

Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu yaratılmış.
***
Bizimkilerin gereksiz sohbeti asla bitmezdi ve şu anda bu gereksiz konulardan biri hakkında konuşuyorlardı. Kantinde oturmuştuk, diğerleri tost ve çay alırken ben sadece çay almıştım. Operasyonun üzerinden dört gün geçmişti ve Ayberk şu ana kadar olanları öğrenmemişti. Ama yakında öğrenecekmiş gibime geliyordu.
Yaram arada sızlayarak varlığını bana hatırlatıyordu, benim derdim ise soysuz köpeği vurup yakalayamamış olmaktı. Ucu ucuna kaçırmıştım ve bu canımı sıkıyordu şu ana kadar bir eylem yapmasını bekliyordum ama yapmamıştı. Bu da ayrı bir konuydu bir planı olmalıydı ama neydi? Büyük bir eylem planlıyor olabilirdi, bana seslenilmesi ile düşüncelerim bölündü.
“Komutanım.” Bakışlarımı önümde duran çaydan kaldırıp time baktım ve hepsinin bana baktığını gördüm. Tek kaşım havalandığında bu efendim demekti benim dilimde.
“Komutanım operasyondan beri çok dalgınsınız.” Sare’ye cevap veremeden Turgut konuştu.
“Çayınızı da içmediniz gerçekten dalgınsınız komutanım.” Düşünüyordum, olacakları ve olabilecekleri, birinin bunu düşünmesi gerekiyordu. Emindim kesinlikle büyük bir eylem olacaktı ve biz bunu engelleyemezsek hiç iyi olmazdı.
“Ne oldu gevezeliğiniz bitti de canınız mı sıkılıyor?” Oturduğumuzdan beri ilk kez konuşmuştum.
“Hayır komutanım gevezelik yapılacak çok konu var ama sizin bu kadar dalgın olmanızı istemiyoruz. Kendinizi yoruyorsunuz zaten evde olup dinlenmeniz gerekiyordu, fazla düşünmek insana zarar verir.” Doğruydu fazla düşünmek bir yerden sonra insanı çıldırtıyordu ve ben çoktan çıldırmıştım. Timdeki herkese kısa bir göz gezdirdim yani aileme.
Onlar benim ailemdi, en başta herkesin birbirinden nefret ettiği ama sonra düşünmeden birbirimiz için canımızı feda ettiğimiz ailem.
Diğer timlerden farklı olan diğer yanlarımızdan biri de buydu biz bir aileydik, birbirine kördüğüm ile bağlı olan. O kadar iyi tanıyorduk ki birbirimizi benim ne düşündüğümü biliyorlardı mesela ya da ben onların ne düşündüğünü biliyordum. Her ne kadar kızsam da seviyordum onları ama şu an timimdi onlar bende bir komutandım bu sınırları da biliyorduk.
“Birincisi ben gayet iyiyim, ikincisi ben o dediğin zararı çoktan gördüm, üçüncüsü ihtimallerin hepimiz farkındayız.” Masada duran ve dokunmadığım çayımı kadeh kaldırır gibi onlara kaldırdım. “Ama yine de susup başımı ağırtmamanız için çayımı içebilirim.” Gülümseyip bir yudum olduğunda yüzümü ekşittim gerçekten de buz gibi olmuştu. Hepsi bıyık altından yüz ifademe gülerlerken tekrar gevezeliklerine döndüler ben çayı masaya koyduğum sıra yanımda bir asker belirdi. Rütbesine baktığımda bir üstçavuş olduğunu gördüm asker selamı verdiğinde tam tepemde dikiliyordu. Başımla selamını aldığımda hazır ola geçti ve konuştu, kantindeki tüm gözler ise bizim üzerimizdeydi.
“Komutanım Göktürk komutan sizi çağırmamı rica etti.” Dediğinde kaşlarım havalandı ve yüzümde alaycı bir gülüş oluştu. Normalde kimsenin ayağına falan gidecek değildim ama zaten dışarıya çıkacaktım uğrayabilirdim. Yüzümdeki alaycı gülüşle ayağı kalktığımda konuştum.
“Sizin mağara adamı Göktürk Komutanınız rica edebiliyor muydu?” Kantindeki herkesin gözleri kocaman açıldığında Göktürk Komutan hakkında bu şekilde konuşmam onları şaşırtmıştı. Yüzümdeki alaycı gülüş silindiğinde kantinden çıktım, askeriyede çok güler yüzlü olmak iyi değildi. Askerler sizi yumuşak biri sanıp fazla rahat davranabiliyorlardı işte bu yüzden tüm komutanlar sertti. Olması gereken buydu, askeriyeden çıktığımda gözlerim etrafı taradı ve masada oturan Ayberk’i ve Eda’yı gördüm. Merdivenlerden inerken onlarda beni gördüler, ilk göz göze geldiğim kişi ise yüzbaşıydı.
Yanlarına gittiğimde Eda ayaklanmıştı ve direkt bana sarıldı. Kimseye sarıldığım söylenemezdi birine sarılmayalı uzun zaman olmuştu, bu yüzden bir anlık bocaladım. Sonrasında yaralı olmayan kolumu hafifçe beline sardım geri çekildiğinde gülümsedi. Bende silik bir tebessüm gönderdim, yüzbaşı konuştuğunda gözlerimi onun yeşil gözlerine çevirdim.
“Otur yüzbaşı.” Başka emrin? Bana emir vererek konuşma cesaretini nereden buluyordu anlamıyordum, Eda oturduğunda ben konuştum.
“Bir bana emir vererek konuşma, iki senden izin almıyorum zaten oturacağım.” Eda’nın yanına oturduğumda karşımda oturuyordu ve yüzüne alaycı gülümsemesi oturmuştu. Ona meydan okumam hoşuna gidiyordu benim için ise sadece sinir bozucuydu. Eda bana döndüğünde gözlerimi yeşillerinden ayırdım ve Eda’ya döndüm.
“Sen abimin kusuruna bakma,” Abisine uyarıcı bir bakış atıp tekrardan bana baktı. “Ben teşekkür etmek için-” İnsanların lafını bölmekten hoşlanmazdım ama mecbur kalıyordum.
“Teşekkür etmeni gerektirecek bir şey yok.” Onu koruduğum veya onu kurtardığım için teşekkür etmesine gerek yoktu, görevdi. Kim olsa aynı şeyi yapacaktım ve tam olarak yapamadığın bir görevde ne olursa olsun teşekkür istemiyordum.
“Olsun, biliyorum görev için yaptığını ama teşekkür ederim yine de her şey için. Ve sana sabır diliyorum abim gibi bir huysuzla uğraştığın için.” İkimizin de bakışları Ayberk’e döndü o ise ters bakışlarını Eda’ya gönderiyordu.
“Teşekkürünü ettiysen seni uğurlayayım abicim.” Gerçekler pek hoşuna gitmiyordu. “Bende amin diyorum.” Dedim Eda’ya cevap olarak kıkırdadığında abisinin söyledikleri pek umrunda görünmüyordu.
“Bir şey olursa her ne olursa olsun söyle bana.” Dediğinde gülümsedim güçlü bir kadındı başımla onu onayladığımda masanın üzerinde duran çantasını aldı ve abisine ters bakışlarını gönderdi.
“Gidiyorum huysuz.” Saçlarını savurarak arkasını dönüp gittiğinde tebessüm ettim neşeli bir kadındı anladığım kadarıyla. Ve yaşadıkları nedeniyle bu neşesini kaybetmemesi güzeldi.
“Yaran nasıl yüzbaşı?” Sorduğu soruyla tekrar yeşillerine baktım burnunda hala bant vardı.
“Ne o rahatlık battı mı? Daha burnun iyileşmemiş.” Dediğimde yüz ifadesiyle göz devirmiş kadar oldu.
“İnsanlık yapıp soruyoruz burada asıl sana rahatlık batmış, kafan iyi şeylere çalışmıyor galiba.” Aynen suçlu bendim canım beyefendinin hiçbir suçu yoktu.
“Senden pek insanlık görmediğimden kafam iyi şeylere çalışmıyor sen sorunca.” Cevap vermemişti çünkü verecek cevabı yoktu, haklıydım. Ama yine de sorusunu cevapsız bırakmak istemeyerek “İyi.” dedim.
“Ne?”
“Yaramı sormadın mı? İyi.” Anladığında başını iyi dercesine salladı.
“Ne düşünüyorsun yüzbaşı? Eğer eğitim için dertleniyorsan yenildiğini söylemen yeterli.” Ben? Ben söyleyecektim öyle mi? Yenildiğimi? Hayal dünyası zararlıydı bunu hep söylerdim.
“Benim kim olduğumu hala anlayamadın mı yüzbaşı?” Anladığını biliyordum sadece takılıyordu ama benim çok önemli düşüncelerim vardı. “Ne düşünüyorsun?” Derin bir nefes aldım ve verdim.
“O teröristi yakalayamadık ve hala ses çıkmadı şu ana kadar bir eylem ya da başka bir şey yapması gerekirdi. Bir şeyler var, büyük bir şeyler.” Bunu biliyordu hatta aynı şeyleri düşünüyorduk ama ikimizin de yapabileceği bir şey yoktu.
“Deli yürek.” Dediğinde masaya odaklanmış düşünceli gözlerim ona döndü. “Görevini en iyi şekilde ve başarıyla tamamladın ve şu an için yapabileceğin tek şey dinlenmek. Dinlen ki lakabının hakkını veresin.” Dinlenemiyordum ayrıca dinlenmeyi de hiç sevmezdim, sessizliği sevmiyordum ses çıkarmam lazımdı. O ses çıkarmıyorsa ben çıkaracaktım. Lakabımın hakkını vermem için dinlenmeme ihtiyacım yoktu her şekilde veriyordum.
“Hayırdır sen bugün niye kibar bir adam oldun?” Kaşlarım çatılmıştı bu söylediğimden sonra da onun kaşları çatıldı.
“Kaba olsak suç kibar olsak suç yaranamıyoruz sana yüzbaşı.” Bana niye yaranmaya çalışıyordu? Sert tavrını tercih ediyordum şu an kibar halleri zarardı.
“Sen kaba bir adam olmaya devam kibar olunca garip oluyor.” Yüzünü ovuşturup derin bir nefes verdi ben ise sessizliğin sebebini nasıl öğreneceğimi bulmuştum.
“O deli fikirleri çıkar kafandan yüzbaşı başına bela açacaksın.” Belayı bulmadan temizleyemezdim değil mi? Gözlerim kısıldığında onun da yeşilleri kısıldı hiçbir şey demeden masadan kalktım.
“Eğer başını belaya sokarsan gerçekten profesyonel bir asker olmadığına emin olacağım.” Beni engellemeyecekti çünkü bu işin çözülmesi gerekiyordu ve bu işi en iyi ben çözerdim bunu biliyordu.
Eski sırt çantama pasaportumu da koyduğumda hazırdım aynada kendime bir göz gezdirdim. Altımda yeşil bir kargo pantolon üstümde yeşil bir kazak üzerinde ise krem rengi bir gömlek vardı. Çok kötü bir kombindi kıyafetlerimin eski olduğu belli oluyordu ama sınır dışında dikkat çekmek istemiyordum.
Akşam olmuştu ve benim gitmeme bir saat vardı, bir tır bizi alıp sınır dışına çıkaracaktı bizden kastım diğer insanlardı. Sınır dışına çıkmanın en iyi yolu buydu bu bir suçtu ve benim işim halledildikten sonra ihbar edecektim bu adamları. Saçlarımı ensemde geniş bir at kuyruğu yaptım ve kendime son bir kez bakarak evden çıktım.
Sokakta yürürken karanlık daha fazla çöküyordu, bizi bir depodan alacaklardı o depo ise bana yarım saat uzaklıktaydı.
Depoya geldiğimde saçımı açmıştım ve saçlarımla yüzümü gizlemiştim iki adam vardı karşımızda ben ve diğerleri ise otuz kişiydik. Üzerimizi kontrol etmişlerdi telefon var mı diye ama benimkini bulamamışlardı ben istemediğim sürece de bulamazlardı. Tırın kasası açıldığında adamlar bize baktı biri uzun biri kısaydı ve uzun olan konuştu.
“Binin arabaya! Sesi çıkanı öldürürüm anladınız mı?!” Denemekle kalırdı kimseye bir şey yapamazlardı herkes sırayla tırın arkasına binmeye başladı, en son ben bindim. Adamlardan uzun olanı tekrar bağırdı kesecektim sesini.
“Hareket etmeyin, ses çıkarmayın!” İçimden tırı devirmek geçiyordu ama siviller varken ve işim varken bunu yapamazdım. Tırın kapısı sertçe üzerimize kapatıldığında burada bulunan insanlara göz gezdirdim. Çocuklu anneler, ailesini kaybetmiş babalar ve daha birçok insan. Önüme dönüp kumral saçlarımla yüzümü gizledim.
Yolun sonuna yaklaşmıştık tırın kasasını kapatan kumaşın arasından görüyordum. Herkese arkamı dönüp çantamdan telefonu çıkardım diğerleri görürse arabayı süren uzuna söyleyebilirlerdi, bu riski alamazdım. Mesajlara girdim ve Ayberk’in isminin üzerine tıkladım numarasını bu sabah vermişti ve bir şey olursa haber ver demişti. İkimizde normal değildik gerçekten birimiz tek başına sınır dışına gidiyor, diğerimiz ise onu engellemek yerine numarasını verip bir şey olursa haber ver diyordu. Albay bunu duysa bizi kesinlikle kurşuna dizerdi ama yapacak bir şey yoktu. Onu Göktürk Komutan diye kaydetmiştim, hızlıca mesajı yazdım.
Göktürk Komutan
Yüzbaşı sana bir depo adresi ve bir plaka gönderdim. Sınır dışına insan çıkarıyorlar pasaport olmadan ne yapman gerektiğini biliyorsun.
Benim pasaportum vardı ama bu yol daha makuldü o yüzden seçmiştim, sanki benden mesaj bekliyormuş gibi anında cevap verdi.
Dua et de seni de yakalamayayım deli yürek.
Bana ya deli yürek ya da yüzbaşı diye hitap ediyordu adımı ağzından hiç duymamıştım duymuşta olabilirdim bilmiyorum. B12 eksiliğim vardı. Mesajına bir cevap yazmadan telefonu kimseye göstermeden çantama koydum. Tır durduğunda hava yeni yeni aydınlanıyordu, vaktim vardı yetişirdim. Tırın kapısı sertçe açıldığında yüzümü saklamaya devam ediyordum arabayı süren uzundu, kısa gelmemişti. Uzun o sesiyle tekrar bağırdı ses tellerini koparmamak için tutuyordum kendimi.
“İnin aşağıya!” Arapça söylemişti bunu sınır dışında olduğumuzdan artık arapça konuşacaktık. İlk ben indim sonra ise diğerleri, etrafıma baktığımda bir kasaba da olduğumuzu fark ettim ve benim aradığım kasabaydı. Güzel uğraştırmamışlardı.
Kasabanın güney ucundaydım etrafıma baktığımda bir giyim dükkanı gördüm, tanıdıktı. Dükkana girdiğimde masanın arkasındaki adama başımla selam verdim ve giyinme odasına girdim. Bizden biriydi, Türk’tü. Kıyafetlerimi çıkardım ve çarşafı giydim sadece gözlerim görünürken çıkardığım kıyafetleri çantama koydum. Bunu yapmam sadece otuz saniyemi almıştı odadan çıktığımda adam bana başıyla selam verdi ben ise ona. Dükkandan çıktığımda kasabanın içine doğru yürümeye başladım kasabada bir pazar vardı bizim istediğimiz bilgiler de o kasabadaydı.
Pazarda dolaşırken halktan biri gibi görünüyordum ama gözlerim hedefimi arıyordu. Pazarın köşesinde kumaş satan adamı gördüğümde hedefime ulaşmıştım, adama doğru yürüdüm ve tezgahın önünde durdum. Kumaşları incelerken konuştum.
“Farklı modelleri var mı?” Şifreli bir konuşmaydı ve bu benim geldiğimi belli etmemdi. Adam beni tanıyordu ve bize çalışıyordu, Türkiye Cumhuriyeti’ne.
“Nasıl model istersin?” Kumaşı yerine bıraktım ve bakışlarımı adama çevirdim.
“Al renkli.” Adam başını salladığında arkasında ki dükkana girdi bende peşinden girdim dükkanın kapısını kapattı ve kilitledi. Dükkanın en arka tarafına gittiğimde yanıma geldi ve fısıldayarak konuştu. Bir yandan ise kumaşı gösterir gibi yapıyordu.
“Kimsin?” Bakışlarımdan anlamıştı ama tedbiri elden bırakmıyordu. “Deli yürek.” Diyerek onu cevapladım ve sorumu yönelttim.
“Senin kulağına kuşları fısıldıyormuş öyle dediler bana.” Elimde ki kırmızı kumaşın hiçbir anlamı yoktu, üstünde ayyıldız olmadıktan sonra hiçbir anlamı kalmıyordu.
“Doğru demişler.” Hafif bir aksanı vardı ve sesinde gurur, güven ve sevgi vardı.
“Mazlum denen biri var, geldi mi hiç kulağına ne yapıyormuş şimdi?” Bakışları bana döndü sonra ise hemen önüne döndü fısıldayarak konuşmaya devam etti.
“Büyük bir plan yapıyormuş dendi bana, bir yeri patlatacakmış. Neresi bende bilmiyorum şu an ise adamları ile saklanıyor ama yerini kimse bilmiyor.” Yanılmamıştım büyük bir plan var demiştim patlatacağı yer Türkiye’de bir yerdi ama neresi olduğunu anlamak imkansızdı.
“Senin kuşlar yaşlanmış sanki, neresiymiş bu patlatılacak yer?” O bunu yapmadan engellemeliydik ve bunu yapmak için daha fazla bilgiye ihtiyacım vardı. “Onu adamlarına bile söylemez son dakika söyler tedbirini alıyor ama duyduğuma göre bu bölgenin yakınlarında saklanıyormuş.” Çember çok genişti daha da daraltılması gerekiyordu.
“Bana tam bilgi ver, senin bölge dediğin yerin ne kadar geniş olduğunu biliyor musun? Daha fazla bilgi ver bana.”
“Bir kız kardeşi var o abisinin yerini biliyor, kızın yerini biliyorum.” Evet buydu, bana bunlarla gelmeliydi güzel bir uç yakalamıştık.
Adamdan kardeşinin yerinin öğrendikten sonra dükkandan çıkmıştım bana evinin anahtarını vermişti eve girdiğimde kimsenin olmadığını gördüm. Tek yaşadığını söylemişti üzerimde ki çarşafı çıkarıp diğer kıyafetleri giydim çantamdan telefonu çıkardım ve Ayberk’i aradım. telefon üçüncü çalışta açıldı ve ilk konuşan o oldu.
“Ne o sesimi mi özledin?” Selam verse daha maküldü.
“Bırak onu bunu çok önemli bir uç yakaladım.” Sürekli etrafıma bakıyordum kimsenin olmadığını biliyordum kontrol etmiştim ama tedbiri elden bırakamazdım. Ayberk’in oturduğu yerde dikleştiğini duydum.
“Ne oldu?” Kalın ve tok sesi kulağıma ulaştığında hızla konuştum.
“Yanılmadım bu terörist büyük bir plan peşinde bir yeri patlatacakmış. Yerini bilmiyorum ama bir kız kardeşi varmış o abisinin yerini biliyormuş. Ve kızın yerini biliyoruz.” Türkiye’ye dönmem zaman kaybetmemize neden olurdu patlamanın ne zaman yapılacağı belli bile değildi kaybedecek zamanımız yoktu. Timi isteyebilirdim ama albaya bunu açıklayamazdım.
“Buraya dönmem zaman kaybı olur kaybedecek zamanımız yok ve Cahit albaya bunu söylersem ikimizi de kurşuna dizer.” İkimizde aynı fikirdeydik bu işi tek başıma hallederdim.
“Ben tek halledebilirim.”
“Söz konusu bile olamaz tek başına ve yaran tazeyken seni ölümün kucağına bırakmam, bende geleceğim.” Mantıklydı tek başına benim için zor bir görevdi ve yaram benim işimi daha da zorlaştırırdı.
“En hızlı şekilde buraya gelmen gerekiyor kaybedecek bir dakikamız bile yok. Geleceğin yeri biliyorsun.” Adamları büyük ihtimalle yakalatmıştı ve güzergahı biliyordu.
“Ben gelene kadar bir şey yapma, beraber hareket edeceğiz.” En azından kızı gidip kontrol edebilirdim ama bunu duymuş gibi konuştu. “Kızı kontrol etmek dah,l hiçbir şey yapma yüzbaşı, tekrar söylüyorum.” Ne kadar gidip kontrol etmek istesem de haklıydı başımı belaya kesin sokardım. Ve biz bir timin yapacağı görevi ikimiz yapacaktık bu yüzden birlikte hareket etmemiz şarttı.
“Tamam yapmayacağım bir şey, elini çabuk tut.” Duyduğum seslerden anladığım kadarıyla çoktan harekete geçmişti.
“Tamam.” Telefonu kapattığımda kendimi arkamdaki koltuğa bıraktım burada yakalanma ihtimalim de vardı. Ve Ayberk’in gelmesi biraz sürecekti, tek dileğim o gelene kadar o bombanın patlamamasıydı.
*******
A.G.
Askeriyeden çıkarken Metehan arkamdan seslendiğinde durdum.
“Komutanım.” İkimizde aynı rütbedeydik ama ben tim komutanı olduğumdan bana komutanım demek zorundaydı.
“Ben bir süre olmayacağım iznimi kullandım, o süreçte tim senin komutanda.” İşimizin ne kadar süreceğini bilmiyordum bu nedenle iznimi kullanmıştım. Raporum olmadığından izin kullanacaktım.
Mercedes AMG G 63 siyah bir arabam vardı arabaya bindiğimde kemeri umursamadan gaza asıldım. Kaybedecek zamanım yoktu Umay’ın yanına gitmeliydim en acil şekilde.
Umay. İsminin anlamı Türk mitolojisinde 'Bereket Tanrıçası', 'Koruyucu Tanrıça' demekti. Umay, eski Türk inancında çocukları, kadınları ve aileyi koruyan bir tanrıça olarak kabul edilirdi. Bu isim, bereket, koruma, şefkat ve annelik niteliklerini simgeler. Ben ise lakabıyla seslenmeyi tercih ediyordum. Çünkü lakabı fazlasıyla oydu tamamen onu yansıtıyordu.
Deli Yürek.
Ondan nefret etmiyorum, tamam ilk zamanlar kendini beğenmiş, burnu havada olmasına biraz gıcık olmuştum ama şu kısacık sürede fikrim değişmişti. Aslında ondan hiç nefret etmemiştim sadece biraz gıcık kapmıştım şu an ise iyi geçiniyorduk. Yani en azından deniyorduk o da bir şeydi.
Evin önüne gelmiştim müstakil bir evde yaşıyordum lüks olmasa da güzel bir evdi aslında yaşıyorum değil yaşıyorduk olacaktı. Baş belası bir kız kardeşim vardı, evde olmadığını düşünüyordum ama eve girdiğimde salonda oturmuş televizyon izleyen baş belası ile göz göze geldim. Bunun okulda olması gerekmiyor muydu ne halt ediyordu burada? Hayır keyfi de yerindeydi onca şey yaşamamış gibi. Evde ne halt ettiğini sorgulamayacaktım oyalanacak vaktim yoktu hızla üst kata çıktım. Ve arkamdan gelen adım seslerini duydum kesinlikle buraya atanmamalıydı.
“Abi, ne oldu?” Eda’nın gözleri çantamı hazırlayan benim üzerimde dolaşıyordu. Bir şeyi de merak etme be abicim! Zaten iki ayağım bir pabuca girmişti acele etmemin en büyük sebeplerinden biri deli yürekti. Her an her şeyi yapabilirdi beni beklemeden teröristi almaya bile kalkabilirdi. Gerginlikten sinir katsayım artıyordu.
“Görev abicim, acelem var üzerimi değiştirmem lazım.” Eda’yı odanın dışına çıkarıp kapıyı kapattım, alışıktı. Ama onu evde tek bırakamıyordum artık, tehlikedeydik, onun en başta yanıma gelmemesi için kavga etmiştik ama beni dinlememişti. Şimdi ise gözüm arkada kalıyordu, onu korumaya aldırmıştım ama yine de içim rahat etmiyordu.
Odadan çıktığımda Eda ile göz göze geldim gözlerinde korku vardı geri dönemezsem diye, gözlerinde istek vardı geri döneyim diye. Alnına bir öpücük kondurdum geriye çekildiğimde kahve gözlerine baktım.
“Dikkatli ol abicim, tamam mı?” Eda’nın cevap vermesini beklemeden dışarı çıktım çünkü sende dikkat et diyecek sonra aklına gelen ihtimaller yüzünden gözleri dolacaktı. Bundan nefret ediyordum, tek bir göz yaşına dünyayı sikesim vardı. Arabayı es geçerek bir taksiye bindim.
Bu sınır dışına adam çıkaranlar çoktu bulmuştum bir tane, icabına ise sonra bakacaktım. Bir depodan çıkacaktı tır, genelde hep bu yöntemi kullanırlardı zaten eskimiş depolarda tırlarla adam çıkartırlardı.
Depoya girdiğimde tırı ve yerde oturan adamları gördüm. Altımda siyah pantolon üstümde eski beyaz bir gömlek vardı siyah şapkasıyla ise yüzümü gizliyordum burnumdaki bandı çıkarıp atmıştım. Bu şekilde giyinmemizin sebebi dikkat çekmemekti fakir ve kimsesiz insanları kimse umursamazdı. Oturan üç adam ayaklandı ikisi burada kalacak biri benimle gelecekti. Bugün adam çıkarmayacaklardı ama yaptığım ödeme ile sadece ben çıkacaktım.
“Bu saatte yapmıyoruz bunu sana kıyak geçtik, hadi çok oyalanmayalım.” Kıyağınızı sikerlerdi gösterecektim ben kıyağı size, gelince çökeceğim tepenize. Adam tırın sürücü koltuğuna otururken bende yolcu koltuğuna oturdum tırın arkasında ne taşıyorlardı bilmiyordum ama tır şoförü rolünde çıkacaktık ülkeden.
*******
Sabaha kadar uyumamıştım, koltukta otumuş bir plan bulmaya çalışmıştım ve bulmuştum. Ağrı kesiciler olmadan sızlayarak kendini hatırlatan yaram ve hala hasarlı olan kemiklerim bana hiç yardımcı olmuyordu. Saat dokuza geliyor olmalıydı kapı çalındığında hızla silahıma uzandım, emniyetini açtım ve alt kata inerek kapıyı açtım.
Ayberk’i karşımda gördüğümde geri çekildim ve içeriye geçmesine izin verdim. Elimdeki silahı gördüğünde alaycı bir şaka yapmadı, şu an şaka yapacak durumda değildik zaten.
Yukarı çıktığımızda odadan çıkan adamı gördüm, ona da rahatsızlık veriyorduk.
“Sana söylediğim arkadaşım ve teşekkür ederiz her şey için.” Adam gülümsedi.
“Ne demek sizin gibi iki insanı evimde ağırlamak gurur verir bana, lütfen rahat olun. Ben kahvaltı hazırlayayım.” Diyerek bizi yalnız bıraktı, Ayberk’e baktığımda üzerindeki kıyafetlerin heybetine ve yakışıklılığına gölge düşüremediğini gördüm. Burnundaki bandı ise çıkarmıştı daha tam iyileşmediğine adım kadar emindim. Çantasını koltuğa fırlattı ve benimle göz göze gelip konuştu.
“Hemen kızı bulmamız lazım kaybedecek bir dakikamız bile yok.” Haklıydı, geçen her saniye yüzlerce sivilin hayatı tehlikedeydi.
“Kızın yerini biliyoruz önce onu alacağız, abisinin yerini öğreneceğiz. Adamlar büyük ihtimalle çok fazlalar kısa yoldan onları patlatmamız lazım kız ise masum bir sivil. Ona zarar veremeyiz.” Kısa bir süre düşündü ve yeşilleri tekrar bana döndü.
“Adamı canlı ele geçirmemiz çok zor dediğin gibi ama elimizden geldiğince canlı ele geçirmemiz gerekiyor.” Başımı sallayarak onu onayladım haklıydı onu canlı almamız gerekiyordu.
“Harekete geçelim hemen, kaybettiğim her saniye yüzlerce insanın canı tehlikeye giriyor.” Bekleyemezdik ,vakit kaybedemezdik, harekete geçmeliydik o da bunu biliyordu ve kafa salladı.
“Gidelim.” Dediğinde çantasını aldı bende aldım ve aşağıya indim adam mutfaktan çıktığında bizde kapının önündeydik. Kahvaltı hazırlamıyordu çünkü yemeyeceğimizi biliyordu bizi yalnız bırakmak için bir bahanesiydi.
“Sana ihtiyacımız olacak.” Dediğimde anında başını salladı. “Elimden ne geliyorsa yapmaya hazırım ben.” Başımı salladığımda o da salladı tam biz evden çıkacakken tekrar konuşması ile durduk.
“Allah yolunuzu açık etsin korusun sizi. Dikkatli olun sizde.” Ayberk ile gözlerimiz saniyelik olarak kesiştiğinde ikimizde adama tamam dercesine başımızı salladık. Evden çıktığımızda Ayberk sessizce beni takip ediyordu ben ise saçlarımla yüzümü gizliyordum. Ayberk'de şapkasıyla mümkün olduğunca kimsenin olmadığı sokaklardan gitmeye çalışıyorduk.
Hedefimize vardığımızda karşımızdaki eve bakıyorduk kasabanın en ucunda gözden uzakta tek katlı eski müstakil bir evdi. Ayberk ile göz göze geldik ve birbirimizin bakışlarında ki onayı görünce aynı anda eve ilerledik. Kapıya vurduğumda açan olmadı tekrar vurduğumda bir ses duydum kapı yavaşça aralandığında bir çift kahverengi gözü gördüm. Aradığımız kız buydu, düşmanımı gözünden bile tanırdım dostunu düşmanından daha iyi tanımalı daha yakınında tutmalıydın.
“Kimsiniz?” Kız çekiniyordu gözleri ise Ayberk’in üzerindeydi heybeti onu korkutmuş olmalıydı, sesimi değiştirerek konuştum. “Biz yolumuzu kaybettik buraya soralım dedik biraz da yorgunuz bize su verirsin?” Arapça ve buradaki insanlar gibi konuşmuştum kızın gözlerindeki çekingenlik ise hala aynıydı. Gözlerimi yanımda tüm heybetiyle dikilen Ayberk’e çevirdim sonra ise tekrar kıza dönüp konuştum.
“Arkadaşım biraz heybetlidir amma korkmayasın bir şey etmez sana.” Kızın çekingenliği azaldığında bize işaret parmağını bir dakika der gibi gösterdi sonra ise kapıyı minik aralık bırakıp içeri gitti. İçeriye girdiğimde Ayberk’de peşimden geldi arkamızdan kapıyı kapattığında salondaydık. Kapının hemen karşısı salondu bir tane üç kişilik koltuk vardı bir de yanındaa eski bir dolap.
Kız salona elinde iki bardak suyla geldiğinde bizi gördü bardaklar elinden düşerken saniyelik bir hızla hemen gidip ağzını kapattım. Çırpınmaya başladığında daha sıkı tuttum ona zarar vermeyecektim.
“Sakin ol! Sana zarar vermeyeceğim çırpınma ve bağırma.” Kız ağlamaya başladığında çırpınmayı bırakmıştı onu ilerletim arkamdaki üçlü eski koltuğa oturttum. “Elimi çekeceğim ama bağırırsan iyi olmaz anladın mı beni?” Başını hızla olumlu anlamda salladı bende elimi yavaşça çektim. Üzerinde eski bir pantolon ve eski bir kazak vardı saçları ise omzunu geçmiyordu.
“Sana zarar vermeyeceğiz sadece bir şey öğreneceğiz korkmana gerek yok.” Ayberk her ne kadar sesini değiştirse de hala kalın ve tok bir sesi vardı. Kız panik, endişe ve korkuyla hızla konuştu.
“Kimsiniz siz? Ne istersiniz benden?” Kız korkudan bozuk Türkçesi ile konuşmaya başlamıştı ama biz hala Arapça konuşuyorduk. Kendimizi riske atamazdık Arapça konuşmamız ve Türkçe konuşmamız arasında fark vardı.
“Mazlum diye bir it var tanır mısın? Bana yerini biliyorsun diye kuşlar öttü, nerededir?” Ayberk kızı daha çok korkutuyordu bildiklerini bile unutabilirdi bunu istemezdik.
“Bilmiyorum ben Mazlum falan, bilmiyorum valla.” Biliyordu istihbarat sağlamdı, sağlam olmasa bile kızın davranışlarından bildiğini anlamak zor değildi. Mazlum ismini duyunca daha da panik yapmıştı, oturduğu yere daha da sinmişti. İşi uzatamazdık hızla çözmeliydik ve öyle yapacaktım, kıza yaklaştım.
“Mazlum senin ağabeyin bunu biliyorum, nerede olduğunu bildiğini de biliyorum. Ve hemen ağabeyinin yerini söylemezsen hem o ağabeyine hem de sana zarar vermek zorunda kalacağım. Ama ağabeyinin yerini söylersen sen kurtulursun, şimdi yerini söylemek için sadece beş saniyen var.” Kızın gözleri kocaman açılırken beşten geriye doğru saymaya başladım. “Beş,” Kızın gözleri daha da açılırken oturduğu yere biraz daha sindi. “Dört,” Gözleri ben ile Ayberk arasında gidip geliyordu. “Üç,” “İki,” Tam bir diyecekken bağırdı.
“Tamam! Tamam söyleyecem yeter ki bana zarar vermeyesin.” Kızdan uzaklaştığımda bir adım geri atıp Ayberk ile yan yana geldim, kollarımı göğsümde bağladığımda başımla söylemesini işaret ettim.
“Buraya yakındadır, kasabanın güney doğusunda ağaçlık alanların ortasındadır.” İki adım geriye gidip kapıyı açtığımda içeriye adam girdi ben kapıyı kapatırken Ayberk kıza yaklaştı.
“Eğer ki yalan söylersen aklının almayacağı şeyler yaparım duydun mu beni?” Kız hızla başını olumlu anlamda salladı. “Vallahi doğru söylirem yemin ederem.” Bu korkuyla yalan söyleyebileceğinin sanmıyordum doğruyu söylüyordu, yanımda ki adama döndüm.
“Kız sana emanet ne yapman gerektiğini biliyorsun, dikkatli ol.” Kızı alıp benim kaldığım eve yani kendi evine götürecekti ve onun başında bekleyecekti. Burada olamazlardı Mazlum denen soysuz köpeklerini gönderebilirdi bu riski almayacaktık.
Ayberk kızdan uzaklaştığında dışarı çıktım o da arkamdan çıktı evin önündeki Arapça plakalı arabaya bindik. Ben yolcu koltuğuna geçerken o da sürücü koltuğuna geçti telefonumu açtığımda kızın söylediği yerin haritasını çıkardım. Telefonum çaldığında ikimizin de bakışları ekrana döndü sonra ise göz göze geldik. Albay arıyordu, biz Ayberk ile bakışırken telefon birkaç kez daha çaldı ve sonrasında kapandı.
Derin bir nefes alacakken tekrar çalmaya başladı bakışlarım Ayberk’in yeşillerindeyken konuştum.
“Bir sorun mu var acaba? Ya çok önemli bir şeyse?” Böyle bir ihtimalde vardı ama dileğim gerçek olmamasıydı.
“Yapacak bir şey yok, şu an istesek de ilgilenemeyiz çok önemli bir şeyse pençe ve kartal var.” Haklıydı bizimkiler hallederdi. Telefon kapandığında bir daha tekrar çalmadı ama benim aklımın bir kısmı orada kalmıştı. Vatanımın bana ihityacı olduğunda görevimi yerine getirememekti derdim, bunu vatanıma ihanet sayar kendimi affetmezdim.
Gözlerimi kısmış karşımızda ki hedefimize bakıyordum Ayberk ise dürbünle bakıyordu. Kızın dediği konuma gelmiştik ve doğruyu söylemişti ağaçlık alan engebeliydi. Bizde küçük bir dağın arkasına saklanmış hedefi gözetliyorduk, adamlar kalabalıklardı.
“Planları büyük, bu kadar patlayıcının başka açıklaması olamaz.” Büyük bir tırın kasasını patlayıcı ile dolduruyorlardı ama birazdan dolduramayacaklardı. Türk askeri gelmişti.
“Mazlum denen iti canlı ele geçirmemiz gerekiyor bize örgütün üstelerindeki isimleri verecek.” Dediğimde başını aşağı yukarı sallayarak beni onayladı. “Havai fişekleri sever misin?” Diye sordum bakışlarımı karşıdaki iki katlı evden çekmiyordum.
“Severim.” Dediğinde ne demek istediğimi anlamıştı, silik bit tebessüm oluştu yüzümde.
“İyi, birazdan ben patlatınca daha da çok seveceksin.” Güldüğünde dürbünü bana uzattı dürbüne gerek olmadığını söyleyerek Ayberk’in bakmasını istemiştim. Çünkü gerçekten gerek yoktu daha uzaklardan adam öldürmüşlüğüm vardı ama yine de daha ayrıntılı görmek için dürbünü aldım.
“Ben bu iti kaçıracağım.” Dürbünü indirdiğimde bakışlarım Ayberk’e döndü kaşlarım çatılmıştı. “Hesaplaşacağız işte, benim kardeşimi kaçırmak ne demek? Öldürmeyeceğim sonuçta hem canlı ele geçirmiş olacağız.” İlk başta karşı çıkacaktım ama sonrasında düşündüğümde onayladım.
“O iti al ve manzaralı bir yere geç Göktürk Komutan. Çünkü Deli Yüreği yeni tanımaya başlayacaksın.” Tebessüm ettiğinde içtendi, ilk defa içtenlikle bana tebessüm etmişti. Güzeldi, yakışıklı suratına uyumlu olarak tebessümü güzeldi.
“Hadi bakalım deli yürek görelim kimmişsin herkese namını duyuran, görelim.” Dürbünden hedefi izlemeye başladığımda Ayberk ayaklandı.
“Dikkatli ol Göktürk.”
“Sende deli yürek.” Uzaklaştığında gösteriyi kafamda hazırlaıştım şimdi ise uygulayacaktım. Kısa bir süre sonra ise Ayberk’i evin dibindeki ağacın arkasında gördüm.
Teröristler patlayıcı taşımakla meşguldü iş hızlı bitsin diye hepsi taşıyordu evin önünde sadece iki terörist vardı. Evin yanında küçük kulübe gibi bir yer vardı patlayıcılar oradan taşınıyordu evin üç tarafı da savunmasızdı. Ayberk ise arka tarafına denk düşüyordu evin etrafında tahtadan kısa çitler vardı bir nevi çiftlik evi gibiydi.
Ayberk çiti aşıp evin arka duvarına sindi fark edilmediğinden emin olduktan sonra düz duvara tırmanmaya başladı. İkinci camdan içeriye girdiğinde dürbünü indirdim ben hazırlanana kadar o işini bitirecekti ve benim gösterim başlayacaktı. Dürbünü çantama attığımda ayaklandım, Ayberk dürbünü benim çantama koyup kendi çantasını arabada bırakmıştı.
Elimdeki patlayıcı bidonunu evin arkasına koydum kimseye görünmeden almıştım şimdi ise patlatacaktım. Çantamda ki kibrit kutusunda bir kibrit çıkardım ve çaktım kibriti bidonun hemen ucuna koyduğumda hızla uzaklaştım. Saniyeler sonra bidon patladığında oluşan sesten ve görüntüden fazla güçlü bir patlayıcı olduğunu anladım.
Ve bunlarla bize saldırı mı düzenleyeceklerdi? Komikti.
Evin yanında ki kulübeden patlayıcı taşıyan teröristlerin hepsi arkaya toplandığında ben ön tarafa geçtim. Ön taraftaki iki terörist hala buradaydı ayağımın ucundaki dala bastığımda bir tanesi bu tarafa doğru gelmeye başladı. Sırtımı evin duvarına yasladığımda terörist köşeyi döndü, hızla kollarımı boynuna doladım ve boynunu kırdım. Kollarımı açtığımda terörist yere yığıldı belimden bıçağımı çıkardığımda aniden köşeyi döndüm ve bıçağı teröriste fırlattım. O daha bana dönemeden fırlatmıştım bıçağı, bıçak şah damarına geldiği için anında ölmüştü. O da yere yığıldığında evdekileri Ayberk’in hallettiğini biliyordum patronları alınmıştı ve ruhları bile duymamıştı. Duyamazdı zaten.
Tüm teröristler arkadayken hemen yanda bulunan kulübeye girdim ve ağzına kadar patlayıcı olduğunu gördüm. Üç bion aldığımda teröristler hala arkadaydı, kulübeden çıkıp eve girdim.
İçeriye girdiğimde iki karşılıklı oda ve bir merdiven vardı. Yere yığılmış teröristleri gördüm Göktürk işini temiz yapmıştı, sağdaki odaya girdiğimde bir yatak odasıydı bidondaki patlayıcı odaya dökmeye başladım. Duvarlara, yere döktükten sonra karşı odaya geçtim ve aynı şeyi buraya da yaptım.
Odadan çıktığımda tam merdivenlere yönelecekken holün ortasında bastığım tahtadan gelen gıcırtı ile durdum. Ayağımı geri çektim ve tekrar gelen gıcırtı ve hisle tahtanın boş olduğunu anladım.
Ayağımı geri çektiğimde halıyı kaldırdım ve tahtayı yerinden söktüm, yanılmamıştım. Aşağıya inen kısa bir merdiven vardı elimdeki patlayıcı ile indiğimde gördüğüm görüntü beni şaşırtmamıştı. Evin altı patlayıcılarla doluydu, bu benim gösterime katkı olurdu. Elimde kalan patlayıcıyı bunların üzerine boca ettim.
Yukarı kata çıktığımda elimde iki bidon vardı bir tanesini merdiven başına bıraktım ve diğerini bu katta bulunan üç odaya döktüm. Işim bittiğinde merdiven başına bıraktığım bidonu aldım ve rahat bir şekilde aşağıya indim.
Dışarı çıktığımda evin ön tarafına duvar dibine patlayıcıyı dökmeye başladım köşeyi döndüğümde teröristler ön tarafa doğru dağılmaya başlamışlardı. Ben bidonu duvar dibine dökerek arkaya geldiğimde teröristlerin ön taraftan gelen yerdeki leş hakkında konuşmalarını duyabiliyordum.
Patlayıcıyı duvar dibine dökmemin sebebi ise daha güzel havaya uçmasıydı. Belimden silahımı çıkarıp bir el havaya ateş ettiğimde kulübenin arkasına koştum teröristler arkaya doluşurken ben evin son kalan tarafının duvar dibine de patlayıcıyı döktüm. Ben ön taraftayken onlar arkadaydı ve yönlerini bilmeden ateş ediyorlardı. Elimdeki bidon bittiğinde kenara fırlattım ve kulübeye girdim üç bidon daha aldım ve bir bidonunu kulübenin içine boca ettim.
Diğer bidonu alıp tıra yöneldim ve onu da tıra boca ettim, son kalan bidonla tekrar eve yöneldim ve evin kapısından yere dökerek çitin dışını kadar döktüm. Sonrasında kulübenin girişinden çitin dışına kadar yol çizer gibi döktüm. Son olarak da tırın ucundan çitin dışına kadar döktüm. Çitin dışından ise ince bir yol şeklinde biraz daha döktüm.
Elimdeki bidonda bitince onu da fırlattım, teröristler ise hala arkada düşmanla savaşıyorlardı. Arkama baktığımda Ayberk sırtını arabaya yaslamış bir şekilde durduğunu, Mazlum denen itin ise ellerini arkadan bağlayıp diz çöktürdüğünü gördüm.
Elimdeki kibriit çaktığımda yere attım benim çizdiğim yol alev alırken arkamı döndüm ve Ayberk’in yanına ilerledim. Yanına geldiğimde bende sırtımı arabaya yasladım ve tam o sırada büyük bir gürültü ile tır patladı.
Birkaç saniye sonra ise kulübe ve saniyeler sonra ev. Mazlum denen it inleyerek geriye doğru geldi Ayberk tekme attığında ise bu sefer öne düştü.
Karşımızda büyük bir patlama vardı, büyük bir toz bulutu ve o toz bulutunun içinde bir sürü leş. Bize saldırı yapmaya çalışmışlardı, sonları bu olacaktı ülkeme el uzatanın elini kırardım.
Biz bu vatan için canından, sevdiklerinden vazgeçenlerdik, biz bu vatana olan aşkını yüreğinde taşıyanlardık. Ülkemize el uzatacaklardı öyle mi? Benim vatan toprağımı patlatacaklardı öyle mi? Böyle patlatırlardı adamı. Adam da değil şerefsizi.
Bu vatana ne itler el uzatmaya çalışmıştı, ne itler girmeye kalkmıştı hepsi de geldikleri gibi geri gitmişlerdi. Hepsinin elini kırmıştık, hepsini kendi kanında boğmuştuk ve boğmaya devam edecektik.
Biz Türk askeriydik, biz şanlı al bayrağın bağımsızlığını temsil ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devletinin askerleriydik. Biz Allah’ın yerdeki ordusu, biz ülkesinin silahı, kılıcı, yumruğuyduk.
Kara taşa pençe vursa iz bırakanlardık, bir ölen bin dirilenlerdik. Kim ki vatanımıza el uzatacak, kim ki vatanımıza göz dikecek onu yeryüzünden silerdik en acı şekilde.
“Deli yürek.”
“Göktürk komutan.” Bakışları bana döndüğünde benim bakışlarımda ona döndü.
“Lakabının hakkını sonuna kadar veriyorsun, gerçekten tanımaya başlıyorum seni.” Durdu ve sonra devam etti. “Vatanımıza göz diken, el uzatmaya çalışan bu itleri seninle beraber temizlemek güzeldi.” Gülümsedim içten bir şekilde.
“Sağlam komutansın namını hak ediyorsun, sanırım bende seni gerçekten tanımaya başlıyorum. Ve bu itleri seninle birlikte temizlemek güzeldi.” İçten gülümsemesi yüzündeyken önümüzdeki manzaraya döndü, bende öyle.
Vatanımıza göz diken, el uzatanın sonu bu manzaraydı ve her zaman bu manzara olacaktı.
*********
Arkadaşlarrr bomba gibi bir bölümle geldim hemde en patlamalısından jsjsjsjsj en sevdiğim bölümlerden bir tannesiydi bu, hem bu bölümde erkek karakterimizin ağzından da okumuş olduk. Bakalım sonraki bölümlerde ne olacak her an her şeye hazırlıklı olun derim jsjsjsj o zaman ben yorumları size bırakıyorum ve desteklerinizi bekliyorum. Öpüldünüzzz>>>>
*********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.83k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |