
PERDE 11
KAYBOLAN KARDEŞ
Gözlerimi açtığımda bordo renkli uzunca bir deri koltukta yattığımı fark ettim.
Neler olduğunu anlamaya çalışırken doğrulduğumda ise kolumdaki damar yolunu gördüm.
"N'oluyor?"
"Dur dur kalkma," dedi doktor kendi oturduğu sandalyeden doğrulup yanıma gelirken. Eliyle damar yoluma bastırıp tüpü çekti. Sonrasında plastik iğneyi çıkarıp bandı tekrar taktı. "Bir şey yok. Serum fizloyojik sadece. Susuz kalmışsın, kapının önüne bayılmıştın." Doğrulup odanın karşısındaki berjere otururken aptal aptal suratına bakıyordum. Son hatırladığım Aram'la bok gibi olan sohbetimizdi. O konuşmayı düşününce bedenimden bir ürperti geçti.
"O nerede?" dedim duruşumu dikleştirirken. Uzandığım için dağılan saçlarımı düzeltmeye çalıştım. Banyo yapmayı bu kadar özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi.
"Yemek yiyor. Sen de yemelisin."
"Ne kadar süre yattım?"
Mikail Bey sol bileğini kaldırıp saatine baktı.
"Altı saat kadar." Sonrasında cam kapının ardındaki büyük salonu işaret etti. "Sen de yemelisin. Ciddiyim." Ardından kalkıp kapıyı açarak çıkıp gitti. Adımlarının sesi uzaklaşana kadar onu dinledim.
Aram bir yalancıydı.
İki kez onun çok iyi şekilde yalan söyleyebildiğine şahit olmuştum, şimdi ben onu suçladığımda bana sözleriyle saldırmak için bu yalanı uydurmuştu belki de. Başka açıklaması olabilir miydi? Ben insanların son nefesini alabilecek insanlardan mıydım? O kadar duygusuz olabilir miydim?
Ayağa kalktığımda açlıktan başım dönüyordu.
Kapının ardında Aram'ın ayran içtiğini görebiliyordum. Midem guruldarken sinirlerim daha da bozuldu. Ağzıma sıçıyor, bayıltıyor ve gidip rahat rahat yemek yiyordu. Berbat herifin tekiydi.
Kapıyı arkamdan sertçe kapatırken uyandığımı görüp bana bakmasını diledim ama o başını çevirmedi bile. Ağır ağır karşısına geçip sandalyemi çektiğimde göz ucuyla bana baktı. "Kebabı eskiden severdin. Şimdi de ye." Ortada duran üstü ekmeklerle kaplı tabağı önüme itince elimle soslu ekmeğin köşesini tutup kaldırdım.
"Kahvaltı yapmayacak mıydık?"
Aram içtiği ayran bardağını indirdikten sonra dudağının hemen üstündeki beyaz izleri diliyle sildi. "O sabahtı. Ben senin yerine yaptım."
Yapmacık bir şekilde sırttım. "Çok düşüncelisin. Teşekkürler." Bir bardağa su koyup yarın yokmuşçasına kafama diktim. Sonrasında da ekmeği rulo yapıp yemeye başladım.
"Et yemiyor musun?"
"Yiyorum," dedim ağzım doluyken. "Ama şu an çok açım. Tüm ekmekleri yiyeceğim tabii tesis ekmek yediğim için beni cezalandırmazsa." Bana bakan solgun yüzü ifadesizdi. Yaptığım espri için laf sokmamıştı ya da canımı yakacak başka bir bilgi vermemişti. Son konuşmamızdan bu yana aramızdaki dinamikler değişmişti, bana abisini bulmak için ihtiyacı vardı.
"Engin nasıl biri?"
Aram'ın aldığı lokma boğazına dizilir gibi olunca kendimle gurur duydum.
"İyi biri," dedi tekrar ayran bardağına uzanırken.
"Yakışıklı mı?"
Ayranı içmekten vazgeçti.
"Yakışıklıdır. Herkes onu beğenir."
Şimdi bakışları önündeki yarısı yenmiş tabağındaydı. İştahının yerle bir oluşu gözümden kaçmamıştı, onun aksine artık ben onun tabağındakileri de yiyebilecek gibi hissediyordum.
"Ben sıfırlandığımda neden beni görmeye gelmedi?"
Aram sandalyesinde geriye yaslanıp peçetelikten bir peçete çekti. Ağzını silerken gözleri bende değil masadaydı.
"Bence seni görmeye geldi ama sonra ne yaptı bilmiyorum. Soruşturduğumda göreve gönderildiği söylendi ama Engin bana haber vermeden asla göreve gitmez. Acil bir şey olsa bile bir şekilde mesaj bırakırdı. Hiç ses yok."
Onu dinlerken benim de iştahım kaçtı. Yine de yiyebildiğim kadar yemeye gayret ediyordum. İnsanın hayatıyla ilgili bilgi alırken açlıktan ölmemek için bir şeyler yemeye çalışması kulağa inanılmaz gelebilirdi. Ama olan buydu, eğer yemezsem bedenim yorgun düşecekti. Yorgun bir bedende keskin parlak bir zekâ da bulamazdınız.
"Biri beni görmeye gelse bunu hatırlardım."
Aram peçeteyi tabağının altına sıkıştırdı.
"Uzaktan bakmış olabilir. Başta zorluk çekti. Neredeyse her gün sinir krizi geçiriyordu. Senden bahsetmediği tek bir gün yoktu. Sonra ise... Eh sonra sessizleşti. Senin gönderilişin üzerinden bir ay falan geçtiğinde ise kayboldu. Cep telefonu, dolaplarının içi, eşyaları her şeyi gitmişti. Tesisteki bomboş oda karşıladı beni anlayacağın." Tabağımı bitirip peçeteyle kendimi temizledim. Tırnak diplerim sosa bulanmıştı, son günlerde hiç olmadığım kadar pis hissediyordum.
"Ne yaptıklarını düşünüyorsun? Tesis onu nereye gönderdi?"
Aram derin bir nefes verdi. Bana baktığında bakışları hüzün doluydu. "Benimle iletişime geçmeyişinin tek mantıklı açıklaması sıfırlanmış olması ama bu saçma olurdu çünkü onun sıfırlanmaya ihtiyacı yoktu. Senin gibi kafayı yememişti yani."
Aram'ın satır aralarında devamlı olarak bana deli dediğinin farkındaydım. Beni aşağılıyordu, abisinin kayboluşundan beni sorumlu tutuyordu. Aslında ona bakan biri, dinozorlarının neslinin tükenişinden dahi beni sorumlu tuttuğunu düşünürdü. Diğerleri bana karşı bu kadar öfkeli değildi çünkü diğerlerinin benimle böylesi kişisel bir problemi yoktu.
"Hayatımı abini bulmak için mahvettiğini bilmek güzel. Umalım da ben delirmeden onu bulabil."
"Delirmene izin vermem," dedi yerinden kalkarken. "Doktor, daha önce tesiste çalışıyordu. Atılmadan önce yani. Mükemmel bir psikiyatrdır. Seni buraya yemek yemen için getirmedim. Üzerinde psikoterapi yapmasını istiyorum." Sandalyeyi masaya iterken simsiyah saçlarının gölgelediği donuk gözlerle bana baktı. "Neyin yolunda gitmediğini bulup çıkarabilir. Belki de beynin her şeyi sıralamaya uydurur ve yeniden normal bir insan olursun. Hiç olduysan tabii."
Şimdi birbirimizi izliyorduk.
Aram'ın nefreti sanki tüm bu olanlardan daha öncesine dayanıyor gibiydi. Rakip olduğumuzu söylemişti ama buna gerek bile yoktu, beni sevmediği neredeyse alıp verdiği her bir nefesinden belliydi.
"Benden bu kadar nefret etmen için sana ne yaptım?"
Gözleri şaşkınlıkla irileşirken duruşunu düzeltti. Parmaklarını sandalyenin başlığından çekip ensesindeki saçları karıştırdı.
"Senden nefret etmiyorum ki."
Gözlerimi şüpheyle kıstım.
"Emin misin? Bana katlanamıyor gibi bir halin var."
Aram başını sağa sola salladı.
"Bu çok saçma olurdu. Sen bir kodexsin. Senden nefret etme gibi bir lüksüm yok. Biz... Aile falan sayılırız. Uzaktan akrabalar gibi düşün."
Ona, insanların nadiren içine doğdukları akraba ortamını sevdiklerini söyleyecektim ki vazgeçtim. Aram pek çok şey olabilirdi ama aptal değildi, bunu zaten biliyordu.
Yerimden kalkıp sandalyemi ittim. "Doktor bizi bekliyor. Gel." Peşine takılırken az önceki konuşmamızı devam ettirme dürtüme karşı koyamadım.
"Neden rakiptik? Yani iki kişi görevinde başarılı olabilir. Bu onların düşman olmasını gerektirmiyor. Arkadaş da olabilirdik. Neden olmadık?"
Aram'ın canı sıkılır gibi oldu. Nefesleri sıklaştı, sanki amaaan kapatalım konuyu diyecek gibiydi ama yanıt verdi.
"Sevmezdik birbirimizi."
Cam kapının önüne gelip masada oturan doktoru gördüğümüzde şansımı bir kez daha denedim.
"Yoksa beni mi seviyordun? Ben abinle sevgiliyken yani. O yüzden mi benden nefret ediyorsun?"
Aram'ın sol gözü seğirince gülmemek için yanağımın içini ısırdım. Kapıya doğru kalkan eli havada kalmıştı. Bana baktığında ise yüzünde az önce altına yapmış gibi nahoş bir ifade vardı.
"Şaka mı yapıyorsun? Gülmem mi gerekiyordu?"
Dişlerimi göstererek güldüm. "Evet," dedim samimice.
Aram, kaşlarını çatarak önüne döndü ve kapıyı açtı. Mikail Beyi gördüğüm an az önceki neşeli halim süpürülüp kilimin altına gizlendi sanki. Aram, içeri girdikten sonra kapıyı arkamdan kapatıp derin bir nefes aldım. Başıma neler geleceğini bilememek canımı sıkıyordu ama öğrenmek zorundaydım. Eğer her şeyi hatırlayabilirsem... Belki de daha iyi olurdum. Hayatımın bir amacı olmak zorundaydı. Herkesin amaçları vardı, kimse benim gibi içi boşaltılmış kırık bir yumurta kabuğu gibi dolanmıyordu.
"Selam. Nereye oturayım?"
Doktor eliyle az önce uyuduğum kanepeyi gösterdi. Ben odadan çıktıktan sonra serum direğini ceketini koyduğu askılığın yanına taşımıştı. Terleyen avuçlarımı eşofman altımın ön yüzüne silerken koltuğa yürüyüp oturdum.
"Uzanayım mı?"
Aram tıksırınca ona döndüm. Sinir bozucu gamzeleri ortaya çıkmıştı yine.
"Nasıl rahat ediyorsan öyle yap Karaca," dedi Mikail Bey. Sonrasında uzandım. Ayakkabılarım koltuğun yumuşacık bordo derisine değince bir an için tereddüt etsem de sonra boş verdim. Dünyanın sonu gelmişti zaten, çoraplarımla uzansam dünyayı ben mi kurtaracaktım?
"Onun burada durması şart mı?" Gözlerimle Aram'ı işaret ettim. "Sinirlerimi bozuyor."
Bu kez gülen doktor olmuştu, Aram ise sanki az önce biri alnına patlatmış gibi sinirle nefesini vermişti.
"Senin beynindeki şeyler sadece seni ilgilendirmiyor Karaca. Maalesef ben de burada durmalıyım."
"Neyse ne."
Ayaklarımı uzatıp gözlerimi kapattım. Filmlerde hipnoz edilen insanlar böyle yapardı değil mi? Herhalde böyle olacaktı. Ben güzelce yatacaktım ve doktor da beni başka bir diyara falan götürecekti. Beklediğim buydu.
Ama tam olarak öyle olmadı.
"Şimdi bir kumsal hayal etmeni istiyorum," dedi doktor. Gözlerimi açıp odadakilere bakma isteğine zor bela karşı koyarak zihnimde bir kumsal hayal etmeye çalıştım.
"Güneş batıyor. Kumsal sessiz ve sakin," dedi Mikail Bey. Sesi insanı rahatlatan cinsten bir fısıltıya dönüştü. Öyle kibardı ki insan, o kumsalın varlığına inanıyordu.
O anlattıkça zihnimde oluşan kumsal daha da belirginleşti.
Doktor, "Orada yalnız mısın?" diye sordu rahat bir sesle.
"Evet," dedim. Hala kumsala bakıyordum. Uçsuz bucaksız deniz ve kumlar dışında hiçbir şey yoktu. Bir tek ben ve batmakta olan güneşin bedenimin arkasına düşürdüğü gölgem vardı.
"İyi bak. Orada ufak çalıların arasında birileri var mı?"
Dediğini yapınca, "Evet. Birileri var," dedim şaşırarak. Birkaç farklı kişi daire şeklinde oturmuşlardı. Tam yanlarına gidecektim ki Mikail Bey şöyle dedi. "Pekala, şimdi orayı bırakalım başka bir ana gidelim. Aram'ın bana anlattığı kadarıyla hâkim olduğum bir anı bu. Boşlukları yapabilirsen sen dolduracaksın."
Kafamı sallıyordum ki vazgeçip konuştum. "Tamam."
Mikail Bey'den ufak bir iç çekiş duydum. Sonra adam konuşmaya devam etti. "Şimdi çok büyük bir evdesin. Bir malikâne. Akşam olduğunu hayal et. Malikânenin dev bahçesinde bir sürü ağustos böceği var, durmadan ötüyorlar. Sen de dev vitray pencerelerden dışarı bakıyorsun."
Dediklerini düşündüm. Bulanık da olsa zihnimde döşemeden yerlere kadar uzanan dev camları hayal ettim. Öyle temizlerdi ki kendi yansımamı görebiliyordum. Dışarıdaki bahçeye bakarken ellerimi cama koyup kendi yansımama baktım.
"Ne görüyorsun?"
"Yansımama bakıyorum. Kendimi görüyorum."
"Nasıl görünüyorsun peki?"
"Daha farklı," dedim şaşkınca. Saçlarım daha kısaydı. Üzerimde incecik beyaz bir elbise vardı. Elbisenin incecik askıları köprücük kemiklerimin üzerinden göğsüme kadar uzanıyordu. Çok kibar ve güzel duruyordum. Elimi camdan çekip kısacık saçlarıma değirdim. Tuhaf bir biçimde hayal gibi değil de sanki o benmişim gibi hissediyordum.
"Şimdi bana odadaki diğerlerinden bahset," dedi doktor. Elimi saçlarımdan indirip kendi eksenim etrafında dönerek sırtımı camlara verdim. Oda çalışma odasıydı. Duvarlar tavana kadar kitaplarla doluydu. Kitapların çoğu çok yaşlıydı, tıpkı masada oturup önündekini okuyan adam gibi. Yaşlı adam gözlüklerini indirip başını okumakta olduğu kalın kitaptan kaldırınca gözlerimi açtım.
Aram yerinden kalkıp yanıma geldi. Elleri omuzlarımdan kayıp dirseklerime inerken endişeyle, "Ne oldu?" diye sordu. Simsiyah gözlerinin yanları endişeden mi yoksa meraktan mı kırışmıştı emin olamadım.
"Odada yaşlı bir adam vardı. Bana baktı. Beni gördü yani. Ama bu nasıl olur? Doktor?" Ben doğrulmaya çalışırken Aram elini sırtıma atıp bana yardım etti. Doğrulduğumda ise eli hala sırtımdayken yanıma oturdu.
"Bu kadar hızlı geçiş yapacağımızı düşünmemiştim. Her şeyi unuttuğunu sanıyordum."
Doktor parlayan zeki gözleriyle doğrudan benimkilerin içine baktı sanki.
"O gerçek miydi? Oradaki ben miydim?"
Mikail Bey başını sallayınca beni tutan Aram'a döndüm. "Saçlarım eskiden kısa mıydı?"
Aram boştaki eliyle yüzüme uzanıp çeneme yapışan bir saç telini küçük parmağıyla omuzlarımın ardına itti. Başını sallayıp onayladıktan sonra iki elini de üzerimden çekti. Dokunuşu gidince koca dünyada tek kalmış gibi bomboş hissettim. Sonra da bu aptalca his yüzünden kendime kızdım.
Denize düşen yılana sarılabilirdi ama tehlike anında illa birine sarılmam gerekiyorsa bu Aram olmayacaktı. Başımı eğip ellerimin arasına aldım. Altı saat önce Aram bana katil olduğumu söylemişti, az önce kendimi daha önce hiç bilmediğim bir yerde görmüştüm ve aklımdan geçenler bunlar değil de avutulmaktı. Kendimden nefret ettim.
"Birkaç saat sonra deneriz," dedi doktor yerinden kalkarken. Ellerimin arasındaki başımı kaldırdım.
"Neden devam etmiyoruz? Daha yeni başladık."
Doktor çekmeceyi açıp dosyaları içine atarken, "Bu göründüğü kadar basit bir işlem değil," dedi sakince. Çekmeceyi kapattıktan sonra gözleri Aram'ı buldu. "Onunla geçmiş hakkında konuşabilirsin ama çok yormadan. Akşam bana lazım çünkü." Sonrasında başıyla selam verip odadan çıktı.
Şimdi yine ikimiz kalmıştık. Ben ve siyah atlı prensim Aram. Aynı koltukta birbirimize değmemeye çalışan küs çocuklar gibiydik. Sormam gereken milyarlarca şey vardı ama doktorun dediğinin aksine kendimi şimdiden hasta gibi hissediyordum. Sanki grip olmuştum ve birkaç dakika içinde ateşim çıkacak ardından da yataklara düşecektim.
"Eee konuşalım mı?" Başımı ondan tarafa çevirmeden yanıtladım.
"Seninle ben birbirimizi yemeden bir dakika bile konuşamayız."
Haklı olduğumu biliyordu. Basit bir soru bile Aram'ı çileden çıkarıyordu. Bana olan nefreti çok eskiye dayanıyor falan olmalıydı.
"Sana söyledim Karaca. Seninle bir problemim yok. Hatta o sarı dangalağı saymazsak abim yüzünden seninle iyi geçinmem bile gerekiyor gibi. Gerçi abim nerede bilmiyorum ama..." Cümlenin sonuna doğru sesi kısılıp cam kaplı odanın içinde kayıplara karıştı. "En azından iyi olduğunu bilseydim..."
"İyi olduğunu bilseydin hayatımı mahvetmeyecektin yani."
Aram durup gözlerime bakınca simsiyah irislerde kendi şaşkın yansımamı gördüm. Bazen insanın sadece gözlerine bakarak aklından geçenleri okumak istiyordunuz. Bu da o anlardan biriydi işte.
"Hayatın ben müdahale etmesem de zaten mahvolacaktı Karaca." Bakışları normalden fazlaca yüzümde oyalanınca tedirgin hissedip gözlerimi kaçırdım.
"Mahvettiğini kabul ediyorsun yani," dedim önüme dönerken.
"Zaten birileri tarafından karıştırılan koca bir kazan çorbayı biraz da ben kepçeyle dürttüm diyelim. Sıfırlanan bir kişinin zihnine kolay kolay müdahale edilmemeli. Belki de dışarıda yeterli süre geçirdikten sonra... Yani gerçek hayatta. Tekrar tesise alınacaktın ama arkadaşlarınla aptalca bir kazaya karıştın ve bunu sana unutturmak zorunda kaldılar. Kaderin bir oyunu de istersen. Ne dersen de."
Kader, bazen oyun oynardı.
Bazen öyle bir oyunbaz olurdu ki insanın aklı fikri karışırdı ama kader, insanların zihinlerine böyle müdahale etmezdi. Kaderimi değiştiren tesisteki psikoterapistlerdi. Bana ait olan ne varsa alıp silerek yerine bozuk saçma sapan şeyler yerleştirmişlerdi. Kalbim acıyordu.
"Hazır kavga etmiyorken... Bana gerçek hayatımdan bahsetsene. Şu an olduğum rolden değil. Eski yaşantımdan. Ne yapıyordum? Ailem var mıydı? Tesisle nasıl tanıştım?" Bana bakan gözlerindeki endişeyi görüp ekledim. "Başım ağrımıyor, çok iyi hissediyorum. Lütfen anlat." Aram, geniş göğsünü şişiren kocaman bir nefes alıp bordo deri koltuğu gıcırdatarak arkasına yaslandı.
"Tesisten öncesini pek bilmiyorum. Ben bir numaralı kodexim sen de iki numaralı kodexsin. Engin ortadan kaybolduktan sonra evrak odasına girip hepinizin dosyalarına baktım. Öncesi yazmıyordu, bir yerde yazıyorsa da personelin kolayca bulamayacağı bir yerdedir. Nilgün böyle şeyleri ortada bırakmaz." İsmi duyunca bölmeden edemedim.
"Nilgün kim?"
"Tesisin başındaki kadın. Hem doktor hem de ataşe. Gerçi artık ataşelik yapmıyor, doktorluğunun da tozlanmış olduğuna eminim. Uzun süredir yönetim işinde. E.M. biz denek olarak çalışılmadan birkaç sene önce kurulmuş. İlk deney ben miyim bilmiyorum ama ilk başarılı denek benim. Ne diyordum? Dosyalar. Evet, Erce ve diğerleri hepsinin ne kadar sürede tesiste kaldığı belli. İlyas'ın intihar girişimi ilk sanıyordum ama değilmiş. Daha önce de denemiş, her şey yazıyordu. Senin dosyanda da tesise geldikten sonra neler yaşadıysan o yazıyor."
"Önce peki? Önce ben kimdim?"
Aram alnına düşen simsiyah saçlarını elinin tersiyle geriye itti.
"Yani öncesini bilmiyorum. On üç yaşındaymışsın geldiğinde. İlk bir sene içinde yazılanlar siyah şeritlerle gizlenmişti sonrasında ise benim gibi aldığın eğitimler yazıyor. Tesise kazandırdığın kodexler vs. Tesiste bir kodex olarak eğitiliyorsan yetimsindir. Annesi babası olan kimseyi almazlar. Götleri yemediğinden mi bilmem ama aklı başında hiçbir ebeveyn çocuğunu oraya göndermez zaten."
Öğrendiklerimi sindirmeye çalışırken kucağımda birleştirdiğim parmaklarımla oynuyordum. On üç... Küçücükmüşüm. Oraya geldiğimde küçücük bir çocukmuşum. Normal bir ailede belki de çok başarılı olurdum. Sıradan bir hayatım olurdu, belki ressam olurdum ya da Nilgün gibi belki tıp okurdum. Onun yerine ben E.M.'e gitmişim. Ya da alınmışım. Böbrek mafyası gibi kaçırmışlardır belki beni.
"Kaç kişi var orada?"
Aram yüzüme baktı.
"Tesiste mi?"
Başımı salladım.
"Yüzlerce. Askerler, doktorlar, paramedikler, eğitimciler, öğretmenler, akademisyenler ve denekler. Senle oraya yakın zamanda gittik aslında. Kedi besliyordun, sokağınızda karşılaştık. İlyas fazla doz almıştı ölmek üzereydi, bana yardım ettin ve beraber onu merkeze götürdük. Orada diğer insanlar seni gördü ve... Kısa bir işlem de olsa uyutulup unutturuldun. Elbette bu kaza gibi travmatik bir şeyin silinmesi kadar ciddi değil. Ama yine de beynine planlanandan fazla müdahale yapıldı."
"İlyas'ı daha önce de gördüm yani?" diye sordum sessizce. Aram onaylarken ben hatırlamaya çalıştım. Tesise gittiğimi hatırlamıyordum. İlyas'ı, kedileri, hiçbirini hatırlamıyordum. İşin kötü yanı Aram'ı da hatırlamıyordum.
"O zaman biz seninle daha önce de tanıştık," dedim ağır ağır. Aram, gülünce yanaklarında ufak gamzeler sıkıştı.
"Bir kez daha tanışırsak kafama sıkacaktım. Her seferinde sana kendimi tanıtmaktan gına gelmişti." Bana bakarkenki gülüşü öyle sıradan, öyle gerçekti ki... Bir an için içim sıcacık oldu. Sonra ise kirpiklerimi kırptım. Basit ufacık bir histi sadece, bir anlam ifade etmiyordu.
Onunla diğer tanışmalarımın nasıl olduğunu merak etmekten alamadım kendimi. Beni aptal gibi görüyordu herhalde. Hayatımdaki diğer herkes gibi. Teyzem, Birsen... Aylarca dalga geçilmiştim ve ruhum bile duymamıştı. İçim acıyordu.
"Sonra neler yaptım peki? Tesise geldikten sonra?"
Aram düşünüyormuş gibi dudaklarını bükünce bakışlarım gözlerinden sıyrılıp yüzünün alt tarafına kaydı.
"Eğitim aldın. Benim gibi. Bizler gibi. Kendi ekibinin lideri oldun. Başka kodexlerin uyum sağlamasına yardım ettin. Bir de abimle sevgili oldun. Seni diğerlerinden ayıran pek bir özelliğin olduğunu sanmıyorum. Bana hep çok sıradan görünüyordun ama anlaşılan insanları büyülüyordun. Nilgün'ün göz bebeği sendin." Gözleri benimkileri buldu. Ben ifadesinde kıskançlık olacağını düşünürken o eskiyi hatırlayıp gülümsüyor gibiydi.
"Hep en değerli görevlere seçildin. İmtiyazların vardı. İstemediğin bir şeyi kimse sana yaptıramazdı, Nilgün seni kaybetmektense dünyayı yakardı bir zamanlar. Tabii sonra her şey değişti. Son görev yerine kadar." Bir ürperti onun bedeninden benimkine geçti sanki. İçim titriyordu. Aram daha önce söylemişti ama beni kızdırmak, benden intikam almak için söylediğine kendimi neredeyse inandırmıştım. Gerçeği bilmek istediğimden pek emin değildim.
"Peki," dedim kurumuş dudaklarımı yalarken. "Neden tesisten ayrılmadım? Anlattıklarına göre ve kendi şu anki gözlemime bakarsam orası iyi bir yer değil. İnsanların zihinleriyle oynayan kötü niyetli insanlardan oluşan manyak bir sistem gibi. Neden ayrılmadım?"
Aram'ın yanıt vermeden önce derin bir nefes alması gerekti. Soruyu kendimi özneleştirerek sormuştum ama aslında bu tüm kodexlere yöneltilecek bir soruydu. Neden bizi böyle eşyaymış gibi kullanan bir yere siktiri çekip gitmemiştik? Aram neden hala onlar için çalışıyordu? O yanıt veremeyince üsteledim.
"Çok iyi eğitim aldığın belli." Gözlerim kollarını sımsıkı saran kaslarına kaydı. "İstediğin her mesleği yapabilirmişsin. Neden onlarla kaldın?"
"Çünkü orası senin ve benim için bir evdi. Sen oraya çok bağlıydın Karaca. Ben de abimleydim. Benim için farklı bir yer düşünemedim. Engin ve ben beraberdik. Ailen yanındayken akıl hastanesinde bile olsan ev gibi geliyor sana."
Benim için ev olduğu konusunda ciddi şüphelerim vardı. On üç yaşında tesise giren bir kız kendi için neyin iyi neyin kötü olduğunu nereden bilecekti ki? Bana ne söylenirse onu yapmıştım herhalde. İyiyi ve kötüyü öğrenemeden.
"Hem tesis her zaman öcü değil," dedi Aram yerinde rahatsızca kıpırdanırken. "Düzeni destekliyor. Kötü seyredebilecek olaylara müdahale etmeyi sağlıyor. Neleri önlediğimizi bilsen şaşırırdın. İstihbaratlarımız, içerideki adamlarımız o kadar çok bilgi akışı sağlıyor ki pek çok sivilin hayatı bu sayede kurtarılmıştır. Sen de pek çok hayat kurtardın bu yüzden Nilgün Sayar'ın göz bebeğiydin."
Yine de belli ki o kadın beni gözden çıkarmıştı. Bir şey olmuştu ve düzenli giden hayatım adeta boka sarmıştı. Her şey karman çorman olmuştu. Geri dönülemez şekilde bozmuşlardı beni.
"Bana sıfırlanmayı anlatır mısın?"
Aram başıyla onayladı. "Anlatırım ama sonra, dinlen şimdi. Akşama bir seans daha yapılacak unutma."
"Peki," dedim adeta uslu bir kız gibi. "Başka sıfırlananlar da oldu mu?"
"Oldu," dedi kaşları çatılırken. "Birkaç kez. Kaldıramayıp ölenler de oldu ama çoğu kişi sıfırlanmadan olumlu sonuç aldı. Bir kodex sahada beklenmeyen bir travmaya maruz kaldığında izlenecek prosedür budur. Senin durumunda sen çok büyük bir travma geçirdin ve yapılması gereken yerine sana başka anılar verdiler. Terapistlerin bunu yapabildiğini elbette biliyoruz bizlere de hipnozla başka insanların anıları verildi ama silinmiş bir zihni yeni anılarla şekillendirmek... İşte bu ilk defa gördüğüm bir şey." Kendimi yeşil küçük uzaylılar tarafından kaçırılıp üzerimde deney yapılmış gibi hissediyordum. Yeşil küçük uzaylılardan biri de Aram'dı.
"Şimdi biraz dinlen. Bir iki saat sonra beyninle bir randevumuz var." Yerinden kalkıp kapıya giderken onu izledim. Dışarı çıktığında ise koltuğa yayıldım. Aklım durmadan terapide gördüğüm kısa saçlı halime giderken gözlerimi kapattım.
***
| Kodex Tesisi, geçmiş |
Yemeğimizi yedikten sonra hepimiz sandalyemizde yayılmıştık. Erce bir köşede boşalan ayran bardağını ters çevirip masayı pisletirken ben surat asar halde gözlerimi deviriyordum. Kendimi bir sürü çocuğa bakıcılık yapan uyuz bir abla gibi hissediyordum.
"Ya Karsu be. Bize içecek getirsen olmaz mı?" İlyas ayaklarını masaya uzatınca ayakkabılarına vurdum. "Kalk kendin al." Görev yerlerimize dağılmadan önceki son cumartesi gecemizdi. Engin çalışıyordu, ben ise ekiple tesiste kalakalmıştım. Hepsi bir yerde umutsuzca bir sonraki görevi bekliyorlardı, kendim de en az onlar kadar yorgundum ama ağzımı açtığım an hep bir yandan ciyaklayan civciv sürüsü şikâyetlerine başlardı.
"Ya depodaki zulamızı diyorum. Şarabı getirsen de içsek. Bak ölüm var kalım var. Görevde ya kıymetli Erce'ne bir şey olursa? İçmeden mi ölsün kız?"
Göz ucumla Erce'ye baktığımda sırıtıyordu. İlyas ise kocaman sevimli bir köpek gibi umutla yüzüme bakıyordu.
Yerimden kalkarken masaya uzattığı siyah botlarına bir kez daha vurdum. "Ben gelene kadar cips falan hazırla bari." İlyas yerinden kalkarken görev edası tutuşmuş bir asker gibiydi.
Sırıtarak yanlarından ayrılıp depoya giden merdivene yöneldim. Aşağı indiğimde kapı aralıktı. Karanlık koridora girdiğimde elim ışığı açmak için prize uzandı ama sonra sesleri duydum.
Nefes sesleri. Ufak inlemeler.
Bir an ne düşüneceğimi bilemedim. Işığı açmadan koridorda ilerleyip depoya açılan aralığa geldim. İnlemeler az öncekinden daha belirgin hale geldiğinde ise başımı uzatıp içeri baktım.
Aram ve Alev birliktelerdi. Hem de olması gerekenden fazlaca samimi bir halde
Onları orada bırakıp koşar adımlarla depodan uzaklaştım. Basamakları çıkıp demir kapıyı arkamdan kapatarak sırtımı yasladım. Az önce gördüğüm şeyle ilgili ne düşünmem gerektiğine karar veremez halde boş boş dikildim. Nefesim düzene giremiyordu. Görmemem gereken bir şeyi görmüştüm.
O ikisi sevgili miydi? Bilmiyordum. Aram birileriyle sevgili olabilir miydi? Emin değildim. Kızla yiyişirken beni görmüş müydü? Rezil olmuş muydum? Bilmiyordum.
Lanet okuyarak tekrar ekibimin yanına geldim. İlyas hazırladığı kâsedeki cipsleri ağzına üçer beşer tıkarken bana baktı. "Eee getirmemişsin," dedi alt dudağı büzülürken. "Neden getirmedin?"
İçeceğin şaraba tüküreyim İlyas.
"Şey," dedim robot gibi. Ne diyeceğim hakkında kısacık düşündüm. Ne uyduracaktım? Tam yeryüzünde duyulmuş en saçma yalanı yumurtlamaya hazırlanıyordum ki İpek konuştu. "Alev'ler geliyor," dedi suratını ekşiterek. Omzumun üzerinden geriye baktım. Aram ve Alev gülüşerek içeri giriyorlardı. Alev beni fark etmemişti ama Aram odaya girdiği an gözleri beni aramıştı.
Göz göze geldiğimizde ondan bir tepki bekledim ama o hiçbir şey olmamış gibi yanımdan geçip giderek masaya yanaştı. Kâseden bir tane cips alıp ağzına atarken zift karası gözleri beni bir an olsun bırakmadı.
***
| Günümüz |
Gözlerimi açar açmaz hareket etmeye çalıştım.
Parmaklarımı oynatamayınca ise bir an dehşete kapıldım.
Görüntü, yavaş yavaş Mikail Bey'in cam kaplı odasına dönerken başta iki sonrasında ise tüm parmaklarımı oynattım. Ter içinde koltukta doğrulurken nefes nefeseydim. Sanki sadece bir rüya görmemiştim, bir anı görmüştüm. O şeyleri ben yaşamıştım, bizzat ben.
Kalkıp kapıyı iterek açtım. Restoranın ana salonundaki ışıkların sadece yarısı yanıyordu, tıpkı gündüz olduğu gibi kimseler yoktu. Hırkamla bedenimin üst tarafını sarıp dışarı çıktığımda onu gördüm. Aram, girişteki yuvarlak kolonlardan birine yaslanmış sigara içiyordu. Beni gördüğünde sigarasını indirip dumanını havaya üfledi.
"Çok çabuk uyanmışsın," dedi yüzümü incelerken. "Az önce kontrol ettim seni. Kalkmazsın sanmıştım, doktora da uyuduğunu söyledim. Şimdi haber veririm." Sigarasını dudaklarına götürünce bana olan ilgisi azalıverdi, şimdi bakışları uçsuz bucaksız bomboş arazideydi.
Yanına yaklaşırken hala az önceki gördüğüm rüyanın etkisindeydim. Ağzımın içi kupkuru olmuştu, konuşmaya başladığımda keşke su içseydim diye içten içe hayıflanıyordum.
"Bir rüya gördüm. Ama anı gibiydi. Tesisi gördüm bir de seni."
Aram, ben ondan bahsedince neredeyse biten izmariti kolonun hemen yanındaki ufak kül tablasına gömdü. Konuştuğunda ağzından buhar ve duman çıkıyordu.
"Rüyanda beni gördün demek," derken ifadesi anlaşılmazdı.
"Evet," dedim gecenin soğuğu yakalarımdan içeri girmeye çalışırken. "Tesisteydik. Çok fazla kişi vardı. İpek, Alev..." Son ismi söylerken gözlerine baktım. Beni izliyordu. Derin bir nefes aldım. "Hepimiz oturuyorduk. Sen ve Alev sonra geldiniz. Sevgilindi sanırım."
"Hmm," dedi Aram sadece. Cebindeki paketi çıkarıp bana uzattı. "Kullanmıyorum," dediğimde ise gamzelerini gösteren minicik bir gülümseme yayıldı yüzüne.
"Eskiden içerdin." Sonrasında bir tanesini dudaklarının arasına yerleştirdi. Çakmağı çıkarıp ilk nefesi aldığında tekrar bana döndü.
"Alev sevgilim değil ama beraber takılmayı sevdiğim biri. Başka kimler vardı? Engin'i gördün mü?" Başımı sağa sola salladım.
"Neden onca anı arasından bunu gördüm bilmiyorum bile."
Zihnim neden binlerce anı arasından Aram'ın olduğunu seçmişti, hiçbir fikrim yoktu.
"Doktorun yaptığı terapi işe yaradı demek ki. Belki zamanla tüm anıların yerine gelir." Sırtını duvara yaslayıp göz ucuyla bana baktı.
"Üşüyor musun?" Resmen donuyordum!
"Hayır," dedim hırkamın önünü sımsıkı kapatırken.
"Keşke sana bir ceket alsaydık." Sigarasını dudaklarının arasına yerleştirip deri ceketini soymaya başladı. Üzerinden çıkardıktan sonra sağ eliyle sigarasını tutup diğeriyle bana tortop ettiği ceketi uzattı.
"Al bunu giy."
Ceketi elinden aldım. Daha önce teyzem dâhil kimsenin bir şeyini giymemiştim. Gözlerim elimin arasındaki kumaşın sıcacık iç tüylerinde gezindi. Dışı buz gibi kaygandı ama içi sıcacıktı. Kollarını arayıp üzerime geçirince Aram'ın kokusu tüm bedenimi sardı. Tuhaf hissettirmişti, koku tüm duyularımdan içeri arsızca sızarken ne hissetmem gerektiğini bilemedim.
"Altında da pijama var," dedi gözleri üzerimdeyken. Başımı eğip paçaları çamura bulanmış gri eşofman altıma baktım. "Tam olarak pijama değil ama ince." Aram memnun değildi. Burun deliklerinden dışarı çıkan buhar da bunu gösteriyordu. Beni çok önemsediğini sanmıyordum ama hasta olursam hiç işine yaramayacağımı biliyordum.
"Kotunu da soyup ver istersen," dedim tıpkı bana baktığı gibi incelercesine ona bakarak. Aram kısacık bir gülücük attı.
"Espri de yapabiliyorum diyorsun."
İkimiz de gülümserken Aram'ın ifadesi bir anda silindi. "Ee hazır mısın? Mikail hoca beynini biraz dürtsün bakalım neler çıkacak. Bir an önce düzelsen de her şey daha kolay olsa keşke." Bir anda bana doğru uzanıp açık kalan ceketin önünü eliyle kapattı.
"İki kodex dünyayı dize getirir ama bir kodex ve sivil. Eh... Aklımdaki takvimden biraz gerideyiz diyeyim. Beni yavaşlatıyorsun Kar." Sonra parmaklarını üzerimde duran kendi ceketinin yakasında gezdirdi.
"Sıcak tuttu mu?"
Başımı salladım. Bana bu kadar yaklaşmışken ve ben onun ceketini giyerken zihnimde Aram dışında tek bir düşünce bile gezinemiyordu. İçim dışım her şeyim onunla dolmuştu.
Kader bizi birbirimize mecbur etmişti. İkimiz de diğerine bayılmıyorduk ama burada onun kokusunu içime çekerken zaten karmaşık olan aklım hepten tozutmuştu. Ne hissetmem gerektiğini bilemiyordum. Bazen nazikti, bazen öküzdü bazense... Öyle tuhaf davranıyordu ki sanki bir insan değil de robota dönüşüyordu.
Beni kullanıyordu, bunu biliyordum. Belki de ona karşı sempati beslemem için bana iyi davranıyordu. Söz konusu bu sırlarla bezenmiş herif olduğunda her şey mümkündü.
Aram, "Hadi," dedi elini yakamdan koluma indirirken. "Neden sıfırlandığını bulursak belki travma öncesine geri döneriz." İçeri girerken içimde bir yerdeki ufak cılız bir ses travma öncesine dönmek istemediğini söylüyordu.
Önceden iyi bir insan mıydım?
Hiçbir fikrim yoktu.
Belki de yeniden o insan olmamalıydım.
Mikail Bey'i camın arkasından gördüğümde nefesim sıklaştı. Hipnoza karşı değildim ama korkumu durduramıyordum işte. Geçmiş, soru işaretleriyle dolmuş koca bir okyanustu ve ben suyun içinde nefes alabilmek için başımı yukarda tutmakta artık zorlanıyordum. Nefes, yetmiyordu.
"Gel buyur Karaca," dedi Mikail hoca yerinden kalkmadan az önce uyukladığım koltuğu işaret ederken. Aram da arkamdan gelip kapıyı kapatıp Mikail Beyin masasının önündeki sandalyeye otururken, "Karaca uyuduğunda geçmişten anılar görmüş," dedi. Ben koltuğa otururken o hızla rüyamı doktora aktarıyordu.
Anlatmayı bitirdiğinde doktor ellerini önündeki üst üste konmuş deri kapaklı defterlerin üzerinde birleştirip bana döndü. "Anıları hatırlamaya başlaman güzel. Bakalım beynini ürkütüp savunmaya almadan önce ne kadar derinlere inebileceğiz. Başlayalım."
Ve başladık.
Yeniden koltuğa uzanıp gözlerimi kapattım. Üzerimde bu kez Aram'ın deri ceketi vardı. Kokusu burnuma dolarken doktorun telkiniyle yeniden o malikâneye döndüm.
"Ne görüyorsun?" dedi Mikail Bey.
Kan görüyordum. Her yer kanla kaplıydı. Öyle çoktu ki bu kadar kan kaybeden birinin hayatta kalması imkânsızdı.
"Kan," dedim neredeyse fısıltıyla.
Doktor, "Kimin kanı?" diye üstelediğinde yutkundum. Bilmiyordum. Onları tanımıyordum. Bir adam ve bir kadının kanı. Yerde öylece yatıyorlardı. Kadın bana bakıyor gibiydi ama yaşayıp yaşamadığından emin değildim. Adamsa... Çok fena durumdaydı.
"Yalnız mısın?"
Değildim. Her yanımda insanlar vardı. Ellerim bağlıydı. Adeta sürükleniyordum. Odadan dışarı çıkarılırken bir şeyler soruyordum ama kimse beni umursamıyordu. Bir kadın yanıma gelip beni çepeçevre saran kirli kas yığınlarından uzaklaştırdı. Elleri saçımdaydı, aşağı yukarı okşuyor gibiydi ama bakışlarında merhamet yoktu.
"Malikâneden çıkarılıyorum," dedim. Doktor bir telkin vermeyince yeniden o ana döndüm. Koridordan neredeyse çıplak ayaklarım yere değmeden çıkarılmıştım. Gecenin soğuğu tenime vururken kadın hemen yanımdaydı. Birileri kapıyı açıp bizi dışarı çıkardığında ona bir şeyler soruyordum ama tek duyabildiğim uğultuydu.
"Konuşuyoruz ama sesleri duyamıyorum," dedim endişeyle. Sesler olmayınca gördüklerimin hiçbir önemi kalmıyordu sanki. Her şey saçma sapan bir sessiz tiyatroya dönüşüyordu.
"Odaklan," dedi doktor. "Rüzgârın sesine odaklan. Yaprakların hışırtısına odaklan. Sonra da dudaklardan çıkan sesleri hayal etmeye çalış."
Dediğini yaptım. Karşımdaki sarı saçlı kadın tane tane konuşurken incecik açılıp kapanan dudaklarına odaklandım. "Sakin ol," diyordu kadın. "Araç seni tesise götürecek." Bir aracın yanımıza yanaşan sesi doldu kulağıma. Kadına döndüm, nedense sakin olamıyordum. Birileri omuzlarımı kavrayıp beni kadından uzaklaştırmaya çalıştığında bu kez açılan benim dudaklarımdı. Bağırıyordum.
"Bana yalan söyledin! O güvende değil! Bana yalan söyledin!"
Uzaklaştırılıyordum. Gözlerimden akan yaşlar yanağımdaki kana karışıyordu.
Arabanın kapısı açılıp bir un çuvalı gibi içeri tıkıldığımda gözlerim hala merdivenin en üst basamağındaki güzel giyimli soğuk kadındaydı.
"Nilgün! Bana yalan söyledin!"
Kapı kapatılmadan hemen önce kadın konuştu. Sesini duyduğumda gözlerinde tek bir duygu kırıntısı bile olmadığının gerçeği bedenimi vurdu.
"Kardeşin benimle güvende Karsu."
Ardından aracın kapısı kapandı.
Gözlerimi açıp koltukta doğruldum. Konuşmak için ağzımı açtığımda sesim çıkmadı. Boğazımda bir yumru vardı, sesim çıkmıyordu. Aram, aceleyle kalkıp bir bardak su koyarak bana uzatınca bir dikişte içtim. Nefesimi düzene sokmaya çalışırken ayaklarıma bakıyordum.
"Ne oldu?" dedi Aram. Sesi bu kez nazikti, o kadının aksine olabildiğince nazik.
Başımı kaldırıp endişeyle kırışan yüzüne baktım.
"Yanılmışsın. Tüm ailem ölmemiş."
Derin bir nefes alıp boşalan bardağı kucağıma bıraktım.
"Bir kardeşim varmış."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.72k Okunma |
241 Oy |
0 Takip |
14 Bölümlü Kitap |