

Görev reddedilmez vatan terk edilmez, uruğun cellatları bizde börü bitmez.
***
Dünü eğlenceli ve mutlu bir şekilde bitirmiştik bir arada olduğumuzda acılarımızı birkaç dakikalığına da olsa unutup gülebiliyorduk ve bu çok kıymetliydi. Kaybettiklerimizin acısını çekerken bir daha sevdiğimiz kimseyi kaybetmemek için birbirimize daha sıkı tutunurken hayata devam edebilmek zor ama kıymetliydi. Hayata beraber devam edebilmek kıymetliydi.
Bu düşünceleri bir kenara bırakıp yataktan çıktım ve kısa bir duş alıp hazırlandım Ayberk ile birlikte evden çıkıp askeriyeye gittik, gider gitmez ise görev için çağırıldık. Harekat odasının önüne geldiğimizde hem Kartal hem Pençe timinin çağırılmasından dolayı büyük ve önemli bir operasyon olacağı belliydi. İçeriye girdiğimizde Cahit albayın karşısında asker selamına durduk başıyla selamı aldığında oturmamızı işaret eden bir hareket yaptı. “Rahat, oturun.” Yarımız ayakta kalırken masaya oturmuş projeksiyonun önündeki Cahit albaya bakıyorduk. “Kartal ve Pençe timi birlikte göreve gideceksiniz. Bu görev önemli ve riskli bir görev bu yüzden en iyi iki tim olarak siz gideceksiniz.” Cahit albay projeksiyona iki teröristin resmini yansıtırken inceledim, biri kadın diğeri erkekti. Kadının kirli saçları omzuna kadar geliyordu kirli yüzü bakanın midesini bulandırırken tahmini kırk yaşlarına yakındı, diğeri ise sakalları uzun ve kirli olan yine kirli saçları dağılmış, kirli yüzü ile bakanın midesini bulandıran kırk yaşlarında bir erkekti. “Muaz Bin Cebel ve Zozan. Bu ikisi kırmızı listede aranan teröristler ve örgütte önemli bir konuma sahipler, Zozan kadın olduğundan dolayı örgütte bir yeri yok ama Muaz’ın sağ kolu. Ve Muaz örgütün önemli adamlarından biri yani dolaylı yoldan Zozan da bizim için önemli, ikisini de sağ istiyorum.” Cahit albay masanın önünde dikilmiş bize açıklama yaparken bizim bakışlarımız arkasında projeksiyon ve onun arasında gidip geliyordu. “Bir eylem planlıyorlar ve büyük bir eylem ne planladıklarını bilmiyoruz. Ama aldığımız istihbara göre bu sefer gerçekten kalabalıklar, yüz kişilik bir gruptan bahsediyoruz. Bu görevi başarılı bir şekilde tamamlarsanız örgüte ağır bir darbe vurmuş olacağız.” Projeksiyonda harita açıldığında bakışlarımız haritaya döndü, Cahit albay projeksiyonun yanına giderek açıklama yapmaya devam etti.
“Bu yoldan gidecekleri bilgisini aldık, burası bir terör bölgesi olduğundan rahat hareket edip yüz kişiyle geçecekler. Önümüzdeki yirmi dört saat içinde geçeceklerini biliyoruz o yüzden siz şimdi gidecek ve o yirmi dört saate girmeden hem keşif yapıp hem de görev planlamasını ayarlayacaksınız. Sizi buraya bırakacağız ve sizi alacağımız konum burası olacak.”
Önümüzde on iki saat vardı yirmi dört saatin içerisine girmemize ve bize fazlasıyla yetecekti. “İki tim ayrı ayrı gidecek Pençe timi bu konuma, Kartal timi bu konuma inecek. Dönüşte iki timi de aynı noktadan alacak helikopterler.” Pençe timi güzergahın ortasına, Kartal timi ise güzergahın başına iniş yapacaktı bu şekilde hem keşif yapmış olacak hem de bize hız kazandırmış olacaklardı. Cahit albay açıklama yapmayı bırakıp bize döndü ve kollarını göğsünde bağlayarak bize baktı. “Göreviniz ele başları hariç tüm teröristleri etkisiz hale getirmek, sizlere güveniyorum. Kimse al bayrağa sarılı bir şekilde gelmeyecek buraya, çizik dahi almayacaksınız.” Cahit albay konuşmasını bitirdiğinde hepimiz ayaklandık ve asker selamına durduk. “Emredersiniz komutanım.” Cahit albay başıyla bir onay verdiğinde bakışları benim ve Ayberk’in arasında gidip geldi sonrasında ise Ayberk’te kaldı. “Operasyon yöneticisi Göktürk, emir komuta sende.” Ayberk emri aldığında hepimiz harekat odasından çıktık ve hazırlığımızı yapmak için hangarlara yöneldik.
Kaskımı da takarak hazırlığımı tamamladığımda bakışlarımı hazırlanmayı bitiren timime çevirdim. “Eksiksiz ve çizik dahi almayacaksınız, anlaşıldı mı Pençe?” Hepsi asker selamına durdu. “Emredersiniz komutanım.” Verdiğim şehitlerin ardından bu söylediklerimin ciddiyetinin ve öneminin bilincindeydi artık hepsi. Hangardan çıktığımızda yan hangardan da Kartal timi çıktı aynı hizada dururken başımı çevirdiğimde yeşilleri ile denk düştüm. Yüzündeki maske ve başındaki kask yüzünden sadece gözleri görünüyordu, hepimiz aynı durumdaydık. Yeşilleri benim grilerimle denk düştüğünde bakışlarına bir gurur, güç ve sevgi doldu ve bende bu duygularla doldum. Saniyelik ama bize asırlar gibi gelen bir bakışmadan sonra önümüze döndüğümüzde helikopterlere doğru tek sıra halinde koştuk ve bindik. İki helikopterde aynı anda havalandığında görevimiz artık başlamıştı ve bozkurtlar fırtına öncesi sessizliğine büründü.
Helikopter havada olduğu yerde dururken biz aşağıya sarkıttığımız halatlarla ikişer ikişer aşağıya indik, indiğimiz anda güvenlik çemberini oluştururken herkes indiğinde helikopter uzaklaştı. Uraz yanımda diz çökmüşken haritadan konumumuza ve gideceğimiz yöne baktığımızda bakışlarım ona döndü. “Güzergahlarının her iki tarafına konumlanacağız ben yolun üstünde duracağım, onlar durduğunda ise siz onları kıskaca alacaksınız.” Uraz başıyla onayladığında bizim planımız ve konumlarımız hazırdı Kartal timi ise sonradan bize katılacaktı onların planını bilmiyorduk ama sıkıntı çıkmayacağını biliyoruz. “Pençe, gidiyoruz.” Komutu verdikten sonra ayağa kalkıp silahımı doğrulatarak tetikte ilerlemeye başladığımda onlar da tek tek arkamdan geldiler.
Vaktimiz bol olduğunda dolayı acele etmeden çevreyi keşfederek gelmiştik güneş batmış, ay daha doğmamıştı. Güzergahın her iki tarafına konumlanmıştık, yani en azından timim konumlanmıştı ben yolun kenarında duran büyük kayanın üstüne oturmuş silahımı temizliyordum ve kabak gibi ortadaydım. Saat on bir buçuk gibiydi ve saat on ikide yirmi dört saatlik zaman dilimi başlayacaktı ve biz o zaman dilimi içerisinde onları bekleyecektik. “Şu görevlerde bekleme işini hiç sevmiyorum çok sessiz, çok sakin.” Oğuz’un isyanı ile dudağımın köşesi yukarıya doğru kıvrıldı, sessizlik ve sakinlik pek bizim tarzımız değildi.
“İsyan mı ediyorsun Öztürk? O zaman en çok sesi senden bekliyorum.” Oğuz’u görmesem de sırıttığını biliyorum. “Emredersiniz komutanım.” Sesinden sırıttığı belli oluyordu, yanılmamıştım. “Komutanım size havai fişek desteği sağlayacağız.” Kutay, Oğuz’a destek sağlarken dudağımın köşesi biraz daha yukarı doğru kıvrıldı, laf ediyordum ama kendim gibi delileri de bulabildiğim için mutluyum. Akıllı adam anlamazdı beni, benim kadar olmasa da bana benim gibi deli lazımdı.
“Eyvallah kardeşim.” Silahımı temizlemeye devam ederken Turgut’un sesi doldu kulaklarıma. “Valla komutanım şu rahatlığınızı canım çekti şu an.” Turgut’un konumu beni de görebileceği bir konumdu arada beni kontrol ediyor ve her an olabilecek tehlikelere karşı tetikte bekliyordu. “Sende mi isyan ediyorsun?” Benim soruma saniyesinde düşünmeden cevap verdi. “Yok komutanım, ne haddime?” Turgut en son böyle bir isyanda bulunduğunda ters zamanıma denk gelmiş ve eğitim sahasında bir bedel ödemek zorunda kalmıştı o günden beri bu konuda isyan etmiyordu. “Gerçekten çok sıkıyor beklemek.” Atakan’da olaya müdahil olup isyan zincirini devam ettirirken kaşlarım çatıldı, bunlar niye ilk defa bekliyormuş gibi isyan etmeye başladı? “Atakan senin sesin yüksek çıkıyormuş, kurtlar söyledi.” Atakan tarafında bir sessizlik olurken bizimkiler gülmemek için kendilerini tutarken çıkardıkları sesler doldu kulağıma. “Doğrudur komutanım.” Atakan’ın sesinden bile ettiği isyanın pişmanlığını duyarken sırıttım. “Bir de biz duyalım o zaman sesini.” Anında cevap verdi bu sefer. “Emredersiniz komutanım.” Cidden ses çıkarmak hepsinin hoşuna gidiyordu, sağlam kafayı bozmuştuk.
**********
A.G.
“Günay, rapor.” Düz çıkan sesimle Günay konuştu. “Temiz komutanım.” Hala gelmemişlerdi, beklemeye devam ediyorduk. Helikopterden indiğimizde keşif yapma fırsatı bularak güzergahın başlangıcına yakın olan konumumuza gelmiştik Güzergahın her iki tarafına konumlanırken ben yolun ortasında duruyordum. Geldiklerinde ilk önce uzaktan beni görüp geldiğimizi bilecekler ve tetiğe geçeceklerdi bizim istediğimiz de buydu. Tetikte olmaları, silahı olmaya silah doğrultmazdık. Savunmasız anlarında saldırmazdık düşmanımızın elinde silah yoksa silahı verir öyle çatışırdık bu Türk töresinin bir kuralıydı, mertliğin bir kuralıydı.
“Her seferinde kabak gibi ortada duran sen oluyorsun Göktürk, alınıyorum artık.” Metehan’ın sesi kulaklarıma dolduğunda bıkkın bir nefes verdim, her seferinde aynı kavgayı ediyorduk. Her seferinde benim yerime Metehan geçmek istiyordu ama elbette buna asla izin vermemiştim ve vermeyeceğim. Yolun ortasında duruyordum ve hiçbir siperim yoktu herhangi bir tuzakta kafama isabet eden bir kurşunla ölme riskim vardı ve bu risk yüksekti. Ve bu riski göze kalıp kardeşim dediğim adamı buraya koyacak değildim götündeki kurda sahip çıkıp dizini kırıp oturacaktı. Göz göre göre onu ölümün kıyısına koymayacağım.
“Bazen ağzınla burnunun yerini değiştirmek istiyorum Aslankara.” Metehan’ın kıkırdadığını duyduğumda tepkisiz kaldım. “Biliyorum.” Metehan’ın sesinden sırıttığı belli olurken benim de sinirlerim bozulurken güldüm.
“Komutanım!” Günay’ın sesiyle anında tetiğe geçerken silahımı alıp anında doğrulturken kolumda hissettiğim yanma hissi ile bakışlarımı koluma çevirdiğimde kurşunun sıyırdığını görünce bakışlarımı dağa, kurşunun geldiği tarafa çevirdim. “Tuzak!” Biz güzergahtan gelmelerini beklerken tuzağa düştüğümüzde hızlıca yolun kenarındaki, dağın eteğindeki kayalıkların arkasına saklandım. “Göktürk!” Metehan’ın endişeli sesi kulaklarıma dolarken ben tuzağa düştüğümüz için bir küfür savurdum. “Ben iyiyim.” Endişelerini giderip silahı elime aldım ve dağın tepesindeki itleri indirmeye başladım. “Kartal herkes kendini korumaya alsın.” Kendimizi korumaya alırken aslında aynı zamanda yanımızdaki adamı da korumaya alıyorduk.
Gece olduğu için görüşümüz biraz daha zorlaşırken bir iti daha indirdim, cebimden bez çıkarıp koluma turnike yaparken bir kurşun kulağımın dibinden geçtiğinde olduğum yerde biraz daha aşağıya kaydım. “Günay kaç kişiler?” Görüşümüz dardı belki ama o keskin nişancıydı, o Günay’dı. O görürdü. “Kırk kadar komutanım.” Anlaşılan bu gece güzel eğlenecektik. Dönüp dağdaki itleri indirmeye başladığımda Günay’ın gür sesi doldurdu kulaklarımı. “Komutanım!” Ne var diyecektim ki demeye kalmadan Metehan’ı dibimde gördüğümde ne olduğunu anlayamadan beni olduğum yerden uzağa itip üstüme kapaklandığında son duyabildiğim bir bomba patlaması oldu.
Kulaklarımdaki uğultu ve çınlamayla gözlerimi araladığımda etraf toz bulutuna bulanmışken tozlar gözüme girerken gözlerimi ovuşturdum. Bedenimde hissettiğim ağrıyı önemsemeden yattığım yerden doğrulup etrafıma baktığımda yanımda yatan Metehan’ı gördüm. Kalbim göğsüme vurduğunda anında yattığım yerden doğrulup Metehan’ın üstüne çıktım. “Metehan! Metehan kalk!” Onu ayıltmaya çalışırken nabzını kontrol ettim, nabzı hızlı atarken ben tüm vücudumu kaplayan endişeyle ona baktığımda yavaşça gözlerini araladığında tuttuğum nefesimi verdim. Gözlerini açar açmaz benimle göz göze geldiğinde sırıttı, tozdan dolayı öksürdüğünde konuştu. “Ulan Göktürk, hala öğrenemedin arkanı kollamayı.” Gülmeye başladığında tuttuğum yakasını geri savururken bende sinirden gülerken kendimi yanına sırt üstü attım.
Yüreğime indiriyordu it herif.
“Şu an seni evire çevire dövmek istiyorum.” Kaybetme korkusu tüm benliğimi sarmış, beni mahvetmişti bu yüzden bu herifi evire çevire dövmek o kadar içimden geliyordu ki. “Bende.” Gülerken cevap verdiğinde bende bozulan sinirlerimle güldüm, derin nefesler alırken kulaklarımdaki çınlama azalırken başımdaki ağrı normale dönerken ikimizin de bakışları gökyüzündeydi. Yani en azından Çetin ve Ege Azrail gibi tepemizde dikilip gökyüzümüzü kapatana kadar öyleydi. “Komutanım iyi misiniz?" İkimizin de kaşları aynı anda çatıldı ve Metehan’la aynı anda konuştuk. “Niye terk ettiniz lan yerlerinizi?” Sanki haklıymış gibi onlara kızarken onlar bize boş bakışlar atmaya devam ettiler. “Komutanım umarım orada rahatsınızdır ama rahatlığınızı bozuyorum ama terörist konvoyu gitti.” Beren’in sözleri ile Metehan ile aynı anda yattığımız yerden hızla doğrulduğumuzda vücudumuzdaki ağrı nedeniyle yüzümüzü buruşturduk. “Ne demek gitti?” Ben ayağa kalktığımda Metehan’a elimi uzatıp onu kaldırırken Beren sorumu cevapladı.
“Bu kırk kişilik ekip bizi oyalarken onlar etrafımızdan dolaşıp gittiler.” Metehan ile aynı anda birbirimize baktık, ne kadar baygın kalmıştık bilmiyorduk ama bizimkiler kırk kişilik ekibi temizlemişlerdi bile. Tam önüme dönecekken aklıma gelen şeyle ine Metehan’la bakışlarımız buluştu ve aynı anda fısıldadık.
“Pençe.” Biz yüz kişilik ekibe ilk darbeyi vurup zayıf düşürecektik ve kalanını da Pençe halledecekti ama şimdi yüz kişilik ekip Pençe’nin üstüne ilerliyordu. Anında Çetin’in kucağındaki silahımı alırken konuştum. “Kartal, uçuyoruz.”
*********
“Komutanım, geliyorlar.” Kutay’ın haber vermesi ile oturduğum kayanın üstünden kalktım ve geçip yolun ortasında durdum o sırada ise kulağıma bir bozkurdun uluması dolduğunda dudaklarımın köşesi yukarı doğru kıvrıldı. “Otuz pikap.” Kutay’ın sonradan verdiği bilgi ile sırıtışım soldu, otuz pikap? Sorun sayıları değildi bu tim seksen kişilik ekiple de savaşmıştı. Sorun neden otuz pikap olduklarıydı, Kartal onların güzergahının üstünde olacaktı ve bize gelene kadar bunların sayılarının eksilmesi gerekiyordu ama eksilmemişti.
Kartal?
Kartala ne oldu?
“Pençe hazırlıklı olun.” Kalbim zihnimde dolanan düşüncelerle göğsüme vururken ben emrimi verdim. “Komutanım geri çekilin ağır silahlılar.” Pikapların arkasında ağır silahlar vardı ve beni gördükleri anda ateş edip havaya uçurma ihtimalleri vardı, umurumda değildi. “Umay geriye çekil.” Uraz’ın kalın, tok sesi kulaklarıma dolarken kaşlarımı çattım, karşısında kardeşi değil komutanı vardı bunun bilincinde olmalıydı. “Karşında komutanın var asker.” Sert uyarımla birlikte sesi tekrar kulaklarıma doldu. “Sizi kaybetmeyeceğim komutanım geri çekilin.” Geri adım atmak kitabımda yoktu, şansına küsebilirdi. “Pençe nişan al. Emrimle ateş serbest.” Pikaplar yaklaşıyordu ve az sonra görünecekti pikaplar göründüğünde arabalarda anında hareketlilik olurken tetiğe geçtiklerinde emri verdim. “Pençe, ateş serbest.” Emrimle bir kurlun yağmuru başladığında ben kenara çekilip kayalıkların arasına konumlandım ve ateş etmeye başladım ama sıkıntı şuydu ki ağır silahları bizi birazcık riske atıyordu, biraz havaya uçma ihtimalimiz vardı. “Pençe, hadi biraz ses çıkaralım.”
Emrimle kurşun yağmuru devam ederken pikaplardan biri patladığında onu bir diğeri takip ettiğinde zevkle güldüm. İşte bu bizim tarzımızdı en çok ses Oğuz’un konumundan çıkarken sırıtmadan edemedim, hakkını veriyordu. “Komutanım size özel havai fişek gösterimiz var.” Kutay’ın sözlerinin ardından pikapların üstünde, havada bombalar patladığında güldüm. Turgut ve Kutay’ın meşhur gösterisiydi bu, Turgut bomba atıyor Kutay yere düşmeden bombayı havada vurup patlamasına sebep oluyordu. Bu da Pençe tarzı havai fişekti.
Bir pikabın arkasındaki iti alnının ortasından vurduğumda yere devrilirken ben diğerlerini temizlemeye devam ettim. Ama olmuyordu böyle istediğimiz gürültüye henüz tam olarak ulaşamamıştık, ortalık savaş alanıydı ama biz daha tam olarak tatmin olmamıştık.
İtlere göz açtırmazken bir roket atarın benim olduğum yeri hedef aldığını görünce anında yerimi terk edip dağa çıkarak yükseklere konumlandım. Benim olduğum yerde roket atar patladığında hissettiğim sarsıntı kulaklarımda çınlamaya sebep olurken umursamadan itleri indirmeye devam ettim. Cebimden çıkardığım bombanın pimini çekip bir pikabın arkasına fırlattığımda bomba roket atarı tetiklediğinde ikisi birlikte patlayıp yanındaki pikapları da havaya uçurduğunda sırıttım. Bak şimdi oluyordu. Düğün dediğin gürültülü, eğlenceli olurdu.
“Pençe, kıskaca alıyoruz.” Yerlerimizi terk edip çemberi biraz daha daralttık ve kıskacı küçülttük bununla birlikte roketler peş peşe patlamaya başladığında şimdi onlar baskın oldu. Ama bu baskınlık çok kısa sürmüştü zira onları hem kurşuna tutup hem de havai fişek gösterimiz eşlik ederken baskınlık yine bizdeydi.
“Burası daha hareketli.” Yakınlarda Emir’in sesini duyduğumda bakışlarımı saniyelik sesin geldiği yöne çevirdiğimde biraz daha yukarıda kayalıkların arasından saniyelik göz göze geldik. Kartal gelmişti. O neredeydi? “Biraz daha hareketlendirelim o zaman.” Ayberk’in sesini duyduğumda rahat bir nefes verirken bakışlarımı itlerden ayıramadım, onları indirmeye devam ederken aynı zamanda iki iti arıyordum.
Kartalın gelmesi ile gürültü artarken ve ortalık daha da savaş alanına dönerken ben odaklanıp itleri aradım ama toz bulutu sis bombası gibi görüşümü çok düşürüyordu. O sırada aynı anda Kutay ve Günay’ın sesini duydum.
“Muaz Bin Cebel.”
“Zozan.”
Bizim görüşümüz kısıtlıydı belki ama bu iki adamda en iyi keskin nişancılardı ve rahatlıkla görebiliyorlardı. Onlardan aldığım bilgilerle tekrar baktığımda toz bulutunun içinde zorda olsa iki iti de gördüm, ikisi de sağlamdı. Ama pikapların ve savaşın tam ortasında duruyorlardı üstelik kaçmaya çalışıyorlardı buna izin veremezdim. Dağın etrafından dolaşıp pikaplara daha da yaklaşırken o sırada Kartal timi bizim telsizlerimize bağlandığında artık iki timde tek telsiz kullanıyordu. “Umarım bizi özlemişsinizdir.” Doğan’ın sözlerine cevap veren Oğuz oldu. “Özlemez miyiz ya? Bizde neşemiz nerede kaldı diyorduk.” Onlar gülerken ben pikapların yanına geldiğimde patlamalar hasara sebep olsa o bunlara dayanıp toz bulutunun içine dalıp o iki iti kaçmadan almam gerekiyordu.
“Aklından bile geçirme deli yürek.” Ayberk’in kalın, derin sesi kulaklarıma dolduğunda sırıttım beni bilmesi şahsen çok hoşuma gidiyordu ama şu an operasyona odaklanmalıydım. “Aramıza hoş geldiniz Kartal.” Kartal sessiz ve derinden tertemiz hallederdi işlerini.
Öyle ki kimsenin ruhu duymazdı ama Pençe dağıtırdı ve iki tim arasındaki bu zıtlık birbirimizi nötrlememizi sağlıyordu. Doğru anı yakaladığımda patlayan bombalara aldırmadan toz bulutunun içine dalarken kaçmaya başlamış olan iki itin peşinden gidiyordum ama patlayan havai fişekler ve ona eşlik eden gösteriler yüzünden ölmeden ilerlemek biraz zordu. “Lakabının hakkını bu kadar veren birini daha görmedim ben.” Beren’in sesini gürültülerden dolayı zorlukla dolarken sırıttım ama bu saniyelik oldu ve itlerin peşinden koşmaya devam ettim. Toz bulutunun sonuna gelirken nişan alıp Zozan’ı bacağından vurdum o yere düşerken ben diğerinin bacağında vuracaktım ki benden önce başka biri vurdu. Toz bulutunun içinde heybetli bedenin silüetini gördüğümde sırıttım.
Yaklaştığımda patlamaya hazır barut gibi duran yeşilleri ile denk düştüm, eğer yerdeki itler olmasaydı romantik bir an olabilirdi. “Bunları öldürün!” Muaz’ın bozuk Türkçesi ile verdiği emirle tüm silahlar bize dönerken ben Zozan’ın, Ayberk’te Muaz’ın ensesinden kavradığı gibi sürükleyerek siper aldık. O yolun sağına geçerken beni soluna geçmiştim ve kayaların arkasına saklanırken üstümüzde bir kurşun yağmuru başlamıştı.
“Özledim yavrum.” Metehan’ın sesini duyduğumda bunu Sare’ye söylediğini anlamak pek de zor değildi, zira biz burada can derdindeyken kasabın et derdinde olması ayrı bir olaydı. “Niye öyle diyorsun güzelim?” Bizimkilerin sesini arada bir duyarken bu kez duyduğum ses Oğuz’a aitti. Adamlar savaşın ortasında bile aşkının peşinden koşuyordu gerçekten hayran olunasıydı yani, bambaşka bir kafaydı.
“Romantik anlarınızı bölmüyorsak hayrınıza bize bir el mi atsanız?” Timleri uyarırken operasyona odaklanmalarını söylüyordum ama bir yardım da fena olmazdı şimdi. Hem Zozan iti kaçmasın diye tutarken hem de diğer itlere ateş etmek çok da mümkün olmuyordu çünkü. Havai fişekler devam ederken gürültüler devam ederken ben sırıttım, böylesi daha iyiydi. Bakışlarımı Zozan’dan saniyelik ayırırken diğer itleri indirmeye başladım.
Zozan kaçmaya çalışınca ensesinden tuttuğum gibi yerine oturttum ve silahı karnına bastırdım. “Bana bak kaçmaya çalışma çünkü kaçarsan bulurum ve bulduğumda bu kadar kibar olmam. İntihar etmeye çalışıyor olursun.” Gözlerindeki korkuyla bana bakarken ben dönüp tekrar ateş ederken Ayberk’in sözlerini duydum. “Daha önce sana hayran olduğumu söylemiş miydim?” Kalbim ritmini şaşırdığında güldüm.
“Hayır.” Onaylamaz bir ses çıkardı bu cevabıma karşılık. “Çok ayıp etmişim.”
Kendimi tutamayıp güldüğümde şu an operasyona odaklanmamız gerektiğini biliyorum ama her zamanki gibi bu adam dengelerimi bozuyor. “Koskoca Göktürk Komutan bile savaşta aşk ilanı etti, ey aşk sen nelere kadirsin.” Çetin’in sözleri ile herkes gülerken bunun üstüne çıkan Atakan oldu. “Görevde mimik bile oynatmayan koskoca deli yürek aşk ilanına gülüyor, ey aşk sen nelere kadirsin.” Diyerek Çetin’i taklit ettiğinde herkes gülerken bende sırıttım çok konuşuyorlardı bunun acısını da çıkaracaktım, sadece haberleri yoktu.
“Sana hayranım.” Diyen sesin sahibi olan beyin yeşil hareleri ile saniyelik denk düştüğümde kalbim ritimlerini daha da bozdu. “Bir de evlilik teklifi et istersen Göktürk.” Diyerek ona takıldığımda ondan bir ses gelmedi, bir saniye bana şu an evlilik teklifi etmeyi düşünüyor olamazdı değil mi? Savaşın ortasında! Hayır yapardı o potansiyel vardı çünkü onda. “Şu anda diz çökemiyorum.” Kalbim tekledi.
İtlerin tarafından kurşunlar kesilirken bizimkilerin gösterisi de sakinleşti ve durdu, itlerden bir ses çıkmadığında bizimkiler dikkatle oldukları yerden çıkıp kontrol ederken ben sırtımı kayaya yasladım.
Bir süre sonra “Temiz komutanım.” Sesini duyunca Zozan’ın ensesinden kavradığım gibi kendimle birlikte kaldırdığımda kayaların arasından çıktım ve Ayberk’te çıktı. Etraf hala toz dumanken ensesinden kavradığım Zozan’ı bizimkilerin önüne attığım o da aynısı yaptı, bizimkiler o ikisini alırken hepsi bir kenara çekilmiş bizi izliyordu. Ayberk kaskını çıkarıp arkaya doğru attığında Emir onu havada yakaladı o bana yaklaşırken bende kaskımı çıkarı attım. O gelip tam karşımda durduğunda uzun boyundan dolayı çenemi kaldırıp ona baktığımda yeşilleri o kadar güzeldi ki, orada kaybolmadım, orada kendimi buldum ben. Ben İkimizde aynı anda yüzümüzdeki maskeyi çıkarıp attığımıza eldivenlerimizi çıkardık. Kalbim haddini aşarak hız sınırını zorlarken Ayberk tek bir kurşunu koyduğumuz sol cebinden tektaş bir yüzük çıkardığında dudaklarım aralandı, tek dizinin üstüne çöktüğünde alttan alttan bana baktı.
“Benimle evlenir misin deli yürek?”
Bir savaşın ortasındaydık her yer toz dumandı, patlayan bombaların çıkardığı küçük yangınlar vardı, arabalar cayır cayır yanıyordu, yerde bu vatana göz diken itler yatıyordu ve o bu savaşın ortasında diz çökmüş bana evlenme teklifi ediyordu.
İşte bu bizim tarzımızdı.
Bu Göktürk Komutan ve deli yüreğin tarzıydı.
Yeşilin en güzel tonu gözleri sanki dünyanın en kıymetli şeyiymişim gibi bana bakarken ve kalbim haddini çoktan aşmışken başımı olumlu anlamda salladım. “Evet!” Sesim sadece komutanken gür çıkardı benim normalde sessizdim ama benim sesimin çıkmasına neden olan yine o olmuştu.
Bir anda alkış ve ıslık tufanı koptuğunda bizimkilerin de olduğunu o an fark ettim onun gözleriyle denk düştüğümde herkes silinmiş, sadece bizim olduğumuz bir dünyaya girmiştim sanki ve şimdi fark ediyordum diğer her şeyi. Ayberk ayağa kalktığında yüzüğü parmağıma takarken ikimizin de eli titriyordu heyecandan, elim önceden hep acıdan titremişti şimdi ise heyecandan titriyordu yine sebebi oydu. Bir kez daha fethetti bu gerçekle kalbimi, benim kalbimi binlerce kez fethetmeyi başaran bir adamdı o.
Yüzüğü taktığında ikimizde sıkıca birbirimize sarıldığımızda başımı boynuna gömdüm o ise saçlarıma, ikimizde birbirimizin kokusunu içine çekerken bu an hiç bitmesin istedim. Ama bize operasyonda olduğumuzu hatırlatan vatanıma göz diken itin sesiydi.
“Ne kadar romantik görüyor musun Zozan?” Bozuk Türkçesiyle dalga geçerek konuştuğunda sarılmayı bırakıp aynı anda ona bakıp sırıttık. “Birazdan asıl romantikliği göreceksin.” Görecekti ne kadar romantik bir insan olduğumu. “Benden duymuş olma, komutanımız çok güzel sever.” Atakan’ın eğilip Muaz’a söylediklerini hepimizi duyarken bizimkiler gülmemek için kendilerini tutuyorlardı.
“Şöyle bir evlenme teklifi etsem ne yaparsın?” Metehan’ın Sare’ye sırıtarak söylediği sözlerle Sare ifadesiz kalmaya çalıştı ama kalbinin teklediğini biliyordum, komutanı an itibariyle o yollardan geçmişti. “Bana evlenme teklifi etmeyi mi düşünüyorsunuz komutanım?” Sare’nin dalga geçmesi ve rütbeyi kullanmasıyla Metehan’ın sırıtışı genişledi.
Benim kalbim haddini aşmış giderken hepimiz operasyon bilincini unutmuşken bize hatırlatan Uraz oldu. “Bölüyorum ama eve mi gitsek artık?” En köşede durmuş hepimize sevgi dolu bakışlar atarken gülmemek için dişlerimi alt dudağıma geçirdim, az önce alkışladığını elbette gördüm. Hepimiz kendimize gelirken ve operasyon bilincini yeniden kuşanırken karargaha haber verip helikopterlerin bizi alacağı noktaya geçtik.
**********
Helikopterden tek sıra halinde indiğimizde iki hangarın ortasında kollarını göğsünde bağlamış bizi bekleyen Cahit albayın karşısında iki timde ip gibi dizildik. İki çavuş Muaz ve Zozan’ı alırken biz Cahit albaya baktık. “Kartal ve Pençe timi görevi başarıyla tamamladı.” Ayberk’in sözleriyle Cahit albay başını olumlu anlamda salladı. “Aferin çocuklar.” Cahit albay tam gidecekken bakışları benim elime takıldığında bende bakışlarımı elime çevirdim ve parlayan tektaş ile göz göze geldiğimde yüzümde belirmek isteyen aptal sırıtışa engel oldum. Şu an değildi. Cahit albay boş bakışlarla bana baktığında ben yutkundum, ağzıma sıçacak gibi duruyordu nitekim yapardı. “O yüzük ne deli yürek?” Bu soruyu bana sorarken bakışları Ayberk’in üstündeydi. “Evlilik teklifi aldım komutanım.” Diğerleri yanımızda gülmemek için kendini tutarken çıkardıkları sesler istemsizce benim de gülmek istememe sebep oluyordu. “Ulan ben sizi göreve gönderiyorum itleri temizleyin diye siz evlenip geri mi geliyorsunuz?” Biraz öyle olmuş olabilirdi. “Ne çeşit bir delisiniz siz ya?” Cahit albay ben ve Ayberk’e bakarken bunu ciddi ciddi sorgularken diğerlerinin gülmemek için gösterdiği çaba bize de etki ediyordu. Cahit albay gittiğinde o karargaha girene kadar kimse kıpırdamadı binaya girdiğinde ise herkes bir anda kahkaha attığında ben sırıttım.
“Artık kesinlikle beni ruh ve sinir hastalıklarına göndermeyi düşünüyordur.” Benim sözlerimle herkes daha çok gülerken yeşillerle denk düştüm. “Ben buradayken o mümkün değil deli yürek.” Göz kırpıp hangara girdiğinde bende time döndüğümde tüm ciddiyetimi kuşandım. “Pençe.” Diye uyardığımda gülmeye devam ederken arkamdan kıyafetlerimi değiştirmek için hangara girdiler.
Üstümüzü değiştirdikten sonra çıkıp bahçedeki banklardan birine oturduğumda Ayberk’te yanıma oturmuştu, bir sigara yakıp içerken o beni izliyordu. “Düğünü ne zaman yapıyoruz Umay’ım?” Bakışlarım ona döndüğünde şokla ona baktım, hemen mi yapacaktık düğünü? “Hemen mi yapacağız düğünü?” Benim hiçbir hazırlığım yoktu nereye yapıyorduk düğünü?
“Bir dahaki yaza gelip istememi falan beklemiyorsun değil mi? Unuttun mu deli yürek? Biz askeriz. Beş dakika sonramız bile belli değil, birazdan yine bir görev gelebilir, gider ve şehit olabiliriz. Bizim vaktimiz yok Umay’ım, biz her şeyi şu an yaşamak zorundayız başka şansımız yok, biz savaşıyoruz ve bu savaşın ortasında hayatımıza devam etmek zorundayız.” Haklıydı vesselam. Biz askerdik ve normal insanlar gibi bir yaşantımız elbette olmuyordu anı yaşamak zorundaydık çünkü sonramız belli değildi. “O yüzden mümkün olan en kısa sürede düğün yapmalıyız.” Ayberk’in sözleri ile yutkundum sigaramdan bir nefes daha çektiğimde bakışlarımı ona çevirdim.
“Ayberk ben düğün yapmak istemiyorum.” Kalbim buna engel oluyordu Göktuğ’un ölümün üstünden neredeyse bir yıl, babamın ölümün üstünden yedi ay geçmişti ama benim acım hala devam ediyordu. Ve onlar kara toprağın bağrında yatarken davul zurna eşliğinde eğlenmek kalbime ve vicdanıma hiç doğru gelmiyordu, onlar yokken eğlenemezdim ki zaten. Eksikti. Onların boşluğu hala orada duruyordu ve o boşlukla eğlenemiyordum ben. “Ali albay senin evlendiğini görmek ister miydi sence?” Ayberk benim söylediklerimi görmezden gelip kendi sorusunu sorarken alakasını anlayamasam da cevapladım, sorusu buruk bir tebessüm oluşturdu yüzümde. “İsterdi. Bir keresinde bu konu açıldığında ona sonsuza dek bekar kalacağımı söylediğimde bana bir gün evleneceksin dedi. Ve gelinlik sana çok yakışacak demişti.” O an aklıma düştüğünde gülümsedim.
Haklıydın baba, ben evleniyorum.
“Peki şimdi yokluğu yüzünden düğün yapmamana ne derdi?” Bakışlarım yeşillerin sahibine döndü ne hissettiğimi biliyordu. “Gerçekten bir tımarhane kaçkını olduğumu düşünüp beni yatırmak için bir tımarhane arardı.” Evet canım babam bunu yapardı, en az benim kadar deliliği mevcuttu nitekim böyle bir girişimde bulunmuştu önceden. Ayberk güldüğünde bende istemsizce güldüm. “Eh haklı olduğunu noktalar var. Peki Göktuğ? O ne derdi o yok diye düğün yapmamana?” Göktuğ’un vereceği tepki gözlerimin önünde canlandığında güldüm.
“Beni babama şikayet ederdi ‘dinsizin hakkından imansız, sizin hakkınızdan da sadece Ali albay gelir komutanım’ derdi.” Bunu bana hep söylüyorlardı bizimkiler benimle başa çıkamadıkları anda gider babama şikayet eder sonra da bunu söylerlerdi bana ve benden en temizinden bir ceza alırlardı, tabi bende babamdan. “O da haklıymış şimdi.” Ona öyle mi der gibi bakışlar atarken o sırıtarak parmaklarımın arasındaki sigaramı aldı ve dudaklarına yasladı, bir nefes çekip üflediğinde kalbimin teklemesi beni şaşırtmadı. “Her şey senin istediğin gibi olacak ama lütfen hislerin yüzünden isteklerinden vazgeçme.” Ciddiyetle söyledikleriyle kaşlarım çatıldı. “Her şeyim benim istediğim gibi değil, bizim istediğimiz gibi olacak. Tek başıma evlenmiyorum.” Güldüğünde gamzelerini gözlerimin önüne sererken bende gülümsedim. “O zaman? Ne yapıyoruz yüzbaşım?” Derin bir nefes aldığımda söylediklerini düşündüm, haklıydı babam ve Göktuğ da bunu isterdi ve belki kendi isteklerimi dinlemenin zamanı da gelmişti.
“Düğünümü sarayda istiyordum.” Dedim arkama yaslanıp bacak bacak üstüne artarken. “Oradan bakınca milyonere benzediğimi düşünmüyorum.” Gülme isteği içime dolarken ciddiyetle ona baktım ve sırıtan ifadesi soldu. “Ciddisin.” Değildim ama gördüğüm yüz ifadesi için öyle davranmaya devam edecektim. “Albay kızıyım ben, almak o kadar kolay mı sandın yüzbaşı?” Ciddiyetle konuştuğumda derin bir nefes verdi. “El mecbur yapacağız o zaman?” Ciddiyetimi korudum.
“Ne o? Pişman gibisin Göktürk?” Kaşları anında çatıldı ne saçmalıyorsun sen der gibi baktı bana. “Bazen çok büyük saçmalıyorsun.” Bunu sağ olsun dile getirdiğinde arkasına yaslandı ve bana ters bakışlar attı. “E yapıyor muyuz düğünü?” Hala ciddi davranırken yine saçmalıyorsun der gibi bana baktı. “Elbette yapıyoruz, sarayda.” Kendimi daha fazla tutamayıp kahkaha attığımda birkaç saniye boş boş baktıktan sonra şaka yaptığımı anlayınca oluşan yüz ifadesi ile daha çok güldüm. Zar zor gülmemi durdururken ona baktım. “Cidden sarayda düğün yapacağımı düşünmüş olamazsın.” Bende bu potansiyeli gördüğüne inanamıyordum gerçekten.
“Albay kızı olunca insan bir düşünüyor.” Kahkaha attığımda o gülümseyerek beni izledi ama gözlerindeki böyle şaka mı olur ifadesi yerli yerindeydi. “Ne zaman istemeye geleceğiz?” Sorusuyla sırıtışım soldu, beni isteyebilecekleri tek insanı kaybedeli yedi aya falan oluyordu. “Kimden?” Benim buruk çıkan sesimle gözlerimdeki hüznü dağıtmak için sırıttı ve kaşıyla bir noktayı işaret etti. İşaret ettiği noktaya bakınca Cahit albayın odasının camını gördüğümde gözlerimdeki hüzün anında yok olurken gözlerim gerginlikle genişledi. “Sen kavuşamayalım istiyorsun herhalde? Ayrıca Cahit albay benim babam olma görevini üstlenmez, benden nefret ediyor biliyorsun.”
Şu zamana kadar pek de iyi anlaşamamıştık. Benim sözlerime başını olumsuz anlamda salladı. “Hayır bilmiyorum ve sende bilmiyorsun, senden nefret etmiyor hiçbir zaman etmedi.” Bakışlarım şaşkınlıkla ona dönerken o konuşmaya devam etti. “İkiniz de birbirinize çok benziyorsunuz ve bu yüzden anlaşamıyorsunuz Umay’ım, yani arada bir nefret yok. Aynı kutuplar birbirini iter ve siz aynı kutuplarsınız farkında değilsiniz ama asker olarak birbirinize o kadar benziyorsunuz ki.” Benziyor muyduk? Hiç zannetmiyordum o katı kurallı bir komutanken ben kural bilmeyen bir komutandım. “Sizi ayıran tek nokta var o katı kurallı sen kural tanımazsın onun dışında bütün özellikleriniz neredeyse birebir aynı. İkinizde kaybetmeyi sevmiyorsunuz, ikinizin de zekası çok farklı ve mükemmel, ikiniz de bu vatan için her şeyinizi kaybetmekten korkmuyorsunuz gibi gibi. Benzerliğiniz çok görmeseniz bile ve anlaşamamanız normal, senden nefret etmiyor tıpkı senin de ondan nefret etmediğin gibi.” Haklıydı, ondan hiçbir zaman nefret etmemiş hatta saygı duymuştum ve söylediklerini düşününce gerçekten benziyorduk. Ama yine de benim babam olma görevini üstleneceğimi zannetmiyorum.
“Ama sonuç olarak anlaşamıyoruz ve benim babam oma görevini kabul edeceğini sanmıyorum.”
Bakışları bana döndüğünde benim bakışlarım Cahit albayın odasının camındaydı. “Yanılıyorsun bu görevi kabul edecektir, o sadece biraz farklı bir adam.” Farklıdan kastı duygularına öncelik vermemesiydi bu yüzden katı komutan olması herkesin dilindeydi. “Kabul edeceğini mi söylüyorsun?” Başını olumlu anlamda salladığında derin bir nefes verdim.
“O zaman iki gün sonra geliyoruz.” Bakışlarım şokla ona döndü, hiçbir hazırlığım yoktu beni delirtecekti. “Hazırlığım yok.” Oflayarak başını geriye attı. “Sadece bir elbise giyeceksin ve kahve yapacaksın güzelim.” Evin temizlenmesi vardı, o elbiseyi seçmesi vardı, zartı vardı zurtu vardı cidden delirtecekti bu adam beni. “Sen beni kendinle karıştırıyorsun galiba? Bir sürü hazırlığım var benim ayrıca daha elbisem bile yok.” Derin bir nefes verdiğinde ters ters ona baktım.
“İki gün fazlasıyla yeterli bir süre bence.” Biz bence evlenmemeliydik, daha evlenmeden anlaşamıyorduk. “O sence bir düşünce.” İkimiz de sessiz kaldığımızda kısa süren sessizliği bozdu. “İki günde anlaşalım.” Pazarlık yapıyordu resmen benimle, kurban mı alıyordu bu neyin pazarlığı? “Gel lan.” Sinirden en sonunda kabul ettiğimde sırıttı.
“Çok kibarsın.” Ben gayet kibar bir insandım ama beni kaba olmaya resmen zorluyordu yani, ters ters ona baktığımda sustu.
Ben oturduğum yerden kalkıp ilerlemeye başladığımda arkamdan seslendi. “Nereye?” Arkama dönüp bakmadan cevap verdim. “Hazırlık yapmam gereken konular var.” Operasyon raporunu hazırlama işini ona kilitleyecektim iki günüm vardı madem operasyon raporunu hazırlayarak zaman kaybedemezdim değil mi? Uğraşın dursundu, belki aklı başına gelirdi azıcık.
Cahit albayın odasının önüne geldiğimde kapıyı tıklattım ve içeriden gelen izinle içeriye girdim, masasının karşısında durup asker selamı verdim bir baş hareketiyle selamımı aldığında konuştum. “Komutanım sizinle konuşmam gereken bir konu var.” Önündeki dosyalarla ilgilenmeyi bırakıp oturmamı işaret ettiğinde geçip sandalyeye oturdum. “Dinliyorum yüzbaşım.” Gerginliğim artarken sakin kalıp konuştum. “Komutanım biliyorsunuz evlendik ve isteme düğün gibi şeyler olacak. Ali albay artık yok malum, onun yerine istememde benim babam olur musunuz?” Konuyu hiç dolandırmadan söylediğimde kaşları havalanmış bir şekilde bana baktı, gerginliğim yükselmeye devam ederken ben ona baktım.
Elbette babamın yerini dolduramazdı, elbette babam olamazdı ama onun yerine geçebilirdi ve bu da aramızdaki anlaşmazlıkları çözmek için bir adım olabilirdi.
“Açıkçası bunu benden istemen beni şaşırttı ama evet istemende Ali’nin rolünü oynayabilirim.” Dudaklarındaki minik sırıtışla bende gülümsediğimde başımı olumlu anlamda salladım. “Teşekkür ederim komutanım.” Rica ederim der gibi bir baş hareketi yaptığında ben oturduğum yerden kalktım ve çıkacakken Cahit albayın sözleriyle durdum. “Bu arada, hayırlı olsun deli yürek.” Omzumun üstünden ona baktığımda dudaklarındaki sırıtış beni biraz tereddüde düşürüyordu zira beni sevdiğim adama verecekmiş gibi durmuyordu.
“Sağ olun komutanım.”
*********
İki gün sonra...
Gerginlikten salonda kaçıncı kez tur atıyordum bilmiyorum ama beni durduran şey Cahit albayın sesi oldu. “Dur artık başım döndü.” Olduğum yerde durduğumda bana ters bakışlar attı, gerginliğimle dalga geçmekten artık sıkılmış olmalıydı. Cahit albay ile aramızdaki buzlar ciddi seviyede erimişti çünkü geldiğimden beri her fırsatta benimle uğraşmış ve bu ikimizi de garip bir şekilde eğlendirmişti. Bir baba değil belki ama bir amca sıcaklığını bulmuştum onda. Cahit albay sen benim kızımsın isteme benim evimde olmalı diyerek beni büyük bir ev temizliğinde kurtarmıştı evde de tek yaşayan bir adamdı o yüzden onun evine gelmiştik büyük evin salonunda attığım turlar idman yerine de sayılabilirdi. Bizi ev derdinden kurtarınca tek derdim olan elbise sorununu da kısa sürede çözmeyi başarmıştım.
Üstümde krem rengi bir elbise vardı, siyah giyerek sanki cenazedeymiş gibi hissetmemek için giymemiştim, beyaz ise düğün gibi hissettirdiği için giymemiş krem rengini tercih etmiştim. Elbisenin beline kadar olan kısmı dardı ve göğüslerimin üstünde katman katman şeklindeydi, belden aşağısı ise daha bol ve düzdü, kolları ise uzun ve pileliydi. Sade ve şık bir elbiseydi kumral saçlarımı dalgalı bir şekilde açık bıraktığımda ve hafif bir makyajla çok güzel durmuştu. “Güzel değil mi?” Bizimkilerin karşısında durup aynı soruyu kırkıncı kez sorarken Beren göz devirdi kırkıncı kez sormama. “Seni b hale getiren aşk bize neler yapmaz Umay.” Cemre’nin sözleriyle istemsizce sırıttığımda Eda her zamanki sevecenliğiyle olaya müdahale etti. “Bak çok güzel olmuşsun bunu bence anlasan iyi edersin, zira abim bayıladabilir.” Anlık hayal edince istemsizce güldüğümde Sare bana baktı. “Cidden komutanım güzelliğiniz ayrı konu ama size bunu yapan aşk bize neler yapmaz.” Onlar dalga geçmeye devam ederken ben durup onlara baktığımda Cahit albayın sözleriyle bakışlarım ona döndü.
“Bu soruyu kırk birinci kez sorarsan bu zamana kadar aldığın eğitimlerin ağır olmadığını sana öğretirim yüzbaşı.” Yutkunduğumda anında sustuğumda Cahit albay huzurla gülümsedi, her şeyi yapabileceği için susmak en mantıklı karardı. Düğün arifesinde kendimi hastanede bulmak isteyeceğim son şey bile değildi.
Cahit albay siyah takım elbisesiyle ve tüm ciddiyetiyle tekli koltukta otururken bizimkiler de diğer koltuklara kurulmuştu ve ben karşılarında durmuştum sanki jüriye çıkan manken gibi. Ama gerginliğim hat safadaydı ve buna hizmet eden kapı zili ile yutkundum. Hepimiz ayaklandığımızda Cahit albay istifini bozmadı ve ağır ağır ayaklandı ben kapının yanına gidip derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı açtığımda yeşillerle denk düştüm.
Siyah takım elbisesi onun yakışıklılığını süslerken cidden kalp krizi geçirecek gibi oldum, Buse’yle o kadar dalga geçmemeliydim. Elindeki çiçek buketini bana uzattığında çikolatayı yanımda duran Eda aldı. “Hoş geldiniz.” Eda ayağıyla ayağıma vurduğunda konuşmayı hatırladım. “Hoş geldiniz.” Anında hoş geldiniz dediğimde bunu unuttuğum için benimle çok dalga geçeceklerini biliyordum. Ayberk’ten sonra annesi ve babası sonrasında ise Kartal timi ve Pençe timi girdi içeriye.
Salona geçtiğimizde Cahit albayın yanındaki tekli koltuk bana ayrılmıştı geçip onun yanına oturduğumda ortamdaki ölüm sessizliği gerginliğimi arttırıyordu. Ben ve Cahit albay ayrı koltuklarda yan yana otururken Cahit albayın yanındaki ikili koltukta Sare ve Beren oturuyordu, onların yanındaki üçlü koltukta ise Yaşar amca, Ayşe teyze ve benimki. Gerçi Ayberk’in heybeti iki kişilik alana zar zor sığarken birazcık sıkışmışlardı. Onların yanına ise sandalyeleri dizmiştik ve rütbe sırasına göre oturmuşlardı, Metehan ve Sare, Oğuz ve Beren birbirlerine kur yaparken ben gerginlikle yutkundum. Bakışlarım Pınar ablayla denk düşünce sakin olmamı söylercesine bir hareket yaptığında gözlerimle onayladım ama hiç de sakin değildim yani. “Efendim öncelikle hoş geldiniz.” Cahit albayın ölüm sessizliğini bozarken yine bir hoş geldin, hoş bulduk faslından sonra ölüm sessizliği tekrar çöktü ortama.
“Ee komutanım daha daha nasılsınız?” Metehan ölüm sessizliğini bozarken Cahit albayın ciddi bakışları ona döndüğünde buna çoktan pişman olmuştu. “İyiyim Metehan, sen?” Bence bu sorudan sonra artık kötüydü zira yutkunuşu bunu gösteriyordu. “Çok iyiyim komutanım.” Cahit albay ne güzel dercesine bir baş hareketi yaptığında bakışları Ayberk’e döndü.
“Sende iyi misin Ayberk?”
Ayberk’in de en az benim kadar gergin olduğunu biliyordum ve tüm gerginliğiyle gülümseyerek soruya cevap verdi. “İyiyim komutanım, siz?”
“Bende çok iyiyim.” Cahit albay öyle birçok iyiyim demişti ben iyi olacağım ama siz olamayacaksınız der gibiydi. “Efendim sizler nasılsınız?” Cahit albay Ayberk’in ailesi ile tanışırken ben yeşillerle denk düştüm o tüm yakışıklılığı ile bana göz kırpıp kalbimin dengesini yine bozduğunda gülümsedim. Pençe timi üyeleri bana hem sırıtarak hem de gururla baktı zira komutanlarını bu halde göreceklerini beklemiyorlardı.
Cahit albay Yaşar amca ve Ayşe teyze ile tanıştıktan sonra ortama yine bir sessizlik çöktüğünde Cahit albay ortaya bombayı patlattı. “Sen en son sigara içiyordun Ayberk.” Yaşar amca ve Ayşe teyzenin bakışları saniyelik Ayberk’e döndüğünde bunun bedelini fena ödeyeceğini anladım bunu Cahit albay da biliyordu ki Ayberk’in çırasını yakmıştı ve yakmaya devam edecek gibiydi. “Doğrudur komutanım.” Ayberk gerginlikle yutkunduğunda ben gülmemek için başımı hafif öne eğdim.
“Kötü alışkanlıklarımız da var maşallah.” Cahit albay, Ayberk’in çırasını yakmaya devam ederken Ayşe teyze Ayberk’e saniyelik ölümcül bakışlar gönderdi ve gülümseyerek albaya baktı.
“Evlendiği için bıraktı artık efendim.” Gülmemek için kendimi zor tutarken sabah benim sigaramı alıp içtiği aklıma gelirken gülmemek daha da zorlaştı. “Öyle mi? Ne zaman bıraktı?” Ayberk, Cahit albaya yapmayın komutanım der gibi bakarken Cahit albay zevkle onu yakmaya devam etti. Ayberk’in bu zamana kadar yaptığı tüm deliliklerin intikamını da alıyordu ve gerçekten takdire şayandı. “Bugün.” Ayşe teyzenin cevabına karşılık Cahit albayın kaşları havalanırken Ayberk ile göz göze geldiğinde Ayberk yutkundu.
Sandalyede oturan Metehan, Ayberk’in kulağına eğilip fısıldarken dudaklarını okudum.
Bu adam bize kız vermez Göktürk.
Sırıttığımda Ayberk, Cahit albayı kontrol ederken fısıldadı.
O zaman kaçıracağız.
Benim kaşlarım havalandığında ikisi birbirinden uzaklaşırken bende önüme döndüm beyimiz karalıydı anlaşılan, kaçırırsa kaçardım o ayrı meseleydi.
Ben kalkıp kahveleri yapmaya mutfağa gittiğimde bizim kızlar da peşimden geldi kahveleri yaparken bir yandan da içerideki konuşmaları dinliyorduk. “Tuzu bol koy.” Eda sanki yemeğe tuz atacakmışım gibi söylerken güldüm.
Bakışlarım yine içeriye döndüğünde Akınalp’in mutfağa doğru geldiğini görünce Ayberk’te anında ayaklanıp onun peşinden gelirken ben ikisine bakıyordum. İkisi de bana bakıp sırıttığında Akınalp mutfağın kapısına ulaşmadan Ayberk arkasından ensesinden kavradığı gibi onu hemen yan odaya çekerken söylediklerini duydum. “Nereye gidiyorsun lan it herif.” Odaya girdiklerinde onları göremezken ben kahve yapmaya döndüğümde Eda telaşla ayaklandı. “Abim öldürecek Akınalp’i.” Hepimizin bakışları ona döndüğünde bir şey diyemedik çünkü yapma ihtimali yüksekti, böyle bir potansiyeli vardı.
Kahveleri hazırladığımızda hepimiz tepsileri alıp mutfaktan çıktık içeriye girdiğimizde ilk önce gidip Cahit albaya, sonra Yaşar amcaya, sonra Ayşe teyzeye ve en sonda Ayberk’ kahvesini verip oturdum diğerleri de diğer kahveleri dağıttıktan sonra oturdu. Herkes ilk önce Ayberk’in içmesini beklediğinde Ayberk kahveyi alıp ağzına dikip tekte içtikten sonra öksürdü birkaç kere.
Tüh, şansa bak ki su vermeyi unutmuştum.
O arada öksürürken Cahit albay zevkle kahvesini içtiğinde birbirimize bakıp sırıttık, ‘kahve konusunda senden iyi bir performans bekliyorum deli yürek’ demişti ve sırıtışına bakılırsa beklediği performansı almıştı. “Efendim gelelim sebebi ziyaretimize.” Yaşar amca artık konuya girerken Ayberk öksürdü, kendini tutmaya çalışıyordu ama yuttuğu tuzdan sonra o pek de kolay değildi. Kendini tutmaya çalışırken kızarırken ben gülmemek içi haddinden fazla bir çaba sarf ettim. “Efendim sebebi ziyaretimiz malum, gençler birbirlerini görmüşler, sevmişler e bize de onlara öncülük etmek düşer.” Ayberk öksürdüğünde yine kendini tutmaya çalışırken daha fazla kızardı, birazdan pembe olacaktı. “Allah’ın emri, peygamberin kavliyle kızınız Umay’ı oğlumuz Ayberk’e istiyoruz.” Ayberk tekrar öksürürken Metehan ona dönüp fısıldadığında yine dudaklarını okudum.
Sus lan artık rezil olduk.
Gülmemek için kendimi tutarken bunun acısını sonra çıkarıp saatlerce gülmeye karar verdim.
Su içmedim ne yapayım?
Ayberk’in isyanına karşılık Metehan ona ölümcül bakışlar gönderdi.
Şu evden çıkana kadar kes sesini Göktürk yoksa Umay’ı rüyanda bile göremezsin.
Ayberk anında kendini tutmaya çalışıp sustuğunda Cahit albay konuştu. “Şimdi öncelikle oğlunuz belli, zaten kötü alışkanlıkları da var.” Tüm bakışlar Cahit albaya dönerken herkes nefesini tutmuş, Ayberk bile tutmuş resmen pembeye dönmüşken herkes beni vermeyeceğine inanmıştı. Metehan eğilip Ayberk’e fısıldadı.
Geçmiş olsun kardeşim, kaçırma planına geçebiliriz.
Burnumu kaşıyarak sırıtışımı gizlediğimde Cahit albay konuşmaya devam etti. “Benim kızımda bir tane öyle her isteyene verseydim zaten...” Ayberk öksürmemek için ekstra bir çaba sarf ederken ciddi halde pembeye döndüğünde su vermemek için zor duruyordum ama Cahit albay onlar gelmeden önce beni ciddi şekilde tehdit ettiği için bu eylemi gerçekleştiremiyordum maalesef. “Oğlunuzun düzeleceğine inanıyorum ki düzelmezse olacakları oğlunuz biliyor zaten. Ama ondan önce ben kızıma dönüp sormak istiyorum, gönlün var mı kızım? İstiyor musun?” Kızım dediği anda kalbimde yine babamın yokluğu sızladı. Cahit albayın sahipleniciliği kalbime bir ısı gönderdiğinde o bana bakarken bende ona baktım ve düşünüyormuş gibi yaptıktan sonra konuştum. “İstiyorum.” Düşünmemi de Cahit albay söylemişti yoksa ben çoktan evet diye bağırmıştım.
“O zaman...” Cahit albay kahvesinden bir yudum daha alırken herkes nefesini tutarak ona bakmaya devam etti. “Bize de hayırlı olsun demek düşer.” Cahit albayın sözleriyle herkes nefesini bırakırken konuşan kişi Berat olmuştu. “Bir an vermeyecek sandım.” Herkesin iç sesi olurken hepimiz güldüğümüzde yüzükleri takmak için ayaklandık. Tepsiyi Eda getirdiğinde Yaşar amca yüzüklere uzanacakken Eda geri çekti. “Tepsi hafif.” Herkes sırıttığında Yaşar amca cebinden bin lira çıkarıp tepsiye koyduğunda Eda tepsiyi uzattı. Yaşar amca yüzüklere uzanıp önce benim parmağıma sonra ise Ayberk’in parmağına takarken Ayberk hala öksürüyordu. Yaşar amca kenara çekildiğinde ve kesme işini Cahit albaya bıraktığında Cahit albay makası aldı ve bize baktı. “Birbirinizi kırmadan, mutlu huzurlu, delilik yapmadan, akıllı olduğunuz bir yuvanız olsun.” Hepimiz güldüğümüzde gülmeyen tek kişi Yaşar amca ve Ayşe teyzeydi ki onlar da bizim ne halt olduğumuzu bilmiyorlardı. Cahit albay makası eline alıp kurdeleyi kesecekken kesmedi. “Makas kesmiyor.” Dediğinde Yaşar amca yine bin lira çıkarıp tepsiye koydu ama Cahit albay kesmemeye devam etti, Yaşar amaca bin lira daha koyduğunda kurdeleyi kestiğinde bakışlarım yeşillerle denk düştü ama romantik bakışmamızı bozan öksürmesi oldu. Metehan suyu ağzına dayayıp içirdiğinde Ayberk’in öksürükleri yavaş yavaş kesilirken biz el öpme merasimine geçtik.
El öpme merasimi de bittiğinde yine yeşillerle denk düştüğümde bu sefer gamzelerini gözlerimin önüne sererek gülümsedi ve yine bir şaheser oldu gözümde. “Seni çok seviyorum.” Gülümsedim. “Seni çok seviyorum.” Dedim sadece onun gibi.
**********
Arkadaşlarrr yeni bölümle karşınızdayım bölüm biraz geç geldi kusura bakmayın lütfen. Evet bu bölümde hem aksiyonlu hem duygusal sahneler okuduk, Ayberk ile Umay'ın evliliği hakkında neler düşnüüyorsunuz? Bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler? Düşüncelerinizi merak ediyorum benimle paylaşmayı unutmayın. Ve size maalesef istemeyerek bir haber vereceğim o da şu ki kısa bir süreliğine bölüm gelmeyecek çünkü sınav haftasına giriyorum ve benim çok yoğun geçecek haftalar olacak o yüzden sınavlarım bitene kadar bölüm yazamayacağım lütfen kusura bakmayın, beni anlayacağınızı düşünüyorum, sizi seviyorum unutmayın. O zaman lafı daha fazla uzatmadan yorumları sizlere bırakıyorum, oy vermeyi ve ailemizin bir parçası olmayı unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>
**********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.83k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |