26. Bölüm
RedVelvet7781 / PERS KRALLIĞI / BÖLÜM 25 : BİR İMPARATORLUĞUN KALBİ

BÖLÜM 25 : BİR İMPARATORLUĞUN KALBİ

RedVelvet7781
redvelvet7781

 

UZUN SÜREDİR BÖLÜM YAZAMIYORDUM MAALESEF AMA KIZMAYIN LÜTFENNNN ÇÜNKÜSON BÖLÜMLERE GELDİĞİMİZ İÇİN HEM YAZMASI ZOR HEM DE VAKİT AYIRMASI ZOR OLUYOR .UMARIM BEĞENİRSİNİZ....

 

Sarayın gölgelerinde bir dönem sessizce kapandı.

Azita'nın ardından ağır kapılar kapanırken, saray artık onun adını bile anmaz olmuştu. Bir zamanlar entrikaların merkezinde duran kadın, şimdi geçmişin tozlu raflarında yerini almıştı. Onun gidişi yalnızca bir düşmanın değil, bir devrin sonuydu. O devrin yerine yeni bir dönem doğuyordu—benim dönemim.

Terasta yıldızlara bakarken, içimde büyüyen yalnızca bir çocuk değildi. İçimde bir çağ büyüyordu. Karnım artık saklanamaz hâle gelmişti, her adımda bedenimle birlikte kaderim de değişiyordu. Arkadan gelen ağır ayak seslerini tanıdım.

Kyrous.

Sertliğini hiçbir zaman arkasında bırakmaz, ama bana bakarken gözlerindeki yumuşaklık, başka hiçbir erkeğin taşıyamayacağı kadar derindi. Belime uzanan elinde hâlâ savaşın dokusu vardı, ama tenime değdiğinde yalnızca koruyucuydu.

"Azita gitti," dedi. Sesi kısaydı, netti. “Geriye sadece biz kaldık.”

Gözlerimi gökyüzünden ayırmadan cevap verdim. “Hayır. Biz kalmadık. Biz doğuyoruz. Her şey şimdi başlıyor.”

Ve Kyrous’un dudaklarından dökülen o cümle tarihin taşlarına işlenecek kadar keskindi:
“Düğünümüz, sadece bir tören değil. Bu, imparatorluğun yeniden doğuşu.”

O gece saray, altın ve gümüş ışıklarla aydınlandı. Antik Pers İmparatorluğu'nun tüm ihtişamı, duvar işlemelerinde, ipek örtülerde, dizilmiş atlı birliklerde hayat bulmuştu. Artık sadece kral ve kraliçe değil, birbirine sırtını dayayan iki kudretli ruhtuk. İçimizdeki ateş, entrikaları yakmış; yerini hükmetmeye hazır bir ortaklığa bırakmıştı.

Ve sabah doğduğunda, taht odasında yalnızdım. Karnımı okşadım. İçimde taşıdığım yalnızca bir çocuk değil, bir gelecekti. Yeni bir çağ başlamıştı.

Aylar geçti. Saray değişti.

Geceleri fenerlerle aydınlanan koridorlar, sabahları yankılanan adımlarla bana ait olmaya başladı. Her emir, her fısıltı, her korku… artık Lydia’nın adıyla yankılanıyordu. Çünkü ben yalnızca kraliçe değildim artık; ben bir ana, bir hükümdar ve bir kaderdim.

Doğumum sancılı geçti. Hem bedenim, hem ruhum delindi. Ama ben acının içinden geçmeyi öğrendim. O acı bana yakıştı. Tıpkı altın gibi, ben de ateşte şekillendim. Ve sonra, bir çığlık yükseldi. İmparatorluğun yeni sesi.

Bir erkek çocuk. Gözleri babasına benziyor, ama bakışlarında ben vardım. İlk kez kucağıma aldığımda, içimde büyüyen sıcaklığı tarif edemem. Adını ben verdim: Zarvan.
Zamanın Efendisi.

O şimdi benim göğsümde uyurken, Kyrous geceleri yanıma sokuluyor. Sertliğiyle anılan adamım, bana dokunduğunda yumuşuyor. Bir gece, ay ışığında boynuma eğildi, fısıldadı:
“İkimizin eserisin. Ama seni gördükçe, kim olduğumu unutuyorum.”

Ben gülümsedim. “Unutma. Çünkü kim olduğunu unutursan, kim olduğumu da unutursun.”

Zarvan’ı beşiğinde izlerken bir yandan da sarayı yönetmeye devam ettim. Artık beni "Kraliçe Ana" diye anıyorlardı. Ama ben o unvandan daha fazlasıydım. Oğlumun her nefes alışında, bir imparatorluk yeniden doğuyordu.

Kyrous büyük bir doğu seferine hazırlanıyordu. Saray zırhın sesleriyle dolmuştu. Zırh ustaları, harita çizen kâtipler, savaşçılar… herkes görev başındaydı. Ama Kyrous’un gözleri yalnızca bize dönüktü.

Zarvan’ı omzuma almışken, ona dedim: “Elveda zamanı değil henüz.”

Yaklaştı. “Gözlerine bakmadan gitmek mi? Delilik olurdu.”
Zarvan’a eğildi. “Benden güçlü olacak.”
Ben tamamladım: “Benden de akıllı olacak.”

“İmparatorluk senden doğdu, Lydia,” dedi Kyrous. “Seni arkama değil, önümde taşıyorum.”

Onu uğurlarken, herkes önünde diz çöktü. Ama o sadece bana baktı. Ne orduya, ne halka… yalnızca bana. O an, bütün saray sustu.

Kyrous’un gidişiyle birlikte sarayda yeni bir sessizlik oluştu. Ama yalnızlık beni hiç korkutmadı. Ben yalnız kaldığımda parlayan bir yıldızdım.

Ancak sarayın sessizliği, fısıltılarla bozuldu. Prens Ariash. Batı Divanı’nın hırslı lordu. Kyrous’un yokluğunu fırsat bilerek güç kazanmaya çalışıyordu. Bazı muhafız komutanları onunla gizlice görüşmeye başlamıştı bile.

Paniklemedim. Gözlemledim. Her tehdit, benim için bir oyundu. Ve bu sarayda oyunun kurallarını ben yazardım.

Başdanışmanım Nerin’i çağırdım. “Ariash açık oynamaz,” dedim. “Biz de oynamayacağız. Onu gücümüzle değil, kibriyle yutacağız.”

Ziyafet düzenledim. Saray, mor ve altınla süslendi. Ariash geldi. “Kyrous’un yokluğunda saray ışığını sizden alıyor,” dedi. Ama gözleri tahtı arıyordu.

Gülümsedim. “Taht boş değil. Zarvan konuşmuyor olabilir ama onun damarlarında hüküm çoktan dolaşmaya başladı.”

Bu söz, salona gölge gibi yayıldı. Herkes anladı: Bu saray, bir çocuğun sessizliğinde bile yön bulurdu — eğer o çocuk Lydia'nın oğluysa.

Ardından istihbarat ağıma emir verdim. Ariash’ın yazışmaları, görüşmeleri, planları izlendi. Üç gün sonra elime belgeler ulaştı. Kyrous’un yokluğunda başkent muhafızları komutanına altın teklif etmişti. Planı açıktı: Saraya hâkim olmak.

Muhafız komutanını çağırttım. Cezalandırmadım.
“Seni burada tutacağım. Ama sadakatin, unvanla değil… oğlumla ölçülecek,” dedim.

Ariash’ı tekrar huzuruma aldım. Önüne bir belge bıraktım.
“Kyrous’un dönüşünde sunacağın sadakat beyannamesi. Hazır. Ya bunu imzalarsın… ya da tarihten silinirsin.”

Boyun eğdi. Sessizce gitti. Ve ben kazandım.

Zarvan geceleri beşiğinde uyurken, onun kalp atışlarıyla sarayın duvarları nefes alıyor gibi hissediyorum. Her sabah taht odasına gidiyorum. Tahta oturmuyorum. Yanında yürüyorum. Oğlumun ilk adımları, bir imparatorluğun ilk titreşimleri olacak.

Ve sonra o gün geldi.

Kapılar açıldı. Zırhlar parladı. Atların nalları taşa vurdu.
Kyrous dönüyordu.

Savaş kazanılmıştı. Ama ondan daha değerli bir şey vardı: Saray hâlâ onun hükmündeydi. Sarayın taşlarında onun adı yankılanıyordu. Ama gölgelerinde hâlâ benim adım fısıldanıyordu.

Taht odasında yalnız kaldık. Zarvan’ı ona uzattım.
“Hiçbir şey sessiz geçmedi,” dedim. “O her sabah seni çağırdı.”

Kyrous oğluna baktı. Gözleri doldu. Ve sonra…
“...Ba…ba…”
Zarvan konuştu.

Sadece bir kelime. Ama Kyrous’un tüm benliği o anda parçalandı.
“Beni tanıyor,” dedi. “Bu ses, kılıç sesinden daha keskin.”

Gece, onunla pencere önünde durduk. “Senden sonra eksiksiz oldum,” dedi bana.
Ben yanıtladım: “Sana bir imparator verdim.”

O gece, dudakları savaş değil, ev kokuyordu. Dönen bir adamın, dövüşmeyen kalbinin kokusu.

Sabah olduğunda, taht odasında birlikteydik. Zarvan beşiğinde, ben Lydia, yine Lydia ama artık daha fazlası.

Saray beni hâlâ “kraliçe” diye çağırıyor.

Ama ben artık bir taç değilim.
Ben, bir soyun anasıyım.
Ve o soy, tarihe Lydia’nın adıyla geçecek.

 

BU BÖLÜM DE LYDİA 'NIN NE KAAR ÇOK GÜÇLENDİĞİNİ VE SARAY YÖNETİMİN DE Kİ ETKİSİNİN NE KADAR ARTTIĞINI GÖSTERMEK İSTEDİM.BEBEĞİMİZ GÖZLERİMİZİN ÖNÜNDE BÜYÜYOR .BİR DAHA Kİ BÖLÜM DE GÖRÜŞMEK ÜZERE VOTE VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN LÜTFENNN.....

 

LYDİANIN HAMİLE HALİ

 

 

KÜÇÜK PRENSİMİZ ZARVAN

 

BABA VE OĞUL ❤️❤️

Bölüm : 23.06.2025 13:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...