

Arkadaşlarrr yine bir bölümle karşınızdayım ama bu sefer özel bir bölüm. Biliyorsunuz kitabımız final oldu ama ben özel bir bölüm yazmak istedim kitabımızın finalinden bağımsız olarak. Hani paralel evrenlere inanırız ya, yani tabi ben inanıyorum sizleri bilemem ama başka bir hayatta deriz ya işte bende bunu göstermek istedim, paralel evrende, başka bir hayatta onlar nasıl bir hayat yaşardı? Sorusunun cevabını göstermek istedim.
Diğer bölümlerden çok farklı olacak ilk okuduğunuzda garipseyebilirsiniz bu yüzden ama bu bölümde başka bir hayatta Pençe nasıl onu göreceğiz.
Keyifli okumalar dilerim.
************
İsimsiz kahramanların, gazilerimizin ve şehitlerimizin şerefine...
***
Geriye çekilip uzun sofraya şöyle bir göz gezdirdiğimde eksik olup olmadığına karar vermeye çalışıyordum, yok gibiydi. “Kuş sütü arıyorsan onu bulamadık deli yürek.” Ayberk’in sözleriyle bakışlarım ona döndüğünde o bana sırıtarak baktı, tamam masayı donatmış olabilirdim ama eksik olsun istemiyordum. “Sabahtan beri uğraşıyoruz yani şu sofrayı ben ömrümde ilk görüyorum.” Sofraya bakarken tam ikna olmasam da hakkı da vardı bende ilk defa ömrümde böyle bir masa görmüş ve hazırlamıştım.
“Ayrıca bırak masayı,” Belimden tutup beni kendine çektiğinde refleks olarak omuzlarına tutunduğumda gözlerim şaşkınlıkla açılırken dudaklarımdaki eğlenceli gülümsemeye engel olmadım. “Ayberk, Tuğrul görecek şimdi bırak beni.” Dört yaşındaki oğlumuzun böyle şeylere şahit olması pek tercihim değildi ama bu kocamın umurunda değildi.
“Görsün ne var? Öğrenecek yani.” Uyarırcasına ona baktığımda umursamadan yüzünü yüzüme yaklaştırırken heyecandan dudaklarım aralandığında fısıldadım. “Delirme yine insanlar gelecek şimdi.” Bu gece herkes bizde toplanacaktı Akınalp ve Eda’nın evlenmesi şerefine ama kocam bunu da pek umursamıyor gibiydi, rahatlığı gerçekten müthişti.
“Ben zaten deliyim.” Yüzlerimiz arasında santimler varken Tuğrul’un minik adım seslerini duyduğumda onu anında kendimden ittiğimde Tuğrul salona girdi. Elindeki sürahiyi masaya bıraktığında Ayberk huysuzluğunu kuşanmıştı. “Neden ben gelince sessizleştiniz?” Küçük oğlum yaşıtlarına göre fazla zekiydi bir halt karıştırsak anında anlıyordu, bu iyi miydi kötü müydü ondan henüz emin değildim. “Niye sessizleşelim? Konuşmamız bitmişti oğlum.” Bana inanmamış gibi bakarken gözlerimi kısarak ona baktığımda ikna olmuş gibi yaptı, teşekkürler.
Kapının zili çaldığında bizden önce Tuğrul kapıya koşarken bizde peşinden ilerlediğimizde tam arkamda duran kocam eğilip kulağıma fısıldadığında yakınlığı ve kalın, tok sesi ile yutkundum. “Bu geceyi boşa harcamayacağım.” Özel olarak hazırlanmıştım ve bunu değerlendireceğini söylüyordu ki yapardı, aklıma soktuğu ihtimallerle kalbim heyecanla attığına ben kendime gelip bizimkileri karşılamaya kapının yanına gittim.
“Hoş geldiniz!” Tuğrul neşeyle şakıyıp babamın kucağına atladığında babam yaşlılığına rağmen onu rahatça kucağına aldı. İçeriye girdiğinde ben elini öpecekken izin vermeyip yanağımdan öpüp içeriye girdiğinde bakışlarım anneme döndüğünde o da gelip bana sarılınca bende ona sarıldım. Onun ardından erkek kardeşim girdiğinde ikimizde birbirimize ters ters bakarak sarıldık, kardeşliğin kanunu buydu.
Sevgini asla belli etme.
“Yemeklerde zehir yok değil mi?” Ozan geri çekilirken ters ters ona baktım. “Seninkinde var.”
“Tahmin etmiştim.” İçeriye girdiğinde ben göz devirirken Yaşar amca ve Ayşe teyzeyi görünce gülümsedim, onlarda direkt gelip sarıldıklarında bende onlara sarıldım. Onlar da içeriye girerken Ali albayı görünce hazır ola geçtim dudaklarında minik bir gülümsemeyle konuştu. “Rahat yüzbaşım.” Gelip sarıldığında bende ona sarıldım ardından Sevde Hanım ve Pelin içeriye geçtiler. Onların arkasında Kartal ve Pençe timi vardı hepsi içeriye girerken Ayberk onları görünce yine huysuzluğunu kuşandı. Sevse de onlara olan sevgisini asla belli etmiyordu ben ise aradaydım, hepsi içeri geçtiğinde bizde peşlerinden girerken Ayberk dudaklarında çapkın biri sırıtışla bana baktı. Tüm gece boyunca benimle uğraşıp paniğimde eğlenecekti, yazıktı bana.
Büyük salona herkes doluşurken Ozan, Oğuz, Çetin ve Günay sofranın başında yemeklerden yiyorlardı, ayıp ama.
“Özlediniz mi bizi komutanım?” Doğan’ın sırıtarak sorduğu soruya Ayberk ifadesini düz tutmaya çalıştı, benim annemler burada olmasa onu boğadabilirdi. Ama bizimkiler burada olduğundan hayırlı damat imajını çizdirmemeye çalışıyordu.
“Çok.” Küfreder gibi söyledikleriyle gülmemek için kendimi tuttuğumda tek değildim. “Siz nasılsınız çocuklar?” Babamın Akınalp ve Eda’ya sorduğu soruyla Ayberk ve Yaşar amca sıkıntılı bir nefes verdi, ikisi de Eda’yı gözünden sakındıkları için evlenmesi onlar için çok da güzel değildi. “İyiyiz Yusuf amca siz?” Babam gülümsedi. “İyiyiz yaşlanıyoruz.” Yaşlanıyoruz derken anneme bakmıştı hala onu çok seviyor olması gülümseten bir şeydi.
“Trup gibisiniz.” Ali albayın eğlenceli sesi ile babamın bakışları ona döndü bana amcalık eden Ali albayı tanıyınca o da çok sevmişti. “Siz askersiniz albayım size söylemesi kolay.” Ali albay güldüğünde babam da güldü.
“Ayberk oğlunu vururum.” Metehan’ın sözleri ile onun baktığı yere baktığımızda gülmemek için dişlerimi alt dudağıma geçirdim. Metehan’ın ikinci bir kızı olmuştu ve benim canım oğlum kendisi ile pek ilgi alakalıydı, Asena zaten Doğan’ın oğluna kurban gitmişti. “Kızının nazıyla uğraşıyor şükret otur.” Ayberk, Metehan’ın sinirlenmesi ile zevkten dört köşe olurken Metehan ters ters ona baktı. “Ben uğraşırım kızımın nazıyla senin oğlun niye uğraşıyor?” Ortam müsait olsa sövecek gibiydi ama kendisinden yaşça ve rütbece büyüklerin olduğu ortamda el mecbur susuyordu.
“Canı istiyordur.” Ayberk’in rahatlığıyla Metehan daha sinirlenirken ben gülerken başımı olumsuz anlamda salladım, Ayberk’in erkek Metehan’ın kız çocuğu olması bir savaş başlangıcıydı.
“Acıktık mı? Yemekler bitmeden yiyelim diyorum.” Benim imalı sesimle Oğuz, Çetin ve Günay bana dönüp ağzındaki lokmaları zorlukla yutarken Ozan yemeye devam ediyordu. Benim rütbem neden buna geçmiyor ki? “Afiyet olsun Ozan.” Sözlerimle omzunun üstünden bana ters ters baktı.
“Becerebilseydin olurdu.” Kötü diye laf edip önüne dönüp yemeye başladığında boş boş göz kırpıştırdım, gerçekten dövmek istiyordum. “Ozan ayıp oğlum.” Annem olaya el attığında Ozan umursamazken ben dövmemek için kendimi tutarken olaya Ali albay el attı. “E geçelim o zaman sofraya.” Herkes onayladığında ayaklandığımızda sofraya gelip Ozan’ın yanında dikilirken ona baktım. “Dünyayı yedin yeter.” Kolundan öteye itelediğimde sövmek için ağzını açtı ama sonrasında nerede olduğunu fark edip sustu.
Herkes sofraya oturduğunda yemek yemeye başladığımızda büyük salonda sıcak ailenin verdiği o güzel his vardı, hayatım boyunca en büyük şansım ailemdi sanırım.
Yemeğimizi yerken Metehan ve Ayberk sürekli didiştiler hatta bir ara birbirlerine şifreli küfretmişlerdi, yemek bittiğinde bu koca sofrayı toplamam gerektiğini fark ettim.
Üşeniyorum.
Boyumun iki katı masaydı toplamak hiç cazip gelmiyordu ama Ayberk ve Tuğrul benden önce toplamaya başladıklarında gülümsemeden edemedim. Ayberk her konuda bana yardım ediyordu ve Tuğrul da babası ne yaparsa onu yapıyordu, bende toplamaya başladığımda beni durduran Sare oldu. Elimdeki tabağı alıp masaya koyduğunda kolumdan tutup beni koltuğa oturttuğunda o da yanımdaki sandalyeye oturttuğunda sofrayı erkeklerin topladığını görünce sırıttım.
Biz salonda oturup sohbet ederken Ali albay, babam ve Yaşar amca istisna olarak bizimle otururken diğerleri sofrayı topluyorlardı ve söven tek kişi de yine benim kardeşimdi. Sağ olsun ablasına yardım etmeyi çok severdi.
Pelin'in bakışları Ayberk’in üstünden ayrılmazken içimde alevlenen kıskançlığı görmezden gelmeye çalıştım.
“Bir iki gün daha kalıp gitmeyi düşünüyoruz.” Babam Yaşar amcanın sorusunu cevaplarken benim bakışlarım Pelin’in üstündeydi, dudaklarında silik bir tebessümle benim kocamı izliyordu. Ali albaya olan saygımdandı bu rahat duruşum yoksa hiç rahat duracak bir insan değildim.
“Bizde öyle düşünüyoruz birlikte dönelim o zaman, biraz da bizde kalın dünürüm.” Yaşar amcanın teklifine babam gülerken benim bakışlarım Pelin’in üstündeydi hala, kıskançlığım her an alevleniyordu. Bakışlarını kocamdan çekebilir mi? Zira hiç de iyi bir insan olmayabilirim.
**********
A.G.
“Çekilsene şuradan.” Metehan ile karşı karşıya dururken artık biz bize olduğumuz için rahat rahat sövdüm. “Bana bak delirtme beni abuk sabuk triplerinle uğraşamam.” Oğlum kızı ile ilgilenmeye devam edebilirdi ne kasıyordu yani? Omuz atarak yanından geçtiğimde küfrettiğinde o da içeriye ilerledi, ben elimdeki tabakları tezgaha koyarken gördüğüm görüntüyle boş boş göz kırptım.
Çetin, Ege ve Göktuğ çömez oldukları için bulaşıkları yıkama işini onlara kitlemiştik ama sözde yıkıyorlardı, daha çok köpükle oynuyor gibilerdi. Gibi değil tam olarak öyleydi. Üçü de yan yana durmuş, ellerinde sünger birbirlerini itekleyip ellerindeki köpüklerle birbirleriyle oynuyorlardı. Olağanüstü bir şey görmüş gibi onlara bakarken onlar beni görmüyor gibilerdi, kaç yaşındaydı lan bunlar? Benim dört yaşındaki oğlum bile daha olgundu bunlardan.
“Ne yapıyorsunuz lan siz?” Benim sorumla üçünün bakışları da bana döndüğünde beni gördükleri anda hizaya girip efendi efendi yıkamaya başladılar. Sonra da Göktürk deli, sinirli oluyordu haklıydım.
Düzgün dursunlar diye tezgaha yaslanıp başlarında dikilirken Oğuz, Günay, Doğan kalan yemekleri tencerelere koyuyorlardı ama onlar da ağız dalaşındaydılar. Çocuk yapmasam da olurmuş etrafımda bir sürü çocuk vardı zaten.
Berat ve Asena birlikte balkona çıktıklarında kapıyı arkalarından kapatırken zevkten dört köşe sırıttım, o itin kızlarından birini benim oğlum diğerini Doğan’ın oğlu kapmıştı. Ve onun sinirden kudurmasını görmek kesinlikle fazla zevkliydi tabi daha zevkli şeyler de vardı ama bunun bunlarla alakası yoktu. Metehan sofrayı toplamaya devam ederken benim toplamadığımı görünce sinirlendi. “Sen niye toplamıyorsun lan?” Boş boş ona baktım.
“Karım Pelin’i mi öldürsün? Kan mı çıksın yani ne olsun istiyorsun sen?” Pelin’in bana baktığını fark ettiğimden beri buradaydım bende halimden çok memnun değildim yani. “Keşke seni öldürse karın, makbule geçerdi.” Bunu yapmayacağını ikimizde bildiğim için sırıttığımda o da söve söve toplamaya devam etti.
Turgut, Kutay ve Emir kavga ederlerken ben onları izledim, bu üçünün bir araya gelmesi kesinlikle doğru bir fikir değildi. Emir, Turgut ve Kutay beraber yaşamak gibi saçma kararlar almış ve uygulamışlardı ve kesinlikle çok yanlış bir karardı.
“Kavga edeceğinize gidip sofrayı toplasanıza lan.” Benim sözlerimle üçü de hazır ola geçerken Emir konuştu. “Topladık zaten.” Ters ters ona bakarken tezgahın üstünden aldığım bezi onun suratına fırlattığımda havada yakaladı. “Sil o zaman.” Emir memnuniyetsiz bir ifadeyle silmeye gittiğinde Kutay ve Turgut arkalarını dönüp sırıttıklarında bilmediğimi falan sanıyorlardı sanırım.
Tuğrul gelip dolaptan su şişesini çıkarıp masaya koydu sonrasında tezgaha gelip çekmecelerin kulpuna basarak tezgaha çıktığında herkes işi gücü bırakmış hep birlikte oğlumun ne yaptığını izliyorduk. Üst dolaptan şekilli bir bardak aldığında tezgaha koydu tezgahtan atladığında bardağı da alıp masaya ilerledi.
Sırf o böyle tırmansın atlasın bir şeylere alışsın diye bardakları bilerek üste koymuştum, küçüklükten başlamalıydı işte öğrenmeye.
Şişeden bardağa su döktüğünde soruyu soran kişi Kutay oldu. “Kime götürüyorsun o suyu?” Tuğrul şişeyi dolaba koyup masaya ilerlerken Kutay’a cevap verdi. “Gökçe’ye.” Metehan’ın kızına hizmet ederken zevkten dört köşe bir kahkaha attığımda o suyu alıp giderken herkes gülüyordu, oğlumun sonuna kadar arkasındaydım.
Metehan elindeki sigara paketiyle balkona ilerlerken gülmemek için tuttum kendimi o balkona çıktığında daha bir adım atmadan girişte durup kaldı. Berat ve Asena ne yapıyordu göremiyordum ama Doğan oğlunu korusa iyi ederdi, birkaç saniye sonra Metehan’ın kalın, tok ve gür sesini duydum.
“Lan!” Zevkli bir kahkaha attığımda hepsi balkona bakarken Doğan yutkundu oğlunu nasıl koruyacağını bilmiyor gibiydi, benim keyifle sırıtırken balkona bakmak için ilerleyen üçlüye baktım. “Nereye? Yıkayın lan bulaşıkları.” Mutsuz çocuk edasıyla yıkamaya geri döndüğünde bir sabır çektim, bir şeyden de eksik kalın.
“Komutanı-” Doğan daha sözünü bitiremeden Metehan balkona daldığında diğerleri de peşinden daldı, zerre umursamazdım ama Berat, Asena ile daha çok uğraşsın diye korudum. “Metehan!” Balkondan karşılık verdi bana.
“Metehan kadar taş düşsün başına Göktürk!” Yüzümü buruşturduğumda deli yürek mutfağa girdiğinde balkondaki kalabalığı fark etmemiş gibiydi. Dolaptan su şişesini çıkarırken hareketleri sinirliydi, yanıma gelip dolaptan bardak alıp giderken kesinlikle sinirliydi. Bardağa doldurduğu suyu tek seferde içip şişeyi dolaba koyarken aslında kıskançlıktan böyle olduğunu fark ettiğimde sırıttım.
Mutfaktan çıkacakken balkondaki kalabalığı fark ettiğinde oraya ilerledi balkonda her ne gördüyse onun sesiyle herkes hazır ola geçti. Malum rütbe alıp binbaşı olmuştu şu anda hepimiz onun emrini dinliyorduk. “Metehan.” Metehan’ın öfkeli sesini duydum. “Ne var?” Deli yüreği görmüş olmalı ki sesi anında değişirken bir u dönüşü yaptı. “Komutanım.” Deli yürek ellerini arkasında birleştirirken ben sırıtarak onu izledim, güzelliği adil değildi. Hem de hiç.
“Ne yapıyorsun Metehan?” Metehan yutkunduğunda herkes sessizlikle deli yüreği izlerken o zaten sinirliyken üstüne gelmişlerdi. “Geç içeriye yoksa ben seni atarım o balkondan.” Deli yüreğin sözlerinden anladığım kadarıyla Metehan, Berat’ı balkondan atmaya çalışıyordu. “En kısa zamanda rütbe alacağım.” Metehan söylene söylene mutfaktan çıkarken Asena’yı da kucağına almış götürüyordu, gülmemek için kendimi tuttuğumda deli yürek hepimize ters bakış atıp mutfaktan çıktı. Kıskandığında çok daha çekici olduğundan habersizdi sanırım.
Bende içeriye girdiğimde ikili koltukta geçip karımın yanına oturdum yine hayırlı damat imajımı korumama gerektiğinden ona sırnaşamıyordum o ayrı meseleydi. “Kaç tane adamsınız bitmedi mi hala işiniz?” Beren’in sorusunu ben cevapladım. “Çocuk onlar.” Kesinlikle öylelerdi kimse de aksini iddia edemiyordu.
Bakışlarım Tuğrul ile Gökçe’ye takıldığında gülmemek için kendimi tuttum, oğlum Gökçe’nin tırnağına oje sürüyordu. Görünüşe göre gayet de başarılıydı o sürerken Gökçe de susmadan konuşuyordu, zevkten dört köşe olurken ortamda dönen sohbeti dinledim. “Araba alsam mı emin değilim.” Yusuf amca araba almayı düşünüyorsa ben alabilirdim torunlarını da alıp gezebilirlerdi, karımla baş başa kalmak istiyordum. “Al dünürüm araba lazım olur.” Babam da Yusuf amcaya destek verirken üstümde hissettiğim bakışların Pelin’e ait olduğunu biliyordum ama ona bakmadım.
Evlenmeme ve çocuğumun olmasına rağmen hala beni seviyordu, ne kadar çabuk vazgeçerse onun içi hayırlı olacaktı.
Bizimkiler bulaşıkları yıkayıp içeriye geldiğinde yine eğlenceli bir sohbet başladığında ne kadar oturmuş hiçbirimiz bilmiyorduk, zaman çok hızlı geçiyordu ve biz birlikteyken daha da hızlıydı.
Sevdiklerinle vakit hızlı geçerdi.
En nihayetinde eve gitme kararı alındığında ben Tuğrul’u kucağıma alıp bizimkilere baktım. “Bunu hanginiz eve götürüyorsunuz?” Ya Yusuf amcalar ya da bizimkiler götürmeliydi yoksa bir geceliğine kapıya atmak zorunda kalacaktım. “Niye eve götürelim oğlum?” Annem sebebi anlamazken iki timde vatan gülüşüyle sırıtıyordu. “Torunun değil mi götür işte bir gece sende kalsın.” Tuğrul konuştuğunda ters bakışlarım ona döndü. “Ben gitmek-” Devamını bildiğim için onu susturarak konuştum.
“Bak o da istiyor, evet hanginiz götürüyorsunuz?” Yusuf amca kucağına istediğinde sırıtarak onun kucağına verirken Tuğrul’un kulağına fısıldadım. “Sorun çıkarırsan vururum seni oğlum.” Kucağına verdiğimde Tuğrul şaşkınlıkla bana bakıyordu, oğlum olabilirdi ama bir yere kadardı karım önceliğimdi. Herkes kapıya ilerlemeye başladığında Yusuf amca gelip deli yüreğin alnına bir öpücük kondurdu. “Görüşürüz güzel kızım.” Deli yürek gülümsediğinde yine bir görüşürüz faslı başladığında bıkkın bir nefes aldım.
Pelin’in bakışları üstümden ayrılmazken karım kıskandığını belli etmemeye çalıştı ama gri gözlerinde kaybolan maviler bile felaketin habercisiydi. Severdim.
Görüşürüz faslından sonra herkes giderken kapıyı kapattığımda anında Umay’a döndüm ve belimden tutup kendime çekerken sırtını duvara yasladım, çenesini kaldırıp bana bakarken bende başımı eğdiğimde yüzlerimiz arasındaki mesafe kısalmıştı. “Çocuğu bu yüzden mi gönderdin?” Sesindeki şaşkınlıkla sırıttım bu geceyi boşa harcamayacağım derken ne kadar ciddi olduğumu yeni fark ediyordu.
“Sence bu güzelliği boşa harcar mıyım?” Yüzümü yüzüne daha da yaklaştırırken onun nefesi kesildi bu sırıtmama sebep olurken sırıtışımı bölen cebimde çalan telefon oldu. “Kocam telefonun çalıyor.” Kocam deyişi beni bitirirken o telefon pek de umurumda değildi. “Olabilir.” Dudaklarımız arasında santimler varken telefon inatla çalmaya devam edince anın tüm çekimi bozulurken söverek geri çekilip telefonu cebimden çıkardım. Arayan Cahit albaydı telefonu açtığımda ben konuşmadan o konuştu.
“Timini topla gel yüzbaşı.” Telefonu kapattığında şansıma sövmek istiyordum bakışlarım Umay’a döndüğünde görev olduğunu anlayarak sıkıca bana sarıldı. Bende ona sarıldığımda başımı boynuna gömüp kokusunu son nefesimmiş gibi içime çektim, geri çekildiğimde dudaklarına hızlı bir öpücük kondurup geri çekildim ve evden çıktım.
Gecemin boşa gitmesi nedeniyle siniri o teröristlerden çıkaracaktım, kendilerini benim gazabımdan korusalar iyi ederlerdi.
Bizimkilere haber verip askeriyeye geldiğimizde üstümüzü değiştirip harekat odasına önüne gelmiştik, kapıyı çalıp içeriye girdiğimizde Cahit albayın karşısında hazır ol da durduk. “Rahat.” Oturmamız için başıyla izin verdiğinde geçip masaya oturduk o masanın başında dikilirken hepimizin onu izliyorduk.
“Teröristler yine bir eylem planlıyorlar gereken istihbaratları aldık. Kırmızı listede aranan bu itin adı Kaddafi.” Projeksiyonda beliren simaya bakarken öfke bürüdü benliğimi, geliyorduk canını almaya.
“Yapacakları eylem bir patlama mağarasında patlayıcılar bekliyor, ama terör bölgesinin tam ortasında. Oraya helikopter indiremem bu yüzden sizi uzak bir bölgeye bırakacağız en kısa sürede işi halletmek zorundasınız, o itleri temizledikten sonra diğer tim patlayıcıları almaya gelecek. O mağara büyük ve labirente benzeyen tehlikeli bir mağara içerisine girerseniz çok yaşamazsınız, dışarıdan da halletmeniz imkansız gibi. Nasıl bir plan yapıyorsanız yapın, tek bir çizik bile istemiyorum, gönderdiğim gibi geri geleceksiniz. Bu önemli bir görev ve çok zor, görev başarılı olursa rütbe alacaksınız.” Sessizce Cahit albayı dinlediğimizde hepimiz ayaklandığımızda o hepimize baktı. “Size güveniyorum çocuklar.” Hepimiz aynı anda asker selamı verdiğimizde hazırlanmak için hangara ilerledik.
Hangardan en önde ben olmak üzere tek sıra halinde bizi bekleyen helikoptere koşup bindik, biz bindikten sonra helikopter havalandı.
İneceğimiz yere geldiğimizde helikopter bir dağın tepesinde dururken sarkıtılan iple sırayla inmeye başladık, en son indiğimde güvenlik çemberinin ortasında Metehan ile dururken helikopter uzaklaşmaya başladı. Biz haritadan bulunduğumuz yere ve gitmemiz gereken yere baktık. “Kestirmeyi kullanacağız ve ışıktan bile hızlı olacağız.” Metehan sözlerimi onayladı, kestirme fazla engebeliydi ama bize fark etmezdi.
En önde ben olmak üzere tek sıra halinde koşmaya başladığımızda bakışlarım etraftaydı bir yandan da tetikte olmak zorundaydık. Gideceğimiz yol dört saatlikti ve şafakla birlikte bizim görevi tamamlamamız gerekiyordu çünkü şafak söktükten sonra o itler eylem yapacaklardı.
Hiç ara vermeden ve dinlenmeden koşuyorduk alışıktık ama zorluyordu üstümüzde elli kiloyla en hızlı şekilde koşarken bir yandan da tetikteydik.
Terör bölgesi olduğundan daha dikkat ediyorduk engebeli yolda koşmak daha zordu önümüzdeki uçuruma yaklaşırken yavaşladık, atlayamayacağımız kadar yüksekti. Kenarda duran büyük kayaya halatlarımızı bağlamak için çantalardan çıkardığımızda kaya yerinden oynamasın diye tek tek inecektik, aynı kayaya iki halat bağlayıp inersek ölürdük herhalde. En başta Ege indi ve sonrasında diğerleri en sonda ben kaldığımda Metehan ile yine aynı kavgayı yapmaya başladık.
“İlk sen in.” Metehan’ın sözlerine göz devirdim komutan olarak en son ben inecektim yukarıdaki güvenliği sağlayacaktım. “Boş konuşma yüzbaşı seninle kavga ederek vakit kaybetmeyeceğim.” Kısık sesle bir küfür savurduğunda bağlı olan halata tutunarak aşağıya inmeye başladığında halatı gördüğümde gözlerim genişledi. Metehan’ın halatı çürüktü, görevden önce kontrol etmiştik ama.
Bu sefer ben kısık sesle bir küfür savurduğumda halat kopmaya başladığında koptuğu anda iki elimle kavradım halatı, tüm gücümü sarf ederken Metehan inene kadar halatı tuttum. Efor sarf ettiğim için ter dökerken kaslarım gerildi, o indiğinde halattaki ağırlık yok olduğunda bende halatı bıraktığımda halat uçurumdan aşağıya düştü. Ben kendi halatımı kayaya en sağlam şekilde bağladığımda halata tutunarak uçurumdan sarktım, ayaklarımı uçuruma yaslarken yavaş yavaş kendimi aşağıya sarkıttım.
En sonunda indiğimde Metehan bana sırıtarak bakarken maskesinin olması fark etmiyordu, bende sırıttığımda tekrar engebeli dağda koşmaya başladık.
En nihayetinde mağaraya gelebildiğimizde çember şeklinde etrafında konumlanmıştık herkes konumundan mağarayı izleyip rapor vermişti, şimdi ise saldırı için herkes beni bekliyordu. Mağaranın önünde on tane it vardı ama içeride daha fazlası vardı içeridekilerin hepsi çıkarsa şanslıydık, çıkmazsa o mağaraya girmek zorunda kalacaktık. Bunu göze alarak mağaranın önündeki itlerden birini nişan aldığımda telsize konuştum.
“Kartal, atışımla saldır.” Tetiği çektiğimde it yere serildiğinde diğerleri tetiğe geçerken bizimkilerde tetiği çektiğinde on tanesi saniyesinde yere serildi, mağaradan yenileri çıkarken nişan alıp tetiği çektiğimde birini daha devirdim. Onlar bizi göremedikleri için rastgele sıkarlarken kurşunlar etrafımızdan geçiyordu. Yanımda sürünen yılanı duyarken tetiği çektiğimde bir iti daha devirdim.
Kısa sürede çıkan tüm itleri temizlediğimizde artık kimse çıkmadı içeride itler vardı çünkü henüz ele başlarını öldürmemiştik.
İtleriyle beraber içerideydi ve çıkacakmış gibi durmuyordu mecburi mağaraya girecektik, göze aldığım şeyin nelere mal olabileceğinin ve riskinin farkındaydım. Ama hepsi vatan, bayrak ve millet içindi sonuçlarına değerdi.
“Günay olduğun yerde kal, Kartal sızıyoruz.” Saklandığım yerden kalktığımda Günay hariç benimle birlikte tüm tim çıktı çemberi daraltarak mağaranın önüne geldiğimizde girişin kenarında durduk. Karşıdaki Metehan ile göz göze geldiğimizde başımla onay verdiğimde ikimizde aynı anda silahımızı doğrultup içeriye daldığımızda boş olduğunu görünce durduk.
Labirent gibiydi saklanmış ve tuzak kurmuşlardı.
Mağaranın içindeki odacıklara baskın yapar gibi girdiğimizde önümüze çıkan bütün itleri öldürdük, bizim arkamızdan diğerleri girip mağaranın içine ilerlerken biz Metehan ile odacıklara girmeye devam ettik.
Her yeri temizlediğimizde içeriden bizimkiler ele başı teröristle geldiğinde silahı indirdim, Emir getirip Metehan ile benim önümde diz çöktürdüğünde diğerleri içeriden patlayıcıların kalanıyla geldi. Tüm patlayıcılar bir araya toplandığında silahımı geriye uzattığımda Çetin alırken ben yumruğumu itin yüzüne geçirdim.
“Sikeceğim seni it.” Hem eylem yapacağı için hem de gecemi mahvettiği için. Metehan zevkli bir kahkaha atıp diğerleri gibi kenara çekilip izlemeye başladı.
Geri çekildiğimde it yerde baygın yatarken ben hızlı nefesler alıyordum sinirimi azıcık almıştım ama bayılmamış olsa devam edebilirdim. “Yetti mi Göktürk?” Metehan’ın eğlenen sesi ile ona baktım sonra ise yerde yatan ite, tanınmayacak hale gelmişti ölmüş de olabilirdi emin değilim. Ben silahımı Çetin’den alırken Metehan yerde yatan itin alnına iki kurşun sıktığında ben nefeslerimi düzene soktum. Stres atmıştım en azından ama mahvolan gecemi karşılamıyordu, şu anda çok başka şeylerden nefesim hızlanıyor da olabilirdi ama yine olmamıştı.
Karımla evlendiğimden beri her anım bölünüyordu artık dünyaya isyan başlatacaktım.
Hep birlikte mağaradan çıktığımızda helikopterin bizi alacağı yere ilerlemeye başladık.
*********
Sabah Tuğrul eve geri geldiğinde birlikte kahvaltı yapmıştık askeriyede işim olmadığı için bugünümü evde oğlumla geçirecektim.
Ayberk’i beklemeyi kolaylaştıran tek şey oydu beraber bekliyorduk ve onunla ilgilenirken beklemek biraz daha kolay oluyordu, babasına benzemesi de çabasıydı. Daha dört yaşında babasına bu kadar benzemesi normal miydi emin değilim ama büyüdükçe yakışıklılık konusunda babasını geçecek gibiydi. Bunu Ayberk’e söylesem Tuğrul’u kapıya atabilirdi beni kendi oğlumdan bile kıskanıyordu ve bunu kesin yapardı. Canım oğlumun sokakta kalmasını istemediğim için bu şahsi görüşlerimi kendime saklıyordum.
Kapı çaldığında açmak için ilerlediğimde Tuğrul da peşimden geldi, kapıyı açtığımda yeşillerle denk düşünce gülümsedim. Kalbime bir rahatlama gelirken o içeriye girdiğinde Tuğrul onun bacağına sarıldı. “Baba!” İki metre adamın bacağını geçemiyordu tabi, Ayberk elini Tuğrul’un başına koyduğunda başını bacağına bastırdı. “Oğlum.” Dudaklarında bir sırıtıl varken ben ona sarılmadan o belimden tutup beni kendine çekti, dudaklarımız aniden birleştiğinde ellerim omuzlarına tutunurken öpücüğüne karşılık verirken Tuğrul bundan habersizdi.
“Seni özledim.” İkimizde ayrılmak istemesek de geri çekildiğimizde ani öpücük ile başım dönerken Ayberk elini Tuğrul’un sırtına koyduğunda Tuğrul başını kaldırıp bize bakabildi. Canım oğlum masum masum bize bakarken benim kalbim benim deliliğime eş değer atıyordu. “Bende sizi özledim.” Ayberk sanki hiçbir şey yokmuş gibi Tuğrul’a bakarken sırıtmadan edemedim.
Kocam Tuğrul’u kucağına alırken gülümsedim, işte bu görüntü benim dünyamın büyük bir parçasıydı.
********
Evett bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler? Sizce başka bir hayatta nasıllar?
Bu bölümden sonra başka bölüm gelemeyecek tamamen veda ediyoruz ama şunu söylemek isterim başka bir askeri kurgu yazmayı düşünüyorum arkadaşlar hatta giriş bölümünü yazdım ama yayınlamıyorum çünkü diğer bölümleri yok, yani stokta bölüm yok. Sizce giriş bölümünü yayınlamalı mıyım? Ama yayınlarsam ona fazla bölüm atamayacağım çünkü hali hazırda yazdığım bir kitabım var, sizce bölüm stoklayayım mı? Yoksa girişi yayınlayıp fırsat buldukça mı bölüm atayım?
Ben size bu kurgumdan bahsedeyim; bir MİT kurgusu olacak arkadaşlar yani Milli İstihbarat Teşkilatı, konusunu kısa bir şekilde söylemem gerekirse; son zamanlarda yapılan terör saldırılarına karşılık kurulan yedi kişilik bir MİT ekibinin bu teröre karşı savaşını anlatıyor. Bu kitabı sevdiyseniz o kitabı da seveceğinize eminim kitabımızın adı; KARTAL VE HANÇER
Buraya tanıtım videosunu ve kitaptan bir alıntı bırakacağım. Geceleriniz iyi olsun. Öpüldünüzzzz>>>>
"Bu vatan için ölmenizi istiyorum."
***
"Acıyor mu?" Dedi kanayan yarama bakarken.
"Kalbim mi?" Dedim onun yakışıklı yüzüne bakarken.
https://youtube.com/shorts/itULdJRczo4?si=5SvvvIvYlvbi9par
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 52.83k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |