deli yürek ile vakit geçirmek istiyordum. “Yok işte siz de geleceksiniz ki hep beraber geçirelim komutanım.” Bakışlarım Çetin’e döndüğünde o bana tereddüt dolu gözlerle baktı ağzını açtığı için çoktan pişman olmuştu.
“İnsanlara Ebu Cehil gibi davranmayı kes, geliyorsun Göktürk.” Bakışlarım Metehan’a döndüğünde tabi ki gram korkmadı, bu adamla aynı rütbede olmak bazen o kadar canımı sıkıyordu ki. “Sen kime emir veriyorsun lan? Gelmiyorum hiçbir yere.” Önüme dönüp kahvaltımı yapacakken Umay’ın küçük çocuk gibi masum masum bana baktığını gördüğünde yutkundum. Bana o şekilde bakmamalıydı zira bir bakışıyla her şeyi yaptırabilirdi.
“Ben sizi ikna edebilecek birini tanıyorum komutanım.” Bakışlarımı Emir’e çeviremiyordum çünkü bana bakan bir çift grinin mavi çizgileri belirginleşirken benim kalbim hız sınırını çoktan aşmıştı. “Emir askeriye de karşıma çıkma Emir.” Umay’a bakarken Emir’i tehdit etmemle o güldüğünde bende istemsizce gülümsedim. Ama artık bana bakmayı bıraksa iyi ederdi zira o ben bakışlarımı onun güzel gözlerinden çekmiyordum, resmi olarak büyülenmiştim ve bunu seviyordum.
“Kaç gün daha bakışırsınız?” Uraz’ın makul sorusu ile herkes kahkaha attığında bizim gözlerimiz hala birbirine kilitlenmişti, karşımdaki hanımefendi o güzel gözleriyle bana bakmayı keserse bugün bitirebilirdik. “Bana o şekilde bakmayı kesmediğin sürece gözlerimi senden alamam.” Umay söylediklerimle sırıtırken üzerimdeki etkisini kullanmaya devam ederken bende istemsizce sırıttım. “Yani belki bir piknik fikri kötü olmayabilir.” Bakışlarını üstümden çektiğinde bende sonunda önüme dönebildiğimde ayımdan bir yudum aldım onun da soğuduğunu görünce yüzümü buruşturdum. “Kalkın gidiyoruz.” Metehan kahkaha atmaya başladığında ters ters ona baktım o ise daha fazla kahkaha attı, zevk alıyordu ama o zevki onun götüne sokmak gibi çok güzel fikirlerim vardı. “Ne oldu lan? Gelmiyorum hiçbir yere diyordun en son.” Metehan daha fazla kahkaha attığında oturduğum yerden kalkıp yanına gittim bir elimi omzuna attığımda omzunu sıktım uyarı niteliğinde. “Bak kardeşim benimle uğraşma senin vaziyetini de biliyoruz.” Sare dünya düz dese evet diyecek adam gelmiş burada benimle dalga geçiyordu.
“Ben reddetmiyorum ki kardeşim hanım ne derse o. Büyük konuşup sonunda götünde patlayan sensin.” Metehan, Berat ve Kaan’ı fark ettiğinde sırıtışı hafifçe solsa da hala aynı yerinde dururken ben ona baktım, şu an ortamda çocuklar ve kadınlar olmasa çok güzel sövecektim ama sövemiyordum bu yüzden gözlerine baktım. Kardeşim de anladı ve daha çok sırıttı. “Benimle ok dalga geçmiştiniz komutanım hem ondan oluyor bunlar.” Doğan’ın sözleriyle herkes kahkaha attığında ben sessizliği korudum, bunların elbette bir geri dönüşü olacaktı sadece zamanlarını beklemeleri gerekiyordu.
“Komutanım valla helal olsun karşınızda kimse duramıyor.” Oğuz’un Umay’a söyledikleriyle hepsi gülerken ben sonradan bunlara çektireceğim işkenceleri düşünüyordum gazabıma uğrayacaklardı. “Sonuna kadar arkandayım Umay.” Eda, Umay’a tam destek verirken ben istemsizce sırıttım beni yenmesi konusundaki desteği göz yaşartıcıydı. Ve ben Umay’a yenilmeyi de seviyorum.
“Valla askeriyede Göktürk Komutanımın gazabına uğrayacaksınız bunu bildiğimden ağzımı bile açmayacağım bu konuda.” Ege’nin sözleriyle gururlu bakışlarım ona döndü. “Akıllı adamın hali bir başka oluyor.” Diğerleri susarken Ege otuz iki diş sırıttı. Bakışlarım yine Akınalp’e denk geldiğinde ona ölümcül bakışlar attım. “Komutanım terörist miyim niye bana öyle bakıyorsunuz ya?” Terörist olsa işime gelirdi en azından kafasına sıkardım ama dağda bana lazım olan bir adamdı. “Saçma sapan konuşup benim canımı sıkma lan.” Konuşunca bile ağzını yüzünü dağıtasım geliyordu o yüzden sussa iyi ederdi. “Emredersiniz komutanım.”
“Ee ne yapıyoruz şimdi?” Sare’nin sorusu ile tüm bakışlar ona döndü. “Pikniğe gidiyoruz!” Bizim yerimize coşkuyla cevap veren Kaan ve Berat olduğunda Pınar itiraz etti. “Olmaz hazırlığımız yok ayrıca geç kalırız.” Kadınlar birbirlerini oyalarken tüm erkekler olarak birbirimize boş bakışlar attığımızda geri zekalı olup olmadığımızı sorguladık. “Daha öğle olduğu yok hazırlığı iki güne yapmayacaksanız akşama mangal yapabiliriz diye düşünüyorum.” Yine tüm kadınların bakışları bana döndüğünde ben boş bakışlar atmakla yetindim, erkek beyni düz çalışırdı bize o şekilde bakarak onları anlamamızı bekliyorsa imkanı yoktu. Yani Umay’ı bakışlarından anlayabilirdim ama yeteneğim o kadarla sınırlıydı. “Mangalın kömürü alınacak, etler alınacak, hazırlık yapılacak ve şu saatten sonra bir piknik alanında yer bulma ihtimalin sıfır.” Pınar her şeyi tek tek saydığında Metehan konuştu bu sefer. “Kömürü, eti yolda giderken marketten alırız piknik alanına da gitmemiz şart değil yani buluruz bir yer.” Yani giderdik ormana oturur yerdik yani.
“O zaman biz hazırlıklara başlayalım.” Cemre’de coşkuyla gaza geldiğinde başımızla onayladığımızda bizi mutfaktan kovduklarında salona geçip oturduk. “Komutanım bir şey soracağım.” Başımla sor der gibi Turgut’u onayladım. “Elma kırmızı mı olur yoksa yeşil mi?” Gerçekten mi soruyor yoksa dalga mı geçiyor diye baktım ama gerçekten sorduğunu görünce derin bir nefes verdim, dalga geçmesini tercih ederdim. “Sus Turgut.” Bizim iki çocuk hala yanımızda olduğundan dolayı bu kadarıyla yetindim, ama sonra bol bol sövecektim. İnanılır gibi değil çünkü, elmanın rengini tartışıyor adam.
“Emredersiniz komutanım.” Ortamda saniyelik bir sessizlik olduğunda bölünmesi çok uzun sürmedi bizim iki çocuk Metehan’a bilek güreşinde meydan okuduklarında onlar güreş yaparken ben nereye düştüğümü sorguladım. Ulaştığım sonuç ise Umay ve benim tim kurmakta ne kadar iyi ve ne kadar berbat olduğumuzdu, zira böyle seçme adamları bulmak ve bir de bir araya getirmek anca bizim becerebileceğimiz bir şeydi.
Akınalp oturduğu yerden kalktığında ölümcül bakışlarım ona kilitlendi. “Nereye gidiyorsun lan?” Gözümün önünde olması daha iyiydi en azından Eda’dan uzak olduğunu biliyordum, diğer türlüsü riskliydi. “Mutfağa komutanım.” Akınalp tereddütle bana bakarken ben aynı sakinliğimle tek kaşımı kaldırdım. “Sebep?” Eda’ya sırnaştığı her an topuğuna sıkmak istiyorum bu adamın. “Susadım.” Bizimkiler gülmemek için kendini tutarlarken garip sesler çıkardığında ben gözlerimi kısarak Akınalp’e baktığımda mesajı alınca başımla git der gibi bir hareket yaptım. Sinirim bozuluyordu, korumacı içgüdülerim bunun yüzünden tavandan inmiyordu.
Kısa sürede hazırlıklar tamamlandığında bizde çıkmak için hazırlandık piknik sepetlerini arabalara taşıdıktan sonra yola koyulduk. Yarış yapmak gibi yine güzel fikirlerimiz vardı ama yolu sadece ben bildiğim yani bildiğim bir yere götüreceğim için bu plan suya düştü.
*********
Piknik alanına geldiğimizde buranın orman gibi bir arazi olduğunu gördük aynı zamanda bir dere vardı ve biz derenin biraz uzağında bir meşe ağacının altına kurulmuştuk. Kilimleri yere serdiğimizde bizimkiler hamağı kuruyordu akşam yemeğine daha vaktimiz olduğundan eğlenmeyi tercih ettik.
Hamak kurulduğunda Uraz hamağa kurulup bizimle olan irtibatını keserken biz voleybol oynama kararı aldık, bir file olmadığından dolayı yuvarlak şeklinde oynayacaktık.
Voleybol oynarken top dereye düşünce hepimiz kim alacak diye birbirimize baktık derede akıntı olmaması şansımızaydı ki top öylece suyu ortasında duruyordu. Topu almaya Ayberk gittiğinde içimdeki şeytan beni dürtünce bende peşinde gidip o topu alacakken arkasından dereye itecektim. En azından planım bu yöndeydi ama bunun tersine dönmesi sadece saniyeler döndü. Ayberk bir anda arkasını dönüp belimden kavradığı yer değiştirdiğinde bu sefer derenin dibinde olan bendim, Ayberk eğilmeme sebep olduğunda saçlarım omuzumdan dökülüp derenin suyuna değerken ben geniş omuzlarına tutundum.
Plan güzeldi ama sıkıntı onun Göktürk Komutan olduğunu unutmuş olmamdı.
“Arkamdan mı vuracaktın, cık, cık. Kırıldım.” O benimle dalga geçerken diğerleri arkada gülerken benim derdim dere ile fazla yakın olmamdı. “Yok canım ne alakası var? Ben yapar mıyım hiç öyle şeyler ayıp ediyorsun.” Paçamı kurtarmaya çalışırken o zevkle sırıttı ama benim lakabım da deli yürek ise ben bunun intikamı alırdım. “Ama yapıyormuşsun gibi geldi.” Ayberk beni biraz daha eğip dereye daha da yaklaştırdığında derenin ortasında nazlı nazlı süzülen topla göz göze geldim. Bakışlarımı tekrar Ayberk’e çevirdiğimde zevk dolu sırıtışı sinirlerimi bozuyordu ama gamzelerine aşığım.
“Sana öyle gelmiş ya ben yapmam öyle şeyler, hakkım yeniyor burada.” Diğerleri arkada Ayberk’in beni kıvrandırmasına gülerken Ayberk’te kahkaha atmamak için kendini tutuyordu biliyorum. “Diyorsun?” Beni biraz daha eğdiğinde omuzlarına daha sıkı tutundum altı üstü adamı suya itecektim biraz gülecektim şimdi halimize bak, şu saatten sonra böyle işlere kalkışmayacağım demek isterdim ama maalesef akıllanan biri değilim. “Diyorum.” Ayberk sırıtırken diğerleri arkada halime kahkaha atarken gözlerimi kısarak Ayberk’e baktım, altta kalacağımı sanıyorsa fena yanılıyordu. Ona bakarak sırıttığımda kendimi suya attım ve onu da kendimle beraber suya düşürdüm, ikimizde saniyeler içinde suya düştüğümüzde derin olmayan suyun yüzeyine çıktık. Ayakta dururken kafamız suyun üstünde kalıyordu Ayberk’in yeşilleri üstümdeyken ben ona sırıtarak baktım. “Lakabımın hakkını veriyor muymuşum Göktürk?” Aramızda ilk zamanlarda geçen bir diyalogdu bu bana lakabının hakkını verebiliyor musun bakalım demişti. Bunu hatırlatmamla başını olumsuz anlamda sallayarak güldü. “Sonuna kadar veriyorsun deli yürek.” Bizimkiler sırıtarak yanımıza geldiklerinde Ayberk suyun içinden belimi kavradığı gibi kendine çektiğinde bedenim onun bedenine yaslandı.
“Altı üstü bir top alacaktınız komutanım ya.” Turgut’un isyanı ile Kutay ona bakıp benim biraz önceki şeytani gülüşümü gönderip arkasından onu suya ittiğinde Turgut suyu boyladı ve bizi tekrar ıslattı. “Sen al o zaman.” Kutay’ın sözleriyle kahkaha attığımızda Turgut suyun yüzeyine çıktı, gerçi buna yüzeye çıkmak da değildi su onun göğsüne geliyordu adamda boy vardı yani. “Sen kendin mi gelirsin yoksa ben mi sokayım?” Turgut, Kutay’a ölümcül bakışlar atarken Kutay dereden uzaklaşarak gelmeyeceğini belirtti.
“Bende! Bende!” Kaan ve Berat suya girmek için zıpladıklarında Doğan hiç düşünmeden ikisini de suya itti, Kaan ve Berat için su derindi ve onlar yüzme bilmiyordu. “Doğan!” Pınar’ın bağırışı ile tam suya girecekti ki Doğan engel oldu ona. “Dur çıkarlar şimdi.” Benim bakışlarım suyun içinde çırpınan Kaan ve Berat’a döndüğünde onları kurtarmama Ayberk engel oldu. Boğulacaklar! Bilmem farkında mıyız!
“Doğan çocuklar yüzme bilmiyor nasıl çıksın!” Pınar abla haklı isyanına devam ederken bizi şaşırtan Berat ve Kaan oldu ikisi de suyun yüzeyine çıkıp batmadan suyun yüzeyinde kalınca tuttuğum nefesimi verdim. “Bak gördün mü? Yüzme öğrenmiş oldular hem, çabasız.” Berat ve Kaan yuttukları suyu öksürerek çıkarırken Doğan’ın rahatlığına şokla bakakaldım. “Doğan sen benim kalbime indireceksin.” Pınar’ın sesinden korku ve şaşkınlık fışkırırken Doğan ona çapkın bir gülümsemeyle baktı. “Bu bir iltifat mı?” Hepimiz kahkaha attığımızda Pınar, Doğan’ın koluna vurdu yeterli bir cevaptı.
Berat ve Kaan sanki az önce bir ton su yutmamış, ölümden dönmemiş gibi suyun içinde oynayıp birbirlerini ıslatmaya başladıklarında güldüm. “Gel ulan buraya.” Turgut ve Kutay kenarda kendi hallerinde boğuşmaya devam ederken benim bakışlarım yeşillere döndü, o ise zaten bana bakıyordu. Kalbim yine ritmini şaşırırken gamzelerini gözlerimin önüne serdiğinde daha da ritmi şaşırdı. “Sudan çıkmayı düşünüyorsanız yemek hazırlıklarına başlayalım ama istiyorsanız orada da yiyebilirsiniz.”
Eda’nın sözleriyle bakışlarımız ona döndüğünde o yemek hazırlıkları için saçlarını savura savura gitti. Burada bize laf söylemekten çekinmeyen sadece iki kişi vardı; biri Metehan diğeri ise Eda’ydı. Ben sudan çıkmak için hareketleneceğim sırada büyük bir su topu üstümde patlamış gibi tekrar ıslandığımda Kutay’ın haykırışını duydum. “Lan!” Omzumun üstünden arkama baktığımda Turgut’un Kutay’ı suyun içine düşürdüğünü ve boğmaya çalıştığını görünce kahkaha attım. Sare, Metehan’a şeytani bir gülüşle bakarken Metehan bundan haberiz suyun içinde boğuşan Turgut ve Kutay’a bakıyordu. Bakışlarımı hissetmiş gibi Ayberk’e çevirdiğimde Sare’yi onun gaza getirdiğini gördüm. “Ayberk.” Uyardığımda sırıtarak bana döndü.
“Ölürüm sana. Bırak itsin ya iki dakika eğlenelim.” Ayberk başıyla Sare’ye onay verdiğinde Sare onu ittiğinde Metehan dengesini koruyamadan suyu boyladığında bir posta daha ıslandık, sabah duş almasak da olurmuş. Metehan kafasını sudan çıkardığında Sare’ye baktı masum masum. “Oluyor mu böyle yavrum? Deseydin zaten atlardım.” Hepimiz kahkaha attığımızda Metehan, Sare’ye bakarak göz kırptı. “Yeter artık çıkın sudan hasta olacaksınız.” Pınar annelik görevini tekrar üstlenip hepimize annelik yaparken ben arkada boğuşan Turgut ve Kutay’a baktım, güreşiyor gibi de görünüyorlardı.
“Bence Turgut alır.” Oğuz elini Çetin’in omzuna atmış boğuşmalarını izliyordu. “Alır komutanım.” Çetin onu desteklerken onları desteklemeyen Ege’ydi. “Kutay komutanım alır bence komutanım.” Ege’yi destekleyen ise onun omzuna kolunu yaslamış Emir’di. “Çaylak haklı.” Biz burada eğlenirken onlarda kenarda kim alır diye konuşuyorlardı ama ben sonucu şimdiden söyleyeyim ikisi berabere gelecekti. Bu hep böyle olmuştu bu ikisi ne zaman dövüşse, güreşse hep berabere kalıyorlardı yine öyle olacaktı.
“Ay canım çekti şu an bende mi girsem suya?” Cemre’nin kararsız bakışlarını görünce sırıttım bugün şeytan dibimde çok dolaşıyor. “Gel gel.” Onu davet ettiğimde Günay yutkundu yaşın yanında kuru da yanacaktı. Atakan ile Akınalp birbirine yaslanmış herkesi inceliyorlardı, durum kritiği yapıyor olmalılardı. “Gelsem mi ya?” Cemre hala kararsız kalırken Beren hiç tereddüt etmeden onu suya ittiğinde biz bir posta daha ıslanırken Cemre suya gömüldü, Beren düz bir ifadeyle bize bakarken yine düz bir sesle konuştu. “Kararsızlıktan nefret ederim.” Makul bir açıklamaydı, kabul edildi.
Cemre suyun yüzeyine çıktığında Beren’e yapılır mı bu bakışları atarken Pınar hepimizi gözetliyor annelik görevini sonuna kadar icra ediyordu. “Ben sudan çıkın diyorum siz giriyorsunuz, çıkın şu sudan delirtmeyin beni.” Emir büyük yerden gelince el mecbur çıkmaya mahkumduk, Cemre hepimizden önce çıktığında ardından Metehan karpuz atar gibi önce Berat’ı sonra da Kaan’ı, Doğan’a attı. Doğan da tuttuğunda karpuz taşır gibi sudan çıkarmalarını eli kalbinde izledi Pınar, kadını gencecik yaşında yaşlandıracaklardı. Metehan sudan çıktığında diğer ikisi hala arkamızda boğuşurken sudan önce ben çıktım sonra ise Ayberk, bizden sonra ise zorla ayırdığımız Turgut ve Kutay.
Sırılsıklam olduğumuz için hepimizin kıyafetleri üstümüze yapışmıştı, beyaz tişörtüm üstüme yapışıp iç çamaşırımı kabak gibi ortaya serdiğinde derdim bu değildi. Zira Ayberk’in tişörtü üstüne yapışmış ve baklavaları kabak gibi ortadaydı ve malum daha fena bir beydi şu an. Metehan’ın, Turgut’un, Kutay’ın da baklavaları kabak gibi ortaya serilirken benim bakışlarım yeşillerle denk düştü. Yoğun bakışları ve dudağının köşesindeki minik sırıtışı zaten ritmini şaşırmış olan kalbime hiç yardımcı olmadı.
“Bir şey diyeceğim, biz ne giyeceğiz?” Turgut’un makul sorusu ile bir sessizlik oluştu ama neyse ki ben önlemimi almıştım. Ayberk gideceğimiz yerde derenin olduğunu söyleyince olabilecekleri öngörmüş bu yüzden fazladan yedek kıyafet almıştım. Metehan kendi arabasına gidip arabasındaki yedek kıyafetleri giyerken bende benim arabaya ilerledim. Arka kapıyı açtığımda koltukta duran spor çantayı açıp Turgut ve Kutay’a kıyafet verdim, onlar bir ağacın arkasında giyinirken bizde arabanın arkasında giyinecektik. Ayberk’in ve benim kıyafetlerimi çıkardığımda kıyafetlerini ona uzattım. O ise beklemediğim şeyi yaparak tişörtünü çıkardığında karşımda üstsüz kalınca bakışlarım istemsizce vücuduna kaydı, çekincem yoktu inceleyesim de vardı. Bakışlarım tekrar yeşilleri ile denk düştüğünde yine o sırıtışı vardı dudaklarında ve göz kırparak kalbimin ritmini daha da bozduğunda belimden tutup beni kendine çekti. Omuzlarına tutunduğumda o kafasını eğerken ben kafamı yukarı kaldırdım yüzlerimiz arasında santimler varken romantik anımızı bölen Metehan oldu.
“Oyalanma Göktürk!” Sesinden sırıttığı belli olurken Ayberk umursamayarak başını biraz daha eğmişti ki Günay’ın sesi ile bakışlarımı aynı anda ona çevirdik. “Komutanı-” Bizi görünce birkaç saniye donakaldı. “Ben Cemre için kıyafet var mı diyecektim.” Günay, Ayberk’e bakıp yutkunduğunda ben gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda Ayberk’ten ayrılıp çantadan kıyafet çıkardım, resmen hepimize yetecek kadar kıyafet getirmiştim. “Senin geleceğin zamanı döndürüp sana sokacağım Günay.” Ayberk’in sevgi dolu sözcükleri eşliğinde kıyafetleri Günay’a uzattığımda anında alıp toz oldu.
Bende üstümdeki tişörtü çıkardığımda Ayberk’in dudakları aralandığında bunu yapmamı beklemiyor olmalıydı ama arsız olan hep o olamazdı, değil mi? Tam tekrar bana doğru bir adım atacakken onu durdurup üstümü giydim. “Birazdan çağırmaya gelecekler Göktürk.” Açıklamamın doğru olduğunu bildiği için Günay’a sarf ettiği sevgi sözcükleri eşliğinde üstünü değiştirdi.
Hepimiz üstümüzü değiştirip işe koyulduğumuzda biz yemekleri hazırlarken diğerleri mangalı yaktılar ve onda da didiştiler. “Mangal öyle yellenmez.” Emir, Ayberk ve Metehan’a bakarken o ikisi Emir’ ölümcül bakışlar gönderdi. “Çok mu biliyorsun lan?” İkisi de senkronize bir şekilde konuşurken sırıtarak önüme döndüm ve salatayı hazırlamaya devam ettim. Ben işimizi bitirdiğimde sofra hazır olduğunda etler de neredeyse pişmek üzereydi Metehan, Sare’ye, Günay, Cemre’ye et yedirirken ben bu toplu romantikliğe katılmak yerine geldiğimizden beri uyuyan Uraz’ı uyandırmak için onun yanına gittim.
Hamağın başında Azrail gibi dikildiğimde ona seslendim. “Uraz kalk geldik.” Hiçbir tepki vermediğinde gözlerimi kısarak ona baktım, bordo bereli olduğunda uykusu tüy kadar hafifti ve beni duyduğunu biliyorum. “Lan kalksana.” Kibarlığım tüm benliğimi ele geçirdiğinde tek gözünü açtı, diğer gözünü açması için küfür etmem lazımdı galiba. “Yemek hazır mı?” Çirkefliğim tuttuğunda başımı olumlu anlamda salladım. “Evet paşam her şey hazır bir de gelinsiz kontrol edin, eksiğimiz varsa affola.” Yattığı yerden kalktığında başımı kaldırmak zorunda kaldım malum kendisi iki metreydi. “Eksik kabul etmem.” Tüm heybetiyle yanımdan geçip gittiğinde arkasından baktım, şu adamdaki rahatlıktan herkese lazımdı.
Hepimiz oturup yemek yerken bakışlarımı yanımda oturan Uraz’a çevirdim. “Suya düştük.” Dedim kısaca yaşadığımız saçma olayı nasıl anlatacağımı da bilmiyorum yani. Beni şeytan dürttü Ayberk’i itecekken kendim riske düştüm sonra ikimizi de suya düşürdüm, Kutay, Turgut’u itti, Turgut, Kutay’ı suya çekti. Doğan çocukları suya itti, Sare, Ayberk’in gazıyla Metehan’ı itti, Beren kararsızlık sevmem diyerek Cemre’yi itti desem çok uzun olacağı için böyle kısa kesmiştim. Uraz sadece başını sallamakla yetindiğinde pek de umurundaymışım gibi durmuyordu. Cidden çok farklı bir kafaydı.
Yemeklerimizi yedikten sonra çaylarımızı içtik sonrasında tekrar bu sefer ıslanmadan oyun oynadık ve günü bitirdiğimizde hepimiz evlerimize döndük. Yeterince ıslanmalı, eğlenceli bir gün olmuştu bu yorgunluk hepimize yeterdi.
*********
Arkadaşlarrr yeni bölümle yine karşınızdayım bu sefer eğlenceli bir bölümdü, Kartal ve Pençe timinin yine bir arada olduğu bir bölümdü bir sonraki bölümde de iki timin birlikte oldukları sahneleri okuyacağız bu da benden size minik bir sopiler. Ben lafı daha fazla uzatmayayım yorumlar sizlere ait, oy vermeyi ve ailemizin bir parçası olmayı unutmayın. Geceleriniz iyi olsun. Öpüldünüzzzz>>>>
**********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.83k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |