

UMARIM BÖLÜMÜ BEĞENİRSİNİZ VOTE VE YRUM ATMAYI UNUTMAYIN LÜTFENNNN.
Saray, yeni bir güne hazırlanırken duvarlarında yankılanan tek şey altın işlemeli kumaşların hışırtısı ve çekiç sesleri değildi. Her adım, yaklaşan düğünün ayak sesleriydi. Kraliçe Lydia’nın haberi çoktan yayılmıştı: İmparatoriçe hamileydi. Artık sır olmaktan çıkan bu gerçek, saraya bir yandan umut, bir yandan tedirginlik getirmişti.
Lydia aynanın karşısında durmuş, hafifçe belirginleşen karnına bakıyordu. İnce işlenmiş mor ipek giysisi, büyüyen bedenini zarifçe sararken gözlerinde alışılmadık bir yumuşaklık vardı. Odanın penceresinden içeri giren sabah ışığı, altın saçlarını parlatıyordu.
Kapı üç kez tıklatıldı.
“Gir,” dedi Lydia, sesi her zamanki gibi ölçülü ama içtendi.
Kyrous içeri girdiğinde, adımlarındaki ağırlık odayı doldurdu. Üzerindeki koyu zırh, onun ne kadar sert ve haşin bir hükümdar olduğunu unutturmuyordu. Ama gözleri Lydia’ya döndüğünde, bir anlığına sanki zaman durdu. Kadını baştan ayağa süzdü. Karnına doğru eğilip bir elini hafifçe yerleştirdi.
“Günden güne daha da güzelleşiyorsun,” dedi. “Seninle birlikte büyüyor her şey.”
Lydia dudaklarında bir tebessümle onun elini tuttu. “Sadece içimdeki değil… içinde büyüttüğün adam da değişiyor, Kyrous.”
Kyrous hafifçe başını eğdi, sonra Lydia’nın yanağına bir öpücük kondurdu. Bu öpücük kısa sürdü, ama ardından gelen bakış uzun ve derindi. Kral, onu dudaklarından öptüğünde, öpüşme bir güç gösterisi değil, bir teslimiyet gibiydi. Lydia, bedeninde taşıdığı çocuğun ötesinde, Kyrous’un tutkularının da merkezi olmuştu.
“Hazırlıklar ilerliyor,” dedi Kyrous, sesi yeniden resmiyete bürünerek. “Bu düğün sadece bir tören değil... büyük bir adıma dönüşecek. Gözler üzerimizde.”
Lydia gözlerini kaçırmadı. “Ben o gözleri yönetmeyi biliyorum. Hep bildim.”
Kyrous başını onaylarcasına salladı. “Bu yüzden sana güveniyorum. Azita’nın Radames’le evliliği... dikkatlice yürümeli. Zamanlama önemli.”
Lydia’nın bakışları sertleşti. “Azita, sandığın kadar masum değil.”
Kyrous kaşlarını çattı. “Kardeşimdir.”
Lydia, sesini alçaltarak konuştu. “Biliyorum. Ve bu yüzden her hareketine dikkat etmelisin. Gücümüzün yanında kendi gölgeleri de vardır.”
Kyrous bir an sustu. Lydia’nın söylediklerini yargılamadı ama içten içe tarttı. Onun içinden geçenleri okuyamazdı belki, ama karısının sezgilerine güvenmeyi öğrenmişti. “Radames yeterince güçlü mü, sence?” diye sordu yalnızca.
Lydia hafifçe omuz silkti. “Güçlü ya da değil... mesele o değil. Mesele, Azita’nın orada olması.”
Kyrous daha fazla sorgulamadı. Onun için Lydia’nın her sözü, diğerlerinden daha fazla değer taşırdı.
Kısa bir sessizlikten sonra Lydia, Kyrous’un boynuna uzandı ve onu kendine çekti. “Beni böyle izleme,” dedi fısıltıyla. “Kendimi tahtta değil, ateşte hissediyorum.”
Kyrous hafifçe gülümsedi, nadir bir yumuşaklıkla. “Ateşi yalnızca izlemem. Ona sahip olurum.”
Bu sözlerle onu yeniden öptü; öpüşme bu kez daha yoğun, daha sahipleniciydi. Kral ve kraliçe, saray entrikalarının arasında, kendi tutkularında yan yana duruyorlardı.
Sarayın avlusunda gün boyunca düğün hazırlıkları sürdü. Duvarlar altın yaldızlarla süsleniyor, misafir listeleri dikkatle gözden geçiriliyordu. Azita ise, kendi düğünü için hazırlanan bu sarayda, uzak bir odada sessizliğe gömülmüş gibiydi.
Lydia, her şeyi kontrol altında tutuyordu. Hizmetkârlar onun talimatlarını kutsal emirler gibi yerine getiriyordu. Çünkü bu düğün sadece bir evlilik değil, Lydia’nın kudretinin resmi ilanıydı.
Akşam, Kyrous ve Lydia sarayın özel terasında baş başa yemek yediler. Gümüş tepsiler, nar dolu kadehler, ipek örtüler... Her şey görkemliydi ama gecenin en ışıltılı parçası, Lydia’nın gözlerindeki güç ve Kyrous’un ona duyduğu açlıktı.
Kyrous, kadına doğru eğildi. “Sana bakınca hiçbir şey unutmuyorum. Daha çok hatırlıyorum: neden tahta oturduğumu, neden hâlâ savaştığımı.”
Lydia hafifçe başını eğdi. “Ve ben, neden seni seçtiğimi…”
Kyrous gülümsedi, az önceki ciddiyetini unutmadan. “Sana taç değil, kendimi verdim.”
Gece ilerlerken Lydia balkonuna çıktı. Karnını okşadı. Uzakta, Azita’nın kaldığı odanın ışığı hâlâ yanıyordu. Kadın gözlerini kıstı.
“Sessizliği seçtin Azita,” dedi kendi kendine. “Ama sessizlik bile sarayda yankı bulur. Düğünler yapılır, kraliçeler doğurur. Sen ise, bir hatıra gibi silinirsin.”
Bir ay geçti. Sarayda düğün hazırlıkları son sürat devam ediyordu. Her köşe, her oda, her taş adeta bu büyük gün için süslenmişti. Ama her şeyin ötesinde, en çok dikkat çeken şey, Lydianın belirginleşen hamileliğiydi. Karnı her geçen gün büyüyor, sarayın her odasında onun bu yeni rolü, hem ona hem de çevresine güçlü bir hatırlatma gibiydi.
Kyrous, Lydia'nın hamileliğine hala alışamadığını hissediyordu. Ama bu kez, hamilelik, onlara sadece yeni bir gelecek değil, aynı zamanda yeni bir güç sunuyordu. Bir tahtın ardında yükselen bir güç vardı ve bu güç, yalnızca Kyrous’un değil, Lydia'nın da hükmüydü.
Düğün gününe az kalmıştı ve her şey mükemmel olmalıydı. Lydia, sarayın içindeki her ayrıntıyı kontrol ediyor, tüm hazırlıkları gözleriyle takip ediyordu. Çünkü bu, sadece bir evlilik değil, aynı zamanda tüm imparatorluğun geleceği için bir başlangıçtı. Azita'nın sonrasında saraydan ayrılması da bu hikâyede son bir adım olacaktı.
Lydia, sarayın terasında yürürken, geceye doğru eğilmiş olan ay ışığı her yerin altın rengiyle aydınlatıyordu. Kadın, yavaşça ellerini karnına koyarak derin bir nefes aldı. Her şeyin mükemmel gitmesi gerekiyordu. Kendisini o kadar güçlü hissediyordu ki, kalbinin her atışı imparatorluğun temel taşlarını sanki yeniden inşa ediyordu.
O sırada, kapı arkasından tıklatıldı. "Gir," dedi Lydia, sesi her zamanki gibi net ve belirgin.
Kyrous içeri girdi, soğuk havası ve sağlam adımları sarayı sardı. Yavaşça Lydia'ya doğru yürüdü ve yanında taşıdığı ağır zırhın gürültüsü odada yankılandı.
"Her şey yolunda mı?" diye sordu Kyrous, gözleri kadının karnına kayarken. Kendisini yavaşça yakın bir mesafeye getirdi.
Lydia, ona biraz olsun gülümseyerek baktı. "Evet, her şey yolunda," dedi, ama sesi biraz daha derindi. "Ancak, bu sadece bizim değil, tüm imparatorluğun yolunda gideceği bir dönem."
Kyrous, Lydia’ya bakarken onun duruşundaki sarsılmaz kararlılığı fark etti. Kadının içinde taşıdığı yalnızca bir çocuk değildi; aynı zamanda kudret, irade ve gelecekti. Gözleri, bir an için yumuşadı ama sesi hâlâ o tanıdık otoriteyi taşıyordu.
“Bu sarayda herkes senin hamileliğini konuşuyor,” dedi. “Ama kimse senin aslında neler taşıdığını bilmiyor.”
Lydia, gözlerini ondan ayırmadan karşılık verdi. “Taşıdığım şey yalnızca kan değil, kader. Bu çocuk, bizim hükmümüzün yankısı olacak.”
Kyrous yaklaşarak yüzünü kadının boynuna doğru eğdi, sonra kulağına doğru alçak bir sesle konuştu. “Bir imparatorluk kuruyorum, Lydia. Ama seninle birlikte, ona ruh veriyorum.”
Lydia hafifçe gülümsedi. “Taht senin olabilir, ama onu ben taşırım.”
Kyrous bu sözlere karşılık vermedi. Sadece ona baktı — hayranlıkla, ama hâlâ sertliğini kaybetmeden. Gözlerinde bir hükümdarın bakışı vardı, ama içinde yalnızca Lydia’ya ait olan bir parıltı da.
Azita’nın düğünü, imparatorluk tarihine kazınacak denli görkemliydi. Pers hanedanlığının kadim gelenekleri, bu törende yeniden can buldu. Sarayın en büyük avlusu, gece boyunca süren hazırlıklarla baştan aşağıya dönüştürüldü. Zemin, zümrüt yeşili halılarla kaplandı; sütunlara sarılı altın işlemeli ipek kumaşlar, rüzgârda ağır ağır dalgalanıyordu.
Gökyüzü yıldızlarla doluydu, ama gözler yeryüzündeki ihtişama kilitlenmişti. Törenin başında, Azita uzun bir işlemeli örtünün altında, mücevherlerle bezenmiş geleneksel gelinlik içinde yürüdü. Başındaki taç, antik kraliyet soyunun simgesi olan çift başlı kartal motifini taşıyordu. Her adımında yere atılan safran çiçekleri, hem bereketin hem de yeni başlangıçların habercisiydi.
Radames, siyah ve altın zırhı içinde onu bekliyordu. İki hükümdar soyunun birleşmesi, yalnızca bir evlilik değil; bir ittifak, bir güç dengesi demekti. Töreni yöneten başrahip, göğe çevirdiği elleriyle antik dualar okudu. Ardından çiftin elleri kırmızı ipek bir bağla birleştirildi — bu, Persler’de kaderin düğümüdür: bir kez atıldığında ancak ölümle çözülür.
Törenin sonunda, altın kadehlerde nar şarabı sunuldu. Nar, Pers kültüründe bereketin, sadakatin ve tutkunun sembolüydü. Kalabalık susmuştu; yalnızca şarap döküldüğünde çıkan tok ses duyuluyordu.
Düğün sona erdiğinde, Azita'nın gözleri bir an için Lydia’nın penceresine çevrildi. O pencerede hiçbir gölge yoktu. Ne bir bakış, ne bir veda. Sadece sessizlik. Ve belki de, bu sessizlik en gür ses olmuştu.
Sonraki gün, Azita ve Radames, imparatorluktan ayrıldılar. Radames’in ülkesine doğru yola çıktılar. Gittikleri yerde onları bambaşka gelenekler, yabancı bir saray, farklı tanrılar ve yeni bir kader bekliyordu. Orada yapılacak ikinci tören, o toprağın kültürüne göre sessizce gerçekleşecekti.
Ama bu saray için, Azita artık yoktu.
Sarayın gölgelerinde bir dönem sessizce kapandı.
Azita'nın ardından ağır kapılar kapanırken, saray artık onun adını bile anmaz olmuştu. Bir zamanlar entrikaların merkezinde duran kadın, şimdi geçmişin tozlu raflarında yerini almıştı. Onun gidişi, yalnızca bir düşmanın değil, bir devrin sonuydu.
Lydia, terastan yıldızlarla dolu gökyüzünü izliyordu. Karnı artık saklanamayacak kadar büyümüş, sadece bir çocuk değil, bir çağ taşıyordu içinde. Arkasında yaklaşan ayak seslerini tanıdı.
Kyrous, ağır adımlarla yanına geldi. Sert ifadesi yüzünde hâlâ duruyordu, ama Lydia’ya baktığında, gözlerinde yalnızca ona ait bir yumuşaklık vardı. Elini kadının beline uzattı; koruyucuydu, ama aynı zamanda eşitti. "Azita gitti," dedi, sesi kısa ve net. "Geriye sadece biz kaldık."
Lydia, gözlerini gökten ayırmadan konuştu: “Hayır. Biz kalmadık. Biz doğuyoruz. Her şey şimdi başlıyor.”
Kyrous, ona döndü. "Düğünümüz, sadece bir tören değil. Bu, imparatorluğun yeniden doğuşu."
Ve Lydia, onun gözlerine bakarak gülümsedi: "Tahtı birlikte kurduk, Kyrous. Ama imparatorluğu ben büyütüyorum."
O gece saray, altın ve gümüş ışıklarla aydınlandı. Antik Pers İmparatorluğu'nun ihtişamını taşıyan düğün hazırlıkları, adeta tarih yazmak üzereydi. Duvarlardaki işlemeler, ipek örtüler, atlı birliklerin dizilişi... Hepsi yeni bir hanedanın doğuşuna tanıklık etmeye hazırdı.
Lydia ve Kyrous, artık sadece kral ve kraliçe değil, birbirine sırtını dayayan iki kudretli ruhtu. İçlerindeki ateş, entrikaları yakmış; yerini, hükmetmeye hazır bir ortaklığa bırakmıştı.
Azita ise artık sadece bir gölgeydi. Unutulmaya yüz tutmuş bir geçmiş. Sarayın taşları, onun adımlarını çoktan unutmuştu bile.
Ve sabah doğarken, Lydia taht odasında ayakta duruyordu. Karnındaki çocuğa dokundu. Bir imparatorluğun nabzı, artık onun içindeydi.
Yeni bir çağ başlamıştı.
FAZLA ENTRİKALI OLAMADI BİRAZ ÜZÜLDÜĞÜM BİR BÖLÜM OLDU .KARAKTERLERİMİ HİKAYEDEN ÇIKARTIRKEN İYİ VEYA KÖTÜ OLMALARINDAN ÇOK GİDİŞLERİ ÜZÜYOR .AZİTANI HİKAYESİ BU KADAR BAKALIM BUNDAN SONRA BİZİ NELER BEKLİYOR.İÇİM BURU SON BÖLÜMLERİMİZ 30.BÖLÜM FİNAL HEPİNİZİ ÇOK SEVİYORUM İYİ OKUMALAR .

AZİTA VE LYDİA HATIRLATMASI
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.97k Okunma |
348 Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |