

Görev reddedilmez, elbet şerefsizler avlanır.
***
Eğitim sahasının ortasında uzanırken göğsüm hızla inip kalkıyordu, timdeki herkes yere uzanmıştı bugün eğitimi biraz abarttığımdan olabilirdi. Yine o soğuk, duygusuz halime geri dönünce eğitimlerin ağırlığıda geri dönmüştü. Terden sırılsıklam olmuştum nefeslerimi düzene sokarken Turgut’un isyankar sesini duydum.
“Komutanım, biz yine bilmeden bir bok mu yedik?” Ters bakışları onu bulduğunda yattığı yerde doğrulup oturdu. “Özür dilerim komutanım.” Rütbedeyken nasıl konuşmalarını gerektiğini bileceklerdi.
“Arkadaşlar ben beyaz bir şeyler görüyorum, hakkınızı helal edin.” Kutay’ın sesi ile Göktuğ’un gülen sesini duydum. “Bulut olmasın komutanım?” Diğerleri de güldüğünde Kutay, Göktuğ’a sataşıyordu. “Sus lan it.” Hepsi bir anda toparlanıp ayağa kalkıp kazır ol da durunca albay geldi sanıp bende toparlandım.
Ama denk geldiğim yeşillerdi.
“Keyfinizi bölmüyorumdur umarım.” Bunları diğerlerine bakarak söylemişti. “Keyif olsaydı o dediğiniz olabilirdi komutanım.” Oğuz’un sözleri üzerine hepsi güldü, ben hariç. Yeşilleri bana döndüğünde soğuk ve duygudan yoksundu, bende aynı şekildeydim.
“Timini topla yüzbaşı, çok fazla tatil yaptın.” Dudaklarım aralandı, albaydan izin almış mıydı? “Söz dinleyeceğine dair sana kefil oldum, yüzümü kara çıkarma.” Eyvallah ama en olmayacak konuda kefil olmuştu, ben söz dinlemezdim Atakan’ın şaşkın sesini duydum.
“Umay komutanım mı emir dinleyecek? Gözlerimle görsem de inanmam.” Yüzbaşının sert bakışları benim üzerimdeydi. “Sahada kalmak istiyorsa dinleyecek.” Gerekirse yatabilirdim ama her zaman kendi bildiğimi okurdum bunu en iyi o biliyordu, kendi gözleriyle görmüştü. “Beş dakika içerisinde harekat odasında olun.” Yanımızdan ayrıldığında bizde üzerimizi değiştirmeye gittik.
Harekat odasının kapısını çaldığımda gel sesi ile içeri girdik, Cahit albayın karşısında ip gibi dizildiğimizde asker selamı verdik. “Rahat.” Karşımızda Cahit Albay duruyordu onun arkasında ise masanın kenarına kalçasını yaslamış bir şekilde yüzbaşı.
“Sizi göreve göndermeyecektim.” Cahit albay karşımda durmuş gözlerimin içine bakıp sert sesiyle konuşurken kararlı bakışlarımı onun gözlerinden ayırmadım. “Ama Ayberk size kefil oldu yüzbaşım, umarım yüzünü kara çıkarmazsınız.” Dişlerimi sıktığımda sinirleniyordum en olmayacak konuda bana kefil olurken aklından ne geçiyordu yüzbaşı!
“Bu önemli bir görev, planın dışına çıkılmayacak delilik istemiyoruz.” Yüzbaşının otoriter sesi göz devirme isteğime hakim oldum, delilik istemiyorsanız bizim ne işimiz var? “Gideceğiniz bölge büyük bir bölge ama biz çemberi daralttık, hedefleri bu alan içinde yakalayacağız.” Haritadan gösterdiği alana bakarken çemberin daralmamış halini merak ettim zira kasaba gibi bir yerden bahsediyordu.
“Burası teröristlerin yuvası gibi burada iki düşman terörist karşı karşıya gelecek, Rojda ve Agit. İkisi de büyük bir grupla bu bölgeye gelecek ve burada bir uzlaşma için karşı karşıya gelecekler. En kötü ihtimalle toplamda yüz terörist olacak.” Turgut’un eğlenen sesini duydum.
“Düğün kalabalık desenize.” Hepimiz sırıttığımızda anında bunu düzelttik ve yüzbaşıyı dinlemeye devam ettik.
“Bu işi MİT yapacaktı ama son anda bize kaldı ve bu hafife alacağımız bir şey değil, kalabalık bir terörist grubu. Önceliğimiz kırmızı listede olan Rojda ve Agit’i sağlam ele geçirmek anlatabiliyor muyum?” Hayır. Bize o iki şerefsizi alın gelin diyordu ama biz temizlik yapmayı severdik.
“Sizi bölgenin birkaç kilometre uzağına bırakacağız sessizce sızıp o iki iti alıp geleceksiniz.” Sessizlik? O ne? Biz timce çok ses çıkarırdık. “Sizi bıraktığımızda öğleye yakın saatlerde orada olacaksınız ve gece yarısında sizi buluşma noktasından alacağız. Bu önemli bir görev, birçok albay aynı anda izleyebilecek.” Harekat odasındaki görüntüleri diğer albayların bilgisayarlarına ileteceklerdi bu şekilde operasyon izlediğim olmuştu. Şimdi sahne sırası bizdeydi.
“Anlaşıldı mı?” Hepimiz başımızı salladığımızda kimse evet demedi bu demekti ki kimse söz vermiyordu. Cahit albay karşıma geçip bana baktı. “Anlaşıldı mı yüzbaşı? Operasyonu Ayberk yönetecek herhangi bir sorun olması durumunda timi ile hazırda olacak. Bu operasyonda onun emirleri de geçerlidir.” Bana delilik yapma ve söz dinle diyordu, cidden çığlık atasım vardı yine de istemeyerek başımı salladım. “Anlaşıldı.” İyi der gibi baktıktan sonra geri çekildi, biz ise asker selamı verip hazırlanmak için oradan çıktık.
Bizimkiler helikoptere doğru koşmaya başladığında yüzbaşının sesini duydum “Delilik istemiyorum yüzbaşı.” dediğinde göz devirecektim. Anladım! “Tamam.” Soğuk karşılığımla helikoptere koştum ve bindiğimde helikopter havalandı. Gözlerim timimin üzerinde gezdirdiğimde sırıtıyorlardı nedenini bildiğim için bende sırıttım.
Yere indiğimizde vakit kaybetmeden bölgeye doğru ilerlemiştik, kısa sürede bölgeye ulaşmıştık plan doğrultusunda kasabanın etrafını sarmıştık. Dürbünden bakarken gelen konvoyu izledim ve kulağıma bir ıslık sesi geldi. “Düğün kalabalık arkadaşlar.” Kutay’ın eğlenen sesi ile sırıttım, severdik düğünleri. Arabadan inen Rojda’yı takip ederken yüzbaşının sesini duydum, onlarda bizim telsizlerimize bağlıydı. “Plana sadık kalın.” Biz dağınık adamlardık plana göre yaşayamazdık.
Kısa bir süre sonra Agit’te gelmişti, büyük bir eve girmişti ikisi de girmelerinin üzerinden neredeyse beş dakika geçmişti. “Sessizce girip ikisini alıp çıkın, yüzbaşı sen ve Oğuz girecek içeriye. Sakın kendinizi belli etmeyin, ses çıkarırsanız siz oradan çıkamazsınız.” Göktürk’ün sesi ile yüzümü buruşturdum anladık!
Ben hedefteki evin güney kısmında kalıyordum Oğuz ise kuzey. “Oğuz hangisi?” Sorumla beraber Oğuz’un eğlenen sesini duydum, bugün keyfimiz yerindeydi. “Agit.” Agit’i o, Rojda’yı ben alacaktım. “Harekete geçiyoruz.” Kasaba dağların arasındaydı bu yüzden saklandığım tepeden görünmeden inmem gerekiyordu. Adım seslerim bile ses çıkarmazken dikkatlice kasabaya doğru inmeye başladım ama her yerde adam vardı. Bir tane kafasına sıksam ne olurdu ki sanki? İç sesimi duymuş gibi yüzbaşı konuştu. “Plana sadığız.” Değiliz diye isyan etmek vardı ama sustum, bir yerde patlayacaktık ama Allah bilir.
Kasabaya indiğimde bir evin arkasında diz çökerek etrafı kontrol edecektim ama gördüğüm terörist ile geri çekildim. Yan tarafımda bir keleş ucu gördüğümde camdan eve girdim, lan adım atamıyorduk ki! Bunları temizlememiz gerekiyordu diğer türlüsü sıkıntılıydı. “Komutanım.” Oğuz’un fısıldayan sesine karşılık fısıldayarak karşılık verdim. “Söyle.”
“Kafamı çıkartamıyorum! Temizleyelim bunları!” Kesinlikle katılıyorken yüzbaşının sesini duydum “Plana sadık kalın.” Sinirlerime hakim olamadığımda fısıldayarak isyan ettim. “Ulan kafamızı çıkaramıyoruz! Adım atamıyoruz! Şu an plana nasıl sadık kalabiliriz acaba?!” Birçok albayın bizi duyduğunu biliyordum ama sabrında bir sınırı vardı yani. Benim isyanıma karşılık eğlenen sesini duydum “Mit askeri olan sensin yüzbaşı.” Yakışıklı suratına bir yumruk indirmek gibi isteklerim vardı şu an.
“Ama ben değilim!” Oğuz’un isyanına hak verdim evet, o Mit asker değildi o ne halt edecek? Camdan hafifçe dışarı baktığımda anında geri çekildim lan adım atamıyorum! Her yerde terörist var, hamam böceği gibi sarmışlar her yeri! Elimdeki silahı evdeki ahşap dolaba sakladım burada artık kimse yaşamıyordu.
“Ben giriyorum.” Temizleyerek girecektim ama bu itleri öldürmeden eve dönemezdim dağa doğru bakan pencereye yaklaştım, pencerelerin camları yoktu. Kenarda saklanırken pencerenin kenarından geçen teröristi yakasından tutup içeri çektim, bıçağımla boğazını kesip bıraktığımda yere yığıldı. Kaldı doksan dokuz.
Pencereden baktığımda arka tarafa gelen bir terörist daha vardı ama buraya gelmeden iki evin arasındaki sokaktan gitti. Pencereden çıktığımda evin duvarına sırtımı yasladım ve buraya geldiğini duyduğum adım seslerini dinledim. Terörist ortaya çıktığında boğazını keserek yere bıraktım gölge gibi karşı evin arkasına geçip saklandım. “Kısıtlı süreniz var hemen eve girmelisiniz.” Yüzbaşının sesi hiç iyi gelmiyordu “Bizi rahat bıraksan çoktan o itleri almış ve diğerlerini gebertmiştik.” Albayların bizi duyduğunu hatırlayınca dilimi ısırdım, kibar olmalıydım. Gölge gibi ileride bir evin arkasına saklandım, her taraf terörist olduğunda kendimi direkt camdan içeriye attım. Evin duvarına yaslanmış tabancama susturucuyu takarken Oğuz’un sesini duydum.
“Komutanım nasılsınız?” Sırıttım, bizi dinleyen albaylar ne yaptığımızı sorgulayabilirdi ama böyleydi sessiz kalınca canımız sıkılıyordu. Ayrıca hepimizin üstünde bir kamera vardı yani ne halt ettiğimizi görüyorlardı, can sıkıcı bir durumdu. “İyiyim Oğuz, sen?” İki evin arasında durmuş konuşan iki terörist vardı hızlı bir hareketle camdan kafamı uzatıp bıçağımı birinin kalbine fırlattım ve diğerini susturucu taktığım tabancamla vurdum. Sokakta kimse olmadığından emin oldum gerçi sokakta denemezdi çöl gibi her yer kumdu, evler bile betondan değil kerpiçtendi.
Camdan atlayarak çıktım ve gölge misali biraz ilerimdeki evin arkasına geçip duvara yaslandım ama iki taraftan keleş ucu görünce kendimi camdan eve attım. “Bende iyiyim komutanım, sağ olun. Bir şey rica edebilir miyim?” Oğuz’un sesiyle homurdanmam bölündü ama adım atamıyorum ben!
“Söyle.” Evin üst katından aşağıya inen teröristi gördüğümde hızla alnından vurdum. “Arabanızı rica edebilir miyim?” Oğuz’un sözleriyle kaşlarım çatıldı, bizi dinleyen albaylar şu durumda bu konuları konuşmamızdan dolayı bizi deli sanıyor olabilirlerdi. “Ne yapacaksın arabamı?” Temkinli bir şekilde üst kata çıktım kimse olmadığından emin olurken karşı evin çatısındaki keskin nişancı ile göz göze geldim, sırıttım. “Selam bebeğim.” Selam da verdikten sonra kafasına sıktım, kibardım ama yani selam veriyordum. Yüzbaşının gülen sesini duydum ne var yani? İnsan azraili olduğu ite selam vermez mi?
“Anlaşılan komutanım yine temizlik yapıyor.” Turgut’un eğlenen sesinin ardında sırıtırken Oğuz’un sesini duydum. “Komutanım araba bana değil Göktuğ’a lazım kendisi aşık olmuşta.” Hepimiz güldük zaaf olmadığı sürece aşka karşı değildim.
“Süremiz daralıyor, toplantı birazdan bitecek.” Yüzbaşının sesini duyduğumda keyfim kaçtı ne güzel indiriyoruz işte! Evin alt katına inerken konuştum.
“Göktuğ arabamı tek parça halinde istiyorum.”
“Emredersiniz komutanım.” Göktuğ’un neşeli sesini duyduğumda gülümsedim, seviyordum bunları. Evin camına kollarımı yaslayıp karşımdaki teröristle göz göze geldim.
“Azrailine selam ver aşkım.” O silahına davranmadan ben kafasına sıktım camdan dışarı çıkarken söylendim “Bunlara da kibarlık yaramıyor.” Timdeki herkesin gülüşünü duyduğumda sırıttım, hızla bir önümdeki eve girecekken aradaki açıklıkta üç ayrı köşeden çıkan teröristleri gördüm. Üçünün de kafasına saniyeler içinde sıktığımda kurşunum bitmişti eve camdan girdiğimde iki teröristle göz göze geldim.
“Özlediniz mi Türk askerini?” Sözlerimle şaşırdıklarında boşluklarından faydalandım pantolonumun cebinden küçük bir bıçak çıkarıp arkadakinin boğazına fırlattım. Diğerinin elindeki keleşi alıp kabzasıyla kafasına geçirdim yere yığılırken kafasına sıkmak istedim ama ses çıkaramayacağım için ilerleyip diğerinin boğazından bıçağı çıkardım. Kanlar fışkırırken gidip kafasına sıkmadığımın kalbine sapladım kanlar yine fışkırdığında homurdandım. “O kadar krem sürmüştüm.” Gerçekten sürdüğüm kremler boşa gitmişti şu an.
“Pençe Timi hayatım, özledin mi?” Oğuz’un sesini duymamla güldüm, yapıyorduk bu işi. “Bende istiyorum ya.” Kutay’ın sesini duyduğum maskemin altından sırıtıyordum. O sırada albayların konuşmalarını duydum.
“Gerçekten deliler.” Camdan dışarıyı kontrol ediyorum. “Saldıkları nam kadarlar gerçekten.” Sırıttığımda iki ev ilerimde hedefteki ev vardı. “Yüzbaşı beş dakikamız var.”
“Güzel haberlerini kendine sakla yüzbaşı, keyfimi bozuyorsun.” Sözlerimle albaylardan bazılarının gülüşlerini duydum. “Keyfine vaktimiz yok şu an!” Bağırmasıyla yüzümü buruşturdum.
“Bağırmaz mısın lütfen?” Albayların gülüşlerini duyarken “O zaman dalıyorum, bismillah.” Camdan atladığımda gölge misali hızla iki ilerimdeki eve koştu rüzgar hızıyla hedef evin karşısındaki evin içerisine camdan girdim. Yerde oturmuş yemek yiyen beş teröristle bakıştım. “Keyfinizi bozuyorum ama benim de keyfimi bozdular.” Sözlerimle keleşlerine davranmaya çalıştıklarında birinin kafasına vurdum bir el bileğimi sarıp çektiğinde sırtım sertçe yerle buluştu.
Bileğimi tutan teröristin göğsüne tekme atıp nefesini kestim başka bir teröristten önce keleşe uzandığında kabzasıyla birinin ensesine vurdum. “Komutanım ne durumdasınız?” Oğuz’un hışırtılı sesi duyduğum yerden kalmış bir teröriste kafa atıyordum burnunu kırdığımda sırıttım.
“Biraz müşkül bir durumdayım.”
Albayların gülen sesini duyduğumda bir kol boynuma sarılmış boğazımı sıkıyordu, yerden kalkıp bize doğru gelen teröristin bir ayağımla göğsüne diğer ayağımla çenesine tekme attım. Tekrar yere yığıldığında dirseğimi beni tutan teröristin karın boşluğuna geçirdim. “Bende biraz müşkül durumdayım komutanım ama sıkıntı şu üç dakika kaldı galiba.” Arkamı dönüp beni tutan teröristin karnına dizimi geçirdim sonra ise yüzüne geçirdiğimde yere yığıldı.
Hepsini yere serdiğimde üstten inen beş kişiyi gördüm. “Ben biraz daha müşkül durumdayım sen hallet.” Ben konuşurken cevap olan gelen hışırtılardı. “Oğuz! Sağ taraf!” Yüzbaşının Oğuz’u uyaran sesini duyarken etrafımı saran beş ite bakıyordum.
“Teslim ol! Kaldır ellerini!” Elimde yerdeki teröristlerin birinden aldığım bıçak vardı. “Ama ben bebeğim diyorum siz ne diyorsunuz, ayıp değil mi?” Eğlenen sesimle gülen albayları duydum arkamdaki teröristin göğsüne tekmeyi geçirdiğimde yanımdakinin boğazına bıçağı saplayıp çıkardım. Karşımdaki terörist ateş edemeden kalbine bıçağı fırlattım. Kaldı iki.
Teröristin bacak arasına sertçe tekmeyi geçirdiğimde iki büklüm olarak yer düştü. “Komutanım ben daha müşkül durumdayım siz halledin.”
“He, komutanında halay çekiyor zaten halletsin itleri.” İsyanımla timin gülen sesini duydum, karşımdaki teröristin kafasını tutup boynunu kırdım yerde iki büklüm olana dönüp uzanıp yerdeki bıçağı alıp kalbine sapladım. Çıkardığımda sırtıma yediğim tekmeyle yüzüstü yere serildim sırt üstü döndüğümde terörist üstüme oturup yüzüme yumruğunu geçirince elimdeki bıçakla şah damarını kestim.
Teröristi üstümden atarken yüzbaşını sesini duydum. “Bir dakikanız var yüzbaşı.” Sıkıntıydı. “Sağ ol ya, iyi haberlerin eksik olmuyor.” İsyanıma karşılık camdan baktığımda anında geri saklandım sıçış anı.
“Madem operasyonu yönetiyorsun şu an ne yapacağımı söyle yüzbaşı.” Ona söylediğimde eğlenen sesini duydum, çok mu eğlenceli? “Onu sen düşüneceksin.”
“La havle.” Dediğimde Oğuz’a seslendim. “Oğuz! Bitmedi mi lan müşküliyetin!” Kısa bir sessizlikten sonra cevap geldi.
“Bitti komutanım.” Sırıttım. “İyi, ben temizlik yapacağım al bu itleri.” Oğuz’un keyifli sesini duydum. “Zevkle.”
“Hayır, varlığınızı belli etmeyin oradan çıkamazsın yüzbaşı!” Göktürk’ün sesiyle çoktan kapıyı tekme atarak açmış ve dışarı çıkmıştım.
“Naaşımı alırsınız o zaman.” Sesim keyifliydi.
Şehadet şerbeti nasip olacaktı daha ne isterdim?
Meydana çıktığımda tüm keleşler bana döndü. “Merhabalar.” Diye neşeli bir giriş yaptığımda artık kimse gülmüyordu. “Sen, Türk askeri! Ellerini kaldır ve diz çök!” Diz mi çökeyim? Gülmeye başladım.
“Ne yapayım? Diz mi çökeyim? O kuş beyninizle bunu yapacağımı mı düşündünüz?” Hedefteki evin bahçesinden bir terörist çıkıp geldi maskeleri yüzünden itlerin suratını göremiyordum ama görmeme de gerek yoktu. “Yüzbaşı! Yaşarsan seni ben öldüreceğim!” Kulağımda bağıran sesi ile yüzümü buruşturdum.
“Ya şu an ne yaptım? Sen düşün demedin mi? Yaşayacaksam da öleceğim şu an!” Karşımda duran ite verdim dikkatimi. “Kiminle konuşuyorsun sen asker!”
“Sana ne.” Makul cevabımla yumruk atmaya çalışınca geri çekilerek kurtuldum şimdilik savunma yapıyorum ama ecdadınızı belleyeceğim. “Komutanım içerideyim.” Oğuz’un sesini duyduğumda sırıttım.
“Asker! Teslim ol ve diz çök!” İt yumruk atamayınca sinirlenmişti ama bizde sabırlı bir millet değildik, itin diz kapağına sert bir tekme attım ve diz çökmesine sebep oldum.
“Türk’e diz çöktürmek kimin haddine? Siz çökeceksiniz!” Sözlerimle koluma bir kurşun yediğimde sızlanıp elimi yaranın üstüne bastırdım. “Yüzbaşı! İyi misin?!” Göktürk’ün sesinde korku vardı ya da ben kafamda kuruyorum, güldüğümde kolum acıyordu.
“Korkma yüzbaşı daha kötülerini de gördüm.” Yerdeki it ayağa kalktığında bana atmaya çalıştığı yumruğu elimle tuttum karnına dizimi geçirdiğimde enseme yediğim darbeyle bilincim kaymaya başladı. Ama bu darbelere bağışıklı olduğum için bilincimi kaybetmedim başım dönmeye başladığında Oğuz işini hızlı bitirmeliydi. Etraf dönerken karşımdaki itin gülüşünü ve eğlenen sesini duydum, elimle ise yaramın üstüne bastırıyordum.
“Ne oldu asker? Yaralandın mı?” Aklıma Ali albayın sözü geldi, dinliyor muydu bilmiyordum ama onun sözünü söyledim.
“Yaralı bozkurtlardan korkmalısın, özellikle sen yaraladıysan.” İt gülerken ben acıyla inledim, kurşun acısı daha belli oluyordu şu an. “Savunmasız bir köpekten mi korkacağım.” Yüzüme yumruğunu geçirdiğinde karşılık vermedim verirsem bu sefer ki kurşun ölümcül yerden olurdu. Ve bu diz çökmeme sebep olabilirdi buna asla izin vermezdim, diz çökmeyecektim. “Komutanım itleri aldım mevzime gidiyorum.” Oğuz’un sesiyle sırıttım.
“Pençe, atış serbest.” Dediğimde önce karşımdaki it kafasından buruldu sonra diğerleri vurulurken bende koşarak dağın dibindeki kum yığının arkasına saklandım. Kurşunlar tepemden uçarken yüzbaşının sinirli sesini duydum. “Hemen çıkın oradan!” Ben kolumdaki acıyla inledim kolumdaki yaraya bastırırken Uraz’ın sesini duydum.
“Başladığımız işi bitirmeden olmaz.” Şu an sırıttığına o kadar emindim ki “Uraz! Delirdiniz mi siz?!” sırıttığımda keyifle gelecek cevabı bekledim.
“Biz hep deliydik komutanım, sadece siz uyarıyı bir kişiye yaptınız.” Uraz’ın cevabı ile kahkaha atarken üzerimden geçen kurşunla biraz daha saklandım. “Göktuğ! Nereye gittiğini sanıyorsun!” Yüzbaşını sesi sinirliyken benim keyfim çok yerindeydi.
Unuttukları bir şey vardı. Herkes sadece beni deli sanıyordu oysa benim, benden daha deli bir timim vardı.
“Oturmaktan belim tutuldu.” Göktuğ’dan gelen cevapla güldüm. “Göktuğ! Yerine geç! Sare sende!” Yüzbaşının sinirli sesi ile sırıtıyordum o sırada Sare’nin sesini duydum. “Komutanım ben sessizliği sevmiyorum.” Güldüğümde üstümden geçen kurşunlar gerçekten özlediğim bir şeydi.
“Sare! Turgut, Kutay hepiniz yerinize dönün!” Yüzbaşının bağıran sesine karşılık Turgut’tan sakin bir cevap geldi. “Ama oturmaya gelmedik ki.” Kahkaha attığımda kolumun acısını bile unuttum. “Atakan!” Yüzbaşının uyarı dolu sesine karşılık çok sakin bir cevap geldi. “Efendim komutanım?” Ben gülerken Yüzbaşının sinirli sesini duydum.
“Uraz! Ulan yerinize dönün dingiller!” Kahkaha atarken yüzbaşı hiçbirine yetişemiyor gibi o sırada Ali albayın sesi geldi kulağıma.
“Hiç mi akıllanmadınız lan.” Eğlenen sesine karşılık güldüm pençe ve akıllanmak mı? “Komutanım nasıl özlemişim sizi.” Kutay’ın sesiyle gülerken yüzbaşıyı duydum.
“Yüzbaşı! Bir şey söyle timine!” ‘Bir şey’ desem çok kızar mıydı?
“Pençe.” Dediğimde sesimden güldüğüm belliydi ve Turgut’un sesi geldi kulağıma.
“Pençe Timi geldi çocuklar!” Ardından gelen silah sesleri ile kahkaha attım ,yüzbaşı sinirden delirirken o kadar eğleniyordum ki. Sonuçta ben ceza almayacaktım ben gayet usluydum.
Bir süre sonra silah sesleri kesildiğinde kafamı çıkardım ve bizimkilerin mühimmatının bittiğini gördüm arkasına saklandığım kum tepeciğinin üstüne oturdum. Uraz, Oğuz ve Sare farklı evlerin duvarlarına yaslanmışlardı Turgut ve Kutay bağdaş kurup yerde oturuyorlardı. Atakan ile Göktuğ ise komutan gibi ellerini arkada birleştirmiş ellerinde keleşle birkaç metre ileride bekleyen teröristlere bakıyorlardı.
Uraz yaslandığı duvardan arkasına dönüp baktı ve beni gördü elindeki kumandayı bana attığında kolayca yakaladım. “Özledik komutanım.” Dediğinde sırıttım ve kırmızı tuşa bastığımda kasabanın yarısı havaya uçmuştu. Diğer yarısını da zaten bizimkiler halletmişti ilerimizdeki yangını izlerken bir Cahit albayın şaşkın sesini duydum.
“Bombaları ne ara döşediniz lan?” Hepimiz sırıttığında ben masum sesimle konuştum. “Valla bu sefer ben bir şey yapmadım.”
Herkes gülerken benim yanıma doğru gelmeye başladılar, yanıma geldiklerinde Uraz koluma baktı maskesini çıkarıp koluma turnike yaptığında elini bana uzattı. Sağlam kolumla elini tuttum ve oturduğum yerden kalktım.
“Özlemişim.” Ellerimiz hala birbirine sağlam bir şekilde kenetlemişken gülümsedim, Uraz benim en iyi dostumdu. “Özlemişim.” Verdiğim karşılıkla gülümsedi ellerimiz birbirinde ayrıldığında arkamızdaki yangını bırakarak helikopterin bizi alacağı noktaya yürümeye başladık. Oğuz ise iki iti Göktuğ’un başına atmıştı bir de çocukla dalga geçiyorlardı.
Helikopterin bizi alacağı noktaya geldiğimizde helikopter yere inmişti, Turgut ve Kutay gidip helikopterin kapısının iki yanında tek dizlerini kırarak çöktüler. Silahlarını doğrulmuş etrafı kontrol ederken biz helikoptere bindik hepimiz bindiğimizde en sonunda Turgut ve Kutay binince havalandık.
Helikopterde yere indiğinde hepimiz tek sıra halinde indik sahada ellerini göğsünde bağlamış sinirle bizi bekleyen bir adet yüzbaşı ve bir adet Cahit albay vardı. Albayın karşısında durduğumda diğerleri de sırayla yanımda durdu. “Pençe Timi görevini başarıyla tamamlamıştır komutanım!” Hem itleri almış hem de diğerlerini öldürmüştük ayrıca ben gayet uslu durmuştum bu yüzden bir şey diyemediler.
Üstümdeki tehçizatı çıkarıp revire gelmiştim, kurşunu çıkaracakları anda içeriye yüzbaşı girdi. Karşımdaki sedyeye kalçasını yasladığında kollarını göğsünde bağlayıp delici yeşillerini grilerime dikti.
Kurşun çıkarılırken dişlerimi sıktım ama ses çıkarmadım ve ifadesizliğimi bozmadım, delici yeşilleri yüzümü incelerken kolumu dikmeye başladığında ses çıkarmadım. İfadesizdim.
Acıyor muydu? Evet. Ama dayanabilir miydim? Tabi ki.
Dikme işlemi bitip de kolum sarılırken yeşilleri grilerimden ayrılmadı, doktor geçmiş olsun deyip yanımızdan ayrıldığında soğuk ve sert sesi ile konuştu. “Yüzümü kara çıkartmadın ama timine iyi bir ceza keseceğim.” Kaşlarım çatıldı tim benimdi, cezasını da ben keserdim ama ceza hak edecekleri bir durum yoktu.
“Bir cezayı hak etselerdi ben keserdim. Kimse onlara delilik yapmayın demedi, tüm uyarılarınız banaydı bir şey diyemezsiniz.” Kaşları çatıldı. “Kimsenin söylemesine ihtiyaç duymadan delilik yapmamaları gerektiğini bilmiyorlar mı? O zaman öğret.” Söyleyeceklerimi dinlemeden çıktığında üzerime tişörtümü geçirdim. Yarım atletle olmama rağmen az önce bakışlarını bir kere bile yüzümden ayırmamıştı bana güven sağlıyordu.
Uzun zaman sonra göreve çıkmak iyi gelmişti, eğlenceli bir görev olmuştu özellikle timimin deliliği kesinlikle eğlenceliydi. Onlara elbette kızmayacaktım hatta bir yemek bile ısmarlayabilirdim ama son anda vazgeçtim bundan. Abartmaya gerek yoktu, revirden çıktığımda Sare’nin üniformasını çıkardığını sivil olduğunu gördüm.
“Nereye?” Sorumla adımları duraksadığında bana döndü. “Komutanım, Eda ile buluşacaktık sizde gelir misiniz?” Kaşlarım çatıldı. Lan daha yeni görevden geldik gidip dinlensene! Bu ikisi başına her türlü belayı alabilirdi ama onlara oturun evinizde demeye de hakkım yoktu.
“Sağ ol kalsın, sizde başınıza bela almadan eve dönün.” Uyarı dolu bakışlarımı göndererek komutanlıktan çıktım eve gidip banyo yapmalıydım. Kan kokuyordum, yaralı bir kolla banyo yapma fikri elbette iç açıcı değildi ama temizlenmeliydim askeriyeden çıkıp arabama binip çalıştırdım.
Ama kurşunu sağ koluma yemiştim ve ben her şeyi sağ elimle yapardım gibi bir sorunum vardı.
Sağ elimle direksiyon çevirmek can sıkıcıydı ama yapacak bir şey yoktu, arabayı çalıştırıp sürmeye başladığımda kolum acıyordu. Yorgun değildim, aksine fazla dinçtim görev gerçekten ihtiyaçtı bizim için.
Eve geldiğimde odama giderek çamaşırlarımı alarak banyoya ilerledim, üzerimi çıkarıp suyun altına girdiğimde ılığa ayarlamaya çalışıyorum. Şu an sıcakta soğuk da canımı yakardı suyu ayarlayıp altına girdiğimde dişlerimi sıktım birazcık acıtmış olabilirdi ama kısa sürede alıştım.
Hızlı bir şekilde banyo yapıp çıktım iç çamaşırlarımı ve şortumu giyip kolumdaki sargıyı açtım duşa girerken çıkarmamıştım suyun direkt yaraya temas etmesi iyi olmazdı. Sargıyı açtığımda aynalı dolaptan merhem alıp yaranın üstüne sürdüm ve tekrar sardım üzerime crop geçirdiğimde bu AVM’de aldığım pijama takımıydı. Şort ve crop şeklindeydi ve ihtiyacım olan biraz rahatlıktı banyodan çıkıp salondaki koltuğa oturdum. Saçlarımı kurutmuyorum çünkü ıslak olması serinlememi sağlıyordu tam oturmuştum ki kapı çalındı.
Homurdanarak yerimden kalktım ve kapıyı açtığımda yakışıklı kuryeyle anlık bakıştım. Elindeki paketi bana uzattığında boş bakışlarım paketteydi.
“Umay Ülgen?” Teyit etmek adına adımı söylediğinde kaşlarım çatıldı, ben bir şey sipariş etmemiştim. “Evet? Ama ben bir sipariş vermedim.”
“Bu sizin.” Paketi biraz daha uzattığında paketi aldım, bakışlarım kuryenin kahve gözlerine döndüğünde onun bakışları benim grilerimdeydi ve gülümsüyordu. Güzeldi dimi gözlerim? “Teşekkür ederim.” Diyerek geri çekildiğimde başıyla teşekkürümü kabul ettiğinde kapıyı kapattım.
Salondaki koltuğa oturup paketi açarken ne olduğunu merak ediyordum, acaba Sare benim adıma bir şey mi almıştı? Paketi açtığımda gördüğüm beyaz, kırmızı çiçekli elbise ile dudaklarım aralandı, AVM’de uğruna reyon devrilen elbiseydi. Ama bunu bana kim gönderdi? Sare ve Eda olmadığına eminim çünkü böyle bir elbiseyi bana vereceklerini düşünmüyordum, uğruna kalbimin kırıldığı bir elbiseydi. Bunun için Sare’yi suçlayamazdım isteyerek beni kırmayacağını biliyordum ama daha önemli konularım vardı. Nereden çıktı bu elbise?
Acaba Ayberk? Başımı iki yana sallayıp bu düşünceme yüzümü buruşturdum kardeşinin istediği elbiseyi bana gönderecek değildi. Ayrıca bizim aramızda artık bir samimiyet yoktu sadece iki askerdik bu kadardı. Bana elbise gönderecek değildi o zaman kim gönderdi bu elbiseyi? Bakışlarım yerdeki beyaz kare kağıda düştüğünde kaşlarım çatıldı paketin içinden düşmüş olmalıydı. Kağıdı alıp baktığımda bir el yazısı gördüm ama tanıdık değildi siyah tükenmezle yazılan yazıyı okudum.
Çok yakışacağına eminim : )
Efendim? Neydi bu şimdi? Kimden geldiği belli olmayan çiçekli bir elbise ve böyle bir not mu? Ayrıca belki yakışmayacaktı? Ben beğendim diye bana yakışacağı anlamına gelmiyordu ayrıca ben en son dört yaşındayken giymiştim çiçekli elbise. Ve şansa bak ki o giydiğim elbise ile aynıydı cidden kim gönderdi bunu?
Bilmediğim bir hayranım mı var diyeceğim ama ben ünlü bile değilim, benim işim isimsiz olmakken kimden geldi bu? Sırıttığımı fark ettiğimde ifademi düzelttim ama tekrar sırıttım. Kimden geldi bilmiyorum ama uzun zaman sonra çiçekli bir elbise giymek istiyorum.
Şu an giyemeyeceğim için odama gidip elbiseyi katlayıp dolabıma koydum elbisenin arasına ise notu koymuştum. Şu an gidip bu elbiseyi kimin gönderdiğini bir tehlike arz edip etmediğini öğrenmem gerekirdi. Ama bu isimsiz pakete garip bir şekilde güveniyorum.
Telefonum çaldığında arayanın Sare olduğunu gördüm, kaşlarım çatıldığında duyacaklarımdan korkarak aramayı yanıtladım. “Komutanım.” Çekingen sesini duyduğumda bir halt ettikleri belliydi. “Sare?” Sert ve sorgulayan sesime karşılık çekingen sesiyle konuştu.
“Şey, biraz karakolda kaldım da acaba gelip beni çıkarabilir misiniz?” Biraz karakolda kaldım mı? Ne yapıyordu bunlar yine? “Derken?” Sorgulayan sesimle derin bir nefes aldığını duydum. “Yani birazcık sivil dövmüş olabilirim.” Burun kemerimi sıktığımda sabır dileniyordum. Üç kişi olmasak da bir şekilde belayı buluyorlardı biz kesinlikle ayrı olmalıydık.
“Geldiğimde geçerli bir açıklaman olsun Sare.” Sert ve sinirli sesimle telefonu kapattım karakola gitmem gerekiyordu ama üzerime değiştirmeye de üşeniyordum. Açık kıyafetlerle pek rahat edemiyordum ama üşengeçliğim baskın geldiği için şort ve crop takımımla evden çıktım.
Cidden geçerli bir açıklaması olsa iyi olurdu! Bu halde dışarı çıkmama sebep oluyordu! Sinirle arabaya bindiğimde kolum için ağrı kesici içmeyi şu an hatırladım. Söylene söylene arabayı çalıştırıp karakola sürdüm, en azından yakındı.
Karakola geldiğimde benimle beraber Ayberk’in arabasını da gördüm arabamdan sinirle inerken kimseyi umursayacak durumda değildim. Tama karakola girecekken Ayberk ile yan yana geldik bakışlarımız birbirini bulduğunda benim bakışlarım yeşillerindeyken o kıyafetime bakıp yutkunmuştu.
Onun aldığı pijama takımı ile karakola gelmemi beklemiyor olmalıydı, bende beklemiyordum. Yeşilleri, grilerimi bulduğunda yüzündeki ifadeye kahkaha atabilirdim ama şu an sinirliydim ayıp olmasın diye bir baş selamı verip karakola girdim.
Karakola girdiğimde herkesin bakışları benim üzerimdeydi, ne var bakacak?! İnsanlar pijamayla karakola gelemez mi yani! Üzerimdeki bakışları umursamamaya çalışarak komiserin odasına ilerledim. Bir daha açık giymeyeceğim! Komiserin kapsını tıklatırken Ayberk’de arkamdaydı büyük ihtimalle kardeşini almaya gelmişti, içeriden “Gel.” sesini duyunca sinirle odaya daldım.
Komiserin bakışları beni gördüğünde kaşları havalandı Sare’nin gözleri kocaman olurken Eda’nın ıslığını ve sesini duydum. “Ateşli hatun.” Ateşli mi? Konumuz bu mu! Ayrıca yakışmış mı! “Komutanım sizi böyle görmek biraz sürpriz oldu.” Komiserin gülen yüzüne karşılık ben sinirden kızarmış bir ifadedeydim. Bana da sürpriz oldu komiserim.
“Neden buraya çağrıldığım hakkında geçerli bir açıklama alabilir miyim?” Sert sesimle komiser gülmemek için damağını dişlediğinde masanın karşısında koltukta deri koltukta oturan Sare’ye döndü bakışlarım. Bakışlarımı görünce yutkunduğunda Eda’nın sesini duydum.
“Umay bir süre sende kalabilir miyim? Lütfen.” Bakışlarım Eda’ya çevirdiğimde korku dolu gözlerle Ayberk’in delici yeşillerine baktığını gördüm. Abisi öldürse yardım ederdim. “Hayır.” Sert sesimle yüzü düşerken Ayberk ve benim bakışlarım komiserdeydi.
“Bir kafenin mutfağında yangın çıkarmışlar.” Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı efendim? “Ulan millet adam dövdü diye karakola gelir siz kafeyi mi yaktınız?” Şaşkın sesimle komiser gülmemeye çalışırken ikisi de işaret parmağıyla aynı anda birbirlerini gösterip konuştular. “Onun suçu.” Cidden kafe yakmış olamazlardı, bu kadarı fantastik dünyaydı artık! Bu kadar bela almaları mümkün değildi!
“Bunu nasıl başardınız?” Ayberk’in sesi şaşkınlıktan normal çıkmıştı ama kendine gelince neler olacağını biliyordum. Zira bizzat görmüştüm.
Sare hemen çok haklıymış gibi konuşmaya başladı. “Ya bir garsonla flörtleştim o yüzden onun peşinden mutfağa gittim bu salak da peşimden geldi. Ben mutfakta garsonlar konuşurken o da arkada ocağın ateşiyle oynuyordu.” Dudaklarım aralanırken inanamıyordum bu kız Ankara’ya gelince açılmıştı normalde değil erkeklerin suratına bakmak cinsinden nefret ederdi! Yaramış Ankara havası! Eda hemen panikle ve haklıymış gibi müdahale etti.
“Ya ben bu adamın niyeti kötüdür diye peşinden gittim dikkatini çekmek için ocağın altını açtığımda yangın çıktı.” Şoktaydım şu an, bir konuşmadan kafeyi yakmışlardı!
“Kızım askerim ben, ne yapabilir bana?” O yapamazdı belki ama ben yapacaktım hem de çok güzel yapacaktım. Şaşkınlıkla ikiliyi sinlerken komiser bizim suratımıza bakmış gülmemeye çalışıyordu, ulan kafeyi yakmışlar komik mi?!
“Kimseye zarar gelmedi ama kafenin mutfağında büyük bir hasar var en az yüz elli bin.” Nasıl yaktılarsa öyle öderlerdi bize ne.
“Burada kalsınlar ben almıyorum.” Sözlerim üzerine Sare korkuyla ayağa kalktı. “Komutanım yapmayın ya.” Öyle de güzel yapacaktım ki.
“Bence de burada kalsınlar şu an şoktayım çıkınca ikisini ateşlerde yakabilirim o yüzden kalsınlar burada.” Eda rahat bir nefes aldı.
“Ben razıyım bir süre burada kalabilirim.” Komiser gülmemek için dururken delici bakışlarım Sare’nin üstündeydi.
“Mümkünse buradan çıkma teğmenim yoksa ben seni ateşler içinde yakacağım.” Başka bir şey söylemeden odadan çıktım.
Peşimden Ayberk’te çıkmıştı gerçekten onları orada bırakıp çıkmıştık karakoldan çıkarken ikimizde ne iletişim kuruyor ne de birbirimize bakıyorduk. İkimizde yan yana duran arabalarımıza ilerlediğimizde arabaya binerken Ayberk’in sırtı ile kısa bir bakışma yaşadım. Kasları ince tişörtünden belli oluyordu hoş değildi, ayıptı.
Arabaya bindiğinde bakışlarımı hızla önüme çevirerek bende arabaya bindim, kemerimi takarken Ayberk’in delici yeşillerini gördüm. Normalde soğuk bakan adam bugün bir garip bakıyordu, bende mi bir halt yedim niye bana öyle bakıyor? Sert bir şekilde arabayı kullanarak resmen arabaya işkence çektirerek karakoldan çıktı. Cidden anlamıyordum onun aksine ben gayet sakin bir şekilde eve doğru sürdüm.
Uzanıp müzik açtığımda nerdeyse son sese getirdim, camı araladığımda bir sigara yaktım müzik çalarken karakolun çıkışındaki kırmızı ışıkta durdum. Ayberk’te yanımda bekliyordu bakışlarımı ona çevirdiğimde yeşilleri üzerimdeydi. Sigarayı dudaklarımdan çektiğimde dumanı üfledim yüzümün önündeki dumandan yeşillerine bakarken yutkundu. O sırada ise son ses şarkı çalıyordu.
“...Bilmem bu neyin nesi
Güzelliğin böylesi
Varmış benden delisi
Olamaz, olucam kölesi...”
Bakışları anında önüne döndüğünde kaşlarımı çattığımda bende önüme döndüm, yeşil ışık yandığında o sağa dönerken ben düz devam ettim. Sigaramı içerken aklıma o paket düşmüştü gerçekten kimden geldiğini merak ediyordum o iki belaya ise sinirlenmeyi bırakmıştım. Çok fazla kızamıyordum çünkü benim başımda beladan kurtulmuyordu, gerçi ben belayı buluyordum. Ama yine teğmene güzel bir eğitim paketim vardı.
Sigaramı bitirdiğimde camdan atıp camı kapattım, müzik yine dışarıya giderken erkek sürücülerin ters bakışlarını görmüştüm.
Bu egoistlerden daha iyi araba kullandığıma yemin edebilir ve kanıtlayabilirdim. Nihayet eve geldiğimde arabadan inip binaya girdim eve girdiğimde kendimi koltuğa attım. Neredeyse gece oluyordu acıktığımı hissetsem de mutfağa gidip bir şeyler çok üşendiriciydi. Ağrı kesici içmek için gitmeye bile üşeniyordum bu üşengeçlik başıma belaydı ama kalkıp mutfağa gitmek yerine koltukta iyice yayıldım.
Üçlü koltuğa uzanmış bir elin alnımda gözlerim kapalı yatıyordum odama gitmeye bile üşenmiştim gözlerimin önüne gelen anılarla gözlerimi açtım. Tavanla bakışırken derin bir nefes aldım uyuyamıyordum, uykusuzluktan bayılana kadar uyuyamıyordum ve uykusuzluğa çok dayanıklıydım. Tavanla bakışırken gözümün önüne yine anılar geliyordu, o an asla aklımdan silinmiyor uykularımı engelliyordu.
Başımı yan tarafa çevirince sehpanın üzerinde duran resim ile göz göze geldim. Benim yaptığım resmi götürmüştü ve resmini bana bırakmıştı ben ise o resmi hiç oradan kaldırmamıştım. Resme bakarken buruk bir tebessüm kondu dudaklarıma, gözlerimin önüne gelen anılar vardı.
Babamın gözlerime hayranlıkla bakması gibi. Onun bana babamın dediği gibi mucize gibisin demesi gibi.
Çok anım vardı ama acı doluydu ve hepsi bana işkence ediyordu bu acı dolu anıların ortasına düşen bir anı vardı.
Ona sarıldığım an.
Bana babamı hatırlatmıştı, sarıldığında derinde bana babamı hatırlatmıştı ve bunu yapan yine ikinci kişiydi. Birincisi de Ali albaydı, ikisine sarıldığımda ikisi de bana babamı hatırlatmıştı ve ben bundan hep kaçmıştım. İşte suçluluk duygusu böyle bir şeydi sevdiğin şeylerden kaçmana sebep olurdu, babamı bana hatırlatmaları sevinmem gereken bir şeydi en azından babamı hissettirmişlerdi. Ama suçluluk tüm ruhumu sarmış her mutluluğuma acı sokuyordu.
Bu suçluluk duygusundan kurtulamadığım sürece asla mutlu olamayacaktım, gerçi ailemin ölümüne sebep olmuşken mutlu olmak gibi niyetlerim de yoktu. Bunları düşünmeyi bırakıp gözlerimi kapatarak dinlenmeye çalıştım. Ama bu seferde gözlerimin önüne gelen bir çift yeşil hare vardı. Anında gözlerimi açtım, neydi bu şimdi? Saçma sapan şeyler oluyordu bana Ankara bana yaramamıştı, ne diye onun yeşilleri gözümün önüne geliyordu? Gözleri çok güzel olduğu için olması muhtemeldi.
Yeşil en sevdiğim renkti gözlerini de çok sevdiğime göre bu yüzden olmalıydı ama benim gözümün önüne genelde güzel şeyler gelmezdi. Genelde o acı an aklıma gelir bana işkence ederdi, şimdi neden güzel bir şey gelmişti? Bunları düşünmek istemiyordum sadece uyumak istiyordum, uyuyamazsam yine yaşlı kurdu rahatsız ederdim. Ve görevdeki deliliğimizden sonra iyi bir fırça çekeceğini bildiğim için yüzümü buruşturdum. Gelen bildirim sesi ile telefona uzandım ondan mesaj geldiğini gördüğüm anda mesajına baktım.
Göktürk Komutan
Metehan Sare ve Eda’yı çıkarmış.
Bu kadardı, bilgim olmadığı için bilgi vermek için yazmıştı ama mesajında bile soğukluğu hissediliyordu bende kısa bir cevap yazdım.
Tamam.
Soğukluğuna gayet hak veriyordum, dengesizdim adama çizgi deyip akşamına beraber resim yapmıştım. Ve yine o akşam çizgi diyerek ya arkadaş ya hiç demiştim ve o da dengesizliklerimle uğraşmayarak hiç olmayı seçmişti. Böylesi ikimiz için de daha iyiydi, telefonu tekrar sehpanın üzerine koyup bakışlarımı tavana çevirdim.
Yarın uykudan bayılırdım, neredeyse uykusuz geçirdiğim otuzuncu gündü. Kırk beş gece uykusuzluğum vardı ama yarın büyük ihtimalle uykudan bayılacak ve bir otuz gün daha uyuyamayacaktım.
Uyku ilaçları kullandığım bir dönem vardı ama yavaş yavaş uyku ilaçlarına karşı bağışıklık kazandığım için onlarda işe yaramayı bırakmıştı. Derin bir nefes verdim, can sıkıcı bir durumdu çocukluk anılarım gözlerimin önüne düştüğünde gözlerimi kapattım. Sonra tekrar açtım düşünmek istemiyordum, o kötü anıları görmek istemiyordum yetimhanede her türlü şeyi görmüştüm ve hoş değildi. Canımı sıkan anılardı. Gözlerimi kapatıp tekrar uyumaya çalıştığımda gözümün önüne gelen yüzüyle anında gözlerimi açtım. Saçmalık ama! Ne alakaydı! Saçmalık!
*******
A.G.
Sigara dumanını üflerken en sonunda yanımda oturan Metehan’ın sesini duydum. “Bu kıza cidden inanamıyorum dağda keklik avlar gibi it öldürüyor. Şehre gelince de her türlü belaya bulaşıyor, soğuk sert mi yoksa neşeli bir yapısı mı var anlamıyorum. Gerçekten garip ve anlaşılması zor.” Sırıttığımda bakışlarımı ona çevirdim, bankta oturmuş sigara içiyorduk. Eve gidersem canım kardeşimin katili olma ihtimalim vardı!
“Neden anlamaya çalışıyorsun?” Sorumla bakışlarını bana çevirip kaşlarını çattım. “İnsanları anlamaya çalışmaya empati denir iyi insanların özellikleridir, sen anlamazsın.” Sırıtışım genişledi, bu herifin iyi olmadığını ikimizde iyi biliyorduk.
“Sen misin iyi insan?” İnanmayan sesimle göz devirdi ne olduğu belliydi lafı dolandırmaya gerek yoktu. “Olmayabilirim ama kadın gerçekten garip, ne olduğu belli değil.” Güldüğümde dumanı üfledim, geçmiş olsun kardeşim başını yakacaksın.
“Garip dediğin kadına bir şeyler hissediyor olabilir misin?” Alayla güldü ve bana baktı. Gül bakalım son gülen iyi gülerdi. “Daha çok anlaşılabilir kadınlar tercihim ne olduğu belli olan, beladan uzak duran.” Güldüm tercihleri kalp yapıyordu, sen değil.
“Asıl sen kendine bak AVM’de lambayı patlatan Umay’mış sen gidip diğer ikisinden çıkarmışsın sinirini.” Güldüğünde ben artık gülmüyordum. Kızamıyordum ki! “Olabilir.” Gülerken sigarasını yere atıp yenisini yaktı bende yere atıp yeni bir sigara yaktım.
“Umay’a karşı bir şeyler hissediyor olabilir misin?” Kaşlarım çatıldı ,hayır hissetmiyordum daha bir şeyler hissedemeden hiç olmuştuk. “Hayır.” Dedim rahat bir sesle. “Benden daha delisine ihtiyacım yok, bana akıllı biri lazım.” Sözlerim üzerine kıkırdadığını duydum ama gerçekten öyleydi iki deli yan yana olmazdı, olmuyordu zaten. Benim akıllı birine ihtiyacım vardı mümkünse adamları biçmeyen, bir yerleri havaya uçurmayan biri makuldü.
“Umay ile izinsiz operasyon yapınca mı aldın bu kararı?” Eğlenen sesine karşılık sırıtarak gözlerimi devirdim iyi ki aynı timde değildik, birbirimizi durdurmayıp üstüne gaz verip dünyayı yakma potansiyeline sahiptik. “Hayır ilk gördüğümde.” Timini helikopterle gönderip kendinin dağda kalmasından bahsediyordum, üstelik bir de tek başına bize yardım etmişti. Cidden gücünden ve zekasından korkulurdu. Metehan kahkaha attığında sırıtıyordum, cidden lakabının hakkını veriyordu.
“Dağda tek başına kalıp bize yardım etmesi mi? Cidden inanılmaz.” Gerçekten inanılmazdı. Metehan imalı sırıtışı ile bana bakıyordu. “Sende o iti öldüreceğim deyip bizi yamaçta bırakıp on kişilik grubu tarayıp üstüne o iti öldürüp geri gelmemiş miydin? Üstelik ben yaralıydım! Cidden ikiniz aynı timde olsanız ne olurdu bilmiyorum.” Kıkırdadığımda bakışlarımı ona çevirdim.
“Dünyayı yakabilirdik.” Bunu gerçekten yakabilirdik, özellikle o böylesine bir ateşken.
“Ondan şüphem yok.” Güldüğümüzde sigaradan derin bir nefes daha çektim ve yere attım. Aklıma gelen şeyle ona döndüğümde o da bana dönmüştü aynı anda sırıttık.
“Beren ne yapıyor?” Dedim sırıtarak Metehan’da aynı sırıtışla cevap verdi. “En son Oğuz’u öldürmeye çalışıyordu.” İkimizde güldük, gülerken başımı olumsuz anlamda salladım. “Pençe ve Kartal Timi bir araya gelmemeli.” Eğlenen sesimle güldüğünü duydum aklıma gelen şeyle kaşlarımı çatarak Metehan’a baktım.
“Bir şey söyleyeceğim lan, senin rütben Sare’den yüksek değil mi?” Anlamaz bir şekilde kaşlarını çattı. “Evet?” Sorgular sesinin üzerine kolumu bankın arkasına yaslayıp sırıtarak ona baktım. “Aranızda pek asker- komutan ilişkisi yok gibi. En son sarmaş dolaştınız, üstelik karakoldan çıkmak için seni aramış.” Metehan sırıttığında bende sırıttım belliydi ulan işte!
“O an sinirlerini bozdum o da komutanım diyerek silahını şah damarıma dayadı.” Güldüğümde Metehan sırıtıyordu, hayırlı olsun birader diyeceğim zamanlarda gelecekti. “Komutanı olarak çok iyi davranıyor gibisin.” Sözlerim üzerinde yüzünde piç sırıtışı oluştu bana döndüğünde kahkaha attım, yazıktı kıza.
“O silah çekmenin elbette hesabını soracağım.” Güldüğümde ne halt edeceği görülmeye değerdi Metehan banktan kalktığında bende ayaklandım. “Ben gidiyorum birader yapmam gereken işlerim var.” Yüzündeki sırıtışı ile gülerek başımı olumsuz anlamda salladım. Tokalaştıktan sonra o arabasına binerken ben eve ilerledim, evin hemen bir sokak aşağısındaki parktaydık en azında yürüyüş yapmış olacaktım.
Yürürken gözümün önüne gelen görüntü ile yutkundum karakoldaki görüntüsü, herkesin ona bakması, kırmızı ışıktaki o görüntüsü sınırlarımı zorluyordu. O kıyafetle tüm gözleri üzerine çekmişti, biliyordum böyle olacağını! Güzeldi. Güzeldi ve öyle giyince tüm gözleri üzerine çekiyordu can sıkıcı bir durumdu. Başımı sallayıp bu görüntülerden kurtuldum.
Eve geldiğimde ışıklar kapalıydı canım kardeşimin yarın elimden çekeceği vardı ama bugün rahat edebilirdi. Odama girdiğimde kendimi yatağa attım bir elimi enseme koyduğumda diğer elim göğsümün üstündeydi. Aklıma yaralandığımda elinin göğsüme değdiği an gelince elimi karnıma indirdim. Soğukluğuma sebep olan oydu, fazla dengesizdi.
Bana çizgi diyor akşamına evine çağırıyordu resmi davranıp aynı zamanda bana sataşıyordu. Görev boyunca sürekli bana sataşmıştı soğuk davranıyordu ama bakışları da bende oluyordu. Eskisi gibi bakıyordu bakışları soğuktu ama yine de bana bakıyordu, uzak durmaya çalışıyordum tüm gözleri üzerine çekip bir de o hareketleri ile beni delirtiyordu.
Dengesizdi. Ve canımı sıkıyordu, ne yaptığı belli değildi artık bende ne yapacağımı şaşırmıştım. Ona ulaşmama izin vermiyordu dağda kan döken o kadının içinde bir çocuk vardı görüyordum ama inatla uzattığım eli itiyordu. Bir şeyler hissetmeye çalışıyordum ama o buna izin vermiyordu bir şeyler hissetmemize engel oluyordu. Bende artık zorlamıyordum çünkü bu sadece bizi yorardı aramızda daha doğru düzgün bir şeyler olamadan engellemişti. Peki, öyle olsun.
Sabah kalktığımda mutfağa indiğimde tek kişilik bir kahvaltının hazır olduğunu gördüğümde kaşlarım havalandı. Canım kardeşim bu şekilde paçayı kurtarabileceğini sanıyorsa çok yanılıyordu masadaki notu elime aldığımda el yazısı ile karşılaştım.
Dünya yakışıklısı abim beni affeder mi? : |
Sırıttığımda notu masaya koydum affedebilirdim her ne kadar dövsem ve sövsem de kardeşimdi atsan atılmaz, satsan satılmaz bir şeydi. Oturup hızlıca kahvaltımı yaptığımda sofrayı toplama zahmetine girmeden evden çıktım.
Askeriyeye girdiğimde eğitim sahasının kenarında oturmuş Pençe ve Kartal Timini gördüm, eğitim sahasında ise Metehan ve Sare vardı. Sırıttığımda yanlarına ilerleyip bizimkilerin yanına geçtim, sırıtan yüzüm eğitim sahasının karşı tarafında duran güzel grilere denk düştüğünde soldu. Yüzüm tekrar soğuk ifademe büründüğünde onun da yüzünde aynı ifade vardı, bakışlarımı tekrar Metehan ve Sare’ye çevirip sırıttım.
“Teğmenim.” Metehan’ın sırıtan yüzü karşısında Sare’nin dişlerini sıktığı yan profilinden belli oluyordu. “Komutanım.” Sare çenesini kaldırıp Metehan’a bakarken halinden pek memnun değil gibiydi.
“Neden burada olduğunuz hakkında bir tahmininiz var mı?” Metehan’ın eğlenen sesine karşılık sırıttım. “Yok komutanım.” Sare’nin nedenini bildiğini hepimiz biliyorduk ama Metehan bunu fırsata çevirip kaşlarını kaldırdı ve bir adım atarak başını hafifçe eğip konuştu.
“Hmm, komutana silah çekmek desem aklınıza bir şeyler gelir mi?” Sare dişlerini sıkarken sırıtışım genişledi.
“Buradan başlayıp eğitim sahasını on beş kere tamamladığında konuşalım teğmenim.” Metehan’ın sesi ile kaşlarım havalandı eğitim sahası zordu, Pençe Timi bunu günde on kere yapıyordu. On beşe kere yapacak olmak onları çok zorlamazdı. Sare beresini çıkarıp dişlerinin arasından konuştu.
“Rica etsem beremi tutar mısınız komutanım?” Beresini Metehan’ın göğsüne fırlattığında başımı yere eğerek kıkırdadım. Gayet eğleniyordum şu an, başımı kaldırıp baktığımda Sare’nin saçlarını açıp daha sıkı bir şekilde topladığını gördüm. Ceketini de Metehan’ın göğsüne fırlatıp arkasını döndü ve ağzının içinde bir şeyler geveledi.
“İçine içine konuşma teğmenim, söyle de bizde duyalım.” Metehan’ın sözlerinin üzerine Sare dişlerini sıkarken herkes gülüyordu. Sare dikenli tellerin altında sürünerek başladığında Metehan çaycının getirdiği çayı höpürdeterek içtiğinde bizde çaylarımızı almaya başladık.
Sare en nihayetinde on beş kere sahayı tamamladığında derin nefesler alıyordu Metehan’ın karşısında durduğunda Metehan bana bakıp sırıttı. “Şimdi komutana silah çekme konusunu hallettik diye düşünüyorum ama emir dinleme konusunda da bir ders lazım değil mi?” Görevde emrimi dinlememesinden bahsettiğinde kahkaha attım, fırsatçı herif. “On tur sonra tekrar konuşalım teğmenim.” Hepimiz gülerken çaycı bu sefer bu gibi su getirmişti Metehan suyu alıp Sare’nin gözlerinin içine bakarak içtiğinde tekrar kahkaha attım. Sare’ye bir damla su vermemişti bir de gözlerinin içine bakarak su içiyordu, Sare bu sefer silahı alnına dayayıp sıkabilirdi.
“Emredersiniz komutanım.” Sare dişlerinin arasından konuşup tekrar tellerin altında sürünmeye başladı, her seferinde olduğu gibi Metehan kumlara ateş ettiğinde tozlar Sare’nin yüzüne denk geliyordu. Sare sürünmeyi bitirdiğinde koşarak yerdeki on kiloluk iki çuvalın iplerini tutarak sürüklemeye başladı, bunu da bitirdiğinde belinden silahını çıkararak siperlere saklanarak üç el ateş etti.
İkisi isabet ettiğinde silahını beline sokarak dokuz metrelik düz duvara halata tutunarak çıkmaya başladı. Bakışlarımı önüme çevirecekken bir çift griler ile denk düştüm, bana mı bakıyordu? Yüzü buz gibiydi, bakışlarında da bir ifade yoktu ama bana bakıyordu.
Ne yapmaya çalışıyordu tam olarak?
Yüzünden ve gözlerinden hiçbir ifade okuyamadığımda önüme döndüm, cidden ne yaptığı belli değildi.
Sare on turu daha tamamladığında zar zor yürüyordu Metehan’ın karşısında durduğunda dizleri titriyordu “Umarım nasıl davranacağınızı anlamışsınızdır teğmenim.” Metehan bir şişe su uzattığında Sare’nin ters davranacak gücü bile kalmamıştı, Sare suyu alıp tek dikişte bitirdi. O eğitimi tamamlayana kadar ben gidip üstümü değiştirmiş üniformamı giymiştim Sare yere uzandığında Metehan artık sırıtmıyordu, kaşları çatıktı dengesiz herif önce kızla uğraşmış şimdi de yorulduğu için mutsuz olmuştu.
Albay sahaya girdiğinde hepimiz hazır ola geçtik Sare ise yattığı yerden doğrulmuş hazır ola geçmişti. “Asker! İşiniz yok mu sizin? Keyfiniz yerinde gibi!” Albay boş duran insanları sevmezdi, hepimiz sus pus olmuş yiyeceğimiz fırçayı bekliyorduk. Albayın bakışları deli yüreğe döndüğünde sesi daha sert çıktı “Göreve çıkmak rahatlık mı getirdi yüzbaşı?! Göreve çıkmadan önce daha çok çalışıyordun!” Garezi vardı. Albayın Umay’a garezi vardı yani albay bir adamı sevmeyince sevmezdi ve Umay’ı pek sevmemişti. Deli yüreğin bakışlarını ve yüzündeki ifadeyi görünce gülme isteğime zorla hakim oldum.
*******
Eve geldiğimde kendimi her zamanki gibi koltuğa attım albaydan bugün iyi bir fırça yemiştim ama diyordum, bu adamın bana garezi vardı. Derin bir nefes alırken aklıma düşüncelerin gelmesini engelleyen duyduğum zil sesiydi. Bu sefer şükredeceğim bir sesti, oturduğum yerden kalkıp kapıyı açtım kim olduğuna bakmadan tekrar içeriye yöneldim. Kim olduğunu biliyordum Uraz’dı nasıl anladığımı bende bilmiyordum ama geldiğinde hissediyordum.
Ardımdan kapanan kapının sesini duyduğumda kendimi tekrar koltuğa atmıştım ve önümdeki koltuğa oturan heybeti görünce yanılmadığımı biliyordum. Uraz çok gülen biri değildi ama otuz iki diş sırıttığında kaşlarım havalandı. “Naber askeriye güzeli?” Dediğinde kaşlarım çatıldı, alık bir ifadeyle ona bakıyordum. “Ne?” Sırıtışı mümkünmüş gibi daha çok genişledi ve sahte bir şekilde şaşırmış gibi yaptı. Ne oluyordu lan burada?
“Aaa sen bilmiyor musun? Tüm askeriye güzelliğini konuşuyor, yani aslında hep konuşuyorlardı ama artık sana lakap bulmuşlar. Askeriye güzeli.” Göz kırptığında göz devirdim, bu konuşanları bir yakalarsam fena yapacaktım. Askeriye de konuşulan konulara bak. Uraz bir sigara çıkarıp yaktı ve paketle çakmağı bana attı, havada tuttuğumda bende alıp bir sigara yaktım.
Aramızda bir sessizlik oluşmuştu yine ama rahatsız değildik tabi ki, dinlendirici, ilaç gibi bir sessizlikti. Sigaramdan içerken sessizliği bozan Uraz’ın sorusuydu. “Yüzbaşı ile aranızda ne var?” Sorusu yutkunmak istememe sebep olsa da bunu yapmadım kalbimde garip bir his oluştuğunda yüzümü buruşturmak istedim. Ama bunu da yapmadım, bu yolun sonu farklı yerlere gidiyordu. “Hiçbir şey.” Dedim tekdüze bir sesle.
“Umay.” Bu inanmadığını belirten bir uyarıydı, bıkkın bir nefes vererek bakışlarımı Uraz’a diktim. “Ne? Yüzbaşıyla aramızda ne gibi bir münasebet olabilir ki?” Küçümseyici bir tonda konuşmuştum işlerin öyle olmadığını ikimizde biliyorduk. Canım biraderim benim ciğerimi biliyordu çünkü. “Bilmem bir çok samimi görünüyorsunuz, bir birbirinizden nefret eder gibi. Sizin kadar dengesiz bir ilişki daha görmedim.” Hatırlatmasaydı iyiydi. O dengesizliklerin asıl sebebi bendim çünkü tam bir dengesiz olarak ilişkinin de öyle olmasına sebep oluyordum. Ama son durumumuz iyiydi bu halde kalmalıydık.
İki yabancı gibi.
Omuz silkerek cevap verdiğimde sigaramı yarılamıştım, tekrar bir sessizlik olduğunda bu sefer sessizliği bozan bendim. “Ali albayı özledim.” Başını salladı Uraz.
“Biliyorum.” Ciğerimi biliyordu şaşırmıyordum, ama o değil de ben Ali albayı özlemiştim kırk yılda arayıp sormam ise ayrı bir ayıptı. Cidden bu kadar dengesizlik bana bile fazlaydı, hayır özlüyordum ama sorsan kırk yılda bir ararım. Ben niye böyleydim ya? Huysuz bir nefes verdiğimde Uraz’ın kıkırdadığını duydum, ters bakışlarımı ona yönelttim.
“Ne kadar dengesiz olduğunu mu düşünüyorsun?” Göz devirdim, cidden bazen çok sinir bozucu olabiliyordu beni bu kadar iyi tanıması.
“Komutanınla nasıl konuşuyorsun?” Sırıtarak konuştuğumda yayıldığı yerden hafifçe doğruldu. “Özür dilerim komutanım.” Öyle bir söylemişti ki küfür eder gibiydi, güldüğümde ciddi bir şekilde ona baktım. “Harbi ben niye bu kadar dengesizim?” Bu sefer gülen oydu ama ben burada gayet ciddi bir şey soruyordum.
“Bilmem.” Dediğinde ters ters ona baktım. “Düşündüğüm şeye kadar biliyorsun da bunu nasıl bilmiyorsun?” O da ciddi misin sen der gibi bir ifadeyle bana baktı.
“Kahin miyim ben? Her şeyi bilemem sonuçta.” Derin bir nefes aldığımda biten sigaramı küllüğe bastırıp söndürdüm. Aramızda yine bir sessizlik oluşmuştu ama sessizliği bozan yine Uraz’dı. “Bunlar ne?” Bakışlarıyla sehpanın üstünde duran resim defterini ve boya kalemlerini gösterdiğinde yutkundum. Kalbimde bir cız ettiğinde ciğerlerimi havayla doldurdum, ondan sonra hiç resim yapmamıştım. Bakışlarımı Uraz’a çevirdim. “Resim defteri ve boya kalemleri.” Dedim ciddi bir ifadeyle o ise ciddi bir ifadeyle şaşırdı.
“Vay anasını be.” Güldüğümde o da güldü ama ne yapayım yani? Nasıl bir cevap verebilirdim? “Bugün seninle uğraşmamaya karar verdim.” Ciddiyetle söylediği şeye göz devirdim. “Lütfettin.” Başını sallayarak ciddiyetle beni onayladı, oturduğu yerden kalktığında çenemi havaya kaldırmak zorunda kaldım ona bakabilmek için. “Nereye?”
“Sen hiçbir şey ikram etmiyorsun bu nasıl misafirperverlik? Gidiyorum ben.” Ciddi misin der gibi ona baktım. “Sen misafir misin oğlum? Mutfağın yolunu biliyorsun, canım sıkıldı demiyor da.” Güldüğünde kapının yanına gitmiş postallarını giyiyordu, giyip kapıyı açtığında bana döndü.
“Bir daha görüşene kadar bir delilik yapma ve zahmet edip bir şeyler ye. Koskoca deli yürek açlıktan öldü diyecekler sonra.” Başımı olumsuz anlamda sallayarak güldüğümde ona gülümsedi ve kapıyı çekerek çıktı.
Bana diyordu kendine bak diye, ama o da kendine hiç bakmazdı. Bu yüzden ona bu işleri emirle yaptırıyordum her gün üşene üşene gidip üç öğün yemek yiyordu. Bakışlarımı önüme çevirirken sehpadaki resim defteri ve boya kalemlerine takıldı.
İçimde garip bir his oluştuğunda yere oturarak resim defterini açtım, onun çizdiği resim ile göz göze geldiğimde yüzümde silik bir tebessüm oluştu. O resmi bir kenara koyarak yeni bir sayfa açtım, elime siyah kalemi aldığımda ne çizeceğimi bilemiyordum.
Bakışlarım yan tarafa koyduğum resme takılınca yine o düştü aklıma bakışlarımı bu sefer boş sayfaya çevirdim. Yine onu çizecektim. Telefondan bir müzik açtığımda çizmeye başladım.
Neredeyse iki saatin sonucunda kalemi elimden bırakabilmiştim, gerinerek uyuşmuş bedenimi canlandırdım. Belimde bir ağrı hissettiğimde yüzümü buruşturdum ama resme baktığımda gülümsedim, değmişti. Onun boydan çizmiştim üstünde askeri üniforma varken.
Karakalem çalışmasıydı, karakalem yapmak hoşuma gitmişti resme bakarken başımı iki yana sallayarak kendime geldim. Ne halt ediyordum ben?! Ne diye gidip yüzbaşıyı çiziyordum?! Ne münasebetti?! Deli diye diye gerçekten delirtmişlerdi beni! Bu adam hayatıma girdiğinden beri dengelerim ayrı bir bozuktu sanki normalde çok iyiymiş gibi. Hemen resim defterini kapattım sonra ise elektirik çarpmış gibi elimi defterden çektim cidden saçma salak şeyler yapıyordum. Hiç hoş değildi, kendime gelmek bir su içmek için mutfağa ilerledim. Tabi ki bu gece de uykular haramdı bana.
********
Arkadaşlarrr yeni bölümle geldimm evet bence güzel bir bölümdü bu bölümde Ayberk ve Umay arasındaki ilişkinin biraz daha farklılaştığını görüyoruz bakalım ileride neler olacak? Metehan ve Sare arasındaki anlaşmazlığı da okumuş olduk siz ne düşünüyorsunuz? Sizin fikirlerinizi de merak ediyorum o zaman ben yorumları size bırkıyorum, beni takip etmeyi ve oy vermeyi unutmayın lütfenn.
Şimdi şöyle ki ben Ayberk ve Umay'ın modellerini söylemiştim ama diğer karakterlerin modellerini daha tam belirlemediğim için söylememiştim şimdi hepsini belirledim arkadaşlar onları söylemeye geldim.
Uraz = Emre Dinler, Sare = Cemre Gümeli, Oğuz = Sarp Leventoğlu, Turgut = Rıdvan Aybars Düzey, Kutay = Ekin Mert Daymaz, Atakan = Anıl Tetik, Göktuğ = Ali Tarık Fındık, Metehan = Enes Koçak, Emir = Melih Özdoğan, Doğan = Uğur Güneş, Beren = Serenay Aktaş, Günay = Eren Vurdem, Akınalp = Erkan Meriç, Çetin = İdris Nebi Taşkan, Ege = Burak Sevinç.
Bu şekilde canlansın gözünüzde arkadaşlar daha henüz modelini belirlemediğim karakterler var onları da belirleyince söyleyeceğim eğer sizde modelleri istemiyorsanız ya da farklı modeller varsa kafanızda yorumda belirtebilirsiniz bu arada erkeklerin hepsinin sakalsız ve bıyıksız halini düşüneceksiniz. O zaman desteklerinizi isteyerek kaçıyorum. Öpüldünüzzzz>>>>>
***********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.82k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |