

Senin gücün Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yetmez, tarihin hiçbir döneminde de yetmedi.
***
Uykusuz bir geçen bir gecenin ardından gün tekrar başlamıştı, öğle saatlerini geçip ikindiye dayanırken evden çıktım. Kapalı çarşıya gidecektim birkaç bir şey alacaktım geldiğimden beri doğru düzgün hiç dışarı çıkmamıştım.
Askeriyede yapacak bir şeyim de yoktu zaten askerlere eğitim veriyordum ama bugünlük benim yerime başka biri yapabilirdi. Arabaya binip kapalı çarşıya sürmeye başladım.
Kapalı çarşıda bir dükkandan çıkarken henüz hiçbir şey almamıştım o sırada önümden geçen gri paltolu, gri atkılı, sarışın bir adam önümden geçti. Onun hemen üç adım arkasından esmer bir adam geçti. Bu ikisi gözüme batarken gidişlerini izledim ve esmer adamın gerçekten belli bir mesafeyle adamı takip ettiğini fark ettim.
Bende peşlerinden takip ettiğimde esmer adam beni anında fark etti. MİT. Esmer adam bizdendi demek ki sarışın adam hedefti, kim bilir ne bok yedi? Etrafta gözlerim dolaşırken başka bir MİT mensubu var mı diye baktım ama yoktu.
Adamı elinden kaçırmamaya çalışıyordu ama belli ki acemiydi çünkü bu şekilde adamı asla yakalayamazdı. Bu işe el atmam lazımdı, kapalı çarşıdan çıkıp arabama bindim ve çıkışta pusuda beklemeye başladım. Adam buradan çıktığında arabayla kaçacaktı ve yakalayamayacaktı.
Çarşının sokak çıkışına bir araba yaklaştığında sarışın adam sokaktan çıkıp arabaya bindi o sırada esmer adam iki sokak üstünden çıktı. Acemi. Arabayı çalıştırıp tam önünde durdum ve uzanıp yolcu kapısını açtım, bakışlarım ise önümüzde ilerleyen arabadaydı. “Bin.” Adam bindiğinde arabayı çalıştırıp önümüzdeki siyah taksiyi takip etmeye başladım, ben gayet sakinken yanımdaki adam silahını çıkıp bana doğrulttu.
“Sen kimsin?! Söyle yoksa sıkarım!” Yüzümde bir sırıtış oluştu. “Ne gülüyorsun?! Bak gerçekten sıkarım!” Sırıtışım büyürken ani bir dönüş yaptım o hafifçe savrulurken ben kıpırdamamıştım. Önümüzdeki taksi kenarda duran kolilere çarpıp önümüze yıkmıştı şimdi ise bizi atlattıklarını sanıyorlardı. Ama ben bir sokak üstlerinde onları takip ediyordum.
“Sakin ol acemi, yeni mi başladın?” Sorumla daha fazla sinirlendi hem önümüze hem de bana bakıyordu. “Ne diyorsun sen?!” Arabanın hızını arttırmaya devam ederken benim aksime o fazlası ile gergindi. “Hedef kim?” Sorumla kaşları çatıldı silahı karnıma bastırdığında sırıttım. Bizde bu yollardan geçmiştik.
Takip ettiğimiz arabada değildi adam bunu biliyordum, onun yerine başka birini geçirmiş ve bindirmişlerdi bizde takip edecektik. Tuzaktı yani, onlar tuzağa düştüğümüzü sanarken ben bunların hepsini biliyordum. Caddeye bakan sokağın kenarında durdum ve önümüzden geçmelerini bekledim. Takip ettiğimiz araba geçip gittiğinde benim beklediğim adamın olduğu arabaydı, bir süre arayla o da geçecekti.
Bu numaraları biliyorduk, adam bana döndüğünde silahı karnıma daha çok bastırdı. “Adamlar gidiyor takip etsene.” Gözlerim gelecek arabadayken konuştum. “Adın ne senin?” Kaşlarını çattığında arabadan inmeye çalıştı arabanın kapılarını kilitlediğimde silahı anlıma dayadı, fazla gergindi gerek yoktu.
“Aç lan kapıları!” Geçen her arabayı inceliyordum adını söyleseydi iyi olurdu en azından. Siyah bir jeep geçtiğinde bakışlarım camındaydı, camlar filmliydi ama biz bordo bereliydik kartal gözlere sahiptik. Camdan adamı tanıdığımda anında peşine takıldım. “Niye onu takip ediyorsun durdur arabayı! Kaçırdık adamı, ajan mısın sen!” Gerçekten bağırmamalıydı, sakin olmalıydı. Silahın emniyetini açtığında sırıttım beni vurmayacaktı blöf yapıyordu, kim olduğumu öğrenmeden beni vuramazdı. Trafikte arabayı sıkıştırdığımda ara sokağa sokmaya çalışıyordum arabayı sıkıştırırken silahı şakağıma daha fazla bastırdı.
Arabayı sıkıştırıp çıkmaz sokağa soktuğumda gidecek yeri yoktu, arabadan inerken ona döndüm. “Silahını düşmana doğrult acemi.” Arabadan indiğimde önümdeki jeepten silahlı iki adam indi elimdeki susturucuyu saniyeler içinde silahıma taktığımda adamlar ateşe etmeden ben ikisini de indirdim. Etrafta kaçacak yer arayan sarışın iti gördüm, maalesef ki pençeme düşmüştü.
Acemi arabadan indiğinde gidip iti yakaladı it kurtulmaya çalışınca silahının kabzası ile ensesine vurup bayılttı. Silahımı belime taktığımda arkaya geçip bagajın kapısını açtım bagajdaki halatı acemiye verdiğimde itin ellerini ve ayaklarını bağladı. Halatı araba bozulursa çekmek için falan bulundurmuyordum Diyarbakır’da görev yaptığımda halat taşımaya başlamıştım. İti bagaja koyup kapağını kapattım ve arabaya bindim acemi de sürücü koltuğuna bindiğinde geri geri sokaktan çıkıyordum. O sırada acemi kulağındaki kulaklığa sokağı söyleyip gelip cesetleri almalarını söyledi. Sokaktan çıktığımda bana yolu tarif etti, artık düşmanı olmadığımı biliyordu en azından. “MİT mi?” Sorusuna cevap vermedim her ne olursa olsun kimliğim gizli kalmak zorundaydı.
Yolculuğumuz devam ederken bagajdan ses geldi it kendine gelmişti, yolda çevirmeyi gördüğümde mecburen durdum. “Ehliyet ve ruhsat alabilir miyim?” Polise ehliyet ve ruhsatı uzatacakken bagajdan ses geldi polisin bakışları bize döndüğünde acemi MİT kimliğini gösterdi. Bende hem MİT kimliği hem de askeri kimliğim vardı ama göstermemiştim. Polis ehliyet ve ruhsatı almadan geçmemize izin verdiğinde geçtim.
Bir evin önüne geldiğimizde karakola gitmememizin sebebi bu itin büyük ihtimalle İstanbul’a götürülecek olmasıydı. Arabayı ara sokağa çektiğimde kimsenin görmediğinden emin olarak bagajdan çıkardık. İti müstakil eve götürdüğümüzde acemi sandalyeye bağladı, bundan sonrasını kendi halledebilirdi diye düşünüyordum.
Bana döndüğünde tokalaşmak için elimi uzattım elimi sıktığında kulağına yaklaşıp fısıldadım. “Büyüklerine iletirsin, deli yüreğin selamı var.” Geri çekildiğimde bir şey söylemesini beklemeden evden çıkıp arabaya bindim ve askeriyeye doğru sürmeye başladım, alışveriş yarına kalmıştı. Acemi deli yürek deyince tanımayabilirdi ama üstleri beni tanırdı, dostlarımıza selam söylememek ayıp olurdu.
Askeriyeye girdiğimde komutanlığın önünde albayı ve bizim timi gördüm, anladığım kadarıyla içtimadaydılar. Sıçtım. Yanlarına ilerlediğimde gerçekten içtimada olduklarını gördüm asker selamı verip Uraz’ın yanında en başta durdum. Onlar askeri üniformayla ben ise yeşil kazak, siyah pantolon ve siyah deri ceketle duruyordum. Üniformalarımız askeriyede kalıyordu ve doğal olarak değiştirememiştim.
“Yüzbaşı, neredesin sen? Bugün izin günün de benim mi haberim yok?” Bana garezi vardı garip bir şekilde, beni hem seviyor hem de sevmiyordu. Albayın sorusuna az önce bir itin yakalanmasına yardım ettim komutanım diye cevap veremedim tabi. “Özür dilerim komutanım.” Yani pek izin kullanabilen insanlar değildik bu yüzden hepimiz böyle yapıyorduk ama dediğim gibi garezi vardı bana. Olmadığımı görünce timi içtimaya çıkarası gelmişti, bakışlarım komutanlığın kapısında duran Ayberk ile denk geldi. Dün aramızda yaşananlardan sonra ne yapmam gerektiğini bilmiyordum bana sarılması canımı yakmıştı ve bu konuda kesindim.
Sert davranmış olabilirdim ama o da öyle hurra diye sarılmamalıydı bakışlarında bir şey vardı, sanki kırılmış gibiydi ya da ben güneşin alnında olduğumdan göremiyordum. Ki ikinci ihtimal daha olasıydı.
Albay bir şey demeden komutanlığa girdiğinde bende bakışlarımı Ayberk’ten ayırıp time çevirdim. “Ne oldu lan? Ne içtimasıydı bu şimdi?” Hepsinin boş bakışları bana döndü.
“Bilmiyoruz ki komutanım bizde anlamadık, siz yoksunuz diye yaptı galiba.” Sare’nin sözleri ile anladım dercesine başımı salladım, gerçekten bana garezi vardı. “Eğitim yaptınız mı?”
“Yaptık komutanım.” Soruma Oğuz cevap vermişti o sırada Uraz bana döndü. “Operasyon raporunu masanıza koydum komutanım.” Başımı sallayıp onu onayladım ve üniformamı giymek için bizim kulübeye gittim aslında kulübe de değil bir hangardı ama biz kulübe diyorduk. Bakışlarımı ise bakışları üzerimde olan Ayberk’e çevirmedim.
Kapıyı tıklattığımda içeriden gelen “Gel.” sesi ile içeri girdim askeri selamı verdiğimde albayın ters bakışları üzerimdeydi. Elimdeki operasyon raporunu masanın üzerine koydum. “Operasyon raporu komutanım.” Başıyla beni onayladığında selam verip tam çıkacakken eli kapının kulpunda kalırken albayın sesini duydum.
“Yüzbaşı, umarım bu operasyona gidemediğin süre içerisinde kendine çeki düzen vermişsindir.” Kapının kulpunu sıktığımda aynı zamanda dişlerimi sıktım, bakışlarımı albaya çevirdim. “Kendimde çeki düzen verecek bir şey göremiyorum.” Evet izinsiz bir operasyon yapmıştım, evet emir çiğniyordum.
Ama benim görevim vatanımı ve milletimi korumaktı bunun için eğer emir çiğnemem gerekiyorsa çiğnerdim. Yaptıklarımın doğru olduğunu savunmuyordum evet yanlıştı, evet düzeni bozuyordu. Ama ben görevimi yapıyordum ve bu konuda eğer yaptığım vatanımı ve milletimi korumamı sağlıyorsa yanlış yapmaya devam edecektim.
Albayın bakışları göz gezdirdiği dosyadan kalkıp bana döndü. “Öyle mi? Hala göremedin mi yanlışını yüzbaşı?”
“Yanlış yaptığımı biliyorum ve bunu gayet net görüyorum komutanım ama bu yanlışlar vatanımı ve milletimi korumamı sağlıyorsa bu yanlışları yapmaya sonuna kadar devam edeceğim.” Kaşları havalandı.
“En sonunda mesleğimden olacağım diyorsun yani.” Emir dinlememezliğin en son cezası buydu ama evet, gerekirse mesleğimden olacak yine de kendi yaptığımdan vazgeçmeyecektim. Mesleğimi icra etmemi sağladığı sürece vazgeçmeyecektim.
“Gerekirse.” Bakışlarımdaki kararlılığa bir şey demeyince başımla selam verip odadan çıktım. Canım sıkılmıştı, kafamı dağıtmak için atış yapmak için atış sahasına ilerledim.
Kapalı sahada kimseyi göremediğimde hedefin başına geçtim, belimden silahımı çıkarıp tüm kurşunlar bitene kadar bütün hedeflere sıktım. Arkamdaki masaya yaslanan kişiyi fark ettim, Ayberk’ti bakışlarımı ona çevirdim. Yanına gidip kalçamı masaya yasladım ve bakışlarımı elimdeki silaha çevirdim ona bakamıyordum. Garip, saçma bir şeydi ben haklıydım ama işte bakamıyordum saçmalıklar üst üste geliyordu.
“Güzel gözlerinden mahrum etme beni.” Alayla güldüğümde bakışlarımı ona çevirdim, neden alayla güldüğümü anlamadığı için kaşları çatıldı. “Güzel mi? Haklıyım diye özür dilemeye falan mı çalışıyorsun yüzbaşı?” Güldüğünde gözlerinde yine bilmediğim o ifadesi vardı.
“Gözlerinin güzel olmadığını söyleme bana, gözlerin çok güzel deli yürek. Gri göz rengini hayatımda ilk defa gördüm, aslında tam gri de denilemez grilerin arasında mavi çizgiler var. Gözlerinin rengini bilemem ama fazlasıyla etkileyici.” Ciddi bir şekilde söylediği sözlerle kaşlarım havalandı, insanların korkutucu olarak gördüğü gözlerime güzel mi demişti o?
“İnanayım mı?” İnanmıyordum, gözlerim yüzünden az dalga geçilmemişti gerçi gri göz rengi korkutucu gelebilirdi. Annem mavinin en güzel tonu gözlere sahipti, babam ise gri gözlere sahipti ben ise ikisinin karışımıydım. Grilerimin arasında mavilikler vardı.
Babamın gözleri bana çok güzel ve ilgi çekici gelirdi, babam da benim gözlerimi çok severdi ‘Mucize gibisin kızım.’ derdi. Çok severdi gözlerimi ama o benim yüzümden hayata veda ettikten sonra başka kimse sevmedi. “İnan. İnan deli yürek, gözlerin mucize gibi.” Kalakaldığımda yutkunamadım, gözlerim dolacak gibi olduğunda başımı silahıma çevirdim. Vücudunu karşımda hissettiğimde eli nazikçe çenemden tutarak kendisine bakmaya zorladı.
“Deli yürek, bu da mı canını yaktı? Neden sana ilgi gösterdiğimde canın yanıyor?” Çünkü ben şefkati üç yaşımda kaybettim. Alaycı bir şekilde gülüp tek kaşımı kaldırdım.
“Bana ilgi mi duyuyorsun yüzbaşı? Şansına küs, çünkü ben duymuyorum.” Bu söylediğimde ciddiydim, son zamanlarda sınırları aştığımızı düşünüyordum ve buna artık bir dur denilmeliydi. Çenemi elinden kurtardım başımı kaldırarak yeşilin en güzel tonu gözlerine baktım.
“Mesafeleri aşıyorsun yüzbaşı.” Tek kaşı kalktığında bir adım atıp vücudunun bana değmesine neden oldu, ben kalçamı daha çok masaya yasladım. “Mesafe? Hiç sevmem.”
“Belli oluyor her kadına öyle bir anda sarılmandan.” Alaycı ifadesi ciddileşti. “Sarıldığım üçüncü kadınsın.” Cevabı ile kaşlarım havalandı ilk iki kimdi acaba? “Birincisi annem, ikincisi kardeşim...” Aramızda zaten çok az mesafe varken üzerime eğilip derin bir sesle konuştu, bu sesi gerçekten etik bir şey değildi. “Üçüncüsü ise sensin.” İtirafı ile kaşlarım havalandı, şu an gerçekten mesafeyi fazlası ile aşıyorduk ve bu ikimizi de yakardı.
“Gerçekten çizgiyi aşıyorsun yüzbaşı ve ben bundan hiç hoşlanmam.” Masaya yaslanmayı bırakıp dikleştiğimde yüzü yüzümden sadece birkaç metre uzaktaydı. “O çizgiyi geçmen ikimizi de yakar, o yüzden geçme.” Son kez sevdiğim yeşillerine bakıp yanından ayrıldım.
Gözlerime iltifat etmesi hem canımı yakıp hem de kalbimin varlığını hatırlattığında bir gülümseme isteğim vardı. Ama bunun saçma olduğunun farkına varıp bu isteği unuttum. Saçmalık, cidden saçmalık. Ayrıca bana ilgi göstermek derken? Arkadaşlık çizgisini aşıyorduk ve bu hiç hoş değildi.
En yakın zamanda bir görev çıkmalıydı iki aydır oturuyordum ve canıma tak etmişti, kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı. Telefonum çalınca arayanın Eda olduğunu gördüm, neden aradığını tahmin edemediğim için kaşlarım çatıldı aramayı yanıtladığımda sesini duydum.
“Merhaba dünya güzeli.” Neşeli sesi ile dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldı. “Bu iltifatını neye borçluyum?” Genelde bana dünya güzeli diyordu bu ise bende garip bir his uyandırıyordu.
“Aşk olsun ben hep iltifat ediyorum, tabi ama bu garibana yardım etmek istersen geri çevirmem.” Bir karın ağrısı olduğu belliydi. “Ne konuda bu garibana yardım etmeliyim?” Eğlendiğim sesimden belliydi Eda ile gerçekten iyi anlaşıyordum Sare, Eda ve ben felaket bir üçlü olmuştuk.
Bir araya geldiğimiz ilk anda başımıza bela almıştık Sare ve ben buna alışık olmadığımızdan mal gibi kalmıştık. Gerçekten biz bir araya gelmemeliydik. “Şimdi şöyle ki, ben biriyle akşam yemeği yiyeceğim ama ağabeyimin eve gelmemesi, beni merak etmemesi lazım. Yani onu oyalamalısın, lütfeennn.” Eğlencem anında son bulurken kalakaldım. Efendim? Az önce adama uzak duralım deyip şimdi de oyalayacak mıydım?
Karizmam böyle bir çiziği kaldıramazdı, daha önemlisi ben böyle bir rezilliği kaldıramazdım. “Akınalp ile buluşun diye ağabeyini oyalayamam.” Buluşacağı kişinin kim olduğunu anlamak zor değildi, ama abisini oyalamak zordu!
“Ya lütfen, ama ben mutlu olmayı hak etmiyor muyum?” Peki ben bu rezilliği hak ediyor muyum? Kabul edilemezdi, karizmamı çizdiremezdim. “Kesinlikle kabul edilemez.” Sızlanan sesini duydum.
“O zaman bende Akınalp’ten aldığım aşk bilgilerini sana söylemem. Bunların içinde senin timinde olabilir.” Adımlarım durduğunda karşımda duran manzaraya bakıyordum, ne oluyor lan! Metehan’ın eli Sare’nin belindeydi, Sare’nin eli ise Metehan’ın göğsündeydi. Yüzleri arasında çok az bir mesafe olması ve Sare’nin elindeki silahını Metehan’ın boynuna bastırıyordu.
Metehan’ın ve Sare’in sırıtıyor olması şokumu daha çok artırıyordu, ne yapıyor lan bunlar! Eda’nın senin timinde olabilir sesi sinirlerimi tetiklerken bakışlarım hala karşımdaki manzaradaydı. “O huysuz dağ ayısını nasıl oyalamamı bekliyorsun?” Bence bir rezilliği kaldırabilirdim zaten daha önce de Eda sağ olsun yine rezil olmuştuk. Bir tane daha kaldırabilirdim, Eda’nın kıkırdayan sesine sinirlenemiyordum çünkü çok başka dertlerim vardı.
“Sende onunla bir yemeğe çıkabilirsin, evinde onu ağırlayabilirsin veya beraber bir aktivite bulabilirsiniz o sana kalmış. Yeter ki oyala nasıl olduğu sorun değil, sonuçta ucunda önemli istihbaratlar var.” Önce tatlı tatlı lütfen diyordu sonra şantaj yapıyordu!
“İyi be.” Huysuz sesime karşılık tekrar kıkırdadığında telefonu kapattı ben ise yalandan öksürerek önümdeki ikiliye varlığımı belli ettim. Sare beni gördüğü anda anında Metehan’dan uzaklaşıp hazır ola geçerken Metehan rahat bir şekilde sırıtıyordu. En acilinden bir rütbe almalıydım! “Komutanım.” Sare’in korkulu sesine karşılık yumuşak bir sesle karşılık verdim.
“He canım.” Cevabımla Metehan gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı, pardon da komik mi yani! Sinirlerim tepeme çıkarken ters bakışlarımın hedefi Metehan’dı. “Hayırdır? Ne gülüyorsun çok mu komik?” Sözlerimle kahkaha attığında kesinlikle terfi almam gerektiğini anladım.
“Kibarca soruyorum, az önce ne halt ediyordunuz tam olarak?” Evet bu kibar halimdi, birazdan ise sövecektim. Metehan sırıtarak Sare’ye baktı, “Üsteğmenimin reflekslerini test ediyorduk.” Sinirlerim iyice tepeme çıkmıştı üsteğmenin sonunda neden sahiplik eki var!
“İyi bari güzel miymiş refleksleri?” Açıkça tehdit barındıran sesime rağmen sırıtarak Sare’ye bakmaya devam ettikçe Sare utançtan ben ise sinirden kızarıyorduk. “Eğitimlerinizi takdir ettim.” Ay sağ ol ya.
“Alayım o zaman seni de bir ara, o zaman da biz seni takdir edelim.” Metehan en sonunda bana döndüğünde itiraz edecekken yanımda hissettiğim heybet ve ona özel kokusuyla gelen kişi konuştu. “Eti senin kemiği benim.” Bakışlarımı ona çevirdiğimde zaten bana bakıyordu, yapmamalıydı kalp ritimlerim için tehlike içeriyordu. “Sağ olun kalsın.” Metehan’ın keyifsiz sesi ile ikimiz de birbirimize bakarken sırıttık, konunun Metehan’ın kaçan keyfiyle alakası yoktu. Ayberk yeşillerini benden ayırmadan konuştu. “Sana soran yok emre itaatsizlik edemezsin, gireceksin eğitimlere."
Komuta üstlüğünü kullanıyordu komuta Ayberk’teydi, cidden kardeşi de buna benziyordu çıkarcılar! Gözlerinde yoğun bir duyguyla bana bakıyordu ama duyguyu anlamak istemiyordum bu yüzden bakışlarımı ikiliye çevirdim. “Siz ikinize iyi bir eğitim yapacağım.”
“Allah belanı versin.” Metehan’ın Ayberk’e bedduası ile güldüm, tutardı. Ben ise bakışlarımı Ayberk’e çevirdim. “Bugün boş musun yüzbaşı?” Ayberk kahkaha attığında bu sefer ben utançtan kızarıyordum. Az önce adama çizgi diyordum! Karizmam bunları hak etmiyor!
“Lan az önce biz azar işittik bari bir dakika geçseydi.” Metehan’ın isyanıyla ters bakışlarımı ona çevirdim. “Bak zaten müşkül bir durumdayım susmazsan eğitimi iki katına çıkarırım.” Sözlerim üzerine bir kere daha Ayberk’in kahkahasını duydum. Ulan o kadar istihbaratta çalışmıştım bir istihbarat için böyle bir rezillik ilkti! Bakışlarımı istemeyerek Ayberk’e çevirdiğimde sırıtan yüzü canımı sıkıyordu, asıl Allah senin belanı versin Eda!
Bana doğru bir adım attığında geri adım atmadım hiçbir zaman atmazdım, bunu fark ettiğinde hoşuna gitmiş olmalı ki sırıtışı genişlemişti. “Neden sordun deli yürek?” Yav anlandın işte daha ne soruyorsun ya! “Hiç sordum öyle, evde yalnız canım sıkılıyor da.” Gülmemek için dişlerini dolgun alt dudağına geçirdi, hareketi ile bakışlarım anlık dudağına kaydığından hızla yeşillerine çevirdim.
Ama çoktan görmüştü. Gerçekten Eda’nın vereceği istihbaratlar işe yarasa iyi olurdu çünkü gerçekten saçlarını yolabilirdim. Bir adım daha attığında sadece bir adımlık bir mesafe vardı aramızda hayır ben neden şu an sordum ki! Sare ve Metehan’ın ters bakışlarının üstümüzde olduğunu biliyordum ama bir şey diyemiyorlardı.
“Hmm, canın sıkılıyor demek can sıkıntını giderecek kişi de benim öyle mi?” Değil! Hep istihbarat için yoksa ben çizgi konusunda hala kararlıyım.
“Arkadaşça evet.” Söylediklerim ile sırıtışı soldu, yeşillerinde ateşler yanmaya başladığında sinirlendiğini anlamak zor değildi. Eli belime dolanıp beni sertçe göğsüne çektiğinde refleks olarak göğsüne tutundum. Ben böyle refleksi var ya! Ellerim kaslı göğsündeyken beni bozguna uğratan bir şey vardı.
Avucumun içinde hızla atan kalbi.
Kalbinin bu kadar hızlı atması normal değildi ve benimkinin de hızlı atması normal değildi, eli nazik ama sert bir şekilde çenemi tutup kaldırarak beni güzel yeşillerine bakmaya zorladı.
“Arkadaş? Biz mi?” Sert sesi olmayacağını bana anlatıyordu ama aslında güzel bir ikili olurduk ama o kabul etmiyordu. Herkesin bakışlarının üstümüzde olması gerçekten can sıkıcı bir durumdu ama şu an buna odaklanamayacak durumdaydım.
Yüzüme doğru eğildiğinde yüzlerimiz arasında santimler varken durdu, çehresi yakından daha yakışıklı görünüyordu. Ben ne diyorum şu an!
“Deli yürek,” Fısıldayan sesi ve yüzümü okşayan sıcak nefesi gerçekten göğsümü zorluyordu. “Arkadaş olabileceğimizi mi düşünüyorsun?”
“Şu pozisyonda olmazsak evet.” Sözlerim üzerine Metehan ve Sare’nin gülme sesini duyarken Ayberk’in yeşilleri daha da alev alıyordu.
“Olamayız.” Sert sesi ve sözlerinden daha çok odaklandığım bir şey vardı, bu adamı dudakları neden bu kadar dolgun ya?! Neredeyse ikimizin dudakları da aynı dolgunluktaydı, aradaki fark onun dudakları pembe bir tonda benim dudaklarım ise kırmızıydı.
Dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında nereye baktığımı fark edip gözlerimi sıkıca kapattım. Ama ben o anlamda bakmıyorum ki! Gülen sesini duysam da sıkıca kapattığım gözlerimi açmadım, acıdan kopsa da açamazdım bu saatten sonra. Sıcak nefesini ve dudaklarını boynumda hissettiğimde sertçe yutkundum.
“Şimdi anladın mı neden arkadaş olamayacağımızı?” Fısıldarken sesi daha etkileyici çıkıyordu ya da ben bugün garip bir ruh halindeydim. Sessiz kalma hakkımı kullandığımda eğlenen sesini duydum, ben hiç eğlenmiyorum ama! Allah belanı versin Eda!
“Aç o güzel gözlerini.” Anında gözlerimi açtığımda kendime küfrettim, bu kadar etkisi altında kalamazdım! Kıkırdadığında sesine mi yoksa tam dibimde olan yüzüne mi odaklansam karar veremiyorum.
“Ve soruna gelecek olursak,” Yoğun bakışları yüzümdeyken ben gözleri ve dudakları hariç her türlü detayını inceliyordum. “Bugün boşum.”
Gerçekten üzüldüm şu an. Sabırla bakışlarımın onu bulmasını bekledi, benim de en sonunda kaçacak yerim kalmadığında bakışlarım yeşilin en güzel tonu gözlerini buldum. “İyi o zaman.” Dediğimde gülmemek için yanağının içini ısırdı. Rezildim!
“Yani, şey.” Beraber bir aktivite yapalım mı demek bu kadar zor olmamalıydı! Gülmemek için direnirken o sesiyle konuştu. “Ney?” Allah belanı versin Eda! Sırıtması ile kalbim göğsümü daha fazla zorladıkça sinirlendim. “Sen neye gülüyorsun acaba? Çok mu komik?” Kahkaha attığında kalbim daha fazla attığı için daha fazla sinirleniyordum. Gülüşünün güzelliği haksızlıktı, bende istiyorum.
“Her an daha fazla kızardığın için olabilir.” Dürüst sesi ile daha da kızardığımı hissetsem de aklıma gelen ilk şeyi söyledim. “Hava sıcak olamaz mı? Komik yani kızarmam?” Tekrar yanağını ısırdığında acilen görev gelmeliydi ya ona ya bana ama şu an kesinlikle yok olmalıydım.
“Deli yürek. Hava da güneş yok.” Dedi eğlenen bir sesle, evet hava bulutluydu. Ama daha biraz önce güneşliydi! “Olabilir güneş yok diye sıcak değil mi?” Güzel çevirmiştim, sırıttığında yalanıma inanmadığı belliydi.
“Sen en son bir şey diyordun.” Şu pozisyonda pek bir şey diyemiyorum, ayrıca biz ne ara böyle olmuştuk ya? Kollarında çıkmayı denediğimde beni göğsüne daha sert çekti kalbim göğsümü zorladığında bir kurşun sıkmak gibi düşüncelerim vardı.
“Şey diyordum,” Anlık ne diyeceğimi unuttuğumda kendime söverek hemen hatırladım. “Yani eğer sıra dışı aktivitelerin varsa denemek isterim.” Zaten rezil olmuştum artık daha fazlası olamayacağı için salmıştım. Yani daha ne kadar rezil olabilirim değil mi?
“Tabi.” Aklına gelen şeyle sırıttığında beni neyin beklediğini bilmiyordum, tam iyi o zaman diyecekken duyduğum sahte öksürük sesi ile başımızı aynı anda çevirdik. Albayı gördüğümüz anda birbirimizden saliseler içinde uzaklaşıp hazır ola geçtik.
“Ne yapıyorsunuz lan siz?” Kibar sorusu ile ben sessiz kaldım çünkü zaten bana garezi varken konuşmamam daha iyiydi. “Refleks testi yapıyorduk komutanım.” Ayberk’in cevabı ile dişimi damağıma geçirdim, gülersem albay canıma okurdu.
“İyi mi bari refleksleri?” Başımı yere eğdiğimde postallarımın ucuna bakıyordum, gülmemeliydim. “İyi komutanım.” Ayberk’in cevabı ile bu sefer dişlerimi dudaklarıma geçirdim.
“Göktürk! Odama gel!” Albayın kükreyen sesi ile arkadan bir ses duyduğumda Metehan ve Sare’nin de gülmemeye çalıştığını anladım. Albay komutanlığa girdiğinde Ayberk’te peşinden ilerledi, ifademi düzelttiğimde arkadaki ikisine döndüm.
“Siz ikiniz yarın saat altı da eğitim sahasında olacaksınız.” Yanlarından ayrıldığımda sırıtmamaya çalışıyordum.
*******
Eve geldiğimde üzerimi değiştirip kendimi salondaki koltuğa atmıştım, üzerimde bir şort ve sıfır kol kısa bir tişört vardı. Gerçekten sıcaktı ayrıca evde rahat dolaşmayı seviyordum dışarıda bunlarla pek rahat edemiyordum ama evde sorun yoktu.
Kapı çaldığında kalkıp kim olduğuna bakmadan kapıyı açtım, yeşilleri ile denk düştüğümüzde midem bir garipti oysa bir şey yememiştim. Yeşilleri, yeşil takımımda oyalanınca gördüğü kıyafet ile yutkundu, beni hep üniforma ve kapalı şeylerle gördüğü için şaşırmış olması normaldi.
“İçeride de beni izleyebilirsin.” Ona takıldığımda yeşillerinde garip bir ifade vardı, sırıtarak içeri girdiğinde kapıyı kapattım. Ortadaki sehpanın üzerine koyduğu poşeti yeni fark ettiğimde bakışlarım tekli koltukta oturan ona döndü.
Bacaklarını aralayarak erkeklere has oturuşu ile oturmuştu arkasına yaslanmışken bir eli koltuğun kenarında, diğeri de kenarında dirseğinden kırmış bir şekilde parmakları dudaklarına değen bir şekilde beni izliyordu.
Gözlerindeki yoğun ifadeyle beni izlerken geçip karşısındaki tekli koltuğa oturdum, bakışları benim gözlerimde oyalanırken bundan rahatsız olmuyordum. Normalde insanlar gözlerimi korkunç bulurken o güzel bulduğunu söylemişti, her defasında gözlerime bakarken farklı bir ifadesi vardı bu yüzden rahatsız değildim.
Kaşlarımla ortadaki poşeti işaret ettim kırtasiyeden alındığı belliydi, akşamın bir saatinde açık kırtasiye olması şaşırtıcıydı. “O ne?” Sorumla içten ve sıcak bir şekilde gülümsedi.
“Hiç resim yaptın mı deli yürek?” Sorusuyla kaşlarım çatıldı, yapmamıştım ama ne alakaydı şu an? “Yapmadım.” Evet çocukluğumda hiç fırsatım olmamıştı, benim hiçbir şeye fırsatım olmamıştı.
“Peki, resim yapmak ister misin?”
“Nereden çıktı şimdi?” Sıcacık gülümsemesi içimi ısıtıyordu. “Cevap ver deli yürek, ister misin resim yapmak?” Ansızın gelen bir soruydu, resim yapmak bir kere istemiştim sonra ise ondan da nefret etmiştim.
“Resim yapmayı bir kere istemiştim, yetimhanedeyken resim yapan çocukları gördüğümde istemiştim. Ama onlar gözlerim yüzünden bana öcü deyip benden uzak duruyorlardı o günde bana öcüler resim yapmaz, hem senin yeteneğinde yoktur demişlerdi. Ondan sonra hiç resim yapmak istemedim, şu an ise ne istediğimi bilmiyorum.” Başka biri sorsa hayır istemiyordum derdim ama soran oydu, o bana öcü demiyordu aksine bana mucize gibisin demişti.
Öne doğru eğildi ve dirseklerini dizlerine koyarak ellerini birleştirdi. Sıcak gülümsemesi yüzündeyken sıcak ve yumuşak bir sesle konuştu. “Birlikte resim yapalım mı? İzin ver deli yürek, sana resim yapmayı sevdireyim.” Yutkunduğumda ne yapacağımı bilemez haldeydim, gözlerim dolarken bunu ondan saklamadım. Ben bir Ali albaydan bir de Ayberk’ten gözyaşlarımı gizlememiştim.
İçimde sanki bir çocuk vardı da onu uyandırmış gibiydi ama çocuk ölmüştü, belki de ben öyle sanıyordum. Yine de içimdeki sese uydum. “Yapalım.” Gülümsemesi genişlediğinde ortadaki poşete uzandığında şimdi anlamıştım amacını, içinden iki tane resim defteri ve bir kutu boya çıkardı.
Gözlerim dolduğunda acıdandı ama sehpanın üzerindeki resim defterleri ve boya kutusunu görünce akan gözyaşı mutluluktandı. Bu adam gerçekten ayarlarımla oynuyordu, yere oturup sırtını üçlü koltuğa yaslandığında bende hevesle gidip yanına oturdum.
Gülümsemesi gözlerimi alırken eli uzandı ve işaret parmağının tersiyle akan gözyaşlarımı sildi. “Ağlama, o güzel gözlerine hüzün yakışmıyor.” Hep güzel gözlerin demesi kalbimin göğsümü zorlamasına sebep oluyordu.
“Aşk itirafını bekliyorum.” Dediğimde güldü, güldüm. Resim defterlerine uzanıp bana gösterdi. “Hangisi?” Biri kırmızı diğeri ise yeşildi, ikisi de sevdiğim renklerdi. Ama ben yeşili seçtim, onun gözlerinin renginde olmasa da güzeldi. Kırmızıyı aldığında hevesle ona döndüm.
“Bir oyun oynayalım mı? İkimizde birbirimizin resmine bakmayalım en sonda bakalım.” Hevesli sesime karşılık öyle güzel gülümsedi ki içimde bir şeyler olduğunu hissettim. “Oynayalım, ama hile yapma.” Gözlerimi kıstım. “Asıl sen yapma hile, ben yapmam.” Güldüğümüzde resim defterini açtım, boya kalemlerini masanın üstüne serdiğinde bana döndü.
“Başlıyoruz.” Hevesle onu onayladım. “Tamam.” Uzanıp siyah kaleme uzandım ve resim defterine döndüm.
Ama kaldım ben ne resim yapacağımı bilmiyordum. Ailemi çizemezdim acı vardı ama ben ilk resmimin mutlu olmasını istiyordum, bakışlarım Ayberk’e kaydı. Onun da başka bir siyah kaleme uzandığını gördüm, bakışlarım yakışıklı çehresini tararken ne resim yapacağımı artık biliyorum.
Çizmeye başladığımda gözlerim sürekli ona kayıyordu, resim yapmayı sevmediği belli oluyordu çünkü bayağı bir savaş veriyordu. Ben ise ilk olmasına rağmen güzel çiziyordum, bakışlarımın sürekli ona kaydığını fark ediyordu ama neden diye sormuyordu. Sadece izin veriyordu istediğimi yapmama. Sessizlik olduğu için telefonuma uzanıp bir şarkı açtım.
“Meyhaneler sen, içtikçe biten ben
Senden vazgeçersem haram olsun
Tüm kadehler sen, kırılıp düşen ben
Beni mahveden sen helal olsun...”
Şarkı bize eşlik ederken ikimizde konuşmadık.
Neredeyse bir saatlik bir süre sonunda ikimizde arkamıza yaslandık ben sadece siyah kalem kullanmıştım o ise siyah, gri ve mavi. Merak ediyordum ve resmime vereceği tepkiyi merak ediyordum. Grilerim yeşillerine denk düştüğünde gülümsedik. “İlk ben göstereyim mi?” Diye sordum çocuksu bir hevesle, o ise yine kalbimi ısıtan sıcak gülümsemesini bana sundu. “Göster.”
Resim defterini kaldırıp ona çevirdiğimde dudakları aralandı bir şey diyecekken diyemediğinde resmi kötü yaptığımdan şüpheliydim. Oysa bana güzel gelmişti.
“Deli yürek.” Sesindeki hayranlığı duyduğumda beklentiyle yeşillerine baktım. “Bu, böyle bir yeteneğin olduğunu bilmiyordum.” Sesinde hem hayranlık hem de şaşkınlık vardı, yetenekli miyim? Güzel mi olmuştu yani?
Resim defterini yüzümde tuttuğum için sadece gözlerim görünüyordu defteri nazikçe elimden alıp yakından baktı. Ben ise ona baktım. Bakışları bana döndüğünde yeşillerinde gördüğüm hayranlıkla mutlulukla gözlerim doldu, gerçekten duygusal biri değildim ama tüm yaralarımı bulup sarıyordu.
“Çok güzel olmuş.” Sözleri üzerinde gözümden yaşlar aktığında dudaklarımı birbirine bastırdım. “Sen ilk resminde beni mi çizdin deli yürek?” Sesinde birçok duygu vardı.
Ve evet ilk resmimde onun yakışıklı çehresini karakalem şeklinde çizmiştim. İlk resmim mutlu olsun istemiştim ve onun gülen yüzünü çizmiştim çünkü gülüşü kıskanacağım kadar güzeldi. “İlk resmim mutlu olsun istedim.” Dedim, hayatımdaki acıya rağmen mutlu olsun istedim.
Hayran bakışları resmin üzerindeydi belki de ne kadar yakışıklı olduğunu şu an fark ediyordu ya da gülümsemesinin ne kadar güzel olduğunu. “Çok güzel.” Hayranlıkla resim defterini masanın üstüne koyduğunda benim musluklarım açılmıştı. Bakışları bana döndüğünde kaşları çatıldı.
“Ama hep ağlıyorsun.” Sözleri üzerine güldüm, ağlıyordum ama mutluluktandı ve mutluluktan ağladığım ilk andı. Bunu o başarmıştı. “Ama mutluluktan.” Dediğimde uzanıp yine nazikçe gözyaşlarımı sildi.
“Ama ağlama.” Güldüğümde, güldü. “Sıra senden göster hadi.” Kalbim göğsüme hızla vurdukça bakışlarım resim defterindeydi.
“İlk resmim değil yine de bu konuda bok gibiyim ama güzel oldu, yani güzel olan nadir resimlerimden biri olabilir.”
Heyecanla resmini beklerken resmini kaldırdığında kalakaldım. Gözyaşlarım tekrar akarken kalbim hızlanmıştı, ağlarken güldüğümde gerçekten çok garip hissediyordum şu an.
Gözlerimi çizmişti.
Ve çok güzel çizmişti benden daha yetenekli olabilirdi sadece üç renk vardı siyah, gri ve mavi ama o kadar canlı ve güzel görünüyordu ki. Gözlerimi sevmiştim, gözlerimden hiç nefret etmemiştim ama şu an çok sevmiştim. Çok güzel görünmüştü.
“Ayberk.” Adı dudaklarımdan dökülürken musluklarım açıktı. “Güzel olmadığını biliyorum.” Sözleri üzerine kaşlarım çatıldı az önce ağlarken gülüyordum şu anda ise kaşlarım çatıktı.
Bu adam gerçekten ayarlarımla oynuyordu.
“Çok güzel sus.” Sözlerim üzerine kahkaha attığında bende güldüm, gayet de güzel olmuştu susmalıydı. “Gözlerimi sevdim.” Bakışlarım resimdeyken gerçekten gözlerimi seviyordum şu an gerçekten güzel çizmişti.
“Her zaman sevmelisin deli yürek, çünkü gözlerin bir tabloya konu olacak kadar güzel.” Ve o tablo elinde tuttuğu resim defteriydi. Gülümserken gözlerim yeşillerini buldu, o ifadeyle bana bakmamalıydı zaten her türlü duyguyu aynı anda hissettirmişti. Resim defterini sehpanın üzerine koyduğunda uzanıp kendi resim defterimden çizdiğim resmi kopardım ve ona uzattım.
Diğer insanlar ilk resmini ailesine verirdi, ben ise ona veriyorum.
“Bana mı veriyorsun?” Sesindeki şaşkınlığa karşılık gülümseyerek başımı salladım. “İlk resmimi seninle yaptım o yüzden sana veriyorum.” Elimdeki resmini aldığında o da resmini koparıp bana uzattı.
Şu anda küçük çocuklardan farkım yoktu, içimdeki çocuğun öldüğünü düşünüyordum ama o bana ölmediğini göstermişti. Resmi aldığımda artık gözlerimi hep seveceğimi biliyordum. “Seviyor musun artık resim yapmayı?” Sorusu ile grilerimi yeşillerine çevirdim.
Seviyorum.
“Seviyorum, sevdirdin bana resim yapmayı.” Derin bir şekilde gülümsediğinde gülümsedim, içimdeki çocuğun masum olduğu nadir andı. “O zaman bunlar burada kalsın, istediğin zaman seninle resim yapmaya gelebilirim.” Resim yapmayı sevmediğini fark edebiliyordum ama benim için yapıyordu. Bana sevdirmek için yapıyordu. “Kalsınlar.” Resim defterlerini ve boyaları kenara düzenli bir şekilde koydum, felaket dağınık bir insandım ama şu an düzenli olasım gelmişti.
“Çay içer miyiz?” Gözyaşımı silerken başıyla beni onayladı. “İçeriz, umarım çay koymayı becerebiliyorsundur.” Gözlerimi kıstım, tabi ki de becerebiliyordum. “Bundan sonra sürekli benden istersin.” İnanmayan gözlerle bana baktı, şaka yaptığının farkındaydım ve beni güldürebiliyordu.
“Yani zehirlenmediğimiz sürece sorun yok o zaman.” Gözlerimi devirerek oturduğum yerden kalktım ve gidip çay koydum. Sorun şu ki evde çayın yanına koyabileceğim hiçbir şey yoktu.
Dolabım boştu.
Buzdolabımda en son Eda’nın bıraktığı yemekler vardı, onlarda bozulmuş olmalıydı. Gerçekten buzdolabımda iki tencereden başka bir şey yoktu. Ayberk’in heybetinden ve kokusundan mutfağa girdiğini anladım ve sorgular sesi geldi kulağıma.
“Buzdolabın neden boş? Yemek yemiyor musun?” Yemiyorum. Açlığa dayanıklı olduğumdan üç günde bir falan bir şeyler atıştırıyordum ama evde yemek yapmıyordum. “Yiyorum, aç nasıl yaşayayım?” Dolabı kapatıp ona döndüm o tezgaha yaslanmıştı ben ise buzdolabına.
“Neden dolabında Eda’nın yaptığı yemekler duruyor o zaman?” Yüzündeki hafif çatık kaşlarından bu durumun hoşuna gitmediğini anlıyorum. “Genelde dışarıda yiyorum, evde yemek olduğunu unutmuşum.” Genelde yemek yemiyorum.
“Öyle olsun.” İnanmadığını biliyorum ama üzerime gelmedi, işte bunu seviyorum. Beni zorlamıyordu, üzerime gelmiyordu benim kendimi açmamı bekliyordu. Geçip çayı bardaklara doldurdum ve masaya bıraktım ikimizde geçip oturduğumuzda sessizdik.
“Sence ne zaman göreve çıkarım? Cahit albayı benden daha iyi tanıyorsun.” Sorumla bakışları bana döndü.
“Emir dinlemezsin, ele avuca sığmazsın, Cahit albay sen emir dinleyene kadar seni göreve çıkarmayabilir.” Derin bir nefes aldım, ne yani ben şimdi hiç göreve çıkamayacak mıyım? “Cahit albayın kuralları katıdır, tek bir kuralı çiğnersen o kurala uyana kadar sana ceza verir.”
“Ben Ali albayı özledim.” Ben babamı özledim. Ali albay farklıydı, kızsa da beni emir dinlemeye zorlamamıştı. Emir dinlemediğim için rapor alırdı bir güzel fırça çekerdi ama her göreve de gönderirdi beni. Çünkü bana güveni vardı, bir albayın tecrübesine sahip zekam vardı ve gücüm.
Her zaman bana ve zekama güvenirdi, en olmayacak bölgelere bile benim için helikopter indirdiği olmuştu. Bir albayla konuşurken duyduklarım düştü aklıma.
“Ali albayım bu asker emir dinlemiyor, sağlam bir dersi hak ediyor ama sen tolerans gösteriyorsun. Askeriye kuralları böyle değil.” Kapının aralığından onları izliyordum usulca gülümsedi Ali albay.
“Bir bozkurdu evcilleştirebilir misin albayım?” Ali albayın yüzünü görebiliyordum ama diğer albayın sırtı bana dönüktü.
“O bozkurda kurallara uymayı öğretebilirsin.” Ali albayın gülümsemesi hafifçe genişledi.
“O bozkurda söz geçiremezsin albayım başına buyruk, onu kontrol edemezsin. Hem buna da ihtiyacım yok zaten zekası ve gücü onu yenilmez kılıyor. O bozkurt her şeyi yapabilir, ama söz dinlemez.”
O bozkurt bendim.
“Ali albay sana tolerans gösteriyordu değil mi?” Aybek’in sorusu ile bakışlarım yeşillerini buldu. “Sadece bir bozkurdu evcilleştirmeye çalışmıyordu.” Cevabımla gülümsedi.
“Sen asla söz dinlemezsin deli yürek, başına buyruksun.” Öyleydim ama bu zarar değil fayda sağlıyordu. “İşte o yüzden Ali albayı özledim ben, şu an burada olsaydı bana iyi bir fırça çeker sonra göreve gönderirdi.” İkimizde güldük, yapıyordu yani bir güzel kızıyordu göreve gidip yine söz dinlemeyince bu sefer daha çok kızıyordu.
“Cahit albay Pençe Timini diğer albaylara bırakmaz.” Biliyorum. Her albayın kontrolünde olan timler vardı Pençe Timi, Kartal Timi ve başka timler Cahit albayın kontrolündeydi.
“Ama ben evde oturmaya devam edersem kafayı yiyeceğim. Resmen iki aydır evdeyim, sıkıntıdan patlayacağım.” Güldüğünde ben pek mutlu değildim cidden canım sıkılıyordu.
“Bende bir süre gidemeyeceğim otururuz işte beraber.” Eğlenen sesi ile bakışlarımı ona çevirdim, göğsündeki yarası tamamen iyileşmemişti. “Yaran nasıl?” Sorumla yüzünü buruşturduğunda kahkaha attım.
“Yaram gayet iyi, hiçbir şeyim yok benim ama hala yaran tam iyileşsin deyip duruyorlar. İyileşti diyorum kimse anlamıyor beni.” İsyanına gülerken o huysuzdu, evet Ali albayda bana yapıyordu bunu yaran tam iyileşsin deyip evde tutmaya çalışıyordu. Ama bizim için acımadığı sürece iyileşmiş demekti ve acıyı da çok hissetmezdik.
“Sen yine gidebilirsin göreve ama ben gerçekten çıldıracağım, sahaya çıktığımdan beri en çok evde kaldığım süre şu zaman.” Güldü.
“Yanlış kişiye denk geldin bozkurt.” Yanlış kişi Cahit albaydı ama takıldığım bana bozkurt demesiydi. Bunu iltifat olarak kabul edebilirdim, bozkurt derken gözlerindeki ifade ve deyiş şekli güzeldi. Bozkurt, MİT’te benim kod ismimdi yani herkes bana deli yürek derdi ama görevlerde kod adım bozkurt olurdu.
“Gerçekten sıkıntıdan katliam çıkarabilirim.” Sözlerim üzerine eğlenen ifadesi büyüdü.
“Ne yapacaksın? Bu seferde dağa çıkıp itleri mi öldüreceksin?” Eğlenen sesine karşılık ciddiyetle başımı sallayarak onu onayladım. “Evde oturmaktan daha makul bir seçenek.” Güldüğünde sen iflah olmazsın dercesine başını salladı. Telefonunu eline aldığında kaşlarım çatıldı, umarım Eda’yı aramayı falan düşünmüyordu.
“Ne yapıyorsun?”
“İyiyim, sen?” Dalga geçen sesine karşılık ciddiyetle cevap verdim. “Bende iyiyim, sağ ol. Telefonda ne yapıyorsun?” Telefonu kulağına yasladığında yutkundum.
“Eda’yı arayacağım sesi çıkmıyor, çıkmıyorsa bir halt yiyor demektir.” Nasılda iyi tanıyordu kardeşini. “Bence kızı rahat bırak ayrıca şu an sohbetin ortasında araman çok kaba bir hareket. Ayıp.”
“Ayıp mı?” Eğlenen sesiyle telefonu kapatıp kenara koydu şu an benimle uğraştığı için Eda’nın açmamasını sorun etmemişti. “Değil mi?” Ona cevap verirken bu sefer ben Eda’yı aradım.
Evet dengesizin tekiydim.
Gülmemek için yanağını ısırırken telefon açılınca hemen konuştum. “Ne halt ediyorsun?” Ayberk karşımda gülmemek için kendini zor tutarken dengesizliğime sövüyordum. İki saniye önce adama kaba deyip selam vermeden kibarca konuşmam gerçekten dengesizlikti.
“Niye aradığını sorabilir miyim?” Saat neredeyse ona geliyordu bir de niye aradın diyordu! Gerçekten yolacağım saçlarını! “Hiç, eğer saate bakmak gibi niyetlerin var mı diye sormak için aradım.”
“Birazdan kalkacağız sadece yarım saatcik daha oyala lütfen.” Saatcik? “Tamam.” Huysuz bir sesle konuşup telefonu birazcık yüzüne kapatmış oldum. Ama delirtiyordu adamı! Ayberk gülmemek için direnirken eğlenen sesiyle konuştu.
“Ayıp değil mi?” Ayıptı. Ama ben dengesizin önde gideniydim. “Gerçekten dengesizsin.” Haklı sözleri ile sessiz kalırken o gülüyordu.
“Hakaret mi? Kaba adam.” Sözlerim üzerine güldüğünde dengesiz ve haksız olduğumun farkındaydım. Ama benim suçum değil ki. “Hakaret değil, gerçekler.” Eğlenen sesi ile yüzümü buruşturdum, maalesef haklıydı.
“Sabah Metehan ve Sare’ye kızıp iki saniye sonra bana boş musun diye sordun. Az önce de bana ayıp deyip sen telefonla konuştun. Gerçekten dengesizsin.” O sabahki şeyin tüm sorumlusu Eda’ydı ama onun dışında da dengesizdim evet.
“Olabilir yani.” Dediğimde kahkaha attı, cidden benimle uğraşmaktan çok keyif alıyordu. “Yarın boş musun?” Sorum üzerine büyük bir kahkaha attı. “Gülme ya, canım sıkılıyor evde otura otura.” Kahkahasını tutmaya çalışırken gerçekten sövüyordum kendime ama canım sıkılıyordu yani.
“Yarın boşum, Eda ile alışverişe çıkacağız sende gel.” Gülmekten konuşamıyordu ki! Ali albay söylemişti ama, sen bu dengesiz halinle rezil de olursun diye. Olmuştum. “Evde oturmaktan daha makul.” Güldüğünde oturduğu yerden kalktı o kalkınca hızla bende kalktım karşı karşıya dururken ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu.
“Nereye?” Soğukkanlı bir insandım ama o istihbarat önemliydi. Bu yüzden onu biraz daha oyalamalıydım, bakışları yüzümde dolaşırken ben ne yapacağımı düşünüyordum.
Bir resim daha çizmeyi mi teklif etsem?
“Eve.” Cevabı üzerine anlık şeyle hızlı bir cevap verdim. “Evdesin zaten.” Zaten aramızda bir adımlık mesafe varken kapatıp hafifçe üzerime eğildi.
“Kendi evime.” Dediğinde ne halt edeceğimi düşünüyordum. Ne halt yiyeceğim ben! Allah belanı versin Eda! “Sohbet ediyorduk ya otursaydın, daha çay bitmedi yani.” Tüm demliği ona içirmek gibi deli planlarım vardı.
“Sen ne haltlar karıştırıyorsun?” Sorusu ile kalakaldım, nereden anladın be adam? Ama bozuntuya vermedim. “Ne karıştıracağım ya, oturuyoruz işte sana da arkadaşlık yaramıyor git evine.” Ters psikoloji uygulamaya çalışıyordum. Belki git deyince gitmezdi, belki kalırdı.
Belimi tutup beni masaya yasladığında üzerime eğildi, yeşillerinde yine yangınlar vardı. “Bir daha arkadaş dersen arkadaş olamayacağımızı sana çok farklı yollarla anlatırım, hoşuna gitmeyecek yollar.” Beni mi tehdit ediyordu? Karşısında kim olduğunu unutmuştu sanırım. Ama arkadaş olmama konusundaki ısrarı hoşuma gitmiyordu.
Diğer türlüsü ikimizi de yakardı.
O yüzden arkadaş olurduk ya hiçbir şey olamazdık. “Biz en fazla arkadaş olabiliriz Ayberk ya da hiç. Diğer türlüsü seni de beni de yakar.” Yüzü ile yüzüm arasında santimler varken yeşillerinde yangınlar vardı. Ve yangının içinde milyon duygu.
“Kendini ve başkalarını engellemek sana bir fayda sağlamaz. Başarı mutluluk getirmez deli yürek, ama mutluluk başarı getirir.” Getirmezdi. Çünkü benim mutluluğum olmazdı, benim hep acım olurdu mutluluk bana uğramazdı.
Benden uzaklaşıp kapıya yöneldiğinde yokluğunun bıraktığı boşlukla üşüdüğümü hissettim, oysa ben soğuğa dayanıklıydım. Peşinden ilerleyip kapıyı onun için açtığımda kapıyı anahtarla açmak üzere olan Sare’yi gördük.
“Komutanım.”
“Sare.” Üçümüz birbirimize bakarken sessizdik saçma salak bir bakışma yaşıyorduk şu an! Ayberk bir şey söylemeden çıkıp gittiğinde Sare içeri girdi. Kapıyı kapattığımda derin bir nefes verdim, keyfim kaçmıştı. Geçip kendimi koltuğa attığımda bir sigara yaktım paketi ve çakmağı Sare’ye attığımda o da bir tane yaktı.
“Komutanım sabahki olan-” Sözünü kestiğimde bir açıklama yapmak zorunda değildi çünkü aynı hatayı yapan benim de bir açıklamam yoktu. “Açıklama yapmak zorunda değilsin.” Sigara dumanını izlerken gerçekten boktan bir durumdaydım.
Bu gece de uyuyamayacaktım biliyordum bu yüzden sigara dudaklarımdayken telefonumu alarak balkona çıktım. Sigaramı içerken Bozkurt adının üstüne bastım. Evet Bozkurt olarak kayıtlıydı ben Ali albayda babamı hissetmiştim ve ona sadece bir kere baba demiştim, sonra ise bir daha diyememiştim. Ali albayın soy ismi Bozkurt’tu o bende Bozkurt bende onda Bozkurt olarak kayıtlıydım.
“Evlat.” Diyen sesini duyduğumda gülümsedim, bana iyi gelebilecek kişi oydu. “Komutanım.” Bunu söylememden hoşlanmıyordu rütbede olmadığımızda da ona komutanım diyordum, ama o baba dememi istiyordu.
“Yine başını hangi belaya soktun evlat?” Güldüm, tanıyordu beni. “İzinsiz operasyon yaptığım için iki aydır evde oturuyorum.” Güldüğünü duydum elbette biliyordu, attığım her adımdan haberi olurdu. “Bizim hanım seni özlemiş, kız da öyle. Ablam nerede deyip duruyor.” Gülen sesine karşılık yutkundum.
Ali albay evlenince ben hayatından çıkmıştım yani sadece askeri olmuştum ama Sevda Hanım beni kendi kızı gibi istemişti. Pelin ise beni ablası olarak görüyordu. Ama ben bağlanmamak için kalmamıştım yanlarında, sadece Ali albaya bağlanmıştım.
“Seni özledim bozkurt.” Ani sözlerim üzerine bir sessizlik oldu, böyle itiraflarım çok nadir olurdu. Ama gerçekten onu özlemiştim yanımda olmasını istiyordum çünkü kendi de benden farksız değildi, o da başını belaya sokardı. Yanımdayken yaslanmasam bile o dağın varlığı bile yetiyordu dik durmam için. Gerçi o bana dik dur demiyordu, yıkıl diyordu yıkıl ki bir daha yıkılma. Ailemin öldüğü o gün söylemişti bana.
“Yıkıl ay parçası, o acıyı bil ki bir daha yıkıldığında daha kolay kalk ayağa.”
“Bende seni özledim evlat.” Biten sigaramı aşağıya atarken yutkundum hayır ağlamayacaktım. Bana olan sevgisini hiç kabul etmemiştim çünkü hep babamı hatırlatmıştı ve ben babamın ölümünden sorumluydum.
“Sorun ne evlat?” Sorun büyüktü. Varlığını unuttuğum kalbim ortaya çıkmıştı, üstelik bir de içimdeki çocuk vardı. Sorun büyüktü. “Bende bilmiyorum.” Bir hışırtı duydum.
“Cahit albay serttir ama bozkurdu evcilleştiremeyeceğini o da bilir. Sen nasıl hissediyorsun?” Konunun Cahit albayla alakası yoktu.
Bana sorunu soruyordu şöyle ki nasıl hissettiğimi bile bilmiyordum o adam gerçekten ayarlarımla oynuyordu.
“Kalbimin varlığını hissediyorum, bir de içimde bir çocuk var galiba ben öldü sanıyordum.”
“Herkesin içinde bir çocuk vardır evlat ve o çocuk ölmez.” Yani, ne demekti bu? Ayarlarımı daha çok bozuyordu. “O çocuk ölmeli, hiçbir çocuk acıyla beslenmez.” İçimdeki çocuk acıya dayanamazdı geldiği yere geri gitmeliydi.
“Rahat bırak o çocuğu evlat, rahat bırak kendini.” Kendini suçlama diyordu, ama ben suçluydum. Sessiz kaldığımda derin nefesini duydum “Görüşürüz evlat.” deyip telefonu kapattı. Umarım yaşlı kurt. Umarım görüşürüz. İçeriye girdiğimde Sare’ye uyuyacağımı söyleyip odaya çıktım.
Sabah kahvaltımı yapıp evden çıkmıştım Sare kahvaltı hazırlamasa kahvaltı da yapmazdım. Şimdi ise arabada oturmuş Eda’yı bekliyordum kendisinden rezil olmak pahasına alacağım istihbaratlar vardı. Sare’de benimle gelmişti kafasını dağıtmaya ihtiyacı olduğunu biliyordum şu an dışarıda sigarasını içiyordu. Arka kapı açılıp Eda bindiğinde kaşlarım çatıldı yanıma da oturabilirdi.
“Evet, dinliyorum.” Ters sesime karşılık yüzünü buruşturdu. “Abim gibisin, huysuz.” Abisi bir konuda haklıydı o zaman.
“Boş yapma konuş hadi.” Acelem vardı çünkü birazdan Sare ve o huysuz gelecekti, onlar gelmeden istihbaratları almalıydım.
“İyi be.” Başını iki koltuğun arasından uzatıp fısıldayarak konuştu. “Beren ve Oğuz yakınlarmış aralarında bir şeyler olabilirmiş, Metehan ve Sare’nin ise akıbeti belli değilmiş nefret ediyor ama seviyor da gibilermiş.” Kartal Timi ve Pençe Timi birbirinden uzak durmalıydı. Kesinlikle bir yasak konulmalıydı en kısa sürede, Cahit albaydan bir talepte bulunabilirdim.
Yolcu kapısı açılıp tüm heybetiyle Ayberk bindiğinde Sare’de arka koltuğa binmişti, arabayı çalıştırırken Eda telefonunu arabaya bağlayıp müzik açmanın derdindeydi. Arabada gergin bir sessizlik vardı ben ise içimden dualar etmekle meşguldüm çünkü Sare, ben ve Eda bir araya gelmiştik. Üçümüz bir araya gelince bela mıknatısı gibi bir şey oluyorduk.
*********
A.G.
AVM’ye geldiğimizde arabadan ilk inen bendim, yol boyunca tek kelime etmemiştim zaten edecek bir şey de yoktu.
Ya arkadaş oluruz ya hiç demişti.
Hiç olmayı seçmiştim.
Arkadaş olmamız mümkün değildi hızla atan bir kalbim vardı, kesinlikle arkadaş olamazdık ama hiç olmakta kalbime iyi gelmiyordu.
Diğer türlüsü seni de beni de yakar demişti. Oysa ben onunla yanmaya hazırdım ama belli ki o değildi. Gerçekten bok gibi bir histi yanımdaydı ama o kadar uzağımdaydı ki.
Dün o sert duvarlarının altında yatan küçük çocuğu uyandırmıştım, o çocuk yaralıydı bunu görüyorum. Ama o sarmama izin vermiyor. Dün bir yarasını sarmıştım ama izin vermiyordu ki ona elimi uzatayım, uzattığım eli tutmuyordu.
Ayrıca sessizliğini de sevmiyordum konuşmalıydı, en azından konuşunca rahatlıyordum sesi rahatlatıyordu beni. Ve o güzel gözlerine bakamıyor olmak canımı en çok sıkan konuydu. Sikerim böyle işi! Ben gözlerine bakmak istiyorum!
O güzel gözleri bugün bir kere bile bana bakmamıştı ama ben görmek istiyordum, gerçekten başlardım böyle işe!
“Ağabeyciğim.” Kolumu tutup bana sırnaşan canım kardeşim ile düşüncelerim bölündü. Böyle sırnaşıyorsa kesin bir bok yiyecekti.
“Söyle.” İfadesiz yüzüm ve ifadesiz sesime rağmen sırnaşmaya devam etti. “Bana bir lira verir misin?” Adımlarım durakladığında bakışlarımı ona çevirdim, bir lirayla ne bok yiyebilirsin! “Bir lira mı?” Sare ve onun aynı anda gelen sesini duydum kesinlikle katılıyorum.
“Ya ver işte.” Boş bakışlarım ondayken vermeyeceğimi gayet belli ediyordum çünkü bir liram yoktu. Nakit taşımıyordum, kart kullanıyordum o da her seferinde canım kardeşim tarafından patlatılıyordu. “Al.” Onun sesi ve ardından Eda’ya misket atar gibi attığı bir lirayla kaşlarım çatıldı.
Sesini duymak güzeldi. Ama kardeşime yardım ve yataklık yapması hoş değildi. Eda gidip kenarda duran top kutusuna bir lirayı atıp bir top alırken boş bakışlarımız onun üstündeydi.
Bunun saçlarını yolacağım! Rahat dur be kızım!
Sare ile o da Eda’nın yanına giderken kaşlarım çatıldı, içimde hiç iyi sesler yoktu. Eda elindeki zıpzıp topu yere atıp tutarken tanımıyormuş gibi yapıp geri dönmek istiyordum. Sare'de topla oynamaya başlayınca şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Ne bok yiyor bunlar!
Sare topu attığında ve küçük bir çocuğun kafasına geldiğinde gerçekten kaçacaktım.
Çocuk ağlamaya başladığında Eda minik topun peşinden koşarken Sare suçlu değilmiş gibi ağlayan çocukla kavga ediyordu.
“Ya minicik top kafan delinmedi ya.” Çocuğu ağlatmıştı bir de üste çıkıyordu! Şaşkınlıktan olduğum yerde kalmıştım. “Kafam delindi, bende senin kafanı deleceğim.” Çocuk kafasının delindiğini sanınca daha çok ağlamaya başlamıştı. Umay ise gülmek istiyor ama yaşanan rezillik yüzünden gülemiyor gibiydi.
“Denemekle kalırsın.” Sare çocukla kavga ederken canım kardeşim hala topun peşinden koşuyordu! Sinirlerim tepeme çıkıp ikisinin saçlarını yolmaya giderken Umay’ın kahkahasını duyduğumda durdum.
Böyle güzel gülmemeliydi.
Kahkahasını net duyamasam da onca sesin arasında seçebileceğim güzel bir melodiydi, pekala böyle gülecekse bu rezilliğe göz yumabilirdim. Onun gülüşü ile bende huzurlu bir şekilde gülümsediğimin farkında değildim. İfademi tekrar düzelttiğimde canım kardeşim topu tutmuş yüzünde zafer gülümsemesi ile bize doğru geliyordu.
Sare çocukla kavga etmeyi en nihayetinde bıraktığında tam yanlarına gidecekken topu Umay’ın aldığını gördüm. Yüzündeki çocuksu gülümseme ile yine olduğum yerde kaldım.
Mutlu olacaksa istediğini yapabilirdi.
Topu alıp yere atıp tutmak gibi düşünceleri vardı ama bordo bereli olduğunu unutup fazla güç uygulamış olmalı ki top sertçe yere çarpıp yukarı doğru uçarken bir patlama sesi duyuldu.
Herkes bir yere saklanırken ben koşarak Umay’ı kolundan tuttum ve kendime çekerek üzerine eğildim, çığlık sesleri ile ortalık karışırken gerçekten şoktaydım.
Umay’ın attığı top hızla havaya uçup tavandaki küçük, yuvarlak lambalardan birini patlatmıştı. Mal gibi şoktayken kollarımdaki suçlu kafasını kaldırıp bana bakmıyordu.
Eğer sinirimin geçmesini istiyorsa o güzel gözleriyle bana bakmalıydı! Aksi takdirde sikerdim böyle işi!
İç sesimi duymuş gibi kafasını kaldırıp güzel gözleri ile bana baktığında gözlerindeki o masumane suçluluk her haltı yapmasına izin vermeme sebep olabilirdi. İçinde bir çocuk vardı ve ben o çocuğu üzemezdim, ayrıca şu ifadeyle fazla tatlıydı gülmek istememe sebep oluyordu.
Siktir! Ne yapıyordu bu kadın bana!
Hemen ondan uzaklaşırken ona kızamamıştım ama sinirimi diğer ikisinden çıkaracaktım. Delici bakışlarım diğer ikisini bulduğunda canım kardeşim gözlerini kapatmıştı Sare ise yerdeki küçük kırmızı topla bakışıyordu.
Yürüyen merdivenlerden ben önden çıkarken diğer üçü benim arkamdaydı. Daha girdiğimiz dakika olay çıkarmışlardı, AVM çalışanlarına açıklama yapmış üstüne kırılan lambanın parasını ödemiştim. Sare ve canım kardeşimden ise tüm sinirimi çıkarmıştım ama hala sinirliydim!
Eda tek başına bu kadar belalı değildi, Umay zaten belaya doğru koşuyordu, Sare’nin ne halt olduğu belli değildi. Üçü bir araya gelince bela mıknatısı gibi bir şey oluyorlardı bir daha bir araya getirmeyecektim bunları.
“Ben bu korkuyla alışveriş yapamam ki, beni asma ihtimali var.” Canım kardeşim arkamdan fısıldarken onu duymadığımı sanıyordu, ayrıca evet asacaktım o saçlarından tavana!
“Ya sen yine iyisin bana her şeyi yapabilir, rütbesi benden yüksek!” Evet o Sare’yi kurşuna dizecektim.
“Bence susun çünkü kaslarından gergin olduğu belli oluyor, her an silahına davranabilir katliam derken kastettiğim bu değildi.” Umay’ın sesi ile sinirlerim yatışırken sırıtma isteğim vardı.
Kaslarıma mı bakıyordu?
Sırt kaslarım tamamen gergindi ve tişörtten belli olduğunu biliyordum ama onun baktığını bilmek farklıydı. Dudağımın kenarı hafifçe yukarı doğru kıvrıldı.
“Abimin kaslarına mı bakıyorsun?” Canım kardeşimin işe yaradığı tek andı. Çok makul bir soruydu.
“Adamın sırtı bana dönük olduğu için sırtıyla bakışıyorum, bana ne kaslarından hiç görmedik sanki.” Ney?! Efendim?! Kimin kasını gördün ulan! Anında arkama döndüğümde üçü de sus pus oldu.
“Benim canımı sıkmayın!” Sert sesimle üçü de yutkunurken canım çoktan sıkılmıştı. Kimin kasını gördün lan! Öldüreceğim o iti! Merdiven nihayet bittiğinde sinirden duvarları yumruklama isteğim vardı.
Eda gördüğü mağazaya girerken peşinden Sare peşinden de Umay gidiyordu.
Kolundan tutup kimin kasını gördün lan diye bağırma isteğime hakim oldum, başlardım böyle işe ama! Bunların peşinden bende mağazaya girdiğimde huysuz ve sinirliydim, o iti öldürmezsem uyuyamazdım.
Bakışlarım tek tek üçünü kontrol ediyordu, hepsi mağazanın bir ucundaydı en azından birbirlerinden uzakken rahat durabilirlerdi.
Sare kısa tişörtlerin olduğu yerdeydi, canım kardeşim yazlık elbise bakıyordu, Umay ise öylesine dolaşıyordu. İçimde köşeye sıkıştırıp o itin adını almak vardı, başka şeyler olabilirdi. Ondan gelen her şeye razıydım.
Ama başkasının kaslarını görmesine değil! Bunu kabul etmiyorum!
Bakışlarımı ondan ayıramıyordum, yeşil bir gece elbisesinin önünde durduğunda bakışlarım üstündeydi. Beğenmiş miydi? Alabilirdi. Yırtmacı gördüğüm an gözlerim kocaman açıldı, vazgeçtim almamalıydı.
İstediği her şeyi alabilirdi ama o olmazdı. Nerede giyecekti onu! Her yerinden açıktı! Cinlerim tepemde cirit atıyordu!
Elbiseyi üzerine tuttuğunda ne kadar güzel göründüğüne baktım. Çok güzeldi. Yeşil yakışıyordu bu kadına.
En sevdiği rengin yeşil olduğunu tahmin etmek zor değildi. Benim gözlerimde yeşildi, gözlerimi de seviyor muydu acaba? Elbiseyi kenara bırakıp kırmızı kısacık bir elbise aldığında terlemeye başlamıştım.
Başımı istemsizce omzuma yatırırken tişörtü çekiştirdim, sikerim niye terliyorum ben! Elbisenin üzerinde nasıl göründüğünü gördüğüm anda anında başka bir taraf döndüm. Cidden mahvediyordu beni. Ve o elbiseyi kesinlikle almamalıydı o görüntü beni delirtiyorsa başka itler de ona bakabilirdi.
O itleri öldürmek zorunda kalacaktım!
Elinde o yeşil ve kırmızı elbise ile yanıma geldiğinde daha fazla ısınıyordum. Şu an ters bir zamandaydım benden uzak durmalıydı. Bakışlarımı ona çevirdiğimde o masum bakışları beni iyice delirtiyordu!
Evleri, tırları havaya uçuran kadının bu kadar masum olması mümkün değildi!
“Neden terliyorsun? O kadar sıcak değil gibi.” Sesi temkinliydi sinirli olduğumu düşünüyordu ama ben daha beter durumdaydım.
“Sıcak.” Sesim soğuk ve uzak çıkmıştı çünkü benden uzak durmalıydı her türlü mahvediyordu beni. Arkadaş olmak nedir ya! “Anladım.” Diğer ikisi de yanımıza geldiğinde yangın çıkaran bakışlarım onlardaydı, onlara hala sinirliydim!
Kasaya geldiğimizde Umay kendisi ödeyeceğini söylediğinde ters bakışlarım karşılığında susmuştu. Madem alacaktı ben alacaktım! O elbiseleri benden başka kimse alamazdı! Ayrıca o kaslarını gördüğü iti geberteceğim!
Ödemeyi yaptığımda ve mağazadan çıktığımda terlemem son buluyordu ama hala sıcaktı, başlayacaktım şimdi! Başka bir mağazaya girdiklerinde cidden kaçıp gitmek istiyorum. Böyle giderse çıkamazdık buradan.
Mağazaya girdiğimizde ben kenarda beklerken üçü de poşetleri elime tutuşturup mağazayı geziyorlardı. Üçü de aynı reyona doğru ilerlediğinde yaslandığım yerden doğruldum.
Umay’ın bakışlarının beyaz kırmızı çiçekli bir elbise de olduğunu gördüm aynı elbiseyi Sare tutmuştu ve karşı taraftan ise canım kardeşim. Sare ve canım kardeşim elbiseyi çekiştirmeye başladığında tam onların yanına gidecekken Umay’ın bakışları çekiştirilen elbisedeydi.
Yanlarına doğru ilerlediğimde ben ulaşamadan Sare’nin bordo bereli olduğunu unutup fazla güç uygulaması sebebiyle kısa, elbiselerin asılı olduğu reyon Sare’nin üstüne devrildi. Ve kardeşimde reyonla beraber Sare’in üstüne devrildi. Bıraksana kızım elbiseyi!
Şaşkınlıktan olduğum yerde kalırken devrilen reyonla aramızda iki adımlık mesafe vardı. Umay bana bakıp sonra tekrar devrilen reyona baktığında kahkaha attı.
Şu durumda gülmemeliydi! Sinirlenmem gerekiyor!
“Ah! Kafam acıyor.” Canım kardeşimin kafasını kıracaktım.
“Kalk üstümden!” Sare’nin isyanı ile şok ve sinir içinde devrilen reyona bakıyordum, kenarda kahkaha atan Umay ise bana hiç yardımcı olmuyordu.
Ayrıca o elbiseyi nasıl çektiyse reyon devrilmişti! O nasıl çekmek be kızım!
Poşetleri sakince kenara koyarken üzerimden attığım şokla sakince sinir depoluyordum. “Öldürürüm lan sizi!” Gür sesimle ikisinin sızlanan sesleri anında kesildi. Umay’ın da sesi kesilmişti ama gülmemek için kendini tutmaya çalışıyordu. Tutsa iyi olurdu zira sinirlenmem gereken konular vardı.
Mağazada birkaç kişi vardı ve mağaza çalışanları başımıza toplanmıştı, öldüreceğim ulan sizi! Yerde yatan kardeşimin saçından tutup çekerek ayağa kaldırdım. “Abi! Acıyor!” Umurumda mıydı? Annemler neden bunu yapmıştı ki sanki? Ben neyinize yetmiyordum?
Kardeşimi kenara fırlatırken “Geber!” diye bağırdım. Uzanıp devrilen reyonu kaldıracakken yere çökmüş kollarını dizlerine yaslamış gülen Umay’ı gördüm. Sinirlenmeyeyim diye böyle bir yöntem bulmuştu.
Ama şöyle bir sorun vardı, o gülünce ben sinirlenemiyordum.
Bakışlarımı yere çevirip kaba bir hareketle devrilen reyonu kaldırdım yerde elbisenin yarısını tutup yatan Sare ile bakışırken cidden kurşuna dizecektim bu kızı. Bordo berelisin lan sen! Niye o kadar güç uyguluyorsun!
“Biraz fazla güç uyguladım sanırım.” Diyen sesine karşılık sinirle kolundan tutarak kaldırdım onu. Ben uygulayacağım sana kuvvet!
Mağazadan çıktığımızda sinirlerim tepemdeydi elimdeki telefondan Metehan’ı arıyorken Sare ve canım kardeşimin Umay’a olan ters seslerini ve bakışlarını gördüm.
Umay gülmemek için alt dudağını dişlerken “Gülme!” diye bağırdı ikisi de aynı anda. Size ne lan! İsterse güler! Kimse karışamaz gülüşüne! “Susun lan!” Sözlerim üzerine hepsi sustu, telefon açılırken sinirle konuştum. “Hemen buraya gel!”
“Ne bağırıyorsun lan?! Nereye geleyim? Ayrıca niye?” Sinirim zaten tepemdeydi sorgulaması ise canımı daha çok sıkıyordu. “AVM’ye gel, ben bu belalarla baş edemiyorum.” Gülen sesini duydum, komik mi it?!
“Bu belaların arasında Sare’de var mı?” Bunlar nasıl nefret ediyordu birbirinden? Ben biliyordum malımı da işte benim kendi sorunlarım vardı. “Evet.”
“Geliyorum.” Telefonu kapattığında o gelene kadar hiçbir mağazaya girmeme taraftarıydım. Sinirli bakışlarımı diğerlerine çevirdiğimde Umay’ın olmadığını görünce gözlerim kocaman açıldı.
Rahat durun artık!
“Deli yürek nerede?” Sare ile canım kardeşim birbirlerine ters bakışlar atmayı bırakıp bana döndüklerinde biliyorum dercesine dudak büzdüler. Delireceğim!
Bakışlarım etrafta dolaşırken atışan iki erkeğin yanına gittiğini gördüm.
Al işte boşuna demiyorum belaya koşuyor diye!
Elimdeki telefondan onu aradım sekiz dokuz adım ötemdeydi telefonu baktığında arkasını dönmeden telefonu açtı. “Efendim?” Efendin? Sesi ile mal olduğumu fark ettiğimde kendime gelip soğuk bir sesle konuştum.
“Eğer başına bela almadan sakince tekrar yanıma gelmezsen Cahit albaydan sahaya çıkman için izin almam.” Anında bana doğru dönüp telefonu kapattı ve sakince yürümeye başladı. Sırıtmak istesemde yapmadım, malum hanımefendi hiç olmamıza sebep oluyordu.
Can sıkıcı bir durumdu. Yanıma geldiğinde meraklı bakışları üstümdeydi evet Cahit albaydan izin alacaktım ya güzellikle ya da zorla. Aslında evde olması benim için daha iyiydi çünkü göreve gidince aklım onda kalıyordu, ama bozkurdu kafese koyamazdık. Kimse koyamazdı alacaktım o izni.
On beş dakika sonucunda bize doğru sırıtarak gelen Metehan’ı gördüm üzerinde beyaz tişört, siyah pantolon ve siyah deri ceket vardı. Yüzündeki sırıtış hakaret etme isteği uyandırıyordu bende, yanımıza geldiğinde eğlenen sesi ile konuştu. Başlarım lan eğlencene!
“Birader, hayırdır?” Bakışları Sare’ye kayıyordu, ben biliyordum karın ağrısını ama neyse. “Bunlar AVM’yi yıkmadan alışveriş tamamlayıp çıkacağız, bu bizim görevlere benzemez ona göre.” Dağda şerefsiz öldürmek bu baş belalarıyla kalmaktan daha kolaydı. “Hallederiz ya.” Bok halledersin it herif.
“Metehan abi.” Metehan’a sırnaşan canım kardeşimin karın ağrısını biliyordum. “Bak şu mağaza çok güzel girip bakalım mı?” AVM’nin en pahalı mağazasını görünce Metehan yutkundu.
Hani hallediyordun?!
Uzun yalvarışlar sonucunda mağazaya girmek zorunda kalmıştık. Poşetlerin yarısını Metehan’a vermiştim o yine aynı reyona giden Eda ve Sare’nin peşinden gitmişti. Biraz da o uğraşsın. Ben ise Umay’ın peşindeydim mağaza çok büyük olduğu için birbirimizi göremiyorduk diğerlerinin ne yaptığını göremiyordum. Umay'ın şort ve kısa tişörtten oluşan pijama takımlarına baktığını görünce sabır dileniyordum. Ama bunları evde giyeceğini biliyordum yine de dün ki görüntüsü sınırlarımı zorluyordu.
Gri bir pijama takımı aldığında bakışlarım yerdeydi ona bakmazsam rahat duracağımı düşünüyordum ama bu sefer de gözlerimin önüne geliyordu. İşim zordu. Kasaya doğru ilerlediğinde peşinden ilerledim kartına uzanırken ondan önce davranıp ödedim. Biz ikimiz mağazadan çıktığımızda beş dakika sonra ellerinde poşetlerle diğer üçü çıktı. Metehan yanıma gelirken mutsuz bir sesle konuştu.
“Kartım patladı, senden geçineceğim.” Patlamadığını biliyordum, maalesef tecrübeliydim. Metehan koluyla kolumu dürtüp ilerideki erkek giyim mağazasını işaret etti. Yüzündeki piç sırıtışını görünce ne halt edeceğini anladım, bende sırıttım.
Biz çok uğraşmıştık şimdi biraz onları uğraştıracaktık, mağazaya yönelirken canım kardeşimin “Kıyafet mi alacaksınız?” diyen sesini duydum. Başımızla onu onayladığımızda üçünün de mutsuz homurdanması keyfimizi yerine getirmişti.
Elimizdeki poşetleri bizimkilerin eline tutuşturmuştuk, mağaza amaçsızca dolaşıyorduk biz tişört pantolon giyen adamlardık ne alabilirdik? Metehan deri ceket denerken yeşil bir tişört aldım elime. Terlemiştim bir tişört almam lazımdı, kabine girerken Umay’ın kaçamak bakışlarını gördüğümde sırıtmama engel oldum. Mağaza çalışanı iki kadın biri Metehan’ın biri benim peşimde dolanıyordu, niyetlerini anlamak zor değildi. Tanışmak istiyorlardı.
Sare'nin ters bakışları Metehanların, Umay’ın bakışları ise bizim üstümüzdeydi, kadınları öldürmeselerdi iyi olurdu. Bellerinde silah taşımaları tehlike arz ediyordu. “Bu size yakışacaktır, hem güzel gözleriniz ile uyumlu olur.” Kadın’ın sesi ile göz devirme isteğim vardı, bu iltifatı duymak istediğim kişi beni öldürecek gibi bakandı.
“Tabi.” Geçiştirerek kabine ilerledim, perdeyi çekerken üzerimdeki siyah tişörtü çıkardım. Ben genelde siyah giyerdim ama son zamanlarda yeşil giymemin sebebi onun en sevdiği renk olmasıydı. Aynadan sırt kaslarımı görünce Umay’ın sözleri aklıma gelirken yine sinirleniyordum.
Kimin kaslarını gördün lan! Öldüreceğim o iti!
Sinirle tişörtü elime aldığımda perdenin ucu hafif açılıp kapandı, ne oluyor lan! Namusum elden gitmeden yeşil tişörtü giydiğimde çok yakından Umay’ın sesini duydum. “Ne halt ettiğinizi sorabilir miyim?” Kibarlığına bayılıyorum. Sonra ise çalışan kadının sesi geldi kulağıma.
“Bu tişörtü de gösterecektim yakışır.” Gözlerimi devirdiğimde Umay’ın sinirli sesini duymamla sırıttım. Kıskanıyor muydu? “Bu izin almadan perdeyi açacağınız anlamına gelmez, ayrıca o ne be? Zevksiz misiniz? Cırtlak yeşil o yakışmaz.” Kibarlığı beni bitiriyordu. Sırıtışım genişlerken çalışan kadının sesini duydum.
“Sizi kibarlığa davet ediyorum, ayrıca gözleri ile açık bir renk gider.” Gözlerim düz bir yeşil değildi en dışı koyu yeşildi ama göz bebeğime doğru rengi açılıyordu. Birçok yeşil uyumlu olurdu ama cırtlak yeşilin bunlardan biri olduğunu sanmıyorum. “Ben gayet kibar bir insanım, ayrıca gözlerine çoğu yeşil uyumlu ama bu değil. Bakmayı bilmiyorsanız bakmayın.” Bir an duraksar gibi oldu. “Biliyorsanız da bakmayın niye bakıyorsunuz elin adamına?”
Gülmemek için yanağımın içini ısırdım, kıskanıyordu ama hala arkadaşlık diyordu. Kabinden çıktığımda göğsüm sırtına süründü tam kabinin önünde duruyordu. Bir de kollarını göğsünde bağlamıştı, bana dönüp çenesini kaldırıp bana baktığında yüzüm ifadesizdi. Onun yüzü de ifadesizdi hiçbir şey söylemeden benden uzaklaşıp geçip kenardaki kırmızı koltuğa oturdu.
Bu tavırları cidden canımı sıkıyordu, çalışan kadın bana yaklaşıp üstümdeki tişörtü düzletir gibi yaptığında geri adım attım. Dokunmasını istediğim kişi sert adımlarla yanımıza gelmişti.
“İşiniz bittiyse gidelim, acıktım.” Sesi soğuktu kadına değil direkt bana bakıyordu ama bir eli belindeydi, arkadan silahını tuttuğunu biliyorum. Bu kadın cidden çalışanı vurabilirdi! O yüzden bakışlarımı gidelim demek için Metehan’a çevirdiğimde ilerideki ayna karşısında ceket denerken gördüm. Sırtı bana dönüktü dibinde çalışan kadın vardı ve onun çaprazında Sare vardı. Sare'nin de eli belindeki silahı tutuyordu.
Deliler! Cidden deliydi bu ikisi!
Metehan ise aynadan Sare’nin belindeki eline bakıp sırıtıyordu, mal herif! Bunlar hepimizi kurşuna dizerdi hala sırıtıyordu. “İsterseniz size soğuk bir şeyler ikram edebilirim.” Çalışan kadının sesinin üzerine duyduğum sesle yutkunma isteğimi bastırdım.
Umay silahın emniyetini açmıştı. “Gerek yok.” Soğuk bir sesle konuşup kasaya ilerlerken Metehan’a baktığımda artık o da sırıtmıyordu. Emniyeti açınca sırıtamazsın tabi! İkimizde kasaya ilerlediğimizde ödemeyi yapıp dışarı çıktık üçü önde Metehan ve ben ise arkada yürüyorduk. “Bir bizi kurşuna dizecekler sandım.” Metehan’ın fısıldayan sesine ters bakışlarla karşılık verdim.
“Biraz daha kalsaydık olacak oydu.” Yapabilirlerdi ben beklerdim.
Bir tavuk dönercide oturmuş dönerleri bekliyorduk havada gergin bir sessizlik vardı, Metehan ise ortamı yumuşatmak adına konuştu. “E hani belaydınız siz? Gayet rahat duruyorsunuz.” Üçünün de bakışları bana dönerken benim ters bakışlarım Metehan’daydı. Lan az önce bizi kurşuna dizeceklerdi!
“Ağabeyim abartıyor.” Bakışlarım canım kardeşimi buldu ve kaşlarım alayla havaya kalktı. “AVM’ye girdiğimiz ilk anda lambayı patlattınız.” Metehan kahkaha attığında eğlenen sesini duydum.
“Nasıl başardınız bunu?” Sare ve Eda aynı anda Umay’ı gösterdiğinde Metehan’ın kahkahası bu sefer büyüktü. Yüzbaşı Umay Ülgen’den beklemiyor olmalıydı. “Benim mi suçum şimdi?”
“Evet.” İkisinin aynı anda olan cevabına karşılık gülme isteğimi bastırdım. Metehan gülerken bana döndü. “Bunu anlatmazsan uyuyamam.” Uyumazsa beni de uyutmazdı it herif o yüzden anlatmaya başladım. “Eda AVM’ye girer girmez bir lira istedi, ben vermeyince Umay verdi. Gidip küçük zıpzıp toplardan aldı bir de orada oynamaya başladı.” Metehan gülerken benim ters bakışlarım kardeşimin üstündeydi.
“Sonra gidip Sare oynamaya başladı nasıl attıysa küçük çocuğun kafasına geldi, Eda topun peşinde koşmaya başladı. Sare’de ağlayan çocukla kavga etti.” Metehan kahkahalara boğulurken bakışları Sare’nin üstündeydi. “Sonra da deli yürek gitti oynamaya. Ama biraz fazla güç uyguladığı için top tavandaki lambaya çarpıp lambayı patlattı.” Umay’ın gözlerinde gördüğü masumane suçlulukla kaşlarımı çattım.
Kendini suçlamasını istemiyordum olabilirdi yani lamba ondan değerli değildi sonuçta. “Hepsi Umay’ın suçu.” Eda ve Sare’nin aynı anda söyledikleri ile kaşlarımı çattım olabilirdi laf söyletmezdim.
“Siz kendi suçunuza bakın lan! Ben mi devirdim reyonu?!” Sinirli sesime karşılık suçlarını bilerek sustular Metehan hala gülüyordu. “Bu sefer ne yaptınız?” Eda, Sare’ye ters bakışlar atarak konuşmaya başladı. “Umay bir elbiseye bakıyordu merak edip bende baktım güzeldi dedim gidip alayım elbiseyi tuttum, diğer taraftan da bu tuttu çekiştirirken bordo bereli gücü kullanarak elbiseyi kendine çekince reyonla beraber üstüne devrildim. Elbise de yırtıldı.” Umay’ın bakışlarını şimdi anlamıştım ilk o beğenmişti ama bu iki yağmacı yırtmıştı elbiseyi. Elbisenin aynısından bulabilirdim bence.
“Reyon devrilince abim bizi resmen dışarı sürükledi elbiseden iki tane vardı diğerini alacaktım.” Eda’nın sözleri üzerine üçü de birbirine düşmanca bakışlar atmaya başladı. Sıçtık, o elbise yüzünden kan çıkabilirdi ikisinin belinde silah vardı!
“O elbiseyi ilk ben beğendim.” Umay’ın düşman bakışlarının aksine sesi çocuksu bir masumluktaydı. “En çok bana yakışır.” Sare’nin sözleri üzerine Umay burun kıvırıp arkasına yaslandı ama kalbinin kırıldığını görebiliyordum.
Sare, daha canlı ve daha özenli giyiniyordu Umay bu yüzden kırılmıştı. Kendine bakmayışı da bu yüzdendi belki de, kalbi kırıktı. Onu kırmışlardı, çocukluktan beri kırmışlardı ama artık buna izin vermeyecektim.
Eda oturduğu yerden kalkıp koşmaya başladı, elbisenin peşine gidiyordu. Onun peşinden Sare koşmaya başladı ama Umay’ın gözleri masanın üstündeydi.
Kalbinin kırıldığını bilmek beni delirtiyordu, telefonumu çıkarıp mağazayı aradım numaralarını vermişlerdi bana. Kartı çıkarıp aradım oturduğum yerden kalkıp restorandan çıktım koşan Sare ve Eda’yı izlerken telefon açılınca konuştum.
“Biraz önce mağazanızdaydım bir elbise savaşı çıkmıştı o elbiseden bir tane daha var mı?” Çalışan adamın sesini duydum. “Evet bir tane var.”
“Tamam onu alıyorum ayırın lütfen, hemen.” Adam beni onaylayıp kapattığında restorana girdim, şimdi koşsunlar bakalım. Tekrar yerime oturduğum Umay’ın bakışları hala masanın üstündeydi. Kendine dikkat etmiyor olabilirdi bu yüzden her zaman doğaldı ve bu doğal halini seviyordum. Gerçi onun her halini sevebilirdim.
Kendine biraz dikkat etse tüm gözleri üzerine çekecek bir güzelliğe sahipti ve askerlik dışında katil olmak istemiyordum. Ona bakan her iti öldürmek zor olurdu. Şu anda bile öldürmem gereken bir it vardı!
Siparişlerimiz geldiğinde restoraan giren Sare ve Eda’yı gördüm mutsuz suratları ile usulca sırıttım. Kardeşim olabilirdi ama Umay’ı üzemezlerdi onlar mutsuzca oturup önlerindeki tavuk dönere bakarken biz üçümüz yemeye başlamıştık. “Ne oldu?” Metehan’ın sorusuyla Sare kollarını göğsünde bağlayarak arkasına yaslandı.
“Birisi için ayırmışlar, çoktan alınmış yani.” Eda’nın ters bakışları da Umay’ın üzerindeydi. “Hep senin yüzünden, nasıl bir göz var sende.” Eda’nın sitemli sesiyle Umay ısırdığı lokmayı yavaşça çiğnedi ve yuttu.
Bilmeden herkes onun kalbini kırıyordu, o kadar yaralıydı ki her şeyle biraz daha kanıyordu. Peki ben onu kırmış mıydım? Dileğim bu öküzlüğü yapmamış olmamdı. Umay döneri tepsiye bıraktığında kalbinin kırıldığını biliyordum, özellikleri gözleri konusunda. Sert ve sinirli bakışlarım kardeşimin üstündeyken Umay benden önce konuştu.
“Aynı elbiseden sizin için bulabilirim.” Sare ve Eda aynı anda omuz silkti. “Bulamazsın.” Aynı anda konuştuklarında Umay’ın daha fazla kırıldığını biliyordum.
“Küçük çocuklar gibi davranmayı kesin, demek ki sahibi siz değilsiniz saçma salak davranmayı bırakıp yemeğinizi yiyin.” Sert sesimle ikisi de memnuniyetsizce dönerlerini yemeye başladılar, Umay ise arkasına yaslanmıştı. Neden yemiyorsun da diyemiyordum hiç olmayı seçmiştim ama sikerdim böyle işi! Kalbinin kırılması bu olaya dahil değildi o zaman işler değişirdi.
“Açken görevde yeterince iyi bir performans sergileyemezsin.” Yumuşak sesim üzerine bakışlarını bana çevirdi. “Aç değilim.” Bu sefer sesi soğuk olan oydu gerçi her seferinde farklı oluyordu sesi ifadesiz ama masum bakışları oluyordu.
Gerçekten dengesizdi.
“Yine de ye.” Omuz silktiğinde gözleri sürekli etrafta dolaşıyordu ve sürekli gözlerini kırpıyordu, yumruklarımı sıktım. Ağlamamaya çalışıyordu. Gözleri hakkında tahmin ettiğimden, bilmediğimden daha yaralıydı, gerçi çoğu yarasını bilmiyordum. Ağlama ihtimali beni çıldırtıyordu, güzel gözlerine hüzün yakışmıyordu burnunu çektiğinde şartellerim atmıştı.
Başlardım hiç olmaya, böyleyken değil soğuk davranmak ifadesiz kalamazdım bile. Hak etmiyordu. Masanın kenarında bir kız çocuğu gördüm büyük ihtimalle üç yaşındaydı bizim yanımızda dolaşıyordu Umay’ın bakışları çocuğa döndü.
“Gözleri gri!” Çocuk bunu söyleyip ağlayarak annesinin yanına gitmişti korkmuş olmalıydı. Korkulacak ne vardı! Gözleri çok güzeldi!
“Gözlerinden mi korktu o? Şaka gibi gözlerin çok güzel.” Metehan’ın sözleriyle bakışlarını ona çevirip gülümsedi ama buruktu. “Teşekkür ederim.” Sessi kısık çıkmıştı oysaki sesi hep gür çıkardı.
*********
Koltukta oturmuş sigaramı içerken yine canım acıyordu, Sare bugün yanımda kalmamıştı ben ise gece lambasını açmış loş ışıkta oturuyordum. Ama içimde ağlama isteği vardı.
Nefret ediyordum ağlamaktan.
Gözümden bir damla yaş aktığında sinirden yumruğumu koltuğa vurdum, istemiyordum ağlamak. Ama canım acıyordu. Ben bakımsız bir kadın mıydım? Değildim, dağınık bir insandım ama bakımsız değildim. Orta sehpanın üstünde duran poşetlerle bakışıyordum iki tane gece elbisesi beğenmiştim ama nerede giyecektim?
Ayrıca gözlerim korkunç değildi ki, çok güzeldi benim gözlerim. Bir damla yaş daha aktı gözümden sehpanın üstünde duran resimle göz göze geldim. Ayberk’in çizdiği resimdi. Ama o artık yanımda değildi ya arkadaş olalım ya hiç demiştim o ise hiç olmayı seçmişti. Ama soğukluğunun canımı bu kadar yakacağını bilmiyordum, ilk zamanlar umurumda değildi soğukluğu ya da alaycılığı. Ama şimdi canımı acıtıyordu.
Ya da ben duygusaldım sonuçta arkadaşlıktan öteye geçemezdik neden canım yansın ki, sigara dumanını izlerken kalbimin varlığını tekrar hatırlamamın bana iyi gelmediğini biliyordum. Çünkü kalbim hala kanıyordu, o çocuk hala kanıyordu.
O yüzden eskisi gibi kalbimi toprağa gömecek, duygusuz bir şekilde yaşayacaktım çünkü diğer türlü yaşayamazdım. O yüzden o soğuk, duygusuz kişiliğime geri dönüyorum.
*********
Arkadaşlarrr yeni bölümle geldim artık dediğim gibi bir sıkıntı olmadıkça haftada iki bölüm yayınlamayı düşünüyorum. Bölüme gelecek olursak Ayberk ve Umay'ın etkileşimlerini okuduğumuz bir bölümdü bakalım neler olacak, ayrıca kızların bir araya geldiklerinde ne kadar belaya bulaşabileceklerini de görmüş olduk.
Sizin bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?
Yazarken eğlendiğim bir bölümdü umarım sizde de öyle olmuştur, o zaman ben her zamanki gibi yorumları sizlere bırakıyorum, oy vermeyi ve beni takip etmeyi unutmayın lütfen destekleriniz benim için çok önemli. Öpüldünüzzzz>>>>>>>
***********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.83k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |