

Adlarımız vatan için göz kırpmadan saldıranlar, haklarını helal etsin bizi omuza kaldıranlar.
***
Odamdan çıktığımda dinlenmek için karargahtan çıkıp hangara gidecekken Sare koşarak yanıma geldiğinde ve yüz ifadesini gördüğümde kaşlarım çatıldı. “Komutanım Kartal timi...” Sare bakışlarını kaçırdığında kaşlarım daha fazla çarptı içimdeki kötü hisler beni terk ettiğinde duyacağım kötü haberi bekledim. “Kartal timi? Devam etsene teğmen.” Bakışlarını tekrar bana çevirdiğinde dolu olan gözlerini zor tutuyordu. “Kartal timi geri dönüyorlar ama iki şehitle birlikte. Akınalp ve Beren şehit olmuş.” Dudaklarım şaşkınlıkla aralandığında içime iki yangın daha düştü Beren ve Akınalp için. Ben donakalıp duyduklarımı sindirmeye çalışırken Sare konuşmaya devam etti.
“Oğuz sinir krizi geçirdi komutanım.” Bakışlarım ona döndüğünde dolu gözleriyle bana bakarken bir şey yapmamı istiyor gibiydi. “Şimdi nerede?” Sesimin düz çıkmasına özen gösterirken ifadem de düzdü, dik durmak zorundaydık.
“Arka bahçede cephaneliğin yanında.” Başımla onayladığımda adımlarımı arka bahçeye yönelttim aslında oturup kaybettiğim arkadaşlarım için ağlamak istiyordum ama bunu yapma şansım yoktu. Sevdiklerim düşmüştü ve onları kaldırabilmem için ayakta kalmam gerekiyordu, düşüneceğim şey kendi acım değildi.
Arka bahçeye geldiğimde cephaneliğin camının paramparça olduğunu bankın kırıldığını ve Oğuz’un duvarın dibine çökmüş, başını duvara yaslamış, gözleri kapalı bir şekilde durduğunu görünce duygularıma engel oldum. Gidip sakince yanına oturduğumda bakışları bana döndü, ayağa kalkıp asker selamı verecek halde değildi ki ondan bunu istemiyorum zaten. “Canım acıyor komutanım, çok acıyor.” Biliyordum belki sevdiğim adamı değil ama bende bu toprağa iki şehit vermiştim ve artık dört şehit vermiştim. “Hiç bu kadar acımamıştı.” Oğuz’un sesini titrerken duymak hoşuma gitmiyordu bakışlarımı ona çevirdiğimde ıslak gözleri ile denk düştüm.
“Acıyacak Oğuz canın öyle bir yanacak ki en ağır işkenceyi görsem bile bu kadar acımazdı diyeceksin. İçinde yangınlar dönerken ölmeyi düşüneceksin ama onu da beceremeyeceksin, canın öyle bir yanacak ki cihana sığamayacaksın.” Beni dinlerken sanki onun içini okuyormuşum gibi bana bakıyordu ve evet içini okuyordum. “Bu acın hiç geçmeyecek mezara kadar gelecek bu acı seninle, ilk başta delireceksin her yeri yakıp yıkacaksın içindeki yangınlar sönsün diye. Sönmeyecek sen delirmeye devam edeceksin ve sonra yavaş yavaş alışacaksın, yangın dizginlenecek ama hiçbir zaman sönmeyecek. En mutlu olduğun anlarda bir zehir gibi tüm aklını ve kalbini kaplayacak bu acı. Ve sen en sonunda ayağa kalkıp kaldığın yerden devam edeceksin çünkü mecbursun, nefes aldığın sürece bu hayata devam etmeye mecbursun.” Oğuz’un gözlerinden yaşlar akarken ben sızlayan gözlerime engel oldum ağlamamak için.
“Nasıl dayandınız?” Oğuz artık fısıldarken sesi o kadar güçsüzdü ki heybetine büyük bir tezattı. “Dayanamadım, hala yanıyor o yangınlar ve yeni yangınlar ekleniyor ama devam etmek zorundayım. Zorundayız. Nefes aldığımız sürece devam etmek zorundayız Oğuz ve sende edeceksin.” Başını olumsuz anlamda salladı. “O benim her şeyimdi ve ben artık her şeyini kaybetmiş bir adamım, nefes almam hiçbir şeyi değiştirmeyecek.” Güldüm yaşanmışlık dolu bir gülüştü bu.
“Bende öyle düşünüyordum her şeyden vazgeçmiştim siz biliyorsunuz ruhsuz gibiydim. Ama başını kaldırıp gökyüzünde dalgalanan şanlı al bayrağa bakınca devam etmek zorunda olduğumu anladım. Biz duramayız Oğuz, biz yaşayamayız. Birileri yaşasın diye ölmek, birileri yaşasın diye devam etmek zorundayız.” Haklı olduğumu biliyordu ama bütün sözlerim onun için kifayetsizdi çünkü canı çok yanıyordu biliyordum. Kafasını sertçe arkasındaki duvara vurmaya başladığında elimi duvarla kafasının arasına koyarak hava yastığı görevi gördüm.
“Artık hiçbir anlamı yok, hiçbir şeyin.” Güçsüzce fısıldarken gözlerinden akan yaşlar durmadı ve bir süre de durmayacaktı. Ayağa kalktığımda gözlerini açıp bana baktı. “Acını çek Oğuz bizim buna şansımız olmasa bile acını sonuna kadar çek. İznini ben halledeceğim git ve acını çek eğer devam etmek istersen geri gelirsin ailene.” Biz onun ailesiydik o da bunu biliyordu sadece canı çok yanıyordu.
Yüzüne eğilerek kararlılıkla konuştum. “İstediği yap yak, yık istediğini yapmakta özgürsün tüm yetkilerimi kullanarak sana izin veriyorum, dünyanın altını üstüne getir.” Yetkilerim çok geniş değildi elbette ama her şeyi ve herkesi karşıma almaya hazırdım, komutan olarak askerlerimi bu şekilde yetiştiriyordum. “Delireceksin ama iki şansın var ya o deliliğe mahkum olup hayatını bırakacaksın, ya da o deliliğine hükmedip hayatına devam edeceksin. Devam etmezsen kolundaki ay yıldızı almak zorunda kalırım, eğer devam edersen yerin her zaman hazır olacak.” Son sözlerimi söyledikten sonra arkamı dönüp ilerledim gerisi ona kalmıştı.
Kimse bana acını çek, yakıp yık dememişti ama ben askerlerime bunu diyecektim acılarını çekeceklerdi çünkü acıları hafif değildi ve bu aslında onların sınavı olacaktı. Ya o acıyla baş edeceklerdi ya da yenileceklerdi, istediklerini de yapabilirlerdi dünyanın altını üstüne getirdiklerinde içindeki yangınlar hafiflediği zaman sadece mahvettikleri ile kalacaklardı. Bu da onlara kalmış bir şeydi.
Ön bahçeye geldiğimde üstünde üniformasıyla makam arabasına binen Cahit albayı görünce derin bir nefes verdim. Bu işi o yaptığı için mutluydum çünkü ben kendi askerimi şehit verdiğimde haberi de ben vermiştim bu da benim bir sınavım olmuştu. Ve Ayberk bu sınava tabi tutulmadığı için seviniyordum çünkü kolay değildi ve acısı bu kadar fazlayken bir acı daha eklenmemişti. Şehit vermişken böyle bir şeye sevinmek de ayrı bir mevzuydu ama şu anın konusu değildi.
Banklardan birine oturmuş ağlayan Sare’yi gördüğümde gidip yanına oturdum. “Nasıl bu şekilde sakin kalabiliyorsunuz? Benim içim acıyor.” Güldüm.
Benim içim uzun zamandır acıyor.
“Sakin olduğumu kim söyledi?” Sakin halim buydu evet ama dışarıdan görünüş her zaman aldatıcıydı içimde dönen yangınları bir ben bilirdim çünkü. O yangınlar içime düşmüş ve hiçbir zaman sönmemişti ve her geçen gün üstüne yeni bir yangın düşüyordu, canım yanıyordu nefes alamayacak gibi oluyordum. Ama oturup ağlama fırsatım yoktu hiç olmamıştı. “Bu dayanılmaz bir acı.” Hiçbir acı dayanılmaz değildi her acının çekilebileceğini öğrenmiştim bu hayatta. “Her acı çekilir Sare her acı çekilir.” Gözyaşlarını sildikçe yerine yenileri akıyordu ve her akanı silip saklamaya çalışıyordu, yanlıştı saklayarak dayanılmazdı işte acı. “Acıyı dayanılmaz yapan saklamaktır paylaştığın sürece her acı çekilir.” Bakışları bana döndüğünde bu sefer akan gözyaşlarını silmedi.
“Burada değil git hangarda ağla. Oğuz’u da al git hangara ve orada hep beraber ağlayın yoksa bu acıyı çekemezsiniz.” Bunu da bana Ayberk öğretmişti, onunla paylaşmadan önce acılarım çekilmezdi ama o her acımda dimdik dağ gibi yanımda durmuş, acımı paylaşmamı sağlamış ve benim için çekilir hale getirmişti.
Paylaşmadığın hiçbir acı çekilmezdi ve öldürürdü.
Sare’nin dudakları şaşkınlıkla aralanırken itiraz etmedi buna. “Peki siz? Siz bizimle birlikte ağlamayacak mısınız?” Ağlamayacaktım bu sefer bir dağ gibi durması gereken bendim tabi akşam eve gidince ağlayacaktım o ayrı meseleydi. Sonuçta imamın yaptığını değil dediğini yapacaktın. “Ben ağlamayacağım.” Başını olumlu anlamda salladığında Oğuz’u almak için arka bahçeye gitti diğerleri de hangardaydı zaten. Beraber çekmelilerdi acılarını bu hem birbirlerine olan güven ve bağlılıklarını güçlendirecek hem de acılarını çekilebilir hale getirecekti. Ben ise Ayberk’i bekleyecektim bu sefer onun dağı ben olacaktım, sıra bendeydi. Gözlerim parmağımdaki yüzüklere takıldığında buruk bir tebessüm oturdu dudaklarıma rüya bitmişti ve ben uyanmıştım, burası gerçek hayattı.
Kartal timinin hangarının önüne helikopter inerken ben oturduğum yerden ayaklandım onlara ilerlerken helikopterden ay yıldıza sarılı iki beden indiğinde dişlerimi sıktım. Nefes almaya çalıştım içimdeki acıya göğüs germem gerekiyordu, boğazıma kadar acıya batmışken derin bir nefes aldım ve omuzlarımı dik tutarak her zamanki seri ve sert adımlarla helikopterden inen Kartal timine ilerledim.
Adımlarım durduğunda başımı kaldırıp acı dolu yüzüne baktım ve canım daha çok yandı, ben şimdi Ayberk’in ne hissettiğini anladım o da beni. Sevdiğinin acı çekmesini görmenin ne denli büyük bir işkence olduğunu anladım, o da şehit vermenin nasıl bir acı olduğunu. Ve bunu anlamasını hiçbir zaman istemezdim.
Hiçbir şey söylemedi çünkü söyleyecek bir şeyi yoktu biliyorum, yanımdan geçip gidecekken kolundan tuttum kanlı ellerini ilk gördüğümde zaten fark etmiştim. “Ellerindeki kanın suçlusu sen değilsin.” Yeşillerinin içine bakarak söylediğim şeyle sadece bana bakabildi, ellerindeki kan için kendini suçladığını elbette biliyorum. Ben hala kendimi suçlamıyor muyum zaten? Ben suçluydum ama o değildi. İçini okumuşum gibi bana baktı, içini okuyordum ve bu yüzden kolunu bırakıp gitmesine izin verdim.
Onun beni bildiği gibi bende onu biliyordum.
Tek damla gözyaşı dökmeyecekti kardeşinin acısına merhem olacaktı, timinin acısına merhem olacaktı ve sonra bana gelecekti.
Herkesi iyileştirdikten sonra iyileşmek için bana gelecekti.
Bunu bildiğim için izin vermiştim gitmesine çünkü gelecekti.
*********
A.G.
Eda’nın ağlayışları acılarımın üstüne binerken ben kendimi tutmaya devam ettim. Bir kürek daha toprak attığımda acıdan midem bulanırken Emir aldı küreği elimden, Eda mezarın başına çökmüş hıçkırarak ağlarken onun yanına ilerledim. Elimi omzuna koyduğumda ağlamaya devam etti destek verircesine omzunu sıktığımda o ağlamaya devam etti. Beren ile birbirlerini seviyorlardı ve şimdi en sevdiği arkadaşlarından birini kaybetmişti üstelik sadece bu değil sevdiği adamı da kaybetmişti. İki acı üst üste gelmişti ve hangisine ağladığını o bile bilmiyordu ama geçecekti, geçirecektim.
Bir kartal sesi duyduğumda bakışlarımı gökyüzüne çevirdiğimde o operasyonda tepemizde uçan kartal olduğunu gördüm. Derin bir nefes alırken o anları tekrar hatırlamak daha çok acı verirken omuzlarımı dik tutmaya devam ettim. Tıpkı Beren gibi.
Silah arkadaşı yaşasın diye susan, kanının son damlasına kadar savaşan kahraman Türk askeri için dimdik durdum. Henüz daha yeni mutlu olmaya başlamışken bunu geride bırakıp bu bayrak, bu vatan, bu millet için canını feda eden silah arkadaşım için dimdik durdum. Binlerce al bayrağın dalgalandığı şehitlikteki tüm şehitler için dimdik durdum.
İsimsiz kahramanlar için dimdik durdum.
Henüz gençliğinin baharında kara toprağa giren binler için, sırt sırta savaştığım kardeşim için ve şanlı bayrağa karışan tüm kanlar için.
O yüzünde gülümsemeyle şehit olurken onun gururu ile durdum, bu vatan, millet, bayrak yaşasın diye feda edilen her şey için.
Son toprak da atıldığında Beren’in mezarının başına da şanlı al bayrak dikildi ve onca şehitlerin arasına bir yenisi de Beren eklendi. O yüzünde bir tebessümle gitmişti ama biz yüreğimizde bir acıyla ayakta kalmaya çalışıyorduk, sırt sırta savaştığım adamı kaybetmek gerçekten acıtıyordu. Öyle bir acıtıyordu ki ama şu an değildi bu acının sırası, şu an çekmeyeceğim.
Şu an Beren’in mezarındaydık ve buradan çıkıp Akınalp’i toprağa vermek için onun memleketine gidecektik. Üst üste gelmişler ve bizi öyle bir mahvetmişlerdi ki daha bir acıyı yaşayamadan ikinciye de ağlamıştık. Bu vatan içindi, dalgalanan al bayrak içindi kanları bu al bayrağa karışmış ve onlar huzurla gözlerini kapatmışlardı, söylenebilecek onlarca şey vardı. Eda’yı yerden kaldırdığımda gitmeden önce son bir kez Beren’in mezarına baktım ve söyleyebildiğim tek bir cümle vardı.
Vatan sağ olsun.
***********
A.G.
Küreği yine elimden alan Emir oldu o yerime geçtiğinde ben geçip yere çökmüş hıçkıra hıçkıra ağlayan kardeşimin başında dikilmeye başladım. Çökmedim yere çünkü kalacak gücü kendimde bulamadım önce onu kaldırmalıydım sonrasında kalmasam da olurdu ama onu kaldırmak kalkmaktan daha zordu. Sevdiği adamı kaybetmişti bu acının bir tarifi yoktu sevdiği adamı kaybetmişti ve hayattan kopmuş gibiydi. Onu hayata döndürmek ise en zor olanıydı bunu nasıl yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Annesini ağlayışları ve babasının gözyaşlarıyla beraber kara toprağın altına girdi Akınalp. Ailesinin her damla gözyaşında, sevdiği kadının her damla gözyaşında bir kere daha yandı canım, bir kere daha yangın düştü yüreğime. Bu vatan için şehit olan binlerden biriydi, o gururluydu şehit olduğu için ama geride bıraktıkları bir enkaz olmuştu.
Bu vatan için canını feda eden binlerden biriydi, bu vatan için sevdiklerini bir enkazla baş başa bırakanlardan biriydi. Ve o birileri hep var olacaktı o isimsiz kahramanlar hep var olacaktı, bu bayrak, bu vatan, bu millet için. Gözünü kırpmadan savaşacak ve düşündükleri tek şey bu bayrak olacaktı, o binler hep var olacaktı.
Her toprak atıldığında sanki benim üstüme atılıyormuş gibi acı binerken üstüme yine dik durdum, şu an değildi.
Ben toprak atılan mezara bakarken üstümden bir an bile ayrılmayan gri harelerin farkındaydım ama onunla bir kez daha göz göze gelmemiştim. O hangarda göz göze geldikten sonra bir daha bakmamıştım ona çünkü bakarsam yıkılacaktım, acı çekecektim ve şu an sırası değildi.
Sevdiklerimi ayağa kaldırmadan yıkılamazdım kendimi bırakamazdım ve ben onun gözlerine bakarsam kendimi bırakırdım, bu yüzden bakmadım.
Akınalp’in mezarının başına şanlı al bayrak dikildiğinde bakamadım bakmaya yüzüm yoktu. Herkes gittiğinde Eda ile ben kaldığımda yavaşça Eda’nın yanına oturdum ve her zaman yaptığı gibi yine bana geldi.
Abisi olarak ona verdiğim en büyük güven buydu, abisi hep yanındaydı.
Her acı çektiğinde, canı yandığında, ağlayacağı zaman koşarak bana gelirdi bunu ona ben öğretmiştim.
Yine bana gelmişti.
Başını göğsüme yaslarken ben kolumu ona doladım ve kendime çektim. “Abi.” Diye hıçkırarak ağlarken onun ağladığını duymak, sesindeki acı ve çaresizliği duymak beni mahvetti ama o bunu bilmedi. “Akınalp gitti abi, canım çok yanıyor.” Hıçkırıklarının arasından zorlukla konuşurken ben saçlarının arasına öpücükler kondurdum. “Biliyorum abim, çok acıdığını biliyorum ama geçecek tamam mı?” Geçecek derken hafiflemesinden bahsediyordum yoksa geçece bir acı değildi. “Çok acıyor ama.” Saçlarının arasına öpücükler kondururken kokusunu içime çektim. “Biliyorum, biliyorum ama acın azalacak tamam mı? Bak ben yanındayım.” Bana sıkıca sarıldığında ona sıkıca sarıldım o başını göğsüme yaslayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ederken ben onu sakinleştirdim. “Hem ban ne dedi biliyor musun?” Yumuşak bir sesle sorduğum soruya çocuksu bir masumiyetle cevap verdi. “Ne dedi?” Mezar taşında yazan isme bakarken yutkunmaya çalıştım ama beceremedim. “Benimle gurur duysun dedi, tek damla gözyaşı dökmesin dedi.” Eda ağlamaya devam ederken bana sığınmaya devam etti ve bende ona sığınak olmaya.
Dalgalanan al bayrağa bakarken ve tepemizde uçan kartalın sesini dinlerken bu vatan uğruna, bu millet uğruna feda edilen bir canın daha acısını çektik.
Mezar taşında yazan isme baktıkça gözlerim sızlarken Eda ile aynı anda aynı cümleyi fısıldadık.
“Vatan sağ olsun.”
*********
Bir hafta sonra...
Bir hafta tam bir hafta geçmişti ve Ayberk hala eve gelmemişti koskoca evin salonunda yine tek başıma oturmuş sigaramı içerken düşüncelerin ve acıların esiriydim. Bir hafta boyunca acılarıma ağlayacak vakti bulmuş bol bol ağlamıştım ama her an her saniye Ayberk’i merak ediyordum ve bana gelmesini beklemekten başka bir çarem yoktu. Sigaramı küllükte söndürdüm başka bir sigara yakıyordum ki duyduğum sesle durdum ses kapıdan gelirken bakışlarım arkamdaki kapıya döndüğünde Ayberk’in içeriye girdiğini görünce ayaklandım. Üstündeki ceketini koltukların üzerine fırlattığında yanıma geldiğinde bir haftadan sonra ilk defa gözlerimin içine baktı. Gözleri dolmaya başladığında başımı hafifçe omzuma eğdim uzanıp kollarımı boynuna doladığımda tepki veremedi. “Umay’ım.” Sesi titrediğinde kollarını bana doladığında tutuşu sık değildi sanki koca heybetindeki tüm gücü ondan çekip alınmış gibiydi daha fazla dayanamayıp yere çöktüğünde bende onunla birlikte çöktüm.
Gözyaşları omzumu ıslatırken başını boynuma gömdü ve sessizce gözyaşlarını akıttı. “Canım yanıyor Umay, ikisini de kurtaramadım.” Bir elimi ensesindeki saçların arasına daldırdım ve nazikçe okşadım. “Senin elinde değildi Ayberk sen elinden gelenin fazlasını yaptın.” Gözyaşları sessizce akmaya devam ediyordu ama ben ruhundaki çığlıkları duyuyordum. “Kurtaramadım ama.” Omzuna bir öpücük kondurduğumda ona daha sıkı sarıldım.
“Kurtaramazdın zaten.” Kurtaramazdı elinden gelenin fazlasını yapsa bile. Bazı şeyler elimizde değildi ve bu da onlardan biriydi ölüme engel olamazdın her ne kadar denesek de.
“Vatan sağ olsun.” Kendini bu cümleyle avutuyordu aslında hepimiz böyle yapıyorduk bu vatan için kara toprağın altına giren herkesin acısı için bu cümleyle avutuyorduk kendimizi. Çünkü her şey bu vatan sağ olsun diyeydi ve bununla avunuyorduk.
“Vatan sağ olsun.”
Onun gibi tekrar ettiğimde o sessizce gözyaşı döküp sessizce çığlık atarken ben ona sarılmaya devam ettim, ona merhem oldum tıpkı onun bana olduğu gibi.
********
Beş ay sonra...
Eğitim sahasında nefes nefese uzanırken bugün ki idmanı bitirmiştik timim yine şikayet ederken ben onları dinledim. “Şu idmanlar neden bana her geçen gün daha da zorlaşıyormuş gibi geliyor?” Turgut’un sorusunu acımasızca cevaplayan Kutay oldu. “Yaşlanıyorsun ondandır.” Aralarında rütbe farkı vardı ama onlar yokmuş gibi davranıyorlardı ve hallerinden memnundular.
“Yaşlanmıyorum ben daha gençliğimin baharındayım ama senin gözün görmediğine göre sen yaşlanıyorsun.” Kutay yüzünü buruşturduğunda Turgut sırıttı birbirleri ile uğraşma fırsatını hiçbir şekilde kaçırmıyorlardı. “Nasılsınız komutanım?” Atakan’ın Sare’ye sorusu ile Sare istemsizce sırıttı kendisi evlendiği için bana uygulanan muamele ona da uygulanıyordu, artık Pençe timinin geleneklerinden biri olmuştu bu.
“Hiç olmadığım kadar iyiyim Atakan, sen?” Atakan otuz iki diş sırıttı. “Sizi duydum daha iyi oldum komutanım.” Sare başını olumsuz anlamda sallayarak güldüğünde ben sırıttım. “E Sare Hanım var mı çocuk niyeti?” Sare ile uğraşma fırsatını elbette bende kaçırmadım sorumla aklına her ne geldiyse kızarmaya başladığında sırıttım. “Bilmiyorum komutanım.” Şişesindeki tüm suyu yavaş yavaş içip bizimle muhatap olmamaya çalışırken biz güldük o ise daha fazla kızardı. Bakışlarım ondan bizimkilere döndüğünde yüzlerindeki sırıtışın yok olduğunu ve dudaklarının şaşkınlıkla aralandığını görünce kaşlarım çatıldı. Arkamda bir noktaya baktıklarını fark ettiğimde oturduğum yerden kalkmadan omzumun üstünden arkama bakınca gördüğüm kişiyle benim de dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.
Oğuz.
Beren’i memleketinde şehitliğe gömdüğümüz günden beri onu hiçbirimiz görmemiştik beş ay boyunca hiçbirimiz ona ulaşamamıştık, sunduğum seçeneklerden gitmeyi seçeceğini hiç düşünmemiştim geleceğini hep bekliyordum ama yine de şaşırmadan edemedim. Beş ay sonra dimdik bir şekilde üniformasıyla karşımızda duruyordu, zaman ondan hiçbir şey götürmemişti hiç değişmemişti. Değişen tek şey en son onun gözlerinde gördüğüm enkazdı, o enkazdan çıkmayı başarmıştı ki gözleri yine eskisi gibi bakmaya başlamıştı.
Gözleriyle denk düşerken usulca sırıttığımda o da gülümsedi geleceğini o bilmiyordu ama ben biliyordum. Bize doğru ilerleyip yanımıza geldiğinde hepimiz oturduğumuz yerden kalktık ve ben herkesin adına konuştum.
“Ailene tekrar hoş geldin Oğuz.” Gitmişti ve geri gelmişti hepimize bakarak gülümsedi.
“Hoş buldum.”
*********
Arkadaşlarrr yeni bölümle geldim karşınıza yine duygusal bir bölüm oldu söyleyecek çok şey var aslında bizim sadece okuduğumuz/ yazdığımız acıların aslında ne kadar ağır olduğu gibi ama zaten bildiğimiz acıları tekrar konuşup kanayan yaramıza tuz basmayacağım, tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun ve vatan sağ olsun.
Paylaşmadığınız her acı öldürür siz ölmeyin paylaşın acılarınızı sevdiklerinizle mutluluğu paylaştığınız gibi paylaşın çünkü mutluluk zehir değildir ama acı bir zehirdir, akıtmanız gerekir. Eğer paylaşacak kimseniz yoksa ben buradayım sadece söylemek istedim birbirimizi tanımasak da dediğim gibi ailemsiniz anlatıp anlatmamak sizin gönlünüze kalmış tabi ama sadece sizi her zaman dinleyeceğimi bilin lütfen.
Bir sonraki bölüm biliyorsunuz değil mi?
Lafı daha fazla uzatmayayım yorumlar sizlere ait, oy vermeyi ve ailemizin bir parçası olmayı unutmayın. Geceleriniz iyi olsun. Öpüldünüzzzz>>>>
***********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.85k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |