
UZUN ZAMAN OLDU . HAYAT KOŞUŞTURMASINDAN MAALESEF FIRSAT BULAMADIM AMA İŞTE YENİ BÖLÜM SİZLERLEEE UMARIM BEĞENİRSİNİZ...❤️❤️❤️
Zarvan’ın avuçları, minik bir serçenin kanat çırpışı gibi titriyordu parmaklarımın arasında. Koridorun altın işlemeli duvarları, onun kararsız adımlarına tanık olmak için sessizce bekler gibiydi. Ayaklarının altındaki halı, tökezleyişlerini yumuşatıyor, ama ben her sendeleyişinde kalbimle birlikte nefesimi de tutuyordum.
“Bir… iki… aferin oğlum…” dedim fısıltıyla, sanki yüksek sesle konuşsam bu büyülü anı bozacakmışım gibi.
İlk adımı attığında, gözlerimdeki yaşa engel olamadım. Minik bedeninin bütün gücünü o küçücük adımda toplaması… Onun için belki basit, benim için ise bir zaferdi. Kollarımı açtım. Zarvan bana doğru güldü, ama ikinci adımda dengesini kaybetti.
O sırada koridorun ucunda Kyrous belirdi. Siyah kaftanı, sert omuzları… Beni izliyordu. Gözleri oğluna odaklanmıştı, yüzünde belli belirsiz bir gurur kıvılcımı vardı. Ama bana bakmadı. Onun gözlerinde artık eskiden gördüğüm yumuşaklık değil, sanki yalnızca değerlendiren, ölçüp biçen bir kralın bakışı vardı.
Aylar su gibi aktı. Zarvan, bir zamanlar kollarımda uyuyan o narin bebek olmaktan çıkıp, meraklı bir çocuk oldu. Elinde ahşap bir kılıçla sarayın bahçesinde koşuyor, hizmetlileri sorulara boğuyordu. Onun enerjisine yetişmek için nefesim yetmez olmuştu. Ama her gece, başını dizlerime koyduğunda hâlâ aynı bebekti.
Derken kucağıma ikinci yavrum geldi; kızım. Doğduğunda Kyrous, onu kollarına alıp uzun uzun baktı, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. “Tahtın geleceği sağlamlaşıyor,” dedi. O an içimde bir şey kırıldı. Bir baba değil, bir hükümdar konuşuyordu.
Yıllar birbirini kovaladı. Üçüncü çocuğum, bir oğlan daha dünyaya geldi. Saray çocuk sesleriyle doldu ama Kyrous’un ses tonu gittikçe sertleşti. Artık bana emir verir gibi konuşuyor, sarayın kararlarını bana sormadan alıyordu.
Bazen, sessiz gecelerde, yatağımın kenarında otururken, onun bana bir zamanlar nasıl baktığını hatırlamaya çalışıyorum. O bakış artık yok. Yerini soğuk, ölçülü ve ağır bir sessizlik aldı.
Ve ben biliyorum… Kyrous artık bana değil, yalnızca tahtına bakıyor.
Her yeni yeri fethettiğinde, sanki kana susamış bir hayvan gibi başka bir yere koşuyordu. Tüm dünyanın ona ait olmasını, tüm dünyayı yönetmeyi istemesi, günden güne ruhunu ele geçiriyordu. Çocuklar çok hızlı büyüyordu, ben ise gittikçe yaşlanıyordum. En büyük oğlum Zarvan, çoktan on altı yaşına gelmişti.
Kyrous’un uzun zamandır benimle aynı yatağa bile girmek istememesi, beni içten içe yıpratırken; ölüm, sevdiklerimi birer birer alarak bana daha da ızdırap veriyordu.
Şüphelendiğim o kadar çok şey vardı ki, içimde tutmakta zorlanıyordum.
Kyrous’un en küçük kız kardeşi Gohar, artık evliydi ve çocukları vardı. Bir zamanlar genç bir kızken, şimdi yetişkin bir kadın, hatta bir anne olmuştu. Bu yolda en büyük yardımcılarımdan biriydi.
Onu saraya davet ettiğimde elbette hemen gelmişti. Annemin hastalığı ilerlediği için, onunla dertleşmek onu üzmek demekti. Ablam ise Akad Krallığı’ndan buraya gelmek istese bile bu yolculuk çok uzun sürerdi.
Gohar’ın saraya girdiği haberi verilince arka bahçeye gittim. Kyrous, artık “yasaklı bahçe”ye, ben de dahil, kimsenin girmesine izin vermiyordu. Eskiden yalnızca ben girebilirdim, ama artık ben de giremiyorum. Bu beni daha da üzüyor. Yaşlanmak mı bu kadar çok yoruyor, yoksa yaşadıklarımın yükü mü, bilemiyorum. Ama attığım her adımda, sırtımda saplı duran hançerlerin acısını hâlâ hissedebiliyorum.
Ben düşünceler içinde acıyla kıvranırken, Gohar’ın tatlı parmaklarının omzumdaki hafif hareketiyle kendime geldim.
Yüzünde her zamanki yumuşak gülümseme vardı, ama benim yüzümdeki gölgeyi fark ettiğinde, gülüşü soldu.
“Elimi tut,” dedim. Sesim istemsizce titremişti.
Beni bahçenin en sakin köşesine, gür yapraklı servi ağaçlarının altına kadar götürdü. Kimsenin bizi duyamayacağından emin olunca fısıldadım:
“Gohar… Sana anlatmam gereken çok ağır bir şey var.”
Gözlerimden kaçmadı; bakışları sertleşti, endişesi artmıştı. “Ne oldu?” dedi kısık bir sesle.
Derin bir nefes aldım, kelimeler boğazımda taş gibi oturuyordu.
“Kyrous… Bir süredir garip davranıyor. Benimle konuşmuyor, gözlerimin içine bakmıyor. Ve…” duraksadım, yutkundum, “…ve onun başka bir kadınla olduğu söyleniyor. Yalnızca bu değil… Yakında onu saraya getirecekmiş. Kuma olarak.”
Gohar’ın yüzünde bir anlık donukluk, sonra öfke belirdi. “Bunu kim söyledi sana?”
“Adını veremem. Ama duyduğum kişi yalan söylemez. Zaten Kyrous’un tavırları… her şeyi ele veriyor.”
Gohar başını iki yana salladı, “Bu… bu delilik. Sen tahtın kraliçesisin, bu sana yapılacak en büyük hakaret.”
“Elbette öyle,” dedim, sesim hiddetle titriyordu. “Ama Kyrous artık bana âşık olan adam değil. O artık yalnızca gücüne âşık bir kral. Yeni topraklar fethetmek, yeni isimler, yeni yüzler… ve ben… ben onun gözünde artık yalnızca eski bir hikâyeyim.”
Gohar elimi sıktı. “Bunu ona asla kolayca yapmasına izin verme. Sana karşı hamle yapacaksa, sen ondan önce hamle yapmalısın.”
Bir an sustuk. Bahçede rüzgâr yaprakların arasından geçerken, içimdeki öfke, o rüzgârdan bile keskin bir şekilde esiyordu.
“O kadını saraya getirmesine izin verirsem,” dedim sessizce, “bütün krallık benim düşüşümü izler.”
Gohar, gözlerime bakarak fısıldadı:
“O zaman düşmeyeceksin, Lydia. Onu sen durduracaksın.”
İlk kez, zihnimde bir kıvılcım yanmıştı.
“Onu durdurmalıyım.”
Bu cümleyi dudaklarımın arasından çıkarırken, sanki gökyüzünde ağır bir bulut yarılmış gibi hissettim. Uzun zamandır kendime itiraf etmekten kaçındığım bir düşünceydi bu. Ama artık geri dönüş yoktu.
Kyrous, kendi hırsının peşinde koşarken, fark etmeden kendi sonunu da hazırlayacaktı. Ve ben… yalnızca bu yolu açacaktım.
---------------------------------------------------------------------------
Bazen, gecenin en sessiz saatinde, sarayın taş duvarlarından gelen uğultulara kulak veririm. Rüzgâr mı, yoksa fısıltılar mı… ayırt edemem. Ama bilirim ki, bu sarayda hiçbir ses tesadüf değildir. Hele ki fısıltılar… onlar her zaman bir yerlere varır.
Son günlerde bu fısıltılar daha sert, daha keskin. Çoğu, Kyrous’un yeni sefer hazırlıklarından, fethedilen topraklardan bahsediyor. Ama bazıları… bazıları doğrudan benim kalbime saplanıyor.
“Kraliçe’nin tahtı sarsılacakmış…”
“Beyaz tenli, kara saçlı bir kadın, uzak diyardan geliyor…”
“Kyrous, gözdesini saraya alacakmış…”
İlk başta duymazdan geldim. Saray, söylentilerle beslenir. Bir gün biri beni öven bir masal anlatır, ertesi gün aynı dil, başımı kesmeye heveslenir. Ama bu kez, söylentilerin kökü çok derinlerdeydi. Gözlerimle görmemiştim, ama içimdeki o tanıdık sıkıntı… beni hiç yanıltmaz.
Kyrous’un bana bakışı artık başka. Bir zamanlar gözlerinde, savaş meydanlarını unutturacak bir sıcaklık vardı. Şimdi yalnızca değerlendiren, hesap yapan, hükmeden bir bakış var. Bana değil, bir ordu komutanına bakar gibi bakıyor.
Onun değiştiğini ilk ne zaman fark ettim, hatırlamıyorum. Belki yeni topraklar fethettikçe gözleri daha çok parladı. Belki her zaferle birlikte içindeki o bitmeyen açlık büyüdü. Şimdi ise… her yeni fetih, onu bir adım daha benden uzaklaştırıyor.
Her yeni yeri aldıktan sonra, sanki kana susamış bir hayvan gibi başka bir toprak için yola çıkıyor. Tüm dünyanın ona ait olmasını istiyor. Tüm dünyayı yönetme fikri, günden güne ruhunu kemiriyor.
O gece odamda tek başıma otururken, ateşin çıtırtısını dinliyordum. Gölgeler duvarlarda dans ediyor, her biri bana başka bir hikâye anlatıyordu. Kendime şu soruyu sordum:
“Onu hâlâ seviyor muyum?”
Cevap… acıydı. Sevgi, içten içe yıpranmıştı. Yerini korku, öfke ve kararlılık alıyordu.
Ben bu saraya bir kralın eşi olarak girdim. Ama bu duvarlar bana öğretti ki, burada kraliçe olmak, bir adamın sevgisine değil, hayatta kalma becerine bağlıdır. Ve hayatta kalmak için bazen… sevdiğini bile feda etmen gerekir.
-----------------------------------------------------------
---------
O gece uyumadım. Yatakta değil, çalışma odamdaki büyük haritanın başında durdum. Gözlerim, fethedilmiş toprakların sınırlarında gezindi. Sonra daha uzağa, daha kuzeye kaydı. Orada… savaş hikâyelerinden tanıdığım bir kraliçe vardı: Tomris. Güçlü, inatçı ve oğluna düşkün.
Bir düşünce zihnime düştü. Tomris’in oğluna dokunmak, Kyrous için bir zaferin başlangıcı olabilirdi. Ama aynı zamanda… sonunun da başlangıcı.
Henüz hiçbir şey söylemedim. Ama bu gece, ilk taş yerinden oynadı.Ve ben, sabırla, doğru anı bekleyeceğim.
AYYY ÇOK HEYECANLIYIM KİTAP BİTMEK ÜZERE 4 BÖLÜM KALDI VE TAM İSTEDİĞİM GİBİ KADIN GÜCÜ ODAKLI .BAKALIM NELER OLUCAKKKK .VOTE VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN .SİZLERİ SEVİYORUMMMM ❤️❤️❤️❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.97k Okunma |
348 Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |