10. Bölüm

Bölüm 10- Kömür Gözlü Adam

R. Gaye Önel
rgayeonel

 

BÖLÜM 10

 

KÖMÜR GÖZLÜ ADAM

"Bunu o kadar uzun süredir bekliyorum ki."

Aram'ın uzun güzel kirpikleri kapanınca parmaklarımla onlara dokunuyorum. Yumuşacık, gür ve okşanası güzel gözleri var. Gerçi gözlerini açınca daha memnun oluyorum çünkü o karanlık obsidiyen irislerinin yüzeyinde kendimle karışık arzuyu görüyorum.

"Güzel kokuyorsun."

Şimdi başını parmaklarımın arasından çekiyor, yüzünü indirerek burnunu boynuma sürtüyor. Teninin nasıl buz gibi olduğunu merak ederken boynumdaki tüm tüyler dikleniyor. Sobaya rağmen nasıl bu kadar soğuk? Yoksa yanıma gelmeden önce dışarıda mıydı?

Hırkamı omzundan aşağı kaydırırken parmaklarının tenimde dokunduğu noktalar bir bir yanıyor sanki. Ne kadar süredir bunu yapmak istediğini merak eder halde gülümsüyorum. Çıplak kolumdaki parmakları öyle özlem dolu hareket ediyor ki bir ömrü beni okşamayı düşünerek geçirmiş gibi.

Eliyle boynumu kaplayan koyu kahve saçlarımı omzumun gerisine atıyor Aram. Ben de ona dokunmak istiyorum ama beni saran dokunuşları öyle rahat hissettiriyor ki onu sevemiyorum bile. O an sadece sevilmek istiyorum.

Sonra birden tenimi süpüren güzel parmaklar duruveriyor. Arkamızdan birinin geldiğini duyunca gözlerimi kocaman açıyorum. Gelen Burak. Gözlerinden ateş çıkarabilse çıkaracak.

"Demek buradasın. Tüm İstanbul'u aradım."

Sersemlemiş halde Aram'ın arkasına saklanıyorum. İçimde öyle boktan bir his geziniyor ki neredeyse kusacağım.

"Bana temiz kız rolleri kesiyorken," diyor öfkeyle. Yüzü kızarmış, altın sarısı saçları darmadağın halde öfkeli bir kaplan gibi. "Ama onunla sarmaş dolaşsın öyle mi? Aylardır sana adam akıllı dokunamadım bile ama elin herifinin seni öpmesine izin veriyorsun." Üstümüze atılıp Aram'ı omuzlarından kavrıyor.

"Ona dokunmak benim hakkım, kaybol buradan."

Aram hiçbir söylemeyince dehşete düşüyorum. Ona beni koru dercesine çaresizce bakıyorum.

Ben neden Aram ona bir şey demiyor diye merak ederken Aram elini pantolonunun arkasına atıyor. Sonra da siyah ağır bir tabancayı çıkarıp Burak'ın sarı kâküllerinin üzerine bastırıyor. "Ne diyordun bir daha de," diyor sakince.

"Beni öldürsen bile o yine de benim."

Burak, Aram'a rağmen bana ulaşmaya çalışınca silah patlıyor.

Keskin bir çınlama iki kulağımı da sağır ederken ellerimle kulaklarımı kapatıp yere çöküyorum ama yalnız değilim, Burak da devriliyor yere. Mavi gözleri her zamankinden daha açık şimdi. Alnında kocaman kırmızı bir delik var, çevresinden siyah parçalar düşüyor. Sanki delik kendi kendine yanıyor gibi. Çığlığı basıyorum, ona ulaşmaya çalışınca Aram beni geriye çekiyor.

"Buraakk!"

Burak yanıt vermeyince öldüğünü anlıyorum ama sonra bir anda dudakları aralanıyor. Gözlerimi kırpıp yaşları kovalayarak ona doğru emeklemeye başlıyorum. Kanlı başını dizime koyup alnındaki taze deliği sanki bu mümkün olabilirmiş gibi saçlarıyla kapatıyorum. "Buradayım Burak bir şeyin yok." Çınlama hala devam ederken Burak'ın dudakları daha da aralanıyor. Alnından akan külle karışık kanlar gözlerine dolar halde bana bakmaya çalışıyor sanki.

"İyisin bir şeyin yok," diyorum saçını okşarken istemeden kanı her yere dağıtıyorum, öncekinden daha berbat görünüyor ama bilmesine gerek yok.

Burak'ın ağzı açılıyor ve içinden dev şişman bir hamam böceği çıkıyor. Ardından bir tane daha. Çığlığı basıp yerde geri geri sürünmeye başlıyorum, hamam böcekleri ardı ardına ağzından çıkmaya devam ederken aklımı kaçırmışım gibi bağırıyorum.

Aram arkamda bir yerde bana dokununca bağırıp ondan da kaçıyorum. "Beni istemiyor musun?" diyor gözleri donuk bakıyor. Şu anki problemimiz bu mu aptal?

"Senin için yaptığım onca şeyden sonra hem de."

Sağ elinde hala silahını tutuyor. Dengesiz davranıyor, hamamböcekleri şimdi paçalarından ona tırmanıyor. Tüylerim diken diken oluyor. Çevreme bakınıyorum ama kimse yok. Sonra kapı açılıyor ve Ali Abi giriyor içeri.

"Kızı bulmuşlar," diyor sevinçle. Aram bir anda elindeki silahı tekrar pantolonuna sıkıştırıyor. Ali Abi içeri girerken yerde yatan Burak'ı görmüyor bile ama ben hamamböceklerinin duvarlara tırmandığını görebiliyorum.

"Getirin hadi," diyor Ali Abi gür sesiyle koridora doğru. Timur, İlyas ve Erce üçü el ele içeri giriyor. Hepsinin suratında heyecandan neredeyse çatlayan bir çocuğun gülüşü var. Sonra Birsen giriyor içeri elinde kocaman bir mezar taşıyla. Mezar taşını ayaklarımın dibine bırakıp gülmeye başlıyor.

Birsen, "Bulamayacaktık ama bak işte," diyor kolunu taşa dayayıp. Gözlerimi birkaç kez kırpıp eğilerek mezar taşını okumaya çalışıyorum.

Karaca Yıldırım, yazısını görünce nefesim kesiliyor.

Bakışlarım tekrar taşa kaydığında ise işim değişiyor.

Karsu Yıldırım, yazıyor artık.

Taştan uzaklaşmaya çalışırken Birsen bileğimden yakalıyor. "Olmaz kaçamazsın gel," diyor sevecen bir şekilde. "Senin için onu bulduk bak."

Taş büyüyor, dikine doğru uzuyor kısalıyor ve bir kız çocuğuna dönüşüyor.

"Seni bekledim," diyor ufak kız gülümserken. "Çok uzun zaman oldu."

***

Gözlerimi açtım.

Bir an nerede olduğumu anlayamadım. Çevrem öyle karanlıktı ki gece nerede yattığımı bir an hatırlayamadım. Gözlerim karanlığa alışırken üzerimdeki ağırlığı fark ettim. Başımı hareket ettirip karnımda neyin olduğunu çözmeye çalıştım.

Koltukta yatıyordum, Erce de yerde oturuyor kolunu karnıma atmış bir şekilde uyuyakalmış gibi görünüyordu. Soba hala yanıyordu, minik ışığı tavana vururken çevreyi aydınlatıyordu. Daha net görebildiğimde diğer koltukta da Birsen'in yattığını gördüm. Sobanın önündeki tortop kütle ise İlyas'ınkiydi.

Erce'nin kolunu dikkatlice üstümden kaldırırken gördüğüm kâbusun etkisiyle nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum.

O ne berbat, mantıksız bir rüyaydı öyle?

Doğrulunca derin bir nefes aldım. Üçü buradaydı peki diğerleri neredeydi?

Kapı hafifçe açılınca gelene baktım. Timur'du bu. Beni ayakta görünce gözleri direkt Erce'ye kaydı. Sonra tekrar bana baktı. "Neden uyandın?" diye sordu fısıldayarak. Odayı ses çıkarmadan geçmeye özen gösterip yanına gittim. "Kâbus gördüm."

Timur çenesindeki sakalları kaşırken düşünüyormuş gibiydi. Neyi düşündüğünü biliyordum, Aram da söylemişti. Rüyalar, gündüz düşleri... Bunların sık olması iyi değildi. Aklım her geçen saniye daha da karışıyordu.

"Gel çay yaptım."

Mutfağa giderken kapıyı gıcırdamaması için yavaşça arkamdan kapattım. Mutfak minnacıktı. Timur iri yarı bir çocuktu, burada çok da kolayca hareket ettiği söylenemezdi ama yine de ben ufak kare masanın yanındaki tabureye otururken raftan küçük bir çay bardağı alıp çaydanlıktaki suyu içine döktü. Önüme koyduktan sonra tam karşıma oturdu.

Cam bardağın sıcak yüzeyini parmaklarımla sararken, "Diğerleri nerede?" diye sordum.

"Aram nöbette. Ali Abi de odasında." Aram nöbetteydi demek. Gerçi Aram'ı ne yapacaktım ki? Az önce rüyamda onunla nerdeyse öpüşecek olduğum gerçeği tüyler ürperticiydi.

Kafamdaki tüm saçma şeyleri kışkışlayıp bardağı dudaklarıma yaklaştırdım. Sıcacık bir yudum aldığımda kendimi daha iyi hissettim.

"Uyuyakaldığımın farkında bile değilim."

"Bayıldın zaten," dedi Timur kalkıp kendi bardağındaki çayı tazelerken. "Sık bayılır mısın?" Emin değildim. Perihan bayılıyorsam bile belli ki bana söylemiyordu.

"Bilmem."

Yeniden karşıma oturunca beni inceleyen yüzüne baktım.

"Erce ve ben yakın mıydık?" Ben uyurken sahiplenir gibi bana sarılmıştı. Bana değer veriyor olmalıydı.

Timur hüzünle gülümseyince yanlış bir şey söylemiş olabileceğimi düşündüm.

"Senle ben de yakınız. Sen İlyas'la da yakınsın ama evet Erce ve sen kardeşten daha ötesiniz." Çayını içerken artık bana bakmıyordu. Onlarla aramda nasıl bir ilişki olduğunu anlayamıyordum. İnsan, kendisi için böylesi önemli olan insanları unutabilir miydi? Zihin silse bile kalp unutur muydu? Yoksa duyguların oluşmasını sağlayan hatıralar silindiğinde hisleri de beraberinde mi götürüyordu?

"Aram'la da yakın mıydık? Kardeş gibi yani?"

Gözleri yüzüme dönünce bu kez ben bakışlarımı kaçırdım. O aptal rüyayı zihnimden silmek için her şeyi verirdim. Dudaklarının tenimde bıraktığı his öyle sahiciydi ki... Hissettiğim utanç mıydı hayal kırıklığı mıydı emin bile değildim.

"Değildiniz. Birbirinizi sevmezdiniz."

İşte bu beni tuhaf bir şekilde rahatlatmıştı.

"Emin misin?"

Yarısı dolu bardağı elimden bırakıp masaya koydum. "Yani arkamı kolluyor gibi de." Timur bardaktaki çayın tamamını sanki ağzı tenekedenmiş gibi kafasına dikiverdi. Sonrasında ağzından yaşlı amcaların çay içtikten sonra çıkardığı pehh sesini çıkardı.

"Yani bayağı eminim Karsu. Senelerdir ondan nasıl tiksindiğini hemen her gün söylüyorsun." O ismi yine söylemişlerdi. O tuhaf adı duymak düşüncelerimi dağıtıverdi.

"Neden herkes bana Karsu diyor?"

"Adın bu çünkü." Suratıma sanki dünyadaki tek gerçekliği söylemiş gibi ciddi bir ifadeyle bakıyordu.

"Ama değil. Adım Karaca. Bu isimle bir ehliyetim bile var. Kimliğim... Ne bileyim her şeyim var. Adım Karaca. Bu ismi ailem koydular. Biz..." Devamında ne diyeceğimi bilemedim. Ben konuşurken beni sabırla dinlemişti Timur. Sustuğumda da diretmek için hiçbir şey yapmadı.

Dış kapı açılınca nasıl olduğunu anlamadığım bir hızla ayağa kalkıp mutfağı iki adımda geçti. Ona bakarken neredeyse tabureden düşecektim. "Aram'mış," dedi sonra sakince. "Gel dondun dışarıda, sana da çay yapayım. Ben çıkarım." Aram beraberinde buz gibi bir hava taşıyarak içeri girdi. Yanımdan geçerken ellerini yumruk yapıp içlerine üflüyordu. Timur ona çay koyarken ellerini ocağa yakın tuttu. Timur ceketini tezgâhtan alıp nöbeti devralmaya gittiğinde ikimiz kaldık. Aram sırtını pencereye yaslamış bir şekilde iki eliyle tuttuğu çayını yudumluyordu.

"İyi uyudun mu bari?"

Ona baktım. Rüyamdaki gibiydi. Üzerinde siyah deri ceketi vardı. Çıplak omuzlarıma değen soğuk derinin hissiyatını duyumsayınca kirpiklerimi kırptım.

"Neden benimle ilgileniyorsun?"

Çay neredeyse genzine kaçıyordu. Bardağı indirirken hafif hafif öksürdü. "Soruyu anlamadım," dedi ters ters.

"Timur söyledi. Sen beni pek sevmezmişsin." Aram sırıtınca yanaklarındaki iki minik çukur merhaba dedi sanki.

"Sen de bana bayılmazdın."

Tekrar kıymetli çayına döndüğünde neden bu kadar sevimsiz bir herif olduğunu anlamaya çalıştım. Bilerek hiçbir şey anlatmıyordu. Güya aklımı koruyordu ama öğrenmemek de aklımı kaçırmama sebep olacak gibiydi.

"Hiç başım ağrımıyor. Her şeyi anlat bana."

Boşalan bardağı lavabonun içine koydu.

"İyi deneme. Bayıldın, hiçbir şey anlatamam sana." Arkası dönük kıçını tekmelemek istedim.

"Bence sen kötü birisin. Pis bir niyetin var senin. Gizli bir şey peşindesin sen."

Aram tekrar önüne dönerken yine o iki gamzeyi gördüm. Ağzı neredeyse kulaklarındayken eliyle simsiyah parlayan saçlarını düzeltti.

"Çok pis niyetliyimdir. Peki söyle bakalım, peşinde olduğum şey ne?"

Kollarımı göğsümde kavuşturdum. Bakışları hırkamın yakasına takılınca bu kez sırıtan ben oldum.

"Bence sen takıntılı falansın. Bana taktın. Ondan karşıma çıkıp durdun. En sonunda da yapacağını yaptın işte." Aram sırtı hala tezgâhtayken öne doğru eğildi. Kömür karası gözleri gözlerime değerken kokusu burnuma çarptı.

"Sana taksaydım sevgili olurduk. Şu andan bahsetmiyorum, önceyi diyorum. Sen ve ben," dedi parmaklarıyla bizi işaret ederken. "Yeryüzündeki son kadın ve erkek olsak, insanlığın soyu bize bağlı olsa bile çiftleşmeyiz." Yeniden doğrulduğunda yanaklarım yanıyordu. O ne saçma bir kelimeydi öyle, hayvan mıydık biz? Geri zekâlı!

"Ayrıca," dedi soğuktan akan burnunu elinin tersiyle silerken. "Sen sinir bozucu bir drama queensin. Abimleydin. O çocuğun da başını yedin yani."

Aram'ı sarsa sarsa dövmek istedim.

Ama sonra dediği şeyi tam anlamadığımı fark ettim.

"Bir sevgilim mi vardı? Yoksa... Evli falan mıydım?" Aram gülerken az önce Timur'un kalktığı tabureye oturdu.

"Ne evlisi ya? Taktın evliliğe. Seni bıraksam yarın Burak'la evlenirdin sen. Embesilin oğlu yavşak Burak'la." Yavşak, kelimesindeki vv'yi uzatmıştı. Ağzında bıraktığı tattan zevk alır halde gülümsüyordu yine.

"Sevgilin vardı. Abim Engin." Sonrasında o yüzündeki gülücük de, içi gölgelerle dolan gamzeleri de silinip gitti. Klasik karanlık Aram haline dönüşmüştü yine.

İkimiz de somurtuyorduk.

Her şeyi ama her şeyi sormam gerekiyordu, bir kısmına yanıt alabiliyordum bir kısmına ise beynin karışmasın kisvesi altında yanıtsız bırakılıyordum.

"Ona n'oldu peki? Neden herkes burada ama o yok."

Aklıma bir zamanlar sevgilim olan bir çocuğun şu an yanıma gelememesinin tek sebebi geldi, ölmüş müydü? Kalbim sıkışır gibi olunca nefesimi bıraktım.

"Yok işte. Hadi kalk saat sabahın beşi hepsi yatıyor daha. Gitmemiz gerek." Ayaklanınca peşinden gittim.

"İyi de nereye gideceğiz? Nereye gitsek bizi bulurlar dedin."

Kapıyı açmaya hazırlanıyordu ki uzanıp kapı kolunu saran elini tuttum.

"Yanıt versene!"

Aram elini çekti.

"Sen mışıl mışıl uyurken soğuktan kıçım donarak düşündüm Karaca," dedi sinirle. "Erce, İlyas ve Timur'u bu işe sürüklemeyeceğiz. O Birsen de istediği yere gidebilir. Ben zaten kendimi seni oradan çekip alarak yaktım. Şimdi kaçarsak bu alıklar bizi kollamak için peşimizden gelir. Bu yüzden..." Durup soluklandı. "Kahvaltı için gideceğimizi söyleyeceğiz. Ali Abinin arabasını alacağız." Sonra ben yanıt veremeden içeri girdi. Kapı aralığından onu izlerken yerde büzüşen İlyas'ı uyandırıp bir şeyler dediğini gördüm. Sonrasında uzanıp koltuktaki Birsen'in çantasını aldı.

Yanıma geldiğinde çantayı sanki ben küçük bir kızmışım gibi kollarımdan geçirip sırtıma taktı.

"Timur dışarıda. Bir şey çaktırırsan... Pişman ederim seni."

Tehdit eder gibiydi ama yüzünde hiç ürkütücü bir ifade de yoktu. Beni kurtarmak için bu kadar şeyi göze aldığı düşünülürse canımı yakmayacağından emindim.

O başımda beklerken spor ayakkabılarımı giydim. Birlikte dışarı çıktığımızda ise yeniden kendimi donar halde buldum. Aram, Timur'un yanına gidip konuşmaya başladığında orada tanımadığım tek araca, çok eski bir Opel'e doğru ilerliyordum. Peşimden gelip arabayı açtığında ise içeri girdim.

"Üşüyorsun," dedi benden tarafa bakmadan. Klimayı açıp panelleri bana çevirdi. "Tesis, onları affedecek güven bana. Bir suçları da yok zaten. Onlar kardeşlerini koruyorlardı." Araba çalışınca son bir kez evin önünde soğukta dikilen Timur'u gördüm. Bu insanlarla yakındım, bu insanlar ben uyurken soğuğu yiyen, beni kurtarmak için hayatlarını silen insanlardı.

Aram'ın dediği gibi kardeşimdiler.

Araç geri geri yola çıkarken hala Timur'a bakıyordum. Dün sahte teyzemi baygın halde bırakmıştım bugün de beni seven insanlara ikinci kez sırtımı dönüyordum.

"Şimdi nereye gideceğiz?"

Başımı çevirip Aram'ın kömür karası gözlerinde geleceğime dair bir şeyler görebilmeyi umut ettim.

"Sanırım kıyametimize," dedi Aram. Ardından vitesi değiştirip gaza bastı.

***

Kıyametimiz, belli ki İstanbul'un dışındaydı.

Benzin alıp yola çıktığımızdan bu yana birkaç saat geçmişti. Tabelaları takip ederek Bursa'ya gidiyor olduğumuzu düşündüğümden sesimi çıkarmamıştım. Bursa'da ne işim olduğu da umurumda değildi. Aram, diğerlerini riske atmak istememişti. Bir bildiği olduğu konusunda ona güvenmek istiyordum.

Hava henüz aydınlanmamışken sıcaklık berbat derecede düşüktü. Çok değil bir hafta önce, sıradan sorunlara sahip sıradan bir gençtim. Keşke şimdi uyanıp sınav olacağım diye sızlanabilseydim. O günleri şimdiden özlemiştim.

Aram ve diğer delilere göre, hayatım bir yalandı. Yani bir teyzem yoktu ve ben de aslında güzel sanatlar öğrencisi değildim ama bu tuhaftı çünkü kendimi bildim bileli çizim yapıyormuş gibi hissediyordum.

Gişelerden geçtikten sonra artık resmen Bursa'da olduğumuzu anladım. Aram, soru sormadan olayları aydınlatan cinsten bir çocuk değildi. Bilgi alabilmeniz için devamlı onu zorlamanız gerekiyordu. Üstelik beynimin kendisini koruması için fazladan bilgi alamayacağımı da söylemişti.

Canım sıkılsa da şimdilik o ve kurallarına uyuyordum ama aklım binlerce soruyla doluyken çenemi kapalı tutmak da zordu.

"Bir şey sorabilir miyim?"

"Sor tabii." Üşüdüğümü düşünüp klimanın panelini bana doğru çevirdi.

"Aileme ne olduğunu biliyor musun?" Aram bana dönmedi. Sanki yolu hatırlamak istermişçesine kenarlardaki minik tabelaları gözlüyordu.

"Perihan'ın sana söylediklerini biliyorum. Dosyada gördüm. Uydurma bir kaza." Durup bana baktı. "Eğer bunu soruyorsan." Sonra tekrar önüne döndü. Eski bir balık lokantasının yanından dönüp bir patikaya çıktık. Araç, ufak taşların üzerinde pata küte ilerlerken yan profilden nasıl göründüğünü inceliyordum.

"Kazayı hatırlıyorum. Korkunçtu."

Aram kaşlarını çatsa da yorum yapmadı. Deli olduğumu düşünüyor gibiydi. Olmayan bir kazayı hatırlamak da akıllı insan işi değildi zaten.

Zemin, git gide bozulurken gözlerini yoldan ayırmadı. "Annemi ve babamı..." Durup soluklandım. "Nasıl göründüklerini hatırlıyorum." Aracın içinde annemin yüzüne düşen incecik kahverengi saçlarını hatırlıyordum. Bana bakan gözlerinin donukluğunu düşündüğümde ise içim ürperdi. O anıyı biri zihnime yerleştirmiş olamazdı çünkü fazla gerçekçiydi.

"Çok gerçekçiydi. Uydurma bir anı olamayacak kadar gerçekti. En çok da arabadan çıkarılışım ve gökyüzüne uzanışım." Bir sedyede götürüldüğüm anı şimdi bile tüm ayrıntılarıyla anlatabilirdim. Ambulansı, ciğerlerimdeki ağrıyı... Bunlar yaşanmıştı.

"Onlar gerçekti zaten Karaca sadece senin gerçeğin değillerdi. Bir başkasının anılarıydı." İçim ürperince hırkamın yakalarını çekiştirdim.

"Kimin peki?"

Aram omuz silkti.

"Bilmem. Tesiste çok fazla hasta var. Bir çok travma tedavi edilmiştir, herhangi birinin olabilir. Öte yandan sen," başını hafifçe bana çevirip parlayan siyah gözleriyle yüzümü taradı. "Pek çok kaza geçirdin. Benim bildiğim üç tane vardır. Motorla, araçla... Hatta sanırım küçük bir greyderi bile çarptın. Tabii sonuncusunu neden yaptığını kimse anlamadı." Sağ yanağındaki gamzesi hafifçe belirirken yüzünü çevirdi.

"Motor mu kullandım?"

"Hı hı." Başını salladı. "Helikopter de kullanabilirsin. Uçağı bilmiyorum galiba onun eğitimini almadın sen. Ben aldım ama." Duruşu az öncekine oranla dikleşmişti, verdiği bilgiden gurur duyar gibi bir hali vardı.

"Neden yaptık peki? Tüm bunları? Neden böyle bir tesis ve bizim gibi insanlar var?"

"Gelmek üzereyiz."

Başını eğip benden taraftaki ufak tabelaya baktı.

Aram, "Yeşil Bahçe Kahvaltı Evi," dedi tabelayı sessizce okurken. Sonra sola döndük.

"Biz dediğin şeyin adını biliyor musun?" Başımı sağa sola salladım. "Bize kodex diyorlar."

Mal mal suratına baktım.

"Ajan olduğumuzu düşünmüştüm," dedim sessizce. Yani böyle gizli bir örgütte insanlar ajan olurdu, filmlerde böyle olurdu.

İncecik bir dağ yolunda gidiyorduk, hızımız azalmıştı.

"Ajan gibi bir şey ama ajan değiliz. Bizim tesis dışında bağlı olduğumuz bir sistem yok. Sistem bizi biliyor, tanıyor ve cezai çoğu şeyden uzak tutuyor. İşlerine yaradığın sürece kaç yasayı çiğnediğinin hiç önemi yok çünkü. Dünya böyle bir yer." Cümlesini sonlandırırken eliyle ilerideki ahşap evi işaret etti. "Geldik."

Kodex'in, ajan demenin farklı bir yolu olduğunu idrak ederken yeşillikler içindeki gizlenmiş güzel kulübeye baktım. "Kahvaltı mı yapacağız?"

"Yani onu da yaparız. Acıktık."

Park yerindeki tek minibüsün yanında durduk. Araçtan çıkarken çevreme bakıyordum. İn cin top oynuyordu, buranın sahibi çok bir para kazanıyor olamazdı. Mekân, neredeyse gizlenmişti.

"Burası ünlü iş adamlarının metreslerini getirdiği yerlere benziyor. Gözden bayağı uzak," dedim gözlerim çatıdan çıkan beyaz dumanlardayken. Aram hemen yanımda gülünce irkildim. Yanıma geldiğini fark edememiştim.

"Önceki hayatını hatırlamadığına emin misin? Çıkarımların bayağı yerinde oluyor genelde." Elini dirseğime uzatınca uzaklaştım. Elini indirirken kaşlarını çatsa da bir şey demedi. Basamaklara yöneldiğimizde saçlarını düzeltmeye başlayışı gözümden kaçmadı.

Kapıyı itip içeri girerken kasadaki çocuk bize baktı. Kulağında dev gibi olan kulaklıklardan vardı. Üstüne acayip bol gelen gothic bir sweat giymişti. Yarısını beyaza boyadığı saçları kafasının tepesinden geçen kulaklıkla birbirine girmişti. "Yardımcı olabilir miyim?" diye sorarken kulaklığı boynuna indirdi.

"Doktorla görüşeceğiz," dedi Aram. "Kendisine 01 de o anlar." Sonrasında elleri cebinde arkasını bankoya dayadı. Çocuk kulaklığı telefonundan çekip masaya bıraktı. Yanımızdan geçip giderken bizi incelemişti.

"Doktur mu?" diye sordum merakla.

"Mekânın sahibi," dedi kısaca. Ellerini cebinden çekip kasaya döndü. Not kâğıtlarını karıştırıp bankonun üzerinden eğilerek açık olan bilgisayara baktı.

"Kasayı mı arıyorsun? Şimdi de hırsızlık mı yapacağız?"

Omzunun dönüp bakarak bana kısacık sırıttı sonrasındaysa cebinden çıkardığı bir usb'yi eğilerek kasanın arkasına yerleştirdi.

"Gerçekten ne yapıyorsun?"

Cihaz bilgisayara takıldığı an windows uyarı sesi tüm lokantada duyuldu.

"Hoparlöre bağlıymış. Hay Allah!"

Birileri yanımıza gelmeden önce aram usb'dekileri bilgisayara aktarıp sonra da ana ekrandaki bir klasörün içine gömdü. Usb'yi çıkarıp cebine koyduktan sonra doğruldu.

"Bilgisayara virüs mü bulaştırdın sen?"

Aram o simsiyah opal gözlerini devirdi.

"Başka ne gibi bir gayem olabilir değil mi? Kötülük yapmaktan başka?"

Ona güvenmiyordum. Anlattıklarından sonra onun daha da tekinsiz biri olduğuna kanaat getirmiştim. Neden sıradan insanlar kodex değildi de o öyleydi? Onu ne için bu göreve getirmişlerdi? Bence o kötü biriydi, en azından apatikti. Gözünü kırpmadan arkadaşına yalan söylemişti, biri fena halde kanarken son derece duyarsızca dikilmişti. İnsani tepkiler veremiyor gibi bir hali vardı.

"Bilgisayar neden öttü?"

Çocuk köşeden dönüp yanımıza gelirken gözleri monitördeydi. "Hiçbir fikrim yok," dedi Aram. Yine yapmıştı. Gözünü kırpmadan yalan söylemişti. Ürkütücü herif.

Çocuk, Aram'den şüphelenmemiş olacak ki dönüp bize ikinci kez bakmadı. Yeniden masasına yerleşirken kulaklığın kablosunu telefonuna takıyordu. "Doktor sizi bekliyor," dedi hızlıca. Ardından kulaklığı başına geçirip bizden önce her ne yapıyorsa ona döndü.

Birlikte cam kapıdan geçip lokantanın sahte bitkilerden oluşan içi oyuk dev saksılarının yanından ilerledik. Masaların özenle hazırlandığı geniş bir oturma bölümüne çıkmıştık. Mutfak, ortadaki dev şöminenin arkasındaydı.

"Doktor nerede?" dedim Aram'a çevreme bakınırken. Masalar bomboştu, bir tek kişi bile burada yemiyordu. Ortalarda burnumuza zorla girmeye çalışan mükemmel bir yemek kokusu da yoktu. Her şeyiyle bir lokantaydı ama boştu. Dünyanın sonu gelmiş de hiçbir yaratık buraya uğramamış gibiydi.

Otomatik mutfak kapısı açılınca ikimiz de arkamıza döndük. Gelen kırklı yaşların sonlarında, şakakları hafif beyazlamış gözlüklü yakışıklı bir adamdı. Üzerinde mutfak önlüğü vardı. Mavi gömleğinin bilekleri dirseğine kadar katlanmıştı. Kapıdan geçerken elinde tuttuğu beyaz incecik bir havluyu masalardan birinin üzerine bıraktı.

Adam, "Hoş geldiniz," dedi önlüğün belindeki ipleri çözerken.

"Selam," dedi benim hıyar kabaca. "Buraya gelebileceğimi söylemiştin." Git gide daha mı kabalaşıyordu yoksa gerçek yüzü hep buydu da ben mi fark edememiştim bilemedim.

Adam önlüğün başlığını çıkarıp bir başka masaya bıraktı. Şimdi yanımızdaydı. Elini bana doğru uzatırken kibarca kendini tanıttı.

"Ben Mikail."

"Karaca," dedim çekinerek. Tokalaştıktan sonra ise aramıza bir adım daha koyarak biraz geride durdum. İnsan birlikte yaşadığı, akrabası sandığı bir kişinin aslında tesis için çalışan bir doktor olduğunu öğrenince kolay kolay yeni tanıştığı insanlara güvenemiyordu.

"Buyurun oturun.

Aram, adamın işaret ettiği masaya değil de hemen arkasındakine doğru yürüdü. Peşi sıra giderken Mikail Bey'in hafifçe gülümsediğini gördüm. Aram'ın yabani tavırları onu güldürebiliyorsa adamın çelikten sinirleri olmalıydı.

Aram, masaya oturup sandalyesinde geriye yaslandı.

"İstediğin zaman gelebilirsin evet ama bunu bir sene önce söylemiştim. Ne değişti?"

Mikail Bey, Aram'ın tam karşısına oturdu. Hangisinin bana daha yabancı olduğuna kısacık bir an karar verememiş olmama şaşırarak Aram'ın yanındaki sandalyeye geçtim. Ona hala güvenmediğimi beynim gözüme gözüme sokuyordu sanki.

"Bir şeyler değişti. Hala yardımcı olmak istiyor musun?"

Adamın açık mavi gözleri heyecanla parlarken tedirgince yerimde kıpırdandım. "Elbette," dedi adam. "İsterseniz size yiyecek bir şeyler getireyim."

Aram, "Sonra," dese de bu kez öne atıldım.

"Yiyecek bir şeyler gerçekten çok iyi olurdu, teşekkür ederiz."

Sol tarafıma bakmadım, eğer baksaydım Aram'ın öfkeden kulaklarından duman filan çıkardığını göreceğimden emindim. "Tamam," dedi adam sonra sandalyesinde gerinip pantolonunun cebinden telefonunu çıkardı. Numarayı tuşladıktan sonra kulağına kaldırdı.

"Buraya kahvaltı masası hazırlar mısın? Beş kişilik yapın lütfen."

Sonrasında telefonunu çıkarıp masanın üzerine koydu.

"Sizi dinliyorum," dedi kibar ellerini masada birleştirirken. "Değişen ne?" Aram sanki onu silah zoruyla konuşturuyorlarmış gibi gergindi. Sanki evrendeki gelmek istediği son yere getirilmişti ama buna mecburmuş gibiydi.

"Tesis kodexlerden birini sıfırladı. Bunu yaptıktan sonra da ona geri yüklemeyi yapmadı. Başka insanların anılarını toplayıp verdiler." Sağ elinin başparmağıyla kabaca beni işaret etti. Sanki bir eşyaymışım gibi.

"Tesisi hatırlamıyor bile. Arkadaşlarını, ne olduğunu, hiçbir şeyi." Durup başını bana çevirdi. Gözlerinde hüzün gibi bir duygu titreşir gibi olunca yutkundum. Ben onun apatik olduğuna inanmıştım, oysa Aram bir şeyler hissedebilir miydi yani?

"Ona en başında yüklenen özellikler bile yok. Şimdi kafasına vursam bana saldırmaz, beni etkisiz hala getiremez, öyle sadece bağırır."

"Ne?"

İnanamayarak ona baktım.

"Kar bana sataş diye konuşmuyorum. Doktora durumu açıklıyorum." Sonra tekrar adama döndü. "Normal sıradan üniversiteli bir kız gibi. Tesis son görevde onu sıfırlamak zorunda kaldı ama bu bazen olur. Biliyorsun."

"Birkaç kez sıfırlamalarda bulundum," dedi doktor kollarını göğsünde kavuştururken. Şimdi bana tıbbi bir vakaymışım gibi bakıyordu. "Genelde hasta uyutulduktan birkaç gün sonra kişiliğiyle ilgili olanların yeniden yüklenmesi gerekir hele ki erişkin bir bireyse."

Duyduklarımı anlamak için her şeyimi verirdim ama soru sorup konuşmayı dağıtmak istemiyordum bu yüzden dudaklarımı içeriden kemirerek konunun gidişatını takip etmeye çalıştım.

"Onun geri yüklemesi, sebebini bilmediğim bir şekilde yapılmadı. Bomboş. Henüz sormadım ama çocukluğunu dahi hatırlayamadığına eminim. Oradan buradan üç beş bir şey yüklemişlerdir. Hatırlamaması için komut bile yerleştirmiş olabilirler."

Aram cümlesini bitirip derin bir off çekti. "Sonra da onu bir doktorla eve yerleştirdiler." Aram adamın gözlerine baktı. "Tesis ona yeni bir hayat vermez doktor. Tesisin işleyişini bilirsin. Bu kız aynı zamanda Engin'in sevgilisiydi. Karaca sıfırlandığından beri Engin'den haber alamadım ben. Ne planlıyorlar bilmiyorum ama abim kayıp."

Ben... Duyduklarıma inanamadım.

Her şey hem de her şey Aram'ın abisi kaybolduğu için mi başıma gelmişti?

Belki de tesis bana gerçekten yeniden başlamam için bir şans vermişti ama Aram karanlıktan çıkıp gelerek bunu mahvetmişti, yaşanmamış bir hayatı elimden çekip almıştı.

Masadan kalkarken sendeliyordum. "Midemi bulandırıyorsun," dedim robot gibi. Sonrasında onlar hala bana bakarken hızlı adımlarla oradan uzaklaşmaya çalıştım. Yalan söylemiyordum, midem gerçekten de bulanıyordu. Kapıdan çıkıp az önce geldiğimiz basamakların yanındaki çalılığa eğildim.

Ağzımı açtığım an öğürmeme gerek kalmadan midemdeki tüm suyu çıkardım. Bedenim titriyordu, ağlamak istiyordum. Hala eğilmiş haldeyken dizlerimin bağı çözüldü ve duvara tutundum. Boğazımda yutkunarak geçiremediğim kocaman alevden bir top vardı sanki.

"İyi misin?"

Aram'ın sesini duyunca midem bir kez daha ağzıma kadar geldi.

"Beni rahat bırak!"

Arkamdan yaklaşıp dirseğimi tuttu.

"Gel biraz tuz yala ve su..."

Dönüp ayakkabılarının üzerine tükürdüm.

"Sen iğrenç birisin. Hayatımı mahvettin. Onca şey..." Sustum. Ağzımın içi kupkuru olmuştu, kelimeleri istediğim gibi çıkaramıyordum. Sonrasında yutkunup kuruyan dudaklarımı yaladım. "Bir hayatım vardı belki yalandı ama vardı. Şimdi? Her şey de sen abini bulamıyorsun diye öyle mi?" Bana uzanmaya çalışınca geri çekildim.

"Nasıl pis bir şeysin sen böyle?"

Aram sinirlenir gibi oldu. "Evet ben pisim. Sen temizsin ama sana bir şey diyeyim ben çıkıp gelmeseydim o temiz kafan yavaş yavaş silinip gidecekti, aklını kaçıracaktın. Nedeni ne olursa olsun sana bir iyilik yaptım."

Sinirle güldüm. Ona ciddi ciddi kafa atmak istiyordum. O suratının tam ortasındaki kemikli burnunu çat diye kırmak istiyordum.

"Senin niyetin hiç iyilik olmamış ki. Sen yalancı bir pisliksin. Abini bulmak için beni kullandın. Bu üzerimdeki pijamalarla yollara düştüm ben. Ve bana ben bir parça bokmuşum gibi davranıyorsun. Ne için? Abin için."

Aram yine bana dokunmaya çalışınca ona saldırmayı ciddi ciddi düşünmeye başladım.

"Aşırı tepki veriyorsun Karaca. O aynı zamanda senin sevgilin. Tam tersi bir durumda o çok daha fazlasını göze alırdı. Engin'i bulmam gerek. Bir yolu olmalı. Tesis iyilik olsun diye seni oraya koymadı. Bir sebebi olmak zorunda."

Zihnimde çaresizce söylediği son cümle bir kez daha oynadı. Bir sebebi olmak zorunda. Bizi sonunu tahmin dahi edemediğimiz boktan bir yola sokmuştu. O gün o arabaya asla binmemem gerekiyordu.

"Erce'yi getirdin çünkü duygularıma oynadın değil mi? Tabii onun haberi yoktur. Senin nasıl bir şerefsiz olduğunu kimse bilmiyor..." Gözlerine nefretle bakıp ekledim. "Benim dışımda."

Aram bu kez bana yaklaşmaya çalışmadı, aksine geri çekildi.

"Küfür etmek seni rahatlatıyorsa durma devam et. Nasıl bir şerefsiz olduğumu anla. Ama beyninde akıllı minicik bile bir yer varsa bunca olandan sonra tesisin sana yılbaşı hediyesi olarak yeni bir hayat vermediğini anlarsın. İki numaralı kodexlerini sırf iyilik olsun diye sıfırlayıp tertemiz anılarla göndermezler."

Bir kez daha sinirle güldüm. "Tesis bile senden daha iyidir," dedim öfkeyle. "Kimsenin senin gibi hain planları olamaz."

Aram bana öyle bir baktı ki diyeceğim tüm sözler dudaklarıma kilitlendi.

"Tesis benden daha mı iyi?" dedi kelimeleri tane tane söyleyerek. Başımı sallayıp kollarımla kendimi sardığımda üzerime yürüdü. Bana tepeden bakışı kalan son sakin yanımı da alıp götürdü.

"Eminim onlar istemediği halde sırf zevk için bile birilerini öldürmüşsündür."

Bana nasıl ve ne zaman yaklaştığını anlayamadım bile.

Eli çenemdeydi, beni kendine bakmaya zorluyordu.

Burnundan soluk alıp veriyordu. Deliye dönmüştü. Ondan uzaklaşmama izin vermiyordu. Orada ürkek bir tavşan gibi nefes alıp verirken Aram'ın zift karası gözlerine baktım. "Bir daha benimle böyle konuşma," dedi Aram dişlerinin arasından. Öyle öfkeliydi ki bir an hızını alamayıp bana bir şey yapacağını sandım.

"Zevk için adam öldürmek," dedi ben yanıt vermeyince.

"Kim zevk için birilerini öldürdü biliyor musun Karaca?"

Yüzünü benimkine yaklaştırdı. Dudakları aralandığında sıcak nefesi benimkilere çarptı. "Sen," dedi fısıldayarak. "Son görev yerinde kafayı yedin."

Bana sanki beni öpecekmiş gibi tehlikeli bir şekilde yaklaşmış dudaklarından adeta zehir akıtıyordu. Beynim, az önceki öfkesini hala atlatamamışken dudaklarıma fısıldanan sözlerle cebelleşiyordu.

"Seni bulduklarında öldürdüğün milletvekili ve karısının kanlarına bulanmıştın. Suratında da bir gülümseme vardı. Görevin öldürmek de değildi üstelik, sen sadece..." Duraklayıp etli dudaklarını yaladı. "Ne demiştin, hah hatırladım. Zevk için birilerini öldürdün Karaca Yıldırım."

Beni orada harap olmuş bir halde bırakıp otomatik cam kapıdan içeri girdi.

Dizlerim tüm gücünü yitirirken kendimi sahanlıktaki taş zemine oturur halde buldum. Gözyaşlarım az önce Aram'ın nefesinin vurduğu tenimden akarken içim yanıyordu.

Ben kimdim?

Bölüm : 28.11.2024 15:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...