8. Bölüm
Ravzanur Aygün / PENÇE / 7.BÖLÜM

7.BÖLÜM

Ravzanur Aygün
ravzanur_

Namus için kan döktük, feda ettik binleri, sızlanmayı haram bildik yuva ettik gökleri.

                                                                                                                            *** 

İçimde bir sıkıntı vardı sürekli kalbim sıkışıyordu, elim kalbimde sabaha doğru uyanmıştım ondan sonra da uyuyamamıştım. Saat öğleye dayanırken hala evdeydim askeriyeye gitmemiştim çünkü içimdeki sıkıntı yüzünden nefes almak bile zor geliyordu.

Kahvaltı yapmamıştım salonda oturmuş, ortadaki sehpaya gözlerimi sabitlemiş duruyordum. Hiçbir şey yapmak istemiyordum ve gözüm yol çekiyordu, dileğim gelenin kartal olmasıydı.

Saatler ilerlerken nerdeyse ikindi vaktini geçiyorduk ve ben hala yerimde oturuyordum, elim kalbimdeydi. Sürekli sıkışıyor ve acı veriyordu içimdeki sıkıntı ise devam ediyordu.

Telefonum çaldığında bakışlarımı zorlukla daldığı yerden ayırdım arayanın Eda olduğunu gördüğümde yanıtladım. “Eda?” Kulağıma ağlama sesi dolduğunda oturduğum yerde hızla doğruldum.

“Abim...” Kalbim sıkıştığında elimi kalbime bastırdım boğazıma bir yumru oturduğunda canım yanıyordu.

Şehit mi?

“Abin? Ne oldu abine? Eda.” Nefesleri düzensizleşirken sorduğum sorunun cevabı olarak Eda’nın hıçkırıklarını duydum. Gözlerim dolmaya başladığında yutkunamıyordum, kalbime kaya oturmuş gibiydi. “Eda! Söylesene ne oldu Ayberk’e?!” Sesim yükselirken ayağa kalkmıştım telefonda Akınalp’in sesini duydum.

“Komutanım ben Akınalp, Göktürk komutanım göğsünden yara aldı yoğun bakımda. Durumu kritik.” Güçsüzce oturduğum yere çöktüm gözümden bir damla yaş akarken zihnimde sesi tekrar tekrar yankılanıyordu.

Durumu kritik.

Hangi hastanede olduklarını öğrendiğimde hemen evden çıktım, arabayı sürerken trafik kurallarını ihlal ediyordum ama umurumda değildi. Kalbim acıyordu. Ayağım gaz pedalına her saniye daha fazla baskı yaparken gözümden bir yaş daha aktı. Boğazımdaki yumru canımı yakarken kırmızı ışıkta geçiyordum.

Hastaneye geldiğimde acil kapısından girdim, danışmana gidip askeri kimliğimi gösterdim.

“Buraya bir yaralı bir asker getirildi nerede şu an?” Askeri kimliğimi göstermezsem bana öyle biri olmadığını söyleyecekti.

Biz askerdik, ölümle burun burunayken bile gizli kalmak zorundaydık.

“Sekizinci katta, yoğun bakım ünitesinde.” Kalbime sanki bir kaya daha oturduğunda boğazımdaki yumru canım yaktı. Başımı salladığımda asansörlerin önündeki kuyruğu gördüm o kadar bekleyecek vaktim yoktu. Merdivenleri üçer beşer çıkıyordum, beşinci kata ulaştığımda daha da hızlandım.

Sekizinci kata geldiğimde yoğun bakım ünitesine ilerledim koridoru döndüğümde bankta oturan Eda’yı, yanında oturan Akınalp’i ve ayaktaki Kartal Timini gördüm. Yanlarına ilerlediğimde Eda beni gördü ve koşarak bana sarıldı, ona sarıldığımda bakışlarım yoğun bakım ünitesinin camından içeride yatan bedene kaydı.

Kalbime bir kaya daha oturduğunda nefes alamadım ağzında oksijen maskesi, göğsüne doğru giden kablolar ve başının ucunda kalp atışları. Tek dileğim omzuna kadar çekilmiş örtünün daha yukarı çekilmemesiydi. Eda benden ayrıldığında bakışlarımı zorlukla ona çevirdim.

“Durumu kötü.” Biliyordum, EKG cihazından kalp atışlarının yavaş olduğunu görebiliyordum ve bu kalbime bir kayanın daha oturmasına neden oldu.

“Abin iyi olacak, kendine gel ve güçlü ol.” Demesi kolaydı.

Güçlü ol.

Ama yapması değildi ki yapamıyorduk zaten Eda gibi ağlamıyorduk diye güçlü olmuyorduk kalbimizdeki ağırlık, boğazımızdaki yumru ve düşen omuzlarımız. Biz askerlerin omuzları sadece tek bir an düşerdi; ağır yaralı ve şehit olduğu zaman. Akınalp, Eda’ya destek olup yerine oturturken bende Ayberk’i izleyen Metehan’ın yanına ilerledim.

“Kalp atışları yavaş, eğer ilk yirmi dört saati atlatamazsa...” Metehan cümlesini bitiremezken kalbime bir kaya daha çöktü, nefes alamadığımı hissettim. “Kaç saat oldu?” Sesimdeki acıyı duyduğunda yutkunmaya çalıştı.

“Ameliyattan çıkalı yarım saat.” Yarım saat mi? Kalbim sıkışırken yutkunamadım, bakışlarımı Metehan’a çevirdiğimde onun bakışları hala Ayberk’teydi.

“Siz gidin üstünüzü falan değiştirin, ben buradayım.” Kartal hala askeri kıyafetlerle duruyordu çantalarını bir kenara fırlatmışlar kendileri de mahvolmuşlardı Metehan’ın bakışları bana döndüğünde gözlerimde cümlem vardı.

İyi olacak. İnşallah.

Anladı mı bilmiyordum ama başıyla beni onaylayıp time döndü. “Kartal, gidiyoruz.” Çantasını alırken Akınalp karşı çıkacak oldu.

“Komutanım ben burada...” Metehan’ın gür ve sert sesi Akınalp’i susturdu. “Kartal, gidiyoruz dedim.” Akınalp isteksizce Eda’nın yanından kalktı ve hepsi koridordan dönüp gözden kayboldular, benim bakışlarım Ayberk’e döndüğünde cümlem vardı.

Yaşa.

Susmak bir alışkanlığımdı bu yüzden cümlelerim hep gözlerimde olurdu ama kimse bunu anlamazdı, o hariç. Bakışlarımı zorlukla ondan ayırdım ve Eda’nın yanına oturdum elim destek verici bir şekilde sırtını okşadı bu da yine bir cümleydi ama Eda bunu anlayamayacak kadar kötüydü. Hıçkırıkları koridordaki tek sesti.

Bir saat geçtiğinde hala bankta oturuyorduk, Metehan ve Akınalp geri gelmişti ama kartalın gerisini getirmemişlerdi. Ki doğru olan buydu boş yere kalabalığa gerek yoktu zaten dört kişiydik. Metehan bana eve dönmemi söylese de bunu kesinlikle kabul etmemiştim, duvarlar üstüme üstüme gelirken oturduğum yerden kalktım. Benim yerime Akınalp, Eda’nın yanına otururken bende koridorda volta atmaya başladım.

Bir saat daha geçtiğinde artık dayanamıyordum, kalbimdeki acı canımı hiç yanmadığı kadar yakıyordu. Bu koridorda bu kapıların önünde ilk bekleyişim değildi, Pençe Timindeki herkes için illaki bir kere bu kapıların önünde beklemiştim. Ama ne kadar çok beklersem bekleyeyim değişen tek şey acının boyutuydu. Metehan yere çökmüş ellerini ensesinde birleştirmiş kafasını eğmiş duruyordu, Akınalp hala ağlamaya devam eden Eda’yı sakinleştirmeye çalışıyordu. Ben ise beş dakika yerimde duramıyordum dolaşıyordum, oturuyordum, kalkıyordum ama ne kalbimdeki acı ne de üstüme gelen duvarlar değişmiyordu.

Bir saati daha devirdiğimizde geriye yirmi bir buçuk saat kalmıştı. Saat dokuzdu, kalbimdeki acı da bir azalma olmazken duvarlar daha da üstüme geliyordu. Nefes alamadığımı hissettiğimde oradan ayrılıp kantine ilerledim kendim için bir şey almayacaktım ama Eda için bir kahve almam lazımdı. Berbat durumdaydı gözleri şişmiş, hıçkırıkları devam ediyor ama gözünden yaş akmıyordu.

Bir saat daha devrilirken kalbimdeki acı hala nefes almamı zorlaştırıyordu, Metehan volta atmayı bıraktığında yanımızdan ayrıldı. Dışarı çıkacaktı, bunu hepimiz yapıyorduk duvarlar üstümüze gelip nefessiz kaldığımızda hava almak için dışarı çıkıyorduk. Ama ne yere ne de göğe sığamıyorduk. Sırtımı duvara yaslayıp yere çöktüm bakışlarım yerdeyken kulağımda Eda’nın iç çekişleri vardı.

Üç saati devirdiğimizde Eda lavabodan geliyordu, kusmuştu ben ise üç saat boyunca yerimden kıpırdamamıştım. Daha doğrusu kalkamamıştım kalbime çöken ağırlık öyle büyüktü ki kalkmaya gücüm yetmiyordu. Başımı duvara yasladığımda gözlerimi kapatmaya bile gücüm yoktu.

Dört saat daha devrilirken dışarıdaydım nefes almaya çalışıyordum ama pek başarılı olamıyordum hastanedeyken duvarlar, dışarıdayken de gök üstüme geliyordu. Kalbimdeki ağırlık canımı yakmaya devam ederken derin bir nefes aldım ama aldığım nefes ciğerlerime yetmiyordu.

Üç saati daha devirdiğimizde Eda ile Akınalp dışarı çıkmışlardı ben camdan Ayberk’i izlerken Metehan arkamda volta atıyordu. Bakışlarım EKG cihazına kaydığında Ayberk’in kalp atışlarının daha da yavaşladığını ve durduğunu gördüm. Gözlerim korkuyla büyürken EKG cihazının sesini duydum. Metehan hızla cama baktığında koridora doğru bağırdı.

“Doktor!” Gür sesi tüm katta yankılanırken elim kalbime gitti, kalbi durmuştu doktor ve hemşire koşarak geldiklerinde yoğun bakıma girdiler. Ayberk’in üzerindeki örtüyü açtıklarında hemşire şok cihazını hazırlarken doktor kalp masajı yapıyordu. Kalbim acıyla sıkışırken boğazımdaki yumru büyüyerek canımı yaktı gözlerim dolarken nefeslerim düzensizleşmişti.

Şok cihazını uyguladıklarında göğsü yukarıya kalktı ama kalbi atmadı, voltajı arttırırlarken doktor kalp masajı yapmaya devam ediyordu. Göğsüm hızla inip kalkarken elim tenime battı kalbimi öyle bir sıkışıyordu ki acıyla bende sıkıyordum. Şok cihazını tekrar uyguladıklarında göğsü tekrar kalktı ama kalbi yine atmadı.

Gözlerimde yine bir cümlem vardı.

Lütfen. Lütfen yaşa.

Gözümden bir damla yaş aktığında diğerleri de onu takip etti, şok cihazı tekrar uygulandığında kalbi hala atmıyordu. Parmaklarım tenime saplanırken kalbim acıyla sıkışıyordu, dizlerimin titrediğini hissettiğimde boğazımdaki yumru büyüyordu. Doktor kalp masajı yaparken hemşire voltajı arttırdı şok cihazını tekrar uyguladıklarında göğsü kalktı, ama kalbi yine atmadı. Doktor hemşireye bakıp başını olumsuz anlamda salladığında Metehan yere çöktü, bütün heybeti ile yere devrilirken ben başımı sallıyordum. Hayır yaşayacaktı, hissediyordum yaşayacaktı. Ayberk’ti o, Göktürk komutandı güçlüydü, pes etmeyecekti, savaşacak ve yaşayacaktı.

Metehan’ın yumruğunu bir yere geçirdiğini duyduğumda göz yaşlarım daha hızlı aktı ve kalbimi tüm gücümle sıktım. O sırada bir ses duyuldu. EKG cihazında Ayberk’in kalp atışları göründüğünde güldüm, kalbimde hissetmiştim, yaşayacaktı.

Metehan yanıma gelip baktığında o güldü, kalbim sıkışmayı bıraktığında elimi kalbimden çektim. Kalbi tekrar atmaya devam ederken titreyen bacaklarım daha fazla dayanamadı ve yere çöktüm. Sırtımı duvara yaslarken alnımdaki terleri sildim, nefeslerimi düzene sokarken tişörtümü çekiştirdim. Nefeslerim düzene girdiğinde kalbim hızla atıyordu doktor ve hemşire yoğun bakımdan çıktığında oturduğum yerden ayaklandım.

“Az önce büyük bir tehlike atlattı ama hayati tehlikesi hala devam ediyor. Eğer geriye kalan on saat içerisinde kalbi tekrar durursa üzülerek söylüyorum ki tekrar hayata döndüremeyiz. Yani geriye kalan on saat daha kritik.” Kalbime ağırlık tekrar çöktüğünde doktor ve hemşire bizi orada bırakıp gitti, Metehan banka çökerken ben hareket edemiyordum. Elim kalbime gittiğinde hissediyordum, yaşayacaktı.

Beş saattir gözlerimi Ayberk’ten ayırmıyordum kalbi durur mu korkusuyla beş saattir camın önünden ayrılamamıştım. Eda ise sakinleştirici ile uyutulmuştu Ayberk’in kalbinin durduğunu söylediğimizde kriz geçirmişti. Şimdi ise başka bir odada yatıyordu Akınalp’ te yanındaydı, yanıma gelen Metehan’ın elindeki kahveyi bana uzattığını gördüm.

Bakışlarımı ona çevirdiğimde sessizce itiraz ediyordum ama bunu anlamamıştı, elindeki kahveyi aldığımda kızaran gözleri ile denk geldim. İkimizde kahveyi içmiyorduk. “Yaşayacak.” Sözüme başını sallasa da bundan şüpheliydi ben ise emindim, hislerim yanıltmazdı.

Saat ikindiyken yirmi dört saati tamamlamıştık ama Ayberk hala gözlerini açmamıştı, kalbi atıyordu ama gözleri kapalıydı. Eda kendine geldiğinden beri camın önünden ayrılmamıştı doktorla konuştuğumuzdan beri ise gözyaşları akıyordu.

“Yirmi dört saati tamamladı uyanması gerekiyor eğer bugün içinde uyanmazsa hiç uyanmayabilir.”

Doktorun cümlesi kafamda tekrarlanırken bankta oturuyordum, kafamı duvara yaslayıp gözlerimi kapattığım sırada Eda’nın bağırışı kulaklarıma doldu.

“Uyanıyor!” Hızla oturduğum yerden kalkıp cama ilerledim hepimiz cama toplandığımızda gözlerini yavaşça araladığını gördüm. O sırada kontrol etmeye gelen doktor ve hemşireyi gördüm.

Ayberk normal odaya alınmıştı, hepimiz rahat bir nefes aldığımızda odaya girdik Ayberk’in bakışları bize döndüğünde Eda coşkuyla şakıdı. “Abi!” Ayberk yüzünü buruşturduğunda kalbimde bir sancı oldu canımı yanmıştı? “Bağırma be abicim, başım ağrıyor zaten.” Eda yatağına oturup dikkat ederek yüzüne dokundu Ayberk’in kalkmaya çalıştığını gördüğümde yatağını biraz dikleştirdim.

“Bağır kız, sen bizim başımızı ağrıtırken iyiydi ama yirmi dört saattir başım çatlıyor ben öldüreceğim seni.” Metehan’ın isyanına çok makul bir cevap verdi Ayberk.

“Bana ne kardeşim ben mi dedim yirmi dört saat başımda bekle diye?” Bakışları bana döndüğünde turşu suratı dağılıp sırıttı.

“Deli yürek? Hayırdır? Sende mi bekliyorsun yirmi dört saattir?” İyileşene kadar dalga geçmesine bir şey demeyecektim. “İyi misin?” Sorumla içten bir gülümseme gönderdi.

“Tabi ki iyiyim, ne zaman kötü olduğumu gördün?” Dalga geçmesiyle gülümseyerek başımı sen iflah olmazsın dercesine salladım çünkü gerçekten olmazdı. Bakışları benden ayrılıp Akınalp’e döndüğünde gülümsemesi saniyesinde soldu ve kaşlarını çattı.

“Ulan şerefsiz ben yatarken teselli vermek niyetine Eda’nın dibindeydin değil mi? İyileşeyim mahvedeceğim seni.” Akınalp haricinde hepimiz güldüğümüzde Eda “Abi.” diyerek uyarı yaptı.

“Aşk olsun komutanım ben sizin hastalığınızdan faydalanacak bir şerefsiz miyim?” Akınalp’te mahvolmuştu hem Eda’yı teselli etmiş hem de dik durmaya çalışmıştı. “Evet.” Ayberk’in yanıtı ile güldüm.

“Neyse, yeter hadi kalkın gidin şuradan sizi hiç özlememişim zaten.” Ayberk bizi kibarca kovarken hareketlenmeye çalıştı, elimi omzuna koyup onu engelledim ve yatağı biraz daha dikleştirdim.

“Öyle kafana göre kalkamazsın otur oturduğun yerde.” Terslememle kaşları havalandı ardından kendini yatağa bıraktı, dişlerini sıktığında kalbime bir sancı daha girdi. Canı acımıştı.

“Bir refakatçi kalacak yanında, onun dışında bizde seni özlemedik kardeşim.” Metehan’ın sözlerinin üzerine Eda hemen atladı. “Refakatçi ben olacağım.”

“Hayatta olmaz!” Ayberk’in gözleri kocaman olup itiraz ettiğinde Eda’nın kaşları çatıldı. “Sebep?”

“Abicim bak zaten yorulmuşsun, gözlerin kıpkırmızı eve git sen daha fazla yorulma ayrıca bak ben hastayım kavga değil sessizlik istiyorum.” İlk kısmı haklıydı Eda’nın dinlenmesi gerekiyordu ama ikinci kısmı için bir şey diyemezdim.

“Bu herif haklı Eda, sen dinlen ben kalırım.” Metehan’ın sözlerine büyük bir kibarlıkla cevap verdi Ayberk. “Siktir git.”

“Kim kalacak o zaman komutanım?” Akınalp’in sorusu ile tam ben kalırım diyecektim ki Ayberk’in bakışları bana döndü. “Deli yürek kalsın.” Kalırdım.

“Evet en iyisi benim kalmam, aranızda en dinç benim.” Akınalp ve Metehan görevden dönmüşlerdi yorgunlardı, Eda ise bitkindi.

“Kabul ediyorum o zaman.” Eda’da kabul ettiğinde barış sağlanmıştı. “Ben seni eve bırakayım o zaman.” Akınalp’in Eda’ya söylediği cümle ile Ayberk hızla doğrulmaya çalışınca acıyla inledi elimi göğsüne koyduğumda benim de canım acımıştı. “Kalkmaya çalışma.” Ters bir sesle söylediğim şeyle derin nefesler alıyordu. “Nereye bırakıyorsun lan? Gebertirim seni it! Metehan sen bırak Eda’yı.” Acıdan kıvranırken derdi hala Eda ve Akınalp’ti.

“Tamam oğlum ben bırakacağım sakin ol lan.” Bence de sakin olmalıydı. “Tamam hadi siz gidin o zaman yoksa yarasını kanatacak.” Haklı sözlerim üzerine Eda, Ayberk’i yanağından öpüp geri çekildi Ayberk gülümsediğinde geri çekildi ve hep beraber odadan çıktılar.

“Başımda dikilmeye devam mı edeceksin deli yürek? Otursana.” Tereddütteydim, kalkmayı deneyebilirdi bakışlarımdan bunu anlamış olacak ki konuştu. “Merak etme put gibi duracağım.” Gözlerimi devirdiğimde alnında terler biriktiğini gördüm yarasını zorladığında olmuştu. Avcumun içiyle alnındaki terleri sildiğimde yatağın diğer tarafındaki koltuğa ilerledim. Bunu yaparken iğrenmemiştim dağda aylarca kir ve kan içinde kalan biz askerlerin iğrendiği şeyler çok azdı. Koltuğa oturduğumda gözlerini kısmış yüzündeki silik tebessümle bana bakıyordu.

“Güzel olduğumun farkındayım, bakmana izin veriyorum.” Sözlerimin üzerine güldüğünde kaşlarım havalandı, birçok ses duymuştum ama böylesi ilkti. Sesi derindi, kalın ve toktu etkileyiciydi gerçekten.

“Yanımda kalmaya meraklıymışsın sende çok çabuk kabul ettin.” Yanında kalabilecek tek kişi bendim ama olmasam da yine de kalırdım çünkü diğer türlü içim rahat etmezdi. “Meraklı değil, istekli. Yanında kalmazsam içim rahat etmeyecekti.” Buna meraklı değildim hastanelerden nefret ederdim ama yanında kalmayı istiyordum.

Derin bir nefes aldığında acıyla inledi, aldığı nefes bile canını acıtıyordu benim de kalbimde bir sızı oluştu. Oturduğum yerden kalktığımda yapabilecek bir şeyimin olmaması canımı sıkıyordu. “Çok mu acıyor?” Örtüyü hafifçe indirip çıplak göğsündeki yarasına baktım, kanamamıştı. Elimi tutup sarılmış yarasının üzerine koyduğunda birkaç santim ilerisi kalbiydi. Kalbini ucuz es geçmişti.

“Acımıyor.” Elim yarasının üstündeyken tereddütteydim çünkü aldığı nefes bile canını acıtırken küçücük bir baskı ile canını yakabilirdim. “Korkma deli yürek, kolay kolay ölmeyeceğim.” Korkmuyordum, ben bunu marşımdan öğrenmiştim ama tereddüt hat seviyedeydi.

“Korkmamayı ben iki yaşında marşımı ezberlediğimde öğrendim Göktürk.” Gülümsediğinde kuruyan dudaklarını ıslattı. Susamıştı, komodinin üzerindeki sürahiden bardağa su döktüm elimi başının arkasına koyarak başını kaldırmasına yardım ettim ve suyu içirdim. Bardağı tekrar komodinin üstüne koyduğumda tekrar koltuğa oturdum.

“Dinlenmen lazım, bir şey olursa buradayım zaten.”

“Yirmi dört saatten fazladır uyuyorum deli yürek, sakın bana uyku deme.” Yok bu adam iflah olmazdı söylüyordum, yeşilleri bana döndü. “Ben lavaboya nasıl gideceğim?” Güldüğümde makul bir cevap verdim.

“Yürüyerek.” Gözlerini devirmekten daha etkili bir ifade ile başını diğer tarafa çevirdi. “Lavaboya mı gideceksin?” Sorumla yeşilin en güzel tonu gözleri bana döndü. “Şu an hayır.” İyi der gibi başımı salladım kapı çalındığında odaya yemek getirmişlerdi, oturduğum yerden kalkıp yemeği aldım. “Sakın bana ot gibi şeyleri yedireceğini söyleme deli yürek.” Pekala söylemeden yedirebilirdim yatağını dikleştirirken yüzünü buruşturdu.

“Bu kötülüğü yapamazsın.” Bal gibi yapardım. “Şansına küs çünkü buradan çıkana kadar beraberiz.” Yatağın ucuna oturdum ve tepsiden çorbayı ve kaşığı elime aldım.

Bakışlarımı ona çevirdiğimde kasları ile göz göze geldim yatağı dikleştirdiğimden üzerindeki örtü kaymıştı. Ve göğsündeki sargı hariç üst vücudu gözler önündeydi, heybeti kadar vardı. Bakışlarımı anında çektiğimde güldüğünü duydum ayıptı yani neye gülüyordu? Çorbadan bir kaşık aldım ve üfledim kaşığı ona uzattığımda hala gülüyordu.

“Komik olan ne?” Bunu söylerken bende sinirden gülmemeye çalışıyordum ayıptı yani neye gülüyordu! “Yüz ifaden görülmeye değerdi deli yürek.” Tam gülecekken kaşığı kibarca ağzına soktum yüzünü buruşturup çorbayı içtiğinde kaşığı tekrar çorbaya daldırdım. “İyi gördüysen uzatma da yemeğini ye.”

“O yemeği bana ne olursa olsun yedireceksin değil mi?” Başımla onu onayladığında isyankar bir nefes verdi, çorbayı tekrar ağzına götürdüğümde bu sefer sokmama gerek kalmadan kendisi içti. Ağzına bir lokma ekmek koyduğumda diğer yemeklerden de verdim.

“Sende ye deli yürek.” Yemesi gereken oydu ayrıca bu ot gibi yemekleri yiyecek değildim. “Bu yemekleri yemeyeceğim.”

“Ulan bana niye yediriyorsun o zaman?” Öyleydi, hastanedeysen hastane yemeklerini yemen lazımdı hastalara başka yemek vermiyorlardı. Bizde az yememiştik o da paşa paşa yiyecekti.

“Hastalara başka yemek vermiyorlar canım o yüzden otur ye.” Sırıttığında neye sırıttığını anlamamıştım o yüzden bir şey demeden yemeğini yedirdim.

Yemeğini bitirdiğinde tepsiyi kenara koymuştum Ayberk’in ise yorgun olduğunu fark edebiliyordum ama inatla dinlenmiyordu. “Bana neden dinlenmemek için inat ettiğini söyler misin acaba?” Yatağını geriye yatırdığımda bunu istemediğinden turşu suratlı ifadesine büründü. “Dinlenmek istemiyorum.”

“Ne kadar berbat bir cevaptı dinlenmek istemiyorum ne ya? Hazır sessizlik olacakken dinlensene.” Memnuniyetsiz bir nefes verdi, cidden turşu suratlıydı. Ama gözlerini kapattığında sevdiğim yeşilleri görüş açımdan çıktı, gidip koltuğa oturdum ve onu izlemeye başladım.

Siyah saçlarından birkaç tutam alnına dökülüyordu kemersiz burnu, dolgun dudakları, yeni çıkmaya başlayan sakalları ile yan profilden gerçekten etkileyiciydi. Tekrar terlemeye başladığını gördüğümde canının yandığını biliyordum her ne kadar ağrı kesici verilse de yarası ağırdı ve acıyordu.

Oturduğum yerden kalktım ve hissedilmeyecek bir dokunuşla alnında ve şakağında biriken terleri sildim. Sürekli terlediğinden bende terini silmeye devam ettim.

Akşama doğru acıyla uyandığında ağrı kesici verildi ve tekrar uyumuştu şimdi ise saat gece yarısını geçiyordu. Ben ise odadan hiç ayrılmamıştım her an uyanabilirdi ya da bir şeye ihtiyacı olabilirdi bu yüzden odada kalmaya devam ediyordum. Üstünün açıldığını gördüğümde oturduğum yerden kalktım ve üstünü tekrar örttüm üzerine bir şey giymemişti ve sürekli terlediğinden üşütmesi muhtemeldi. Üstünü örttükten sonra tekrar terini sildim şunu fark etmiştim; uyurken sürekli üstünü açıyordu.

Pencerenin kenarına omzumu dayadım ve şehrin ışıklarına baktım derin bir nefes verdiğimde tekrar üstünü açmıştı. Pencerenin önünden ayrıldım ve üstünü örttüm tekrar pencerenin kenarına yaslandım. Zihnimi işgal eden sesler gözümün önüne gelen görüntüler vardı duymak istediğim sesleri unutmuş, duymak istemediğim sesleri hep hatırlamıştım.

Mutlu bir hayat hikayem yoktu, acılarla dolu bir hayat geçirmiştim ve şu yaşıma kadar öğrendiğim bir şey varsa geçmiş bir insanın felaketi olabilirdi. Diğer insanlar geçmişi unutup geleceğe bakabilirdi ama ben bakamazdım. Çünkü benim geçmişimde mahvolmuş bir hayat vardı ve o hayatın içine hapsolmuş sevdiğim insanlar. Ben geçmişimi unutmazdım çünkü benim sevdiklerim geçmişimde kalmıştı, geleceğim ise muammaydı. Bir saat sonra yaşayacağımın garantisi yoktu her an her şey olabilirdi.

Sesler ve görüntüler başımı ağrıtmaya başladığında tekrar Ayberk’e odaklandım onu izleyince zihnim meşgul olduğundan görüntüler ve sesler kesiliyordu.

Gece uyumamıştım zaten gece uykuları ile pek aram yoktu gece Ayberk biraz sızlansa da uyanmamıştı. Saat sabahı dokuzuydu ve Ayberk yeni yeni hareketlenmeye başlıyordu başı benim olduğum tarafa dönükken gözlerini açtı. Yeşillerini gördüğümde gülümsedim o ise daha kendisine gelememişken gülümsedi. “Deli yürek.”

“Ayberk.” İsmi dudaklarımdan ilk kez dökülmüştü daha önce söylemişte olabilirdim ama hatırlamıyordum. Gülümsemesi genişlediğinde yeşilleri benim üzerimdeydi. “İsmim kulağıma hiç bu kadar çekici gelmemişti.” Kalbimde garip bir şey olduğunda güldüm.

“Sana ağrı kesici niyetine narkoz vermediklerine emin miyiz? Ben değilim çünkü.” Güldüğünde eliyle gözlerini temizledi.

“Ayığım ve bilincim gayet yerinde deli yürek.” Kaşlarım havalandığında sırıttı dalga geçmek için böyle yapıyor olmalıydı çünkü diğer türlüsü olamazdı. “Tamam inandım.” Güldüğünde kapı tıklatıldı kahvaltının getirildiğini görünce ayaklandım tepsiyi aldım ve yatağını dikleştirdim.

Örtü yine kaydığında bakışlarımı çıplaklığına değdirmedim. “Taburcu olana kadar böyle kalmayı düşünmüyorsundur umarım.” Sırıtırken konuştu.

“Sıcak olduğu için tam olarak öyle yapmayı düşünüyorum deli yürek. Ve bakmamak için çaba sarf etmene gerek yok, rahat ol.” Ağzına ekmeği ve peyniri koyduğumda dilimi damağıma vurdum ve onaylamaz bir ses çıkardım. “Ayıp.” Kahkaha attığında gülmemeye çalışıyordum çünkü ayıptı yani. Zeytin uzatacaktım ama hala gülüyordu gerçekten bu ayıp meselesi farklı bir boyuta ulaşmıştı, zeytini ağzına soktum çünkü o güldükçe benim de gülesim geliyordu ciddi kalamıyordum. Zeytini yerken gülmeye devam edince patladım.

“Gülme be adam! Boğulacaksın.” Sözlerimin üzerine daha çok güldü terlediğini gördüğümde gülmenin canını acıttığını biliyordum ama gülmesini bozmadım. “Deli yürek sence de bu ayıp meselesi biraz büyümedi mi?” Büyümek? Bu farklı bir boyuttu.

“Evet o yüzden üzerine bir şey giy daha fazla büyümesin.” Cık sesini çıkardığında küçük bir sinirlenme yaşayıp peyniri ve ekmeği ağzına tıkmış bulundum. Ama haklıydım hem büyüdü diye şikayet ediyor hem de üzerine bir şey giymiyordu.

Kahvaltısını yaptığında tepsiyi kenara koydum, kalkmaya çalıştığını görünce tek kaşımı kaldırıp sorgular bir sesle sordum. “Nereye?” Bakışları bana döndüğünde sırıttı.

“Lavaboya gelecek misin?” Yok artık. “Münasebetsiz, ahlaksız, terbiyesiz, küstah herif.” Yanına gidip kalkmasına yardım ederken güldü odanın içindeki banyoya girdiğinde tam konuşacakken kapıyı çekip kapattım. Daha fazla münasebetsizlik duymak istemiyordum o sırada odanın kapısı baskın yapılır gibi aniden açıldığında, hızlı bir hareketle belimden silahı çıkarıp gelen kişiye doğrulttum. Eda.

Eda’yı gördüğümde silahımı indirdim o ise anlık şaşırmış sonra boş yatağı görüp panik yapmıştı. “Abim nerede?”

“Çok münasebetsizdi bende öldürdüm.”

Cevabımla gözleri kocaman açılıp tiz sesi odayı doldururken Ayberk banyodan çıkmıştı. “Ne?!” Kulağımın paslandığını hissederken Ayberk konuştu. “Ölmedim abicim.”

“Ay!” Eda çığlık attığında bir anda arkasında beliren sevgili abisinden korkmuştu, baş parmağı ile damağını iterken konuştu. “Abi öyle gelinir mi ya? Aklımı aldın.” “Ha aklın vardı yani?” Ayberk laf sokarken yatağa ilerledi oturmasına yardım ederken Eda konuştu.

“Boş yapma, nasılsın diye bakmaya geldim.”

“İyiyim, hadi eve git abicim.” Mükemmel diyalogdu Eda gözlerini devirip yatağın kenarına oturdu, ben arkamı dönüp dışarı çıkacakken Ayberk’in sesini duydum. “Deli yürek, nereye?” Abi kardeşi yalnız bırakıp odadan çıkmak ve hava almak gibi niyetlerim vardı.

“Sana hesap vermiyorum.”

“Ben sana niye veriyorum?” Sorusu ile bakışlarımı ona çevirdim. “Yaralı olduğun için.” Hesap vermek dediği de lavaboya gideceğini söylemesiydi. Tam konuşacakken belimden silahı çıkarıp alnına nişan aldım.

“Bana bak sinirlerimi bozuyorsun, bu sefer ben öldürürüm seni. Ayrıca geldiğimde üzerine bir şey giymiş ol!” Sonda biraz yükselmiş olabilirdim Eda gülmemek için kendini tutmaya çalışırken Ayberk sırıtıyordu. “La havle.” Diyerek silahımı belime koydum ve odadan çıktım cidden sinirleniyordum, bahçeye çıkmaya ve nefes almaya ihtiyacım vardı resmen odaya hapsolmuştum. Tabi bu benim tercihimdi ama daralıyordum ben dağda taşta gezen, uyuyan insandım dört duvar içinde rahat edemiyordum.

Kendimi bahçeye attığımda banka oturdum hava almak biraz iyi gelmişti. Eda ile Ayberk yalnız kalırken ben burada oturacaktım kahvaltı edesim yoktu, hava almam lazımdı. Telefonum çaldığında arayanın Uraz olduğunu gördüm aramayı yanıtladığımda sesi kulağıma doldu. “Komutanım, görev var ama...” Oturduğum yerde dikleştim. “Ama?”

“Siz gelmiyorsunuz.” Kaşlarım çatıldı o ne demekti? Nasıl ben gelmiyordum? “Ne demek gelmiyorsunuz?” Uraz’ın sıkıntılı bir nefes verdiğini duydum. “Komutanım albay ikinci bir emre kadar operasyonlara katılmayacak demiş ve o ikinci emir gelmedi yani sadece biz gidiyoruz.” Bıkkın bir şekilde arkama yaslandım ilk değildi, zaten Ayberk’in yanında kalıyordum ama bir görev şu an iyi olurdu.

“Ölmeden gelin.” Al bayrağa sarılı olarak gelen kimse istemiyordum, al bayrağa can fedaydı ama bizde al bayrağa sarılmak can yakardı. “Anlaşıldı komutanım.” Emredersiniz değil, anlaşıldı. Çünkü söz veremezlerdi, söz veremezdik yaşayacağımızın garantisini veremezdik. Telefonu kapattığımda başımı geriye attım aklıma Ali albay gelmişti geçmişimin pelerinli kahramanı oydu bu yüzden sürekli aklıma geliyordu. Telefonumu çıkarıp Ali albayı aradım, telefon üçüncü çalışta açıldı.

“Komutanım.” Uzun zamandır duymadığım sesi kulağıma dolduğunda gülümsedim. “Evlat, bizi unuttun ha?” Unutmak mı? Mümkün değildi. “Unutamam komutanım, her şey silinir ama siz silinmezsiniz. Hayırsız bir evlat olarak halinizi hatırınızı sormak için aramıştım.” Ali albay babam yerine koyduğum biriydi daha doğrusu üvey ve manevi babamdı. Güldüğünü duyduğumda bende gülümsedim.

“İyiyiz evlat asıl seni sormalı, nerede yaran?” Gülümsemem genişledi yara aldığımı hissetmiş olmalıydı. “Omzumda.”

“Dikkat et evlat, yaşa.” Yaşa. Söylenebilecek tek şey buydu, yaşa. “Denerim. Allah’a emanet.”

“Sende Allah’a emanetsin evlat.” Telefonu kapattığında bakışlarımı dalgalanan al bayrağa çevirdim ve yüzümde bir gülümseme oluştu.

                                        

 

 

 

                                                                                                                                       

 

*********

 

 

 

 

 

 

İki ay sonra...

Eğitim sahasında askerlere eğitim verirken bir astsubayın yanıma geldiğini gördüm. “Komutanım Pençe Timi başarıyla görevini tamamlayıp geri dönmüşler.” Başımla onu onayladığımda eğitim sahasından ayrılıp bizim kulübeye doğru ilerledim. Pençe göreve gideli iki ay olmuştu ve en nihayetinde başarıyla evlerine dönmüşlerdi başaracaklarını zaten biliyordum. Ama yara alan var mı diye kontrol etmek için gidiyordum.

Kulübeye girdiğimde bizimkilerin askeri kıyafetlerini değiştirdiklerini gördüm beni gördükleri anda asker selamı verdiler ve Uraz konuştu. “Pençe Timi verilen görevi başarıyla tamamlayıp eksiksiz evine geri dönmüştür komutanım.” Eksiksiz, yani hepsi yaşıyor demekti ortada duran masanın bir sandalyesini geri çekip oturdum. “Rahat, arkadaşlar oturun.” Hepsi oturduklarında gözlerim hepsinin üzerinde geziniyordu.

“Yara alanınız var mı?” Hepsi başını olumsuz anlamda salladığında içim rahatlamıştı. “Yara alan yok komutanım ama siz olmayınca operasyonlar bir garip oluyor.” Kutay’ın sözlerine hepsi sırıtırken bakışlarımı Uraz’a çevirdim.

“Ne oldu teğmenim? Memnun edememişsin bizimkileri.” Uraz ile sırıttığımızda Kutay anında konuştu. “Yok komutanım öyle değil yani Uraz komutanımdan elbette memnunuz, sadece siz olmayınca böyle operasyonlar biraz sakin geçiyor sanki. O anlamda dedim.” Ben ses çıkarmayı severdim Uraz ise sessiz ve temiz hallederdi.

“Siz çıkarın o zaman oğlum ses, ben size ne dedim operasyonlarda sessiz olmak zorunda değilsiniz.” Bize operasyonları sessiz ve temiz halletmemiz söylenirdi ama bu karın doyurmuyordu. Farkımızda buydu, ses çıkarır ama temiz yapardık taşa pençe vurup ensenizdeyiz derdik. “Çıkardık komutanım da sizin çıkardığınız kadar olmadı onu diyor.” Turgut konuştuğunda hepsi bıyık altından güldü sessiz ama eğlenceli bir operasyon olmuş gibi görünüyordu. Sırıtarak ayaklandım benimle beraber hepsi ayaklandı.

“Evinize hoş geldiniz arkadaşlar, üzerinizi değiştirip dinlenin.” Asker selamı verdiler. “Emredersiniz komutanım.” Kulübeden çıktım akşam olmuştu ama eve gitmek istemiyordum askerler eğitimi büyük ihtimalle tamamlamışlardı. Bahçedeki banklardan birine oturdum birkaç dakika sonra yanıma oturan heybeti tanıyordum, Ayberk.

Ayberk iki ay içerisinde hızla toparlamıştı yarası artık daha iyiydi ama yine de zorlamayacaktı bir süre daha. “O ikinci emir kolay kolay gelmeyecek.” Sözlerine başımı salladım biliyordum, albay benim deliliğimi dizginlemeye çalışıyordu ama boşunaydı.

“Biliyorum.” Bakışlarını bana çevirdiğini hissettim. “Yola gelmeyeceksin değil mi?” Bende bakışlarımı ona çevirdim.

“Yol benim, ilerlediğim yolda hiçbir hata yapmadım ve yüksek başarı elde ettim. Albayların tecrübesi benim zihnim, deliliğim gücüm, zekam başarım. İlerlediğim yolda başarıya ulaşmaya devam ettikçe durmayacağım. Benim görevim vatanımı ve milletimi korumak bu uğurda eğer benim yaptığım doğruysa emirleri çiğnerim.” Yüzünde silik bir tebessüm oluşurken yeşillerinde gurur vardı, bakışlarımı tekrar önüme çevirdim. Askeriyenin önünde dalgalanan al bayrağa bakıyordum.

“Anlatmayacak mısın deli yürek?” Hayat hikayemden bahsediyordu, cebimden bir sigara çıkarıp yaktım ve banka ikimizin arasına koydum. Ayberk annesi, babası ve kardeşiyle güzel bir aileydi annesi ve babası başka bir şehirde yaşıyordu. Dayısı asker olduğundan onu hep vatan aşkıyla büyütmüştü ama dayısı bir kalleş saldırıda kaybetmişti. Genel olarak güzel bir hikayesi vardı, benim aksime. Sigaramdan derin bir nefes çektiğimde bakışları yüzümdeydi ama benim bakışlarım al bayraktaydı.

“Çanakkale de doğdum ama Şırnak’ın bir köyünde büyüdüm. Köyümüz teröristlerin sürekli etrafından geçtiği bir yerdeydi, bizim köye hiç gelmemişlerdi ama bu ihtimal nedeniyle çok dikkat ediyorduk.” Sigarayı tekrar içtim.

“Ben üç yaşındayken öğle saatlerinde köyümüze geldiler, köydeki herkesi meydana toplarken ben kaçmayı denedim. Daha doğrusu bunu yapmamı babam söyledi bende onu dinleyip kaçmaya çalıştım. Ama başarısız oldum, herkesi köy meydanına topladıklarında amaçları köylere saldırıp eylem yapmakmış.” Sigarayı içerken kalbimde acı boğazımda yumru vardı. O günden beri gecelerimi süsleyen geçmişim kalbimi acıtıyordu, her gün aynı sesleri duymak ve o görüntüleri görmek kalbimin artık acıdan hissizleşmesine neden oluyordu.

Ayberk aramızdaki sigara paketinden bir sigara alıp yaktı. Aramızda bir sessizlik olduğunda anlatabilmek için nefes almaya çalışıyordum çünkü aldığım nefes bile batıyordu.

“Teröristler canına göre konuşanı, bağıranı, ağlayanı öldürüyordu korkuyla beklediğimiz sırada benim kolumdan tutup kaldırdı. Annemi ve babamı da kaldırdılar annem eliyle karnını tutuyordu çünkü altı aylık hamileydi. Erkek kardeşim olacaktı.” Kardeşlik duygusunu Pençe Timinde hissetmiştim ama kendi kanımdan kendi canımdan bir kardeşim olacağı duygusunu hiç hissedememiştim. Oysa bir kardeşimin olmasını çok istiyordum. Boğazımdaki yumru büyürken kalbim sızlıyordu, her gece gördüğümde bu kadar canımı yakmıyordu ama bunu sesli bir şekilde anlatmak can yakıcıydı.

Sigarayı içerken Ayberk acıyla gözlerini kapattı sonunu ikimizde iyi biliyorduk ama anlatmaya devam edecektim. Aldığım nefes ciğerlerime batıyor canımı yakıyordu, ruhumda bir sızı vardı ve her geçen saniye büyüyordu. Bakışlarım boşluğa düştüğünde aslında o günün görüntüleri film gibi gözlerimin önündeydi.

“Elime bir tabanca verdiler ama daha onu kaldırabilecek güce bile sahip değildim. Bana anneni ya da baban vur dediler, babam onu vurmam için bana yalvarsa da bunu yapamadım. Ağlıyordum, elimdeki silah çok ağırdı ve bir seçim yapmam gerekiyordu. Ama yapamadım lanet kalbim yüzünden bunu yapamadım.” Gözümden bir damla yaş aktığında pişmanlık tüm ruhumu sarmıştı. Yapmalıydım, babamı öldürmeliydim.

“Eğer babamı öldürseydim annem yaşayacaktı çünkü askerler bizi kurtarmaya gelmişti, birinin kurtulma ihtimali vardı ama ben bunu yapamadım. Ben hiçbir şey yapmadığımda teröristlerin ele başı...” Yutkunmaya çalıştım ama boğazımdaki yumru bunu engelliyordu sesim zayıflaştığında acı ve pişmanlık her yerdeydi. “İkisini de öldürdü. Tam o sırada askerler teröristleri indirmeye başladılar eğer birini seçseydim oyalandığım için diğeri yaşayacaktı ama ben üç kişinin ölümüne sebep oldum. Annem, babam ve daha doğmamış altı aylık kardeşim.”

Sigarayı içip bitirdiğimde bir tane daha yaktım, gözümden sadece tek damla yaş akmıştı devamı gelmemişti çünkü artık ağlayamıyordum. Aldığım nefes ciğerlerime batarken ruhumdaki sızı tarif edilemezdi. Aldığım nefes bile ciğerime batıp yaşamamam gerektiğini haykırırken yaşamaya devam ediyordum. Azrail inatla canımı almaya gelmiyordu ama zaten vereceğim tek bir nefesti, kalbimi acıdan artık hissiz hale geldiğimde kaybetmiştim.

“Kurşunlar etrafımdan geçerken ben öylece duruyordum açıktaydım ama yine hiçbir kurşun bana denk gelmedi.” Evet annemin ve babamın ölüsüne bakarken hiç kıpırdamamıştım ama inatla hiçbir kurşun bana denk gelmemişti. Ayberk bir sigara daha yaktığında kollarını dizine yaslayarak öne eğildi dayanamıyor gibiydi. Ama ben yirmi yedi senedir dayanıyordum, üç yaşımdan beri.

Aslında dayanamıyordum sadece nefesini verebilecek bir bedendim, kalbim sadece arada acıyıp hala attığını hatırlatıyordu sonra yine hissedemiyordum. Ben aslında üç yaşında ölmüştüm, şimdi otuz yaşında sadece nefes alıyordum.

“Sonrasında askerler gelip yaşayanları kurtardı bizim akrabamız olmadığı için yetimhaneye verildim, dört yaşıma kadar orada kaldım. Ama bizi kurtaran Ayyıldız timinden olan Ali albay geldi bir gün, zaten kurtarılırken çok ilgilenmişti benimle. Bir yıl sonra da evlat edindi, artık bir ruh gibi yaşadığımdan hiçbir şey demeden kabul ettim.” Ali albay benim kurtarıcımdı ama aynı zamanda ecelimdi. Beni o yetimhaneden kurtarıp düzgün bir hayat vermişti, ama ölmeme izin vermemişti.

“Ben on sekiz yaşına kadar Ali albayla kaldım, zaten harp akademisini kazanmıştım onunda mutlu bir evliliği vardı. Ali albay benim hem üvey hem manevi babam, kurtarıcım ama ecelim. O yetimhanede bir yıl içinde her türlü pisliği gördüm beni oradan alıp bir hayat verdi, ama ölmeme asla izin vermedi.” Sigarayı bitirdiğimde yere attım ve gözümden bir damla yaş daha aktı ruhum pişmanlık ve acı ile kuşatılmışken kalbim acımadı. Ama ruhum öyle bir sızladı ki kalbimden daha çok acıttı.

Ayberk doğrulup bana baktı, gözleri kızarmıştı dudaklarından ise bir fısıltı döküldü. “Deli yürek.” Güçsüz bakışlarım ondaydı güçlü bir savaşçı olabilirdim ama aslında güçsüz bir insandım. Ruhum sızlayıp canımı yakarken ayaklandım, aldığım nefes hem ciğerlerime batıyor hem de yetmiyordu. Ben ayaklandığımda Ayberk’te ayaklandı ve bana sarıldı.

Sarılması ile anında gözyaşlarım boşaldı şu ana kadar akmayan gözyaşlarım o bana sarıldığında aktı, ruhum sızladığında acıyla gözlerimi kapattım. Hiçbir şey yapamıyordum çünkü vücudum kaskatı kesilmiş, kilitlenmişti. En son babama teröristler köye gelmeden önce sarılmıştım.

Ali albayda bana sarıldığında ağlamıştım saatlerce çünkü kollarında babamın şefkati vardı, şimdi Ayberk bana sarılmıştı ve kollarındaki şefkat canımı yakmıştı. Ne geri çekilebiliyor ne de sarılabiliyordum kilitlenmiştim ve ağlıyordum gözyaşlarım üniformasına akıyordu. Kalbimin attığını hissettiğimde canım daha çok yandı geri çekilmeliydi, geri çekilmeliydi çünkü bu iş hiç iyi yere gitmiyordu.

Ama çekilmedi. Ben kendimi toplayıp geri çekildiğimde gözyaşlarım durmuştu, bunu bir daha yapmamalıydı canım yanıyordu. İfadem sertleşmişti bana destek olmak istediğini biliyordum ama canımı yakıyordu Eda bile bana sarıldığınca canım yanıyordu. Bu konuda kesin ve nettim. “Bir daha bunu yapma.” Sert sesimle afalladığında yanından ayrıldım arabaya bindiğimde ruhum acıyordu babama sarıldığım an tekrar tekrar zihnimde dönerken bir yerleri yumruklamak, yakıp yıkmak istiyordum. Ama bunu yapacak gücü kendimde bulamadım.

Başımı geriye yasladığımda acı tarif edilemezdi, kafamda babamın ve annemin sesi dönüp duruyordu ve bu amansız bir acıya neden oluyordu. Şu ana kadar aldığım kurşun, bıçak hiçbir yara canımı bu denli yakmamıştı ve yakamazdı.

Üzerimdeki kazağı çekiştirdim ve nefes almaya çalıştım ama olmuyordu gözyaşlarım akmaya başladığında gözlerimi kapatıp başımı geriye attım. Çığlık atmak, bağırmak bir şeyler yapmak ve zihnimdeki sesleri susturmak istiyordum. Diğer insanlar babasının, annesinin sesini unutabilirdi ama ben babamın onu öldürmem için yalvaran sesini unutamazdım. Annemin çaresizce ismimi fısıldayan sesini unutamazdım diğer insanlar annesinin, babasının sesini hatırlamak isterdi ama ben unutmak istiyordum. Ve bu daha çok canımı yakıyordu.

Ben anne ve babamın sesini unutmak istiyordum.

Canımı öyle bir yakıyordu ki seslerin her gece kulağımda duymak, o anı her gün gözlerimin önünde bir film gibi görmek beni öldürüyordu. Ben aslında her gün işkence çekerek, yavaş yavaş ölüyordum. Bunun eğitimini almıştık ama canımı yakıyordu, en ağır eğitimlerden geçmeme rağmen canımı öyle bir yakıyordu ki. Ben hiçbir şey yapamıyordum, her geçen gün biraz daha ölmeye devam ediyordum.

 

                                        

 

 

 

 

 

*********

Arkadaşlarrr güzel bir bölümle geldim hem eğlenceli hem biraz hüzünlü bir bölümdü. Bu bölümde Umay'ın hayat hikayesini, acılarını öğrenmiş olduk tabi ilerleyen bölümlerde daha çok şey öğreneceğiz.

Peki siz Umay'ın Ali albayın üvey kızı olacağını tahmin ediyor muydunuz?

Bölümden konuştuğumuza göre kitap hakkında söylemem gereken önemli bir şey var arkadaşlar haftada bir bölüm yerine iki bölüm yayınlamayı düşünüyorum yani her hafta sadece pazar değil, pazar ve çarşamba bölüm atmayı düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz? Bunu siz belirleyeceksiniz isterseniz haftada iki bölüm atacağım ama desteklerinizi de bekliyor olacağım, haftada iki bölüm gelip gelmesini istemdiğinizi yorumlarda belirtin lütfen. O zaman ben yorumları sizlere bırakıyorum oy verip beni takip etmeyi unutmayın. Öpüldünüzzzz>>>>>

**********

 

Bölüm : 05.01.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...